9 Nisan 2010 Cuma

Konut Sorunu

Konut
Sorunu

Türkiye için önem taşıyan ve
çözümü giderek ivedilik kazanan sorunlardan bir tanesi
de "Konut ve Yerleşme Sorunu"dur.

Birinci ve ikinci paylaşım savaşları arasında, konut sorununun ülke
düzeyinde önem kazanması neticesinde Avrupa ülkeleri sorunun
üzerine eğilmek zorunda kalmışlardır. Sanayi bölgeleri
çevresinde ve kentlerin eski bölgelerinde ki dar gelirli ve
yoksul kitlelerin durumu, savaşlar ve doğal yıkım olayları, emeğin daha
verimli olmasını gerekli kılan genel ekonomik nedenler ve SSCB ile
rekabet, kapitalist devletleri bu alanda görev almaya zorlamıştır.
Örneğin İngiltere'de bu iki savaş dönemi arasında kalan
yıllarda kamu kuruluşları, konut üretiminin dörtte
üçünü gerçekleştirmişlerdir. 
Hızlı nüfus artışı ve kentlere göç, konut
açığının her geçen gün biraz daha büyümesine
neden olmaktadır. İhtiyacın ulaştığı boyutun karşısında, konut
sorununun tek tek üretim yöntemi ile çözülmesi
olanaksız hale gelmiştir. Bugün dünyada 100 milyonun
üzerinde insanın barınağı bulunmamaktadır. Buna sağlıksız
koşullarda barınanlar da eklenince bu rakam bir milyarın üzerine
çıkmaktadır. Kent bilimci Ernest Egli "Yeryüzünde
yerleşme konularında en ilkel öğenin, insanların konutu"
olduğunu belirtirken,  bu alandaki geriliğe dikkat çekmektedir.
Özellikle kentlerde, sosyal ve teknik altyapısı ile birlikte kısa
zamanda çok sayıda konutun üretilmesine olanak verecek teknoloji
ve örgütlenme süreçlerine gereksinim vardır.
İçinde bulunduğumuz yüzyıldaki bilimsel ve teknolojik
gelişmelerin ulaştığı boyutlar göz önüne alınırsa, bu
gelişmelerin en az etkili olabildiği alanın insanların barınma
sorunlarının çözümü alanı olduğu
görülür. Bu gözlem geri bıraktırılmış ülkeler
için olduğu kadar, gelişmiş kapitalist ülkeler için de
geçerlidir. Bu olgu, Birleşmiş Milletler'in yaptığı (1976
yılında Vancouver'da Habitat I, 1987 yılında "Evsizler
için Konut Yılı", 1988 yılında "2000 Yılına Kadar
Küresel Barınma Stratejisi", 1996 yılında İstanbul'da
Habitat II) etkinliklerle de kanıtlanmaktadır. Özellikle kentlerde
sosyal ve teknik altyapısı ile birlikte kısa zamanda çok sayıda ve
hem içerisi hem de çevresiyle birlikte yaşanabilir konutun
üretilmesi için bilim ve teknolojinin bu alana da uyarlanma
gereksinimi vardır.

Kalkınma ve Konut

Konut sorunu toplumsal bir sorun olduğu kadar, aynı zamanda bir ekonomik
kalkınma sorunudur. Geniş kitlelerin bir barınağa sahip olmamaları ya da
yetersiz barınma koşulları içinde yaşam sürdürmeleri
barış ve huzurun bozulmasına neden olabileceği gibi, toplumsal ve siyasal
sonuçları ile de kurulu düzeni tehdit edebilir.
Rahat, içinde yaşanılabilir bir konutun ekonomiye katkısı;
içinde yaşayanların verimliliğini arttırması, aynı zamanda artan
konut yatırımının, yapı gereçleri, mefruşat ve benzeri konuta
yakın kesimlerdeki istemi ve iş olanaklarını da arttırmasıdır. Konut
ve ona ilişkin çevrenin savsaklanması, ileride temizleme, yenileme
ve yeniden imar gibi kent planlamasının doğası gereği pahalı olan
araçlarına başvurmayı gerekli kılar. Bunun gibi, konut
koşullarının yetersizliğinin ve konut yatırımlarının ulusal gelir
içindeki payının, ekonomik kalkınma bakımından doğurduğu
önemli sonuçlar vardır.
Birleşmiş Milletler yayınları, ülkeden ülkeye değişiklik
göstermekle birlikte konut yatırımları oranlarının, genellikle
gayrı safi milli hasıla (GSMH) içinde %2 ile %5, tüm
yatırımlar içinde ise %25 ile %30 arasında değiştiğini
göstermektedir. Konut sorununu, yalnız ulusal kalkınma planları
içinde ele almak yetmez, konut sorununu bölge, kent ve köy
plancılığı, sanayileşme, kentleşme hareketleri ve yerleşme
politikasıyla birlikte düşünmek gerekir.

Ülkemizdeki Konut Stoku

Türkiye'de 2000 yılında yapılan sayıma göre tapulu,
resmileşmiş gecekondular da içinde olmak üzere toplam konut
sayısı 16 milyon 200 bindir. Türkiye'de 1984 yılındaki konut
sayısı 7 milyondu. 16 yılda konut sayısı iki kat artmış durumdadır.
16 yılda 9 milyon yeni konut yapılmıştır. Bu "anormal
artış", gecekondulaşmanın göstergesinden başka bir şey
değildir. Ve bu da, milyonlarca insanı büyük şehirlere
süren düzenin, onlara şehirlerde insanca yaşanabilecek konutlar
sağlamayıp gecekondulara mahkum ettiğinin kanıtıdır.
Devletin bu güne kadar konut sorununun çözümüne ne
kadar katkıda bulunduğunun cevabı ise şu rakamlarda
görülebilir: Sözü edilen 16 milyon konutun % 91.9'u
kişiler ve özel sektör tarafından, sadece % 3.6'sı kamu
sektörü tarafından ve % 4.2'si de kooperatifler tarafından
yaptırılmıştır.
Peki mevcut konutlar, ne kadar "kaliteli", ne kadar "insanca
yaşam"a uygun? İşte resmi rakamlar;
Konutların %32' si, "ünite kanalizasyona" bağlı değildir.
Binaların sadece %1.5' inde asansör ve sadece %0.5' inde yangın
merdiveni vardır. Doğalgaz tesisatı olan binaların oranı sadece
%4.1,  sıcak su tesisatı olanların sayısı da yine sadece %4'
tür.
Binaların %86.5' i soba , %6.1' i  ise kalorifer ile
ısıtılmaktadır.
Yani sözün kısası, 24 saat sıcak su, asansör, kanalizasyon,
yangın merdiveni gibi imkanlara  %5' lik bir azınlık sahiptir.
İktidarın halkımıza reva gördüğü "barınma
hakkı" işte bu kadardır.
Türkiye halkı gecekondulara veya gecekondu standardında ki konutlara
mahkum edilmiştir.
Konut sorununu çözmenin yolu esas olarak tüm ailelerin konut
sahibi yapılmasıdır. Ancak bunun yapılmadığı ülkelerde, ucuz
konut sunusunun arttırılması önemli bir amaç olmalıdır.
Kentleşme hareketleri sonucunda kentlerdeki nüfusun içinde
kiralık konutlarda yaşayanların oranı da sürekli olarak
artmaktadır. Konut sunusu açığı bulunan ülkeler,
çeşitli politik önlemlerle devredilmez ve vazgeçilmez
evrensel bir insan hakkı olan barınma hakkı için kiracıları da
korumak zorundadır.
Giderek artan konut açığının kapatılması ve her yıl ortaya
çıkan konut ihtiyacının karşılanabilmesi için toplu konut
üretiminin teşvik edilmesi gerekmektedir. Konut sorunu ile
karşılaşan ülkelerin çoğu; kar amacı gütmeyen,
çağdaş anlamda toplu konut kuruluşları ile şehir dışında veya
çevresinde yeni yerleşim alanları oluşturarak ya da şehir
içinde yeni konutlar yaparak ve eskilerini yenileyerek bu sorunun
çözümüne eğilmektedirler.
Konut sorununun çözümü için son günlerde
çokça sözü edilen "Mortgage" bir
çözüm değil, bir sömürü mekanizmasının
adıdır. Uluslararası sermayenin ve işbirlikçilerinin ellerinde
birikmiş olan büyük miktardaki paranın ipotek karşılığı
faizle çalıştırılmasıdır ve sunduğu yöntem, yoksul halkı
dışlamaktadır.
Kampanyalar için açıklanan peşinat-taksit rakamlarına
bakılırsa, işsizlerin veya herhangi bir işçinin ne o peşinatı
bir araya getirmesinin, ne de taksitleri ödemesinin mümkün
olmadığı görülür.
Her geçen gün çalışanların daha büyük bir
bölümü asgari ücrete mahkum edilirken, asgari ücret
sadaka düzeyine indirilirken,  bir yandan da "konut
edindirme" kampanyaları açılıyor... Tam
ikiyüzlülük.
Kamu harcamalarının sürekli kısıtlandığı bir düzende konut
sorununun çözümü mümkün olabilir mi?
Dahası var: DİE'nin Hane Halkı İşgücü Anketi'ne
göre, çalışma çağındaki nüfusun sadece %47.1' i
çalışıyor ve çoğunluğu, %52.9' u evde oturuyorken, 10
milyonu aşkın işsiz varken ve elbette işsizlerin çok
büyük bir çoğunluğu gecekondu semtlerindeyken, bu insanlar
nasıl "ev sahibi" olabilir? Bu sorunları çözemeyen
bir ekonomik düzenin konut sorununu çözmesi mümkün
mü? Çözemezler; çünkü sorunun kaynağı bu
sömürü düzenidir. Kendi yarattığı bu sorun artık bu
sistemin altından kalkabileceği, çözebileceği bir sorun
olmaktan da çıkmıştır.

Gecekondular

"Gecekondu sorunu" olarak tartışılan olgu, ekonomik, sosyal ve
siyasal temellerinden soyutlanarak tartışılamaz. Ve elbette ortaya
çıkardığı siyasal, sosyal sonuçlar ele alınmadan doğru
bir değerlendirme de yapılamaz.
Her şeyden önce "gecekondu sorunu", yoksulluk sorunudur.
"Gecekondu sorunu", bağımlılık sorunudur, bugün
için IMF politikalarının tartışılmaması sorunudur.
"Gecekondu sorunu" demokrasi sorunu demektir. "Gecekondu
sorunu", tüm Türkiye'nin konut, sağlık, eğitim
politikaları sorunudur. Gelir adaletsizliğini ortaya çıkaran bir
sistem sorunudur.
İktidarın bunları görmezden gelerek sorunu "kaçak
yapılaşmaya" indirgemek istemekte ve temelde "gecekondu
sorununu" burjuvazinin güvenliği ve kar sorunu olarak
görmektedir.      
Küçük burjuva aydınların, hümanistlerin bakışında
da bu gerçekler bilimsel olarak yer almaz; onlar da soruna salt acıma
duyguları ile bakarlar. Gecekondular "yardım edilmesi gereken"
yerlerdir, yoksulluk ve cehalet yatağı, suç merkezleridir. Her ne
kadar egemen sınıflardan farklı bir bakışları olduğunu iddia etseler
de, gecekondu yoksullarını "ötekileştirme" konusunda
hemfikirdirler, "toplumun bir ayıbı" gibi görür ve
açık ya da gizli küçümserler. Bu yüzden
gecekondularda yaşanan direnişlerin özünü de
anlayamazlar.
Milyonlarca insanımız derme çatma kondularda yaşam savaşı
verirken, yıllarca bu ülkeyi yönetenler, bunu kendilerine sorun
yapmamışlardır. Adeta görmezden gelmişlerdir. Çünkü
halkı yerinden yurdundan koparmak ve gecekondulaşma, zaten onların
politikasının sonuçlarıdır.
Büyük şehirlerin gecekondularında yoksul milyonların
toplanması, tekelci burjuvazinin isteğiydi. Böylece, hem kırsal
alandan koparılan milyonlarca insanı kapitalist sömürü
mekanizmasının içine sokuyor, hem de onlara "hizmet"
götürmeyerek devlet kendinin yapması gereken konut ve altyapı
hizmetlerini gecekonduluların üzerine yıkıp masraftan kurtulmuş
oluyordu.
Kapitalizmin her türlü kirini, pisliğini iliklerine kadar
hisseden, en kötü koşullarda, hiçbir güvencesi olmayan
işlerde çalışmak zorunda kalan, özgürlüğün
kırıntılarından dahi bihaber yaşayan, eğitim, sağlık, alt yapı gibi
en temel ihtiyaçları karşılanmayan, sistem tarafından sürekli
düşman olarak görülen, aşağılanan milyonlarca insan,
tüm bunların yanı sıra sermayeye yeni rant alanı açmak
için kondularının yıkılmasıyla karşı karşıya kalmıştır.
/>

Türkiye'de Kapitalizmin Gelişimi ve Konut Sorunu

Bugün İstanbul'un % 60'a yakınını oluşturan ve Ankara, İzmir gibi
büyük kentlerin de yarıdan fazlasını teşkil eden
gecekonduların ortaya çıkışı, kapitalizmin gelişimiyle iç
içedir. Feodalizmin çözülme süreci, aynı
zamanda serbest işgücünün kırlardan kent merkezlerine,
sanayi merkezlerine aktığı süreçtir.
Sanayi Devrimi ile birlikte 1800'lü yıllar boyunca fabrikaların
çevrelerinde işçi mahalleleri oluşmuştur.
"Eski bir kültüre sahip bir ülkenin manifaktür ve
küçük üretimden büyük sanayiye, üstelik
elverişli koşullarla çabuklaştırılmış böylesine hızla
geçtiği bir dönem, aynı zamanda ileri düzeyde bir 'konut
darlığı' dönemidir. Bir yandan, kırsal işçi
yığınlarını, birdenbire, sanayi merkezlere dönüşen
büyük kentler çekmekte; öte yandan da, bu eski
kentlerin yapı düzenlemeleri yeni büyük sanayi koşullarına
ve buna tekabül eden trafiğe uymamakta... Tam işçilerin
yığınlar halinde kentlere aktığı sırada, işçi meskenleri
büyük ölçüde yıktırılmaktadır... aniden ortaya
çıkan konut darlığı buradan gelmiştir." (Engels, Konut
Sorunu, Sol Yay.)
Gelişmiş kapitalist ülkelerde sorun, emekçilerin
mücadelesi ile kısmen çözülmüş olsa da bu durum,
kapitalizmin konut sorununu yeniden yaratmasına engel olmamıştır ve
bugün sosyal haklardaki gerileyişe paralel olarak, daha da yakıcı bir
şekilde emekçilerin gündemine gelmeye adaydır.
Ülkemizde "gecekondular" denilen emekçi semtlerinin
kurulması ise, kapitalist ülkelerden farklı olarak çok daha
çarpık gelişmiştir. Bunun nesnel zemini, Türkiye
kapitalizminin kendi iç dinamiğiyle gelişmeyip, emperyalizmin
ihtiyaçları doğrultusunda çarpık gelişiminde yatmaktadır.

Yeraltı ve yer üstü kaynaklarına emperyalizm tarafından el
konulan ülkemizde, yatırımlar belli merkezlerde yapılır, buna
paralel emek gücü de bu merkezlerde toplanır. Bu durum sadece
bölgeler arasındaki eşitsizliği büyütmekle kalmaz, aynı
zamanda bu kent merkezlerine yoğun bir göçü tetikler ve
kentleşmenin biçimini de temelden etkiler.
Çarpık sanayiye göre yaşanan kentleşme büyük bir
hızla sürerken, işsizliğin topraklarından koparıp getirdiği
milyonların ortaya çıkardığı "kentleşme", doğrudan
emperyalizmin bir ürünü olarak karşımıza çıkar.
Yani, diğer kapitalist ülkelerdeki gibi düzenli sanayileşmenin
ürünü değildir. Feodal yapının yukarıdan tasfiye edilmeye
çalışılması ile yerinden oynatılan kitlelere sistemin istihdam
olanakları yaratması, ortaya çıkan sosyal sorunları
çözebilmesi, bu koşullarda olanaksızdır.
Çünkü kentleşme, sanayileşmeden kat be kat önde
gitmektedir.
Belli süreçlerde yoğunlaşan göç dalgaları ile
kenti iç içe geçmiş halkalar şeklinde kuşatan
gecekondular; bir avuç zenginliğin yanı başında, kendi sorunları,
çözümsüzlükleri, çaresizlikleri, acıları,
umutları ve umutsuzlukları ile, öfkeleri ve yaşam
biçimleriyle, kültürleriyle Türkiye'nin
gerçeğidir.
Topraksız, az topraklı köylülük, tarımdaki makinalaşmanın
da etkisiyle kentlerdeki montaj sanayiye dayalı işletmelere 1950'li
yıllarda ucuz işgücü olarak aktılar. Gelişen kapitalizm onlar
için de iş olanakları demekti. Toprak ağalarının baskısından
kaçış da bu yıllarda göçü ortaya çıkaran
bir başka unsur oldu.
1960'larda % 25'lerde olan kent nüfusu 1970'e gelindiğinde % 35'e
çıktı. 1980'de % 40'a ulaşan kent nüfusu, 1990'da % 50'yi
aşarken, büyük çoğunluğu ekonomik temeldeki
göçe, Doğu ve Güneydoğu kentlerinden, devletin bir
politika olarak yaşama geçirdiği köy boşaltmaları sonucu
zorunlu göçler de eklendi. 2006 yılında ise kent nüfusu
toplam nüfusun % 73'ünü oluşturmaktadır. Halen
uygulanan IMF'nin tarımı yok eden politikaları ile
önümüzdeki 10-15 yıl içerisinde kır nüfusunun
%10'a düşürülmesi hedeflenmektedir. Son 4 yılda 1
milyon insanın İstanbul'a göç ettiği gerçeği, bunun
açık göstergesidir.
İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa gibi büyük kentlerde artan bu
nüfusun % 60-70'e yakın bir bölümü ise gecekondularda
yaşamaktadır.
Kent dışa doğru halkalar halinde geliştikçe, içte kalan
gecekondu bölgeleri daha fazla rant alanı haline geldi,
"değer" kazandı. Yani kentlerdeki yığılma, beraberinde rantın
da büyümesini getirdi. Bu durum, 1970'lerden itibaren mafya ve
devlet ile gecekondu halkı arasındaki çatışmalar, yıkımları
ortaya çıkardı ve o günden bu yana da bu çatışma
hiç bitmedi. İlk gecekondu bölgeleri nispeten "yasal"
hale gelmiş, her ne kadar tapulu olmuşlarsa da, sermayenin
ihtiyaçları gündeme geldikçe, yıkımdan
kurtulamayacaktır.

Düzen Partilerinin Oy Deposu Gecekondularda Değişen Yapılaşma

Bugün artık gecekondular derken, salt derme çatma barınaklar
anlaşılmamaktadır. İlk göçlerle kentlerin gecekondularını
oluşturan bölgeler, bugün kentin "merkezi"
durumundadırlar. Hem birkaç katlı kaçak apartmanlar hem de
barakalar yan yana, iç içe bir görüntü
oluşturmaktadır. Ancak, bu durum oraların sosyal, ekonomik yapısı ile
gecekondu niteliğini ortadan kaldırmamaktadır. Sermayenin
işgücü ihtiyacı bir yana, bu yapılaşmaya iktidar ve
belediyelerin neden "göz yumdukları" sorunu, sistemin halka
bakışının da bir yansımasıdır.
Birincisi; burjuva partileri gecekonduları hep oy deposu olarak
görmüşlerdir. Seçim süreçlerinde gecekondu
yoksullarının kimi taleplerini dikkate almak durumunda kalmışlardır.
Yapılaşmaya göz yumma, alt yapı, tapu gibi sorunlara göstermelik
de olsa olumlu cevap vermişlerdir. Birçok gecekondu mahallesinde ise,
1970'lerden itibaren bu ihtiyaçlar devrimcilerle birlikte hareket eden
halkın kendi mücadelesi ile kazanılmış ve iktidara
dayatılmıştır.
İkinci etken ise; gecekonduların düzen açısından
taşıdığı potansiyel tehdittir. Bir yandan baskı politikaları
aralıksız sürerken, öte yandan gecekondu halkının düzene
öfkesini, sınıfsal çelişkilerini görece de olsa
yumuşatmak ve tüm bunların nihai amacı olarak yoksulların kendi
kurtuluşları için devrimci mücadeleye katılımını engellemek
için, kısmi olarak sorunların çözümüne
yönelme ihtiyacı hissetmiş olmalarıdır.
Bir yanda alabildiğine ihtişamı, görkemi, zenginliği ile burjuva
yaşam, öte yanda yoksulluğu, yoksunluğu, ezilmişliği,
horlanmışlığı, içine çekilmek istenen bataklığa karşı
direnci ve çırpınışları, dizginsiz öfkeleri ile halk
vardır.
Kendi çarpık düzenlerinin sonucu olan gecekondular
büyüdükçe egemenlerin korkusu da büyümeye
devam edecektir. Egemenlerin korkusu (ve kar hırsı)
büyüdükçe, gecekondulara saldırılar daha da
yoğunlaşacaktır. Bu gerçek gecekondu halkına sadece tek bir
seçenek bırakmaktadır; direnmek. Yaşamak, var olmak için
direnmek.
Bu direniş sadece yıkımlara, başlarını soktukları evlerinin rantiyeye
peşkeş çekilmesine karşı bir direniş değildir. Burjuvazinin
kültürüne, kültürsüzleştirmeye,
yozlaştırılmaya, gecekonduluya reva gördükleri yaşam
koşullarına, yok sayılmaya, sadece seçimlerde hatırlanmaya,
örgütsüzleştirme saldırılarına, suçlu yatağı
olarak görülüp aşağılanmaya ve baskıya karşı da bir
direniştir.

Son Söz Yerine

Gecekondulaşma ve en genel anlamda konut sorunu, ancak "bütün
toplumsal düzen temelden yeniden şekillendirildiği zaman" ortadan
kaldırılabilir.
Hem gecekonduları yaratan düzeni koruyup hem de "gecekondu
sorununu" çözmek mümkün değildir. Bu sorunu
çözeceğiz diyen AKP iktidarının durumu tam da budur.
Konut edinme hakkı, başka deyişle "barınma hakkı"
tartışılmaz evrensel bir haktır.
Konut hakkı, içindeki imkanlarla, çevresini oluşturan semtin
alt yapısıyla ve sosyal ortamıyla bir bütündür. Bunları
yok eden, hiçe sayan çözümler halkın
çözümü değil, rant peşindeki tekellerin
çözümleridir.
Gecekondu sorununun çözümü, gecekondulunun kondusunun
başına yıkılarak başka yerlere sürülmesiyle
çözülemez. Gecekondulu da altyapısı olmayan mahallelerde
yaşamak istemiyor. Yıkılma tehdidi altında bir çivi dahi
çakamadığı bu evlerde oturmak istemiyor.
Sorunun çözümü olarak, iktidar öncelikle
gecekondulunun oturduğu konduların sahipleri olduğunu kabul etmelidir.
Sonra bu mahallelerde, kentin dokusuna uygun konut alanı olarak
"kentsel iyileştirme " projeleri ve imar plan değişikliği
yapılmalıdır. Bu projeye göre kondu sahipleri evlerini yaptırmalı
ya da yapmalıdır. Bu çözüm, kentsel barışa katkı
sunacağı gibi, aynı zamanda bugüne kadar horlanan, dışlanan,
aşağılanan, potansiyel suçlu ilan edilen gecekondulunun
mağduriyetini de giderecektir. 

KAYNAKÇA: Kentleşme politikası ( Ruşen KELEŞ İmge yayınevi 9.
baskı)
                     
Planlama (TMMOB Şehir plancıları Odası Yayınları)
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder