"Ermeni Sorunu"nda Asıl
Ortaya Çıkması Gereken...
"ERMENİ SORUNU"NDA ASIL ORTAYA
ÇIKMASI GEREKEN… size="2">[*]
ÇIKMASI GEREKEN… size="2">[*]
SİBEL ÖZBUDUN
"İnsan çevresine
yüreğiyle bakmalı;
onunla özdeşleşirsen
onu anlayabilirsin." size="2">[1]
Bir Fransız avukat ahbabım vardı -
Türkiye'ye girişi, tahminim, şimdi anlatacağım, görmekte
olduğu iş nedeniyle yasaklanmış…
Türkiye'ye girişi, tahminim, şimdi anlatacağım, görmekte
olduğu iş nedeniyle yasaklanmış…
Bir görüşmemizde, benden, telefonla
aktaramayacağı önemli bir ricası olduğunu söyledi.
Buluştuk… Bana işini anlattı.
aktaramayacağı önemli bir ricası olduğunu söyledi.
Buluştuk… Bana işini anlattı.
Fransız hükümeti adına, ülkede
yaşayıp orada ölen Ermenilerin mirasçılarını arıyordu.
Çünkü Fransız yasalarına göre bu ülkede ikamet
edip orada ölen kişilerin mülkleri, yasal olarak düzenlenmiş
bir süre içerisinde mirasçıları çıkmazsa devlete
kalmaktaydı. Ancak devlet de olası mirasçıları bulmak için
çaba göstermek zorundaydı.
yaşayıp orada ölen Ermenilerin mirasçılarını arıyordu.
Çünkü Fransız yasalarına göre bu ülkede ikamet
edip orada ölen kişilerin mülkleri, yasal olarak düzenlenmiş
bir süre içerisinde mirasçıları çıkmazsa devlete
kalmaktaydı. Ancak devlet de olası mirasçıları bulmak için
çaba göstermek zorundaydı.
Avukat arkadaşımın müteveffa
"müvekkiller"i çoğunlukla yalnız yaşayan Ermeni
kadınlardan oluşmaktaydı ve çoğunluğunun doğum kaydı -tahmin
edeceğiniz üzere- bugünkü Türkiye sınırları
dâhilindeydi… Arkadaşım ise, belirttiğim gibi
Türkiye'ye girememekteydi. Benden isteği ise, doğum
kayıtlarını göndereceği müteveffa Ermenilerin
kütüklerini araştırarak sağ kalmış akrabaları olup
olmadığına bakmak, var iseler nerede olabilecekleri konusunda bilgi
edinmeye çalışmak…
"müvekkiller"i çoğunlukla yalnız yaşayan Ermeni
kadınlardan oluşmaktaydı ve çoğunluğunun doğum kaydı -tahmin
edeceğiniz üzere- bugünkü Türkiye sınırları
dâhilindeydi… Arkadaşım ise, belirttiğim gibi
Türkiye'ye girememekteydi. Benden isteği ise, doğum
kayıtlarını göndereceği müteveffa Ermenilerin
kütüklerini araştırarak sağ kalmış akrabaları olup
olmadığına bakmak, var iseler nerede olabilecekleri konusunda bilgi
edinmeye çalışmak…
Tabii kabul ederken de zor bir işe talip olduğumun
bilincindeydim, ama karşılaşacağım engelleri düşümde
görsem hayra yormazdım…
bilincindeydim, ama karşılaşacağım engelleri düşümde
görsem hayra yormazdım…
Elimden geleni yapacağımı söyledim.
Türkiye'ye döndüğümde ilk "görev"
geldi; Edirne nüfusuna kayıtlı dul bayan X….
Türkiye'ye döndüğümde ilk "görev"
geldi; Edirne nüfusuna kayıtlı dul bayan X….
Önce son derece kuşkulu patrikhane
görevlilerinden sonuçsuz kalan bilgi edinme girişimi, ardından
ver elini Edirne… Nüfus müdürlüğünde ne
istediğim öğrenilince savaş sırlarını elde etmeye çalışan
bir casus muamelesi görüşüm… Araya soktuğum
tanıdıklara verilen, gayrımüslim kayıtlarının ayrı bir defterde
tutulduğu, bu defterin ise nerede olduğunun bilinmediği yanıtı...
Şansımı denemek üzere gittiğim tapu dairesinden yüzgeri
edilişim… "Acaba mezar taşları ya da ölüm
kayıtlarından bir sonuca varabilir miyim?" sorusuyla Ermeni
mezarlığı ararken karşılaştığım hemen herkesin Edirne'de
gayrımüslim mezarlığı olmadığı, çünkü tüm
ahâlinin ("Elhamdülillah") Müslüman
olduğunu söyleyişi… Ve nihayet iç mahallelerden birinde
bana Ermeni olduğu söylenen yaşlı ustanın, korkuyla karışık bir
ısrarla Müslüman olduğunu, hiç Ermeni tanımadığını
vurgulaması…
görevlilerinden sonuçsuz kalan bilgi edinme girişimi, ardından
ver elini Edirne… Nüfus müdürlüğünde ne
istediğim öğrenilince savaş sırlarını elde etmeye çalışan
bir casus muamelesi görüşüm… Araya soktuğum
tanıdıklara verilen, gayrımüslim kayıtlarının ayrı bir defterde
tutulduğu, bu defterin ise nerede olduğunun bilinmediği yanıtı...
Şansımı denemek üzere gittiğim tapu dairesinden yüzgeri
edilişim… "Acaba mezar taşları ya da ölüm
kayıtlarından bir sonuca varabilir miyim?" sorusuyla Ermeni
mezarlığı ararken karşılaştığım hemen herkesin Edirne'de
gayrımüslim mezarlığı olmadığı, çünkü tüm
ahâlinin ("Elhamdülillah") Müslüman
olduğunu söyleyişi… Ve nihayet iç mahallelerden birinde
bana Ermeni olduğu söylenen yaşlı ustanın, korkuyla karışık bir
ısrarla Müslüman olduğunu, hiç Ermeni tanımadığını
vurgulaması…
Hayatımda hiçbir yerden elim bu kadar boş
dönmemiştim…
dönmemiştim…
Aynı deneyimi şimdi hangisi olduğunu
anımsayamadığım (Trabzon? Giresun?) bir Karadeniz kentinde yaşadıktan
sonra, havlu attım… Evet, resmî kayıtlara göre
Anadolu'da hiç Ermeni yaşamamıştı. Yalnızca fiziksel
varlıkları değil, tüm izleri de silinmişti resmî ve
gayrıresmî belleklerden… Ya da başka bir ifadeyle
"orada" olduklarını, bir zamanlar oralarda yaşamış,
çalışmış, üretmiş, yemiş-içmiş, mal-mülk
edinmiş, evlenmiş, ibadet etmiş, vergi vermiş vb. olduklarını biliyor,
ama elle tutulur bir kanıta ulaşamıyordunuz…
anımsayamadığım (Trabzon? Giresun?) bir Karadeniz kentinde yaşadıktan
sonra, havlu attım… Evet, resmî kayıtlara göre
Anadolu'da hiç Ermeni yaşamamıştı. Yalnızca fiziksel
varlıkları değil, tüm izleri de silinmişti resmî ve
gayrıresmî belleklerden… Ya da başka bir ifadeyle
"orada" olduklarını, bir zamanlar oralarda yaşamış,
çalışmış, üretmiş, yemiş-içmiş, mal-mülk
edinmiş, evlenmiş, ibadet etmiş, vergi vermiş vb. olduklarını biliyor,
ama elle tutulur bir kanıta ulaşamıyordunuz…
* * *
İmdi, bu topyekûn "eradikasyon"
operasyonu dahi, Aydın Engin'in deyişiyle, "Soykırımdı...
Hayır tehcirdi... Yok yok mukateleydi... Ama Ermeniler de Türkleri
öldürdü... Hayır, yok edilen Ermeniler kadındı,
çocuktu, köylüydü, nasıl öldürmüş
olabilirler?.. Evet ama onlar Rus ordusuyla işbirliği yapan Ermeni Taşnak
çetelerini besleyip, barındırıyorlardı... Soykırımdı... Hayır
tehcirdi... Yok yok mukateleydi…" size="2">[2] laf kalabalığının ötesinde bir
gerçekliğe işaret ediyor olsa gerek. Gerçekten de sorun salt,
erkân ve ricalin buyurduğu üzere, örneğin, "Van
isyanına katılıp Osmanlı'nın bölgeye asker göndermesi
üzerine Rus ordusunun peşinden çekilirken bir kısmı soğuk ve
açlıktan kırılan 1 milyon Ermeni", size="2">[3] "Doğu Anadolu'yu kan
gölüne çeviren Ermeni komitacılar, İstanbul'da
sayısız suikast düzenleyen Taşnak ve Hınçak
militanları", Birinci Dünya Savaşı sırasında Rus
üniforması giyerek Doğu Anadolu'da katliam yapan
Ermeniler…",[4]
İmparatorluğun dağılmasıyla Anadolu'dan Yunanistan'a,
Suriye'ye, Lübnan'a, Fransa'ya, Amerika'ya,
Arjantin'e gidip, buralarda yerleşirken çektikleri
çileleri, ıstırapları bir nevi duygusal kültür
hâline getiren Ermeni ve Rum göçmenler"; size="2">[5] Fransızlar size="2">[6] (ya da Ruslar, size="2">[7] İngilizler, size="2">[8] batılı istihbarat
örgütleri[9] vb.) tarafından
kullanılan "maşalar"; mukatele ya da
"ölüm-kalım savaşı"; size="2">[10] cephe gerisini sağlama almak üzere
uygulanan bir tehcir kararı ve bu süre içerisinde asla kasıt
güdülmeksizin -soğuk, hastalık ya da açlık nedeniyle-
gerçekleşen ölümler [meraklısı, MGK'nın 12
Eylül rejiminde cezaevindeki ölüm olayları için
verdiği bilançoya başvurabilir: "kaza sonucu
ölümler, hastalık nedeniyle ölümler, güvenlik
güçlerini 'töhmet' altında bırakmak
için gerçekleştirilen intiharlar, ve "ecel"
nedeniyle ölümler"; ama asla
"öldürmeler" değil…] ya da sürgün
bölgesine sağ salim varmalarına karşın "kara propaganda"
amacıyla kasıtlı olarak abartılan kayıp sayılarından size="2">[11] ibaret olaydı, Anadolu'daki Ermeni
varlığının tüm izlerini yok etmek için nüfus
müdürlüklerinden mezarlıklar genel
müdürlüğüne, devletin bütün kurumlarının
seferber olmasına gerek duyulur muydu?
operasyonu dahi, Aydın Engin'in deyişiyle, "Soykırımdı...
Hayır tehcirdi... Yok yok mukateleydi... Ama Ermeniler de Türkleri
öldürdü... Hayır, yok edilen Ermeniler kadındı,
çocuktu, köylüydü, nasıl öldürmüş
olabilirler?.. Evet ama onlar Rus ordusuyla işbirliği yapan Ermeni Taşnak
çetelerini besleyip, barındırıyorlardı... Soykırımdı... Hayır
tehcirdi... Yok yok mukateleydi…" size="2">[2] laf kalabalığının ötesinde bir
gerçekliğe işaret ediyor olsa gerek. Gerçekten de sorun salt,
erkân ve ricalin buyurduğu üzere, örneğin, "Van
isyanına katılıp Osmanlı'nın bölgeye asker göndermesi
üzerine Rus ordusunun peşinden çekilirken bir kısmı soğuk ve
açlıktan kırılan 1 milyon Ermeni", size="2">[3] "Doğu Anadolu'yu kan
gölüne çeviren Ermeni komitacılar, İstanbul'da
sayısız suikast düzenleyen Taşnak ve Hınçak
militanları", Birinci Dünya Savaşı sırasında Rus
üniforması giyerek Doğu Anadolu'da katliam yapan
Ermeniler…",[4]
İmparatorluğun dağılmasıyla Anadolu'dan Yunanistan'a,
Suriye'ye, Lübnan'a, Fransa'ya, Amerika'ya,
Arjantin'e gidip, buralarda yerleşirken çektikleri
çileleri, ıstırapları bir nevi duygusal kültür
hâline getiren Ermeni ve Rum göçmenler"; size="2">[5] Fransızlar size="2">[6] (ya da Ruslar, size="2">[7] İngilizler, size="2">[8] batılı istihbarat
örgütleri[9] vb.) tarafından
kullanılan "maşalar"; mukatele ya da
"ölüm-kalım savaşı"; size="2">[10] cephe gerisini sağlama almak üzere
uygulanan bir tehcir kararı ve bu süre içerisinde asla kasıt
güdülmeksizin -soğuk, hastalık ya da açlık nedeniyle-
gerçekleşen ölümler [meraklısı, MGK'nın 12
Eylül rejiminde cezaevindeki ölüm olayları için
verdiği bilançoya başvurabilir: "kaza sonucu
ölümler, hastalık nedeniyle ölümler, güvenlik
güçlerini 'töhmet' altında bırakmak
için gerçekleştirilen intiharlar, ve "ecel"
nedeniyle ölümler"; ama asla
"öldürmeler" değil…] ya da sürgün
bölgesine sağ salim varmalarına karşın "kara propaganda"
amacıyla kasıtlı olarak abartılan kayıp sayılarından size="2">[11] ibaret olaydı, Anadolu'daki Ermeni
varlığının tüm izlerini yok etmek için nüfus
müdürlüklerinden mezarlıklar genel
müdürlüğüne, devletin bütün kurumlarının
seferber olmasına gerek duyulur muydu?
İşin boyutları, hiç kuşku yok ki,
içeriği her amigosuyla birlikte biraz daha muğlaklaşan
"resmî tez" [mukatele? emperyalizmin oyunu? diyasporanın
abartısı/propagandası? "biz yapmadık, esas onlar (Ermeni
komitacılar ya da ASALA) yaptı"? tehcir sırasında yaşanan
istenmeyen hadiseler? ve nihayet: "işi tarihçilere
bırakalım"?...] partizanlarının tüm karartma
çabalarına rağmen her gün biraz daha açıklığa
kavuşuyor.
içeriği her amigosuyla birlikte biraz daha muğlaklaşan
"resmî tez" [mukatele? emperyalizmin oyunu? diyasporanın
abartısı/propagandası? "biz yapmadık, esas onlar (Ermeni
komitacılar ya da ASALA) yaptı"? tehcir sırasında yaşanan
istenmeyen hadiseler? ve nihayet: "işi tarihçilere
bırakalım"?...] partizanlarının tüm karartma
çabalarına rağmen her gün biraz daha açıklığa
kavuşuyor.
Ama aynı süreç içerisinde
açığa çıkması gereken bir şey daha var. Bence soykırım
ya da "Meds Yeghern/Büyük Felaket'te ölenlerin
sayısından da önemli bir şey… [Öyle ya, 1.5 milyon, 1
milyon, 700 bin, 300 bin… Katledilenlerin sayısı kadınıyla,
ihtiyarıyla, çoluğu-çocuğuyla işinde gücünde,
yaşamını sürdürmekten başka bir gailesi olmayan 10 bin, 5 bin,
bin, yüz… masum insan olsa utancımızın boyutu çok mu
değişecek?]
açığa çıkması gereken bir şey daha var. Bence soykırım
ya da "Meds Yeghern/Büyük Felaket'te ölenlerin
sayısından da önemli bir şey… [Öyle ya, 1.5 milyon, 1
milyon, 700 bin, 300 bin… Katledilenlerin sayısı kadınıyla,
ihtiyarıyla, çoluğu-çocuğuyla işinde gücünde,
yaşamını sürdürmekten başka bir gailesi olmayan 10 bin, 5 bin,
bin, yüz… masum insan olsa utancımızın boyutu çok mu
değişecek?]
Açığa çıkması gereken, bu lanetli
susuşun ve unutuşun neden bu denli uçsuz bucaksız olduğu…
Kimi zaman kurbanlarını da kapsayacak kadar size="2">[12]… Öyle ya, Cumhuriyet
yöneticilerinin, "Bu müessif olaylar, bizim yıktığımız
Osmanlı İmparatorluğu'nun eseridir, lanetliyor, kurbanlardan ve
insanlıktan özür diliyoruz!" demeyip de onlarca yıldır
söylem düzleminde inkâr, eylem düzlemindeyse tüm
izleri ortadan kaldırma yolunda bunca çaba harcaması niye?
susuşun ve unutuşun neden bu denli uçsuz bucaksız olduğu…
Kimi zaman kurbanlarını da kapsayacak kadar size="2">[12]… Öyle ya, Cumhuriyet
yöneticilerinin, "Bu müessif olaylar, bizim yıktığımız
Osmanlı İmparatorluğu'nun eseridir, lanetliyor, kurbanlardan ve
insanlıktan özür diliyoruz!" demeyip de onlarca yıldır
söylem düzleminde inkâr, eylem düzlemindeyse tüm
izleri ortadan kaldırma yolunda bunca çaba harcaması niye?
Galiba iki nedeni var… İlki, genç
Türk burjuvazisi ilk sermaye birikimini başta Ermeniler olmak
üzere şu ya da bu biçimde tasfiye edilen gayrımüslimlerden
geriye kalan mülkleri ["emval-i metruke"= "terk
edilmiş (!) mallar] temellük ederek yaparken, sıradan yurttaşların
da bu yağmaya artık nasiplerine ne düşerse (bir ev mi, mutfak
takımı mı olur, bir inek, birkaç tavuk mu, yatak-yorgan, soba mı,
yoksa genç, güzel bir Ermeni kızı mı…) katılarak
suçortağı konumuna düşmeleri… Anadolu'da
"Babamgillerin doğduğu evde eskiden Ermeniler (ya da Rumlar…)
yaşarmış" öyküsüne yabancı bir birey bulmak zordur,
gerçekten de.
Türk burjuvazisi ilk sermaye birikimini başta Ermeniler olmak
üzere şu ya da bu biçimde tasfiye edilen gayrımüslimlerden
geriye kalan mülkleri ["emval-i metruke"= "terk
edilmiş (!) mallar] temellük ederek yaparken, sıradan yurttaşların
da bu yağmaya artık nasiplerine ne düşerse (bir ev mi, mutfak
takımı mı olur, bir inek, birkaç tavuk mu, yatak-yorgan, soba mı,
yoksa genç, güzel bir Ermeni kızı mı…) katılarak
suçortağı konumuna düşmeleri… Anadolu'da
"Babamgillerin doğduğu evde eskiden Ermeniler (ya da Rumlar…)
yaşarmış" öyküsüne yabancı bir birey bulmak zordur,
gerçekten de.
Ayşe Hür, bu yağmanın boyutlarını
hesaplamanın zorluğuna değinerek, İngiliz belgelerine müracaat eder
ve 1918'de sabık Britanya Başbakanı Sir James Baldwin ve
yardımcısı Herbert Asquith'in, yeni Başbakan Ramsey
McDonald'a Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Ermenilere niye maddi
yardım yapılması gerektiğini anlatan raporlarında söylediklerini
aktarır: "Toplam beş milyon Türk pound'u (yaklaşık 33
ton altına eşdeğer) Türk Hükümeti tarafından 1916'da
Berlin'deki Reichs Bank'a yatırılmıştır. Bunun
büyük bir miktarı Ermenilerin parasıdır." Deutche
Bank'a yatırıldığı rivayet olunan Ermeni altınlarının miktarı
ise bilinmemektedir. Hür, şöyle devam ediyor:
hesaplamanın zorluğuna değinerek, İngiliz belgelerine müracaat eder
ve 1918'de sabık Britanya Başbakanı Sir James Baldwin ve
yardımcısı Herbert Asquith'in, yeni Başbakan Ramsey
McDonald'a Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Ermenilere niye maddi
yardım yapılması gerektiğini anlatan raporlarında söylediklerini
aktarır: "Toplam beş milyon Türk pound'u (yaklaşık 33
ton altına eşdeğer) Türk Hükümeti tarafından 1916'da
Berlin'deki Reichs Bank'a yatırılmıştır. Bunun
büyük bir miktarı Ermenilerin parasıdır." Deutche
Bank'a yatırıldığı rivayet olunan Ermeni altınlarının miktarı
ise bilinmemektedir. Hür, şöyle devam ediyor:
"Ermeni Ulusal Konseyi adlı bir Ermeni
örgütünün 1919'da Paris'te hazırladığı
rapora göre 1915-1917 Tehciri'nde el konulan mallarının
yaklaşık değeri 19 milyar Fransız Frankı'na ulaşmaktadır.
(1914'ten 1915 sonuna kadar 1 Osmanlı Lirası, 22,8 Fransız
Frankı'dır.) Aynı örgütün iddiasına göre,
Ermenilerin Osmanlı bankalarındaki paralarına el konduğu gibi, Avrupa
bankalarındaki paralarına da el konulmuştur. 1925'te ABD
Senatosu'nda yapılan görüşmelerde, Ermeni mallarının
bedelinin yaklaşık 40 milyon Dolar olduğu tahmini yapılır.
Günümüzde bazı Ermeni araştırmacılar tehcirden sonra el
konan Ermeni servetinin 14,5 milyar Frank'a (bugünün parası
100 milyar Dolar) tekabül ettiğini ileri
sürüyorlar."[13]
örgütünün 1919'da Paris'te hazırladığı
rapora göre 1915-1917 Tehciri'nde el konulan mallarının
yaklaşık değeri 19 milyar Fransız Frankı'na ulaşmaktadır.
(1914'ten 1915 sonuna kadar 1 Osmanlı Lirası, 22,8 Fransız
Frankı'dır.) Aynı örgütün iddiasına göre,
Ermenilerin Osmanlı bankalarındaki paralarına el konduğu gibi, Avrupa
bankalarındaki paralarına da el konulmuştur. 1925'te ABD
Senatosu'nda yapılan görüşmelerde, Ermeni mallarının
bedelinin yaklaşık 40 milyon Dolar olduğu tahmini yapılır.
Günümüzde bazı Ermeni araştırmacılar tehcirden sonra el
konan Ermeni servetinin 14,5 milyar Frank'a (bugünün parası
100 milyar Dolar) tekabül ettiğini ileri
sürüyorlar."[13]
Ama daha da korkuncu, dönemin ABD
büyükelçisi Morgenthau'nun anılarında Talat
Paşa'dan yaptığı aktarma: "Henry Morgenthau anılarında
Talat'ın "Keşke Amerikan hayat sigortası şirketlerine
başvursaydınız da Ermeni poliçe sahiplerinin tam bir listesini bize
göndermelerini sağlasaydınız. Nasıl olsa hepsi öldü
şimdi, parayı alacak mirasçıları da yok. Tabii ki bunun
tümü devlete kalır. Hükümet şimdi yasal olarak
mirasçı durumundadır (…)'dediğini
anlatır."[14]
büyükelçisi Morgenthau'nun anılarında Talat
Paşa'dan yaptığı aktarma: "Henry Morgenthau anılarında
Talat'ın "Keşke Amerikan hayat sigortası şirketlerine
başvursaydınız da Ermeni poliçe sahiplerinin tam bir listesini bize
göndermelerini sağlasaydınız. Nasıl olsa hepsi öldü
şimdi, parayı alacak mirasçıları da yok. Tabii ki bunun
tümü devlete kalır. Hükümet şimdi yasal olarak
mirasçı durumundadır (…)'dediğini
anlatır."[14]
Çeşitli araştırıcılar Çankaya
Köşkü dâhil[15]
binlerce, onbinlerce gayrımenkulün sürgün/katl edilen
Ermenilerden gasp edildiğini ortaya koyduğuna göre, 10-12 milyon
nüfuslu bir ülke için hatırı sayılır bir servet
transferidir sözkonusu olan: ve bu transfer sürecinde tepeden
aşağıya damlayanlar, yerel eşraf ve halkın suçortaklığının
zeminini oluşturmuştur[16]…
Lâmı cimi yok, genç cumhuriyet burjuvazisinin sermaye
birikiminin temelinde, "Meds Yeghern" yatmaktadır…
Köşkü dâhil[15]
binlerce, onbinlerce gayrımenkulün sürgün/katl edilen
Ermenilerden gasp edildiğini ortaya koyduğuna göre, 10-12 milyon
nüfuslu bir ülke için hatırı sayılır bir servet
transferidir sözkonusu olan: ve bu transfer sürecinde tepeden
aşağıya damlayanlar, yerel eşraf ve halkın suçortaklığının
zeminini oluşturmuştur[16]…
Lâmı cimi yok, genç cumhuriyet burjuvazisinin sermaye
birikiminin temelinde, "Meds Yeghern" yatmaktadır…
Acı veriyor, ama son bir kez daha Ayşe
Hür'ün anlattıklarına döneceğim… İttihat
Terakki bürokrasisinin, işi kılıfına uydurmak üzere,
"Emval-i Metruke Tasfiye Komisyonları" oluşturduğu biliniyor.
"Alacaklı olduğunu iddia edenlerin kendileri ya da vekilleri
aracılığıyla iki ay içinde komisyonlara başvurması gerekiyordu.
Ülke dışında olanlar için süre dört aydı. Başvuru
sahipleri tebligat için komisyonun bulunduğu mahâlde bir
ikametgâh gösterecekti. Alacaklı kimse komisyonun takdir ettiği
miktara 15 gün içinde itiraz edebilecekti. İtiraz bidayet hukuk
mahkemesine yapılabilecekti ama mahkemenin kararı kesin olup, temyiz yolu
kapalıydı…"[17] Tehcir,
yağma, açlık, soğuk, tecavüz ve katliam kurbanlarına ne
"hakkaniyetli" bir davranış değil mi? [Tıpkı… tıpkı
Katolik Kilise'nin İspanyol fatihlerin Amerika kıtasının fethi
sırasında yerlileri katletmesinin meşru sayılabilmesi için
önce Hz. Adem'in yaratılışından Katolik Kilise'nin
kuruluşuna dek geçen bir öyküyü (requiremento)
-tabii İspanyolca olarak- yerlilere okuyup onları Hıristiyan olmaya
çağırmalarını şart koşması gibi! Fatihler, yine de "neme
lazım" diyerek ağaçların arasında fısıltıyla okuyorlardı
requiremento'yu…]
Hür'ün anlattıklarına döneceğim… İttihat
Terakki bürokrasisinin, işi kılıfına uydurmak üzere,
"Emval-i Metruke Tasfiye Komisyonları" oluşturduğu biliniyor.
"Alacaklı olduğunu iddia edenlerin kendileri ya da vekilleri
aracılığıyla iki ay içinde komisyonlara başvurması gerekiyordu.
Ülke dışında olanlar için süre dört aydı. Başvuru
sahipleri tebligat için komisyonun bulunduğu mahâlde bir
ikametgâh gösterecekti. Alacaklı kimse komisyonun takdir ettiği
miktara 15 gün içinde itiraz edebilecekti. İtiraz bidayet hukuk
mahkemesine yapılabilecekti ama mahkemenin kararı kesin olup, temyiz yolu
kapalıydı…"[17] Tehcir,
yağma, açlık, soğuk, tecavüz ve katliam kurbanlarına ne
"hakkaniyetli" bir davranış değil mi? [Tıpkı… tıpkı
Katolik Kilise'nin İspanyol fatihlerin Amerika kıtasının fethi
sırasında yerlileri katletmesinin meşru sayılabilmesi için
önce Hz. Adem'in yaratılışından Katolik Kilise'nin
kuruluşuna dek geçen bir öyküyü (requiremento)
-tabii İspanyolca olarak- yerlilere okuyup onları Hıristiyan olmaya
çağırmalarını şart koşması gibi! Fatihler, yine de "neme
lazım" diyerek ağaçların arasında fısıltıyla okuyorlardı
requiremento'yu…]
Ama bu da yeterli değil… Ortak ve
ürkütücü suskunluk ve olayın üzerinden neredeyse
yüz yıl geçmişken sergilenen saldırgan-savunmacı refleks,
sadece lanetli bir yağmaya topluca katılmış olmanın
suçortaklığıyla açıklanamaz…
ürkütücü suskunluk ve olayın üzerinden neredeyse
yüz yıl geçmişken sergilenen saldırgan-savunmacı refleks,
sadece lanetli bir yağmaya topluca katılmış olmanın
suçortaklığıyla açıklanamaz…
Bir de "Malta sürgünleri" sorunu
var… Savaş sonunda Ermeni kırımına katıldıkları için
yargılanıp bir kısmı Malta'ya sürgüne gönderilen
İttihatçıların, Cumhuriyet kurulduğunda geri dönüp
rejimin kilit noktalarında görev almaları…
"Örnek" mi? İstediğinizden fazla:
var… Savaş sonunda Ermeni kırımına katıldıkları için
yargılanıp bir kısmı Malta'ya sürgüne gönderilen
İttihatçıların, Cumhuriyet kurulduğunda geri dönüp
rejimin kilit noktalarında görev almaları…
"Örnek" mi? İstediğinizden fazla:
Ali İhsan Sabis: Sürgün
dönüşü, Büyük Taarruz öncesine kadar 1. Ordu
komutanlığı yaptı, 1940'larda Alman yanlısı faaliyetlerden
dolayı mahkûm oldu; 1954'te DP'den Afyonkarahisar
milletvekili seçildi.
dönüşü, Büyük Taarruz öncesine kadar 1. Ordu
komutanlığı yaptı, 1940'larda Alman yanlısı faaliyetlerden
dolayı mahkûm oldu; 1954'te DP'den Afyonkarahisar
milletvekili seçildi.
Ahmet Muammer Bey: 1922-23 yıllarında Kayseri
valisi.
valisi.
Ali Fethi Okyar: Mustafa Kemal'in yakın
arkadaşı, başbakanlık ve TBMM başkanlığı yaptı, M. Kemal'in
isteği üzerine Serbest Fırka'yı kurdu.
arkadaşı, başbakanlık ve TBMM başkanlığı yaptı, M. Kemal'in
isteği üzerine Serbest Fırka'yı kurdu.
Fazıl Berki Tümtürk: Milletvekilliği,
Çocuk Esirgeme Kurumu, Türk Hava Kurumu müfettişliklerinde
bulundu.
Çocuk Esirgeme Kurumu, Türk Hava Kurumu müfettişliklerinde
bulundu.
Ürgüplü Mustafa Hayri Efendi:
Sürgün dönüşü M. Kemal'in görev
önerisini sağlık nedenleriyle reddetti, 1921 yılında öldü.
Sonradan başbakanlık yapan Suat Hayri Ürgüplü'nün
babası.
Sürgün dönüşü M. Kemal'in görev
önerisini sağlık nedenleriyle reddetti, 1921 yılında öldü.
Sonradan başbakanlık yapan Suat Hayri Ürgüplü'nün
babası.
Hüseyin Cahit Yalçın: Ateşli bir
İttihat Terakki savunucusu olarak yıldızı M. Kemal ile bağdaşmasa da,
onun ölümünden sonra, İstanbul, Çankırı ve Kars
milletvekili oldu (1939-1954).
İttihat Terakki savunucusu olarak yıldızı M. Kemal ile bağdaşmasa da,
onun ölümünden sonra, İstanbul, Çankırı ve Kars
milletvekili oldu (1939-1954).
Hüseyin Kadri Bey: TMO yönetim kurulu
üyeliği yaptı.
üyeliği yaptı.
Mehmet Sabit Sağıroğlu: Elazığ milletvekilliği
yaptı.
yaptı.
Sabri Toprak: II, III, IV ve V. dönem (Saruhan
ve Manisa) milletvekili, Tarım Bakanlığı da yaptı.
ve Manisa) milletvekili, Tarım Bakanlığı da yaptı.
Mithat Şükrü Bleda: Burdur ve
Sivas milletvekilliğinde bulundu.
Sivas milletvekilliğinde bulundu.
Şükrü Kaya: Lozan Heyeti mensuplarından,
İzmir belediye başkanı, II., III., IV. V. dönem milletvekili, Tarım,
Dışişleri ve İçişleri bakanlığı yaptı.
İzmir belediye başkanı, II., III., IV. V. dönem milletvekili, Tarım,
Dışişleri ve İçişleri bakanlığı yaptı.
Mehmet Ubeydullah Hatipoğlu: IV. ve V. dönem
milletvekilliği yaptı. Mahmut Esat Bozkurt'un dayısı.
milletvekilliği yaptı. Mahmut Esat Bozkurt'un dayısı.
Ali Münif (Yeğenağa): Adana Belediye
Başkanı, Mersin ve Adana milletvekili.
Başkanı, Mersin ve Adana milletvekili.
Faik Kaltakkıran: I. dönem Edirne
milletvekili, Meclis başkanvekilliğine seçildi.
milletvekili, Meclis başkanvekilliğine seçildi.
Cemal Mersinli: I. dönem Isparta
milletvekili.
milletvekili.
Hasan Tahsin Uzer: 1919-35 arasında çeşitli
bölgelerden milletvekilliği yaptı, 1935'de 3. Ordu genel
müfettişliğine getirildi.
bölgelerden milletvekilliği yaptı, 1935'de 3. Ordu genel
müfettişliğine getirildi.
Mustafa Vasıf Karakol: 1. dönem milletvekili,
İzmir suikastı sanığı.
İzmir suikastı sanığı.
Ahmet Emin Yalman: Vatan ve Tan gazetelerini
çıkardı.
çıkardı.
Liste böylece uzayıp gitmekte… Peki bu
ne anlama geliyor? Öncelikle, "Ermeni kırımı"
suçlamasıyla cezalandırılan kişilerin çoğunluğunun,
Cumhuriyet'in siyasal kadrolarına, bir başka deyişle "kurucu
elit"e dâhil olduğu anlamına geliyor. Sürgünlerin
önemli bir bölümünün, yalnızca M. Kemal tarafından
onaylanan milletvekillerinin "seçildiği" II. dönem
görev yapmaları ise, bizatihi "kurucu irade"nin
güvenine mazhar olduklarını gösteriyor. Üstelik bu da
yetmiyor, "25 Aralık 1921'de İstanbul'daki Divan-ı
Örfi Mahkemesi'nde, tehcirde katliamlara emir verdiği için
suçlu bulunup idam edilen Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey ile 14 Ekim
1922'de ise aynı mahkemede aynı gerekçe ile idam edilen
Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey'in önce 'milli
şehit' ilan edil"iyor, "ardından da ailelerine
'Emval-i Metruke' faslından maaş bağlanması" size="2">[18] uygun görülüyor: Cumhuriyet
hükümetleri tarafından…
ne anlama geliyor? Öncelikle, "Ermeni kırımı"
suçlamasıyla cezalandırılan kişilerin çoğunluğunun,
Cumhuriyet'in siyasal kadrolarına, bir başka deyişle "kurucu
elit"e dâhil olduğu anlamına geliyor. Sürgünlerin
önemli bir bölümünün, yalnızca M. Kemal tarafından
onaylanan milletvekillerinin "seçildiği" II. dönem
görev yapmaları ise, bizatihi "kurucu irade"nin
güvenine mazhar olduklarını gösteriyor. Üstelik bu da
yetmiyor, "25 Aralık 1921'de İstanbul'daki Divan-ı
Örfi Mahkemesi'nde, tehcirde katliamlara emir verdiği için
suçlu bulunup idam edilen Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey ile 14 Ekim
1922'de ise aynı mahkemede aynı gerekçe ile idam edilen
Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey'in önce 'milli
şehit' ilan edil"iyor, "ardından da ailelerine
'Emval-i Metruke' faslından maaş bağlanması" size="2">[18] uygun görülüyor: Cumhuriyet
hükümetleri tarafından…
Ve böylelikle, "genç"
Cumhuriyet, İttihat Terakki'nin zehirli mirasını sahiplenmiş
oluyor…
Cumhuriyet, İttihat Terakki'nin zehirli mirasını sahiplenmiş
oluyor…
* * *
Bu durumda, maktul ahbariğimizin deyişiyle
"kanımızı zehirleyen" bu mirasın reddinin Cumhuriyet
hükümetlerini aştığı ortadadır. Tabii "Emval-i
metruke"yi kendisine sermaye edinmiş Türkiye burjuvazisi ya da
Türk-Kürt Anadolu eşrafını da…
"kanımızı zehirleyen" bu mirasın reddinin Cumhuriyet
hükümetlerini aştığı ortadadır. Tabii "Emval-i
metruke"yi kendisine sermaye edinmiş Türkiye burjuvazisi ya da
Türk-Kürt Anadolu eşrafını da…
Bu işi ancak "elleri temiz" olanlar
yapabilecektir: gırtlağından gayrımüslimlerden gasp edilmiş bir
lokma geçmemiş Türk-Kürt yoksullar yani… Ermeni
soykırımına suçortaklığı, yıllardır maruz kaldığı
şövenist propagandaya inanmış olmaklıktan ibaret olan
emekçiler ve onların siyasal temsilcileri… Bir başka deyişle
bu alanda da "zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi
olmayanlar"…
yapabilecektir: gırtlağından gayrımüslimlerden gasp edilmiş bir
lokma geçmemiş Türk-Kürt yoksullar yani… Ermeni
soykırımına suçortaklığı, yıllardır maruz kaldığı
şövenist propagandaya inanmış olmaklıktan ibaret olan
emekçiler ve onların siyasal temsilcileri… Bir başka deyişle
bu alanda da "zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi
olmayanlar"…
Çünkü biliyoruz ki, Kürt,
Türk, Ermeni, Rum… "Halkların gerçek
kardeşliği"nin bize kazandıracağı bütün bir dünya
var…
Türk, Ermeni, Rum… "Halkların gerçek
kardeşliği"nin bize kazandıracağı bütün bir dünya
var…
19 Nisan 2010 20:52:50, Ankara.
N O T L A R
[*] size="2">24-25 Nisan 2010 tarihinde Ankara'da gerçekleştirilen
"Öncesi ve Sonrasıyla 1915: İnkâr ve Yüzleşme"
sempozyumunda yapılan konuşma… Tîroj, Yıl:8, No:44,
Mayıs-Haziran 2010…
"Öncesi ve Sonrasıyla 1915: İnkâr ve Yüzleşme"
sempozyumunda yapılan konuşma… Tîroj, Yıl:8, No:44,
Mayıs-Haziran 2010…
[1]
Saint Exupery, Küçük Prens.
Saint Exupery, Küçük Prens.
[2]
Aydın Engin, "Aghet", href="http://www.t24.com.tr/content/authors.aspx?article=1847&author=13"> color="#000000"> size="2">http://www.t24.com.tr/content/authors.aspx?article=1847&author=13
size="2">.
Aydın Engin, "Aghet", href="http://www.t24.com.tr/content/authors.aspx?article=1847&author=13"> color="#000000"> size="2">http://www.t24.com.tr/content/authors.aspx?article=1847&author=13
size="2">.
[3]
Kemal Karpat, "Bir Milyon Ermeni 1917'de Kuzeye Göç
Etti", Milliyet, 1
Haziran 2009.
Kemal Karpat, "Bir Milyon Ermeni 1917'de Kuzeye Göç
Etti", Milliyet, 1
Haziran 2009.
[4]
Özdemir İnce, "Diasporayı Anlamak Ama Nasıl?",
Hürriyet, 23 Ekim
2009, s.20.
Özdemir İnce, "Diasporayı Anlamak Ama Nasıl?",
Hürriyet, 23 Ekim
2009, s.20.
[5] size="2">Özdem Sanberk, "Acılar Köprü de
Yaratabilir", Radikal size="2">, 23 Mart 2005, s.11.
Yaratabilir", Radikal size="2">, 23 Mart 2005, s.11.
[6] size="2">Mahmut Gürer, "Atatürk'ün
Açıklamaları: Ermenileri Fransızlar Silahlandırdı",
Cumhuriyet, 12 Ekim 2006,
s.9.
Açıklamaları: Ermenileri Fransızlar Silahlandırdı",
Cumhuriyet, 12 Ekim 2006,
s.9.
[7] size="2">Metin Kale, "... 'Doğu Sorunu' Bağlamında
Ermeni Sorunu", Cumhuriyet size="2">, 7 Nisan 2005, s.2.
Ermeni Sorunu", Cumhuriyet size="2">, 7 Nisan 2005, s.2.
[8]
Türkkaya Ataöv, "Mahallelerde Katliam", size="2">Cumhuriyet, 25 Nisan 2009,
s.8.
Türkkaya Ataöv, "Mahallelerde Katliam", size="2">Cumhuriyet, 25 Nisan 2009,
s.8.
[9]
Kadri Ergin, "Batı Teröre Göz Yumdu", size="2">Cumhuriyet, 29 Nisan 2001,
s.4.
Kadri Ergin, "Batı Teröre Göz Yumdu", size="2">Cumhuriyet, 29 Nisan 2001,
s.4.
[10] size="2">Necdet Adabağ, "Tarihimizle Yüzleşsek mi?",
Cumhuriyet, 9 Ekim 2006,
s.2.
Cumhuriyet, 9 Ekim 2006,
s.2.
[11]
"Tehcir bölgelerine ulaşan Ermeni sayısının 1 milyonu
geçtiği belgeler ve konsolos raporlarına göre sabittir."
(Kemal Çiçek, "Talat Paşa'nın Evrak-ı
Metrûkesi...", Radikal size="2">, 13 Mart 2009, s.15.)
"Tehcir bölgelerine ulaşan Ermeni sayısının 1 milyonu
geçtiği belgeler ve konsolos raporlarına göre sabittir."
(Kemal Çiçek, "Talat Paşa'nın Evrak-ı
Metrûkesi...", Radikal size="2">, 13 Mart 2009, s.15.)
[12]
Örneğin, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'la
görüşmesinden sonra basına yaptığı açıklamada,
"100 bin kaçak çalışan Ermeni var, bunları
sınırdışı ederiz," diyen başbakana, 100 bin sayısını
kendilerinin vererek yanılttıklarını, gerçek sayının 20 bin
olduğunu söyleyip özür dileyen Ermeni cemaati temsilcisi
Bedros Şirinoğlu… Şirinoğlu, Ermenilerin katledilmesi konusunda
ise, şunları söylemekte: "Bunun adı kavgadır. 1.5 milyon
Ermeni vardır. Evet, muhakkak ki hem Ermeni tarafından hem Türk
tarafından zayiat olmuştur. Bu 1.5 milyon Ermeni'nin büyük
bir kısmı da yurtdışına göç etmişti. Ben 'bir şeyler
olmamıştır' demiyorum. Benim büyükbabam da bu olaylarda
vefat etmiştir ama bunu fazla kurcalamaya gerek yok. 100 sene geçmiş
üzerinden. Kin taşımaya gerek yok. Her nedense bu olayın
üstü kapatılmak istenmiyor. Niye istenmiyor, anlamıyorum."
("Soykırım Değil Kavga", Cumhuriyet, 27 Mart 2010,
s.9.)
Örneğin, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'la
görüşmesinden sonra basına yaptığı açıklamada,
"100 bin kaçak çalışan Ermeni var, bunları
sınırdışı ederiz," diyen başbakana, 100 bin sayısını
kendilerinin vererek yanılttıklarını, gerçek sayının 20 bin
olduğunu söyleyip özür dileyen Ermeni cemaati temsilcisi
Bedros Şirinoğlu… Şirinoğlu, Ermenilerin katledilmesi konusunda
ise, şunları söylemekte: "Bunun adı kavgadır. 1.5 milyon
Ermeni vardır. Evet, muhakkak ki hem Ermeni tarafından hem Türk
tarafından zayiat olmuştur. Bu 1.5 milyon Ermeni'nin büyük
bir kısmı da yurtdışına göç etmişti. Ben 'bir şeyler
olmamıştır' demiyorum. Benim büyükbabam da bu olaylarda
vefat etmiştir ama bunu fazla kurcalamaya gerek yok. 100 sene geçmiş
üzerinden. Kin taşımaya gerek yok. Her nedense bu olayın
üstü kapatılmak istenmiyor. Niye istenmiyor, anlamıyorum."
("Soykırım Değil Kavga", Cumhuriyet, 27 Mart 2010,
s.9.)
[13]
Ayşe Hür, "Ermeni Mallarını Kimler Aldı?", size="2">Taraf, 2 Mart 2008.
Ayşe Hür, "Ermeni Mallarını Kimler Aldı?", size="2">Taraf, 2 Mart 2008.
[14]
a.g.m.
a.g.m.
[15]
"Hâlen Kanada'da yaşayan Kasapyan ailesinden mimar Edward
J. Çuhacı'ya göre: "Çankaya
Köşkü'nü Kasapyan ailesi hiçbir kimseye
satmamıştır. Devrin hükümeti yalnız o köşkü değil,
bütün mallarını ve mülklerini ellerinden alıp Ağustos 1915
yılında tüm aileyi sürgüne sevk etmişlerdir. Benim babam
(Ankara doğumlu 1887-1930) o tarihlerde ecnebi bir şirketin sahibi olduğu
demiryolunda çalışması vesilesiyle tüm aileyi Ankara'dan
(Konya yoluyla) İstanbul'a kaçırmıştır. Ayrıca Kasapyan
ailesinin sahip oldukları mülkler arasında
Keçiören'deki bağ evi vardı ve bu bağa da Vehbi
Koç ailesi sahip olmuştur. 15 veya daha fazla sene evvel, İstanbul
gazetelerinden birinde bu bağ evinin resmî çıkmıştı -bu evi
Vehbi Bey müzeye çevirmişti- ve annem rahmetli Vehbi Bey'e
bir mektup yazmıştı. Vehbi Bey de anneme o bağ evinin renkli bir
fotoğrafını yollamıştı…" (Ayşe Hür,
a.g.m.)
"Hâlen Kanada'da yaşayan Kasapyan ailesinden mimar Edward
J. Çuhacı'ya göre: "Çankaya
Köşkü'nü Kasapyan ailesi hiçbir kimseye
satmamıştır. Devrin hükümeti yalnız o köşkü değil,
bütün mallarını ve mülklerini ellerinden alıp Ağustos 1915
yılında tüm aileyi sürgüne sevk etmişlerdir. Benim babam
(Ankara doğumlu 1887-1930) o tarihlerde ecnebi bir şirketin sahibi olduğu
demiryolunda çalışması vesilesiyle tüm aileyi Ankara'dan
(Konya yoluyla) İstanbul'a kaçırmıştır. Ayrıca Kasapyan
ailesinin sahip oldukları mülkler arasında
Keçiören'deki bağ evi vardı ve bu bağa da Vehbi
Koç ailesi sahip olmuştur. 15 veya daha fazla sene evvel, İstanbul
gazetelerinden birinde bu bağ evinin resmî çıkmıştı -bu evi
Vehbi Bey müzeye çevirmişti- ve annem rahmetli Vehbi Bey'e
bir mektup yazmıştı. Vehbi Bey de anneme o bağ evinin renkli bir
fotoğrafını yollamıştı…" (Ayşe Hür,
a.g.m.)
[16]
Üstelik işin içinde salt temellük/gasp değil bir de
"tahrip" boyutu olduğunu, Falih Rıfkı'nın sansüre
uğramamış Çankaya size="2">'sından izleyebiliyoruz: "İzmir'i niçin
yakıyorduk? Kordon konakları, oteller ve kazinolar kalırsa, azlıklardan
kurtulamayacağımızdan mı korkuyorduk. Birinci Dünya Harbinde
Ermeniler tehcir olunduğu vakit, Anadolu şehir ve kasabalarının
oturulabilir ne kadar mahalle ve semtleri varsa, yine bu korku ile
yakmıştık. Bu kuru kuruya tahripçilik hissinden gelen bir şey
değildir. Bunda bir aşağılık duygusunun da tesiri var. Bir Avrupa
parçasına benzeyen her köşe, sanki Hıristiyan veya yabancı
olmak, mutlaka bizim olmamak kaderinde idi. Bir harb daha olsa da yenilmiş
olsak, İzmir'i arsalar hâlinde bırakmış olmak, şehrin
Türklüğünü korumaya kâfi mi gelecekti?"
(Falih Rıfkı, Çankaya, 1958 baskısı, Dünya Yayınları,
ss.212-213.)
Üstelik işin içinde salt temellük/gasp değil bir de
"tahrip" boyutu olduğunu, Falih Rıfkı'nın sansüre
uğramamış Çankaya size="2">'sından izleyebiliyoruz: "İzmir'i niçin
yakıyorduk? Kordon konakları, oteller ve kazinolar kalırsa, azlıklardan
kurtulamayacağımızdan mı korkuyorduk. Birinci Dünya Harbinde
Ermeniler tehcir olunduğu vakit, Anadolu şehir ve kasabalarının
oturulabilir ne kadar mahalle ve semtleri varsa, yine bu korku ile
yakmıştık. Bu kuru kuruya tahripçilik hissinden gelen bir şey
değildir. Bunda bir aşağılık duygusunun da tesiri var. Bir Avrupa
parçasına benzeyen her köşe, sanki Hıristiyan veya yabancı
olmak, mutlaka bizim olmamak kaderinde idi. Bir harb daha olsa da yenilmiş
olsak, İzmir'i arsalar hâlinde bırakmış olmak, şehrin
Türklüğünü korumaya kâfi mi gelecekti?"
(Falih Rıfkı, Çankaya, 1958 baskısı, Dünya Yayınları,
ss.212-213.)
[17]
Ayşe Hür, a.g.m.
Ayşe Hür, a.g.m.
[18]
Ayşe Hür, a.g.m.
Ayşe Hür, a.g.m.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder