AKP'NİN ÇILGIN
PROJELERİ VE ÇED ENGELİ!
style="line-height:1.125;margin-top:0pt;margin-bottom:0pt;text-align:
justify;"> style="font-weight:normal;">Çocuklar
ölebilir yarın, style="line-height:1.125;margin-top:0pt;margin-bottom:0pt;text-align:
justify;"> style="font-weight:normal;">Hem de ne
sıtmadan ne kuşpalazından style="line-height:1.125;margin-top:0pt;margin-bottom:0pt;text-align:
justify;"> style="font-weight:normal;">Düşerek de
değil kuyulara filân; style="line-height:1.125;margin-top:0pt;margin-bottom:0pt;text-align:
justify;"> style="font-weight:normal;">Çocuklar
ölebilir yarın, style="line-height:1.125;margin-top:0pt;margin-bottom:0pt;text-align:
justify;"> style="font-weight:normal;">Çocuklar sakallı
askerler gibi ölebilir yarın, style="line-height:1.125;margin-top:0pt;margin-bottom:0pt;text-align:
justify;"> style="font-weight:normal;">Çocuklar
ölebilir yarın atom bulutlarının ışığında, dir="ltr"
style="line-height:1.125;margin-top:0pt;margin-bottom:0pt;text-align:
justify;"> style="font-weight:normal;">Ne bir santim
kemik, ne bir damla kan, style="line-height:1.125;margin-top:0pt;margin-bottom:0pt;text-align:
justify;"> style="font-weight:normal;">Çocuklar
ölebilir yarın atom bulutlarının ışığında style="line-height:1.125;margin-top:0pt;margin-bottom:0pt;text-align:
justify;"> style="font-weight:normal;">Arkalarında bir
avuç kül bile değil style="line-height:1.125;margin-top:0pt;margin-bottom:0pt;text-align:
justify;"> style="font-weight:normal;">Arkalarında
gölgelerinden başka bir şey bırakmadan… style="line-height:1.1500000000000001;margin-top:0pt;margin-bottom:10pt;margin-left:
141.6pt;text-indent: 35.400000000000006pt;text-align: center;"> id="docs-internal-guid-37c6b7c1-8013-c54c-4de2-facb8c1ae3e2"
style="font-weight:normal;">Nazım Hikmet RAN
style="line-height:1.1500000000000001;margin-top:0pt;margin-bottom:10pt;text-align:
justify;"> style="font-weight:normal;">Çılgın Projelerin Enerjisi: Nükleer
Santraller… style="line-height:1.1500000000000001;margin-top:0pt;margin-bottom:10pt;text-align:
justify;"> style="font-weight:normal;">Türkiye uzunca
bir dönem AKP’nin çılgın projeleriyle uyandı her yeni güne.
Başbakan Erdoğan, ya Kanal İstanbul’dan, ya 3. köprüden, ya da 3.
havalimanından bahsediyordu heyecanla. Tüm bunların adına da, kendi
ağzıyla; “Çılgın Proje”
demişti. Şu sıralar bu çılgın heveslerini yeniden dile getirmeye
başladı. Tayyip Erdoğan; "Japonya ile beraber yapabileceğimiz çok şey var.
Boğaziçi’nde 3. Köprü inşası başladı ve İstanbul'da yeni
bir havalimanını ihale edeceğiz. 1. aşamada yılda 100 milyon yolcu
kapasitesi ile dünyanın en büyük havalimanlarından birini inşa
edeceğiz....3. santral için yer belirleme çalışmalarımız devam ediyor.
Japonya ile çalışmaya açığız. Nükleer santral inşasında planlamadan
inşaatın tamamlanmasına kadar geçen süreyi 7 yıldan aza indirmemiz
gerektiğini düşünüyorum. 2030 yılında toplam elektrik üretimimizin en
az yüzde 15'ini nükleer enerjiden elde etmeyi
planlıyoruz" diyerek bu “çılgın
projelerin” arasına 3 tane de nükleer santral eklendiğini
açıklamış oldu. Santrallerin birinin Sinop, birinin Mersin(Akkuyu)
birinin ise Kırklareli(İğneada) veya Düzce’ye(Akcakoca) yapılması
planlanıyor. Yıllardır Türkiye’de yapılacak nükleer santraller
üzerine çok şey yazıldı çizildi. Nükleer santraller konusu; atık
depolama sorunları, emperyalist saldırılara karşı açık tehdit
oluşturması ve hammadde açısından dışa bağımlı olması gibi
sorunları olan bir konu. style="line-height:1.1500000000000001;margin-top:0pt;margin-bottom:10pt;text-align:
justify;"> style="font-weight:normal;">Nükleer
atıkların bertaraf edilmesi maliyetli ve de tehlikeli bir işlem. Şimdiye
kadar bu atıkların bertaraf edilmesi ya da depolanması ile ilgili dünya
ölçeğinde birçok tüyler ürpetici olay yaşandı. Türkiye henüz bir
nükleer santrali olmadan bile nükleer atık sorunuyla karşı karşıya
kalmış bir ülke. Geçtiğimiz aylarda İzmir Gaziemir'de bir
fabrikanın düşük yoğunluklu nükleer atıklarını şehrin ortasına
gömdüğüne şahit olmuştuk. Nükleer santral yapıldıktan sonra
nükleer atıklar konusunda yaşanabilecek olayları hepimiz az çok
geçmişte yaşanılan deneyimlerden tahmin edebiliyoruz. dir="ltr"
style="line-height:1.1500000000000001;margin-top:0pt;margin-bottom:10pt;text-align:
justify;"> style="font-weight:normal;">Enerji üretiminde
dışa bağımlılığımızı azaltması ihtimali ise neredeyse yoktur.
Çünkü hem santral teknolojisinin ithal ediliyor olması hem de üretimde
kullanılacak hammaddenin tamamına yakınının yurtdışından temin
edilecek olması bu durumun açıkça kanıtıdır. Elektrik Mühendisleri
Odası'nın verilerine göre; birincil enerji kaynağı anlamında yüzde
72 oranında dışa bağımlı durumdayız. 2012 yılı için elektrik
tüketimi 240 milyar kilovat saat. Sadece güneşten elde edilebilecek
elektrik enerjisinin miktarı ise 380 milyar kilovat saat. Aynı şekilde
rüzgardan en az 100 milyar kilovatsaat elektrik üretim potansiyeline de
sahibiz. style="font-size: 16px; font-family: Cambria; vertical-align: baseline;
white-space: pre-wrap;">Bu durumda üretimde dışa bağımlılığı
azaltmak için dışarıdan alınacak bir hammaddeyle üretilen enerji
yöntemleri yerine öz kaynaklarımızın kullanıldığı yöntemlere
yönelinmelidir. style="line-height:1.1500000000000001;margin-top:0pt;margin-bottom:10pt;text-align:
justify;"> style="font-weight:normal;">Emperyalist
saldırılara karşı açık tehdit oluşturması açısından
düşünüldüğünde Irak’ta yapım aşamasındayken İsrail
uçakları tarafından vurulan nükleer santral örneği unutulmamalıdır.
Ayrıca Türkiye yüz ölçümünün %93'ü, nüfusunun ise
%98'i aktif deprem tehlikesi ile karşı karşıyadır. AKP'nin
deprem fırsatçılığını Van Depremi ardından başlattıkları kensel
dönüşüm safsatalarıyla açıkça gördük. AKP döneminde bilim ve
tekniğin yerine rant ve kar hırsı almıştır. style="line-height:1.1500000000000001;margin-top:0pt;margin-bottom:10pt;text-align:
justify;"> style="font-weight:normal;">Bunun yanında,
nükleer teknoloji; elektrik enerjisi elde etmenin kolay ve yüksek verimli
bir yolu olduğu kadar, dünya halklarının kendilerini savunma aracı
olarak da önemli bir noktada bulunuyor. Mesela yaklaşık 50 yıldır ABD
tehdidi ve ambargosu altında sosyalizmi yaşatmaya ve ilerletmeye çalışan
Küba'nın, bu ülkeyi işgal etme niyetini saklama gereği bile duymayan
ABD karşısında “nükleer teknolojiye sahip olma hakkı” style="font-size: 16px; font-family: Cambria; vertical-align: baseline;
white-space: pre-wrap;">, meşru bir “var olma hakkı” style="font-size: 16px; font-family: Cambria; vertical-align: baseline;
white-space: pre-wrap;"> anlamına geliyor. Bu noktada İran örneği de Orta
Doğu halkları olarak çok yakınımızda bulunuyor. Yine Kore Demokratik
Halk Cumhuriyeti'nin(Kuzey Kore) nükleer teknoloji açısından ABD
Emperyalizmine karşı direngen tavrı tüm ezilen halkları yüreklendiriyor
Dünyayı tehdit eden nükleer güce sahip emperyalist ülkeler
karşısında, ülkelerini emperyalizme teslim etmeyen ezilen halkların da
nükleer teknolojiye sahip olma girişimleri daha fazla meşruluk
kazanıyor. style="line-height:1.1500000000000001;margin-top:0pt;margin-bottom:10pt;text-align:
justify;"> style="font-weight:normal;">ABD, AB, Rusya ve Japonya'nın ortak projesi olarak ve
nükleer teknolojinin bu gün için en ileri aşamasını oluşturan
“füzyon reaktörü” yapımına karar verildiği günümüzde,
uluslararası yakıt denetimi altında ve emperyalist tekellerin malı olacak
reaktörler kurularak, nükleer tekellerin çıkarlarına dönük
yatırımların ülkemize bir yarar sağlamayacağı açıktır. Nükleer
enerji ancak tam bağımsız bir Türkiye'nin kullanabileceği bir enerji
çeşididir. style="line-height:1.1500000000000001;margin-top:0pt;margin-bottom:10pt;text-align:
justify;"> style="font-weight:normal;">Bir Engel Daha Yıkılmaya Çalışılıyor: ÇED dir="ltr"
style="line-height:1.1500000000000001;margin-top:0pt;margin-bottom:10pt;text-align:
justify;"> style="font-weight:normal;">Ülkemizde 7
Şubat 1993 tarihinden bu yana uygulanan Çevresel Etki Değerlendirmesi
(ÇED), belirli bir proje veya gelişmenin, çevre üzerindeki önemli
etkilerinin belirlendiği bir rapordur. Bu rapor başlı başına bir karar
verme görevi değil karar verme sürecine destek görevi taşır. ÇED ,
yapılması planlanan bir projenin kapsamlı olarak incelenmesi
sonucunda sürekli veya geçici olarak çevreye olası etkileri ile bu
etkilerin sosyal sonuçlarını inceler. Bu sonuçlara göre alternatif
çözüm önerileri ve değerlendirmeleri de sunar. dir="ltr"
style="line-height:1.1500000000000001;margin-top:0pt;margin-bottom:10pt;text-align:
justify;"> style="font-weight:normal;">Temelde amaç
herhangi bir projenin çevreye etkisini değerlendirip geç olmadan müdahale
edebilmektir. Bir nevi yol göstericidir. AKP ve işbirlikçilerinin
göstermeye çalıştığı gibi "Öcü" veya "Tü Kaka"
değildir. ÇED süreci bölgede yaşayan halkın yapılacak projeyle ilgili
görüş ve önerilerini çok kısmi de olsa sunabildiği ufak tefek
demokratik yollar içeren bir süreçtir. Bu göstermelik demokratik yollar
kesinlikle halka projeyle ilgili görüş hakkı vermek amacıyla
oluşturulmamıştır. Aksine halkı ikna etmek için oluşturulmuş fakat bu
bile AKP iktidarına fazla gelmiştir. style="line-height:1.1500000000000001;margin-top:0pt;margin-bottom:10pt;text-align:
justify;"> style="font-weight:normal;">Türkiye'deki
mevcut ÇED uygulamalarının yukarıda bahsettiğimiz gibi ilerlemediği
somut olarak görülebiliyor. Ancak ÇED'in sağlıklı bir şekilde
işlememesinin nedeni yine bu sistemdir. Kapitalizmin hüküm sürdüğü şu
dönemde çevre ve sosyal yapının maruz kalacağı olumsuz etkiler o
projenin getireceği karın yanında hiç de önemli değildir. Bazı
durumlarda projenin maliyetini artıracak birtakım sorumluluklar yükleyecek
olması veya projenin yapım süresini uzatacak olması sermayenin ve AKP
iktidarının ÇED'den korkmasının temel nedenidir. dir="ltr"
style="line-height:1.1500000000000001;margin-top:0pt;margin-bottom:10pt;text-align:
justify;"> style="font-weight:normal;">İşte bu
nedenledir ki AKP bir süredir ÇED yönetmeliği üzerinde değişiklikler,
kapsam daraltmaları vb. gibi ayak oyunlarıyla bu engeli de sermayenin
önünden kaldırmaya çalışıyor. AKP iktidarının geçtiğimiz
günlerde;
"7/2/1993 tarihli ve 21489 sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan
Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliğinden önce; uygulama
projeleri onaylanmış veya çevre mevzuatı ve ilgili diğer mevzuat
uyarınca yetkili mercilerden izin, ruhsat veya onay ya da kamulaştırma
kararı alınmış veya yatırım programına alınmış veya mevzi imar
planları onaylanmış projeler yönünden, ÇED Yönetmeliğinin EK-I
Listesinde yer alan projeler için 17.7.2015 tarihine, EK-II Listesinde yer
alan projeler için 17.7.2013 tarihine kadar yatırımına başlanmış
projelere ÇED yönetmeliğinin hükümleri
uygulanmayacaktır." şeklinde yapmaya
çalıştıkları değişiklik birçok kez Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO)
ve konuyla ilgilenen demokratik kitle örgütlerinin açtığı davalarla
iptal edilmiştir. Ancak kendi yasalarına bile uymamayı adet edinen AKP
iktidarı her defasında ya yeni bir değişiklikle yada yasanın arkasından
dolaşarak Kanal İstanbul, 3. Havalimanı, 3. Köprü, Ilısu Barajı,
Nükleer Santraller vb. çılgın projelerine yasal kılıf uydurmaya
çalışıyor. Danıştay'ın aldığı kararları dahi yok sayarak
yeniden bir düzenleme yapılıyor. Faşizmin "Ben yaptım
oldu" anlayışı her türlü
konuda olduğu gibi ÇED sürecinde de önümüze çıkıyor.
style="line-height:1.1500000000000001;margin-top:0pt;margin-bottom:10pt;text-align:
justify;"> style="font-weight:normal;">Sonuç olarak
yasaları çıkaran milletvekilleri de iptal eden mahkemeler de bu sistemin
bir parçası ve göstermelik olmasının dışında halkın yararına bir
sonuç alınabilecek merciler değildir. Bu noktada en büyük güç halkın
örgütlü gücüdür. AKP faşizmi bugün hayatın her alanında dilediği
yasayı çıkarmakta, tüm kazanılmış haklarımızı gasp etmekte,
doğayı; çevreyi de pervasızca talan etmektedir. Bu ülkede hukuk
faşizmin üzerini örten tül bir perdedir. Hiçbir hak yalnızca
hukuksal mücadeleyle korunamaz. Bunu sağlayacak olan tek şey halkın
örgütlü mücadelesidir.
(+İvme Dergisi Kentsel Dönüşüm
Komisyonu)
justify;"> style="font-weight:normal;">Çılgın Projelerin Enerjisi: Nükleer
Santraller… style="line-height:1.1500000000000001;margin-top:0pt;margin-bottom:10pt;text-align:
justify;"> style="font-weight:normal;">Türkiye uzunca
bir dönem AKP’nin çılgın projeleriyle uyandı her yeni güne.
Başbakan Erdoğan, ya Kanal İstanbul’dan, ya 3. köprüden, ya da 3.
havalimanından bahsediyordu heyecanla. Tüm bunların adına da, kendi
ağzıyla; “Çılgın Proje”
demişti. Şu sıralar bu çılgın heveslerini yeniden dile getirmeye
başladı. Tayyip Erdoğan; "Japonya ile beraber yapabileceğimiz çok şey var.
Boğaziçi’nde 3. Köprü inşası başladı ve İstanbul'da yeni
bir havalimanını ihale edeceğiz. 1. aşamada yılda 100 milyon yolcu
kapasitesi ile dünyanın en büyük havalimanlarından birini inşa
edeceğiz....3. santral için yer belirleme çalışmalarımız devam ediyor.
Japonya ile çalışmaya açığız. Nükleer santral inşasında planlamadan
inşaatın tamamlanmasına kadar geçen süreyi 7 yıldan aza indirmemiz
gerektiğini düşünüyorum. 2030 yılında toplam elektrik üretimimizin en
az yüzde 15'ini nükleer enerjiden elde etmeyi
planlıyoruz" diyerek bu “çılgın
projelerin” arasına 3 tane de nükleer santral eklendiğini
açıklamış oldu. Santrallerin birinin Sinop, birinin Mersin(Akkuyu)
birinin ise Kırklareli(İğneada) veya Düzce’ye(Akcakoca) yapılması
planlanıyor. Yıllardır Türkiye’de yapılacak nükleer santraller
üzerine çok şey yazıldı çizildi. Nükleer santraller konusu; atık
depolama sorunları, emperyalist saldırılara karşı açık tehdit
oluşturması ve hammadde açısından dışa bağımlı olması gibi
sorunları olan bir konu. style="line-height:1.1500000000000001;margin-top:0pt;margin-bottom:10pt;text-align:
justify;"> style="font-weight:normal;">Nükleer
atıkların bertaraf edilmesi maliyetli ve de tehlikeli bir işlem. Şimdiye
kadar bu atıkların bertaraf edilmesi ya da depolanması ile ilgili dünya
ölçeğinde birçok tüyler ürpetici olay yaşandı. Türkiye henüz bir
nükleer santrali olmadan bile nükleer atık sorunuyla karşı karşıya
kalmış bir ülke. Geçtiğimiz aylarda İzmir Gaziemir'de bir
fabrikanın düşük yoğunluklu nükleer atıklarını şehrin ortasına
gömdüğüne şahit olmuştuk. Nükleer santral yapıldıktan sonra
nükleer atıklar konusunda yaşanabilecek olayları hepimiz az çok
geçmişte yaşanılan deneyimlerden tahmin edebiliyoruz. dir="ltr"
style="line-height:1.1500000000000001;margin-top:0pt;margin-bottom:10pt;text-align:
justify;"> style="font-weight:normal;">Enerji üretiminde
dışa bağımlılığımızı azaltması ihtimali ise neredeyse yoktur.
Çünkü hem santral teknolojisinin ithal ediliyor olması hem de üretimde
kullanılacak hammaddenin tamamına yakınının yurtdışından temin
edilecek olması bu durumun açıkça kanıtıdır. Elektrik Mühendisleri
Odası'nın verilerine göre; birincil enerji kaynağı anlamında yüzde
72 oranında dışa bağımlı durumdayız. 2012 yılı için elektrik
tüketimi 240 milyar kilovat saat. Sadece güneşten elde edilebilecek
elektrik enerjisinin miktarı ise 380 milyar kilovat saat. Aynı şekilde
rüzgardan en az 100 milyar kilovatsaat elektrik üretim potansiyeline de
sahibiz. style="font-size: 16px; font-family: Cambria; vertical-align: baseline;
white-space: pre-wrap;">Bu durumda üretimde dışa bağımlılığı
azaltmak için dışarıdan alınacak bir hammaddeyle üretilen enerji
yöntemleri yerine öz kaynaklarımızın kullanıldığı yöntemlere
yönelinmelidir. style="line-height:1.1500000000000001;margin-top:0pt;margin-bottom:10pt;text-align:
justify;"> style="font-weight:normal;">Emperyalist
saldırılara karşı açık tehdit oluşturması açısından
düşünüldüğünde Irak’ta yapım aşamasındayken İsrail
uçakları tarafından vurulan nükleer santral örneği unutulmamalıdır.
Ayrıca Türkiye yüz ölçümünün %93'ü, nüfusunun ise
%98'i aktif deprem tehlikesi ile karşı karşıyadır. AKP'nin
deprem fırsatçılığını Van Depremi ardından başlattıkları kensel
dönüşüm safsatalarıyla açıkça gördük. AKP döneminde bilim ve
tekniğin yerine rant ve kar hırsı almıştır. style="line-height:1.1500000000000001;margin-top:0pt;margin-bottom:10pt;text-align:
justify;"> style="font-weight:normal;">Bunun yanında,
nükleer teknoloji; elektrik enerjisi elde etmenin kolay ve yüksek verimli
bir yolu olduğu kadar, dünya halklarının kendilerini savunma aracı
olarak da önemli bir noktada bulunuyor. Mesela yaklaşık 50 yıldır ABD
tehdidi ve ambargosu altında sosyalizmi yaşatmaya ve ilerletmeye çalışan
Küba'nın, bu ülkeyi işgal etme niyetini saklama gereği bile duymayan
ABD karşısında “nükleer teknolojiye sahip olma hakkı” style="font-size: 16px; font-family: Cambria; vertical-align: baseline;
white-space: pre-wrap;">, meşru bir “var olma hakkı” style="font-size: 16px; font-family: Cambria; vertical-align: baseline;
white-space: pre-wrap;"> anlamına geliyor. Bu noktada İran örneği de Orta
Doğu halkları olarak çok yakınımızda bulunuyor. Yine Kore Demokratik
Halk Cumhuriyeti'nin(Kuzey Kore) nükleer teknoloji açısından ABD
Emperyalizmine karşı direngen tavrı tüm ezilen halkları yüreklendiriyor
Dünyayı tehdit eden nükleer güce sahip emperyalist ülkeler
karşısında, ülkelerini emperyalizme teslim etmeyen ezilen halkların da
nükleer teknolojiye sahip olma girişimleri daha fazla meşruluk
kazanıyor. style="line-height:1.1500000000000001;margin-top:0pt;margin-bottom:10pt;text-align:
justify;"> style="font-weight:normal;">ABD, AB, Rusya ve Japonya'nın ortak projesi olarak ve
nükleer teknolojinin bu gün için en ileri aşamasını oluşturan
“füzyon reaktörü” yapımına karar verildiği günümüzde,
uluslararası yakıt denetimi altında ve emperyalist tekellerin malı olacak
reaktörler kurularak, nükleer tekellerin çıkarlarına dönük
yatırımların ülkemize bir yarar sağlamayacağı açıktır. Nükleer
enerji ancak tam bağımsız bir Türkiye'nin kullanabileceği bir enerji
çeşididir. style="line-height:1.1500000000000001;margin-top:0pt;margin-bottom:10pt;text-align:
justify;"> style="font-weight:normal;">Bir Engel Daha Yıkılmaya Çalışılıyor: ÇED dir="ltr"
style="line-height:1.1500000000000001;margin-top:0pt;margin-bottom:10pt;text-align:
justify;"> style="font-weight:normal;">Ülkemizde 7
Şubat 1993 tarihinden bu yana uygulanan Çevresel Etki Değerlendirmesi
(ÇED), belirli bir proje veya gelişmenin, çevre üzerindeki önemli
etkilerinin belirlendiği bir rapordur. Bu rapor başlı başına bir karar
verme görevi değil karar verme sürecine destek görevi taşır. ÇED ,
yapılması planlanan bir projenin kapsamlı olarak incelenmesi
sonucunda sürekli veya geçici olarak çevreye olası etkileri ile bu
etkilerin sosyal sonuçlarını inceler. Bu sonuçlara göre alternatif
çözüm önerileri ve değerlendirmeleri de sunar. dir="ltr"
style="line-height:1.1500000000000001;margin-top:0pt;margin-bottom:10pt;text-align:
justify;"> style="font-weight:normal;">Temelde amaç
herhangi bir projenin çevreye etkisini değerlendirip geç olmadan müdahale
edebilmektir. Bir nevi yol göstericidir. AKP ve işbirlikçilerinin
göstermeye çalıştığı gibi "Öcü" veya "Tü Kaka"
değildir. ÇED süreci bölgede yaşayan halkın yapılacak projeyle ilgili
görüş ve önerilerini çok kısmi de olsa sunabildiği ufak tefek
demokratik yollar içeren bir süreçtir. Bu göstermelik demokratik yollar
kesinlikle halka projeyle ilgili görüş hakkı vermek amacıyla
oluşturulmamıştır. Aksine halkı ikna etmek için oluşturulmuş fakat bu
bile AKP iktidarına fazla gelmiştir. style="line-height:1.1500000000000001;margin-top:0pt;margin-bottom:10pt;text-align:
justify;"> style="font-weight:normal;">Türkiye'deki
mevcut ÇED uygulamalarının yukarıda bahsettiğimiz gibi ilerlemediği
somut olarak görülebiliyor. Ancak ÇED'in sağlıklı bir şekilde
işlememesinin nedeni yine bu sistemdir. Kapitalizmin hüküm sürdüğü şu
dönemde çevre ve sosyal yapının maruz kalacağı olumsuz etkiler o
projenin getireceği karın yanında hiç de önemli değildir. Bazı
durumlarda projenin maliyetini artıracak birtakım sorumluluklar yükleyecek
olması veya projenin yapım süresini uzatacak olması sermayenin ve AKP
iktidarının ÇED'den korkmasının temel nedenidir. dir="ltr"
style="line-height:1.1500000000000001;margin-top:0pt;margin-bottom:10pt;text-align:
justify;"> style="font-weight:normal;">İşte bu
nedenledir ki AKP bir süredir ÇED yönetmeliği üzerinde değişiklikler,
kapsam daraltmaları vb. gibi ayak oyunlarıyla bu engeli de sermayenin
önünden kaldırmaya çalışıyor. AKP iktidarının geçtiğimiz
günlerde;
"7/2/1993 tarihli ve 21489 sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan
Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliğinden önce; uygulama
projeleri onaylanmış veya çevre mevzuatı ve ilgili diğer mevzuat
uyarınca yetkili mercilerden izin, ruhsat veya onay ya da kamulaştırma
kararı alınmış veya yatırım programına alınmış veya mevzi imar
planları onaylanmış projeler yönünden, ÇED Yönetmeliğinin EK-I
Listesinde yer alan projeler için 17.7.2015 tarihine, EK-II Listesinde yer
alan projeler için 17.7.2013 tarihine kadar yatırımına başlanmış
projelere ÇED yönetmeliğinin hükümleri
uygulanmayacaktır." şeklinde yapmaya
çalıştıkları değişiklik birçok kez Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO)
ve konuyla ilgilenen demokratik kitle örgütlerinin açtığı davalarla
iptal edilmiştir. Ancak kendi yasalarına bile uymamayı adet edinen AKP
iktidarı her defasında ya yeni bir değişiklikle yada yasanın arkasından
dolaşarak Kanal İstanbul, 3. Havalimanı, 3. Köprü, Ilısu Barajı,
Nükleer Santraller vb. çılgın projelerine yasal kılıf uydurmaya
çalışıyor. Danıştay'ın aldığı kararları dahi yok sayarak
yeniden bir düzenleme yapılıyor. Faşizmin "Ben yaptım
oldu" anlayışı her türlü
konuda olduğu gibi ÇED sürecinde de önümüze çıkıyor.
style="line-height:1.1500000000000001;margin-top:0pt;margin-bottom:10pt;text-align:
justify;"> style="font-weight:normal;">Sonuç olarak
yasaları çıkaran milletvekilleri de iptal eden mahkemeler de bu sistemin
bir parçası ve göstermelik olmasının dışında halkın yararına bir
sonuç alınabilecek merciler değildir. Bu noktada en büyük güç halkın
örgütlü gücüdür. AKP faşizmi bugün hayatın her alanında dilediği
yasayı çıkarmakta, tüm kazanılmış haklarımızı gasp etmekte,
doğayı; çevreyi de pervasızca talan etmektedir. Bu ülkede hukuk
faşizmin üzerini örten tül bir perdedir. Hiçbir hak yalnızca
hukuksal mücadeleyle korunamaz. Bunu sağlayacak olan tek şey halkın
örgütlü mücadelesidir.
(+İvme Dergisi Kentsel Dönüşüm
Komisyonu)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder