Türkiye'de Hukuk: Made in
US / Eren Buğlalılar
AKP’nin eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, iktidar
sahiplerine has o hoyrat neşesiyle “mahkumiyet kararı çıkana kadar
herkes şüphelidir” demişti. Bu tiyatroyu acı bir gülümsemeyle
izlerken, AKP’nin 11 yıllık iktidarında burjuva hukukunu getirdiği
noktayı düşünüyorum. “Suçu ispatlanana kadar herkes
masumdur” sözü, emperyalizm çağında buna dönüşmüştü işte:
Suçlular ve masumlar ayrımı gitmiş, yerine çoktan tutuklananlar ile
henüz kolluk tarafından şüpheyle izlenenler gelmişti.
Bu
anlayış, yasama, yürütme ve yargı diye ayırmanın anlamsızlaştığı
Türkiye faşizminin temel ilkelerinden biri oldu. AKP’nin savcıları
18 Ocak’ta gözaltına aldıkları Çağdaş Hukukçular Derneği ve
Halkın Hukuk Bürosu avukatlarına -mahkumiyet kararından hemen önce-
Şahin’ce bir şüpheyle “neden gözaltına alınan işçilere
susma haklarını kullandırıyorsunuz?” diye sordu.
Evet, neden?
Kullanılan her hakkın, vatandaşın şüphelilikten mahkumluğa uzanan
yolunu kısalttığını bilmelerine rağmen, avukatlar işi neden yokuşa
sürmüş olabilirler?
Bütün bunlar bir yana, devrimci avukatlara
yönelik 18 Ocak 2013 baskınları ve bunu izleyen tutuklamalar, en temel hak
ve özgürlüklerin çiğnenişiyle faşizmin eriştiği yeni mertebeyi
gösteriyor: Kendi koyduğu kanunları bile sırtında bir yük sayan
zorbalık, amaçlarına ulaşmak için en arsız yalanları bile söylemeyi
göze alan bir gözü dönmüşlük.
Avukatların gözaltına
alınmasının ardından, dosya hakkında gizlilik kararı olmasına ve bu
türden açıklamalar yapmaya yetkili olmamasına rağmen, Emniyet
Müdürlüğü basına operasyon hakkında güya bilgi vererek, ÇHD’li
avukatlara iftira atıyordu: “…ülkemizin kozmik bilgilerini
şifreli metinler halinde kodlayarak raporladıkları, başka ülkeler lehine
ajan faaliyeti yürütmek için gizli haberleşme merkezleri
oluşturdukları…”
ÇHD Başkanı Selçuk Kozağaçlı ise
bu iftiralara yanıt verdiği açıklamasında şöyle
demişti:
“Amerika izin vermeden tuvalete gidemeyen, Amerika
şifresini söylemezse uçağını uçuramayan, kendi ülkesindeki NATO
üslerinin rica minnet kapısından geçemeyen,
makamını, eğitimini, aklını, servetini, rozetini emperyalizme
borçlu olan sizden mi öğreneceğiz kimin ajan
olduğunu?”
Gerçekten de devrimci kurumlara yönelik
saldırıları ve avukatlara yönelik tutuklamaları, Türkiye’nin bir
iç meselesi, ya da AKP hükümetinin kararı diye düşünmek aldatıcı
olur. Yeni-sömürge bir ülkede yaşadığımızın bilincine iyice varmak,
bütün bu saldırıların emperyalizmin yönlendirmesiyle gerçekleştiğini
bilmek gerek. AKP iktidarı, Türkiye halklarını ezip sindirmek için uzun
yıllardır ABD emperyalizmi gözetiminde yeni bir hukuk sistemi
şekillendirmeye çalışıyor.
Bunun kanıtlarını kimi Amerikan
belgelerinde görmek mümkün.
Örneğin ABD’nin işbirlikçi
hükümetlere ve gruplara para ve teknik yardım yapmak için kullandığı
USAID adlı kuruluş, 2011 yılı raporunda şöyle diyor:
Türkiye’de bulunan bir Yerleşik Hukuk Danışmanı (YHD) Türk
yargıçlarına, savcılarına Türk Polisine ve Adalet Bakanlığı
memurlarına eğitim sağlamakta ve onların suçluları soruşturma ve
kovuşturma kapasitelerinin inşasına yardımcı olmaktadır. YHD aynı
zamanda Türk anti-terör yasalarını incelemekte ve uluslararası suçla
daha etkin bir şekilde savaşabilmek için Adalet Bakanlığıyla birlikte
bu yasaları daha etkili kılmak için çalışmaktadır. (USAID,
Congressional Budget Justification, 2011, s.
433-434).
Türkiye’de bağımsız bir hukuk sisteminden
bahsetmenin ne kadar büyük bir şaka olacağı, yargıçlara, savcılara,
polise, Adalet Bakanlığı’na Amerikalıların verdiği bu
‘eğitimle’ daha da iyi anlaşılıyor. Wikileaks belgelerine
göre, iş bununla da sınırlı kalmıyor; FBI ajanları, bu
“Yerleşik Hukuk Danışmanları” ve Adalet Bakanlığı
temsilcilerinden oluşan gruplar zaman zaman Türkiye’deki
hapishaneleri ziyaret ederek, bu yeni hukuk sistemiyle kazandıkları
başarıları kutluyorlar.
4 Aralık 2009 tarihinde yazılmış,
09ANKARA1773 numaralı bir Wikileaks belgesi, şöyle diyor:
ABD
Büyükelçiliği temsilcileri, Türkiye hapishanelerindeki, özellikle de
F-Tipi hapishanelerdeki mevcut durumu daha iyi anlamak için, 2 Aralık 2009
tarihinde, Ankara’nın merkezine 20 kilometre uzaklıktaki Sincan
cezaevi kompleksini ziyaret ettiler. Elçilik grubunun içinde Yerleşik
Hukuk Danışmanı (YHD), YHD’nin yardımcısı, FBI Hukuk Ateşesi,
Bölgesel Terörle Mücadele Koordinatörü ve bir polis memuru vardı.
Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğünden bir memur,
Orhan Arslan, bize ev sahipliği yaptı (Wikileaks Belgeleri, 09ANKARA1773, 4
Aralık 2009).
FBI ajanları, bölgesel terörle mücadele
koordinatörleri, ABD yerleşik hukuk danışmanları… Adeta bir
Hollywood filmi gibi, ama çok gerçek ve olay bu kez Sincan’da
geçiyor. Wikileaks belgeleri Türkiye’deki hukuk sisteminin ABD
danışmanlarıyla nasıl yakın bir ilişki içerisinde şekillendiğini
anlamak konusunda bir maden gibi. Bir başka belge de şöyle
diyor:
Washington’un da önermiş olduğu üzere,
Ankara’daki Büyükelçiliğe gönderilecek bir Yerleşik Hukuk
Danışmanı (YHD) pek çok nedenden ötürü faydalı olacaktır. Bir YHD,
hükümetin suç vakalarına yönelik etkin bir şekilde soruşturma ve
kovuşturma yapma kapasitesini genişletecek eğitim programları
düzenleyebilir ki, bu alan Türk yetkililerin teknik olarak zayıf olduğu
bir alandır. Bir YHD, aynı zamanda ABD hükümetinin Türk Adalet
Bakanlığı’na ilişkin angajmanını arttırarak bunu daha
genişletilmiş bir işbirliğine dönüştürme yolları bulabilir
(Wikileaks Belgeleri, 06ANKARA464, 6 Şubat 2006).
Böyle onlarca
belgeye internet üzerinden rahatlıkla ulaşılabiliyor.
Peki AKP
hükümetine bu konuda hiç soru sorulmuş mu? Normal koşullarda bir
ülkenin bağımsızlığının doğrudan ihlali demek olan ve ne Türkiye
hukukunda ne de uluslararası hukukta yeri olmayan böylesi müdahaleler
karşısında fırtınalar kopmalıydı, öyle değil mi?
İlginçtir,
yerleşik hukuk danışmanı meselesi, Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nde de tartışılmış ve bir MHP milletvekili, Oktay Vural,
14/07/2010 tarihinde bu konuyu bir soru önergesi şeklinde gündeme
getirmiş.
Dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin ise, her zamanki gibi
gerçeklere değil ama, AKP’nin iktidar etme ilkelerine sadık kalarak
bu soru önergesini yanıtlamış. 11.08.2010 tarihli ve Ergin imzalı iki
sayfalık yanıtta, Vural’ın Türkiye’de ABD’den
gönderilen bir yerleşik hukuk danışmanı olup olmadığı sorusuna
ilişkin şöyle deniyor:
Amerika Birleşik Devletleri ile hukuki
ve cezai konularda adli yardımlaşma, suçluların iadesi, terörizmin
finansmanı ve karapara ile mücadele konularında işbirliği
sürdürülmekle birlikte, Adalet Bakanlığında danışman savcı
bulundurulması yönünde ikili bir anlaşma söz konusu değildir.
“2006 yılında yapılan bir anlaşma ile Kaliforniya Eyalet Sacramento
Bölgesi’nden atanan bir Amerikalı savcının Türkiye Cumhuriyeti
Adalet Bakanlığında danışman olarak çalıştığı” iddiası
hiçbir şekilde doğru değildir. Bu sebeple de, iddia edildiği gibi, bilgi
paylaşımı veya danışma da söz konusu
olmamıştır.
Türkiye’nin yabancı ülkelerdeki
büyükelçiliklerinde olduğu gibi diğer ülkelerin de Türkiye’deki
büyükelçiliklerinde hukuk müşavirleri
bulunmaktadır.
ABD’nin resmi hükümet raporları açık açık
Türkiye’deki yargıçlara, savcılara, polise eğitim veriyoruz,
Türkiye’deki yasaları gözden geçiriyoruz, bunlar onların zayıf
olduğu alanlar diyor. Adalet Bakanı ise bu yerleşik hukuk
danışmalarını elçilikte ABD vatandaşlarına hukuki yardım sağlayacak
müşavir mertebesine indirmeye çalışıyor. Pervasızlık, gerçeklerin
üzerini eli titremeden örtme becerisi üst düzeyde.
Bir bu
yazılanlara bakıyorum, bir de Çağdaş Hukukçular Derneği ve Halkın
Hukuk Bürosu avukatlarının 21 Ocak’ta tutuklanmalarının ardından,
cezaevine götürülmeden önce yaptıkları bir konuşmada çekilmiş o
fotoğrafa. Kalabalık bir insan grubunun ortasında ÇHD Başkanı Selçuk
Kozağaçlı ve yanında ÇHD İstanbul Şube Başkanı, Halkın Hukuk
Bürosu’nun bir üyesi Taylan Tanay duruyor. Arkalarındaki tabelanın
üzerinde, “TMK 2 ve 3 Nolu Hakimlik Sorgu Salonu” yazıyor:
Yakalamanın, sorguya çekmenin, düzenin boyun eğdirme isteğinin ağır
yüküyle dolu bu yazının yanında ise Stalin bıyıklı
Kozağaçlı’nın direnen yumruğu havada duruyor.
Ne attıkları
iftiralar ve yalanları, ne de sabahın köründe yaptıkları baskınlar, o
yumrukta somutlanan direnme kararlılığını yenebilir. Emperyalizmin
hizmetindeki yerleşik hukuk danışmanları ile, işçinin, öğrencinin,
gecekonducunun hizmetindeki avukatlar arasındaki çelişki bir gün elbet
çözülecek.
Ama bu sözlere kanıp da, bu ülkede yalnızca kötü
şeyler oluyor diye düşünmeyin. Ülkemizde güzel şeyler de oluyor. Şu
liberal köşe yazarı papağanların deyimiyle, sevindirici gelişmeler ve
olumluluklar görüyor, samimiyet sinyalleri alıyorum. Mesela devrimci
avukatlar tutuklandıktan iki gün sonra, anadilde savunma yapma hakkının
mecliste kabul edilmesi, samimiyet alıcılarımı aniden titreştirdi. Ne
güzel, Kürt halkı artık emniyet komplolarıyla tutuklanıp F-Tipine
avukatlarının yanına konulmadan evvel, anadilinde “beraatimi
istiyorum” diyebilecek.
Bu demokrasi bize bol
gelmesin?
Kaynak: haberfabrikasi.org
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder