9 Mayıs 2010 Pazar

9 Mayıs 1978 Yıldız İDMMA katliamı

9 Mayıs 1978 Yıldız
İDMMA katliamı

9 MAYIS 1978 YILDIZ KATLİAMI
/>

9 Mayıs 1978 gecesi üç arabadan faşist militanlar tarafından
Beşiktaş Barbaros Bulvarındaki  İstanbul Devlet Mühendislik ve
Mimarlık Akademisi (YILDIZ) öğrencilerine dağılma saatinde yaylım
ateşi açıldı. Makine Fakültesi ikinci sınıfında olduğum
sırada gerçekleşen bu saldırıda sınıf arkadaşlarım Müjdat
Çelikyay ve Hasan Okut ile son sınıf öğrencisi Renan Eriş
öldüler. 30 yıl geçti. Onları bir kez daha saygıyla
anıyorum.

Anfi biçimindeki sınıfta 100 kadar öğrenci vardı. Tüm
gözlerde heyecan, gerilim ve hınç okunuyordu. Saat 23.00 idi.
Öğretici masasının çevresinde toplanan 20-30 kişi arasında
ben de vardım. Amacım masada oturan kişinin elindeki radyoyu yakından
dinleyebilmekti. Saat başı sinyali verildiğinde yanımda duran uzun
yüzlü, zayıf kumral biri elini kaldırarak bağırdı:

-Arkadaşlar susalım, haberler verilecek!

Bir uğultu oldu, sonra sesler çabucak kesiliverdi. Herkes soluğunu
bile tutmaya çalışıyordu. Radyonun sahibi radyoyu neredeyse
kulağına dayamıştı. İlk olarak beklediğimiz haber sunucunun
dudaklarından döküldü: "İSTANBUL DEVLET
MÜHENDİSLİK VE MİMARLIK AKADEMİSİ GECE BÖLÜMÜ
ÖĞRENCİLERİNİN OKUL ÇIKIŞI SIRASINDA AÇILAN ATEŞ
SONUCU BİR ÖĞRENCİ ÖLDÜ, ÜÇÜ AĞIR OLMAK
ÜZERE 22 ÖĞRENCİ YARALANDI..."

Pusu...

O gece son dersimiz 4-5 dakika erken bitti ve okuldan çıktık. Bizim
sınıfımız gibi 5 dakika erken çıkan birkaç sınıf daha
vardı. Hemen hemen 200 öğrenci vardı. Bunların hepsi ön
binanın öğrencileriydi. Arka binadaki mimarlık ve inşaat
bölümü öğrencileri henüz derste idiler.

Ağır ağır okulun kapısından çıktım. Dış bahçeyi
geçip caddeye doğru yürüyordum. Yanımda Müjdat
vardı. Hava iyice kararmıştı. Okulun önündeki cadde
üzerinde bir otobüs durağı vardı. Buradan hem Boğaz
Köprüsü yönüne hem de Mecidiyeköy, Levent
yönüne otobüs vardı. O zamanlar tek köprü
olduğundan binlerce araç bu saatte arka arkaya dizili olarak nerdeyse
kaplumbağa hızıyla ilerlerdi. Ben caddenin karşısındaki duraktan
otobüse binerek Aksaray'a giderdim. Karşıya geçmek
için bir yaya geçidi yoktu. Araçların arasından
beceriyle karşıya geçmek mümkündü. Bu arada
Kadıköy yakasında oturan Müjdat "Arif ben koşuyorum, bu
durağa yanaşan Kadıköy otobüsü olabilir, hadi
eyvallah" diyerek neredeyse koşar adımlarla uzaklaştı.

Birkaç saniye geçmişti ki hemen postanenin yakınlarından,
faşistlerin toplandığı yerden iki el silah sesi geldi. Işıklar o denli
az ki karşıdaki Sait Çiftçi Dispanseri çevresindeki
ağaçlar zor seçiliyordu. Okulun otoparkının ışıkları
çevreyi çok az aydınlatabiliyordu. Silah sesinin geldiği
yöne bakındım orada iki kişi vardı. Ancak ateş eden kişi onlardan
biri miydi anlaşılamıyordu. Her akşam çıkarken ünlü ve
seçme Merasim Birliği polislerinden 30 - 40 kadar polis olmasına
karşın bu akşam yalnızca okulun daimi görevlisi birkaç
Polder'li polis vardı. Saniye bile geçmeden bir yaylım ateşi
başladı. Ben yerimde çakılı gibi duruyorum. Panik...
Çığlıklar, arabaların motor sesleri, silah seslerine karışarak
bir yumak oluyor birden.

Can pazarı...

Herkes kendini hızla yere atıyor. Ben hala donmuş gibiyim. Mermiler ve
panik yoğunlaşınca beyaz miğferli iki polisin kendilerini yere atması
bana bir kopya oluyor. Ben de kendimi yere atıyorum. Sert bir biçimde
göğsüm üzerine düşüyorum, ancak aldırmıyorum.
Başımı kaldırmıyorum bir zaman. Mermiler taşlarda ayrı,
yakınlarımdaki çimenler üzerinde ayrı bir ses
çıkarıyor. Silah sesleri bittiğinde sağıma soluma bakınıyorum,
çimenlerde sürünerek ilerleyenler var. Ben de onlar gibi
yaparak sürüne sürüne okulun kapısına doğru
ilerliyorum. Kapının ağzı da tam bir can pazarı. İçerden
henüz çıkmayan öğrenciler "Arkadaşlar içeri
doğru gelin" diyerek sesleniyorlar. Kapıya iyice yaklaştığım anda
yerde yatan sırtından kanlar akan bir yaralıyı görüyorum.
Önümdeki bir öğrenci onu yavaşça çeviriyor.
Yaralı tek bir noktaya bakıyor, dirsekleri yerde elleri yukarıda duruyor.
Ona "iyi misin" diye soruyoruz. Ağzından belli belirsiz bir
hırıltı duyuluyor. İçeriden uyarılar artıyor ve hemen okulun
içine giriyorum. Okulda kalanlar sınıflara doluşmuşlar. 10 dakika
sürmeden polisler geldi. Oldukça sert bir tepkiyle
karşılaşıyorlar ve okula giremiyorlar. Yüzlerce öğrenci hem
slogan atıyor hem de polise direniyorlardı. Bir anda ön binanın
kapıları sıra ve sandalyalarla tıkandı.

Beş on dakika sonra koridorda dolaşıp dururken bizim
"ufaklık" dediğimiz sarışın, kel, fırça bıyıklı
Orhan'a rastlıyorum. Ona sorup duruyordum:

-Müjdat'ı dördün mü?
-Hayır görmedim.
-Sen olay sırasında önde miydin?
-Önlerdeydim. Kaldırım çıkıntısını siper olacak
biçimde yere yattım. Parke taşlardan seken mermilerin
çıkardığı sesleri duydum. Ufak parçalar kopup
sıçrıyordu. İyi yırtmışım.

Ona bir süre baktım. Yine palavra mı atıyordu, belki de bu kez
doğruydu.
-Peki Müjdat oralarda değil miydi?
-Hayır. Ben daha sonra yukarı doğru emekledim ve okula girdim. Sen
sınıfların hepsine baktın mı?
-Evet.
-Gel bizim sınıfa gidelim.

Üçüncü kata çıktık. Arkadaşlarım
sınıftaydı. Müjdat ile ilgili sorularıma çok karışık
yanıtlar veriliyordu.
-Sanırım o eve gitti.
-Ben onu Ortabahçe'de gördüm.

Sınıfımızın en irilerinden olan sarışın adını o sıralar
bilmediğim bir arkadaş söze karıştı:
-Gri ceketli, siyah kadife pantolonlu, sarışın biri miydi?
-Kendisi sarışın ama üzerinde bej bir elbise vardı.
Gözlüklü...
-Evet, gözlüklü, belki de odur.
-Siz onu nerede gördünüz?
-Ben ateş edilen arabalara çok yakındım. Mermilerden çok zor
kurtuldum. Ama o çocuk boynundan vurulmuştu. Düştü bir
daha kalkamadı. Şerefsizler rastgele ateş ediyorlardı.

Bu sözler bende tokat etkisi yaptı. Orhan halimi fark etmişti.
Yüzüme bakıp duruyordu. "Ama onu gören var" dedi
çevresine bakınarak. "Evet" dedi deminki esmer, şişman
olan "Ben eminim Müjdat'ı gördüm."

Sınıftan ayrıldık. Orhan beni yatıştırmaya çalışıyordu. Ama
kafamda yanıtsız binbir soru dolaşıyordu...

Umut ve acı...

Radyo haberlerini dinleyenler arasında bir mırıldanma dalgası yayıldı.
Bu mırıltılar da çarçabuk kesildi.

"... TRT MUHABİRİNİN VERDİĞİ HABERE GÖRE 20.30 SIRALARINDA
OKULDAN ÇIKMAKTA OLAN ÖĞRENCİLERE KİMLİĞİ BELİRLENEMEYEN
KİŞİLER TARAFINDAN OTOMOBİLLER İÇİNDEN ATEŞ AÇILDI.
OLAYDA YARALANAN BİR ÖĞRENCİ HASTANEYE KALDIRILIRKEN YOLDA
ÖLDÜ. ÜÇÜ AĞIR OLMAK ÜZERE 22 ÖĞRENCİ
YARALANDI. YARALILAR ÇEŞİTLİ HASTANEYE KALDIRILDI. ÖLEN
ÖĞRENCİNİN MAKİNA BÖLÜMÜ İKİNCİ SINIF
ÖĞRENCİLERİNDEN HASAN OKUT OLDUĞU SAPTANDI. YARALI
ÖĞRENCİLERİN ADLARI ŞUNLARDIR: ATAMAN ATAYİĞİT, GÜROL
TARHAN, COŞKUN UZALDI, RENAN ERİŞ, LEVENT ŞENVER, CEM ERKANLI,
MÜJDAT ÇELİKYAY, ...."

Radyo diğer isimleri saymayı sürdürürken ben dinlemeyi
bıraktım. Sorumun yanıtını almıştım. Yeniden kendimi koridora attım.
Demek Müjdat yaralıydı. Günboyu beraberdik. Sinemadan
çıkıp okula beraber gelmiştik. Teneffüslerde koridorlarda
kararlı adımlarla volta atmıştık.

Koridorda bir baştan bir başa yürümeye başladım. Yoruluncaya
dek yürüdüm.

Yarım saat sonra kendimi toplamıştım. Boş sıralardan birine oturarak
arkadaşlarımın olay karşısındaki tepkilerini izliyordum. Kimisi olayın
boyutlarının bilincindeydi, oldukça soğukkanlıydılar.
Yüzlerinden bir şey okumak olası değil. Bazıları nasılsa
gülebiliyorlardı. Bazıları üzüntülü, durgun, bir
köşeye çekilmiş düşünüyorlardı. Ben de
bunlardan biriydim.

Gece 03.00 sıralarında göz kapaklarım ağırlaştı. Başımı
sıraya kodum. Omuzlarımda bir ton yük vardı sanki. Pırıl pırıl
cilalı tahta yüzey yanağıma ve elmacık kemiğime batar gibiydi.
Çok sürmedi uyumuşum.

Sabaha karşı dışarıdan gelen korna sesleri, kapıların açılıp
kapanmasından doğan gürültüler beni rahatsız ediyordu.
Ancak uykudan koparmıyordu. Sesler düşüme karıştı. Biraz sonra
güneşin ışıkları belirdi. Sabah güneşi öyle etkiliydi ki
uykudan uyanıverdim. Çevreme uykulu gözlerle bakındım.
Karatahtanın önünde konuşan birkaç kişi vardı sınıfta.
Uyuyan yoktu. Sersem gibiydim. Bu rahatsız yatıştan dolayı boynum
ağrıyordu.

Kendimi toparladıktan sonra koridora çıktım. Bahçeden ve
caddeden sesler geliyordu. Dışarıya bakan pencereye
yürüdüm. Dev bir bez binanın üç katını
kaplayacak biçimde asılı duruyordu. Yüzü Yıldız
Yokuşuna dönük dev bir resimdi bu. Bu katta yalnız göz, kaş
ve saçlar görünüyordu. Saçlarının
kıvrımları birkaç fırça vuruşuyla biçimlenmişti.
Pencerenin sağ yanında boş bir yer kalmıştı. Oradan yola baktım. Her
yer asker ve polis. Karşıda Sait Çiftçi Dispanseri ve
Yıldız İlkokulunun çevresinde birkaç panzer duruyordu.
Genç insanlar akın akın okula geliyordu. Genç gırtlaklardan
olaya duyulan öfke "Kahrolsun faşizm!" sloganlarıyla
Yıldız Yokuşunda çınlıyordu. Sayıları biraz daha az olmakla
birlikte kortejlerin içinde orta yaşlı ve daha yaşlı insanlar da
göze çarpıyordu. Polis ve asker kordonunun arkasında sayıları
birkaç bini bulan bir halk kitlesi izliyordu. Trafik tamamen
kesilmiş, Yıldız Yokuşu bomboştu. Bahçeden de sesler
geliyordu.bahçeye bakmak için karşı pencereye gittim.
Gözümle görebildiğim her yer insan doluydu. Bahçede
adım atacak yer kalmamıştı. "Ne zaman geldi bunca insan" diye
kendi kendime sordum. Ben uyurken olmalıydı. Yüzümü yıkamak
amacıyla tuvalete girdim ancak sular akmıyordu. Yine dışarıya bakmak
için cadde tarafındaki pencereye döndüm. Sınıf
arkadaşlarımdan Bülent merdivenlerden çıkıyordu. Yanıma
geldi. "Alt katta sular akıyor mu?" diye sordum.

- Hayır, okul idaresi suları kesmiş. Ama bahçedeki çeşmeler
akıyor.
- Gideyim bir yüzümü yıkayayım.
- Çok sıra beklersin haberin olsun...
- Bir deneyeyim bakayım. Ha... sormayı unuttum. Sabah haberlerini
dinleyebildin mi?
- Yo, nerden dinleyebileceğim...
- Müjdat'ın durumu ne olmuş, yarası ağır mıymış, bir
yerden bir bilgi alabildin mi?

Bülent'in elmacık kemikleri çıkık, yayvan ağızlı
suratına bir şaşkınlık ifadesi yayıldı.
- O öldü ya...
- Ne ölmesi, radyo yaralı demişti ya...

Bülent bana bir an baktı. Ben konuşmamı sürdürdüm.
/>
- Sen nereden çıkardın öldüğünü? Radyo mu
söyledi.
- Yook.
- O halde?
- Arkadaşların hepsi öldü diyorlar, haber almışlar.
- Yanlışları var. Radyo yaralı demişti!
- Evet, yaralıydı, ancak kurtaramamışlar. inanmak istemiyorsun, ama
arkadaşların hepsi biliyor. Tüm sınıf duymuş.
- Belki adını karıştırmışlardır.
- Yahu bak eminim. Demin arka bahçeye gittim, orada büyük
bir bez üzerine resmini yapıyorlar. Ellerinde Müjdat'ın
vesikalık resmi var.

Donmuş kalmıştım. Birden merdivenlere doğru koşmaya başladım. Kendim
görmeliydim. Bülent arkamdan bağırıyordu:
- Hey! Nereye gidiyorsun, bana baksana! Dur! Aptallaşma nereye
koşuyorsun...

Okulun eğitim binaları arasındaki Ortabahçe' ye doğru itiş
kakışlarla ulaştım. Bahçenin bir bölümünde bir
çalışma vardı. Oraya yaklaştım. İki kişi kenarları dört
metrelik büyük bir bez üzerinde bir resmi tamamlamak
üzereydiler. İyice yaklaşarak resme yoğunlaştım. Evet, oydu. Sarı
saçları, sarı bıyıkları, gözlüğü... Müjdat
yeşil gözleriyle bana bakıyordu...

Arif OKAY

Kaynak:TURNUSOL

1 yorum:

  1. Elektrik ikinci sınıftaydım, son dersten on dakika erken çıkmıştık, okulun önündeki durakta otobüs bekliyorduk. Otomobil egzostu sandığım iki patlama sesi duydum, Yıldız yokuşundan çıkan araçlardan biridir diye düşündüm. Sonra birden arka arkaya silah sesleri başladı, herkes kaçışıyor bağrışıyordu. Koşarken dikenli tellere takılıp düştüm ve yattığım yerde kaldım, bir süre o şekilde yattım, sonra bir otobüs geldi, duraktaki öğrenciler hücum edercesine otobüse bindik. Eve gittiğimde gece haberlerinde iki öğrencinin Hasan Okut ve Müjdat Çelikyay'ın öldüğünü öğrendim. Kabus gibi bir geceydi.

    Haldun Barış

    YanıtlaSil