11 Mayıs 2010 Salı

AB Su Çerçeve Direktifi

AB Su Çerçeve
Direktifi

AVRUPA BİRLİĞİ SU ÇERÇEVE DİREKTİFİ

Avrupa Birliği'nin(AB) su konusuna yaklaşımını en somut ortaya
koyan belge, AB Su Çerçeve Direktifi'dir(SÇD).
Direktif, Avrupa Birliği'nin su ve su kaynakları yönetiminin
çerçevesini çizerek resmi su politikasının temelini
oluşturmaktadır.
AB Parlamentosu'nda Ekim 2000'de kabul edilen SÇD ile
Avrupa ülkeleri ortak su politikası şu kabul ve kararlarla
şekillenmiştir:
•    Su sınırlı ve kıt bir kaynaktır. Bu
çerçevede ekonomik bir kaynak/meta olarak kabul edilmelidir.
 
•    Suyla ilgili çevresel sorunlar, ancak suyun
bir meta olması ve etkin/verimli bir biçimde kullanılmasıyla
çözülebilir. Su bu çerçevede
ücretlendirilmeli ve "kullanan, kirleten öder" prensibi
uygulanmalıdır.  
•    Kararlar ve yönetim olabildiğince alt
yönetim birimlerine düşürülmelidir.
•    Havza bazında yönetim olmalıdır.
•    Entegre (bütünleşik) su yönetimi
benimsenmelidir.
•    Kullanıcıların yönetime katılmaları
önemlidir ve esas alınmalıdır, yetki paylaşımı kabul edilmelidir.

Toplamda bakıldığında bu direktif, hem suyu "ekonomik bir
kaynak/meta" olarak görerek bir tanım değişikliği yapmakta,
hem de su kaynakları yönetiminde yeni kurumlar,  yeni ilişkiler
tarif etmektedir. Entegre Su Yönetimi, Havza Bazında Yönetim bu
yeni anlayışın yaşama geçirilmesi için çizilmiş
stratejilerdir.
Havza bazında yönetim, su havzalarının yönetimi demektir.
Havzaları yönetenler elbette su kaynaklarının yönetimini de ele
geçirmiş olacaklardır. AB'nin Türkiye'nin toplam su
kaynağının %28,5'ini oluşturan Fırat ve Dicle nehirlerinin suları
için "uluslararası su yönetimi" kurmak istemesini de
bu bilgilerle değerlendirmek anlamlı olacaktır.
AB Su Çerçeve Direktifi'nin oluşturulmasının
ardından, ülkemizde su ile ilgili yapılan –ve krediler ve
fonlarla desteklenen- tüm araştırmalar Direktif'in belirlediği
ilkeleri temel almıştır. Bu araştırmalar arasında Çevre ve Orman
Bakanlığı için hazırlanan Yüksek Maliyetli Çevresel
Planlama Projesi (ENVEST Araştırması), Su Çerçeve
Direktifinin Türkiye'de Uygulanması İçin Katılım
Öncesi Program Projesi (MATRA Araştırması) ve Çevre ve Orman
Bakanlığı için Ocak 2005'te hazırlanan Türk Su
Sektörünün AB Su Direktiflerine Uyum İçin Yeniden
Yapılandırılması isimli araştırmalar sayılabilir.
AB tarafından desteklenen ENVEST Araştırması, "AB'nin entegre
kirlilik yönetimine ilişkin su kalitesi, atıksu dahil atık
yönetimi, hava kalitesi şartlarının uygulanması için gerekli
altyapının belirlenmesi ve altyapı yatırımlarının
önceliklendirilmesi konulu bir çalışmadır"(1). 2003-2005
yılları arasında yapılan bu araştırma Danimarka merkezli bir
danışmanlık şirketi öncülüğünde yerli ve yabancı
sekiz kuruluştan oluşan uluslararası bir konsorsiyum tarafından
yürütülmüştür. Amacı çevre ile ilgili
mevzuatın uyumlaştırılması ve bu çerçevede Çevre ve
Orman Bakanlığı'nın yapması gerekenleri yaşama
geçirmesinde bakanlığa yardımcı olunması olarak tariflenmiştir.

Projede AB standartlarına ulaşılmasını sağlayacak altı yatırım
paketi vardır. Bunlar Tokat Evsel Atıksu Yönetimi Projesi, Dilovası
Evsel ve Endüstriyel Atıksu Arıtma Projesi, Çanakkale Katı
Atık Yönetim Sistemi, Katı Atık Düzenleme ve Depolama Tesisi
Projesi, Karabük Hava Kirliliği Yönetimi Projesi, Kuşadası Katı
Atık Yönetimi Projesi, Nevşehir Atıksu Arıtma Projesi'dir.
/>
Projenin sonunda hazırlanan raporda, Türkiye'de su
yönetiminin nasıl olduğunun bilgisi verilerek, nasıl olabileceği
tartışılmıştır. Su ve atıksu hizmetleri sunan çok ve
çeşitli kurum ve kuruluşlar olduğu, dolayısıyla yetki ve
sorumluluk paylaşımında çakışmalar yaşandığı; yerel
yönetimlerin yasal altyapısının kuvvetli olduğu, dolayısıyla
"fırsatlara açık" bulunduğu saptanmış;
çalışmalarda AB mevzuatına uyumun istenilen düzeyde
olmadığı belirtilerek sorunları gidermek adına "su hizmetlerinde
özel sektörden daha fazla faydalanılması"
önerilmiştir. Envest Araştırması, Türkiye'de AB'nin
çevre müktesebatına uyum için yapılması gereken
tüm yatırım ve projelerin 65-70 milyar Euro tutarında olacağını
belirtmiştir.
Adını "sosyal dönüşüm" anlamına gelen
Felemenkçe sözcüğün kısaltmasından alan MATRA
Araştırması ise ülkesinde suyun özelleştirilmesini yasaklayan
Hollanda'nın yürüttüğü bir programdır. 1999
yılında Türkiye'nin AB'ye aday üyeliğinin
kesinleşmesinin ardından, Hollanda hükümeti Türkiye'yi
de programa dahil etmiştir ve bu kapsamda ülkemizde eğitim, adalet,
içişleri, sağlık ve sosyal politika ve kamu yönetimi
alanlarına proje desteği vermektedir. Programın amacı kamu
sektöründe AB müktesebatına uyumlaştırma amaçlı
danışmanlık hizeti sunmak olarak tariflenmiştir.   
MATRA kapsamında Türkiye'de Ocak 2002-Kasım 2003 tarihleri
arasında "Topluluk Su Çerçeve Direktifi'nin
Türkiye'de Uygulanma Projesi"
yürütülmüştür. Bu projenin öncesinde,
Türkiye'deki su mevzuatı ile AB şartlarını karşılaştıran
bir analiz yapılmış; bu analiz Türkiye'de bu alanda tam bir
yasal boşluk olduğu sonucuna varmıştır. Proje bitiminde ise
Türkiye'de Su Yönetimi Alanında Kurumsal ve Yasal
Güçlendirme başlıklı bir rapor kaleme alınmıştır. 
 

Raporda Türkiye'de su yönetimi yapısındaki sorunlar,
koordinasyon eksikliği, yasal eksiklikler, uygulama alanında
işbölümünde eksiklikler, finansal eksiklikler, kurumsal
kapasitede eksiklikler, bölgesel planlamada eksiklikler olarak
saptanmıştır. Bu eksiklikler dört ana soruna bağlanmaktadır.
Bunların ilki, Envest Araştırması'nın da değindiği bir nokta
olan, farklı kurumların rollerindeki çatışmadır. İkincisi
dengeli kaynak ve vergi toplanabilmesiyle ilgili sorunlar,
üçüncüsü merkezi yapı kaynaklı sorunlar,
dördüncüsü ise izleme ve ölçüm
sorumluluğu alanında sıkıntılardır.

Bu sorunlara çözüm olarak bir bilgi tabanı oluşturulması,
idari kapasitenin güçlendirilmesi, su hizmetinin finansmanının
tüketiciden karşılanması ve yerelleşme önerilmiştir.
Önerilerin yaşama geçirilmesi kapsamında öncelikle, AB
Genel Sekreterliği başkanlığında, Çevre ve Orman Bakanlığı,
Devlet Su İşleri gibi kurumların katılımıyla, amacı Su
Çerçeve Direktifi'nin Türkiye'nin su ve
çevre mevzuatına ve idari yapısına uygulanması konusunda
çalışmak olan bir Ulusal Platform kurulması istenmiştir. Bu
Platform'dan hem idari hem de hidrolojik açıları göz
önünde bulundurarak, Türkiye'de nehir havzası sınır
bölümlenmesini yapması beklenmektedir. Platform'un
görevi hem su yönetimi konusunda SÇD
çerçevesinde yapılması gerekenleri tartışmak, hem de bir
ulusal entegre (bütünleşik) su yönetim planı hazırlama
amacıyla çalışmaktır. Bu entegre ana planın yanında Çevre
ve Orman Bakanlığı'nca hazırlanacak bir Ulusal Su Kalite Planı ve
DSİ Genel Müdürlüğü'nce hazırlanacak bir Ulusal
Su Miktar Planı da istenmektedir.  

Raporun temel yaklaşımlarından biri olan yerelleşme uyarınca konunun
bölgesel düzeyde de ele alınması gerekliliğinden hareketle,
ulusal planların yanı sıra Nehir Havza Yönetim Planları
oluşturulması da önerilmiştir.

Proje sonrasında hazırlanan el kitabında Türkiye altı nehir havza
bölgesine bölünmüş, bu gruplandırma Ekim 2003'de
Ulusal Platform tarafından kabul edilmiştir. Bu havza bölgeleri,
/>
1.    Marmara denizine dökülen havzalar: Marmara ve
Susurluk
2.    Karadeniz'e dökülen havzalar: Batı
Karadeniz, Kızılırmak, Yeşilırmak, Doğu Karadeniz
3.    Akdeniz'e dökülen havzalar: Ceyhan,
Seyhan, Doğu Akdeniz, Batı Akdeniz, Antalya
4.    Uluslararası havzalar
a.    Suriye, Irak, İran, Gürcistan ve
Ermenistan'a dökülen havzalar: Asi, Fırat, Dicle, Aras,
Çoruh
b.    Yunanistan'a dökülen havzalar:
Meriç-Ergene
5.    Ege Denizi'ne dökülen havzalar:
Büyük Menderes, Küçük Menderes, Gediz, Kuzey
Ege
6.    Kapalı havzalar; Burdur, Göller, Konya Kapalı ve
Van Kapalı havzaları

olarak tespit edilmiştir. MATRA Projesi, DSİ'nin benimsediği bir
projedir.

2004 yılında, AB mevzuatına uyum çalışmaları kapsamında,
Türkiye su mevzuatının yeniden gözden geçirilmesi, su ile
ilgili kuruluşların görev ve yetkilerinin yeniden tanımlanması ve
yeni çıkartılacak yasaların AB müktesebatına uygun olarak
hazırlanması amacıyla iki çalışma grubu oluşturulmuştur. Bu
grupların koordinatörlüğünü DPT ve AB Genel
Sekreterliği üstlenmiştir. Bu iki çalışma grubu tarafından
2005 yılında kaleme alınan iki raporda MATRA Projesi'ndeki
yaklaşımların savunulduğu açıkça görülmektedir.
Bu raporlar da su alanında çalışan kurumlar arasında
çakışmalar olduğunu belirterek görev, yetki ve sorumlulukları
ayrıştırılmış ve AB müktesebatına, SÇD'ye, AB
yapılarına uygun yeni bir kurumsal yapı oluşturulması gerektiğini
söylemiştir.    

Birinci Çalışma Grubu'nun su alanında faaliyet gösteren
kurum ve kuruluşların görev ve sorumluluklarıyla ilgili
hazırladığı raporda, her şeyden önce, suyun ekonomik değeri olan
sınırlı bir doğal kaynak olduğu kabul edilmiştir. Suyun kullanıcıya
gerçek değerinden verilmesi (Bu şu anlama gelmektedir: Kapitalist
sistemde bir mal gerçek değerine ancak piyasa içinde ulaşır,
oysa suyun kamusal bir mal olarak görülmesi gerçek değerini
bulmasını engellemektedir. Su metalaşmalıdır demenin bir kılıfıdır
bu ifade) ve tasarrufu da sağlayacak şekilde ücretli su kullanımı
uygulamasına geçilmesi, ayrıca su yönetiminin entegre bir
yaklaşımla yapılandırılması hedef olarak belirlenmiştir. Bu hedeflere
ulaşabilmek için, ilgili kuruluşların yetki ve sorumluluklarını
net olarak saptayacak yeni bir su yasasının hazırlanması, ulusal su
kaynakları politikası oluşturulması, bütünleşik havza
yönetimi uygulanması, su yönetimlerinin bölge düzeyinde
kullanıcılar, özel sektör, belediyeler ve kamu temsilcilerinden
oluşturulması ve finansman sağlamak için özel sektörden
faydalanılması önerilmiştir. Bu önerilerin yaşama
geçirilmesi için de il düzeyinde su
müdürlükleri, bölge düzeyinde havza
yönetimleri, ulusal düzeyde ise bakanlıkların temsilcilerinden
oluşan bir ulusal su komisyonu kurulması
kararlaştırılmıştır.      

Mevzuatı inceleyen İkinci Çalışma Grubu'nun raporu ise
kavramsal bir yenilenme ihtiyacına dikkat çekmiştir. Yeni su
kanununda yeni bir anlayışın ortaya konması için farklı bir dile,
farklı kavramlara – ki bunlar AB Su Çerçeve
Direktifi'nin temel kavramları olacaktır -  gerek olduğu
belirtilmiştir. Önerilen kavramlar ise şunlardır: "Genel
İlkeler", "Sürdürülebilirlik",
"Entegre Su Yönetimi", "Su Havzaları
Yaklaşımı", "Ekolojik Kalite",
"Ölçüm, İzleme, Veri Tabanı Oluşturulması",
"Su Tahsisi", "Risk Yönetimi",
"Paydaşların Katılımı", "Fiyatlandırma, Ekonomik
Analiz ve Cezalar", "Tehlikeli Maddeler", "Sınır
aşan Sular" ve "AB ve Diğer Uluslararası Uyum".

İkinci Çalışma Grubu hazırladığı raporda, su havzalarını esas
alan, hem bölgesel hem yerel düzeyde örgütlenmiş,
tercihen Başbakanlığa bağlı bir su üst yönetimi
oluşturulmasını salık vermektedir. Rapora göre, su
sektöründeki finansman sıkıntısı yasalar oluşturulurken
dikkate alınmalı; finansman sağlamada merkeze bağlı olmayan, yerel
kaynakları harekete geçirecek stratejiler geliştirilmelidir. Ayrıca
yasada suyun bir meta olduğuna, kullanan ve kirleten öder ilkesine yer
verilmesi talep edilmiştir.     

Sonuç olarak her iki çalışma grubunun da raporları, AB Su
Çerçeve Direktifi'ne uyum için gereken su
politikalarının yaşama geçmesi için bir siyasi kararlılık
ifadesi olarak görülmelidir.

Öte yandan, İngiliz Çevre Bakanlığı tarafından Çevre
ve Orman Bakanlığı için hazırlanmış, "Türk Su
Sektörünün AB Su Direktiflerine Uyumu İçin Yeniden
Yapılandırılması" başlıklı bir başka rapor daha mevcuttur. AB
direktiflerine uyum sağlanmaması, çevre kirliliğine, tüketici
beklentilerinin karşılanmamasına ve -eğer bunlarla ikna olmadıysanız!-
AB Komisyonu'nun vereceği para cezalarına yol açar gibi
tehditvari bir uyarıyla başlayan rapor, yukarıdaki raporların temel
yaklaşımını paylaşmaktadır. Uyumlaşma kapsamında, ilgili yasaların
SÇD ile uyumlaştırılması, nehir havzası planlarının
oluşturulması ve bu işi yapacak yetkili kurumun belirlenmesi, havzalardaki
yer üstü ve yer altı sularının analizi, kirleten öder
ilkesini içerecek şekilde uygun fiyat tarifelerinin belirlenmesi gibi
gerekliliklere değinen rapor, Türkiye'de yapılacak
çalışmaların İngiltere ve Galler'in yaşadığı uyum
sürecinde önemleri saptanmış sekiz kritere göre
yapılmasını önermektedir. Bu kriterler, "Ulusal hedefler ve
temin araçlarında netlik", "Siyasal baskılardan
tecrit", "Yüksek şeffaflık düzeyi ve
öngörülebilirlik", "Ekonomik düzenleme ile
çevresel izleme ve uygulama denetiminin net olarak ayrılması",
"Müşterinin hizmet bedelini tam olarak ödemesi",
"Hizmetlerin büyük ölçekli ve profesyonel
işletmeler tarafından temini", "Verimlilik için
teşvikler" ve "Güçlü ve kararlı
liderlik" olarak belirtilmektedir.

Bu kriterlerden "müşterinin hizmet bedelini tam olarak
ödemesi" suyun insanların tükettiği herhangi bir metadan
farksızlaştırılmasına, "hizmetlerin büyük
ölçekli ve profesyonel işletmeler tarafından temini" su
hizmetlerinin büyük özel şirketler (tekeller) tarafından
sağlanmasına ("verimlilik için teşvikler" kriteriyle bu
şirketlerin teşvik edilmesine), "siyasal baskılardan tecrit"
ise devletin konumunun sınırlandırılmasına işaret etmektedir.  
/>

Rapor Türkiye'nin su dağıtım sisteminde, arıtma sistemlerinde,
su hizmet kalitesinde vs. aksaklıklar saptadıktan sonra, bunların nedenini
bu konuda bir strateji belirlememiş ve bir sorumlu kurum saptamamış
olmasına, yerel yönetimlerin sunduğu hizmetlerin siyasetin etkisine
fazlaca bağlı olduğuna, su alanında kapsamlı ve boyutlu bir veri tabanı
olmamasına, dolayısıyla bu alanda güvenilir performans
değerlendirmeleri yapılamamasına (ki bu değerlendirmeler
yapılamadığında özel sektör bu alana girmenin kendisi
için kârlı olup olmadığını bilememektedir)
bağlamaktadır.      

Rapora göre Türkiye'de su tarifeleri "iktisadi
rasyonellikten" uzak belirlenmiştir, suyun bedava bir hak olarak
görüldüğü bölgeler vardır örneğin, vergi
gelirlerinden beslenen geleneksel belediye anlayışından ticari
yönetim modeline geçilememiştir henüz, işte bu yapı
nedeniyle de müşteriler (yani halk) su hizmet bedelini tam olarak
ödememektedir. Bütün bunlar acilen giderilmesi gereken
sorunlardır.

Raporda, su alanında faaliyet gösterecek işletmelerin çevresel
standartlarını belirleyecek ve denetleyecek bir Çevre Ajansı
kurulması önerilmektedir. Bu ajans, DSİ'nin su kaynakları
yönetimi (tahsis ve planlama) ve izlenmesi alanındaki görevlerini,
Sağlık Bakanlığı'nın içme suyu kalitesini izleme ve
uygulatma ile ilgili görevlerini üstlenmelidir. Ajansın,
yüzey ve yer altı sularının kullanımının uygunluğunu
değerlendirmek, çevre durumu ile ilgili rapor hazırlamak, yüzey
ve yer altı sularının çıkarılması ve atıksu yollarının
boşaltılmasına dair ruhsatlandırma yapmak ve ruhsat kapsamında
yaptırımlar uygulamak belli başlı görevleri arasında olacaktır.

Ayrıca bir Ekonomik Düzenleyici Kurul oluşturulması
önerilmektedir. Çevre Ajansının önerileri doğrultusunda
çalışacak bu kurulun su sektöründe faaliyet gösteren
işletmelerin hizmet düzeyi ve tarife aralıklarını bir ulusal
stratejiye uygun  olarak belirlemesi tariflenmektedir.

Sektörün finansmanını kamu kaynaklarının
sınırlandırılmasına dayandıran raporda işletmelerde çalışacak
personelin sözleşmeli olması istenirken, idari ve mevzuat
açısından yapılanmanın SÇD'ye uygulanması
için de Hükümetin suyun nasıl kullanacağı ve
önceliklerine ilişkin bir strateji belgesi yayınlamasını
öngörmüştür. Bu strateji belgesi
çerçevesinde "Çevre Ajansı" yetkili kurum
olarak her nehir havzası için SÇD'yi uygulayacaktır.
Hazırlanan nehir havzaları yönetim planlarını, su politikalarını
uygulanması için Çevre ve Orman Bakanlığına sunulacaktır.
Diğer Bakanlıklarla mutabakatı Çevre ve Orman Bakanlığı
sağlayacaktır. Mutabık kalınan planlarda "Çevre
Ajansı" kalite standartlarını belirleyecek ve özel işletmeler
devreye sokulacaktır.

Raporda önerilen yeni yapılanmada, DSİ' nin sadece barajlar ve
(belediyelerin talebi üzerine) büyük ölçekli
sulama projelerinde görevli olması, sahip olduğu yetkilerin
önemli bir kısmının ise "Çevre Ajansı"na
devredilmesi önerilmektedir. Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığının
su politikası üzerindeki inisiyatifi de Çevre ve Orman
Bakanlığına devredilmiştir.

İki yeni unsur olan "Çevre Ajansı" ve "Ekonomik
Düzenleyici Kurum", Çevre ve Orman Bakanlığı ile
ilişkilendirilirken, İller Bankası sadece finansman ile ilgili bir aracı
kurum konumuna dönüştürülmektedir. Bu yapılanmada,
devre dışı bırakılan Dışişleri, Bayındırlılık ve Sağlık
Bakanlıkları ile DPT' nin sektöre ilişkin kararlara ancak
Bakanlıklardan oluşan Hükümet Komitesi düzeyinde
katılabilecekleri öngörülmektedir.    
 

Sonuç

1970'li yıllardan itibaren çevre ve su kaynakları
yönetimi emperyalizmin en önemli gündemlerinden biri
olmuştur. Bu konuda emperyalist tekellerin çıkarları için
uluslararası toplantılar, forumlar yapılmış ve anlaşmalar
imzalanmıştır.

AB, 2000'li yıllardan itibaren Ülkemizde Su Yönetimi
Mevzuatını da belirleyen bir birlik olmuştur. Bu anlamda AB' nin su
politikalarının gelişimi, su kaynakları yönetimindeki değişen
politikaları bütünüyle yansıtmaktadır.

AB'ye uyum sürecinde yeniden yapılanmayla ilgili olarak kamunun
hüküm ve tasarrufu altında olan su kaynakları ve su hizmetlerinin
yönetiminde yeni kurumların, şirketlerin devreye girmesi
önerilerek; kamunun bu alanlardan çekilmesi ile de
özelleştirilmeye gidilmesi  amaçlanmaktadır.  

Su yönetimindeki dönüşümün AB'ye uyumun
kaçınılmaz bir zorunluluğu olduğu vurgulanan raporlarda,
Türkiye'de SÇD'i doğrultusunda  istenen ve
önerilen değişimler genel hatlarıyla;
-Devletin hizmet sağlayıcı konumundan kurtulması ve düzenleyici,
denetleyici konumunun da serbest piyasa kurallarına göre şekillenmesi,

-Müşterinin koşullar ne olursa olsun hizmetin bedelini tam olarak
ödemesi,
-Sektörde özelleştirilmeye gidilmesi ve özelleştirme
aracılığı ile yatırım maliyetlerinin zamana yayılarak tüketiciye
ödettirilmesi, olarak sıralanabilir.

AB müktesebatına uyum amaçlı su yönetimi ve hizmetleri ile
ilgili hazırlanan tüm raporlarda göze çarpan bir diğer
madde ise; su yönetimi ve hizmetlerini  ya müsteşarlık
düzeyinde ya da Bakanlık düzeyinde kurumsallaştırma
önerisidir. Bu önerinin uygulanması durumunda ise 2B'de
yapıldığı gibi kuruluş kanunu ile suyun özelleştirilmesine
yönelik maddeler Anayasa engeline takılmadan buradan
geçirilecektir. Bunu da önümüzdeki günlerde
göreceğiz.

Türkiye'nin AB üyelik sürecinde yapılan tüm 
tartışmalar, yapılmak istenen dönüşümler, AB politika,
ilke ve uygulamalarına atıfta bulunarak yapılmaktadır. AB'nin su
politikalarında hedeflediği ticarileştirme ve özelleştirmelerin
hayata geçirilmesi için, su kaynakları yönetimi ve
bununla ilgili olarak kamu hizmetlerindeki dönüşüm de
tekellerin çıkarları doğrultusunda gerçekleştirilmiş ve
gerçekleştirilmektedir. Bu emperyalist-kapitalist sistemin ideolojik
sınıfsal bir saldırısıdır.

Bu saldırı karşısında Türkiye'de hangi ad altında olursa
olsun, ister kamu, ister özel, kim tarafından yapılırsa yapılsın
suyun bir meta olarak ticarileştirilmesine, su hizmetlerinin
ticarileştirilmesine/özelleştirilmesine karşı sınıfsal temelde
ideolojik olarak karşı çıkmak ve mücadele etmek bizlerin
vazgeçilemez, ertelenemez görevleri olmak zorundadır.

DİPNOT

(1)    Su Yönetiminde Neoliberal "Reform"
Girişimleri, Taylan Taşkın

KAYNAKÇA

Bu yazı büyük ölçüde  Çınar, Tayfun;
Özdinç, Hülya K., Su Yönetimi-Küresel Politika ve
Uygulamalara Eleştiri, Memleket Yayınları, Ankara, 2006 eserinden
faydalanılarak oluşturulmuştur.

 

 

Sayı 7 Su Sayfa 26-32

İvme Dergisi yazısıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder