29 Ocak 2013 Salı

Savunmayı savunmanın zamanıdır / Ayça Söylemez

Savunmayı savunmanın
zamanıdır / Ayça Söylemez

“Bir diktatörlüğün
işlediği suçlar işkence görenlerin, katledilenlerin ve kaybedilenlerin
yer aldığı listelerle sınırlı değildir. Makine seni bencillik ve
yalanla yönetir. Dayanışma bir suçtur. Makine, kendini kurtarmak için
ikiyüzlü ve adice davranman gerektiğini öğretir.” *
Bu hafta
başında dokuz avukat tutuklandı.

İçlerinden biri, Güçlü
Sevimli. Aynı zamanda yazar, “Hayata Dönüş Operasyonu / Koğuştan
Hücrelere" isimli kitabın yazarı. Hayata Dönüş davasının da
müdahil avukatlarından.
Kendisiyle iki yıl önce yaptığımız bir
söyleşide, neden bu kitabı yazdığını sormuştum, şöyle
yanıtlamıştı:
“Asıl amaç, operasyonda neler olduğunu, kimin
ne dediğini, öncesindeki süreci, belgelerle birlikte kamuoyuna sunmaktı.
İnsanların gerçekte ne olduğunu bilmelerini istedim.”
Başka
bir söyleşimizde de, “Kimin terörist olduğunu iktidar
belirler” demişti: "Tanımlama muğlak olduğunda, terör çok
geniş bir yelpazede karşımıza çıkıyor. Bu şekilde sisteme muhalif
olan herkes yaptığı her eylem ile terör suçlusu olabilir." Afişe
ettiği sistemin muhaliflerinden biri olarak, hiç de ironik olmayan bir
şekilde, şimdi O da F tipi cezaevinde. Yıllardır mahkemeler önünde
savunduğu insanlarla birlikte. Sistemin bu son hamlesiyle,
Güçlü’nün yaptığı sistem tahlilinin ne denli isabetli olduğu da
bir kez daha doğrulanmış oldu.

Yine Güçlü’nün
sözlerinden, “Hayata Dönüş Operasyonu / Koğuştan Hücrelere"
isimli kitabından:
“Çarlık Rusyası döneminde Çarlık rejimi
karşıtı olanlar, St. Petersburg’daki meşhur Peter Paul Kalesindeki
cezaevine konuldular. Sisteme muhalif olan pek çok yazar, aydın ve gazeteci
bu cezaevinde kaldı. Ekim 1917 devrimine yaklaşılan süreçte ise cezaevi
dolup taştı.”
“Bu bakımdan 1900’lü yıllarda
Bolşevikler, Peter Paul Kalesi düşmeden kurtulunmuş olunmaz saptamasında
bulundu. benzer bir durum, Fransız Devrimi sürecinde Bastil Zindanı için
de söz konusu oldu. Bilindiği üzere devrimi yapanlar Bastil Zindanını
basıp tüm tutukluları dışarı çıkardılar.”

/>“Tarihte cezaevlerindeki siyasi tutukluların varlığı, sistem
açısından sürekli bir tehdit olarak görüldü.”
Yani, sistem
kendine tehdit hissettiğini hapsediyor, hapistekiler de sisteme tehdit
olarak görülüyor. Bu kısır döngü içerisinde, sistemi “tehdit
edenleri” savunanların en büyük tehdit olarak görülmesi
hiçbirimiz için sürpriz olmadı.
İşten atılan işçiler, atık
kağıt toplayarak geçinenler, Afrika’dan göçmen olarak gelen ve
karakolda öldürülen Festus Okey, Cizre faili meçhul davasının mağduru
kayıp yakınları, binlerce siyasetçinin tutuklu olduğu KCK davalarında
yargılanan Kürt siyasetçiler, işkencede öldürülen Engin Çeber,
polisin öldürdüğü Şerzan Kurt, polisin sakat bıraktığı Ferhat
Gerçek, çalıştıkları mekanda her türlü hak ihlaline uğrayan ev
işçisi kadınlar, sayıları binlere yaklaşan tutuklu öğrenciler, 19
Aralık katliamına maruz kalanlar, Roboskili aileler artık daha
savunmasız.

Çünkü onları savunanlar, hepsi Çağdaş
Hukukçular Derneği yöneticisi veya üyesi olan dokuz avukat, Güçlü
Sevimli, Selçuk Kozağaçlı, Taylan Tanay, Barkın Timtik,  Ebru
Timtik, Şükriye Erden, Naciye Demir, Günay Dağ ve Betül Vangölü
Kozağaçlı tutuklandı.
Şimdi haklarındaki suçlamaları, belgeleri,
dosyaları, bir süre sonra da iddianamelerini konuşacağız, belki
aramızda biraz daha cesur olanlar, olup bitenin bir yargılama
olmadığını, polisin yönettiği bir beyaz dizi olduğunu, bizim de o
dizinin figüranlarını olduğumuzu söyleyecek. Karşılığında,
Başbakanının medyası onların aslında “çok tehlikeli teröristler
olduğunu” onlara destek verenlerin de onların yanına gitmesi
gerektiğini yazacak, hepimizi tehdit edecek…

TEK
GERÇEK VAR

Michel Foucault, Büyük Kapatılma’da
Ortaçağdaki durumu şöyle anlatıyor:
“O dönemde geliştirilen
ve yarı hukuki bir işlev yerine getiren kurum olan polis sayesinde insanlar
bir mahkemeden geçmiyor, doğrudan hapsediliyordu. Gücü neredeyse
mutlaktı.”
2012 yılında, durumun pek de değişmediğini
Selçuk Kozağaçlı, bianet’e yazdığı “Ceza davalarında
yargıç da savcı da olmasın!” başlıklı yazısında çok net
şekilde açıklamıştı:
“Adalet Bakanlığı ceza
yargılamalarını yavaş ve verimsiz kılan esas problemi görmezden
geliyor: Yargıçlar ve savcılar.”
Ancak iktidarın kendi
arasındaki güç savaşından ve oyunlarından bağımsız olarak, durum
bundan daha karmaşık ve aynı zamanda daha net.
Demem o ki, durum
siyasi. O kadar siyasi ki; bu sistemin devletinin hangi kurumunun, hangi
zamanda iktidarda olduğunun, arkasındaki mevcut güçlerin, onlara alkış
tutanların kimler olduğunun çok da önemi yok.
Tek gerçek var:
Sistem kendine muhalif olanları elindeki her türlü aygıtla sindirmeye, o
da olmazsa yok etmeye çalışıyor. Yöntemler zamanın ruhuna göre
değişse de Ortaçağda da şimdi de geçerli olan, sistemin
(Galeano’nun deyimiyle makinenin) bizi dayanışmadan uzak, bencil,
kabullenen, direnmeyen, her kalıba girebilen bireyler haline getirmeye
programlanmış olması.
Ve biz, eğer şimdi susarsak, bizi
savunanları savunmazsak, makine bu amacına biraz daha yaklaşmış
olacak.
* Eduardo Galeano ‘Aşkın ve Savaşın Gündüz
ve Geceleri’

Kaynak: Birgün

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder