Parse error: syntax error, unexpected '<' in
/home/ivmnet/public_html/sites/all/modules/rules/rules/modules/php.rules.inc(89)
: eval()'d code on line 9
11 Ocak 2010 Pazartesi
İvme, Edirne'deki Linçlere Karşı Başlatılan Oturma Eylemine Destek Verdi
İllere göre işsizlik riski
Hacettepe Üniversitesi İstatistik Bölümü
Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Tatlıdil ile Türkiye
İş Kurumu Genel Müdürlüğünde (İŞKUR) görev
yapan Barış Özgürlük, ''çok kriterli karar verme
yöntemi'' kullanarak, 81 ilin işgücü piyasası
açısından risk oranlarını hesapladı.
href="?im=yhs&yer=kent&aranan=Ankara">Ankara- ''İşgücü
Piyasasında İllerin İşsizlik Risklerinin Analitik Hiyerarşi Süreci
ile Belirlenmesi'' başlıklı araştırmada, Ocak 2008-Ocak
2009 dönemi İşkur ve Sosyal Güvenlik Kurumu verileri esas
alındı.
Risk oranı tespitinde, uzun süreli işsizlik, gençlerde
işsizlik, düşük eğitimli işsizlik ve tazminat başvuruları
kullanıldı. Bu değişkenlerin riske etkisi sırasıyla yüzde 49,
yüzde 27, yüzde 15 ve yüzde 9 olarak kabul edildi.
Konuya ilişkin soruları yanıtlayan Prof. Dr.
Tatlıdil, ''Önem dereceleri tamamıyla bizim kendi değer
yargılarımızla verilen önemdir. Burada çok kriterli karar
vermeyle, subjektif bir takım düşüncelerle hareket ediyoruz.
Başka biri tam tersini yapabilir'' dedi.
Soru üzerine, bu konuda ulusal ve uluslararası çalışmalarda
paralel bir derecelendirmenin esas alındığını, ancak yurtdışındaki
çalışmalarda işyeri sayıları gibi farklı değişkenlerin de
dahil edildiğini, Türkiye'de bu veriler sağlıklı olmadığı
için araştırmada kullanmadıklarını söyledi.
Çalışmada teknik bir hata bulunmadığını belirten Tatlıdil,
ortaya çıkan verilerin sağlıklı olup olmamasının, İşkur
verilerinin sağlıklı olup olmadığına bağlı bulunduğunun altını
çizdi.
En yüksek riskli Bartın, en az riskli İstanbul
Araştırmaya göre, ''analitik hiyerarşi
süreciyle'' yapılan sıralamada, Bartın en yüksek
riskli il olarak belirlendi. Bartın'ı, Kastamonu, Muş, Kütahya,
Çankırı, Sıvas, Artvin, Şanlıurfa izledi.
En az riskli illerin başında ise İstanbul geldi. Sırasıyla
Bilecik, Edirne, Antalya, İzmir, Iğdır, Denizli, Ankara en
düşük işsizlik riskine sahip iller oldu.
Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki iller listenin
ortalarında yer aldı. Prof. Dr, Tatlıdil, buna ilişkin, ''Sebebi
şu? Buralarda zaten iş bulma umudu olmadığı için, dikkat
çekmemiş. Mesela Siirt'teki bir işsiz, iş aramak için
Siirt'teki İşkur şubesine gitmiyor, umudu yok, Ankara, İstanbul,
İzmir'deki İşkur bürolarına başvuruyor ya da hiç
başvurmuyor'' diye konuştu.
Tatlıdil, genel olarak tabloyu yorumlarken de Bartın, Kastamonu, Muş
gibi illerde imalat yapan küçük işletmelerin yoğun yer
aldığını, krizin en fazla bu kesimi etkilediğini söyledi. Orta ve
büyük ölçekli işletmelerin, işletme sermayeleri
sayesinde ayakta kalabildiğini, ancak küçük işletmelerin
kriz sürecine fazla dayanamadığını kaydetti.
Riskin düşük hesaplandığı İstanbul, Bilecik, Edirne ve
Antalya'da da imalat sanayinin yanında hizmet ve tarım sektörlerinin
de canlı olduğunu ifade ederek, imalat sanayinin krizden etkilendiğini,
diğer iki sektörün bu noktada önem taşıdığını
söyledi.
11 Ocak 2010
Kaynak: href="http://www.cumhuriyet.com.tr/?im=yhs&hn=106882">cumhuriyet.com.tr
Etiketler:
Array,';
Kocaeli EMO'da başkan Haznedaroğlu
src="http://haber.sol.org.tr/sites/default/files/imagecache/makale_genel/images/kocaeli_7.jpg"
alt="" title="" class="imagecache imagecache-makale_genel imagecache-default
imagecache-makale_genel_default" width="300" height="225"
style="border-top-width: 0px; border-right-width: 0px; border-bottom-width:
0px; border-left-width: 0px; border-style: initial; border-color: initial;
border-style: initial; border-color: initial; " />
Elektrik
Mühendisleri Odası Kocaeli Şubesi'nin 6. olağan kongresinde, H. Avni
Haznedaroğlu oy birliğiyle başkan seçildi.
Eski Başkan
Mustafa Şerit'in aday olmaması üzerine danışma kurulundan tek
aday olarak çıkan H. Avni Haznedaroğlu ile gidilen seçimde, 2
bin 188 üyeden 328'i class="glossary-term" href="http://haber.sol.org.tr/haberleri/oy"
style="margin-top: 0px; margin-right: 0px; margin-bottom: 0px; margin-left:
0px; padding-top: 0px; padding-right: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left:
0px; text-decoration: none; color: rgb(94, 94, 94) !important; cursor: help;
font-style: normal !important; ">oy
kullandı. Üyeler,
oy birliğiyle Haznedaroğlu'nu şube başkanı seçti.
style="border-top-width: 0px; border-right-width: 0px; border-bottom-width:
0px; border-left-width: 0px; border-top-style: none; border-right-style:
none; border-bottom-style: none; border-left-style: none; border-color:
initial; "> href="http://haber.sol.org.tr/haberleri/emo" style="margin-top: 0px;
margin-right: 0px; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; padding-top: 0px;
padding-right: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; text-decoration:
none; color: rgb(94, 94, 94) !important; cursor: help; font-style: normal
!important; ">EMO Şube Yönetimi, tamamen yeni
isimlerden oluştu. Haznedaroğlu'nun başkanlık yapacağı
yönetim kurulunda Mehmet Fidan, E. Atalay Tercan, Özgür
Toraman, Hacer Şafak, M. Arif Koşar ve Sarp Ertürk görev yapacak.
Kongrede, SMM Komisyonu'na Atalay Tercan, Mustafa Şerit, Barbaros
Akyüz, Cumali Palalı, Aykut Halamoğlu, Vedat Genç ve
Şükrü Gürbüz Şahin, Örgütlenme ve Sosyal
İşler Komisyonu'na Yasin Arıkan, M. Arif Koşar, Bülent
Çetintaş, Özkan Toraman, style="border-top-width: 0px; border-right-width: 0px; border-bottom-width:
0px; border-left-width: 0px; border-top-style: none; border-right-style:
none; border-bottom-style: none; border-left-style: none; border-color:
initial; "> href="http://haber.sol.org.tr/haberleri/enerji" style="margin-top: 0px;
margin-right: 0px; margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; padding-top: 0px;
padding-right: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; text-decoration:
none; color: rgb(94, 94, 94) !important; cursor: help; font-style: normal
!important; ">Enerji Komisyonu'na ise Erdal Aslan,
Özgür Toraman, Serap Tekeli, Erol Sancak ve Mehmet Bayrak
seçildi.
Kaynak: href="http://haber.sol.org.tr/sonuncu-kavga/kocaeli-emoda-baskan-haznedaroglu-haberi-22622">sol.org.tr
Etiketler:
Array,';
Zafer 'Çiftçi Don Kişot’un!
Çiftçilerin yıllardır tepki gösterdiği
Afşin-Elbistan Termik Santrali'nin tarım arazilerine zarar verdiği hukuken
de ispatlandı. Santrale karşı dava açan bir çiftçi,
110 bin lira tazminat kazandı. Sırada onlarca çiftçi var.
src="http://media1.ntvmsnbc.com/j/NTVMSNBC/Components/ArtAndPhoto-Fronts/Sections-StoryLevel/Türkiye/100110-santral.hlarge.jpg"
/>
ntvmsnbc ve Ajanslar Güncelleme: 10 Ocak. 2010
Pazar
KAHRAMANMARAŞ - Afşin ilçesine bağlı Alemdar Beldesi
Çomudüzü Köyü'nde oturan çiftçi
Mehmet Yağcı, Afşin-Elbistan Termik Santrali'nin baca gazı arıtma tesisi
olmadan çalışarak arazisine zarar verdiği iddiasıyla dava
açtı.
Santralin kirliliğinden mağdur onlarca çiftçi de art arda
dava açtı.
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi'nden
bilirkişi heyeti dava konusu tarım arazilerinden numuneler aldı.
İncelemeler, Tarım Bakanlığı laboratuvarlarında yapıldı.
Sonuçlar çiftçileri haklı çıkardı.
Araralarında Yağcı'nın Arazisinin de bulunduğu çoğu
arazide yüzde 10'luk bir değer kaybı tespit edildi.
Yerel mahkemeden peşpeşe çıkan kararlar da
çiftçilerin haklılılığını belgeledi.
YARGITAY KARARI
ONADI
Dosyalar Yargıtay'a giderken; kesinleşen ilk karar, Mehmet
Yağcı'nınki oldu.
Mahkeme, yerel mahkemenin "Yaydığı kirlilikle arazide değer
kaybına yol açmak"la suçladığı santral hakkındaki
kararını onadı.
Böylece, Afşin-Elbistan Termik Santrali'nin Mehmet Yağcı'ya 110
bin lira tazminat ödemesi kesinleşti.
Karardan memnun olan Mehmet Yağcı, alacağı parayı boçları
için kullanacağını söyledi.
EMSAL
OLACAK
Karar, yerel mahkemede devam eden 160 dava ile Yargıtay'da onay
bekleyen benzer davalar için de örnek olacak.
Kaynak: href="http://www.ntvmsnbc.com/id/25042457/">ntvmsnbc.com
Etiketler:
Array,';
Artık sporcunun da sendikası var!
Artık sporcunun da sendikası var!
class="NewsDetailDescription" style="margin-top: 0px; margin-right: 0px;
margin-bottom: 6px; margin-left: 0px; padding-top: 0px; padding-right: 0px;
padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; border-top-width: 0px;
border-right-width: 0px; border-bottom-width: 0px; border-left-width: 0px;
border-style: initial; border-color: initial; outline-width: 0px;
outline-style: initial; outline-color: initial; font-size: 16px;
vertical-align: baseline; background-image: initial; background-attachment:
initial; background-origin: initial; background-clip: initial;
background-color: transparent; float: left; width: 606px; color: rgb(99, 106,
90); background-position: initial initial; background-repeat: initial
initial; ">Spora hizmet veren 7 kişi bir araya gelerek Spor
Emekçileri Sendikasını (Spor-Sen) kurdu.
0px; padding-top: 0px; padding-right: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left:
0px; border-top-width: 0px; border-right-width: 0px; border-bottom-width:
0px; border-left-width: 0px; border-style: initial; border-color: initial;
outline-width: 0px; outline-style: initial; outline-color: initial;
font-size: 11px; vertical-align: baseline; background-image: initial;
background-attachment: initial; background-origin: initial; background-clip:
initial; background-color: transparent; float: left; width: 606px; color:
rgb(187, 0, 0); background-position: initial initial; background-repeat:
initial initial; ">11/01/10 11:02
0px; padding-top: 0px; padding-right: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left:
0px; border-top-width: 0px; border-right-width: 0px; border-bottom-width:
0px; border-left-width: 0px; border-style: initial; border-color: initial;
outline-width: 0px; outline-style: initial; outline-color: initial;
font-size: 12px; vertical-align: baseline; background-image: initial;
background-attachment: initial; background-origin: initial; background-clip:
initial; background-color: transparent; float: left; width: 606px; color:
rgb(61, 59, 55); line-height: 16px; background-position: initial initial;
background-repeat: initial initial; ">
margin-bottom: 0px; margin-left: 0px; padding-top: 0px; padding-right: 0px;
padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; border-top-width: 0px;
border-right-width: 0px; border-bottom-width: 0px; border-left-width: 0px;
border-style: initial; border-color: initial; outline-width: 0px;
outline-style: initial; outline-color: initial; font-size: 12px;
vertical-align: baseline; background-image: initial; background-attachment:
initial; background-origin: initial; background-clip: initial;
background-color: transparent; border-style: initial; border-color: initial;
float: left; width: 290px; height: 296px; background-position: initial
initial; background-repeat: initial initial; " alt="" />
Sendikanın kurucularından eski futbolcu Metin Kurt, sporda
çeşitli kademelerde görev yapan arkadaşlarıyla 12 Eylül
Askeri Müdahalesi öncesinde Amatör Sporcular Derneği olarak
başlattıkları örgütlenme çalışmasının
müdahaleyle birlikte sonlandırıldığını söyledi.
O dönem çeşitli branşlarda bir çok üyeleri
olduğunu anlatan Kurt, müdahalenin spor emekçilerinin
örgütlenme çabalarını 30 yıl gerilettiğini ifade
etti.
''Günümüzde spor bir oyun, sporcular da bir oyuncu değil.
Spordaki hakim anlayış sporu metalaştırıp sporcuyu spor işçisi
durumuna getirdi'' diyen Kurt, günümüzde sporun bir
sektör haline gelip devasa bir hal aldığını vurguladı. Kurt,
sektördeki aktörlerin de oluşan dev pastadan kendilerine
düşen payı artırmaya çalıştıklarını dile getirdi.
Yaşanan bu köklü değişime rağmen Türkiye'de sporun hala
bir yasası bulunmadığına işaret eden Kurt, şöyle konuştu:
''Bu işin içerisindeki sporcunun yöneticinin
statüsü belli değil. Bütün bu gerçekler
düşünüldüğünde sporda da bir demokrasi
mücadelesi verilmesi gerekiyor. Çünkü
sporcu-yönetici ilişkisi köle-efendi biçiminde
gerçekleşiyor. Örneğin son olarak Fenerbahçeli Semih'in
konumu. Yönetim istediği gibi futbolcuya bile sorma ihtiyacı duymadan
tek taraflı olarak mukavelesini uzatabiliyor. Futbolcu buna tepki
gösterdiğinde eleştiriliyor, hedef tahtasına konuluyor. Bu
gerçekler ışığında Spor Emekçileri Sendikası sadece
futbolcuları değil, değişik branşlardaki tüm sporcuları, her
türü spor organizasyonlarında çalıştırılan tüm
kesimleri örgütleyecek. Sporcuların güvencesini sağlamak
için de Spor İş Yasası'nı çıkartmak için tabandan
aldığı güçle var gücüyle çalışacak.''
''ÖRGÜTLENME ALANINDA EN AZ 500 BİN KİŞİ VAR''
Sendikayı 7 kişilik bir ekiple kurduklarını ifade eden Kurt, bu
kişiler arasında teknik direktör, futbolcu, malzemeci ve temizlik
işçi olarak çalışan spor emekçileri bulunduğunu
söyledi.
Kurt, örgütlenme alanında çeşitli kademe ve branşlarda
spor yapan ya da hizmet veren en az 500 bin kişi olduğunu belirtti.
Örgütlenme çalışmalarının sadece profesyonel
sporcularla sınırlı olmayacağını, özellikle amatör
sporcuları örgütlemeye özel önem vereceklerini
vurgulayan Kurt, şunları kaydetti:
''Sporcunun amatörü ve profesyoneli var ama ikisi de aynı işi
yapıyor. Profesyonelle aynı işi yapan amatörlerin bazı haklardan
yoksun bırakılması Anayasa'nın 'eşit işe eşit ücret' ilkesine
karşısında büyük bir haksızlık.
Bütün sporcular ayrımsız bir şekilde sosyal güvenlik
sisteminde olmalı. Tabandan tavana bir örgütlenmeyi
seçtiğimizden öncelikle şu anda amatör
görünenlerin sorunlarına eğilip onları sosyal güvenceye
kavuşturmak istiyoruz. Şu anda amatör olarak spor yaptırılan
gençler, müsabaka yaptırılan alanlarda bile sağlık
hizmetlerinden yoksun bırakılıyor. Gençler müsabaka esnasında
herhangi bir sakatlığa maruz kaldıklarında futbolcuların sağlık
hizmeti alabilmesi yöneticilerin insafına bırakılmış.
Kulüpler 'yetiştirme bedeli' adı altında sporcudan paralar talep
etmekte. 12 yaşında lisans çıkartılan bir sporcu 18'ine
geldiğinde gerçekte hiçbir eğitim verilmemesine karşın,
çünkü bizde sporcular eğitilmez yarıştırılır, bu
paralar istenmekte. Oysa sporcu kendi yeteneği ile bir yerlere gelmiştir.
İstenen bedelleri vermeyen bir sporcu bir başka kulüpte spor
yapamamaktadır. Bu uygulama bize göre antidemokratiktir. Sendika olarak
bu uygulamanın ortadan kaldırılması için
çalışacağız.''
''AMATÖR SPORCU EN AZINDAN ASGARİ ÜCRET ALMALI''
Metin Kurt, alt yapılarda sporculara belli bir söz
verildiğini, ancak bunların çoğunun sözde kaldığını
vurgulayarak, ''Bugün birinci amatör kümede bir sporcunun en
azından asgari ücret alması gerekmektedir. Yöneticiler de zaten
bu sözü vermekte ama bunun gereğini yapmaktan
kaçınmaktalar. Çoğu sporcu, bu ve benzeri şekilde
kendilerine verilen sözlerin karşılığını alamamakta'' diye
konuştu.
En kısa zamanda kapsamlı bir örgütlenmeyle sporda Spor-Sen
olarak bir taraf olacaklarını ifade eden Kurt, ''Sendikamızın tabanı
vardır. Tabanı, 12 Eylül'de kapatılan Amatör Sporcular
Derneği'dir. Aynı kadro yola yeniden çıkmıştır. Kitle
örgütleri ve özellikle DİSK, Spor-Sen'in yanındadır. Aynı
zamanda sporun kirlenmesini içine sindiremeyen sporseverler de
Spor-Sen'i desteklemektedir. Özellikle taraftar grupları, genç
spor yazarları Spor-Sen'in yanındadır. Geniş kamuoyu desteği ile
Spor-Sen, Spor İş Yasası'nı çıkartacaktır ve spordaki kirlenmeyi
de bir ölçüde temizleyecektir. Türkiye'de sporun
öncelikli sorununun yasal boşluk olduğunu düşünüyoruz
işe bu yasayı çıkartmakla başlamayı hedefliyoruz'' dedi.
''SPOR BİR SEKTÖR, SPORCU DA BİR SPOR İŞÇİSİ''
Metin Kurt, hemen her ülkede spor yasaları, bu alanda
örgütlenmeler bulunduğuna işaret ederek, diğer
ülkelerdekinden farklı olarak sadece profesyonellere ya da sadece
branşlara dayalı örgütlenme yerine, herhangi bir ayrım
olmaksızın sporun içerisinde emeğiyle geçinen herkesi aynı
çatı altında toplayıp, haklarını birlikte aramalarını sağlamak
istediklerini söyledi. Kurt, ''Bu eksikliği gidermek gerekiyor. Bunu
başaracağız. Spor bir sektör, sporcu da bir spor işçisi.
Bizim için amatör-profesyonel ya da herhangi bir branş fark
etmiyor'' diye konuştu.
Sendikalı olmanın sporculara bir çok şey kazandıracağını
anlatan Kurt, şunları söyledi:
''Çalışan kesim örgütlenmezse bir güç
değildir, ancak örgütlüyse bir güç haline gelir.
Sporcuların şikayetleri sosyal güvencesizliktir. Başına bir şey
geldiğinde durumu bellidir, bir kenara atılıp bir başına
bırakılmaktadır. Sporcular bugün yöneticiler ile birebir
mücadele etmek durumunda ve sporcunun kaderi yöneticinin iki
dudağının arasında. Yönetici istediğini atar, istediğini satar,
istediğini kenarda bekletir. Sporcunun kendisini koruyacak bir
örgütü yoktur. İşte şimdi sporcunun başı darda
kaldığında başvuracağı ve kendisini güvencede hissedeceği bir
örgütü kurulmuştur. Bundan sonra Spor-Sen üyesi
sporcular antidemokratik uygulamalarla karşılaşmayacaklardır.
Çünkü artık sporcuların da kendilerini savunacak
örgütü var.''
Değişik branşlardan sendikalarına başvuran,
görüştükleri sporcuların tabanda böyle bir
örgütlenme ihtiyacı olduğunu çok açık olarak
gösterdiğini dile getiren Kurt, ''Spor-Sen önceliği sayıları
300-500'ü geçmeyecek kamuoyu önündeki sporculara değil
tabandaki sporcularda verecektir. Tabandaki sporcular da Spor-Sen'i
desteklemektedir'' dedi.
KADIN, GENÇ VE ÇOCUK SPOR İŞÇİLERİNE ÖZEL
ÖNEM
Spor-Sen'in temel ilkelerinden bazıları şöyle:
''-Spor-Sen, işsizliğin önlenmesi ve iş güvencesinin
sağlanması, işçilerin ekonomik ve sosyal hakları ve
çalışma koşullarının geliştirilmesi, sosyal güvenlik
sisteminin iyileştirilmesi, işsizliğin önlenmesi ve iş
güvencesinin sağlanması uğruna mücadele etmeyi temel
amaçları olarak kabul eder.
-Sporcu kesinlikle oyuncu değildir. Spor, sporcunun ekmek parasını
kazandığı ya da kazanabileceği varsayımıyla tüm
gününü spora adamak zorunda bırakıldığı bir eylem
biçimidir.
-Günümüzde sporcu, spor kurumlarında lisanslı spor
yaptırılan veya bu iş yerlerinde çalıştırılan spor iş
kolundaki işçilerdir. İster amatör, ister profesyonel olsun
tüm sporcular aynı işi yapmaktadır. Bu nedenle tüm sporcuların
sosyal güvenlik hakları vardır, tüm sporcular acilen sosyal
güvenlik sistemi içine alınmalıdır.
-Spor-Sen, özel olarak kadın, genç ve çocuk spor
işçilerinin sorunlarıyla ilgili bilimsel araştırmalar yapar,
araştırmaların sonuçlarına göre gerekli
çözümler üretir.
-Sendika, özellikle kadın sporcuların sendikal mücadelede yer
almaları için gerekli her türlü düzenlemeleri ve
kolaylığı kadın sporculara sağlar.
-Spor-Sen, yasanın öngördüğü koşullar
gözetilerek üyelerin işsizlik, evlenme, doğum, hastalık,
sakatlık, yaşlılık, emeklilik ve ölümlerinde olması gereken
dayanışmayı sağlar, eğitimlerine destek verir.
-Sendika, üyelerinin sosyal güvenliklerinin temini için
kolaylıklar sağlar. Eğitim, sağlık, kreş tesislerinin kurulması
için çalışır.
-Spor-Sen, ayrıca yazılı ve görsel medyada spor
emekçilerinin ekonomik, demokratik haklarını savunmak ve
güvence altına alınmasına yönelik çalışmalarda
bulunur.''
Kaynak: href="http://www.htspor.com/spor-haber/199843-Artik-sporcunun-da-sendikasi-var.aspx">www.htspor.com
Etiketler:
Array,';
Gülcan Kırca: "TMMOB, Bu Yönetimle Saldırıları Püskürtemez"
İvme Dergisi Yayın Kurulu üyesi Gülcan Kırca ile
Yürüyüş Dergisi'nin yaptığı röportajı
yayınlıyoruz:
Devrimci Demokrat Mühendisler:
TMMOB, Bu Yönetimle Saldırıları Püskürtemez
• TMMOB'da statükoculuğa karşı mücadele devam edecek!
• Şimdilik şunu söyleyebiliriz; artık devrimcilerin
varlığını
kabul etmek zorunda kaldılar.
Gülcan Kırca (Makina Mühendisi, İvme Dergisi Yayın Kurulu
Üyesi)
İktidarın tasfiye sürecine karşı mücadeleyi şu anki
yönetim zihniyeti sürdüremez. Bu mücadeleyi bu
örgütlenmenin tabanının oluşturan devrimci demokrat
mühendisler sürdürebilir.
Yürüyüş: Bazı odalarda, saldırılarla
birlikte, devrimci demokrat mühendisleri toplantılara almama, onlara
söz hakkı vermeme gibi bir tavır gelişmişti; şu anda sorun ne
aşamadadır? Tavırları sürüyor mu?
Bildiğimiz kadarıyla 4 Kasım'daki inşaat mühendisleri odası
küçük kuruluna, keza 6 Aralıkta yapılan TMMOB Danışma
Kurulu toplantısına İvme okuru mühendisler katıldılar, konuşmalar
yaptılar. Bu neyin sonucu oldu?
Gülcan Kırca: TMMOB'deki etkin yönetim
anlayışı esasen devrimci demokrat mühendisleri odalarda istemiyor.
Bunun sebebi devrimcilerin varlığının yıllarca geliştirdikleri
statükolarını bozmasıdır. Bu konudaki düşüncelerinde
genel olarak bir değişiklik yok.
Bir önceki Danışma Kurulu'nda -10 Ekim- kürsüden İvme'ye
yönelik hakaretler edilmiş, söz talep edildiğinde ise TMMOB'nin
demokratik usulleri de yok sayılarak söz hakkı vermeme tavrı
geliştirilmişti. 10 Ekim'deki bu Danışma Kurulu'na İvme üyeleri
yaklaşık 70 kişilik bir katılım sağlamış ve hakaretlere demokratik
yöntemlerle müdahale etmiş, söz haklarından geri adım
atmamışlardı. Divan ise devrimci mühendislere söz hakkı
vermemek için Danışma Kurulu'nu iptal etmişti.
Ancak 6 Aralık'ta gerçekleştirilen TMMOB Danışma Kurulu'ndan yola
çıkarak şunları söyleyebiliriz; artık devrimcilerin
varlığını kabul etmek zorunda kaldılar. 6 Aralık'taki Kurul'da gerek
divan, gerekse etkin yönetim anlayışından konuşmacılar
sözlerini süzgeçten geçirmişlerdi. Yine kitlesel bir
katılım sağlayan İvme'ye ve devrimcilere dönük neredeyse tek
bir söz bile söyleyemediler. İsteyen her İvme üyesine
söz verildi. İvmecilerin dışında da birçok kişi
kürsüden statükocu yönetim anlayışını eleştirdi.
Bizim örgütlü tavrımız bir yandan etkin yönetim
anlayışının maskesini düşürürken, öte yandan
çeşitli eleştirileri olan ancak bu zamana kadar söz alamamış
kişi veya kesimlerin de önünü açtı.
Geneldeki bu tabloya rağmen İMO'da yönetim aynı davranışlarını
arttırarak sürdürüyor. 4 Kasım'daki İMO Ankara Şubesi
Küçük Kurulu'nda içlerinde İvmecilerin de olduğu
devrimci demokrat mühendisleri kurula sokmamak için özel
güvenlik tutulmuştu. Ancak ısrarcılığımız ve
örgütlülüğümüz sonucu Kurul toplantısına
girdik ve konuşmalar yaptık. Aralık ayındaki Küçük
Kurul'da ise toplantıya katılmadaki ısrarımızın sonucu olarak
Küçük Kurul'u iptal ettiler.
Şu an TMMOB'de seçim sürecine girildi. Etkin yönetim
anlayışı, temel tehlike olarak iktidar veya emperyalizm değil bizleri
görüyorlar. Statükocu yönetim iktidarın TM-MOB'nin de
içinde bulunduğu mesleki demokratik kitle örgütlerini
tasfiyesinin ilk adımı olan Devlet Denetleme Kurulu raporuna karşı somut
bir şey yapmıyor. Öte yandan İvmecileri oda yönetimlerine
sokmayacaklarını çeşitli odalarda beyan ediyorlar. Yani tasfiye
çabası oda seçimleriyle farklı bir şekil alıyor. Ancak
yönetimlerde bulunulsun veya bulunulmasın emekçi mühendis,
mimarların hak ve özgürlük mücadelesini
büyüteceğimizi biliyoruz.
Yürüyüş: İMO'da 2 devrimci mühendise
belli sürelerle meslekten men cezası verilmişti. Bu konudaki hukuki
durum nedir? Cezalar uygulanacak mı, itiraz edildi mi?
Kırca: İMO Onur Kurulu tarafından 11 Hazirandaki olaylar
gerekçe gösterilerek bir arkadaşımıza 15 gün, bir
diğerine 6 ay meslekten men cezası verildi. Verilen cezanın hiçbir
hukukiliği yoktur. İMO yönetimi, bu konuda
yürüttüğü "soruşturma" yla, gericilik
konusunda siyasi iktidarlarla yarışırcasına, en temel hak olan
düşünce ve ifade özgürlüğünü bile
tanımadığını göstermiştir. Soruşturma genel hukuk normlarına da
aykırıdır. Zira olaya tanık olan arkadaşlarımız bile dinlenmemiştir.
Soruşturma TM-MOB'un iç hukukuna da aykırıdır. Tüm bunlardan
çıkan sonuç bunun açık bir siyasi karar, aynı zamanda
genel tasfiye politikalarının bir adımı olduğudur. Cezalara karşı şu
anda TMMOB'nin iç hukuku işletilerek itirazlarımızı yaptık. Ceza
kesinleşmeden uygulama şansları da yok.
Bu konuda şunu da belirtmek gerekir. TMMOB 40. Dönem Genel Kurulu'nda
mühendis olan AKP'li bakanların Onur Kurulu'na verilmesi kabul
edilmişti. Bakanları bu kararına rağmen Onur Kurulu'na vermeyip devrimci
mühendisleri cezalandırmaya çalışmaları, etkin yönetimin
"önceliklerini" göstermektedir.
Yürüyüş: TMMOB'deki yasakçı tutuma
ve anti-demokratik zihniyete karşı mücadeleniz sürecek mi?
Kırca: İvme'nin "TMMOB'de Demokrasi" başlıklı
8. sayısında bir yazı yazmıştık. "Üretmek tüketmek ve
tükenmek" başlıklı bu yazıda TMMOB'nin ve aslında
birçok DKÖ'nün durumuna dair bir değerlendirme vardı. Bu
yazıda 70'li yıllarda üreten bir TMMOB' 80'li yıllarda üretmeden
geçmişteki değerlerini tüketen bir TMMOB ve artık 2000'li
yıllara geldiğimizde tükenen bir TMMOB olduğu gözler
önüne serilmişti. Birçok kişi veya çevre bu
tükenişi görmesine rağmen müdahale etmiyor veya edemiyor.
Aslında en kötüsü de bu duymuyorum, görmüyorum,
susuyorum, hiçbir şekilde tartışmıyorum ve tartıştırmıyorum
tavrıdır.
Buna karşılık TMMOB'un mücadeleci geçmişinin tüketilmesi
karşısında susanlar, yönetimlerde alacakları bir iki koltuk
karşılığı tükenişi görmezden gelenler de bu tükenişte
pay sahibidir.
Biliyoruz ki iktidar TMMOB'ye ve mesleki demokratik kitle
örgütlerine saldırıyor. Böyle bir saldırıda en önde
mücadele edecek olan da biziz. Hem TMMOB'un yeniden emekten ve halktan
yana bir örgüt olmasında hem iktidarın saldırılarının
püskürtülmesinde ve mühendislerin mimarların hak ve
özgürlüklerinin savunulmasında, örgütlenmesinde en
önde bizler olacağız. Devrimci demokrat mühendisler olarak bunun
bilinci ile şimdiye kadar sürdürdüğümüz
mücadeleyi arttırarak sürdüreceğiz.
Yürüyüş: Saldırılara, polis zoru ile
engellenmeye, siyaset yasakçılığına, kurullara alınmak
istenmemenize karşı tabanda nasıl bir yaklaşım var?
Kırca: İvme'nin yürüttüğü
"TMMOB'de Demokrasi İstiyoruz" kampanyası ve özellikle 15
hafta boyunca TMMOB'un önünde tutulan demokrasi nöbeti ile
yönetime hakim olan bu tutum ve zihniyet üyelere teşhir
edilmiştir. Sesimizi duyurabildiğimiz üyelerden, yapılan uygulamalara
tepki gösteren üyeler var. Ayrıca İvme çalışması,
çeşitli odalardaki anti-demokratik uygulamalardan nasibini almış,
haksızlığa uğramış birçok üyenin de sorunlarını
paylaştığı, birlikte nasıl mücadele edebileceğimizi
tartıştığımız bir odak noktası haline geldi.
Tabanda bu konuda kıpırdanmalar var. Bunun en belirgin örneğini de
TMMOB'un 30 yıl sonra üyelerinin talebi sonucunda düzenlemek
zorunda kaldığı Ücretli ve İşsiz Mühendis, Mimar ve Şehir
Plancıları Kurultayı'nda yaşadık. Üyelerinin % 80'ini oluşturan
ücretli ve işsiz mühendis ve mimarların sorunlarını
tartışması ve çözümler üretmesi açısından
çok önemli olan bu kurultayda; üyelerinin savunduğu
düşüncelerden, kürsüden konuşmasından korkar hale
gelen TMMOB ve oda yöneticilerinden birçoğu, kurultayı
önce engellemeye çalışmış, sonrasında "biz sizin
adınıza en iyi kararları alıyoruz, size gerek yok" diyerek
kurultayı terk etmişlerdir. 1200'ü aşkın kişinin katıldığı
kurultay resmen üyenin inisiyatifi ile sürdürülüp
başarılı şekilde sonlandırılmış, TMMOB başkanı ve oda
yöneticilerinin tavırları üyeler tarafından mahkum edilmiştir.
Durumun bu noktaya gelmesinde elbette ki İvme'nin payı
büyüktür.
Yürüyüş: Bu konudaki gelişmelere ilişkin
ayrıca sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Kırca: TMMOB ve çeşitli DKÖ'lere yönelik
şu dönemde Devlet Denetleme Kurulunun (DDK) yayınladığı bir rapor
vardır. Rapor incelendiğinde, mesleki demokratik kitle
örgütlerimize 12 Eylül darbesi sonrasındaki en
büyük operasyon AKP iktidarı tarafından başlatılmak
istenmektedir. DDK raporu bu operasyonun ilk adımıdır. Bu operasyonla 12
Eylül'de başlatılan örgütlenmeye dönük
müdahale tamamlanırken, seçim sistemi değişiklikleri ile
meslek örgütlerinde gerici örgütlenmenin önü
açılmak istenmektedir. Bu rapora karşı mevcut yönetimin
sergilediği tavır ise içler acısıdır. Etliye sütlüye
dokunmayan bir basın açıklamasıyla konu geçiştirilmiştir.
Bizler devrimci demokrat mühendisler olarak kendi
örgütlülüğümüze sahip çıkma
noktasında gerekli mücadeleyi her koşulda sürdüreceğiz.
İktidarın tasfiye sürecine karşı mücadeleyi şu anki
yönetim zihniyeti sürdüremez. Bu mücadeleyi, bu
örgütlenmenin tabanını oluşturan devrimci demokrat
mühendisler sürdürebilir. Bizler önümüzdeki
sürecin bu tasfiye hareketine karşı bir örgütlenme
süreci olması gerektiğinin bilinciyle, bu saldırıya karşı
başlattığımız kampanya ile mücadelemize devam edeceğiz.
Bağımsızlık ve Demokrasi için
Yürüyüş, 10.01.2010, Sayı 202
İvme İstanbul'da Gerçekleştirdiği Basın Açıklamasıyla "TMMOB'yi Savunalım" Kampanyası Başlattı
Devlet Denetleme Kurulu'nun Mesleki Demokratik Kitle
örgütlerine yönelik saldırıları İstanbul'da protesto
edildi. İvme Dergi tarafından Taksim Tramvay Durağı'nda
gerçekleştirilen açıklamada "Siyasal iktidar, bu
raporla Mesleki Demokratik Kitle Örgütlerimizi tasfiye etmeyi
amaçlamakta; sistemin ihtiyaçları ve tekellerin
çıkarları doğrultusunda odaları dönüştürmeyi
hedeflemektedir" denilirken İvme Dergisi olarak "TMMOB'yi
Savunalım" başlıklı bir kampanya başlatıldığı ifade edildi.
TMMOB'deki tüm ilerici, devrimci, demokrat, yurtsever kesimlerin
bu kampanyayı birlikte örgütlemeye davet edildiği
açıklamaya 32 mühendis, mimar katıldı.
"Siyasal İktidar Saldırıyor, TMMOB'yi Savunalım"
pankartının taşındığı açıklamada, "TMMOB Biziz",
"Örgütlü Birey, Örgütlü Toplum",
"DDK Raporu TMMOB'yi Tasfiye Raporudur" yazılı
dövizler taşınırken, "Mühendisiz, Mimarız Haklıyız
Kazanacağız", "Susma Sustukça Sıra Sana Gelecek",
"Kurtuluş Yok Tek Başına", "Ya Hep Beraber ya
Hiçbirimiz", "Baskılar Bizi Yıldıramaz",
"AKP TMMOB'den Elini Çek" sloganları atıldı.
/>
Açıklamada okunan metin aşağıdadır:
"Siyasal İktidar Saldırıyor
TMMOB'yi Savunalım!
Cumhurbaşkanlığı'na bağlı Devlet Denetleme Kurulu (DDK), 22
Mayıs 2008 tarih ve 107 sayılı yazısıyla içlerinde
TMMOB'nin de bulunduğu meslek örgütlerinin "Kamu kurumu
niteliğindeki meslek kuruluşlarının daha iyi ve etkin bir şekilde
hizmetlerinin yürütülmesi" gerekçesiyle
incelenmesine karar verildiğini TMMOB'ye iletmiştir.
28 Eylül 2009 tarihinde ise bununla ilgili bir rapor DDK tarafından
yayınlanmıştır. Ekiyle birlikte 1861 sayfa tutan bu raporun 41 sayfalık
özeti 16 Ekim 2009 tarihinde kamuoyu ile paylaşılmıştır. Raporda
meslek örgütleri şeffaf olmamakla suçlanmış,
birçok eleştiri yapılmıştır. Mesleki demokratik kitle
örgütü yöneticilerinin ve üyelerinin
görüşlerini dahi almadan bir rapor hazırlanması tam da 12
Eylül'ün kurumuna ve AKP'ye yakışan bir tarzdır.
Rapor AKP'nin Raporudur
DDK'nın kurulduğundan beri kamu kurumu niteliğindeki meslek
örgütlerini inceleme ve denetleme yetkisi olmasına rağmen bu
yetkisini ilk kez şu an kullanıyor olması önemlidir. AKP'nin
iktidar olduğu 2002 yılından itibaren birçok kurum ve kuruluşa
müdahalelerde bulunması, bu kurumlarda kadrolaşması, DDK incelemesi
ile birlikte düşünülmelidir. AKP iktidarı, ABD ve
İsrail'in Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında en önemli
müttefiki olmasından aldığı güçle bir yandan devlet
içinde kendisinden olmayan unsurları tasfiye etmeye
çalışırken öte yandan toplumsal muhalefetin her kesimine
yönelik baskı altına alma ve sindirme politikası gütmektedir.
Amacı ülkemizi karşıt sesin çıkmadığı bir dikensiz
gül bahçesine çevirmektir. Bu yanıyla DDK raporu
AKP'nin odalarımıza yönelik başlatacağı saldırının ilk
adımıdır.
Rapordaki Tespitler Nelerdir? AKP Nelerden Rahatsız
Olmaktadır?
16 Ekim 2009 tarihinde açıklanan DKK raporu özeti
incelendiğinde göze çarpan en somut şey, incelenen Kamu Kurumu
Niteliğindeki Meslek Örgütlerine ilişkin neredeyse en
küçük bir olumlu cümle bulunmamasıdır. Birçok
eksiği ve zaafına rağmen yıllardır Türkiye'deki toplumsal
mücadelenin en önemli bileşenlerinden olan bu kurumlarla ilgili
böyle bir yaklaşım bile bu raporun nesnel ölçütlerden
uzak, ısmarlama bir rapor olduğunun başlı başına kanıtıdır. Rapor
özeti, iktidarın meslek örgütlerinden hangi konularda
rahatsız olduğunu da açıkça ortaya koymaktadır.
AKP Meslek Örgütlerimizin Siyaset Yapmasını
İstememektedir
İktidar temsilcileri bugüne kadar birçok konuşmalarında meslek
odalarını ideolojik davranmakla, siyaset yapmakla suçlamıştır, bu
bakış açısı DDK raporunun da en belirleyici yanıdır. Raporda yer
alan birçok ifade bugün toplumsal mücadeleyi yükseltme
noktasında bizim de çokça eleştirdiğimiz TMMOB vb diğer
DKÖ'lerin mevcut duruşlarından bile ne kadar rahatsız
olunduğunu göstermektedir.
TMMOB'nin de içinde yer aldığı Mesleki Demokratik Kitle
Örgütleri elbette ki siyaset yapmaktadır. İnsanlığın,
ülkenin, halkın, meslektaşın çıkarını savunmak siyasetin
kendisidir. Öte yandan emperyalizmin, tekellerin çıkarlarını
savunmak da siyaset yapmaktır. Bu yanıyla meslek örgütlerini
"ideolojik/politik" olmakla suçlayan DDK'nın
kendisi ideolojiktir, siyaset yapmaktadır. DDK'nın yapmış olduğu
siyasetin emekten ve halktan yana olmadığı da açıktır.
AKP, Meslek Örgütlerinin Anayasal Yetkilerinden Rahatsız
Olmaktadır.
Bilindiği gibi TMMOB'nin de içinde yer aldığı 18 meslek
kuruluşu/üst kuruluşu Anayasa'nın 135. maddesine göre,
Kamu Kurumu Niteliğindeki Meslek Örgütü olarak
tanımlanmaktadır. AKP, meslek örgütlerine Anayasa tarafından
tanınan yetkilerden ciddi olarak rahatsız olmaktadır. Raporda
özellikle vurgulanan önemli bir nokta şudur: Meslek
örgütleri kamu kurumu gibi de demokratik kitle
örgütü gibi de davranmasın. Başka bir deyişle ya iktidarın
güdümünde olsun yada yok olsun…
AKP, Meslek Örgütlerindeki Kimi Eksiklik ve Zaafları, Kendi
Müdahalesini Meşrulaştırmak için Argüman olarak
Kullanmaktadır
DDK raporu TMMOB'nin de içinde yer aldığı Mesleki Demokratik
Kitle Örgütlerimizdeki bazı gerçeklikleri ortaya
koymaktadır. Ama bu gerçeklikleri ortaya koyarkenki amacı
örgütü yok etmek veya kontrol altına almaktır. AKP'nin
meslek örgütlerimizi demokratik, şeffaf, katılımcı,
merkeziyetçi olmakla, parasal gücü elinde tutmakla
suçlama hakkı yoktur. AKP'nin kendisi antidemokratiktir.
AKP'nin kendisi bu eleştirilerin ülkemizdeki bire bir
uygulayıcısıdır.
Tasfiye Operasyonuna Karşı Tek Yol Mücadeledir
İfadeleri özenle seçerek, ılımlı açıklamalarda
bulunarak, Genel Kurul kararı olmasına rağmen AKP'li bakanları Onur
Kurulu'na göndermeyerek, AKP ile "iyi
geçinerek" meslek örgütlerimize yönelik bu
saldırıları savuşturmak mümkün değildir. Saldırıların
üstesinden gelmenin tek yolu mücadele etmektir.
AKP'nin meslek örgütlerimize yönelik bu saldırısına
karşı İvme Dergisi olarak "TMMOB'yi Savunalım"
başlıklı bir kampanya başlatıyoruz. TMMOB'deki tüm
ilerici, devrimci, demokrat, yurtsever kesimleri bu kampanyayı birlikte
örgütlemeye davet ediyoruz.
AKP Saldırganlığına Son
Mühendisiz, Mimarız Haklıyız Kazanacağız
Mühendislik, Mimarlık ve Planlamada
Artı İVME"
10 Ocak 2010 Pazar
Karadenizin çığlığına kulak verin
Yer: Kadıköy (Beşiktaş İskelesi
Önü)
Karadeniz vadilerinde yapımı devam eden hidroelektrik santraller (HES),
uzmanların daha önce de açıkça dile getirdiği gibi
bölgedeki doğal ve kültürel yaşamı bir bütün
olarak yok etmektedir.
Bölgede faaliyet gösteren şirketler yasa - hukuk
tanımamaktadır.
Rize'nin Senoz Vadisi'nde verilen hukuk mücadelesiyle
2009'un Mart ayında yürütmeyi durdurma kararı alınmış
olmasına rağmen şirketler faaliyetine ara vermeksizin devam etmekte,
yöre halkının haklı tepkilerini hiçe sayan idare, bu vahim
hukuk ihlaline göz yummaktadır.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı Trabzon Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu da"...halen
faaliyet gösteren taş ocakları ile yapımı devam eden HES
projelerinin vadiyi olumsuz yönde etkilediğinden, söz konusu alan
doğal sit gerektiren özellikleri de yitirdiğinden Senoz
(Büyükdere) vadisinin doğal sit isteğinin reddine"
karar vererek, bu bölgede hukukun değil rantın geçerli olduğu
ve HESlerin doğaya zarar verdiği devletin kurumlarınca belgelenmiştir.
Devlet suçüstü yakalanmış, suçunu itiraf etmek
zorunda kalmıştır. Yüzleşmeden kimse kaçamaz.
Sadece Senoz'da değil, İkizdere, Fındıklı, Fırtına,
Papart,Yusufeli, Şavşat, Maçahel… bütün Karadeniz
vadileri , nehirleri, Munzur, Muğla, Allianoi, Hasankeyf... ülkemizin
tüm su havzaları, insanları tehdit altındadır.
Geri dönüşü mümkün olmayan doğa katliamına
karşı Karadeniz isyanını örmek üzere birleştik…
Bu doğal ve kültürel yıkımı durdurmak için siz de
aramıza katılın…
Sesimizi çoğaltın…Geleceğimizi elimizden almalarına izin
vermeyelim…
Kaynak: href="http://www.karadenizisyandadir.org/web/index.php?option=com_content&view=article&id=201:karadenzden-yuekselen-cilia-kulak-vern&catid=58:duyuru-ve-carlar&Itemid=181">www.karadenizisyandadir.org
Etiketler:
3677,';
9 Ocak 2010 Cumartesi
Ünsal Oskay: "Kıkır Kıkır Gülüp Don Kişot Okurdu"
ÜNSAL OSKAY: "KIKIR KIKIR GÜLÜP DON KİŞOT
OKURDU"[*]
atlara binip gidiyorlar," demişti; yine öyle oldu; O da atına
binip, bizi ardında bırakarak gitti…
dediklerimizden birisi de; Ünsal Oskay'dı…
çok sevmiştik…
"Tanrının inayeti sayesindedir ki, ülkemizde şu paha
biçilmez değerde üç şeye sahibiz: konuşma
özgürlüğü, vicdan özgürlüğü ve her
ikisini de kullanmama ihtiyatlılığı"; Robert A. Heinlein'in,
"İnsan aptallığının gücünü asla
küçümseme"; Amosk Parrish'ın,
"Alışkanlıklar, anahtarı kaybolmuş bir kelepçedir,"
sözleriyle betimlenmesi mümkün olan "olağan
(denilenin!)" orta yerinde O hepimize; Mısırlı bilge Ptah Hotep
gibi, "Ne kitlelere dalkavukluk yap, ne de otoritene sığın. Sahte
bir eşitlik anlayışından kaç," size="2">[2] derdi sanki…
okurdu" diyen Çınar Oskay'a göre, "Teoriyi
tahrik edici hâle getiren bir entelektüel, popüler
kültürü şahsına özgü maşasıyla deşen bir
akademisyen... Bizzat bir okuldu…"
dostlarından Sennur Sezer'in naklettiği üzere,
"Ünsal'ın doğum yeri Urfa'ydı. Urfalı mıydı
bilemiyorum, ama Urfalılardan alıştığım dobralık vardı
onda…"
yüzünüzün ne zaman kirli olduğunu söylerler,"
diyen Sicilya Atasözü'ndeki üzere…
bana…
"elinde fenerle" dolaşan bir filozof… Onu bilmeyen,
tanımayan var mı?
Diyojen'in renkli bir kişiliği vardır.
"Dürüst bir insan"ı arayan Ona göre en değerli
olan şey, "erdemdir". Erdeme ulaşmak için de
"bilge olmak" gerekir.
Diyojen'in, gün ışığında "fenerle" aradığı
"insan" da erdeme ulaşandır; ve derler ki, Diyojen'in
aradığı erdemli kişi "Sokrates"te somutlanmıştır…
Sonra da kendisinde…
"İstemediği hiçbir şeyi yapmadı babam. Ona sunulan bu
hayatta bile, bir şekilde özgür olmayı başardı" dediği
Oskay, 1939'da Şanlıurfa'da doğmuştu. Üniversite
eğitimini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde
(Mülkiye) tamamladı.
eğitimini iletişim üzerine aldı.
Postası'nda yayınlandı. Sonraki yıllarda Son Baskı, Yeni Tanin,
Akis ve Milliyet gazetelerinde çalıştı. 1966-1967'de,
ABD'de Stanford Üniversitesi İletişim Araştırmaları
Merkezi'nde, 'özel öğrenci' olarak 37 kredilik
bir eğitim gördü.
Mülkiye'de Basın Yayın Yüksek Okulu'nda
başladı.
Ödülü'nü kazandı. Aynı yıl, Kültür
Değişimi Modelleri teziyle, doktorasını tamamladı. 1982'de 19.
Yüzyıldan Günümüze Kitle İletişiminin
Kültürel İşlevleri tez çalışmasıyla doçent, 1989
yılında profesör oldu. Ankara SBF Basın ve Yayın Yüksek
Okulu'nda, Bursa Akademisi'nde, Anadolu
Üniversitesi'nde, Marmara Üniversitesi'nde, İstanbul
Üniversitesi İletişim Fakültesi ve Siyasal Bilgiler
Fakültesi'nde öğretim üyeliği yaptı. Oluşum, Forum,
Akis, 7 Gün, Devrim, Yeni Gündem, Somut, Birikim, Argos, Varlık,
Hürriyet Gösteri, gibi dergilerde yazdı.
Frankfurt Okulu'nun ve Alman Marksist sanat
düşünürlerinin Türkiye'de tanınmasına
öncülük edenlerden biri oldu.
Üniversitesi ve Marmara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek
Okulu'nda dersler verdi. Daha sonra, Marmara Üniversitesi
İletişim Fakültesi Radyo Televizyon Bölüm Başkanlığı ve
2000-2002 arasında İletişim Fakültesi Dekanlığı yaptı.
2002'de aynı üniversiteden emekliye ayrıldı.
özel üniversitelerde de öğretim üyeliği yaptı, idari
görevler üstlendi.
Açısından Kültür Değişimi, (doktora tezi, Ankara,
1971); Toplumsal Gelişmede Radyo ve Televizyon, (1972 TRT Büyük
Ödülü); Göç ve Gelişme (1976); XIX.
Yüzyıldan Günümüze Kitle İletişiminin
Kültürel İşlevleri (1982), Çağdaş Fantazya (1982),
Müzik ve Yabancılaşma (1982), Estetize Edilmiş Yaşam (1983),
İletişimin ABC'si (1992); Kitle Haberleşme Teorilerine Giriş;
Toplumsal Gelişebilmede Radyo Televizyon; Çağdaş Fantazya -
Bilimkurgu ve Korku Sineması; İletişim'in ABC'si
(İletişmin temelleri üzerine kaynak eğitim kitabı); Yıkanmak
İstemeyen Çocuklar Olalım (Kuramsal denemeler); Tek Kişilik
Haçlı Seferleri (Denemeler)…
Hakları Anayasasının Uygulanması (1965); Kitle Haberleşme Teorilerine
Giriş (1968); Bertrand D. Wolf, Devrim Yapan Üç Adam (1968);
T.B. Bottomore, Toplumbilim (1972); Maurice Duverger, Metodoloji
Açısından Sosyal Bilimlere Giriş (1973); Wright Mills, İktidar
Seçkinleri (1974); John King Fairbank, Çin'in
Sömürgeleşmesi ve Amerika'nın Çin Politikası
(1976); G. Osipov, Toplumbilim Teori ve Yöntem Sorunları (1977);
Wright Mills, Toplumbilimsel Düşün (1979); Ernst Bloch, Georg
Lukacs, Bertolt Brecht, Walter Benjamin, Theodor Adorno-Derleyen Fredric
Jameson, Estetik ve Politika (1985); Lewis Henry Morgan, Eski Toplum 2
cilt (1987); Martin Jay, Diyalektik İmgelem (1989); Bernard Lewis,
İslâm'ın Siyasal Söylemi (1993)...
bıraktı…
"Ünsal Oskay, iz bırakan efsane
hocalardandı…"
bağını koruyabilen"; Can Dündar'ın ise,
"İletişimi, sosyolojiyi sokağa indiren, halkla buluşturan
insandı" diye betimlediği "Ezber bozan bir bilim
insanı"ydı…
Koordinatörü Mete Çubukçu'nun aktardığına
göre, "12 Eylül dönemi için, 'Bu karanlık
günleri mutlaka atlatmamız gerekir, yoksa gidelim köprüden
kendimizi atalım' der"miş!
aldırmazdı…
düzene, "olağan (denilene!)" itiraz
edenlerdendi…
yönetimin doğasından kaynaklandığını bilenlerdendi…
olduğu korkunun ana kaynağının sermaye olduğunun
bilincindeydi…
Korkunun ana kaynağı birikerek sermaye biçimine dönüşen
artı değerlerin doğasından gelir…
kaynaklanır. Kapitalizmde, doğası gereği ürettiği, üretmek
zorunda kaldığı korkunun ana kaynağı sermayedir. Dünyanın en
korkak varlığı sermayedir. Durmadan artı değeri biriktirerek,
sömürürken kendisine gerekli olan istikrarlı iş barışı ve
güvenli ortamı hazırlayacak korkutuculara ihtiyaç duyar. Ancak
korkutucular ödevlerini yerine getirirken buyruğunda oldukları sermaye
gibi korkaktırlar. Ülkemizden bunun örnekleri çokça.
Tarihimizde tüm topluma korku salan yöneticilerimiz oldu.
temelindeki güdüsel, sıradan insani korkularımızı kendi
dizgesinde boyun eğdirmek için çoğaltır. Sistem bunların
yanı sıra bu korkulara süreklilik kazandırmak için, tinsel
öğeleri de kullanmaktan geri durmaz. Bunlarla da "Hayır"
demenin imkanlarını elimizden alıp, bizi köleleştirmeyiş
hedefler.
bun(lar)a itiraz etmemizin gerekliliğini anlatırdı…
Araptarlı'nın ifade ettiği üzere, "Ünsal
Oskay'ın yamacında soluklanmak, hayata kapılarını açmayı
öğretir insana. Başkasının sınırlarını çizdiği bir
yaşama rıza göstermemeyi, direnmeyi, kafa tutmayı, daha güzel
olanı, doğruyu aramayı öğretir. Düzenle uzlaşmamayı,
sürüye katılmamayı... Vasatın koynuna sokuluvermeni engeller.
Kefeye koyduğun yükünü, dünyayla tartmanı
öğretir. Ünsal Oskay'la vakit geçirmek, onurlu bir
insan olmayı öğretir...
kalıplar içinde değerlendirmedi, ayrıntılarda boğulmadı. Siyaset
öncelikli cevapların peşinde koştu. Toplumsal ve tarihsel olanı
siyasalla harmanlayarak aradı yaşamımızdaki yavanlığın nedenlerini.
Toplumsalın dönüşümüne inandı. Bugünün
düşünce insanına benzemezdi. Filozoftu. Kilimanjaro'dan
gelen Nil'in ilk taşkınları gibi, daha başka bir yerlerde
çağlayan, başka türlü bir adamdı. Onun için hayat
üretmek ve paylaşmaktı…"
hakkını sonuna dek vererek yaptı…
zaman bir 'meslek okulu' ya da 'diploma fabrikası'
gözüyle bakmadı. Onun 'üniversite' kavramı, hep
Batı'da Rönesans'ın da yaratıcıları arasında olan bir
üniversite kavramıyla eşanlamlı olarak kaldı: Kendini asla
günlük maddi gereksinimlerle sınırlı tutmayan, eleştirel
düşünce aracılığıyla ortaklaşa düşünce ve bilgi
üretme hedefinden hiç şaşmayan, tam anlamıyla evrensel bir
üniversite kavramı."[3]
Fakültesi'nin son sınıflarına "Dil Bilinci"
başlıklı dersi verirken, "Bakın, master, doktora, doçentlik,
profesörlük - bunların hepsini çabanızla jürilerden
alabilirsiniz! Ama bir tek unvan vardır ki, onu hiçbir akademik
jüriden alamazsınız; hayat boyu, günlerinizi ve gecelerinizi
doldurması gereken, çok özel bir çaba harcamadan da asla
alamazsınız! Bu unvanın adı, hocalıktır ve o unvanı, sadece ve sadece
öğrencilerinizden alabilirsiniz - ya da, profesör olmuş olsanız
bile, sözünü ettiğim o çok özel çabayı
harcamazsanız, hiç alamayabilirsiniz!" diye
haykırırdı…
atalım…" cüretkârlığıyla…
Esmer, No:58/1, Ocak 2010…
Thales.
Mısırlı bilge Ptah Hotep'in (MÖ 2414-2375) eserinden;
Christian, J.The Wisdom of Ptah-Hotep, Spiritual Treasures from the Age of
the Pyramids, Constable, London, 2004.
Ahmet Cemal, "… 'Evrensel' Bir Üniversiteli:
Ünsal Oskay...", Cumhuriyet, 13 Kasım 2009,
s.17.
Etiketler:
Array,';
Suyu da Sattılar, Cengiz Ağabey!
SUYU DA SATTILAR, CENGİZ AĞABEY!
[1]
hiçbir
Çemberlitaş'taki küçük ofisinde bizlere dergi
tasarımını (bak, "proje" demiyorum) anlatırken
gözlerinden çakmak çakmak fışkıran heyecan…
Edebiyatta yeni bir cephe açacaktın: "Star sistemi"ne
karşı…
fuarlarına, edebiyat âleminin postmodern çapullarına,
reklamcı/ yazarlara bakıyorum da, olacakları yirmi yıl önce isabetle
kestirmiş, tam hedefe nişan almışsın be ağabey!
İnsancıl gibi "bağımsız yayın" olmak daha da
zordur.
yaslamadan, hem de akıntıya karşı dergi çıkarmanın meşakkatini
bilen bilir. İnsancıl hiçbir sermaye grubuna, hiçbir
"marka"ya, hiçbir siyasal ya da sanatsal
"klik"e dayanmadan, sözünü sakınmadan, fincancı
katırlarını iplemeden, "iyi sıhatte olsunlar"dan
ürkmeden başladı ve öylece devam etti yoluna. Bu nedenle de
ısrarla görmezden gelindi, adına adı konulmamış yasaklar
uygulandı, en çok, bir dudak büküşüyle karşılandı
"yüksek" çevrelerde. Kolay mı, Orhan Kemal'den
Orhan Pamuk'a yönelen bu "metamorfoz"a karşı
yükselen ender itirazlardan biriydi İnsancıl… Bunun
bedelini maddî olanaksızlıklar, yitirilen sağlık ve bir suskunluk
salvosuyla ödedi - ödemeyi de sürdürüyor.
Yirmi yıllık inat, yirmi yıllık direnç, yirmi yıllık inanılmaz
bir çaba…
coşku ve hevesle devam ettiği atölyeleri, İnsancıl okulundan
yetişmiş/yetişen ozan ve yazarları, felsefe tutkunlarını
görmüyor olamazsınız… Hiçbir bankanın,
hiçbir holdingin, hiçbir reklam şirketinin himmeti
olmaksızın kendi ayakları üzerinde doğrulan üretken genç
yazarlar, sanatçılar… Sayıları kaça vardı, Cengiz
Ağabey?
değerlerin aşağıdan yukarı doğru akması, yaşamın her alanının
tabanı giderek daralan sermaye tarafından temellük edilmesi demek.
Yani emekçilerin işsiz, sosyal güvencesiz, yarı-tok,
sağlıksız, konutsuz… ama aynı zamanda edebiyatsız, sanatsız
bırakılması…
yıl öncesinde hemen her işçi evini Orhan Kemal, Yaşar Kemal,
Nâzım Hikmet kitapları süslerdi… Gecekondu
mahallelerinden hareket eden minibüslerde, banliyö trenlerinin
eprimiş koltuklarında, Maksim Gorki'nin 'Ana'sı,
Steinbeck'in 'Gazap Üzümleri', Behçet
Aysan'ın şiirleri okunurdu… Her mahalle kahvesinde mutlaka
üzerinde gazete kağıdı kaplı kitaplar, bir-iki masa
bulunurdu… Hatırlarsın, Cengiz Ağabey…
emekçilerin sanatsızlaşması, edebiyatsızlaşması eşlik etti.
Neoliberal kapitalizm, bizler farkına varmadan sanatı, edebiyatı, şiiri,
resmi, tiyatroyu usul usul gasp ediverdi. Sen daha o yıllarda uyarıyordun.
"Gün gelip de atalarımızın hayrat konusu suyun satılacağı
aklınıza gelir miydi?" sorun hâlâ çınlıyor
kulaklarımda.
romanı, öyküyü, tiyatroyu da öyle.
yerinde dikilip, direnen birileri oldukça her şeyin alım-satım
konusuna dönüştürülemeyeceğini, insandan insana sıcak,
sevecen, paylaşımcı bir yolun gittiğini, sanatın ve edebiyatın sermaye
boyunduruğuna sokulduğunda saray soytarısından öte bir işlev
üstlenemeyeceğini, sanatçının, edebiyatçının yerinin
sokaklar olduğunu haykırıyor. Ve gencecik, çalışkan, yaratıcı
ozanlar, yazarlar kulak veriyor onun sesine…
yeniden emekçilerden yana esmeye başladığında -ki o günler
yakındır- edebiyatın, sanatın boynunu piyasanın ahtapot kollarından
onlar kurtaracak, Cengiz Ağabey…
Taş'ın ve Şadiye Hanım'ın hakkı, emeği var.
ailesi…
Etiketler: href=http://www.ivmedergisi.com/etiket/Array>Array, href=http://www.ivmedergisi.com/etiket/Array>Array,
O Suskun, Yalnız Kadınlar...
KADINLAR…[*]
önemlisi
bunu
ederiz."[1]
suskunmuşlar ki, o kadar çok olduklarını hiç ama hiç
anlamamışız… Görmemişiz onları. Adlarını, ama
gerçek adlarını ve o geçirimsiz suskunlukları ardında yatan
yaşam öykülerini öğrenme gereğini
duymamışız…
acının şu ya da bu biçimde faili kuşakların susuş
konspirasyonlarına suç ortaklığı etmişiz, onların o suskun,
kendi kendinin gölgesi bir yaşama yazgılı varlıklarını
sürekli bilincimizin gerilerine kovalamakla.
bastırılmışlıklarımızın duvarlarını tuzla buz eden, Fethiye
Çetin oldu. Yaşı 60'ı aşkın her T. C. yurttaşının
bildiği "sır"rı hepimize haykırıverdi:
Büyükannesi, katliamlardan her nasılsa kurtulup bir
Müslümanla evlendirilmiş bir Ermeniydi! Onun bu keşfini, kısa
süre içinde Türkiye'nin hemen her köşesinde pek
çok "torun" tekrarlayacaktı. Ermeni
"büyükanne"ler (ve sayıca çok daha az olan)
"dede"lerin büyük kısmı suskun ve küskün,
geçip gitmişti bu dünyadan. "Torun"lar şimdi ikinci
kuşağa, Müslüman babalarla Ermeni anaların çocukları
olan kendi anne-babalarına, büyükanne-büyükbabalarına
dönüyordu ağızlarından laf alabilmek için.
döküldü ortalığa…
görmüş. Çok ağlarmış kadın sessiz sessiz.
'Hiç gülmedi, hiç kahkahasını
hatırlamıyorum,'diyor. (…) Anneanneme Ermenice hiçbir
şey öğretmemiş. Kadın da kim bilir nasıl sakladı. Ki o
dönemde iyice saklaması gerekmiş olabilir. Anneannemin babası
hâkim olduğu için Türk kimliğine sokmaları kolay olmuş
sanırım."[2]
Ermenileri katletmişler. Onlardan hiç kimseyi sağ bırakmamışlar.
Kocasını ve ailesini de öldürmüşler. Onu da benim
kayınpederim Xalil e Derweş kaçırmış. Böylece
ölümden kurtulmuş. Onu bizim köye, Şat'a
götürüp samanlığa saklamış. Tam altı ay samanlıkta
gizlenmiş. Kayınpederim, geceleri gizlice ona yiyecek
götürüyormuş. Ortalık yatıştıktan sonra onu samanlıktan
çıkarmış. Evine götürüp onunla evlenmiş.
Kayınpederim Xalil e Derweş'in Pire Hatun'la evlenmeden
önce dört eşi daha varmış…" size="2">[4]
Tekin'in Kara Kefen'inde (Belge Yayınları 2008), hem de
Ayşe Gül Altınay ile Fethiye Çetin'in birlikte
hazırladığı Torunlar (Metis Yayınları, 2009)'da derlenen
anlatılar, tek bir trajik öyküyü dillendiriyor bize: o
uğursuz "Tehcir" kararı çıkmadan önce yerlerinde,
yurtlarında, mamur, müreffeh bir yaşam sürdüren,
çevredeki Müslümanlarla bayram ziyaretlerine gidecek,
birbirine ebelik yapacak, düğünlerde omuz omuza halaya duracak,
beraber çalışacak kertede komşu, Ermeniler. "Ferman"
ile birlikte üzerlerine çöken karabasan… Uzak
köylerden yakınlara, kulaktan kulağa "Yola
çıkardıkları kafileleri yol boyunda katlediyorlarmış,"
fısıltıları… Toparlanıp götürülmeler… Yine
de geride birkaç parça eşya, para bırakıp; "ne olur ne
olmaz, belki döneriz" diye…
köyden ayrılmışlar. Geceleri gizlice gidip gelenler oluyormuş. Bir
sabah babaannesiyle, annesiyle birlikte uyandıklarını hatırlıyor. Evdeki
kap kacağı falan bahçede bir yere gömüp gidiş
hazırlıklarına başlamışlar. 'Osmanlı bizi sürecek,
İstanbul hükümeti bizi sürecek, geri gelirsek
eşyalarımızı tekrardan çıkarırız,' diyerek
gömmüşler. Orayı örterken bekçi gelmiş. Bekçi
anneannemin ve babaannesinin adını çağırmış. 'Siz ne
yapıyorsunuz, daha tarla mı yapıyorsunuz?' demiş. (…)
'Yapmayın, yapmayın, hepiniz gideceksiniz,' demiş. (…)
Sonra bekçi yanlarına gelmiş, ve anneannemin başını okşamış.
'Bu kızı bana ver ha, bu kıza yazık olmasın.' Anneannemin
annesi de demiş ki, 'Yok ben kızımdan ayrılamam.'
topluyorlar. Özellikle unutmadığını söylediği bir şey,
belinden aşağıya kadar uzun saçı olan genç halasının
saçlarından sürüklenmesi, kız çocukları arasında
sürüklenerek ilk önce onun ayrılması. Bazı genç
kızlar o sırada askerler tarafından ayrılıyor –anneannem
'güzelleri seçtiler' diye anlatıyordu-
diğerleri de hemen apar topar yola çıkartılıyorlar.
(…)
Şarkışla istasyonu, kendisi, annesi, babaannesi ve üç
küçük kardeşi. (…) Bir de kundakta erkek kardeşleri
var. (…)
kağnı arabası gibi bir şeyler bulup yola devam etmişler. Her durdukları
yerde askerlerin, köylülerin, tek tek çocukların,
kadınların arasına girip elbiseleri parçalamaları,
üzerlerinden altın veya benzeri şeyleri almaları, çeşitli
yiyecekleri ekmek karşılığında elbise alışverişleri, altın
istemeleri var. (…)
aklında kalan olay. 'Annem oldukça gençti, güzel
bir kadındı,' diyor. Sanırım yirmili yaşlarında annesi. Diyor,
'Malatya Akçadağ'da peşimize köylüler
düştü, kaçmaya çalışıyoruz. Babaannem bebeğin
kundağında birkaç tane altın saklamış. (…) O kovalamaca
sırasında arabayla kaçmaya çalıştık ama annemi
köylüler yakaladı. O sıra babaannem hızla yola devam etti ve
hiç bakmayalım diye gözlerimizi kapattı.' 'Bir an
döndüm baktım ki,' diyor, 'annemin üzerinde
tepinen insanlar filan.'" (Altınay-Çetin,
ss.171-173).
katledilmeler:
aniden askerler tarafından basılmış. Kadın-erkek, çoluk
çocuk herkesi köy meydanına toplamışlar. Herkesi ip gibi
sıraya dizmişler. Hepsi tek sıra hâlinde dümdüz sıraya
dizilmiş. Böyle ip çekilmiş gibi, bir çizgi
hâlinde sıralanmışlar. Ferman da annesiyle babasının
arasındaymış. Diğer kardeşleri de onların yanındaymış. Annesiyle
babası da bunların elinden tutuyormuş. Sonra hükümetin silahlı
askerleri bunların tam karşısına geçmişler. Sonra da bunlara
durmadan ateş etmişler. Kendilerine ateş edildiğinde, Ferman kendisini
annesinin arkasına atmış ve sonra da ölü numarası yapmış.
Herkesi öldürdükten sonra askerler çekip
gitmiş." (Tekin, ss.132-133)
çabaları.
köyündeki çobanlar dağda koyun güderlerken bir
mağaranın önünde yeni örülmüş bir taş duvar
görüyorlar. Ermeniler buraya hazine gömmüş diye taş
duvarı yıkıyorlar. Orada bir kadınla kucağında çocuğu, iki tane
de kız çocuğu çıkıyor. Anlatılanlara göre, katliamda
öldürülenler öldürülüyor, bunlar da
katliamdan kurtulmak için dağa kaçıyor. Kızlar başka bir
aileden. Bunlar dağa kaçarken koyunlarına bulgur, nohut gibi
yiyecekler dolduruyorlar. Gündüz derelerden su içiyor, ot
yiyorlar, gece de taş oyukların arasında saklanıyorlar. Çobanlar
bunları görünce, 'gidip köye haber verelim'
diyorlar. İşte köyün ileri gelen bir ailesine haber veriyorlar.
Onlar da 'Alın getirin' diyorlar. Çobanlar onları almak
için geri dönüyorlar. Kucağında bebeği olan kadın,
çobanların seslerini duyuyor. O sırada kucağındaki bebeği
ağlıyor. 'İnsanlar çocuğun sesini duyar, bizleri
görürler' diye, çocuğu o anda boğup
öldürüyor…" (Tekin, ss.36-37).
Müslüman komşular…
katliamlara karşı çıktı. Kendi Ermenilerini Hükümetin
eline teslim etmedi. Onları korudu, kolladı. Onların hükümete
gücü yetiyordu. Onlar Çok güçlü
aşiretlerdi. Hiçbiri Ermeni'sini hükümete teslim
etmedi." (Tekin, s. 141)
alıyorlar: "Ninem bir din adamı tarafından korunmak için
mi alındı yoksa güzelliğinden mi? Bazıları diyor korumak
için aldı. Ama bakıyorum güzel kızlar alınmış hep.
Güzel olmayanlar alındı mı alınmadı mı benim bir araştırmam yok,
ama bireysel kanaatimi söylüyorum mahallede
gördüklerimden. Ninem de güzel bir kadındı, acaba ondan mı
alındı? Yani madem bunları öldürecekler, bu da güzel bir
kızdır, alalım mı dendi?" (Altınay-Çetin, s. 44).
"Bir de katliam zamanında bizim Kürtler, Ermenilerin en
güzel kızlarını, en güzel kadınlarını kaçırdılar.
Onları getirip sakladılar. Katliam işi bitip ortalık yatıştıktan sonra
onları evlerine getirip onlarla evlendiler." (Tekin, s. 143)
kaçabilen kaçtıktan sonra iş geliyor geride kalanların
talanına:
daha yaygın bir şekilde oraya yerleşiyorlar. Ermenilerin evlerinin tamamı
boşalmış durumda, gelip işgal ediyorlar. (…) Bir tek babaannem ve
birkaç Ermeni sağ. Babaannem kendi mallarını koruyor.
Babaanneme, malvarlığından dolayı veya işte güzel bir Ermeni
kadınla beraber olmak için (…) evlenme teklif ediyor.
Birkaç defa elçi gönderiyor. Kadın kabul etmiyor.
'Benim bir oğlum var, bunu büyütmek için sağ
bırakıldım. Bir Müslümanla beraber olmam mümkün
değil,' diyor. Bunun üzerine babaannem dedemin adamları
tarafından kaçırılıyor. Zorla evlendiriliyorlar. Kadın hayır
demesine rağmen imam bunları evlendiriyor.(…)
başlıyor. Normalde kadın evlenince mal ve mülkleri kocaya verir ve
uysal bir kadın olur. Babaannem ise çok inatçıymış. Dedem
bakıyor ki kadın malları kendisine vermiyor, hepsini satıyor. (…)
Bütün mal varlıkları bitince mi, sıkılınca mı bilmem, bir
süre sonra dedem babaannemi babamla birlikte evden atıyor." (
Altınay-Çetin, ss.54-55).
bölümü, yeni ve Müslüman adlarla, suskun,
hüzünlü, çalışkan bir yaşama, her biri birer
Müslüman olan çocuklarına,torunlarına adıyorlar
kendilerini. ["Mesela diğer nineler, Kürt Müslüman
kadınlar yaşlandıktan sonra erkeğin otoritesini alıyor. Diyelim
gelinlere fırça atar, kızlara laf söyler, cigarasını
içer. Bizde ise tam tersi, mazlum bir kadın…"
(Altınay-Çetin, s. 41.)] Kimliklerini birbirlerinden bile gizleyerek.
["Abisinin karısının ailesi Amerika'da yaşıyormuş, onlar
da Ermeniymiş. Yirmi yıl boyunca birbirlerine hiç
söylememişler. Karşılıklı birbirlerini Türk biliyorlar. Yirmi
yıl boyunca insan bunu söylemeden nasıl gizler?"
(Altınay-Çetin, s. 26)]Çoğu zaman eski
Müslümanlara taş çıkartacak kadar mümin…
[" 'Müslüman nine' tipli kadınlar vardır ya,
öyleydi. Bayağı dindardı. Ama 100 yaşındayken bile cımbızla
bıyıklarını alırdı. Süsüne düşkün, oturmasını
kalkmasını bilen bir kadındı. Hiç bunamadı. Ölene kadar
bilinci o kadar açıktı ki Namazını kılardı, din hakkında
konuşurdu. Birgün 'Abdest aldırın bana,' dedi. Abdesti
aldırdı ve yatağında öldü." (Altınay-Çetin,
ss.47-48)…
incikli-boncuklu giysilerle konu komşu ziyaretlerine, kiliseye
çıkıldığı günler çok gerilerdedir artık. Kimi zaman
bir şifre gönderilir boşluğa, belki bir anlayan, anlam veren olur
diye… ["Hiç unutmam anam saç ekmeği
pişirirdi. Ekmeği pişirdikten sonra saco ocaktan alır, duvara dik olarak
dayardı. Sonra da ekmeği çevirdiği evirgeç ile, isli ve
küllü sacın ortasına artı işareti çizerdi. (…)
Anam her sac ekmeği pişirdiğinde mutlaka bu + işareti saca çizer,
ben de bunu görür, ama buna hiçbir anlam veremezdim. Bir
seferinde babam, anamın yaptığı bu + işareti gördü ve anama
çok kızdı…" (Tekin, ss.18-19.)
onlar konuştukça, "gayrıresmî tarih"imizin mahrem
köşe-bucakları, üstü örtülü
gerçekleri, sırları, bir bir saçılmaya başladı ortalığa.
Kabuk tuttu sanılan yaralar, bir kez daha kanamaya koyuldu.
tehcir edilenlerin, katledilenlerin, birbuçuk milyon, bir milyon,
altıyüzbin, üçyüz bin yani rakamlar değil, bize
değen öyküleri olan insanlar olduğunu görebiliyoruz.
Bazılarımızın "Ermeni dölü" olduğunu
keşfediyoruz. Bu hayırlı bir şey. Çünkü insanın insana
açtığı yarayı, yine insan sıcağı sağaltır. Sağaltabilmek
için ise hem bilmek, hem de empati kurabilmek gerek…
Kara Kefen, hem de Torunlar, çok yararlı bir işe
soyunmuş yapıtlar. O uğursuz 1915 yılında komşularımız, toprağımız
"Gökgözlüler"in bu topraklardan hoyratça
çekilip alınışına seyirci kalan, mallarını yağmalayan, altın
bulurum diye evlerini tarumar eden, kadınlarına el koyan,
çocuklarını katledenlerin torunlarına, kendi
gerçeklikleriyle, tarihleriyle yüzleşme olanağı
sunuyorlar.
kolektif suç duygusunun dönüştüğü,
yüreklerimizi kemiren o şövenizm virüsüne deva olabilir
mi, dersiniz?
Torunlar, İstanbul, Metis Yayınları, 2009, s. 23.
fermanı.
[4] Gülçiçek Günel Tekin, Kara
Kefen. Müslümanlaştırılan Ermeni Kadınların Dramı.
İstanbul, Belge Yayınları, 2008, s. 78.
7 Ocak 2010 Perşembe
Hasan Balıkçı Kütüphanesi' ni Yaptık
Parse error: syntax error, unexpected T_ECHO in
/home/ivmnet/public_html/sites/all/modules/rules/rules/modules/php.rules.inc(89)
: eval()'d code on line 2
Küresel Krizin Etkileri: EMO Üyelerinin İstihdamı Araştırması… Kriz Mühendisi Teğet Geçmedi
Parse error: syntax error, unexpected T_VARIABLE in
/home/ivmnet/public_html/sites/all/modules/rules/rules/modules/php.rules.inc(89)
: eval()'d code on line 2
6 Ocak 2010 Çarşamba
Filistin'e yardım konvoyu yola çıkıyor
'Filistin'e Yol Açık' adlı uluslararası yardım konvoyu
Mısırlı yetkililerle dün çıkan anlaşmazlıkların ardından
bugün Gazze'ye doğru yola çıktı. Ancak konvoyun sadece bir
kısmı Gazze'ye girebilecek.
src="http://media1.ntvmsnbc.com/j/NTVMSNBC/Components/ArtAndPhoto-Fronts/Sections-StoryLevel/Dünya/Ortadoğu/100106-
ihh yolda.hmedium.jpg" />
güçleri tarafından engellenmişti. NTV
KAHİRE - Dünden beri Gazze sınırında
tutulan ve Mısır tarafından bölgeye girişine izin verilemeyen
Filistin'e Yol Açık Konvoyu'nun bir kısmının yola
çıkmasına izin verildi.
İHH Yöneticisi Hüseyin Oruç NTV'ye yaptığı
açıklamada şunları kaydetti:
"Şu an son toplantıyı yapıyoruz. Az sonra Refah sınır
kapısına doğru kamyonlar yola çıktı. Ancak Mısır,
araçlarımızın hepsini alamayacağını söyledi. Bir
kısmının diğer sınır kapılarından, yani İsrail'in kontrolünden
geçerek Gazze'ye girebileceğini söylediler.
Biz de bunu kabul etmedik. Şimdi müsaade edilen
ölçüde kayonlarımız Gazze'ye girecek. Diğer kamyonlar ise
ya Türkiye'ye geri dönecek ya da Lübnan'daki Filistin
mülteci kamplarına gidecek."
Mısır'ın izin verdiği 139 araç içindeki yolcu ve yardım
malzemeleri ile Gazze'ye girebilecek. Verilen izin Gazze'de sadece 48 saat
kalınmasına yetiyor.
Gazze'ye temel ihtiyaç maddeleri taşıyan ve aralarında İHH
İnsani Yardım Vakfı'nın da bulunduğu 17 ülkeden 150
araçlık konvoyun, Mısır'dan Gazze'ye girişine izin verilmemiş,
polisle çıkan çatışmalarda 40'a yakın kişi
yarlanmıştı.
Mısırlı yetkililerin konvoyda bulunan 57 araca Gazze'ye giriş izni
vermemesi üzerine yardım görevlileri protesto göstesi yaptı.
Konvoydakiler, El Ariş Limanı'nın kapısını kırarken, Mısır polisinin
tepkisi sert oldu ve taşlar havada uçuştu. Polis, yardım
konvoyundakilere coplarla müdahale ederken, olaylar sırasında
çok sayıda kişi yaralandı.
15 Aralık'ta Türkiye'den yola çıkan yardım konvoyu,
Mısır'ın Akabe Limanı üzerinden Gazze'ye ulaşmak istemişti.
Mısır'ın, bu limanın kullanılmasına izin vermemesi üzerine, konvoy
Suriye'ye geri dönerek Lazkiye Limanı üzerinden Mısır'ın El
Ariş Limanı'na ulaşmaya çalışmıştı.
Kaynak: ntvmsnbc.com.tr
Array
Basın Açıklamasına Çağrı: TMMOB'yi Savunalım
İstanbul Büro : Abide-i Hürriyet Cad. Yasemin Apt. No: 283/15 Şişli, İSTANBUL / 0212 219 84 67
Ankara Büro : Kocatepe Mah. İnkılap Sok. Devrim Apt. No: 24/14 Kızılay, ANKARA / 0312 417 87 01
www.ivmedergisi.com ivmedergisi@gmail.com
05 Ocak 2010
Siyasal İktidar Saldırıyor
TMMOB’Yİ SAVUNALIM
28 Eylül 2009 tarihinde Cumhurbaşkanlığı’na bağlı Devlet Denetleme Kurulu (DDK) tarafından, içerisinde TMMOB’nin de bulunduğu Kamu Kurumu Niteliğindeki Meslek Kuruluşları ile ilgili bir rapor yayınlanmıştır.
Ekleriyle birlikte 1861 sayfalık bu rapor, meslek örgütlerinin ülke ve dünya gündemi ile ilgili politika üretmelerinin ve anayasal yetkilerinin tehlike olarak görüldüğünü ortaya koymaktadır.
Siyasal iktidar, bu raporla Mesleki Demokratik Kitle Örgütlerimizi tasfiye etmeyi amaçlamakta; sistemin ihtiyaçları ve tekellerin çıkarları doğrultusunda odaları dönüştürmeyi hedeflemektedir.
Siyasal iktidarın TMMOB'ye ve mesleki demokratik kitle örgütlerine yönelik bu saldırısına karşı devrimci demokrat mühendis, mimarlar olarak düzenleyeceğimiz basın açıklamasına tüm halkımız davetlidir.
Yer: Taksim Tramvay Durağı / İstanbul
Tarih: 09 Ocak 2010 Cumartesi
Saat: 13.00
Mühendislik, Mimarlık ve Planlamada Artı İVME