Köprüler yıkılıyor
barajlar çöküyor / Nihal Kemaloğlu
'Kapaklar kapana sular
tutula' düsturuyla gördüğü akarsuyu çimento borulara hapsedip beton
kapaklarla kuşatan HES'çi dönemin rantı derinleştikçe o derinliğe
uçanlardan da haber gelmiyor.
Doğa aklına tahakküm etmeye
kalkışarak 'su toplamaya kalkışan' şark yatırımcılığımız
üst üste geri tepmeye başlayınca Zonguldak Çaycuma'da Filyos Çayı
üzerindeki Çaycuma Köprüsü'nün çökmesiyle çaya uçan minibüsle
ilgili de uzun sessizlikler oldu.
6 Nisan'dan bu yana hala Filyos
Çayı'nda kaybolan 15 kişiden 9'una ulaşılmazken kaybolanların
akıbeti, Kozan'da iki ay önce çatlak kapakları patlayan Gökdere HES
inşaatında sular altında kalan işçilere benzemişti.
Ve yine
köprü faciasıyla ilgili sorular da kendine resmi muhatap bulamadan muamma
olarak bırakılmıştı.
Bu arada Çaycuma
Köprüsü de olay sonrasında parça parça çökerken köprünün
ayaklarını kemirerek zayıflatan etkenin son birkaç yıl içinde Filyos
Çayı güzergahına dikilen HES'lerin neden olduğu basınımızda
dillendirilmemişti...
Uzmanlar derenin HES'leri geçtikten sonra
taşıdığı kum ve çakıl miktarının azaldığını ve bu durumun suyun
debisinin artarak köprü ayaklarının ve ayakların önüne yapılan taş
tahkimatın bile aşınmasına neden olabileceğini belirtmişlerdi.
Ama
bizzat devlet tarafından yönetilen ve örgütlenen yayılmacı HES
piyasasını ürkütmemek üzere HES'lerin neden olduğu doğa ve insan
kaybımız yine maharetle gölgelenmişti...
Çünkü hem sıcak paraya
hem de enerji yoğun üretimi ve hadsiz tüketimiyle enerji
'bağımlısı' Türkiye binlerce HES projesiyle sözde milli enerji
üreteceğini iddia ediyordu...
Ama çoğu yabancı finansmanlı HES
projeleriyle mülkiyet hakkı 'satılmış' dereler 49 yıl bile
dayanamadan birkaç yıl içinde kuruyarak ülkeyi HES çöplüğüne
dönüştürülmesi bir yana Çaycuma Köprüsü'nde olduğu gibi HES
tahribatının kilometrelerce uzaklara taşınan 'öngörmediği'
feci sonuçlarını da yeni yeni yaşamaya başlamıştı...
O zamanda
HES inşaatları dağların arasında gözden ırak 'hıza ve kar'a
endeksli tamamlanırken otoriter-yatırımcı devlet söylemi de
'taktiksel' olarak HES karşıtlarına daha da sertleşiyordu...
/>HES, nükleer santral, termik santral yatırımlarına ve kentsel
dönüşüme dahil edilen yerleşim alanlarını korumak isteyenlere piyasa
demokrasimizin cevabı da 'sen cahilsin' ya da 'vatan
hainisin' düzeyinde
veriliyordu...
Devletin önce
HES'lerle ilgisi 'Temiz enerji' diye savunusu çürütülünce
daha sonra 'su akar Türk bakar yazık değil mi?' hafifliğiyle
meşrulaştırılmaya çalışılmış ama toplumsal muhalefetle başa
çıkılmayınca HES karşıtlığı kadim siyasi jargonun her dem geçerli
'ideolojik grup' suçlaması en son Hopa'da
'eşkıyalaştırılmıştı'.
Tabii ki devlet çelişkisi
şuydu ; enerji tekellerinin yabancı ortak ve yabancı finansmanla
kapattığı Anadolu HES pazarına muhalefet edenleri 'yabancı
emperyalist tekellerin maşası' olmakla suçlamaktı...
Oysa her
gün gazetelerin ekonomi sayfalarında yerli HES tekellerinin yabancı
gruplara sattığı kaç yüz milyon euroluk HES satış haberleri milli
bünyemizi katiyen tahriş etmediği gibi
kutsanıyordu...
En son Orman ve Su İşleri
Bakanı Veysel Eroğlu hepimizin su hakkını bilimsel etik gereği koruyarak
kamuoyunu uyaran Prof. Beyza Üstün'ü cahillikle suçladı.
Eroğlu'nun 'seyyar gruplar' diye tanımladığı ve bu
grupların birtakım enerji şirketlerince manipüle edildiği
ithamıyla Prof. Üstün için gerekirse 'hem YÖK'e hem savcılığa
hem de üniversiteye başvuracağız, böyle bilim adamı olmaz'
ifadeleri sahiden de ürkütücüydü.
Çünkü bilim insanı olma
sorumluluğu tam da bu noktada yani projeci, yatırımcı zihniyetin
kuşattığı ve geriye dönüşsüz tükettiği alanın asıl sahibinin
kimler olduğunu uyararak hatırlatmak ve gerekiyorsa mücadele etmekti.
/>'Kapaklar kapana, sular tutula' diliyle adeta tebaasına
'baraj' lütfeden siyasi otoritenin hükmettiği ülkemizde
Prof. Üstün gibi etik bilim insanlarını sınırlı su kaynaklarımız
gibi siyasetin ve sermayenin cürmünden korumak boynumuzun
borcuydu...
Kaynak: akşam
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder