Kelimelerin Ruhu Vardır /
Ercan Kesal
Bugünlerde eski cumhurbaşkanının mezarına
'feth-i kabir' konuşulurken benim aklıma 1977'de kaçırılıp
sonra da ölü bulunan Zeki Erginbay gelir.
Leyla Neyzi bir
kitabında, N. Kazancakis’ten okuduğu bir öyküden söz eder. İki
gezgin uğradıkları bir köydeki çitin üzerinde değişik bir çiçek
görerek onu koparırlar. Çok güzel bir çiçektir bu. Köyün çocukları
etraflarına toplanır. Gezginler etraflarında toplanan çocuklara sorarlar,
“Bu çiçeğin adı ne?” Çocuklar “Bilmiyoruz. Lenio Teyze
bilir” derler. “Koşun, çağırın onu”. Çocuklardan biri
köyün içine doğru koşar. Sabırsızlıkla bekler gezginler. Kısa bir
süre sonra döner çocuk. “Lenio Teyze ölmüş”. Kalpleri
daralır. Lenio Teyze’nin değil, aslında “bir kelimenin
öldüğünü” düşünürler.
Kelimelerin ruhu vardır.
/>Kelimeler, sadece harflerin bir araya gelmesiyle oluşan anlamın
dışında bir şeydir. “Çiçek” sadece çiçek değildir
mesela. Ya da “mektup”. Yalnızca bir zarfın içindeki kâğıt
mıdır mektup?
“Fotoğraf” denilince niye içimiz titrer o
zaman? Çünkü o yalnızca bir fotoğraf değildir de ondan.
/>“Farik ve mümeyyiz” deyince mesela, benim aklıma sağlık
ocağının dar ve uzun koridorunda belediyenin hediye ettiği yıpranmış
bankta iki jandarma arasında sessizce oturan zayıf, ince yüzlü çocuğun
boynunda sallanan cevşeni gelir. Akrabalarının yanında çırak olarak
çalıştığı komşu kasabadan çıkıp gelmiştir. Uzunca bir süredir
küçük kız kardeşine tecavüz eden babasını kahvenin ortasında
tüfekle öldürür. Şimdi, muayenesini yapıp raporunu yazacaksınız.
Farik ve mümeyyiz mi?
Babasını öldürürken ne yaptığının
farkında mı? Bilerek, isteyerek ve kendi iradesiyle mi yaptı? O kâğıda
yazdığınız her şey, o ince dal gibi bahtsız çocuğun, cezaevinde ne
kadar çürüyeceğinin de kıstasıdır. Farik ve mümeyyizmiş. Fark etme
ve sorumluluk alma.
İyiyi kötüden, eğriyi doğrudan ayırt etme
hali.
O zaman bir soru size: Bir bakın bakalım kendi hayatlarınıza
ve kararlarınıza, kaçımız böyle bir raporun altından alnımızın
akıyla çıkabiliriz?
Ya da ‘kızlık muayenesi’. Bu
kelimeyi her duyduğumda, hastalardan sonra çay içmek için odasına
gittiğim emektar tıbbi sekreterimin, karbon lekeli eliyle iz bıraktığı
pelür kâğıtlar gelir aklıma. Bir de, kapının önünde, iri yeşil
gözlerinde tarif edilmez bir korkuyla beni bekleyen, ellerime sımsıkı
sarılan bir anne.
Bisikletten düşen kız
Yaz tatili için geldikleri baba ocağı kasabada, bisiklet
kullanırken çalılara düşen 7 yaşındaki kızının bacağındaki kanı
görüp, bekâretinin bozulduğuna hükmederek panik içinde sağlık
merkezine getirmiş ve sabırsızlıkla benim vereceğim raporu
beklemektedirler. Anne, ısrarla imzalı mühürlü ve kaşeli başka bir
kâğıt daha istiyor benden. “Ne yapacaksınız verdiğim kâğıdı.
Merak etmeyin, bir şeyi yok. Sadece bacağı biraz yukardan yaralanmış o
kadar” diyorum.
Kızın çeyiz sandığının dibine
koyacaklarmış rapor kâğıdını. Evlendiğinde yeni evine raporuyla
gidecek. Beyaz kırlent ve işlemeli masa örtülerinin arasında,
“sağlamdır” raporuyla beklenen bir ömür.
Ah, bu
raporlar… Siz ey, hayatları boyunca bir an bile kendi vicdanlarıyla
baş başa kalmamış olan korku tüccarları. Raporlarınızla ne zamana
kadar kızlarımızın, oğullarımızın gül kokulu masum bedenleri
üzerinden iktidarlar kuracaksınız?
Kelimelerin ruhu vardır.
/>‘Darp raporu’ deyince mesela, benim aklıma mevcutlu olarak iki
polisin getirdiği, belli ki günlerdir falaka ve dayaktan ayakta duramayan,
sarı, tıfıl ama çivi gibi bir oğlanın dağınık saçları gelir.
Kelepçeyi zorla çözdürür, muayene sırasında yalnız olmanız
gerektiğini söyleyip, polisleri ısrarla dışarı çıkartıp kapıyı
kilitlersiniz. “Bak, hiç çekinmeden anlat. Bana inan. Bir küçük
sıyrık dahi olsa söyle. Canlarına okuyacağım onların”. Biraz
durur, utangaç bir sevgiyle bakar gözlerinize ve konuşur: “Boşver
doktor bey. Nasıl olsa usanıp, vazgeçecekler. Ben buradan giderim. Ama sen
kalacaksın. Sonra başına bela olurlar. Yaram berem yok. Öyle yaz. Darp
etmediler…”
Evet, bu dünyada hâlâ ümit etmek için bir
sebep var.
Kesme pantolonu oğlu giyer…
Kasabanın epeyce dışındaki bir taşocağından mermer
çıkartıyorlar. Kayaları parçalamak için de dinamit kullanılıyor.
Yanlış yere konulan bir dinamit lokumu ya da kısa tutulmuş bir fitil.
Taşların altında bir işçi kalmış. Diğeri hafif sıyrıklarla
kurtulmuş. Savcı bey ve malum ekiple gittiğimizde işçiyi kayaların
altından çıkarmış, bir kenara koymuşlar. Savcı yaralı kurtulan
işçiyle konuşuyor. Otopsi teknisyenim makası eline almış, işçinin
pantolonunu kesmeye sıvanırken, arkadaşı savcının yanından ayrılıp
yanımıza geliyor. “Abi kesmesen olur mu pantolonu? Oğlu var kendi
boyunda. Ona veririz. O giyer.”
‘Olay yeri zaptı’
cümlesi size neyi hatırlatır bundan sonra. Çok yıllar önce, mecburi
hizmet için gittiğiniz herhangi bir kasabada, sıradan bir öğleden sonra,
her zaman yazdığınız adli raporlardan birisini mi, yoksa arkadaşının
yanı başında yatan ölüsünden pantolonunu kurtarmaya çalışan
işçinin tevekkülünü mü?
Kelimelerin ruhu vardır.
Bugünlerde
bir eski cumhurbaşkanının ölüm sebebi ile ilgili ‘feth-i
kabir’ yapılacağı konuşuluyor. Feth-i kabir kelimesini duyunca
nedense benim aklıma eski cumhurbaşkanı değil de, başka birisi, Zeki
Erginbay gelir. Zeki Erginbay 1948 yılında İstanbul’da doğdu. 1967
yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi
İnşaat Bölümü’ne girdi. 68 kuşağının çalışkan, özverili,
yurtsever gençlerinden biriydi Zeki Erginbay. 12 Mart 1971 muhtırasından
sonra tutuklandı.
Can Yücel’in dediği gibi
1974 affıyla salıverildikten sonra, İnşaat Mühendisleri
Odası’nda (İMO) görev aldı. İMO, Teknik Güç isimli bir dergi
çıkartıyordu ve Zeki Erginbay derginin yazıişleri müdürüydü. 23 Ocak
1977 tarihinde pazar günü öğle saatlerinde kaçırıldı.
Tüm
aramalara rağmen bulunamayan Zeki Erginbay. 2 Şubat 1977 günü Ömerli
Barajı’ndan göğsüne sıkılmış bir kurşunla öldürülmüş
olarak çıkarıldı. Can Yücel’in onun için yazdığı şiirde de
söylediği gibi, “mosmor olmuştu gülyazısı bedeni”.
/>Toprağa verildikten bir süre sonra, ölüm nedeninin tam tespiti için
‘feth-i kabir’ yapıldı. Öldürme biçiminin ortaya
konulmasında işe yaradığı belli bu işlemin. Lakin ülkemin yaşadığı
faili belli ve faili meçhul ölümlerin ortaya çıkmasında bir yararı var
mı feth-i kabrin, onu bilmiyorum. Ama kelimelerin ruhu vardır, hiç
olmazsa. Bunu iyi biliyorum…
Kaynak:
radikal.com.tr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder