29 Haziran 2012 Cuma

İş Cinayetlerinde Bir Mühendis Daha Yaşamını Yitirdi

İş Cinayetlerinde Bir
Mühendis Daha Yaşamını Yitirdi

Çevre mühendisi
Onur Ercan Özakıncı, İzmir'in Torbalı ilçesine bağlı
Pamukyazı'da bulunan havlu fabrikasında emisyon ölçümünü
yaptığı esnada yüksek gerilim hattının yol açtığı elektrik
çarpılması sonucu yaşamını
yitirdi.
 
Cumhuriyet Üniversitesi Çevre
Mühendisliği bölümünden henüz 2011 yılında mezun olan Onur Ercan
Özakıncı, bugün (27.06.2012) saat 11.00'da gerçekleşen kazanın
olduğu yerde yaşamını yitirdi. 
 
İş
yaşamının güvencesizleştirilmesi sonucu artan iş
kazalarından/cinayetlerinden mühendisler de gün geçtikçe daha fazla
etkileniyor. Konuyla ilgili olarak başsağlığı mesajı veren Çevre
Mühendisleri Odası olayla ilgili ayrıntılı inceleme başlattığını
duyurdu.
 
Kaynak:
politeknik.org.tr

Rant için geri sayım

Rant için geri
sayım

Taksim Meydanı'nın rant ve yağmaya açılması için
240 günlük geri sayım başladı. “Taksim'i yayalaştırma”
adı altında işgal etme projesinde ihale süreci başladı. 240 günde
bitecek çalışmalar için ön teklifler alındı.

border="0" height="255"
src="http://www.kizilbayrak.net/uploads/pics/taksim.Jpeg" width="340"
/>

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Taksim’i
yayalaştırma projesiyle ilgili ön yeterlilik ihalesinin dün
tamamlandığını açıkladı. Bu aşamada verilen teklifler
değerlendirilecek, 40 gün sonra asıl ihale yapılacak.

class="news">Taksim Dayanışması’ adı altında bir araya gelen çok
sayıda meslek odası, mahalle derneği, sendika, ve demokratik kitle
örgütü, ihale ve projeyi protesto ediyor.

TMMOB
Mimarlar Odası, Şehir Plancıları Odası ve Peyzaj Mimarları Odası,
projenin yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle dava açtı. Ancak
devam eden yasal sürece rağmen Taksim Meydanı Düzenleme İnşaatı
altyapı ve tünel yollarının yapımı için ihale süreci
başlatıldı.

Kaynak:
kizilbayrak.net

Kentsel yıkım kolluk gücüyle uygulanacak

Kentsel yıkım kolluk
gücüyle uygulanacak

Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan
Bayraktar, ev sahiplerinin binalarını yıktırmak istememeleri durumunda
devreye gireceklerini belirterek, "Kolluk kuvvetleri ile boşaltıp,
binayı yıkacağız. Sonra istediklerini yapabilirler" dedi.

Bir
televizyon programına katılan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan
Bayraktar, kentsel dönüşümün kolluk kuvveti eliyle yürüteceklerini
söyledi.

Yapılan inceleme sonucunda riskli olduğu tespit edilen ve
yıkılması gereken binalarda oturanlara, gelir durumuna göre kira
yardımı yapılacağını ve konut verilebileceğini belirten Bayraktar, ev
sahiplerinin binalarını yıktırmak istememeleri durumunda ise devreye
gireceklerini belirterek şunları ifade etti:

"Kolluk kuvvetleri
ile boşaltıp, binayı yıkacağız. Sonra istediklerini yapabilirler. SPK
uzmanlarına değerleme yaptırıp, 2/3 hak sahibine diğer hisseleri alın
diyeceğiz. Almazlarsa da belediye veya hazineye devredip, tasarruf hakkı
arsa sahibine ait diyeceğiz. Kentsel dönüşüm için 20 senelik
projeksiyonumuz var. Mal emniyeti anayasa güvenliği altındadır. Ancak can
güvenliği daha önemlidir. Bu yasa ile hem şehirlerimizi düzeltmek hem de
inşaat teknolojisini düzeltmek istiyoruz. Aktörlerden bu işe talip
olmalarını istiyoruz.”

Kaynak: ETHA

7.si Düzenlenen Geleneksel Mücadele ve Dayanışma Pikniği Umut Tazeledi...

7.si Düzenlenen Geleneksel
Mücadele ve Dayanışma Pikniği Umut Tazeledi...

 

24
Haziran 2012 Pazar günü Devrimci Mücadelede Mühendis Mimarların 7.si
düzenlenen Geleneksel Mücadele ve Dayanışma pikniği yapıldı. EMEK
SÖMÜRÜSÜNE GÜVENCESİZ ÇALIŞTIRILMAYA KARŞI MÜCADELEYE
ÖRGÜTLENMEYE DEVRİMCİ MÜCADELEDE MİMAR MÜHENDİSLER imzalı pankart
gelenleri karşıladı.

img_5644.jpg src="http://www.ivmedergisi.com/files/resim/img_5644.jpg" style="width:
700px; height: 467px; " />

Piknik alanına sabah 09.00’dan
itibaren gelinmeye başlandı. Birlikte kahvaltı yapıldı. Öğlene kadar
gelenlerle tanışılıp sohbetler edildi birlikte oyunlar
oynandı.

Öğleden sonra hep birlikte mangallar yakılıp, yemekler
hazırlandı. Sohbetler eşliğinde yenilen yemeğin ardından Devrimci
Mücadelede Mühendis Mimarlar adına bir konuşma yapıldı.

alt="img_5634.jpg" src="http://www.ivmedergisi.com/files/resim/img_5634.jpg"
style="width: 700px; height: 467px; " />

Konuşmada devrimci kesimlere
ve halka yapılan baskı ve saldırılardan bahsedildi. Emperyalizm ve
işbirlikçi AKP’nin halkın her kesimine hayatın her alanında
saldırdıklarını, korku ve sindirme politikalarıyla yıldırmak
istediklerine değinildi. Kentsel dönüşüm adı altında halkın evlerinin
yıkılmak istenildiğini mühendislerin bu yıkımlarda yerlerinin halkın
yanında olması gerektiğine vurgu yapıldı.

DMMM tarafından devam
ettirilen ‘Emek Sömürüsüne ve Güvencesiz Çalışmaya Karşı
Örgütlenmeye Mücadeleye’ başlıklı kampanya çerçevesinde
yapılan etkinliklerden bahsedildikten sonra tutuklu Devrimci Mühendis
Barış Önal’ın piknik için gönderdiği mektup
okundu.

Konuşmanın sonrasında piknik için haftalardır hazırlık
yapan, yüreği daima genç kalanların oluşturduğu KORO söyledikleri
türkülerle büyük beğeni topladı. Ayrıca pikniğimize katılan
dostlarımızın söylediği türküler pikniğe coşku kattı. Türkülere
halaylarla eşlik edildi.

Devrimci Mücadelede Mühendis Mimarlar
broşürünün de dağıtıldığı piknikte müzik dinletisinden sonra bilgi
yarışması düzenlendi.

Başından beri coşkulu ve kolektif bir
şekilde devam eden piknik saat 18.00’e kadar devam etti. GaziKent
Ormanında yapılan pikniğe 75 kişi katıldı.

alt="img_5666.jpg" src="http://www.ivmedergisi.com/files/resim/img_5666.jpg"
style="width: 700px; height: 467px; " />

alt="img_5670.jpg" src="http://www.ivmedergisi.com/files/resim/img_5670.jpg"
style="width: 500px; height: 333px; " />

alt="img_5692.jpg" src="http://www.ivmedergisi.com/files/resim/img_5692.jpg"
style="width: 500px; height: 333px; " />

alt="img_5706.jpg" src="http://www.ivmedergisi.com/files/resim/img_5706.jpg"
style="width: 500px; height: 333px; " />

alt="img_5709.jpg" src="http://www.ivmedergisi.com/files/resim/img_5709.jpg"
style="width: 500px; height: 333px; " />

align="right">DEVRİMCİ MÜCADELEDE MİMAR
MÜHENDİSLER

28 Haziran 2012 Perşembe

Karadeniz'in çocuklarından 'direniş' çağrısı

Karadeniz'in çocuklarından
'direniş' çağrısı

İnternette
hızla yayılan 'Diren Karadeniz', çoğu Karadenizli 24
sanatçının ağzından bir tür 'direniş' çağrısı yapıyor.
Doğa talanına da devlet şiddetine de... Söz; şarkının ve klibin
yaratıcılarında

class="news-left">
Karadeniz'in<br />  çocuklarından 'direniş' çağrısı src="http://i.radikal.com.tr/480x325/2012/06/28/fft64_mf1016782.Jpeg" />
style="padding-bottom: 25px; line-height: 14px; color: rgb(76,76,76);
font-size: 12px">Klibin yaratıcı ekibi: İsmail Güney Yılmaz, Apolas
Lermi ve Özgür Yıldız.
class="BlackContent">

İnternette bir
haftadır bir klip dolanıyor: ‘Diren Karadeniz’. Görmüş
geçirmiş Karadenizli bir kadının kendi halindeki dert yanmasıyla
başlayan görüntüler, çoğu Karadenizli 24 sanatçının seslendirdiği,
gayet net protest sözlere sahip şarkıyla devam ediyor. Şarkı
Karadeniz’e -aslında tüm href="http://www.ivmedergisi.com/index/Turkiye">Türkiye haklarına- bir
tür ‘direniş’ çağrısı yapıyor. Karadeniz’deki doğa
talanından polis şiddetine son derece ‘direkt mesajlar’
göndererek...
İlk dizeler şarkının yaratıcısı, Karadenizli
müzisyen Apolas Lermi’den geliyor; devamında Yaşar Kurt da var,
İlkay Akkaya, href="http://www.ivmedergisi.com/index/Sevval_Sam">Şevval Sam , class="IndexLink" href="http://www.ivmedergisi.com/index/Grup_Yorum">Grup
Yorum , Selçuk Balcı ve Karmate de… Karadenizli kadınların class="IndexLink"
href="http://www.ivmedergisi.com/index/Hidro_Elektrik_Santral">HES
protestoları, Karadeniz sahil yolu projesi ve href="http://www.ivmedergisi.com/index/1_Mayis">1 Mayıs görüntüleri
eşliğinde hazırlanmış klipte Metin Lokumcu, href="http://www.ivmedergisi.com/index/Hrant_Dink">Hrant Dink , açlık
grevinden sonra yaşamını yitiren Canan-Zehra Kulaksız kardeşler ve
polisin biber gazı yüzünden hayatını kaybeden Çayan Birben’e de
selam çakılıyor.

İlk kez 17 Haziran’da Kalan Müzik’in
20. Yıl Karadeniz Gecesi’nde gösterilen klip, YouTube’a
yüklendikten sonra bir haftada 230 bin kişi tarafından izlendi. 24
sanatçıyı bir araya getiren klibin ve şarkının öyküsünü dinlemek
üzere yaratıcı ekipten Apolas Lermi, İsmail Güney Yıldız ve Özgür
Yıldız ile buluştuk.
Konuştuklarımızı, klibi izledikten sonra
okumanız tavsiye edilir…

‘Diren
Karadeniz’i ne zaman, nasıl bir ruh haliyle yazmıştınız?

Apolas Lermi: Trabzon’daki linç girişimlerini,
cinayetleri düşünerek… O yörenin çocuğu olarak yazmaya
çalıştım. 2011’de, albümüm ‘Kalanlar’ı
çıkaracağım dönem çevre sorunları ön plandaydı. href="http://www.ivmedergisi.com/index/Hidro_Elektrik_Santral">HES
karşıtı eylemlerden kadınların konuşmalarıyla şarkıyı tamamladık.
Klip fikri Karadenizli müzisyen arkadaşım Selçuk Balcı ve yönetmenimiz
Onur Yıldız’ın önerisiyle çıktı. Öncelikli olarak Karadeniz
kökenli müzisyenleri tercih ettik, çünkü Karadeniz’in muhalif bir
duruşa ihtiyacı vardı, çok faşizan bir şekilde anılıyordu. Linç
girişimleri, href="http://www.ivmedergisi.com/index/Hidro_Elektrik_Santral">HES’ler,
Karadeniz Sahil Yolu projesi, Hopa olayları, Çayan Birben’in ölümü
var klipte… Avukat Cihan Eren’i unuttuk, o anlamda kendimizi
eleştiriyorum.

Görüntülerde kadınlar ağırlıkta...

Apolas Lermi: Baştaki konuşmayı Trabzon’da köyde
kaydetmiştim, iki kadın dert yanıyordu. Ortadaki; Trabzon,
Tonya’daki href="http://www.ivmedergisi.com/index/Hidro_Elektrik_Santral">HES
eyleminden. Trabzon’da doğdum, çocukluğum orada geçti. Annemin de
yaşamından dolayı Karadeniz kadınını iyi tanıyorum...
Özgür
Yıldız: İlk görüntülerin çoğu ‘Son Kumsal’ ve ‘Bir
Avuç Cesur İnsan’ belgesellerinden; ayrıca eylem, saldırı
görüntüleri var.

href="http://www.ivmedergisi.com/index/Hidro_Elektrik_Santral">HES
eylemlerinde de kadınlar önlerdeydi hep…

İsmail
Güney Yılmaz: Bütün çileyi kadınlar çektiği için bir tepki
verildiğinde de önde onlar oluyor. Yaşam alanlarına bir tehdit olduğunda
kadınlar hep önde oluyor, bu klipte de kadınların olması çok doğal. />
Anneniz nasıl buldu şarkıyı peki?
Apolas
Lermi: Biraz benimle ilgili kaygıları olsa da sevdi (Gülüyor)
/>“Başımıza iş gelecek” gibi bir kaygınız oldu mu
gerçekten?

Apolas Lermi: Sıkıntılı bir şekilde yazdık
ama bunu söylemek vicdanımla da ilgili. Karadeniz’in cinayetlerle
anılması beni çok üzmüştü. Tepki göstermem gerekiyordu. Ki
Karadenizli muhalif başka yazar, müzisyen, sanatçılar da var.
/>“Doğru söyleyeni arkadan vuruyorlar” dizesinde Hrant
Dink var...

Apolas Lermi: Bununla ilgili eleştiriler de
aldık ama href="http://www.ivmedergisi.com/index/Hrant_Dink">Hrant Dink’in
etnik kimliği bizi ilgilendirmiyor. Bizi ilgilendiren; href="http://www.ivmedergisi.com/index/Turkiye">Türkiye vatandaşı bir
yazarın yaşadığı bir durum. Karadenizliler tarafından ona yaşatılan
bu durum… Bu bizi rahatsız etti ve Hrant’a yine bir Karadenizli
olarak sahip çıkmayı görev edindik. Bu bir Türk yazarın başına gelse
de onu sahiplenecektik. Linç saldırıları href="http://www.ivmedergisi.com/index/Turkiye">Türkiye’nin genel
sorunu, Karadeniz’de daha yoğun olabilir. Ama Karadeniz’de
sadece bu varmış gibi gösteriliyor. Biz Karadeniz’in çocukları
olarak eleştiri hakkımızı bu olumsuz gördüğümüz şeyler üzerinden
yaptık. Kim derelerinin satılmasını ister? Biz derelerimizi, sahilimizi,
insanımızı korumak istiyoruz.
İsmail Güney Yılmaz: Karadenizliler
adına bir özür olarak da algılanabilir, Hrant’ın klibe konması.
Bu klip Karadeniz’den muhalif bir ses. Ama bütün href="http://www.ivmedergisi.com/index/Turkiye">Türkiye’yi
ilgilendiren bir şey. 10-15 yıldır href="http://www.ivmedergisi.com/index/Turkiye">Türkiye’de
yükselen bir milliyetçilik var. Ama sanki bütün Karadeniz
muhafazakar-milliyetçiymiş gibi bir algı var. Trabzonspor maçında
taraftarların bir kısmının beyaz bere giymesi haber oluyor ama aynı
Trabzonspor’un başka bir taraftar grubunun href="http://www.ivmedergisi.com/index/1_Mayis">1 Mayıs’ta
Agos’un önünde ‘Faşizme inat, kardeşimsin Hrant’ demesi
haber olmuyor.

Açlık grevindeki kadınlar kim?

İsmail Güney Yılmaz: Şarkıda bir kadın “Bizim
kadınlarımız açlığa da gelir, yokluğa da gelir” diyor. Canan ve
Zehra Kulaksız; Rizeli, iki direnişçi kadın. 19 Aralık 2000’de
hapishanelere yapılan katliamdan sonra ölüm orucuna giren iki üniversite
öğrencisi. Karadenizli kadınların direnişinden bahsederken, direnişçi
kadını oraya görüntü olarak koymamak, “Doğrusunu diyeni arkadan
vuruylar” derken Hrant’ı koymamak gibi olurdu. Canan-Zehra
Kulaksız’ın cezaları yok; dışarıdaki üniversite
öğrencileriydiler. Karadeniz’de sadece Ogün Samast ve Yasin Hayal
yok; Canan-Zehra Kulaksız da var. Metin Lokumcu da... Bir algıyı kırmaya
çalışıyorduk, o algıyı kırmaya çalışan herkesi klipte göstermeye
çalıştık. Karadeniz’deki insanların yaşam alanlarına,
kültürüne, dillerine bir saldırı var. Buna karşı ortaya bir şey
koymak gerekiyor; bunun adı direniştir. 24 sanatçı halkına “Diren
Karadeniz” diyor.

‘Karadenizlilerin ağzından
yazılmış gibi’

Bir anlamda klibin fikir babası olan
Karadenizli genç müzisyen Selçuk Balcı, turne için gittiği
Trabzon’dan anlattı: Apolas’ın bu şarkısını albümünden
sürekli dinliyordum çok hoşuma gidiyordu. Tam Karadeniz’de yaşayan
halkın ağzından yazılmış gibiydi. İlk kez Karadeniz müziğinde bir
şeyleri haklı olarak sorgulayan bir şarkı olduğunu düşünmüştüm.
Apolas’a şarkıya klip çekmesini önerdim, “Gel düet
yapalım” dedi. Hiç düşünmeden “Tamam” dedim ve fikir
almak adına Karmate’den arkadaşımız Oktay Üst’ü aradık. O
da “Daha fazla müzisyenin katılmasıyla sesimizi daha çok
duyurabiliriz” dedi. Bu öneriyi yönetmen arkadaşımız Onur Yıldız
ile paylaştık ve tek tek projede yer almasını düşündüğümüz
müzisyenlere ulaştık.

Kaynak:
Radikal

 

Türkiye'nin 'teröristi' mi meşhur? / Pınar ÖĞÜNÇ

Türkiye'nin 'teröristi' mi
meşhur? / Pınar ÖĞÜNÇ

Türkiye /
29/06/2012

 

 
 
id="haberDetayYazi">

Bir grup ABD'li hukuk öğrencisi
Türkiye'de staj yapıyormuş. TÖDİ'nin raporunu çevirelim, terör
mahkemelerini anlatalım bakalım.

Bir üniversitemizin sekiz yıldır
sürdürdüğü bir faaliyetmiş. Uluslararası hukuk alanında namlı
okullardan American University Washington College of Law öğrencileri, bir
ay gelip Türk hukuk sistemine dair hızlandırılmış eğitim alıyormuş.
Türkiye’de Anayasa ve İdare Hukuku, İnsan Hakları nevi teorik
başlıklardan sonra bir de staj yapasılarmış. Eminim güzel
ağırlanıyorlardır ama o 30 hukuk öğrencisine acımamak mümkün mü?
Kafaları fazla karışabilir.
Hem sıcak mevzu hem de akranlarıdır.
Mesela Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma İnisiyatifi’nde (TÖDİ)
yapacakları staj, evrensel hukuka dair bildiklerini gözden geçirmelerini
sağlayabilir. İstiklal Mahkemeleri, Sıkıyönetim Askeri Mahkemeleri,
Devlet Güvenlik Mahkemeleri üzerinden Özel Yetkili Mahkemelere, oradan
gündemdeki Terör Mahkemelerine geldiklerinde düşman hukuku üzerine
bildikleri de pekişmiş olur.
TÖDİ’nin çok taze bir raporu
var. Onu derhal İngilizceye çevirmeli, okusunlar. Düşünce, ifade ve
örgütlenme özgürlüğünden bu aralar öğrenci olanların payına neler
düştüğüne baksınlar. TÖDİ’nin raporu mühim çünkü ilk kez
gerçeğe olabildiğince yakın bir liste var elimizde. Adalet
Bakanlığı’nın hesabına göre 209 öğrenci şu an cezaevinde ya,
erişebildikleri dosyalar, gelen cezaevi mektupları yardımıyla bir liste
çıkarmışlar. Tek tek hangi cezaevinde, kim var... Gerçeğe
olabildiğince yakın çünkü çıkan 771 rakamının da eksik olduğunun
farkındalar. Kimi dosyaları hiç girememişler daha.
/>Delil olarak yaş pasta
Tek tek haberlerini
okuyorsunuz belki (mi?). Bazı savcılar kendileri söylüyor kimi delillerin
tek tek suç teşkil etmediğini. Ama işte toplamı bir şey demek oluyor.
Çoğu Kürt olan bu solcu, anarşist, muhalif gençlerin örgüt
bağlantısını kuvvetlendirmek için bir nevi sos olarak eklenen şu
‘suçlara’ bakar mısınız?
1 Mayıs’a, 8
Mart’ta Dünya Kadınlar Günü eylemine, Uludere katliamı
protestosuna, Newroz’a, Halepçe anmasına, Dünya Barış Günü
etkinliklerine, Sivil Demokratik Anayasa konulu mitinge, ‘Kadın
Kırımına Hayır’ kampanyasına, Güler Zere için yapılan basın
açıklamasına katılmak... Buralarda ağızların açık yakalandığı
fotoğraflar slogana delalet üstelik.
Telefonda konuşmak istememek bir
işaret; piknik ve futbol turnuvaları kaynaşmayı sağladığından
örgüte eleman kazandırmak maksatlı bulunmuş. ‘Füze kalkanı
değil, demokratik lise istiyoruz’ demek kadar, HES karşıtı
çeşitli eylemler de iddianamelerde. Grup Yorum konserinde bile değil, daha
konser yolunda çekilen fotoğraflar ekli.
Toplanan
‘deliller’: Bilgisayar, hafıza kartları, CD gibi teknik
edevatın yanı sıra mektuplar, ‘Kürtçe dil kursları
başlamıştır’ yazan döviz, Azadiya Welat, Atılım, Gündem ve
Günlük gazetelerinin çeşitli sayıları, puşi, Kürt
Enstitüsü’nün duvar takvimleri, ‘Öğrencilere Ücretsiz
Ulaşım İstiyoruz, Alacağız’ yazılı pankart ve yaş pasta. Evet,
yaş pasta!

‘Devrim de yapmıyonuz’

Che Guevara, Karl Marx, Mao Zedung, Jürgen Habermas, İsmail
Beşikçi imzalılar gibi, her yerde bulabileceğiniz kitaplar; legal süreli
yayınlar...
Telefon dinlemelerinde neredeyse fal tutmaya benzer niyet
okumalar, en gündelik ‘geyik’ muhabbetinden anlam
çıkarmalar... Arkadaşına “Kızgınım da sizlere, devrim de
yapmıyonuz bana. Dediğim gibi bekliyorum, ne zaman olacaksa üstü açık
bir araba alacam” diyen öğrenci, aklına gelir miydi buradan devrim
hazırlığında olduğunuzun çıkarılacağını.
Dillerde tüy bitti,
bir daha hatırlatalım. Associated Press’e göre 2001-2011 arasında
35 bin kişi terörle ilişkilendirilen suçlardan tutuklanmış veya hüküm
giymiş. Bu 35 bin kişinin 13 bin kadarı Türkiye’de! Terörle
Mücadele Kanunu böyle durduğu, TCK’nın 220 ve 314. maddeleri onun
uzantısı olarak işletildiği müddetçe özel yetkili mahkemelerin
kalkması ne işe yarar? Üstelik adı geçen Terör Mahkemeleri, böyle
kolaylıkla terörle ilişkilendirilenleri daha da marjinalleştirecek. Şiş
kebap falan dışında, “Türkiye’nin ‘teröristi’ mi
meşhur?” diye soracaklardır, yabancı konuklarımıza bir cevap
düşününüz.

 

Kaynak: Radikal

 

MÜHENDİS MİMAR VE PLANCILARIN MÜCADELE ÖRGÜTLENME VE DAYANIŞMA PİKNİĞİ-ANKARA

MÜHENDİS MİMAR VE
PLANCILARIN MÜCADELE ÖRGÜTLENME VE DAYANIŞMA
PİKNİĞİ-ANKARA

ayrac_2012_2_0.jpg src="http://ivmedergisi.com/files/resim/ayrac_2012_2_0.jpg"
/>

 

Devrimci Mücadelede Mühendis Mimarlar olarak,
mühendis, mimar ve şehir plancılarını işsizleştiren, çalışanları
güvencesizleştiren, sendikasızlaştıran saldırı politikalarına,
yasadışı ve kuralsız çalıştırılma uygulamalarına karşı
“EMEK SÖMÜRÜSÜNE VE GÜVENCESİZ ÇALIŞMAYA KARŞI ÖRGÜTLENMEYE,
MÜCADELEYE” başlığı ile 24 Mart 2012 tarihinde başlattığımız
kampanya çerçevesinde 8 Temmuz Pazar günü gerçekleştireceğimiz
"MÜHENDİS MİMAR VE PLANCILARIN MÜCADELE ÖRGÜTLENME VE DAYANIŞMA
PİKNİĞİ"mize tüm Mühendis Mimar ve Ş.Plancılarını davet
ediyoruz.
 
Yer: Yenikent Yeni Kayı Köyü Piknik
Alanı/ Yenikent-Sincan
Tarih: 8 Temmuz 2012
Pazar 
Buluşma Saati: 09.30
Buluşma Yeri:
Kurtuluş Parkı-Vedat Dalokay Nikah Salonu Önü
 

25 Haziran 2012 Pazartesi

DMMM Kampanya Günlüğü-7

DMMM Kampanya
Günlüğü-7

Devrimci
Mücadelede Mühendis Mimarlar’ın, mühendis, mimar ve şehir
plancılarını işsizleştiren, çalışanları güvencesizleştiren,
sendikasızlaştıran saldırı politikalarına, yasadışı ve kuralsız
çalıştırılma uygulamalarına karşı
“Emek Sömürüsüne Ve Güvencesiz Çalışmaya Karşı
Örgütlenmeye, Mücadeleye”
 başlığı ile 24 Mart 2012 tarihinde başlattığı kampanya
çerçevesinde;

18 Haziran 2012 tarihinde Ankara Yeni Mahalle
Belediyesi Parklar ve Bahçeler Müdürlüğü gezilerek Devrimci Mücadelede
Mühendis Mimarları anlatan broşür dağıtıldı, kampanya bildirisi
verilerek mühendis ve mimarlarla sohbet edildi.

22 Haziran 2012
tarihinde Ankara ODTÜ'deki TEKNOKENT'te kampanya masası açılarak
mühendis ve mimarlara İvme Dergisinin tanıtımı yapıldı ve kampanya
bildirisi ve broşürleri dağıtıldı. Aynı zamanda Ankara'da 8 Temmuz
Pazar günü yapılacak olan DMMM Dayanışma Pikniğine ve 23 Haziran Pazar
İvme Dergisi bürosunda yapılacak olan "Türkiye'de Hukuk Var
Mı?" konulu söyleşi ve film gösterimine çağrı yapıldı. Masa
açıldıktan yarım saat sonra daha önceki haftalarda Devrimci Mühendis
Mimarlara afiş astıkları için müdahale eden ancak devrimcilerin
kararlılığı karşısında amaçlarına ulaşamayan ÖGB yine müdahale
etmeye çalıştı. Daha öncesinde Terörle Mücadele'yi çağırmakla
tehdit eden ÖGB bu sefer de TEKNOKENT'in kendisine ait olduğunu iddia
ederek onlardan izinsiz masa açılamayacağını söyledi. Bunun üzerine
yaptıkları çalışmanın haklı ve meşru olduğunu, izine ihtiyaçları
olmadığını belirten Devrimci Mühendis ve Mimarlar çalışmalarına
devam ettiler. ÖGB masayı dağıtmakla, yönetimi aramakla tehdit ettikten
sonra Devrimci Mühendis ve Mimarların çalışmaya devam etme
ısrarcılığı ve kararlılığı sayesinde uzaklaşmak zorunda
kaldı.

22 Haziran 2012 tarihinde Ankara Devlet Su İşleri'nde
kampanya bildirileri, DMMM broşürü ve piknik çağrısı için
hazırlanmış elilanları dağıtıldı. Yaklaşık 150 adet bildiri DSİ
çalışanlarına ulaştırıldı.

23 Haziran 2012 tarihinde Ankara
İvme Dergisi bürosunda "Türkiye'de Hukuk Var Mı?" konulu
bir söyleşi gerçekleştirildi ve daha önce komplolarla katledilen ve tek
suçları halkı ve vatanı için mücadele etmek olan iki İtalyan göçmeni
anlatan Sacco ve Vanzetti filmi izlendi. Söyleşide 2 ay önce Ankara'da
yapılan baskınlarla hukuksuz bir şekilde tutuklanan 6 devrimci ve onlara
yapılan komplolar anlatıldı. 6 devrimcinin tutuklanmasının tek sebebinin
halk ve vatan sevgisiyle mücadele etmeleri olduğu, halkı korkutmak olduğu
ve devrimcileri uzun yıllar hapishanalerde tutmak için ellerinde delil
olmadığı durumda komplolara başvurduğu anlatıldı. Film gösterimi ve
söyleşiye 19 kişi katıldı.

Polis "Zor Kullanma Sınırını Aşmış"

Polis "Zor Kullanma
Sınırını Aşmış"

Gerçek'i vuran polislerin "kasten
cinayete teşebbüsten" yargılanmasını kabul etmeyen Ağır Ceza
Mahkemesi, "Gerçek'in polislerin havaya açtığı ateşle
vurulduğunu, polislerin zor kullanma yetkilerinin sınırını
aştığını" ileri sürerek görevsizlik kararı
verdi.

Ferhat Gerçek'i beş yıl önce vurarak
sakat bırakan polislerin, "kasten insan öldürmeye teşebbüsten"
yargılanması talebi kabul edilmedi.

Polislerin, "havaya ateş
açtığı esnada Gerçek'i vurduklarını" ifade eden Bakırköy
15. Ağır Ceza Mahkemesi, dosyanın tekrar Bakırköy 9. Asliye Ceza
Mahkemesi'ne gönderilmesi gerektiğini ifade etti.

Sanık
oldukları dosyayı soruşturdular

Bakırköy 9. Asliye Ceza
Mahkemesi, 6 Nisan'da görülen son duruşmada, polislerin Ağır Ceza
Mahkemesi'nde yargılanması talebiyle dosyayı 15. Ağır Ceza
Mahkemesi'ne göndermişti. Karar, sanık polisler Cengiz
Çalış, Yavuz Özer, Aydın Özdere, Hasan Bayrakdar, Emre Taşkın, Can
Koçbülbül
ve Muzaffer Ünal'ın olayla
ilgili soruşturmada görev alan ve tutanaklarda imzası bulunan polislerle
aynı kişiler olduğunun açıklanmasının ardından alındı.

Aynı
duruşmada, soruşturma sırasında olay yeri incelemesi bile yapılmadığı
da ortaya çıktı.

Olay anını kaydeden kamera görüntülerinin
olduğu CD de yine Emniyet görevlilerince incelenmiş ve bilirkişi raporu
polislerce yazılmıştı.

Polislerin, doktor raporları ve Adli Tıp
Kurumu raporları göz önüne alınarak, ağır ceza mahkemesinde Türk Ceza
Kanunu'ndaki (TCK) 81/1, 21/1, 35/2 ve 53. maddeler
uyarınca "kasten insan öldürmeye teşebbüsten" yargılanması
talep edildi.

"Hayati tehlikesi vardı ama..."

Ancak
Bakırköy 15. Ağır Ceza Mahkemesi, 5 Haziran'da verdiği kararla
Gerçek'in polis memurlarınca kullanılan silahlarla vurulmuş olmasına
rağmen, doğrudan hedef alınmadığına karar verdi.

"Hayati
tehlike geçirecek şekilde yaralanan Gerçek'in de içinde bulunduğu
olay yerinde ve kalabalık meydanda havaya açılan ateş sonucu insanların
yaralanabileceği ya da ölebileceği öngörülebilir
durumdadır."

Mahkeme, polislerin "zor kullanma yetkisinde
sınırın aşılması" ve "olası kasıtla yaralama"
suçlarından yargılanması gerektiğini belirterek görevsizlik kararı
verdi.

Dosya, yargılamanın hangi mahkemede süreceğine karar
verilmesi için Yargıtay 5. Ceza Dairesi'ne gönderilecek.

Aynı
davada, Gerçek de "2911 Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri
Kanunu'na Muhalefet", "görevi yaptırmamak için
direnme", "kamu malına zarar verme" suçlarından
yargılanıyor.

Ne olmuştu?

7 Ekim 2007'de
Yenibosna'da Yürüyüş dergisi satanları darp eden polis, kaçmaya
çalışan Gerçek'i de sırtından vurmuştu. Gerçek vurulduğunda 17
yaşındaydı.

Yedi polise 10,5 yıl ceza istemiyle dava açıldı.
Ferhat ve davadaki diğer 12 kişi ise "toplantı ve gösteri yasasına
muhalefet", "görevi yaptırmamak için direnme", "kamu
görevlisine hakaret" ve "nitelikli mala zarar vermek"
suçlarından 15 yılla yargılanıyor.

Gerçek'e olay günü zarar
gören polis araçlarının "tamir masraflarının tazmini" için
de ayrı bir dava açıldı.

İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel
Müdürlüğü, Ferhat ile dört kişinin iki polis otomobiline taşla
saldırarak maddi zarar verdiği ve araçlarda toplam 2 bin 242 TL'lik
hasar olduğu öne sürerek zararın davalılardan tazminini
istedi.

Kaynak: Bianet

KESK: Bizi de Alın Memleket Kurtulsun!

KESK: Bizi de Alın Memleket
Kurtulsun!

Bu sabah style="font-size: 10pt; line-height: 115%; background-color: white;
background-position: initial initial; background-repeat: initial initial;
">Konfederasyonumuz ve bağlı sendikalarımızın çok sayıda yöneticisi
hakkında gözaltı kararı çıkartıldı. Başta style="font-size: 10pt; line-height: 115%; background-color: white;
background-position: initial initial; background-repeat: initial initial;
">Genel Başkanımız Lami Özgen olmak üzere 71 arkadaşımız gözaltına
alındı. Bu konu ile ilgili Genel Sekreterimiz İsmail Hakkı Tombul saat
10.30’da basına bilgi verdi.

style="font-size: 10pt; line-height: 115%; background-color: white;
background-position: initial initial; background-repeat: initial initial;
">DİSK, TMMOB ile çok sayıda emek ve demokrasi güçleri ile siyasi parti
temsilcisinin de katıldığı açıklamada Genel Sekreterimiz,
KESK’e yönelik operasyonun
sebebinin KESK’in kamuda sürdürülen yeni düzenlemelere karşı olan
itirazı olduğunu vurguladı.

src="http://www.kesk.org.tr/UserFiles/Image/2012/06-%20Haziran/25_06_2012%20-.JPG"
width="510" />

Genel Sekreterimiz İsmail
Hakkı Tombul, bugün Türkiye'de olağan hale gelen, ancak olağanüstü
olan bir operasyonunun gerçekleştirildiğini belirterek, "AKP eliyle
KESK Genel Başkanı ve sendika yöneticilerinin de aralarında bulunduğu 71
kişi gözaltına alındı. Bu sayının giderek artmasından kaygı
duyuyoruz. Çünkü AKP hükümeti kendisi gibi düşünmeyen herkesi
gözaltına alıyor. Bu gözaltıların nedeni 21 Aralık grevi, 28
Mart'ta '4+4+4' yasasına gösterilen direniş ile toplu
sözleşme sürecinde gerçekleştirilen 23 Mayıs grevidir, yani emek ve
demokrasi mücadelesinin öznesi haline gelen KESK ve bağlı sendikaların
yürüttüğü mücadeleyi sınırlama çabasıdır" dedi.

Hükümetin Suriye'ye müdahaleye
hazırlandığını ve operasyonun bunun öncesine gelmesinin tesadüf
olmadığını söyleyen Tombul, Hükümetin "açılım" adı
altında demokrasi yerine sendikalarda yer alan Kürtleri tutukladığını
belirterek, "Baskılar Bizi Yıldıramayacak" “Şimdi
KESK’li Olma Zamanıdır”
dedi.

class="rteleft">Tombul, Ankara'da bugün akşam
saat 17.00’de Kızılay YKM önünden Başbakanlık’a
yürüyeceğimizi, tüm illerde alanlara çıkarak gözaltıları protesto
edeceklerini sözlerine ekleyerek açıklamasını
bitirdi.

Kaynak:
kesk.org.tr

'İleri demokrasi'de sıra yine KESK'te

'İleri demokrasi'de sıra
yine KESK'te

AKP hükümetinin
'ileri demokrasi'sinin örneklerinden biri olan 'KCK
Operasyonları'nda sıra yeniden KESK'e geldi. Ankara, Diyarbakır,
İstanbul, Ağrı, Bitlis, Siirt, Adana, Eskişehir'de KESK ile
KESK'e bağlı sendikalara ve yöneticilerin evlerine baskın
düzenlendi. 71 emekçi memur gözaltına alındı.

alt="KESK'liler Meclis'e yürüdü 9" id="news_main_photo"
src="http://media.etha.com.tr/images/2012/04/02/cache/etha-20120402-kesk-4688-8_display.jpg"
/>

Emekçiler bugün yine polis baskınıyla uyandı. Önceki gün
sosyalistlerin sokaklardan gözaltına alınmasının ardından bugün Ankara
özel yetkili cumhuriyet savcılığının yürüttüğü soruşturma
kapsamında KESK'e operasyon yapıldı. "KCK" adı altında
yapılan siyasi operasyon kapsamında Ankara'da KESK Genel Merkezi ile
KESK'e bağlı Eğitim-Sen, SES, ESM, Tüm Bel-Sen, Haber-Sen ve Tarım
Orkam-Sen'in genel merkezleri ile bazı şubelerine baskın düzenlendi.
Ayrıca sendikacıların evleri de sabahın erken saatlerinde polis
tarafından basıldı.

KESK Genel Başkanı ile birlikte 38'i
Ankara'dan, 32'si ise Diyarbakır, İstanbul, Ağrı, Bitlis, Siirt,
Adana, Eskişehir olmak üzere 71 kişi gözaltına
alındı.

ANKARA

Ankara'da aranan KESK Genel
Merkezi önünde basın açıklaması yapan KESK Genel Sekreteri İsmail
Hakkı Tombul, sabah saatlerinde Türkiye'de olağan hale gelen, ancak
olağanüstü olan bir operasyonunun gerçekleştirildiğini belirtti.
Tombul, "AKP eliyle KESK genel başkanı ve yöneticilerinin de
aralarında bulunduğu 65 kişi gözaltına alındı. Bu sayının giderek
artması bekliyoruz. Çünkü AKP hükümeti kendisi gibi düşünmeyen
herkesi gözaltına alıyor. Bu gözaltıların nedeni 21 Aralık grevi, 28
Mart'ta '4+4+4' yasasına gösterilen direniş ile toplu
sözleşme sonrası yapılan grevidir" dedi.

Hükümetin
Suriye'ye müdahaleye hazırlandığını ve operasyonun bunun öncesine
gelmesinin tesadüf olmadığını söyleyen Tombul, gözaltına
alınanların ortak özelliğinin ise Kürt olmaları olduğunu söyledi.
Hükümetin "açılım" adı altında demokrasi yerine sendikalarda
yer alan Kürtleri tutukladığını söyleyen Tombul, "Baskılar bizi
yıldıramayacak" dedi.

ESKİŞEHİR

Eğitim-Sen
Eskişehir Şubesi ile Şube Başkanı Ali Paşa Şanlı'nın evinde
arama yapıldı. Şanlı gözaltına alındı. Eğitim-Sen Şube Sekreteri
Faik Alkay, susturulmak ve sindirilmek istendiklerini belirterek,
"Susmayacağız" dedi.

HAKKARİ

Hakkari'de KESK
Şubeler Platformu ile KESK'e bağlı DİVES Genel Başkanı Lokman
Özdemir ile Yapı-Yol Sen Hakkari Temsilcisi İlhan Akbaş'ın evine
polis baskın düzenledi.

SİİRT

Özel Yetkili Ankara
Cumhuriyet Başsavcıvekilliği'nin talimatıyla Siirt'te İnsan
Hakları Derneği (İHD) ile Eğitim-Sen şubelerinde arama yapıldı. Bir
sendika üyesi gözaltına alınırken, dernek ve sendikadaki evraklara el
konuldu.

KİMLER GÖZALTINDA

KESK'e yönelik
operasyonda gözaltına alınanlardan isimleri öğrenilenler
şöyle:

"Lami Özgen (KESK Genel Başkanı), M. Sıddık Akın,
İzzettin Alpergin, Devrim Kahraman, Ferruh Çelik, Yılmaz Yıldırımer,
Mehmet Bozgeyik, Sakine Esen Yılmaz, Nihat Kılınçalp, Çerkez Aydemir,
Erdal Turan, Fikret Çağlayan, Seyran Şık, Mehmet Sezgin İbin, Mustafa
Bozan, Reşit Sümbül, Aykut Erhan Turgut, Güven Yıldırım, Yunus Akıl,
Belgizar Sazak, Bülent Kaya, İzzettin Ekin, Mehmet Arda, Mehmet Sadık
Varlı, Murat İrfan Işık, Özkan Yorgun, Cebrail Arslan, Osman İşçi,
Emel Emre, Metin Vuramak, Hasan Kaldık, Abdullah Karahan, Kasım Birtek,
Sadrettin Kaya, Veysel Özhekti, Yusuf Kösele, Hanım Koçyiğit, Erdal
Yılmaz, Bekir Gürbüz, Cezmi Gündüz, Abdülgani Cayhan, Lokman Özdemir,
Salih Ersan, Sibel Anıl, Faik Deli, Alican Kaplan, Cemile Duman, Ahmet
Koçyiğit, Hadi Aslan, Abdülkadir Baydar, Niyazi Yılmaz, Tarık Kaya,
Hamdullah Yıldırım, Şahin Kayıkçı, Şerif İldoğan, Hasan Ölgün,
Mücahit Karakuş, Cengiz Paycu."

Kaynak:
ETHA

24 Haziran 2012 Pazar

İşkencede zamanaşımına Yargıtay'dan 4 yıl sonra onay

İşkencede zamanaşımına
Yargıtay'dan 4 yıl sonra onay

Yargıtay, 2000
tarihli 'Hayata Dönüş' operasyonun ardından işkence iddiasıyla
açılan davanın zamanaşımından düşürülmesine yapılan itirazı
reddetti

Bayrampaşa Cezaevi’nde 12
mahkûmun ölümü, 29’unun yaralanmasıyla sonuçlanan class="LinkBodyKeywords">Hayata Dönüş Operasyonu
’nun
ardından cezaevini tahliye eden jandarmalar ve infaz koruma memurları
hakkında “kötü muamele ve işkence” iddiasıyla açılan
davanın Haziran 2008’de class="LinkBodyKeywords">zamanaşımından düşürülmesi kararı
Yargıtay 4. Ceza Dairesi tarafından
onandı.

class="LinkBodyKeywords">Yargıtay 4. Dairesi kararında;
“Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar,
belge ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede; class="LinkBodyKeywords">zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle
verilen düşme kararına yönelik yapılan temyiz iddiaları yerinde
görülmediğinden” diyerek temyiz istemini esastan reddetti ve Eyüp
3. Asliye Ceza Mahkemesi hükümlerini onadı. class="LinkBodyKeywords">Yargıtay’ın “deliller
toplanamadan, 16 sanığın ifadesi alınamadan ve adil yargılama
yapılmadan zamanaşımına
gidildiği” yönündeki itirazı, 4 yıl sonra 20 satırlık bir
kararla reddetmesini skandal olarak niteleyen müdahil avukatlar dosyayı
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürmeye
hazırlanıyor.

ZİNCİRLEME
SUÇ

Müdahil avukatlardan
Ömer Kavili “Operasyon sırasında işlenen insanlık suçu, class="LinkBodyKeywords">Yargıtay
’ın da katılımıyla
zincirleme olarak örtülmüştür” derken diğer bir avukat Güçlü
Sevimli süreci şöyle aktardı: “Operasyonla ilgili 4 dava
açılmıştı. Yargıtayın onadığı
dava, operasyon sonrası tahliye sırasında, ring aracına bindirilirken
tutuklu ve hükümlülere işkence yapıldığı iddiasıyla açılan
davaydı. Dava sürecinde 11 hâkimdeğişti. Adil yargılama yapılmadı ve
3 dava da zamanaşımından
düşürüldü. İşkence davasında class="LinkBodyKeywords">zamanaşımı süreci farklı işler ancak
yasa dikkate alınmadı. Mahkemenin amacını bu kararı onayan class="LinkBodyKeywords">Yargıtay
tamamladı.”

ANA DAVA
SÜRÜYOR

Bayrampaşa
Cezaevi’ndeki Hayata Dönüş Operasyonu sırasında vatani görevini
yapan 39 er hakkında “kasten öldürme” ve “öldürmeye
teşebbüs” iddiasıyla Mayıs 2010’da Bakırköy 13. Ağır Ceza
Mahkemesi’nde açılan dava halen sürüyor.

Kaynak:
Habertürk

'Sonuna kadar kâr edeceğiz'

'Sonuna kadar kâr
edeceğiz'

Bergama Kozak’ta ‘Sonuna kadar kar
edeceğiz’ diyen Koza Altın’ın avukatı, ağaçların
eskisinden az meyve vermesinin ‘psikolojik’ olduğunu iddia
ediyor. Doğa savunucuları ve bölge halkı ise doğayı ve geçim
araçlarını yok eden altın madenine karşı olduklarını
söylüyor

Koza Altın Şirketi tarafından Bergama Kozak
Yaylası’nda işletilen altın madeni ile ilgili bilirkişi keşifleri
22 Haziran günü yapıldı. Prof. Dr. Turgut Tüzün, Prof. Dr. Barış
Mater ve Prof. Dr. Ahmet Hakan Onur’un bilirkişi olarak katıldığı
keşif sırasında 1 ve 2 No’lu ocaklar, nebati toprak depolama alanı,
pasa depolama alanı, sondaj kuyuları ve kanal çalışma alanları
görüldü.

‘Sonuna kadar kar edeceğiz’ />Koza Altın Şirketi’nin avukatı Dine Bekişoğlu, işletmenin
çalışmalarının kanuna uygun bir şekilde yürütüldüğünü ifade
etti. Altın aramanın iki ocakta olacağını ve 1,5 - 2 ay süreceğini, bu
nedenle ekosisteme herhangi bir zarar vermeyeceğini iddia eden Bekişoğlu,
bölgeye mevcut ulaşım yolunun iş makinalarınca bozulamayacak kadar bozuk
olduğunu belirtti. Bekişoğlu son olarak şunları söyledi: “Biz
ekonomik faaliyetlerde bulunan bir şirketiz. Kar edebileceğimiz maden
bölümünü çıkarmamamız mümkün değildir. Çünkü şirket kar
edebilecek son imkana kadar madeni işletecektir.”

/>Ağacın psikolojisi bozulmuş
Bölgede yaşayan ve bölgede
meydana gelen tahribatı anlatan Hüseyin Evran, büyük bir doğa tahribatı
yaşadıklarını ifade etti. İki yıldır tek geçim kaynakları olan çam
fıstığı ağaçlarının ürün vermediğini, ürün alabildiklerinin de
ürün kalitesinin düşük olduğunu belirtti. Hüseyin Evran’ın iki
yıldır çam fıstığı alamıyoruz açıklamasına avukat Dine
Bekişoğlu’nun cevabı, “Psikolojik olabilir” oldu. />
Evran, 1 No’lu sondajın olduğu yerde yıl boyunca ikamet eden
ve geçimlerini hayvancılık ve bölgedeki çam ağaçlarından toplanan
fıstıkla sağlayan insanların olduğunu belirtti.

Avukat Arif
Ali Cangı, işletmenin doğal hayatı yok ettiğini, iş makinelerinin
çıkardığı toz ve egzoz gazının ormana zarar verdiğini, ocak
derinliklerinin arttıkça yeraltı sularının düzeyinde ve kalitesinde
düşmeye neden olduğunu ifade etti. Ayrıca cevherde bulunan ağır
metallerin ÇED raporunda eksik bırakıldığını sözlerine ekleyen
Cangı, maliyet hesabının sadece cevherin değeri üzerinden
yapıldığını cevher çıkarımı sırasında yaratılan toplumsal
zararın göz önünde bulundurulmadığını belirtti. İşletmenin
yarattığını söyledikleri istihdamın geçici olduğunu vurgulayan
Cangı, bölgenin en önemli geçim kaynağı olan çam fıstığı
ağaçlarının yok ediliğini söyledi.

‘Bu toprakta bir
şey yetişmiyor’

Yukarıbey Köyü azası Nail Şen, keşif
sırasında, daha önceki maden çalışmasından kalan toprak birikintisini
göstererek şunları söyledi: “Siyanürle altın arıyorlar, geriye
üzerinde hiçbir şey yetişmeyen bu toprak kalıyor.”
/>Halk, altın madenine karşı
Bölge halkı, yerleşim
yerlerinin şirketin faaliyet göstereceği alan içinde kalacağı ve bu
nedenle evlerinin ve işlerinin ellerinden alınacağını söylüyor.
Bölgedeki köylerde yaşayanların tamamı şirketin altın arama
faaliyetlerine karşı olduklarını belirtiyor.

Kaynak:
sendika.org

Devrimci müzisyen Kazım Koyuncu anılıyor

Devrimci müzisyen Kazım
Koyuncu anılıyor

"Ben bir müzisyenim, ondan sonra biraz
Karadenizliyim, ama hepsinin ötesinde ben bir devrimciyim. Ve gerçekten
doğru bildiğim bir şeyi en azından çok zorlanırsam ortaya koymaktan
çekinmem" diyen “Dina K’ak’i” lakaplı Kazım
Koyuncu, ölümünün 7. yılı geride kalırken, her yönüyle anılacak. O,
dağların çocuklarına devrimci selam gönderen ezgilerin de unutulmaz sesi
aynı zamanda.

Lazca müziğe aşina kulaklar yakından
tanır Dina K’ak’i'yi. Müziği kadar karakteriyle ve
duruşuyla da önemli bir yer edinmiştir sevenlerinin gönlünde. 33
yaşında kansere yenik düşen Koyuncu'nun hayata veda edişinin 7.
yılı geride kaldı. 25 Haziran 2005’te yaşamını yitiren
“denizin çocuğu”, dağların çocuklarına devrimci bir selam
gönderen ezgilerin de unutulmaz sesi. Koyuncu için ölümünden bugüne
Dünya Horon Günü etkinlikleri düzenleniyor. Kendisinin de ön ayak
olduğu bu proje href="http://www.kazimkoyuncu.com">www.kazimkoyuncu.com sitesi
tarafından yürütülüyor.

Ölümünün ardından bile
ezgileri halen en sevilenler arasında yerini korumaya devam eden Koyuncu
için İstanbul ve Ankara başta olmak üzere birçok yerde etkinlikler
gerçekleştirilecek. Ankara’da Yüksel Caddesi’nde 25
Haziran’da düzenlenecek bir dizi etkinlikle anılacak. Şair Ahmet
Telli, Mehmet Özer’in de yer alacağı etkinliğe Koyuncu
hayranlarının yoğun katılım sağlaması bekleniyor.
/>‘İNSANLIĞA AİT HERŞEYİ YOK ETTİLER’

Devrimci
duruşu ve yaşamıyla bütünleşen sanatıyla halkların kardeşliğinden
yana kimliğiyle ön planda olan Koyuncu’nun şu sözleri aynı zamanda
Türkiye gerçeğinin de bir tezahürü: “Kürt’üm dedim, hadi
lan bölücü dediler. Laz’ım dedim, hadi lan devşirme Rum dediler.
Çerkes’im dedim, hain Ethem’in torunları dediler.
Alevi’yim dedim, dinsiz Kızılbaşlar dediler. Ezidi’yim dedim,
Yezid’in pis soyu dediler. Arap’ım dedim, pis yobazlar dediler.
Ben dedikçe onlar da bir şeyler dedi. İnsanım diyecektim ama insanlığa
ait her şeyi yok ettiler…”

HER ŞEYE RAĞMEN
ŞARKILAR SÖYLEDİK…

Enternasyonalist müzisyen
Koyuncu’nun hayatını kaybettiği dönemde söylediği yaşama dair
şu sözler ise halen hafızalardaki yerini koruyor: "Güzel yüzlü
çocuklara, Donkişotlara, ateş hırsızlarına, Ernesto Che Guevara'ya,
her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan
şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz. Kötü şeyler gördük.
Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini,
kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan
köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan
anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci
çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde
şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya…"

MÜZİK
YAŞAMI

1992 yılında 20 yaşındayken kurduğu Grup Dinmeyen ile
birlikte profesyonel müzik serüveni başlayan Koyuncu, 1993’te ise
Zuğaşi Berepe (Denizin Çocukları) adlı Laz rock müzik grubunu kuranlar
arasında yer alıyor. “Bir şey ürettim ben, üç beş kişilik
değil, sevgi denen şey herhalde. Bütün dünyanın, bütün toprakları
hepimizindir. Bütün şarkılar, dünyadaki tüm insanlarındır, tüm
topraklar da memleketimizdir” diyen Koyuncu, sosyalist ve devrimci
bakış açısıyla yoğurduğu Laz halk ezgilerinin unutulmaz isimlerinden.
Lazca rock yapma iddiası ile Zuğaşi Berepe grubuyla yola çıkan Koyuncu,
1995'te Va Mişkunan (Bilmiyoruz), 1998'de İgzas (Gidiyor) adlı
albümlerde yer aldı. 1999 grubun dağılmasıyla birlikte
Koyuncu’nün 3 solo albümü bulunuyor.

Salkım Söğüt
adlı projelerin ikincisinde 3 şarkıyla yer alan Koyuncu 2001’de
“Viya” adlı ilk solo albümünü çıkardıktan sonra iki
televizyon dizisinin müziklerine de imza attı. Koyuncu, 2004 yılında
çıkardığı “Hayde” adlı albümüyle daha geniş hayran
kitlesine ulaşırken, Laz müziğinin de popülaritesini arttırdı. Büyük
beğeni toplayan ve kendisinin de öncülük ettiği Hey Gidi Karadeniz
konserler dizisinde Fuat Saka, Volkan Konak ve Bayar Şahin ile birlikte
konserler verdi. Ölümünden sonra 16 şarkının 4’ü konser kaydı,
4’ü demo kayıt, geri kalanı ise farklı albümlerde yer alan
“Dünyada Bir Yerdeyim” albümü Halkevleri tarafından Ocak 2007
yayınlandı. Bu albümün geliriyle Kazım Koyuncu Kültür Merkezi
çalışmaları başlamış ve halen çeşitli atölye çalışmalarıyla
katılımcılarına ücretsiz eğitimler vermeye devam ediyor. 2008 yılında
Koyuncu'nun hayat hikâyesinin yanı sıra bir kısmı hiçbir yerde
yayınlanmamış görüntülerle anlatılan "Şarkılarla Geçtim
Aranızdan" belgeseli de yayınladı.

'DİNA
K'AK'İ' LAKABI

Dina K'ak'i, Lazca bir terim.
Kâzım Koyuncu’nun lakabı. Dina; iyi, yüce, önemli insan anlamına
geliyor. K'ak'i ise, Kâzım’ın küçük kardeşi
Niyazi’nin, Kâzı m diyemeyip ona K'ak'i demesinden ileri
geliyor. Ailesi, yakınları, dostları ona bu isimle hitap etmeye
başlıyor.

ÇERNOBİL’DEN HES’LERE

Çevre
sorunlarına da duyarlı bir sanatçı olan Koyuncu. Çernobil nükleer
faciası nedeniyle Karadeniz’de yaygınlaşan kanser hastalığının
mağdurlarından aynı zamanda. Karadeniz Sahil Yolu inşaatına karşı
Rize’nin Fındıklı ilçesinde düzenlenen eylemlere destekte bulunan
Koyuncu’nun yer aldığı çevre mücadelesi halen sürüyor. Bugün
Karadeniz’de Sinop nükleer santral ve Rize Çamlıhemşin’de
bulunan doğa harikası Fırtına Vadisi de HES tehlikeleriyle karşı
karşıya.

BİYOGRAFİ

Artvin'in Hopa ilçesine
bağlı Sugören Köyü'nde 7 Kasım 1971 tarihinde doğduğu belirtilen
ancak nüfusa geç kaydedildiğinden dolayı resmi doğum tarihi 10 Mayıs
1972 olan Koyuncu, müziğe ortaokul birinci sınıfta mandolin çalarak
başladı. Çocukluğu, "üstadım" dediği, "Kemençeci
Yaşar" lakabı ile tanınan Yaşar Turna'nın yanında türkü
dinleyerek geçen Koyuncu, İstanbul'a üniversite eğitimi için
geldikten sonra müzikle yoğun olarak uğraşmaya başlamışsa da İstanbul
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden siyasi nedenlerle
ayrıldı. 1992 yılında profesyonel müzik hayatına giriş yapan Koyuncu,
2004'ün sonlarında akciğer kanseri teşhisi konulmuş ve kanser
tedavisi görmeye başlamıştı. Koyuncu, 25 Haziran 2005'de, tedavi
gördüğü hastanede yaşamını yitirdi.

Kaynak:
ANF

'Yarın sizin başınıza da gelir, unutmayın'

'Yarın sizin başınıza da
gelir, unutmayın'

Galatasaray'da
Vicdan Nöbeti'nin 6'ncısını gerçekleştiren İş Cinayetlerinde
Yakınlarını Kaybeden Aileler, kendilerinin, avukatların, sendikaların
fikri alınmadan hazırlanan İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası'nın
meşru olmadığını vurguladı. Hala işçilerin öldüğün vurgulayan
aileler, "Gelin yanımıza oturun, yarın sizin başınıza da
gelebilir. Unutmayın" dedi.

Vicdan Nöbeti 6. Hafta 7 id="news_main_photo"
src="http://media.etha.com.tr/images/2012/06/24/cache/etha-20120624-vicdan-nobet-6-hafta-9_display.jpg"
/>

İş Cinayetlerinde Hayatını Kaybedenlerin ve Yaralananların
Yakınları, Galatasaray Lisesi önünde Vicdan Nöbeti eyleminin
6'ncısını gerçekleştirdi. Nöbetin bu haftaki konusu 20 2008'de
20 işçinin yaşamını yitirdiği Davutpaşa'da meydana gelen
patlamaydı.

Aileler adına Davutpaşa'daki patlamada kardeşini
kaybeden Hakkı Güleç, geçtiğimiz haftanın da işçiler ve yakınları
bakımından kötü bir hafta olduğunu kaydetti.

'ASIL SORUN
UYGULAMADA'

Adı "işçi sağlığı" değil, "iş
sağlığı-güvenliği" olan yasa tasarısının Meclis'te
görüşüldüğünü ve geçtiğini hatırlatan Güleç, "Mesele tek
başına yasal mevzuat edğil. Mevcut olanı uygulamayan, işçi lehine yeni
yasal düzenleme yapabilir mi?" diye sordu.

Yasanın hazırlanış
sürecinde, felaketleri yaşamış olan ve adalet mücalesini sürdüren
ailelerin ve avukatların görüşlerine başvurulmadığını belirten
Güleç, bu nedenle yasanın meşru olmadığını vurgladı.

GÜLEÇ:
NESİ YENİ BU YASANIN?

Yetkililerin söz konusu yasayı
"İşçinin tehlikeli bulduğu işi yapmama hakkını getiriyoruz.
İşveren, iş güvenliği ve sağılğı için işçinin görüşlerine
başvuracak" gibi süslü sözlerle anlattığını aktaran Güleç,
"Doğru değil. Mevcut yasal mevzuatta da vardır. Ve böyle diyecek
işçinin hemencecik kapının önüne konuluğunu biliyoruz. Nesi yeni
bunun?" dedi. Güleç, yasanın görüşüldüğü sırada Meclis
bahçesinde yaşanan iş kazasında bir işçinin yaşamını yitirdiğini
hatırlattı.

'DAVAMIZ BU ÜLKEDE YAŞAYAN HERKESİN
DAVASI'

İş cinayetlerinde yakınlarını, sevdiklerini
kaybedenler olarak, başka canların yanmaması için adalet mücadelesini
sürdürdüklerini vurgulayan Güleç, "Davamız bu ülkede yaşayan
herkesin davası" diyerek, yeni işçilerin ölmemesi için destek
vermeye çağırdı.

Hakkı Güleç, Vicdan Nöbeti'ndeki aileler
ve yaşamını yitiren tüm işçilerin aileleri adına şu talepleri
sıraladı:

-28 Nisan tüm dünya ülkelernide oluduğu gibi "İş
Kazalarında Hayatını Kaybedenler için Anma/Yas Günü" ilan
edilsin.

-Davalarda, sorumluların yargılanmasına mani olan idare
mercilerin bu tutumunu terk etmesini istiyoruz.

-İş Sağlığı ve
Güveniliği Yasası'nın yeniden görüşülmesini, sendikaların,
meslek odalarının ve biz aileler ve avukatların gönerisi doğrultusunda
değiştirilmesini istiyoruz.

-İş kazasında hayatını kaybedenlerin
aileleri, sosyo-ekonomik haklar bakımından yaşamını yitiren asker
ailelerine tanınan haklardan
yararlandırılsın."

'BAKMAYIN, GELİN YANIMIZA
OTURUN'

Özel bir televizyonda çalışan gazeteci Gülcan
Karadağ, eylem yerinde aileler ile röportaj yaptı. İlk olarak
Davutpaşa'daki patlamada eşini kaybeden İdris Çabuk, Karadağ'ın
sorularını yanıtladı. Patlamadan nasıl haberdar olduklarını, o anda
neler yaşadıklarını ve sonrasında verdiklerini mücadeleli anlatan
Çabuk, "Artık son olsun diye isyan bayrağı çektik ve ogünden beri
adelet mücadelemizi sürdürüyoruz. Ama ne yazık ki etkili olamadık.
Bizden sonra OSTİM'de yaşanan patlama işçileri ailelerinden kopardı.
En son bir kaç gün önce Eskişehir'de, Ankara'da işçiler öldü.
Karşımızda şimdi bizi izleyenlerinde de bu başarısızlıkta payı var.
Bakmayın, gelin yanımıza oturun, yarın sizin başınıza da gelebilir.
Unutmayın" diye konuştu.

Avukat Nermin Kaplan ise, dava
sürecinde yaşanan hukuksuzluklara ve gelinen aşamaya dikkat çekti.
Patlamadan 2 yıl sonra davanın açıldığını hatırlatan Kaplan,
İçişleri Bakanlığı'nın İstanbul Büyükşehir ve Zeytinburnu
belediye başkanları hakkında soruşturma izni vermediğini hatırlattı.
Kaplan, itirazları sonucu sadece Zeytinburnu Belediye Başkanı Murat Aydın
hakkında soruşturma izni verilmesini sağladıklarını
kaydetti.

"Bu 20 insanın öldüğü 100'ü aşkın insanın
yaralandığı bir vaka" diyen Kaplan, 4 yıldır davanın
sürdüğünü hatırlattı ve Zeytinburnu Belediye Başkanı Aydın
hakkında iddianame hazırlanmasını beklediklerini ifade
etti.

Kaynak: ETHA

1.5 milyon işyerinde işçi 2 yıl daha ölebilir / Atilla Özsever

1.5 milyon işyerinde işçi
2 yıl daha ölebilir / Atilla Özsever

İş Sağlığı ve
Güvenliği Kanunu, önceki gün gece yarısı Meclis’te kabul edildi.
Yasa, iş sağlığı ve güvenliği konusunda işverenlere ve devlete
çeşitli yükümlülük ve yaptırımlar getirmekle birlikte 50’den az
işçi çalıştıran işyerlerindeki uygulama tarihini iki yıl sonraya
erteliyor.

Yasanın iş sağlığı ve iş güvenliği hizmetleri
ile ilgili 6. maddesi, hizmetlerin Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı’nca desteklenmesiyle ilgili 7. maddesi ve işyeri
hekimleriyle iş güvenliği uzmanlarının görevlerini ilgilendiren 8.
maddesi, kamu kurumlarıyla 50’den az işçi çalıştıran ve az
tehlikeli sınıfta yer alan işyerleri için 2 yıl sonra yürürlüğe
girecek.

Oysa ülkemizde işyerlerinin yüzde 98’i,
50’den az işçi çalıştıran işyerleridir. Bu işyerlerinde
çalışan işçi sayısı da 7 milyondur. Yani, şimdi burada çalışan
işçiler, iki yıl içersinde iş kazasına uğrayabilir, ölebilir çünkü
yasanın öngördüğü iş güvenliği hizmetleri ancak iki yıl sonra
yürürlüğe girecektir.

Bizzat Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı Faruk Çelik, yasa TBMM’de görüşülürken komisyonda
yaptığı konuşmada şunları söylemiştir:

“1 milyon 436
bin işyerinin sadece yüzde 2’si, yani 28 bini, 50 ve daha fazla
işçi çalıştıran işyerleridir. 1 milyon 398 bini, 50’nin altında
işçi çalıştıran işyerleridir. 11 milyon işçimizin yaklaşık 7
milyonu, yani yüzde 62’si bu işyerlerinde çalışmaktadır. Bu
büyük bir rakamdır. İş kazalarının yüzde 57’si de 50’nin
altında işçi çalıştıran işyerlerinde olmaktadır. Bizim amacımız
bir ya da 10 işçi de çalışsa, 1000 işçi de çalışsa bütün
işyerlerinde iş güvenliği hizmetlerini yerleştirmek, işyeri hekimi ve
iş güvenliği uzmanı istihdam etmektir.”

Bakan Çelik,
Meclis komisyonunda bunları söylemesine rağmen büyük ölçüde
işverenlerin baskısıyla 50’den az işçi çalıştıran
işyerlerindeki iş güvenliği önlemleri iki yıl sonraya ertelendi.
İşyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı çalıştırılması
yükümlülüğü de, yine iki yıl sonraya kaldı.

Yasa tasarı
halinde iken, 50’den az işçi çalıştıran işyeri ibaresi yoktu, 1
ile 9 çalışanı bulunan işyerlerinden çok tehlikeli sınıfa girenlerle
ilgili iş güvenliği hizmetlerinin iki yıl sonra yürürlüğe gireceğine
dair bir hüküm vardı.

Yasanın yürürlük maddesine, sadece
50’den az işçi çalışan işyeri ibaresini değil, aynı zamanda
kamu kurumları da eklendi. Yani kamu kurumlarındaki iş güvenliği
hizmetleri de, iki yıl sonraya kaldı. Oysa daha geçenlerde hem de
Meclis’in atık su gideri inşaatında çalışan bir işçi, iş
kazası sonucu ölmüştü. Üstelik bu yasa TBMM’de görüşülürken
iş kazalı ölüm meydana gelmişti…

AB istatistiklerine
göre, Türkiye’de iş kazası sonucu ölen işçilerin oranı AB
ortalamasının 7 katı. Ülkemizde günde 172 iş kazası meydana geliyor.
Türkiye, iş kazalarında Avrupa 1’incisi, dünya
3’üncüsü.

Yine ülkemizde son 15 yılda 17 bin 518
işçi, iş kazası sonucu öldü. Sadece 2011 yılında 1.563 işçi, iş
kazasında hayatını kaybetti, bu ölümlerin 28’i de çocuk işçi
olarak kayda geçti. Artık daha başka ne diyelim???

Kaynak:
Yurt

İŞ SAĞ, İŞVEREN SELAMET! PEKİ, YA İŞÇİ?

İŞ SAĞ, İŞVEREN
SELAMET! PEKİ, YA İŞÇİ?

İŞ SAĞ,
İŞVEREN SELAMET! PEKİ, YA İŞÇİ?

İş Sağlığı ve
Güvenliği Yasa Tasarısı ölümlü kazaların art arda yaşanmasından
sonra aceleyle TBMM‘ye sevk edilerek 19 Haziran 2012 gecesinde
yasalaştı. Yasa, Cumhurbaşkanının onaylamasını takiben ağır
tehlikeli işlerde 1 yıl, az tehlikeli işlerde 2 yıl sonra yürürlüğe
girecek.

Yasanın TBMM Genel Kurulu‘na sevki sürecinde
gösterilen telaşın uygulamada yerini ertelemeci bir tutuma terk etmesi
hükümetin ve yasa koyucunun niyetleri konusunda haklı olarak bir takım
kuşkular doğuruyor. Yasa dikkatli bir gözle incelendiğinde soruna
"çözüm sunan" değil, "yasak savan" bir anlayışla
kaleme alındığı apaçık bir biçimde görülmektedir.

Bu
yasanın uygulanma olanağı yoktur. Çünkü bu yasa derli toplu,
bütüncül bir ulusal politikaya dayanmamaktadır ve uygulanabilmesi için
kurumsal destek ve sistemden yoksundur. Hatta yasa, şu anda uygulanmakta
olan mevzuat ve yargı içtihatlarının gerisindedir. Yasadaki kavramlar ete
kemiğe büründürülmemiş; Bakanlığın keyfiyeti ile çıkarılacak
yönetmeliklere havale edilmiştir.

Bu yasa ile Bakanlık anayasal
denetim görevinden feragat etmiştir.
Oysa bugüne kadar hukuksal
metinlerde söz konusu yasadan daha yeterli düzeyde koruyucu hüküm
bulunmasına karşın, iş cinayetlerinin artarak devam etmesinin nedeni
Bakanlığın denetim ve gözetim sorumluluğunu fiili olarak yerine
getirmemesiydi. Bugün ise bu sorumluluktan Bakanlık yasal olarak da
arındırılmıştır. Bakanlığın kendi açıklamalarına göre bugün
itibariyle kayıtlı 1.400.000‘in üzerinde işyeri ve Bakanlığın
denetimle görevli 300 müfettişi vardır. Bugüne kadar fiili olarak
feragat ettiği sorumluluktan bugün yasal olarak da kendini arındıran
Bakanlık, yalnızca ceza tahsilatı yönünden varlığını korumuştur.
Bunun anlamı ise, devletin kaza olan işyerlerinde ancak ceza tahsildarı
olarak varlığını gösterecek olmasıdır. Buradan çıkan sonuç,
devletin iş kazalarının önlenmesi doğrultusunda bir gözetim ve
denetiminin olmayacağı, yaşanacak iş kazası üzerinden gelir elde
edeceğidir.   

Bu yasa ile Bakanlık denetim görevinden
feragat ederken, sorumluğu iş güvenliği uzmanlarına ve işçiye
yüklemiştir. Yasaya göre, iş güvenliği uzmanları "ortak iş
sağlığı ve güvenliği birimi"nin işçisi olup, işyerlerine bu
birimlerce kiralanacaklardır. Yasada hiçbir güvence ve yetki verilmeyen
iş güvenliği uzmanları, tıpkı işyerinde çalışan diğer işçiler
gibi iş güvencesinden yoksundur. Bu yasada iş güvenliği uzmanları, hem
"ortak iş sağlığı ve güvenliği birimi"ne hem de
görevlendirildiği işyerinin işverenine karşı sorumludur. Kendi iradesi
ve işyerinde çalışanların onayı olmaksızın işyerlerinde
görevlendirileceklerdir. Güvencesiz çalışan ve adına iş güvenliği
uzmanı denilen ama aslında kiralık bir işçinin, işyerinde koruyucu
önlemler alınması için işveren üzerinde kendiliğinden etkili bir güce
sahip olması düşünülemez. Bu yasa, çalışanların tehlikeden
korunması için önlemlerin alınmasında etkili bir araca sahip değildir.
İş güvenliği uzmanları sorumluluk yönünden bir araç haline
getirilmiş ve "ihmal" kavramı ile işçiye verilen zarardan
sorumlu tutulmuşlardır. Bu yasa ile iş kazasından doğan tazminat
yükümlülüğü ve ceza sorumluluğu hak ve yetkiden yoksun mühendis ve
mimarlara yüklenmiştir.

Çalışanları temsil eden sendikalar bu
yasanın bir bileşeni değildir. Çalışanlar da yasanın isminden
anlaşılacağı üzere özne değildir. En kutsal hakların başında gelen
yaşama hakkı işçilere seçimlik hak olarak sunulmuştur. Yasa,
"ölmek ya da sakat kalmak istemiyorsan işini bırak" diyerek
"Kırk katır mı? Kırk satır mı?" misali "çalışma
hakkından feragat et" demektedir. İnsan onuruna yaraşır biçimde
çalışma hakkının sağlanması devletin en önemli ödevleri arasında
yer almasına karşın, devlet bu ödevini de taşeronlaşma ile uzun
zamandan bu yana piyasanın insafına terk etmiştir. İnsanlar evine
ekmek götürmek için hem sosyal haklar verilmeden hem de güvenliksiz
işyerlerinde ölümüne çalışırken, bu insanlara "önlem almayan
işverene karşı iş akdini feshetme hakkının olduğunu" söylemek,
olsa olsa çalışanlarla alay etmenin yasal ifadesidir.

Bu yasa
ile "işçi sağlığı ve güvenli ortamda çalışma hakkı"
üzerinden yeni bir sektör yaratılmış ve bu sektörün kölesi olarak da
mühendis-mimar ve hekimler belirlenmiştir. Ancak bilinmelidir ki; mühendis
ve mimarlar, insan haklarına uygun tarzda ihdas edilmeyen bu yasanın
gönüllü aleti ve kölesi olmayacaklardır.

Korkarız ki;
önümüzdeki dönem bu alanda çok daha ciddi acıların yaşanacağı ve
kayıpların devam edeceği görülecektir.

Yaşanacak iş
cinayetlerinin sorumlusu; çalışma alanlarında kaza olmaması, meslek
hastalıklarının gelişmemesi için çaba harcayan mühendis, hekim ve
teknik elemanlar değil, işverenler ve gerçek sorunu görmezden gelerek bu
haliyle yasanın çıkmasını sağlayan hükümet yetkilileri ve Bakanlık
bürokratları olacaktır. Bu sorumluların yanında yasayı onaylayan
Cumhurbaşkanının da manevi sorumluluğu büyük olacaktır.

Özet
olarak, piyasacı bir anlayışla çıkarılan bu yasanın, ülkemizde
yaşanan iş cinayetlerini önlemekle uzaktan yakından bir ilgisi
bulunmamaktadır.

 

Mehmet Soğancı />TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı

Her üniversiteye CEO

Her üniversiteye
CEO

Kurulduğu günden bugüne kadar üniversitelerde
piyasalaştırmanın önünü açan Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK), yeni
piyasalaştırma uygulamaları için düğmeye bastı. Üniversitelerin
yönetiminde artık CEO'lar yer alacak.

Burjuva medya
tarafından “devrim niteliğinde bir çalışma” olarak
nitelendirilen yeni sisteme göre üniversiteleri profesyonel şirket
yöneticileri idare edecek. Bu düzenleme, yeni dönemde öğrenci
gençliğin her alanda piyasalaştırma uygulamalarıyla karşı karşıya
kalacağına işaret ediyor.

Düzenlemeye göre; öğretim
üyeleri arasından seçilen adaylar artık üniversitelerde rektör
olamayacak, bunu yerine üniversiteleri 'profesyonel soyguncular'
yönetecek.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül yaptığı
açıklamada, “çift rektörlü yeni üniversite modelini”
açıkladı. Her üniversiteye biri akademik, diğeri idari iki rektör
öneren Gül, “O yöneticilerin, üniversiteleri başarılı
şirketlerin yöneticileri gibi idare etmesi lazım” dedi. Sermaye
devleti ve onun kurumu YÖK'ün, üniversiteleri piyasanın hizmetine
açma adımlarından birinin daha atılacağının mesajı verildi.

class="news">Kaynak: kizilbayrak.net

Alan Turing 100 yaşında

Alan Turing 100
yaşında

alt="" class="imagecache imagecache-haber_resmi_v4 imagecache-default
imagecache-haber_resmi_v4_default" height="250"
src="http://haber.sol.org.tr/sites/default/files/imagecache/haber_resmi_v4/images/alan_turing.jpg"
title="" width="560" />

Bilgisayar Bilimleri'nin
temellerini inşa eden en önemli isim olarak sayılabilecek Alan Turing 23
Haziran 1912'de doğmuştu. Bu matematikçi, bugünkü modern
bilgisayarların düşünsel temelini atmanın yanı sıra şaşırtıcı
sayıda farklı bilim alanında kuramlar geliştirdi.

23
Haziran 2012 Bilgisayar Bilimleri'nin teorik temellerini inşa eden bilim
insanı olarak gösterilebilecek Alan Turing'in 100. doğum
yıldönümü. Alan Turing, biraz daha geniş çerçevede Cebir ve Sayılar
Kuramı, Hesaplama Kuramı, Yapaz Zeka, Kriptoloji ve Zihin Felsefesi
alanlarında önemli ileri sıçrayışlara neden olmuştur.

Alan
Turing'in 1950'de kaplan desenlerinin ve leopar lekelerinin
oluşumuna dair öne sürdüğü teori, bu senenin Şubat ayında deneysel
verilerle de gösterilmesinin ardından tekrar gündeme gelmiştir.
Böylelikle Turing'in genetik ve biyoloji alanında da önemli bir katkı
sağladığı, ancak bu sene anlaşılmıştır.

Turing
Makinesi

Turing, bilgisayarın hesap yapabilmesinin teorik
sınırlarını çizebilmek amacıyla, hücrelerden oluşan sınırsız
bellek, okuma ve yazma kafası olan ve her seferinde bir hücre sağa veya
sola giderek hücredeki sembolü okuyan ve/veya hücreye bir sembol yazan
makine hayal etmiştir. Bu makine program adı verilen ve 'bir hücre
sağa git ve 1 yaz', 'sola git o hücreyi oku, eğer 0 ise tekrar
sola git' benzeri komutlardan oluşan bir komut seti ile verili bir
fonksiyonun çıktısını şerit üzerinde sembollerle kodlanmış olarak
yazılı verili girdiler için hesaplayabilecektir. Turing'in adı ile
anılan bu soyut makinenin hesaplayabileceği fonksiyonlar ve
hesaplayamayacağı fonksiyonlar, günümüzdeki modern bilgisayarın
(işlemcisi, hafizası, vb. ne olursa olsun) sınırlarını çizmektedir.
Bir fonksiyonun Turing makinesi ile hesaplanabilmesi o fonksiyonun bilgisayar
ile hesaplanabilmesi demektir. Aynı şekilde bir fonksiyonun Turing makinesi
ile hesaplanamaması o fonksiyonun bilgisayar ile hesaplanamaması demektir
(Turing'in 1936'da geliştirdiği bu makinenin bir benzerini aynı
senede, 1936'da, bağımsız olarak başka bir matematikçi, Emil Post da
düşünmüştür). 1936 yılında henüz somut olarak bir bilgisayar
tasarlanıp, geliştirilmemiştir.

turing_makinasi.jpg height="300"
src="http://haber.sol.org.tr/sites/default/files/fotograf/turing_makinasi.jpg"
width="400" />

Turing'in tasarladığı kriptanaliz
makinesi

Alan Turing 1939'da Almanya'nın
İngiltere'ye savaş açmasından hemen sonra kriptanalist olarak
çalışmaya başladı. Almanların Enigma adlı kriptosistemini kırabilmek
için geliştirdiği 'Bomba' adlı makine, ilk tamamamen otomatik kod
kırma makinesi oldu. İlk Bomba 18 Mart 1940’ta kuruldu. Savaş
sonunda ise operasyonda ikiyüzün üzerinde Bomba makinesi vardı.
Turing'in o zaman için oldukça karmaşık bir kriptosistem olan Enigma
şifresini kırmasının savaşın gidişhatını etkilediği belirtilir.
Bomba genel amaçlı (evrensel) bir bilgisayar değildir ancak bu pratik
çalışmalar, teorik çalışmaları ile içiçe ilerlemektedir.

alt="800px-bombe-rebuild.jpg" height="375"
src="http://haber.sol.org.tr/sites/default/files/fotograf/800px-bombe-rebuild.jpg"
width="500" />
Bomba'nın günümüzde yeniden inşa edilen hali

Makineler düşünebilir mi?
1950'lere
gelindiğininde modern bilgisayarların ilk örnekleri ortaya çıkmıştır.
Alan Turing 1950'de bu kez şu soruyu sorar: 'Makineler
düşünebilir mi?' Turing bu soruyu cevaplamak için
'düşünmenin' ne demek olduğunu tanımlamak gerekir diye
düşünür ve Turing testini öne sürer. Turing testi şöyle bir
düzenektir: Bir insan yargıç konumundadır ve bir başka insan ve bir
makine ile ayrı ayrı diyalog halindedir. Bu üç tarafta birbirini
görmemekte ve iletişimlerini sadece metin alışverişi şeklinde
yapmaktadırlar. Eğer yargıç makine ile girdiği diyalog sonucunda
makinenin insan olduğuna hükmederse, makine testi geçmiş demektir ve
insan gibi düşündüğüne hükmedilir.

turingtest.jpg height="396"
src="http://haber.sol.org.tr/sites/default/files/fotograf/turingtest.jpg"
width="400" />

Turing Testi bugün Yapay Zeka'nın temel
yapıtaşlarından bir tanesidir.

Kaynak:
sol.org.tr

 

Suriye ve Türkiye’nin İşbirlikçiliği/Eren Buğlalılar/haberfabrikası

Suriye ve Türkiye'nin
İşbirlikçiliği/Eren
Buğlalılar/haberfabrikası

 

style="margin: 0px 0px 20px; padding: 7px 0px 15px 16px; width: 676px; ">
style="text-align: left;margin: 0px; padding: 0px; font-size: 22px; "> style="font-size:14px;">Suriye ve Türkiye’nin
İşbirlikçiliği

href="http://www.haberfabrikasi.org/s/?p=20047" rel="bookmark" style="margin:
6px 0px 10px; padding: 0px; color: rgb(41, 41, 41); text-decoration: none;
outline-style: none; font-size: 28px; float: left; clear: both; width: 676px;
" title="Permanent Link to Suriye ve Türkiye'nin
İşbirlikçiliği">Ankara geçen sene bir
Costa Gavras filminin setine benziyordu. Ama bir fark vardı. Bu sefer
bütün ilgi çekici görüşmeler kameraların olmadığı yerlerde
yapıldı.  Önce o sıralar ABD Genelkurmay’ının İkinci
Başkanı olan James Cartwright Türkiye’ye geldi. Tarih 16 Mayıs
2011′di, emperyalistler Libya’yı işgal etmeye
hazırlanıyorlardı.  Cartwright bu ziyaretinde Libya halkına yönelik
katliamın yönlendirileceği bir genel merkez haline gelecek İzmir NATO
üssünü de ziyaret etti.  Daha sonra, Temmuz ayında, ABD Dışişleri
Bakanı Hillary Clinton ve CIA Başkanı David Petraeus Ankara’ya
geldi.  Ardından ABD Başkan yardımcısı Joe Biden ve Savunma Bakanı
Leon Panetta’yı gördük.

class="entry" style="margin: 0px; padding: 0px; float: left; width: 676px;
overflow: hidden; clear: left; ">

style="font-size:14px;">Costa Gavras’ın
filmlerinden biliriz: “Özgür dünyanın liderleri” ülkemizi
sık sık ziyaret etmeye başlamışlarsa, katliam
yakındır.

style="font-size:14px;">Ülkemizi ziyaret eden bu
katillerin akıllarında ne vardı? Bölgedeki insan haklarının
geliştirilmesine yönelik planlar mı?  Güneş gözlüklü
korumaların doldurulduğu araçlarla gezen bu insanlar, katliam habercisi
akbabalardır.  Geçtiğimiz aylarda yayımlanan bir USAID raporunu
okumuş olanlar bu ziyaretlerin asıl amacını biliyorlardı:
“Birleşik Devletler organize suçlara, uyuşturucuya, nükleer
silahlara ve terörizme karşı Türkiye’yi bölgesel bir liderlik
üssü haline getirmek istiyor,” diyordu rapor açık
açık.  ABD’nin bu en kıymetli yeni-sömürgesinde yapılacak çok
iş vardı belli ki.

Bu emperyalist
katillerin yaptıkları ziyaretlerden sonra olan bitenlere bakacak olursak,
işler USAID’in planladığı gibi gidiyor.  Libya’ya
yönelik NATO müdahalesi konusunda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın
verdiği tepkilere bir bakalım.  28 Şubat 2011 tarihinde, Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan  href="http://www.youtube.com/watch?v=BRPVeUGVo68" style="margin: 0px;
padding: 0px; color: rgb(22, 110, 150); text-decoration: none; outline-style:
none; font-weight: bold; ">şöyle demişti: “NATO,
Libya’ya müdahale etmeli midir? Böyle saçmalık olabilir mi ya?
NATO’nun ne işi var Libya’da? Bakın Türkiye olarak biz dedik
ki biz bunun karşısındayız. Böyle bir şey konuşulamaz, böyle bir şey
düşünülemez.”Bir aydan kısa bir süre içerisinde, artık ne olduysa, Başbakan
fikir değiştirdi
: “NATO Libya’nın Libyalılara ait
olduğunu tespit ve tescil için oraya girmelidir.”  style="margin: 0px; padding: 0px; font-weight: normal; ">Libya’yı
Libyalılara vermek için bir hayli dolambaçlı bir
yol.

style="font-size:14px;">Bu açıklamalardan sonra
Amerikalılar ve işbirlikçileri İzmir’deki NATO üssünü bir Kara
Kuvvetleri Komuta Üssü’ne çevirdiler. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya
yönelik emperyalist harekatlar artık buradan yönetilecekti. Ekonomik
krizden bir türlü doğrulamayan emperyalist ekonomiler Kuzey
Afrika’yı ve Ortadoğu’yu yağmalayarak ayağa kalkmaya
çalışacaklardı.

Libya operasyonu
henüz sona ermedi.  Cömert AKP hükümeti zor zamanlarında Libya
halkına  style="margin: 0px; padding: 0px; color: rgb(22, 110, 150); text-decoration:
none; outline-style: none; font-weight: bold; ">el uzatmaya devam
ediyor
AKP Libya’da yeni kurulacak işbirlikçi rejime 30 polis
arabası ve 6000 polis üniforması bağışladı ve Libya polisine eğitim
vereceğini söyledi.
 Zira konut, eğitim ve sağlık gibi
geleneksel insani yardımlar klişeleşmişti artık. Libya halkının
sömürülebilmesi ve ülkenin kaynaklarının yağmalanabilmesi için
sağlık ve eğitim yardımından çok, polis ve asker gibi halka boyun
eğdirecek silahlı mücadele mekanizmaların kurulması ve sermayenin
güvenliğinin sağlanması gerekiyordu. Yoksa yatırım gelmez
mazallah.

style="font-size:14px;">AKP Türkiye’de
“silahın devri geçti” diyerek Kürt hareketine boyun eğdirmeye
çalışırken, bir yandan da Libya halkını ezecek silahlı mekanizmaların
yaratılmasına el veriyor. Yardımsever Ekonomi Bakanı, TİKA yöneticileri
ve Libya’nın işbirlikçi Ekonomi Bakanı bu hediye vesilesiyle
basına samimi pozlar vermişlerdi. Artık yeni iş fırsatlarının
zamanıydı.

style="font-size:14px;">Türkiye’nin parlak
“komşularla sıfır sorun” demagojisinin Libya’lı ve
Suriye’li işbirlikçilere katliam desteği politikasına dönüşmesi
için bir aylık bir süre yetti. Çünkü emperyalist efendi “bölgesel
liderlik üssü”ne yeni talimatlar
verdi.

style="font-size:14px;">Bu yeni talimatların ilki ABD ve
Türkiye arasında 14 Eylül 2011 tarihinde imzalanan bir anlaşmayla geldi:
Malatya’nın Kürecik ilçesine bir ABD radar üssü kurulacaktı.
 AKP’nin yetkilileri bu radar üssünün ABD’ye değil de
NATO’ya ait olduğu yalanını yayarken, yandaş medya da
“ABD’li yetkililerin” Türk muhataplarına garanti
verdiğini söylüyordu. Güya radar üssünden elde edilen bilgi
İsrail’le paylaşılmayacaktı. Yalanın
kuyruklusu.

style="font-size:14px;">Bakalım  href="http://www.nytimes.com/2011/09/16/world/europe/turkey-accepts-missile-radar-for-nato-defense-against-iran.html?_r=1"
style="margin: 0px; padding: 0px; color: rgb(22, 110, 150); text-decoration:
none; outline-style: none; font-weight: bold; ">New York Times bu konuda
neler yazmış:

“ABD yetkilileri
Türkiye’deki radardan gelen verinin, diğer verilerle ve ABD’nin
füze tehditlerine ilişkin istihbarat değerlendirmeleriyle
birleştirilip… içlerinde İsrail’in de bulunduğu
müttefiklerle paylaştırılacağını
söyledi. Üst düzey bir
yetkili “bu bir ABD radarıdır” dedi.

style="font-size: 13px; margin: 0px 0px 15px; padding: 0px; line-height: 1.5;
text-align: justify; "> style="font-family: 'times new roman', times, serif; ">Yetkililer radarın İran’dan 435 kilometre uzaktaki bir Türk
tesisine yerleştirileceğini söyledi. Benzer bir Amerikan füze kalkanı da
İsrail’de faaliyette.”
style="font-size: 13px; margin: 0px 0px 15px; padding: 0px; line-height: 1.5;
text-align: justify; "> style="font-family: 'times new roman', times, serif; ">İsrail’le sözde atışmaların, Arap halklarının dostu
mavralarının altında, Türkiye’nin ABD’nin emperyalist
saldırganlığının maşası olduğu gerçeği yatıyor. The Guardian
gazetesinin yazarlarından biri  href="http://www.guardian.co.uk/commentisfree/2012/jan/17/syrians-support-assad-western-propaganda"
style="margin: 0px; padding: 0px; color: rgb(22, 110, 150); text-decoration:
none; outline-style: none; font-weight: bold; ">olan Jonathan
Steele Türkiye’yi Honduras’a benzetiyor. Bilindiği
üzere Honduras ABD’nin Nikaragua’daki devrimcilere karşı
yürttüğü katliamda bir üs olarak kullanılmıştı.  style="margin: 0px; padding: 0px; font-weight: normal; ">Ne büyük bir
utanç.

style="font-size:14px;">Eski bir CIA görevlisi
olan  style="margin: 0px; padding: 0px; color: rgb(22, 110, 150); text-decoration:
none; outline-style: none; font-weight: bold; ">Philip Giraldi’ye
göre
 “üzerinde bir işaret bulunmayan NATO savaş uçakları
Suriye sınırına yakın İskenderun şehrindeki Türk askeri üslerine
iniyor ve Muammer Kaddafi’nin cephaneliklerinden alınan silahlar
taşıyorlar.”

Yine The Guardian’da
yayımlanan  href="http://www.guardian.co.uk/world/2012/jun/22/saudi-arabia-syria-rebel-army/print"
style="margin: 0px; padding: 0px; color: rgb(22, 110, 150); text-decoration:
none; outline-style: none; font-weight: bold; ">bir başka yazı bu
konuda daha net:

style="font-size:14px;">“Silahlar
Türkiye’nin kuzey sınırından Özgür Suriye Ordusu’nun
liderlerine doğru akmaya başladı. Türkiye İstanbul’da
ÖSO’nun Suriye’deki liderlerine danışarak tedarik hatlarını
destekleyen bir komuta merkezinin kurulmasına izin verdi. Bu merkezde çoğu
Suriye uyruklu 22 kişinin çalıştığına inanılıyor.
Reyhanlı’dan yaklaşık 50 kasa tüfek ve mermi, büyük bir ilaç
kargosu Suriye’nin sınır köyü Altima’ya transfer
edildi.”

style="font-size:14px;">Türkiye uluslararası hukuka ve
ulusların kendi kaderini tayin hakkına aykırı bir şekilde, Suriye
devletine karşı Suriyeli teröristlerin hamiliğini, eğitimini,
silahlandırılmasını üstlenmiş durumda. Halklar silah bıraksın, ama
emperyalistler ve uşakları silahlandıkça
silahlansın.
 Kardeş bir halkın katledilmesinin
hazırlıkları ülkemizde yapılıyor. Uluslararası medya Suriye rejiminin
“mezalimine” odaklanmışken, Türkiye’de sivillerin
üzerine atılan bombalar, Kürt çocuklarına hapishanelerde yapılan
işkenceler, Türk polisinin rekor kıran işkence ve cezasızlık
kayıtları görmezden geliniyor.

style="font-size: 13px; margin: 0px 0px 15px; padding: 0px; line-height: 1.5;
text-align: justify; "> style="font-family: 'times new roman', times, serif; ">AKP’nin Dış İşleri Bakanı Türkiye’nin Suriye’ye
yapılacak bir askeri operasyon için hazır olduğunu iletti, tabii
NATO’lu “müttefikleri” de kabul ederse.
“ABD’den emir gelirse” demek istemiş
olmalı.

style="font-size:14px;">Suriye karasularında
düşürülen uçağa ilişkin yaratılan netamelerle birlikte ülkemizin
adım adım emperyalist bir saldırıda maşa olarak kullanılmasının
koşullarının hazırlandığını söyleyebiliriz.  style="margin: 0px; padding: 0px; font-weight: normal; ">Zaten Türk
askerinin düşük maliyeti, Amerikan generallerinin dikkatini daha önce
çekmişti.

 

* Bu yazının farklı bir
versiyonu daha önce MrZine’de
yayımlanmıştı.

kaynak:haberfabrikası