13 Nisan 2012 Cuma

Evini başına yıkar da giderim! / Ali TOPUZ

Evini başına yıkar da
giderim! / Ali TOPUZ

Kentsel dönüşümün ikiz
yasaları, taşınmaz sistemini altüst edecek nitelikte iki istisna yasası.
Terörle Mücadele Kanunu ceza sistemini nasıl altüst ettiyse öyle.
Hiçbir yapı bunlardan kurtulamaz. Yargı da devre dışı bırakılıyor,
tıpkı 12 Eylül sonrasındaki gibi.

Mesele fakir fukaranın evi,
evet. Ama mesele sadece ondan ibaret değil: Bir sabah, söz gelimi,
İstanbul veya Ankara’nın en ünlü bir ya da birkaç alışveriş
merkezine el konulduğu haberi gelirse şaşırmayın. Yine başka bir sabah
İstanbul’un ya da ya da başka bir kentin en ünlü gökdelenlerine,
villalarına, deniz ya da ırmak kıyısındaki yalılarına el konulduğu
haberi gelirse, şaşırmayın…
“Komünistler gelecek,
mallarınıza el koyacak” diye kaymak burjuvaziye korku salmıyorum
hayır, Komünistleri beklemek gerekmez bunun için! Türkiye’nin yeni
mülk transferi yasalarıyla bu mümkün. Mülk transferi derken, Medeni
Kanun’dan, Borçlar Kanunu’ndan, Ticaret Kanunu’ndan filan
bahsetmiyoruz; başka iki kanundan bahsediyoruz. Medeni hukukun
taşınmazlara ilişkin sisteminin içerisine, sistemi anlaşılmaz hale
getirecek, felç edecek şekilde yerleştirilen iki istisna hali, yani
olağanüstü hal kanunundan. Terörle Mücadele Kanunu nasıl genel ceza
hukuku sistemini anlaşılmaz, içinden çıkılmaz hale getirdi ve devlete,
özel yetkili mahkemeler aracılığıyla istediği kişiyi, grubu, zümreyi,
partiyi hırpalama imkanı verdiyse, bu iki kanun da taşınmaz hukuku
alanında aynı şeyi yapıyor, yapacak.

BİRİNDEN KAÇAN
DİĞERİNE YAKALANIR

Bu kanunların ilki, malum,
“Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek
Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun”, 5366
numaralı. Bu kanunun “amaç ve kapsam”ı saptayan birinci
maddesindeki “amaç” kısmı, kentlerdeki her yapıyı
içerebilecek kadar geniş ve belirsiz. Yasanın sadece “bina”ya
değil ve “binanın bulunduğu alan”a ilgi göstermesi, modern
şehircilik mantığıyla savunuluyor. Öyle olsun! Ama durum şu: Sağlam,
sorunsuz, güzel bir bina, “alan”da yapılmak istenen
düzenlemeye uyumsuzluk nedeniyle bir projeciğin içinde hava civaya
dönüşebilir.
Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi
Hakkında Kanun Tasarısı ise “afet riski altındaki alan” ve bu
alanın dışında riskli bir yapının bulunduğu “arsa ve
araziler” tanımıyla, kapsam açısından ilk kanunda kaçacak
yapılar varsa onları da yakalıyor.
Alanın sorunlu olduğu kararını
kim verecek? Afet tasarısına göre bakanlık, ilgili idare ve elbette
(Akşam Gazetesi’nden Nihal Kemaloğu’nun 10 Nisan tarihli güzel
yazısındaki güzel tanımıyla “neoliberal devlet KİT’i)
TOKİ. Yapının sorunlu olduğunaysa “ilmi ve fenni” verilere
dayanılarak karar verilecek. “Sorunlu” ise ne olacak?
Yıkılacak, haliyle. Yıkım kararına itiraz mümkün mü? Evet, ama
itirazı, tüm üyeleri bakanlık tarafından oluşturulan bir heyet
görecek; başka soru gerekir mi?

‘YÜRÜTME’
DURDURULAMAZ

Mahkemeler vardı değil mi memlekette? İdarenin
iş ve eylemlerini denetleme görevi yapan, “Türk milleti
adına” ve “vicdan”la karar vermesi gereken mahkemeler.
Gene var da, malum iş yükleri çok, afet tasarısıyla oluşacaklardan
kurtarılıyorlar. Yargıyı hızlandıracak bir mini reform (!) gizli yani
afet tasarısında, hukuki açıdan bir afet bu, o ayrı: Malum, yürütmeyi
durdurma kararı istenemeyecek, istense de verilmesi yasak.
Başka
yargısal yasaklar da var: dokuzuncu maddeye göre, o maddeye ilişkin devir
işlemleriyle a) kamulaştırmaya dair ihtilaflara ilişkin dava ve takipler
sadece bedele ilişkin olacak! Riskli yapı tespitleri ve yıktırma iş ve
işlemleri hakkındaysa sadece bina ve enkaz bedelleri hakkındaki davalar
yürütülür ve sonuçlandırılabilir! Binanın enkaz haline getirilmesini
durduramazsınız ve sorgulayamazsınız, özetle. Enkaza razı gelinecek. />Burada biraz duralım: Son zamanlarda “güçler ayrılığı”
lafı çokça konuşuluyor. Kimse kimsenin işine karışmasın, kimse
kimsenin alanına girmesin, herkes işini yapsın falan filan. En fazla da
yargı söz konusu olunca ediliyor bu laflar.

BİR 12
EYLÜL HUYU

Yasama, yürütme ve yargı içinde yargı
“primus inter pares”tir, teoriye sorarsanız. Eşitler arasında
birinci. Yargının en önemli işlevi de öyle vatandaşları cezaevine
doldurmak, kamu otoritelerine laf edene cezalar yağdırmak, devletin
bekasını korumak, Kürtçe konuşulunca anlamamak filan değil, özellikle
idarenin eylem ve işlemlerini denetlemektir.
Şimdilerde yargı
karşısına çıkarmakla övünülen iki 12 Eylül paşasının irade
ettiği fermanlara bir bakın, en çok üstünde durdukları konu, idarenin
kimi eylem ve işlemlerine karşı yargı denetimini yasaklayan emirler
göreceksiniz. Hem idare hukuku çerçevesinde önleyici yargılama
işlemleri açısından hem de işte en son referandumla kaldırılan
dokunulmazlıktaki gibi ceza hukuku açısından. İşte kültür
varlıklarını bizden, bizi de afetlerden koruyacak bu iki yasanın
ikincisi, tam da yargıladığı 12 Eylül’ün paşalarının aklının
yaptığı şeyi yapıyor:
Bütün ülkeyi halı silkeler gibi
silkeleyebilecek bir düzenek kuruyor, bu düzenekteki ağır hak ihlallerine
yol açacak işlem ve eylemleri de yargının sahasında kaçırıyor.
“Yürütmeyi durdurma kararı” çünkü, “açık hukuka
aykırılık” ve “telafisi imkansız zarar” ihtimaline
binaen verilir; bu yasayla deniliyor ki özetle ve açıkça: Açıkça
hukuka aykırıyım, doğacak zararların telafisi imkansız olacak. Eviniz
yıkılacak.
Konu uzun, vahamet büyük ve ciddi. Devam edeceğim, Salı
günü.

Kaynak: Radikal

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder