27 Nisan 2012 Cuma

EMO’DAN ÇERNOBİL FACİASININ 26. YILDÖNÜMÜNDE ENERJİ BAKANINA AÇIK MEKTUP

EMO'DAN ÇERNOBİL
FACİASININ 26. YILDÖNÜMÜNDE ENERJİ BAKANINA AÇIK MEKTUP

align="center">ELEKTRİK MÜHENDİSLERİ ODASI BASIN
DUYURUSU  

Çernobil‘in
Yıldönümünde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı‘na Açık
Mektup  

Sayın Taner YILDIZ,
Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanı

Sayın Bakan nükleer santral ile ilgili son
dönemdeki açıklama ve görüşlerinizi okuduk. (Milliyet Gazetesi-Fikret
Bila‘nın köşe yazısı-15 Nisan 2012) Nükleerden korkmaya gerek
olmadığını söylemişsiniz. Nükleer enerjinin "korku ya da
cesaret" meselesi olarak ortaya konulması konunun bilimsel temelde ele
alınmasını imkansız kılmaktadır. Kaldı ki ayakları yere basmayan
cesaret de korku da insanlık için büyük tehlike oluşturabilir. Çernobil
Felaketi‘nin 26. yıldönümünde nükleer enerjinin "cahil
cesareti" ile değil, gerçekçi bir şekilde ele alınması
gerekmektedir.

Nükleer santral konusunda bizden çok daha deneyimli
oldukları, bizzat verdiğiniz kurulu santral sayısına ilişkin bilgilerden
anlaşılan ülkelerin çoğunluğu var olan nükleer santralları için
kapatma tarihleri belirlerken, tüm dünya Fukuşima Felaketi‘nin
ardından ders çıkarırken, ülkemiz cahil cesaretini tüpgaz-nükleer
karşılaştırması yaparak ortaya koymaktadır. Sayın Bakan, kurulu olan
nükleer santralları tek tek sıralarken, kapanan ve kapatma kararı alınan
santralları sıralamıyor, Finlandiya‘da batağa saplanan özel
nükleer santral inşaatından söz etmiyorsunuz. TMMOB 8. Enerji
Sempozyumu‘nun (17-19 Kasım 2011) 2 oturumu nükleer konusuna
ayrılmış olup, ulusal ve uluslararası uzmanlar tarafından konu tüm
detaylarıyla masaya yatırılmıştır. (TMMOB 8. Enerji Sempozyumu
Bildiriler Kitabı/2. Cilt/Sayfa 19-113)

Bu sempozyumda sunum yapan
Japon Milletvekili Taro Kono, nükleer endüstrinin halktan gerçekleri
gizlediğini, lobi faaliyetleri yürütüldüğünü, seçimler dahil olmak
üzere medyaya da kaynak aktarımı yapıldığını, nükleer endüstriden
beslenen enerji şirketlerinin bölgesel tekeller kurdukları için reklama
ihtiyaçları olmamasına karşı reklam verdiklerini
anlattı. 

Yine sempozyumda sunum yapan Dr. Helen Caldicott,
Çernobil‘in bütün kuzey yarımküreyi etkilediğini,
Avrupa‘nın yüzde 40‘ının halen kirli olduğunu ve en az 600
yıl boyunca da bu radyoaktivitenin devam edeceğini bildirdi. Radyasyonda
güvenli doz tanımlamasına da itiraz eden Dr. Caldicot, radyasyonun insan
sağlığı üzerindeki etkisini ortaya koydu.

Greenwich
Üniversitesi‘nden Prof. Steve Thomas ise nükleer rönesansın
Fukuşima öncesinde de çökmüş bir hayal olduğunu rakamlarla şöyle
ortaya koydu:

"Genellikle maliyetin 3‘te 2‘si
inşaattan kaynaklanıyor. Kilovat başına 1000 dolar maliyet
hesaplamalarının yanlış olduğu ortaya çıktı. Bu yeni tasarımlara
dayanılarak kilovat başına maliyeti 6 bin dolar olarak hesaplıyorlar. 10
yıl içinde 6 ile çarpılıverdi bu maliyetler. Şu anda en iyi tahmin 6
bin diyebiliriz. Bankalar nükleer reaktörleri finanse etmek istemiyorlar.
Çünkü ekonomik riskler var. Bu riski üstlenmek istemiyorlar. Peki bu
riski kim üstlenebilir? Bir olası seçenek tüketiciler. Ama
Avrupa‘daki ülkeler ve giderek ABD gibi ülkelerde yasa koyucular
tüketiciler için ek masraflar koymak istemiyorlar. Bir başkası da egemen
hükümet tarafından borcun garanti edilmesi isteniyor. Örneğin
Finlandiya‘da yapılan santralda bazı borçlar Fransız Hükümeti
tarafından garanti ediliyor. Bunu yapan şirket temerrüde düşerse
hükümet bankaya para ödüyor. Peki bu yetecek mi? Ya maliyet 10 milyar
dolar değil de 15 milyar dolar olursa ne olacak? Hükümetlerin bu nokta
borç garantilerini imzalamaları zor görünüyor. Diğer seçenek
satıcıların belli bir fiyatı garanti etmeleri. Örneğin
Finlandiya‘da böyle oldu. Satıcı, ‘3 milyar Avro‘dan
 vereceğiz‘ dedi. Maliyet 6 milyar Avro‘dan muhtemelen
fazla oldu. Areva bu kez, ‘Biz bu sözleşmeyi artık istemiyoruz. Bu
maliyeti size yansıtacağız‘ dedi. Şimdi süreç mahkemeye
yansıdı."

Prof. Thomas, güvenlik önlemlerinin giderek nükleer
enerji maliyetlerini arttırdığını da söyledi.

Sayın Bakan
açıklamalarınızda ülkelerin nüfus verileri ile nükleer santral
sayılarını karşılaştırıyorsunuz. Nüfus, enerji ihtiyacı
bakımından bir parametre olmakla birlikte asla tek başına nükleer
santrala ihtiyaç olup olmadığına karar verilmesini sağlayacak bir veri
olarak kullanılamaz. Bir ülkenin enerji ihtiyacının ve var olan
potansiyelin bunu karşılayıp karşılamayacağının
değerlendirilebilmesi için gerçekçi ve tutarlı planlamalar yapılması
gerekmektedir. Oysa bugün gelinen noktada, Türkiye 2010 yılı elektrik
verilerini dahi zar zor geçtiğimiz günlerde yayımlayabilmiştir. Yani
tüketilen elektriğin, kayıp ve kaçak enerjinin dahi verileri sağlıklı
tutulmayan, özelleştirmelerin ardından bu verileri şirketlerden alamayan,
şirketlere verdiği lisansların yatırıma dönüşme yüzdesini dahi
kontrol edemeyen aciz bir kamu yapılanması yaratılmıştır. Nitekim bu
acizliğin en vahim boyutları, santral inşaatları başta olmak üzere
enerji alanında yaşanan ölümlü kazalarda acı bir şekilde ortaya
çıkmaktadır. Tüm bu gerçekler ortada dururken, dünya verileri ile
Türkiye‘yi karşılaştırmaya kalkmak mümkün müdür? Öncelikle
ülkemizde gerçekçi enerji talep tahminleri yapılmasına ihtiyaç
bulunmaktadır.

Yine Sayın Bakan açıklamanızda ülkemizin
doğalgazdaki dışa bağımlılığından yakınmaktasınız. Ancak üyesi
olduğunuz iktidarınızın sizden önceki bakan ve enerji bürokratlarının
doğalgazı tüm ülkeye yaymakla övündüklerini hatırlatmak isteriz.
Jeotermal gibi yerli kaynakla ısınma sağlanabilecek yerlere dahi doğalgaz
götürülmüştür. Enerji ormancılığı iklim değişikliği
karşısında önemli bir seçenek olarak sunuluyor olmasına karşın bu
seçenek doğalgaz karşısında yok sayılmaktadır. Ancak nükleer santral
ya da 10 yıl önceki iktidarları eleştirmek istenildiğinde dile getirilen
doğalgaza olan bağımlılık bu iktidar döneminde de azalmamış, tam
tersine artmıştır. Elektrik üretiminde doğalgazın payı 2002 yılında
yüzde 40.6 iken, 2011‘de yüzde 44.7 olmuştur.

Sayın Bakan,
Akkuyu ve Sinop‘ta yapılacak nükleer santrallarla doğalgaz
ithalatının azalacağını, büyük döviz tasarrufu yapılacağını ilan
etmişsiniz. Bilindiği gibi Türkiye doğalgazı büyük ölçüde
Rusya‘dan almaktadır. Yine yapılan Akkuyu anlaşmasına göre
Türkiye nükleer santral sahibi değildir; tersine Rusya Türkiye‘de
nükleer santral sahibi yapılmış olup, Türkiye Rusya‘dan elektrik
alım anlaşması imzalamıştır. Bu anlaşma ile de elektriğin kilovat
saat fiyatının 12.35 sent olması söz konusudur ki, iddia ettiğiniz gibi
16 milyar metreküplük doğalgaz tasarrufu için nükleer enerji ile
üretilecek olan 80 milyar kilovat saat elektrik karşılığında
Rusya‘ya 9 milyar 880 milyon dolar ödeme yapılacaktır. Yani tasarruf
değil, ekstra külfet söz konusudur; 7.2 milyar dolar tasarruf yapacağım
derken, 2 milyar 680 milyon dolar fazladan ödeme yapılacağı matematik
hesabıyla açıkça görülmektedir. Çünkü nükleer enerji pahalı ve
yanlış bir siyasal tercihtir. Üstelik bu yapılan hesaba, dünyada
çözüm üretilememiş olan atık sorunu ve nükleer santral söküm
maliyetleri de dahil değildir. Kaldı ki doğalgaz bağımlılığı
sorununu çözememişken, bir de nükleer ile bağımlılık sorununu
artırmanın bir anlamı yoktur.

Ne yazık ki "şeffaflık"
görüntüsü altında gerçekler insanlardan gizlenmekte, veriler
cımbızlanarak halkın bilgisine sunulmaktadır. Gerçeklerin her yönüyle
olduğu gibi halkın denetimine açılması "demokrasinin" olmazsa
olmazıdır. Oysa ne Akkuyu için yürütülen devletlerarası anlaşma
süreci ne de bugünlerde hızlandırılan Sinop nükleer santral sürecine
ilişkin süreç böyle bir denetime açık gerçekleşmemektedir. 
Nükleer enerji, ne temiz, ne ucuz, ne güvenilir bir enerji kaynağı
değildir. Öncelikle ülkemizin var olan potansiyelinin tamamının
değerlendirilmesine yönelik çalışmalar yürütülmesi ve yeni temiz
enerji üretim teknolojilerine kaynak ayrılması
gerekmektedir.

ELEKTRİK MÜHENDİSLERİ ODASI
43. DÖNEM
YÖNETİM KURULU
26 Nisan 2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder