29 Mart 2012 Perşembe

SÖYLEŞİ: TARTIŞIYORUZ !

SÖYLEŞİ: TARTIŞIYORUZ
!

 

Merhaba,
 
style="color: rgb(34, 34, 34); font-family: tahoma, 'new york', times, serif;
font-size: 16px; background-color: rgba(255, 255, 255, 0.917969);
">
24 Mart 2012
Cumartesi günü başlatmış olduğumuz "EMEK SÖMÜRÜSÜNE VE GÜVENCESİZ ÇALIŞMAYA KARŞI MÜCADELEYE,
ÖRGÜTLENMEYE"
 başlıklı kampanyamız
dahilinde; 
sorunlarımızı tartışabileceğimiz ve bu sorunlara dair
çözümler üretmeye çalışacağımız
söyleşimize, 
tüm mühendis, mimar ve şehir plancısı
meslektaşlarımızı davet ediyoruz.
 
style="text-align: center; ">SÖYLEŞİ: TARTIŞIYORUZ !
 
> MÜHENDİS, MİMAR VE
ŞEHİR PLANCILARININ ÇALIŞMA VE SOSYAL YAŞAMINA DÖNÜK
UYGULAMALAR
 
style="text-align: center; ">> EMEK SÖMÜRÜSÜNE VE GÜVENCESİZ
ÇALIŞMAYA KARŞI MÜCADELE NASIL OLMALI?
style="text-align: center; "> 
1 NİSAN 2012 PAZAR
SAAT: 13.00
style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; ">YER: + İVME DERGİSİ ANKARA BÜROSU  style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; ">KOCATEPE MAH. İNKİLAP
SOK. DEVRİM APT. 24/18 KIZILAY
style="font-weight: bold; ">İLETİŞİM: 0505 226 36
65
 
style="text-align: center; ">DEVRİMCİ MÜCADELEDE
MÜHENDİS MİMARLAR
 
Açıklama 54: "Emek Sömürüsüne ve Güvencesiz Çalışmaya
Karşı Örgütlenmeye, Mücadeleye"
style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; "> href="http://www.ivmedergisi.com/a%C3%A7%C4%B1klama-54-emek-s%C3%B6m%C3%BCr%C3%BCs%C3%BCne-ve-g%C3%BCvencesiz-%C3%A7al%C4%B1%C5%9Fmaya-kar%C5%9F%C4%B1-%C3%B6rg%C3%BCtlenmeye-m%C3%BCcadeleye.html"
style="color: rgb(17, 85, 204); font-size: 10px; font-weight: bold; "
target="_blank">http://www.ivmedergisi.com/a% />C3%A7%C4%B1klama-54-emek-s%C3%B6m%C3%BCr%C3%BCs%C3%BCne-ve- />g%C3%BCvencesiz-%C3%A7al%C4%B1%C5%9Fmaya-kar%C5%9F%C4%B1-% />C3%B6rg%C3%BCtlenmeye-m%C3%BCcadeleye.html
style="color: rgb(34, 34, 34); font-family: tahoma, 'new york', times, serif;
font-size: 16px; background-color: rgba(255, 255, 255, 0.917969); "> style="font-family: arial, helvetica, sans-serif; ">İstanbul ve Ankara'da Kampanya
Basın Açıklamaları Yapıldı
style="font-size: 10px; font-weight: bold; font-family: arial, helvetica,
sans-serif; "> href="http://www.ivmedergisi.com/istanbul-ve-ankarada-kampanya-bas%C4%B1n-a%C3%A7%C4%B1klamalar%C4%B1-yap%C4%B1ld%C4%B1.html"
style="color: rgb(17, 85, 204); "
target="_blank">http://www.ivmedergisi.com/ />istanbul-ve-ankarada-kampanya-bas%C4%B1n-a%C3%A7%C4% />B1klamalar%C4%B1-yap%C4%B1ld%C4%B1.html

SÖYLEŞİ: TARTIŞIYORUZ !

nid.">".$node->title.""; print $node->body; ?>

27 Mart 2012 Salı

Gazete / Ahmet ALTAN

Gazete / Ahmet
ALTAN

id="author_article_content">

Herhalde yirmi yıla yakın bir zaman
olmuştur.

O zamanlar Mehmet Ağar “bin operasyon yapmakla”
övündüğü kariyerinin gene önemli bir yerlerinde bir şeydi,
Özgür Gündem gazetesi bir gece bombayla havaya
uçurulmuştu.

Biz ertesi gün aralarında Orhan Pamuk’un, Hale
Soygazi’nin, Lale Mansur’un, Orhan Alkaya’nın da
bulunduğu bir grupla Beyoğlu’nda Özgür Gündem gazetesi
satmıştık.

Aradan geçti bunca zaman.

Ve, Özgür
Gündem
gazetesi bir ay süreyle kapatıldı.

Büyük gelişme
doğrusu.

Artık bombayla havaya uçurmuyorlar, sadece
kapatıyorlar.

Türkiye’nin aldığı büyük mesafe
bu.

Dönüyorsun dolaşıyorsun, “Kürtler sussun,
konuşmasın”
noktasına varıyorsun.

Bu politika hiç
değişmiyor, bazen adamları asarak, bazen gazetelerini bombalayarak, bazen
gazetelerinin baskısını yasaklayarak susturmak istiyorsun.

Türk
hükümetinin emrinde nereden baksan otuza yakın gazete, bilmem kaç
televizyon var, ağzı laf yapan yüzlerce konuşmacı bazen AKP hattından,
bazen CHP hattından Kürtlere yükleniyor.

Zaten mesele Kürt meselesi
olunca AKP’si, CHP’si, MHP’si tek sıra halinde
diziliveriyorlar.

Bunca adam, bunca parti, bunca gazete, bunca
televizyon, bir Kürt gazetesinin söylediğine cevap verecek gücü
bulamıyor.

“Tartışalım”
diyemiyorlar da “Kürtlerin gazetesi sussun”
diyorlar.

Çaresizlik budur işte.

Haksızlık insanı böyle
çaresiz kılar.

Hiç bana “şiddetten”,
“PKK’dan” söz etmeyin, eğer Kürt
gazetesine “şiddet yanlısı” diyorsanız
açın da Türk gazetelerine bakın, orduya methiyeler düzüyorlar, onlarca
insanın öldüğü operasyonları büyük kahramanlık menkıbeleri olarak
anlatıyorlar, şiddeti, savaşı alkışlıyorlar.

Türk gazetelerinin
bu yayınları “şiddet düşkünlüğü” değil
mi?

Siz hiç “şiddeti övdüğü” için
kapatılan Türk gazetesi gördünüz mü?

Göremezsiniz çünkü bizde
Türk’ün şiddetini övmek serbesttir.

Kürt olursan, değil
şiddeti övmek, Türk gazetelerinin bu şiddet düşkünlüğünü
eleştirsen bile “tehlikeli” sınıfına
girersin.

Çünkü Türk demek “devlet”
demektir.

Sorunumuz da bu zaten.

Devletle Türk aynı anlama
geliyor ama devletle Kürt aynı anlama gelmiyor.

Aynı devletin iki
büyük parçasından biri devletle özdeş, diğeri değil.

Hiç bir
zaman da olmamış.

AKP, bu durumu değiştirmek için söz
vermişti.

Herkes eşit olacaktı, herkes aynı vatandaşlık
haklarına sahip olacaktı, herkes özgür olacaktı.

Yarı yolda
vazgeçti.

Hem nefesi yetmedi, hem içi istemedi.
/>“PKK işi bozdu, müzakereleri kesti”
diyeceksiniz, peki, PKK oyunbozanlık ettiyse bu sizi tartışmada haklı
taraf yapar; Kürt gazetesiyle tartışmaktan hiç korkmaz, aksine
“gelsin de tartışlım, haklı olduğumuzu
kanıtlayalım”
dersiniz.

Neden
diyemiyorsunuz?

Neden gazete kapatmak zorunda kalacak kadar aciz duruma
düşüyorsunuz?

Çünkü mesele PKK değil.

Mesele, çok basit
bir soru:

Niye Kürtler Türklerle aynı haklara sahip
değil?

Sen Kürtlerin haklarını kabul ettin
mi?

Hayır.

Sen çocuğunu kendi anadilinde okutan Türk’e
tanıdığın hakkı Kürt’e tanıdın mı?

Hayır.

Sen,
Anayasa’nda “Türk” derken Kürt’ü
yok saydın mı?

Evet.

Sen, “devletin yeni Kürt
planı”
dediğinde sadece şiddetten söz ettin
mi?

Evet?

Senin “yeni” planında
Kürtlerin en doğal haklarının kabulüyle ilgili tek satır var
mı?

Yok.

O zaman sen elindeki bilmem kaç gazetene,
televizyonuna rağmen bir tek Kürt gazetesinden
korkarsın.

Suriye’nin diktatörünü eleştirirken kendi
ülkende gazete kapatırsın.

Sen PKK’dan korkmuyorsun.

Sen
Kürt halkından korkuyorsun.

Çünkü onların haklarını inkâr
ettiğini biliyorsun, Avrupa Birliği’nin kabul ettiği ölçülerden
hiç birini kabul etmediğini, o ölçüleri Kürt halkı için geçerli
saymadığını biliyorsun.

Haksızlık, insanı zorba ve korkak
yapar.

Yasakçı yapar.

Çaresiz yapar.

Yeryüzünde
“hakkaniyetli ve dürüst” olmaktan daha büyük
bir güç yok, dürüst olmayan, elinde ne kadar büyük ordular, silahlar
olursa olsun güçlü olamaz.

Koskoca devlet, bir gazeteden
korkuyor.

Kürt halkı haklarına sahip olsaydı, devlet bir gazeteden
korkar mıydı?

Korkmazdı, niye korksun?

Ama sen Kürt
meselesini PKK’yı yenerek çözümleyeceğini sanırsan her şeyden,
herkesten korkarsın, o korkuyla gider Uludere’de 34 köylüyü
öldürür, gelir burada gazete kapatırsın.

Türklerle Kürtler eşit
olmadığı sürece bu korku hiç bitmez.

“Eşit
olursak parçalanırmışız”
, eşit değiliz, çok mu
bütünüz?

Dağlarda her gün ölen onca insan
“bütünlüğün” işareti
mi?

Darbecilerin yöntemini kullanarak gazete kapatmak bütünlüğün
işareti mi?

Ahmet Türk’ü polislere dövdürmek bütünlüğün
işareti mi?

Nevruz’u yasaklamak bütünlüğün işareti
mi?

Bir devletin kendi vatandaşlarından korkması bütünlüğün
işareti mi?

Ne bütünlüğü?

Bu eşitsizlik Türkiye’yi
“parçalanmaktan” beter ediyor, rezil duruma
düşürüyor.

Çok merak ediyorum Başbakan ya da Dışişleri
Bakanı, ülkelerinde gazete kapatılmasını, toplantı yasaklanmasını,
poşi taktı, dans etti, şarkı söyledi diye insanların hapse girmesini
dünya liderleriyle görüşürken nasıl savunuyorlar.
/>“Kürtler Türklerle eşit olmak istiyorlar, gazeteleri
kapatmayalım da ne yapalım”
mı diyorlar?

Yıl 2012,
Türkiye bir gazeteden korkan bir ülke.

Haksızsan
korkarsın.

Öldürür, hapse atar, gazete kapatır ve gene
korkarsın.

Haksızlık korkak yapar insanı çünkü, kendi
haksızlığından korkar insan.

 

Kaynak:
Taraf

 

Gazete / Ahmet ALTAN

nid.">".$node->title.""; print $node->body; ?>

26 Mart 2012 Pazartesi

HER CUMA CANSEL MALATYALI DİRENİŞİNE DESTEK ZİYARETİNE GİDİYORUZ

nid.">".$node->title.""; print $node->body; ?>

HER CUMA CANSEL MALATYALI DİRENİŞİNE DESTEK ZİYARETİNE GİDİYORUZ

HER CUMA CANSEL MALATYALI
DİRENİŞİNE DESTEK ZİYARETİNE GİDİYORUZ

src="http://ivmedergisi.com/files/resim/523890_300544406682426_100001806080196_734092_785605015_n_4.jpg"
style="width: 500px; height: 333px; " />

HER CUMA CANSEL MALATYALI DİRENİŞİNE DESTEK ZİYARETİNE GİDİYORUZ

HER CUMA CANSEL MALATYALI
DİRENİŞİNE DESTEK ZİYARETİNE GİDİYORUZ

src="http://ivmedergisi.com/files/resim/523890_300544406682426_100001806080196_734092_785605015_n_3.jpg"
style="width: 500px; height: 333px; " />

HER CUMA CANSEL MALATYALI DİRENİŞİNE DESTEK ZİYARETİNE GİDİYORUZ

nid.">".$node->title.""; print $node->body; ?>

HER CUMA CANSEL MALATYALI DİRENİŞİNE DESTEK ZİYARETİNE GİDİYORUZ

HER CUMA CANSEL MALATYALI
DİRENİŞİNE DESTEK ZİYARETİNE GİDİYORUZ

src="http://ivmedergisi.com/files/resim/523890_300544406682426_100001806080196_734092_785605015_n_2.jpg"
style="width: 500px; height: 333px; " />

HER CUMA CANSEL MALATYALI DİRENİŞİNE DESTEK ZİYARETİNE GİDİYORUZ

nid.">".$node->title.""; print $node->body; ?>

HER CUMA CANSEL MALATYALI DİRENİŞİNE DESTEK ZİYARETİNE GİDİYORUZ

HER CUMA CANSEL MALATYALI DİRENİŞİNE DESTEK ZİYARETİNE GİDİYORUZ

nid.">".$node->title.""; print $node->body; ?>

HER CUMA CANSEL MALATYALI DİRENİŞİNE DESTEK ZİYARETİNE GİDİYORUZ

HER CUMA CANSEL MALATYALI DİRENİŞİNE DESTEK ZİYARETİNE GİDİYORUZ

nid.">".$node->title.""; print $node->body; ?>

Gündemde özgürlük yok / Yıldırım TÜRKER

Gündemde özgürlük yok /
Yıldırım TÜRKER

Türkiye / 26/03/2012 />
 

 
 

Şimdi Kürt basınını bir kez daha yalnız bırakırsak, her
sözümüz boşlukta çınlayacaktır. Söze sahip çıkmanın tam
zamanıdır.

Azadiya Welat’ın kapatılmasından belliydi
elbet.
Hükümetin yeni Kürt Kırma Projesi bütün hızıyla devam
ediyor.
Özgür Türk basını sessiz sedasız bir uzlaşmayla
evcilleştirildikten sonra artık Kürt basını adına matbu ve sanal bir
virgülün dolaşıma girmesinin engellenmesi vakti gelmişti.
Zaten
bianet’in Medya Gözlem Raporu’na göre, bugün itibarıyla
hükümetin hırsız uğursuz eroin taciri ilan ettiği hapisteki 104
gazetecinin 12’si Özgür Gündem çalışanı veya eski
çalışanı.
Artık işi kökten çözmeye karar verenler Özgür
Gündem Gazetesi’ne 1 ay kapatma cezasını uygun buldu.
Gazetenin
basımının yapıldığı Gün Matbaası, polisler tarafından basılarak
gazetenin yarınki sayılarına el konuldu. İstanbul 14. Ağır Ceza
Mahkemesi, gazetenin bugünkü sayısının 1, 8, 9, 10 ve 11. sayfalarında
yer alan haber, yorum ve fotoğrafların ‘örgüt propagandası’
yaptığı iddiasıyla, gazeteye 1 ay kapatma cezası vermekle kalmadı,
gazetenin dün ve bugün çıkacak tüm sayılarına da el konmasına karar
verdi. 

Özgür Gündem’in çilesi />Özgür Gündem’in tarihi, Kürt siyasi mücadelesinin de birebir
tarihini yansıtır.
Özgür Gündem, 30 Mayıs 1992’de yayın
hayatına başladı.
Bölgede olup bitenleri dünyaya duyurmak amacıyla
yola çıkan bir avuç gazeteci her türlü zulümü göze almıştı.
JİTEM’in varlığı merkezde hâlâ tartışılırken Özgür Gündem,
JİTEM’in bütün marifetlerini ilk aktaran kaynaktı.
Milli
hassasiyet abonelerini ne kadar rencide ediyor olsa da o topraklarda
yaşatılan vahşete kayıt düşüyor, Kürtleri sindirmek için devlet
desteğiyle palazlanan Hizbullah’ın katliamlarını da duyuruyordu. />Yayımlanmaya başlamasının üzerinden 7 gün geçmişti ki Özgür
Gündem ilk tepkiyi aldı. Diyarbakır muhabiri Hafız Akdemir katledildi.
Ardından Ferhat Tepe, Nazım Babaoğlu başta olmak üzere 30 muhabiri daha
kim vurduya kurban gitti.
OHAL Bölgesi’ne girişi yasaklandı.
Ama basın özgürlüğünün gerçek militanları yakın zamanda Press
filmiyle anlatıldığı gibi militan bir dağıtım ağı oluşturdu. />Bölgede Özgür Gündem okumak ve dağıtmak ölümü göze almaktı.
Nitekim 2 yıl içinde JİTEM ve Hizbullah katilleri 76 (yazıyla yetmiş
altı) gazete çalışanını katletti. 30’u gazetenin muhabiriydi. />Bu da yetmedi, 17 Nisan 1994’te kapatıldı.
Ama 10 gün sonra
Özgür Ülke adıyla yayın hayatına dönecekti. Devlet de artık daha
gözü kara, daha nefret dolu bir politikayla Özgür Ülke’yi
bitirmeyi aklına koymuştu. 3 Aralık 1994 günü gazetenin üç bürosu
bombalandı. Istanbul’daki bina yerle bir edildi. Bu ‘terörle
mücadele hamlesi’nin arkasında Tansu Çiller’in bizzat kendisi
vardı.
Bombalı saldırılarda gazete çalışanı Ersin Yıldız
yaşamını yitirirken, 21 çalışanı da yaralandı.
Tak-şakçı
paşalarıyla birlikte Çiller en karanlık katilleri, Ergenekon
kurmayı-Susurluk çetesini de yanına alarak o dönem nice toplu mezar
çukuru kazdı. Kimsesizler mezarlıkları doldu taştı. Özgür Gündem de
sonunda bombardıman ile haritadan silinmiş oldu.
Aradan 17 yıl
geçtikten sonra 4 Nisan 2011 günü Özgür Gündem “Mirasınızı
devralıyoruz” sürmanşetiyle yayına başladı.
Gazetenin
büroları o günden bu yana defalarca basıldı, onlarca çalışanı
tutuklandı.
Devrimci demokrasi mücahidi hükümetimiz bombaları
Uludere’de kullandığı için olsa gerek, bu kez Özgür
Gündem’i yargıyla halletmeye çalışıyor.
Çiller döneminin
Kürt Kırma Projesi, her alanda yeniden uygulamaya konuldu. Konulmakta. />Özellikle onca tutuklama, gözdağı ve zulme rağmen Newroz
kutlamalarında karşısında bulduğu kalabalıkların verdiği asabiyetle
hükümet iyice gözünü karatmış görünüyor.
Şimdi özgür Türk
basınını önemli bir sınav bekliyor.
Şimdi, tam da bu noktada
güçlü bir dayanışma hattı kurulmadığı takdirde bu memlekette
gazeteci olarak kalmak dayanılmaz bir utancı, derin bir aşağılanmayı
sineye çekmek anlamına gelecektir.
Kürt basınını bir kez daha
yalnız bırakırsak her sözümüz boşlukta çınlayacaktır. Söze sahip
çıkmanın tam zamanıdır.

 
id="_Middle1_3"> 
 
id="_Middle1_5"> 
 
id="_bottom">
 

Kaynak: Radikal

 

Gündemde özgürlük yok / Yıldırım TÜRKER

Gündemde özgürlük yok / Yıldırım TÜRKER

Türkiye / 26/03/2012

 

 
 

Şimdi Kürt basınını bir kez daha yalnız bırakırsak, her sözümüz boşlukta çınlayacaktır. Söze sahip çıkmanın tam zamanıdır.

Azadiya Welat’ın kapatılmasından belliydi elbet.
Hükümetin yeni Kürt Kırma Projesi bütün hızıyla devam ediyor.
Özgür Türk basını sessiz sedasız bir uzlaşmayla evcilleştirildikten sonra artık Kürt basını adına matbu ve sanal bir virgülün dolaşıma girmesinin engellenmesi vakti gelmişti.
Zaten bianet’in Medya Gözlem Raporu’na göre, bugün itibarıyla hükümetin hırsız uğursuz eroin taciri ilan ettiği hapisteki 104 gazetecinin 12’si Özgür Gündem çalışanı veya eski çalışanı.
Artık işi kökten çözmeye karar verenler Özgür Gündem Gazetesi’ne 1 ay kapatma cezasını uygun buldu.
Gazetenin basımının yapıldığı Gün Matbaası, polisler tarafından basılarak gazetenin yarınki sayılarına el konuldu. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, gazetenin bugünkü sayısının 1, 8, 9, 10 ve 11. sayfalarında yer alan haber, yorum ve fotoğrafların ‘örgüt propagandası’ yaptığı iddiasıyla, gazeteye 1 ay kapatma cezası vermekle kalmadı, gazetenin dün ve bugün çıkacak tüm sayılarına da el konmasına karar verdi. 

Özgür Gündem’in çilesi
Özgür Gündem’in tarihi, Kürt siyasi mücadelesinin de birebir tarihini yansıtır.
Özgür Gündem, 30 Mayıs 1992’de yayın hayatına başladı.
Bölgede olup bitenleri dünyaya duyurmak amacıyla yola çıkan bir avuç gazeteci her türlü zulümü göze almıştı. JİTEM’in varlığı merkezde hâlâ tartışılırken Özgür Gündem, JİTEM’in bütün marifetlerini ilk aktaran kaynaktı.
Milli hassasiyet abonelerini ne kadar rencide ediyor olsa da o topraklarda yaşatılan vahşete kayıt düşüyor, Kürtleri sindirmek için devlet desteğiyle palazlanan Hizbullah’ın katliamlarını da duyuruyordu.
Yayımlanmaya başlamasının üzerinden 7 gün geçmişti ki Özgür Gündem ilk tepkiyi aldı. Diyarbakır muhabiri Hafız Akdemir katledildi. Ardından Ferhat Tepe, Nazım Babaoğlu başta olmak üzere 30 muhabiri daha kim vurduya kurban gitti.
OHAL Bölgesi’ne girişi yasaklandı. Ama basın özgürlüğünün gerçek militanları yakın zamanda Press filmiyle anlatıldığı gibi militan bir dağıtım ağı oluşturdu.
Bölgede Özgür Gündem okumak ve dağıtmak ölümü göze almaktı. Nitekim 2 yıl içinde JİTEM ve Hizbullah katilleri 76 (yazıyla yetmiş altı) gazete çalışanını katletti. 30’u gazetenin muhabiriydi.
Bu da yetmedi, 17 Nisan 1994’te kapatıldı.
Ama 10 gün sonra Özgür Ülke adıyla yayın hayatına dönecekti. Devlet de artık daha gözü kara, daha nefret dolu bir politikayla Özgür Ülke’yi bitirmeyi aklına koymuştu. 3 Aralık 1994 günü gazetenin üç bürosu bombalandı. Istanbul’daki bina yerle bir edildi. Bu ‘terörle mücadele hamlesi’nin arkasında Tansu Çiller’in bizzat kendisi vardı.
Bombalı saldırılarda gazete çalışanı Ersin Yıldız yaşamını yitirirken, 21 çalışanı da yaralandı.
Tak-şakçı paşalarıyla birlikte Çiller en karanlık katilleri, Ergenekon kurmayı-Susurluk çetesini de yanına alarak o dönem nice toplu mezar çukuru kazdı. Kimsesizler mezarlıkları doldu taştı. Özgür Gündem de sonunda bombardıman ile haritadan silinmiş oldu.
Aradan 17 yıl geçtikten sonra 4 Nisan 2011 günü Özgür Gündem “Mirasınızı devralıyoruz” sürmanşetiyle yayına başladı.
Gazetenin büroları o günden bu yana defalarca basıldı, onlarca çalışanı tutuklandı.
Devrimci demokrasi mücahidi hükümetimiz bombaları Uludere’de kullandığı için olsa gerek, bu kez Özgür Gündem’i yargıyla halletmeye çalışıyor.
Çiller döneminin Kürt Kırma Projesi, her alanda yeniden uygulamaya konuldu. Konulmakta.
Özellikle onca tutuklama, gözdağı ve zulme rağmen Newroz kutlamalarında karşısında bulduğu kalabalıkların verdiği asabiyetle hükümet iyice gözünü karatmış görünüyor.
Şimdi özgür Türk basınını önemli bir sınav bekliyor.
Şimdi, tam da bu noktada güçlü bir dayanışma hattı kurulmadığı takdirde bu memlekette gazeteci olarak kalmak dayanılmaz bir utancı, derin bir aşağılanmayı sineye çekmek anlamına gelecektir.
Kürt basınını bir kez daha yalnız bırakırsak her sözümüz boşlukta çınlayacaktır. Söze sahip çıkmanın tam zamanıdır.

 
 
 
 
 
 

Kaynak: Radikal

 

25 Mart 2012 Pazar

Dünya patates şeklinde / Özgür Mumcu

Dünya patates şeklinde /
Özgür Mumcu

Tutuklu yargılanan Yasemin Karadağ'ı
görmezden gelirsek, belki bahçe cinleri ve onların özgürlük
mücadelesinden ibaret bir dünyada yaşadığımızı
sanabiliriz.

Dünya yuvarlak değil ve bunu bir bahçe cini
keşfetti. Mavi kukuletalı bu bahçe süsü, bir bilimsel deneyi yürütmek
için dünyayı dolaşıyor.
Yerçekiminin dünyanın her yerinde aynı
olmadığını ispatlamak için bir hassas terazi şirketinin sponsorluğunda
fizikçiler tarafından yapılan bir araştırma, neticelerini vermeye
başladı.
Bahçe cini, Avustralya’da 307.8 gram ağırlığında.
Oysa Güney Kutbun’da bir araştırma merkezinde tartı üzerinde
verdiği pozda ağırlığı 309.82 gram olarak görünüyor. Isınmak için
gittiği Güney Afrika’da ise iki gram zayıflarken, Londra
sokaklarında 308 gramlık bir bahçe cini olarak kameralara
gülümsüyor.
Aynı cin, dünyanın başka yerlerinde başka
ağırlıkta.
AFP’nin haberine göre deneyin koordinatörü Tommy
Fimpel, durumu dünyanın yuvarlak olmamasıyla açıklıyor. Fimpel, bahçe
cininin ağırlığının dünyanın farklı yerlerinde değişmesini,
yerçekiminin her yerde aynı olmamasına bağlıyor. Dünya, diyor Fimpel,
yuvarlak değil, patates şeklindedir.
Mavi kukuletalı bahçe cininin
bir sonraki adresi, İsviçre’nin Bern şehrinde yerin 2 kilometre
altında gerçekleştirilen CERN deneyinin laboratuvarı. Cinin
maceralarını takip eden kitle heyecan içinde tartının göstereceği
sayıyı bekliyor.
Dünyanın patatese benzediği gerçeği, bunu içten
içe hisseden birçok insanda bir ferahlık duygusu yarattı. Ağırlığın
sabit olmadığı, gidilen yere göre değişebileceği bilgisi de aynı
şekilde iç rahatlatıcı.
Zaten boşuna tebdili mekânda ferahlık
vardır denmiyor.
Bahçe cinleri, 19. yüzyılın ortalarından itibaren
Almanya ve İsviçre’de boy göstermeye başlamıştı. O zamandan bu
yana sayısız bahçe cini, bahçelerde hapis. Bu sebeple gerçekleştirilen
bu deney, bahçe cinlerinin esaretinin bittiğini ve artık dünyayı
dolaşabileceklerini de müjdeliyor.
Bahçe cinlerinin gerçek orman
cinlerinin ruhlarının esir edilmiş hali olduğuna inanan bir grup
özgürlük savaşçısının bu deneyi nasıl karşılayacağı henüz belli
değil.
Yüzlerce bahçe cinini çalarak doğaya bırakan Fransa
kökenli Bahçe Cini Özgürlük Cephesi ya da “Baskıcı bahçeciliği
durdurun” sloganıyla bilinen ABD merkezli Bahçe Cinlerini Özgür
Bırakın Hareketi konu hakkında henüz bir açıklama yapmadı.
Tutsak
oldukları dar bahçelerden kurtulan bahçe cinlerine sahip çıkan ve onlara
İtalya’nın Barga şehrinde geniş yeşil alanlarda sığınma
alanları sağlayan Movimento Autonomo per la Liberazione delle Anime da
Giardino adlı İtalyan örgütünün ise en azından bir ağırlık
ölçümü ve mahkûm haklarına riayet edilip edilmediğinin tespiti için
deneyde kullanılan mavi başlıklı bahçe cinini muayene etmeyi talep
etmesi bekleniyor.
Bir böbreği olmayan, diğer böbreğinin yalnızca
yüzde 18’i çalışan, kemik erimesi sebebiyle boyu 7 santim
kısalmış, 40 kiloya düşmüş tutuklu Yasemin Karadağ’dan
bahsedeceğime bahçe cinlerinden bahsederim daha iyi. Hükümlü değil,
tutuklu olduğu için sağlık sebebiyle Cumhurbaşkanı’nın da
affedemediği iddia edilen ama buna rağmen tutuklu yargılanan Yasemin
Karadağ’ı görmezden gelirsek, belki bahçe cinlerinden ve onların
özgürlük mücadelesinden ibaret bir dünyada yaşadığımızı
zannedebiliriz.
Acaba Yasemin Karadağ, tutukluluğu boyunca 30 defa
hastaneye kaldırılmasına rağmen, neden hâlâ tutuklu yargılanır? Acaba
o cin, Bakırköy hapishanesinde ya da Samatya hastanesinde kaç gram
çeker?

Kaynak: radikal

Dünya patates şeklinde / Özgür Mumcu

Dünya patates şeklinde / Özgür Mumcu

Tutuklu yargılanan Yasemin Karadağ'ı görmezden gelirsek, belki bahçe cinleri ve onların özgürlük mücadelesinden ibaret bir dünyada yaşadığımızı sanabiliriz.

Dünya yuvarlak değil ve bunu bir bahçe cini keşfetti. Mavi kukuletalı bu bahçe süsü, bir bilimsel deneyi yürütmek için dünyayı dolaşıyor.
Yerçekiminin dünyanın her yerinde aynı olmadığını ispatlamak için bir hassas terazi şirketinin sponsorluğunda fizikçiler tarafından yapılan bir araştırma, neticelerini vermeye başladı.
Bahçe cini, Avustralya’da 307.8 gram ağırlığında. Oysa Güney Kutbun’da bir araştırma merkezinde tartı üzerinde verdiği pozda ağırlığı 309.82 gram olarak görünüyor. Isınmak için gittiği Güney Afrika’da ise iki gram zayıflarken, Londra sokaklarında 308 gramlık bir bahçe cini olarak kameralara gülümsüyor.
Aynı cin, dünyanın başka yerlerinde başka ağırlıkta.
AFP’nin haberine göre deneyin koordinatörü Tommy Fimpel, durumu dünyanın yuvarlak olmamasıyla açıklıyor. Fimpel, bahçe cininin ağırlığının dünyanın farklı yerlerinde değişmesini, yerçekiminin her yerde aynı olmamasına bağlıyor. Dünya, diyor Fimpel, yuvarlak değil, patates şeklindedir.
Mavi kukuletalı bahçe cininin bir sonraki adresi, İsviçre’nin Bern şehrinde yerin 2 kilometre altında gerçekleştirilen CERN deneyinin laboratuvarı. Cinin maceralarını takip eden kitle heyecan içinde tartının göstereceği sayıyı bekliyor.
Dünyanın patatese benzediği gerçeği, bunu içten içe hisseden birçok insanda bir ferahlık duygusu yarattı. Ağırlığın sabit olmadığı, gidilen yere göre değişebileceği bilgisi de aynı şekilde iç rahatlatıcı.
Zaten boşuna tebdili mekânda ferahlık vardır denmiyor.
Bahçe cinleri, 19. yüzyılın ortalarından itibaren Almanya ve İsviçre’de boy göstermeye başlamıştı. O zamandan bu yana sayısız bahçe cini, bahçelerde hapis. Bu sebeple gerçekleştirilen bu deney, bahçe cinlerinin esaretinin bittiğini ve artık dünyayı dolaşabileceklerini de müjdeliyor.
Bahçe cinlerinin gerçek orman cinlerinin ruhlarının esir edilmiş hali olduğuna inanan bir grup özgürlük savaşçısının bu deneyi nasıl karşılayacağı henüz belli değil.
Yüzlerce bahçe cinini çalarak doğaya bırakan Fransa kökenli Bahçe Cini Özgürlük Cephesi ya da “Baskıcı bahçeciliği durdurun” sloganıyla bilinen ABD merkezli Bahçe Cinlerini Özgür Bırakın Hareketi konu hakkında henüz bir açıklama yapmadı.
Tutsak oldukları dar bahçelerden kurtulan bahçe cinlerine sahip çıkan ve onlara İtalya’nın Barga şehrinde geniş yeşil alanlarda sığınma alanları sağlayan Movimento Autonomo per la Liberazione delle Anime da Giardino adlı İtalyan örgütünün ise en azından bir ağırlık ölçümü ve mahkûm haklarına riayet edilip edilmediğinin tespiti için deneyde kullanılan mavi başlıklı bahçe cinini muayene etmeyi talep etmesi bekleniyor.
Bir böbreği olmayan, diğer böbreğinin yalnızca yüzde 18’i çalışan, kemik erimesi sebebiyle boyu 7 santim kısalmış, 40 kiloya düşmüş tutuklu Yasemin Karadağ’dan bahsedeceğime bahçe cinlerinden bahsederim daha iyi. Hükümlü değil, tutuklu olduğu için sağlık sebebiyle Cumhurbaşkanı’nın da affedemediği iddia edilen ama buna rağmen tutuklu yargılanan Yasemin Karadağ’ı görmezden gelirsek, belki bahçe cinlerinden ve onların özgürlük mücadelesinden ibaret bir dünyada yaşadığımızı zannedebiliriz.
Acaba Yasemin Karadağ, tutukluluğu boyunca 30 defa hastaneye kaldırılmasına rağmen, neden hâlâ tutuklu yargılanır? Acaba o cin, Bakırköy hapishanesinde ya da Samatya hastanesinde kaç gram çeker?

Kaynak: radikal

Suyun önüne çekilmiş bentler üzerine... / T. Kor

Suyun önüne çekilmiş
bentler üzerine... / T. Kor

“Kapitalizm
gölgesini satamadığı ağacı keser.” (Karl Marx)

class="news">Artemis dünyaya baktığında düşünür müydü birgün
insanlığın her şeyi yok edebilecek kadar vahşileşebileceğini. Bilseydi
doğa tanrıçası yine de av için insanlığa yardım eder miydi?
İnsanlara kestiği en büyük ceza tavşana çevirmek olan tanrıça
doğayı katleden insanlığın durması için kaç gözyaşı gerektiğini
söyler mi?

Mitolojide av ve doğa tanrıçası olarak
geçen Artemis aslında insanlığın doğaya ve yaşama saygısının
tanrıçasıdır. Çünkü insanı besleyen, yaşamının devam etmesini
sağlayan her şey olimpostaki tanrıların bahşettiği olarak görürler.
Artemise saygı doğaya saygıdır. Hayvanlar gibi ancak ihtiyaç kadar
tüketen bir dönemde mitoloji anlam bulur. Ne zaman ki mülkiyet ve
sahibiyet oluşur o zaman ne tanrıların adı kaldı ne de doğal
yaşamın.

Bir tanrıçadan sözü alarak başlıyoruz.
Çünkü mitolojilere konu olan insanın hep o kutsal yaratıcıya duyduğu
saygıyla koruduğu dünyayı özlediğimizden. Kapitalizm dünyamızı yok
ediyor. Ve artık bunu alenen yapabiliyor. Coğrafyamızda ne kadar cennet
denerek tanıtılan bölgesi varsa artık hepsi bir HES alanı. HES girmeyen
yereyse ya nükleer yada termik santral kararı çıkıyor. “İleri
demokrasinin” yönlendirdiği devlet mekanizması “Çevre Etki
Değerlendirmesi” ile yapılan projeleri denetliyor. Denetim demişken
ihaleyi alan şirket bir başka şirket üzerinden ÇED raporu alıyor. Bunu
bakanlığa onaylatınca iş bitiyor. Yani parayla dönen çarklarda parayla
“objekif” rapor bekleniyor.

border="0" height="375"
src="http://www.kizilbayrak.net/typo3temp/pics/27dcbc8586.jpg" width="500"
/>

DOKAY-ÇED Çevre Mühendisliği Ltd. Şti.
“Sera gazı-asit yağmuru etkisi sıfır” diyerek nükleer
santralı çevreci ilan ederken rüzgâr santrallarının “kuşları
tehdit ettiğini”, “güneş enerjisinin çevreyi
kirlettiğini” söylüyor. Çünkü önüne gelen sipariş bunu
istiyor. Siz bir ihale alıp ÇED raporu olumsuz çıkartacak bir şirkete
başvurur musunuz? Bakanlıkta bu soruların cevabını biliyor. Mesele
minareyi çalanın kılıfını hazırlaması meselesi. ÇED raporları proje
alanındaki emekçi halkın onayını da kapsıyor. Fakat bugüne kadar
hazırlanan hiçbir ÇED raporunda “köylülerin görüşü”
başlığı doldurulmamıştır.

Akkuyu Nükleer
Santralı, Gerze Termik Santralı ve Fatsa Hidro Elektrik Santrali bugün
için toprakların katlinin suç mahalleri.

Herşey bitip
karşılarına sonuçlarla çıktığınızda sorumluluk bir bakanlıktan bir
ÇED raporunu hazırlayan şirkete oradan da taşerona kadar yollanabilir. Ne
de olsa “yasal prosedürlerdeki boşluklar”, “sorumlu
kşmse yargı önüne çıkacak” cümleleri ile büyümüş bir
nesiliz. Çevre katliamlarının hangisi bu düzen içinde yargılanmış ki
bundan sonrası için beklenti olsun. İhale ne üzerine ise onu çevreci
ilan edip raporu hazırlıyor. Devletin bir formalite olarak işlettiği ÇED
raporları aslında projelerin çevreye ve bölge halkına etkilerini
“tarafsız” olarak sunmak üzerine şekilleniyor. Fakat eşyanın
tabiatı gereği özel şirketlerin hazırladığı raporlarda önemli olan
maddiyat oluyor. Çevre Bakanlığı ÇED raporlarını direkt onaylayarak
işi bürokratik bir imzaya indirgiyor.

Akkuyu Nükleer
Santralı, Gerze Termik Santralı ve Fatsa Hidro Elektrik Santrali bugün
için toprakların katlinin suç mahalleri. Akkuyu fay hattı üzerine
kurularak yeni bir Fukuşima için zemin oluşuyor. Sinop'ta nükleer
santrali Fukuşima'daki felaketin mimarlarının üstlenmesi de diğer
bir vurgumuz olsun.

Fukuşima'nın yıldönümünde
açığa çıkan ÇED raporlarındaki denetimsizlik aslında bir kez daha
nükleer güç kullanımının kar zarar denklemini tartışmaya
açtı.

Çevreyi katletmekte engel tanımayan burjuvazi
işi “kitabına göre” yürüterek vahşiliğini maskeliyor.
Türkiye’deyse hükümet, Akkuyu gibi fay hattında bulunan yerlere
nükleer santral kurma azminden vazgeçmedi. Sinop’ta,
Fukushima’da hasar gören santrali işleten şirket TEPCO ile
çalışmakta beis görmüyor. Nükleer enerjiyi “çevre dostu,
güvenli ve düşük maliyetli” olduğunu söyleyenler Fukuşima
sonrası dünya bilim adamlarının hiç raporunu okumamış demektir. Dünya
Çevre Örgütü yok diye rahatlarsa doğa kendi isyanını sunuyor onu
dinlesinler. “Eyyafyallayöküll buzulu, İzlanda'nın beşinci
büyük buzulu. Buzulun altındaki volkan, İzlanda'nın 9. yüzyılda
kurulmasından bu yana 5 kez patladı.” Bu sesin yankısı uzaklarda
kaldı diyenlerde vardır. Baksınlar karadeniz kıyılarındaki çift şerit
otobanlarına. Karadenizin hırçın dalgaları kaç kez dövdü o asfaltı.
İstemiyor doğa. Duymayan, görmeyenler için bir anektod daha;
Macaristan'dan gelen kırmızı çamura öfkeli Karadeniz'de 161
balık türünden 59'u kayboldu.

Nehirlere çekilen
bentler elbet birgün yıkılacak. Taşeron duvarlar duramaz özgürlüğün
sembolleri suyun önünde. Her yeri ve her şeyi yok eden sistem farkında
değil. Kendi mezarını kazdığı toprak sallanıyor. Ve her
sallandığında yıkıyor zaten katillerinin kulelerini. Şimdi zaman
güneşi söndürecek kadar piyasalaşmış suretlerin önüne set
çekebilmek. Kurtarılacak bir kalabilsin diye.

class="news">Marx'la başladık yazıya Marx'la bitiriyoruz son
sözümüzü.

“Anlatılan senin
hikayendir.”

Kaynak:
kizilbayrak.net

Suyun önüne çekilmiş bentler üzerine... / T. Kor

Suyun önüne çekilmiş bentler üzerine... / T. Kor

“Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser.” (Karl Marx)

Artemis dünyaya baktığında düşünür müydü birgün insanlığın her şeyi yok edebilecek kadar vahşileşebileceğini. Bilseydi doğa tanrıçası yine de av için insanlığa yardım eder miydi? İnsanlara kestiği en büyük ceza tavşana çevirmek olan tanrıça doğayı katleden insanlığın durması için kaç gözyaşı gerektiğini söyler mi?

Mitolojide av ve doğa tanrıçası olarak geçen Artemis aslında insanlığın doğaya ve yaşama saygısının tanrıçasıdır. Çünkü insanı besleyen, yaşamının devam etmesini sağlayan her şey olimpostaki tanrıların bahşettiği olarak görürler. Artemise saygı doğaya saygıdır. Hayvanlar gibi ancak ihtiyaç kadar tüketen bir dönemde mitoloji anlam bulur. Ne zaman ki mülkiyet ve sahibiyet oluşur o zaman ne tanrıların adı kaldı ne de doğal yaşamın.

Bir tanrıçadan sözü alarak başlıyoruz. Çünkü mitolojilere konu olan insanın hep o kutsal yaratıcıya duyduğu saygıyla koruduğu dünyayı özlediğimizden. Kapitalizm dünyamızı yok ediyor. Ve artık bunu alenen yapabiliyor. Coğrafyamızda ne kadar cennet denerek tanıtılan bölgesi varsa artık hepsi bir HES alanı. HES girmeyen yereyse ya nükleer yada termik santral kararı çıkıyor. “İleri demokrasinin” yönlendirdiği devlet mekanizması “Çevre Etki Değerlendirmesi” ile yapılan projeleri denetliyor. Denetim demişken ihaleyi alan şirket bir başka şirket üzerinden ÇED raporu alıyor. Bunu bakanlığa onaylatınca iş bitiyor. Yani parayla dönen çarklarda parayla “objekif” rapor bekleniyor.

DOKAY-ÇED Çevre Mühendisliği Ltd. Şti. “Sera gazı-asit yağmuru etkisi sıfır” diyerek nükleer santralı çevreci ilan ederken rüzgâr santrallarının “kuşları tehdit ettiğini”, “güneş enerjisinin çevreyi kirlettiğini” söylüyor. Çünkü önüne gelen sipariş bunu istiyor. Siz bir ihale alıp ÇED raporu olumsuz çıkartacak bir şirkete başvurur musunuz? Bakanlıkta bu soruların cevabını biliyor. Mesele minareyi çalanın kılıfını hazırlaması meselesi. ÇED raporları proje alanındaki emekçi halkın onayını da kapsıyor. Fakat bugüne kadar hazırlanan hiçbir ÇED raporunda “köylülerin görüşü” başlığı doldurulmamıştır.

Akkuyu Nükleer Santralı, Gerze Termik Santralı ve Fatsa Hidro Elektrik Santrali bugün için toprakların katlinin suç mahalleri.

Herşey bitip karşılarına sonuçlarla çıktığınızda sorumluluk bir bakanlıktan bir ÇED raporunu hazırlayan şirkete oradan da taşerona kadar yollanabilir. Ne de olsa “yasal prosedürlerdeki boşluklar”, “sorumlu kşmse yargı önüne çıkacak” cümleleri ile büyümüş bir nesiliz. Çevre katliamlarının hangisi bu düzen içinde yargılanmış ki bundan sonrası için beklenti olsun. İhale ne üzerine ise onu çevreci ilan edip raporu hazırlıyor. Devletin bir formalite olarak işlettiği ÇED raporları aslında projelerin çevreye ve bölge halkına etkilerini “tarafsız” olarak sunmak üzerine şekilleniyor. Fakat eşyanın tabiatı gereği özel şirketlerin hazırladığı raporlarda önemli olan maddiyat oluyor. Çevre Bakanlığı ÇED raporlarını direkt onaylayarak işi bürokratik bir imzaya indirgiyor.

Akkuyu Nükleer Santralı, Gerze Termik Santralı ve Fatsa Hidro Elektrik Santrali bugün için toprakların katlinin suç mahalleri. Akkuyu fay hattı üzerine kurularak yeni bir Fukuşima için zemin oluşuyor. Sinop'ta nükleer santrali Fukuşima'daki felaketin mimarlarının üstlenmesi de diğer bir vurgumuz olsun.

Fukuşima'nın yıldönümünde açığa çıkan ÇED raporlarındaki denetimsizlik aslında bir kez daha nükleer güç kullanımının kar zarar denklemini tartışmaya açtı.

Çevreyi katletmekte engel tanımayan burjuvazi işi “kitabına göre” yürüterek vahşiliğini maskeliyor. Türkiye’deyse hükümet, Akkuyu gibi fay hattında bulunan yerlere nükleer santral kurma azminden vazgeçmedi. Sinop’ta, Fukushima’da hasar gören santrali işleten şirket TEPCO ile çalışmakta beis görmüyor. Nükleer enerjiyi “çevre dostu, güvenli ve düşük maliyetli” olduğunu söyleyenler Fukuşima sonrası dünya bilim adamlarının hiç raporunu okumamış demektir. Dünya Çevre Örgütü yok diye rahatlarsa doğa kendi isyanını sunuyor onu dinlesinler. “Eyyafyallayöküll buzulu, İzlanda'nın beşinci büyük buzulu. Buzulun altındaki volkan, İzlanda'nın 9. yüzyılda kurulmasından bu yana 5 kez patladı.” Bu sesin yankısı uzaklarda kaldı diyenlerde vardır. Baksınlar karadeniz kıyılarındaki çift şerit otobanlarına. Karadenizin hırçın dalgaları kaç kez dövdü o asfaltı. İstemiyor doğa. Duymayan, görmeyenler için bir anektod daha; Macaristan'dan gelen kırmızı çamura öfkeli Karadeniz'de 161 balık türünden 59'u kayboldu.

Nehirlere çekilen bentler elbet birgün yıkılacak. Taşeron duvarlar duramaz özgürlüğün sembolleri suyun önünde. Her yeri ve her şeyi yok eden sistem farkında değil. Kendi mezarını kazdığı toprak sallanıyor. Ve her sallandığında yıkıyor zaten katillerinin kulelerini. Şimdi zaman güneşi söndürecek kadar piyasalaşmış suretlerin önüne set çekebilmek. Kurtarılacak bir kalabilsin diye.

Marx'la başladık yazıya Marx'la bitiriyoruz son sözümüzü.

“Anlatılan senin hikayendir.”

Kaynak: kizilbayrak.net

Bu ilişkiye bizim rızamız yok / Pınar Öğünç

Bu ilişkiye bizim rızamız
yok / Pınar Öğünç

14 yaşında bir çocuk, ona tecavüz eden
22 erkek ve aranıp bulunan 'rıza'. Bartın'dan Pozantı'ya,
oradan da Hitler'e...

Biz halk arasında bu duruma ne diyoruz
gerçekten? Bartın Cumhuriyet Başsavcılığı, birtakım tespitler
yapmış, her ne ise deliller toplamış, sonra da 14 yaşında bir çocuğa
tecavüz eden 22 erkekle görüşmüş. Ne oldu diye anlattırmış ve şu
kanaate varmış:
“... Ç.K.’nın zekâ düzeyinin yeterince
gelişmemiş olduğu, ailevi problemlerinin bulunduğu, anne ve babasının
ayrılması neticesi psikolojik sorunlar yaşadığı, düştüğü bu durum
neticesi birçoğu rızaya dayalı ilişkiler yaşadığı, bunlardan birinin
(halk arasında anlaşıldığı şekilde) tecavüz niteliğinde
gerçekleştiği, diğerlerinin ise cinsel istismar ve cinsel taciz
mahiyetinde olduğu, soruşturmanın halen devam ettiği, mağdurenin bu
aşamada koruma altına alındığı anlaşılmıştır.”  />
***

Tecavüzün gündelikleşmesi />Her bir kelimesiyle insanın öfkesi katlanıyor; yerimde duramıyorum. Ben
şimdi burada 14 yaşında bir çocuğun, üstelik zihinsel gelişimi
yaşıtlarına denk olmayan bir çocuğun nasıl rızaya dayalı ilişki
kurabileceğini sormayı zül sayarım. Bunun üzerine bir saniye düşünmek
ayıptır, şu lafı uzattığıma yanarım. Bu ülkede en azından
insanlığın bir kırıntısında uzlaşamadıysak, gerisi ne?
Ama
öyle değil işte. Son birkaç günün haberlerine bakın. Jinekolog
kılığına girip kadınların muayene sırasında fotoğraflarını çeken,
sonra tehditlerle tecavüz edenler...
Sakarya, Hendek’te dört ay
önce tecavüze uğrayan 13 yaşındaki bir kız çocuğunun, tecavüzcü iki
kişinin tahliyesi üzerine intihar girişimi...
Üvey kızına, yolda
kamyonuna aldığı Güney Koreli turiste tecavüz edenler... Tecavüz edilip
sokağa çıplak halde bırakılan kadınlar...
Pozantı
Cezaevi’nde tecavüze uğradığını anlatıp bir skandalın ortaya
çıkmasına önayak olan T.T. daha önce babaannesinin mezarı başında
intihara kalkışmıştı. Sonra başka bir suçtan dolayı tutuklanıp
Kürkçüler F Tipi Kapalı Cezaevi’ne kondu. Yeni haberi geliyor ki,
orada da kendisini asmaya kalkışmış, zor mani olmuşlar.
İşte
bunlar sadece birkaç günün haberleri ve haberleşebilenler,
bilebildiklerimiz, hakikatin milyonda biri. Zihnimiz zaten ikişer harfle
hatırladığımız onlarcasıyla daha dolu. Tecavüzün rızayla da
olabileceğine, çocukların rızayla ilişki kurabileceğine hükmedilen bir
ülkede yaşıyoruz. 

***

Reklam yüzü
Hitler

Bu ara ortalıkta bir erkek şampuanı reklamı
dolanıyor. Televizyonda da gösteriliyor mu bilmiyorum. İnternet mecrası
için üretildiyse, rahat olsunlar, son hızla yayıldı.
Hitler
çıkıyor ve kitlelere “Kadın elbisesi giymiyorsan, kadın şampuanı
da kullanma” diye emir veriyor. Artık yüzde yüz erkek şampuanı
Biomen varmış. “Erkeksen Biomen kullanırsın” diye de
bitiriyor.
İşin içinde satış gayesi, marka kimliği vesair gibi bir
sürü nane olduğundan reklam üretimleri, çok kafadan fikrin çıktığı
ve nihayetinde birinde uzlaşıldığı süreçlerdir. Reklam verenin
talepleri vardır, reklam yapmaya teşne olanın da önerileri...
Arada
nasıl bir trafik oldu, kim kimi neye ikna etti bilmiyoruz, ortaya çıkana
bakarız. Dünya tarihinin en aşağılık karakterlerinden Hitler’i
ürünlerinin ‘yüzü’ yapmaya onay veren o şirket...
‘Kadın elbisesi giymiyorsan, kadın şampuanı da kullanma’
sloganının ultra yaratıcı olduğunu düşünen cin fikirli metin
yazarı... Mühim olan konuşulmaktır diye düşünen yönetici...
Siz
kocası tarafından kafası baltayla parçalanmış, ayrılmak istiyor diye
sırtına ekmek bıçağı saplanmış kadın haberlerini nasıl okuyorsunuz
bilmiyorum. Ya da tecavüz edildikten sonra failler cezalarında indirim
alabilsin diye ‘rızaları’ üretilen 10’lu yaşlarındaki
kız ve erkek çocukların hikâyeleri ne hissetiriyor size? Ne kadar fena
değil mi? Kahrolsunlar. Böyle mi diyorsunuz?
Canınızı sıkacağım.
‘Erkekliğe’ yaptığınız her yatırımla bundan sonraki
tecavüzlerde, cinayetlerde artık sizin de bir lokma tuzunuz var. Bu
faşist, seksist ve zehirli dili kullanmanın hayatta bir karşılığı, o
yüzden bir de bedeli var.

Kaynak: radikal

Bu ilişkiye bizim rızamız yok / Pınar Öğünç

Bu ilişkiye bizim rızamız yok / Pınar Öğünç

14 yaşında bir çocuk, ona tecavüz eden 22 erkek ve aranıp bulunan 'rıza'. Bartın'dan Pozantı'ya, oradan da Hitler'e...

Biz halk arasında bu duruma ne diyoruz gerçekten? Bartın Cumhuriyet Başsavcılığı, birtakım tespitler yapmış, her ne ise deliller toplamış, sonra da 14 yaşında bir çocuğa tecavüz eden 22 erkekle görüşmüş. Ne oldu diye anlattırmış ve şu kanaate varmış:
“... Ç.K.’nın zekâ düzeyinin yeterince gelişmemiş olduğu, ailevi problemlerinin bulunduğu, anne ve babasının ayrılması neticesi psikolojik sorunlar yaşadığı, düştüğü bu durum neticesi birçoğu rızaya dayalı ilişkiler yaşadığı, bunlardan birinin (halk arasında anlaşıldığı şekilde) tecavüz niteliğinde gerçekleştiği, diğerlerinin ise cinsel istismar ve cinsel taciz mahiyetinde olduğu, soruşturmanın halen devam ettiği, mağdurenin bu aşamada koruma altına alındığı anlaşılmıştır.” 

***

Tecavüzün gündelikleşmesi
Her bir kelimesiyle insanın öfkesi katlanıyor; yerimde duramıyorum. Ben şimdi burada 14 yaşında bir çocuğun, üstelik zihinsel gelişimi yaşıtlarına denk olmayan bir çocuğun nasıl rızaya dayalı ilişki kurabileceğini sormayı zül sayarım. Bunun üzerine bir saniye düşünmek ayıptır, şu lafı uzattığıma yanarım. Bu ülkede en azından insanlığın bir kırıntısında uzlaşamadıysak, gerisi ne?
Ama öyle değil işte. Son birkaç günün haberlerine bakın. Jinekolog kılığına girip kadınların muayene sırasında fotoğraflarını çeken, sonra tehditlerle tecavüz edenler...
Sakarya, Hendek’te dört ay önce tecavüze uğrayan 13 yaşındaki bir kız çocuğunun, tecavüzcü iki kişinin tahliyesi üzerine intihar girişimi...
Üvey kızına, yolda kamyonuna aldığı Güney Koreli turiste tecavüz edenler... Tecavüz edilip sokağa çıplak halde bırakılan kadınlar...
Pozantı Cezaevi’nde tecavüze uğradığını anlatıp bir skandalın ortaya çıkmasına önayak olan T.T. daha önce babaannesinin mezarı başında intihara kalkışmıştı. Sonra başka bir suçtan dolayı tutuklanıp Kürkçüler F Tipi Kapalı Cezaevi’ne kondu. Yeni haberi geliyor ki, orada da kendisini asmaya kalkışmış, zor mani olmuşlar.
İşte bunlar sadece birkaç günün haberleri ve haberleşebilenler, bilebildiklerimiz, hakikatin milyonda biri. Zihnimiz zaten ikişer harfle hatırladığımız onlarcasıyla daha dolu. Tecavüzün rızayla da olabileceğine, çocukların rızayla ilişki kurabileceğine hükmedilen bir ülkede yaşıyoruz. 

***

Reklam yüzü Hitler
Bu ara ortalıkta bir erkek şampuanı reklamı dolanıyor. Televizyonda da gösteriliyor mu bilmiyorum. İnternet mecrası için üretildiyse, rahat olsunlar, son hızla yayıldı.
Hitler çıkıyor ve kitlelere “Kadın elbisesi giymiyorsan, kadın şampuanı da kullanma” diye emir veriyor. Artık yüzde yüz erkek şampuanı Biomen varmış. “Erkeksen Biomen kullanırsın” diye de bitiriyor.
İşin içinde satış gayesi, marka kimliği vesair gibi bir sürü nane olduğundan reklam üretimleri, çok kafadan fikrin çıktığı ve nihayetinde birinde uzlaşıldığı süreçlerdir. Reklam verenin talepleri vardır, reklam yapmaya teşne olanın da önerileri...
Arada nasıl bir trafik oldu, kim kimi neye ikna etti bilmiyoruz, ortaya çıkana bakarız. Dünya tarihinin en aşağılık karakterlerinden Hitler’i ürünlerinin ‘yüzü’ yapmaya onay veren o şirket... ‘Kadın elbisesi giymiyorsan, kadın şampuanı da kullanma’ sloganının ultra yaratıcı olduğunu düşünen cin fikirli metin yazarı... Mühim olan konuşulmaktır diye düşünen yönetici...
Siz kocası tarafından kafası baltayla parçalanmış, ayrılmak istiyor diye sırtına ekmek bıçağı saplanmış kadın haberlerini nasıl okuyorsunuz bilmiyorum. Ya da tecavüz edildikten sonra failler cezalarında indirim alabilsin diye ‘rızaları’ üretilen 10’lu yaşlarındaki kız ve erkek çocukların hikâyeleri ne hissetiriyor size? Ne kadar fena değil mi? Kahrolsunlar. Böyle mi diyorsunuz?
Canınızı sıkacağım. ‘Erkekliğe’ yaptığınız her yatırımla bundan sonraki tecavüzlerde, cinayetlerde artık sizin de bir lokma tuzunuz var. Bu faşist, seksist ve zehirli dili kullanmanın hayatta bir karşılığı, o yüzden bir de bedeli var.

Kaynak: radikal

Bu ilişkiye bizim rızamız yok / Pınar Öğünç

Bu ilişkiye bizim rızamız yok / Pınar Öğünç

14 yaşında bir çocuk, ona tecavüz eden 22 erkek ve aranıp bulunan 'rıza'. Bartın'dan Pozantı'ya, oradan da Hitler'e...

Biz halk arasında bu duruma ne diyoruz gerçekten? Bartın Cumhuriyet Başsavcılığı, birtakım tespitler yapmış, her ne ise deliller toplamış, sonra da 14 yaşında bir çocuğa tecavüz eden 22 erkekle görüşmüş. Ne oldu diye anlattırmış ve şu kanaate varmış:
“... Ç.K.’nın zekâ düzeyinin yeterince gelişmemiş olduğu, ailevi problemlerinin bulunduğu, anne ve babasının ayrılması neticesi psikolojik sorunlar yaşadığı, düştüğü bu durum neticesi birçoğu rızaya dayalı ilişkiler yaşadığı, bunlardan birinin (halk arasında anlaşıldığı şekilde) tecavüz niteliğinde gerçekleştiği, diğerlerinin ise cinsel istismar ve cinsel taciz mahiyetinde olduğu, soruşturmanın halen devam ettiği, mağdurenin bu aşamada koruma altına alındığı anlaşılmıştır.” 

***

Tecavüzün gündelikleşmesi
Her bir kelimesiyle insanın öfkesi katlanıyor; yerimde duramıyorum. Ben şimdi burada 14 yaşında bir çocuğun, üstelik zihinsel gelişimi yaşıtlarına denk olmayan bir çocuğun nasıl rızaya dayalı ilişki kurabileceğini sormayı zül sayarım. Bunun üzerine bir saniye düşünmek ayıptır, şu lafı uzattığıma yanarım. Bu ülkede en azından insanlığın bir kırıntısında uzlaşamadıysak, gerisi ne?
Ama öyle değil işte. Son birkaç günün haberlerine bakın. Jinekolog kılığına girip kadınların muayene sırasında fotoğraflarını çeken, sonra tehditlerle tecavüz edenler...
Sakarya, Hendek’te dört ay önce tecavüze uğrayan 13 yaşındaki bir kız çocuğunun, tecavüzcü iki kişinin tahliyesi üzerine intihar girişimi...
Üvey kızına, yolda kamyonuna aldığı Güney Koreli turiste tecavüz edenler... Tecavüz edilip sokağa çıplak halde bırakılan kadınlar...
Pozantı Cezaevi’nde tecavüze uğradığını anlatıp bir skandalın ortaya çıkmasına önayak olan T.T. daha önce babaannesinin mezarı başında intihara kalkışmıştı. Sonra başka bir suçtan dolayı tutuklanıp Kürkçüler F Tipi Kapalı Cezaevi’ne kondu. Yeni haberi geliyor ki, orada da kendisini asmaya kalkışmış, zor mani olmuşlar.
İşte bunlar sadece birkaç günün haberleri ve haberleşebilenler, bilebildiklerimiz, hakikatin milyonda biri. Zihnimiz zaten ikişer harfle hatırladığımız onlarcasıyla daha dolu. Tecavüzün rızayla da olabileceğine, çocukların rızayla ilişki kurabileceğine hükmedilen bir ülkede yaşıyoruz. 

***

Reklam yüzü Hitler
Bu ara ortalıkta bir erkek şampuanı reklamı dolanıyor. Televizyonda da gösteriliyor mu bilmiyorum. İnternet mecrası için üretildiyse, rahat olsunlar, son hızla yayıldı.
Hitler çıkıyor ve kitlelere “Kadın elbisesi giymiyorsan, kadın şampuanı da kullanma” diye emir veriyor. Artık yüzde yüz erkek şampuanı Biomen varmış. “Erkeksen Biomen kullanırsın” diye de bitiriyor.
İşin içinde satış gayesi, marka kimliği vesair gibi bir sürü nane olduğundan reklam üretimleri, çok kafadan fikrin çıktığı ve nihayetinde birinde uzlaşıldığı süreçlerdir. Reklam verenin talepleri vardır, reklam yapmaya teşne olanın da önerileri...
Arada nasıl bir trafik oldu, kim kimi neye ikna etti bilmiyoruz, ortaya çıkana bakarız. Dünya tarihinin en aşağılık karakterlerinden Hitler’i ürünlerinin ‘yüzü’ yapmaya onay veren o şirket... ‘Kadın elbisesi giymiyorsan, kadın şampuanı da kullanma’ sloganının ultra yaratıcı olduğunu düşünen cin fikirli metin yazarı... Mühim olan konuşulmaktır diye düşünen yönetici...
Siz kocası tarafından kafası baltayla parçalanmış, ayrılmak istiyor diye sırtına ekmek bıçağı saplanmış kadın haberlerini nasıl okuyorsunuz bilmiyorum. Ya da tecavüz edildikten sonra failler cezalarında indirim alabilsin diye ‘rızaları’ üretilen 10’lu yaşlarındaki kız ve erkek çocukların hikâyeleri ne hissetiriyor size? Ne kadar fena değil mi? Kahrolsunlar. Böyle mi diyorsunuz?
Canınızı sıkacağım. ‘Erkekliğe’ yaptığınız her yatırımla bundan sonraki tecavüzlerde, cinayetlerde artık sizin de bir lokma tuzunuz var. Bu faşist, seksist ve zehirli dili kullanmanın hayatta bir karşılığı, o yüzden bir de bedeli var.

Kaynak: radikal

Bu ilişkiye bizim rızamız yok / Pınar Öğünç

Bu ilişkiye bizim rızamız
yok / Pınar Öğünç

14 yaşında bir çocuk, ona tecavüz eden
22 erkek ve aranıp bulunan 'rıza'. Bartın'dan Pozantı'ya,
oradan da Hitler'e...

Biz halk arasında bu duruma ne diyoruz
gerçekten? Bartın Cumhuriyet Başsavcılığı, birtakım tespitler
yapmış, her ne ise deliller toplamış, sonra da 14 yaşında bir çocuğa
tecavüz eden 22 erkekle görüşmüş. Ne oldu diye anlattırmış ve şu
kanaate varmış:
“... Ç.K.’nın zekâ düzeyinin yeterince
gelişmemiş olduğu, ailevi problemlerinin bulunduğu, anne ve babasının
ayrılması neticesi psikolojik sorunlar yaşadığı, düştüğü bu durum
neticesi birçoğu rızaya dayalı ilişkiler yaşadığı, bunlardan birinin
(halk arasında anlaşıldığı şekilde) tecavüz niteliğinde
gerçekleştiği, diğerlerinin ise cinsel istismar ve cinsel taciz
mahiyetinde olduğu, soruşturmanın halen devam ettiği, mağdurenin bu
aşamada koruma altına alındığı anlaşılmıştır.”  />
***

Tecavüzün gündelikleşmesi />Her bir kelimesiyle insanın öfkesi katlanıyor; yerimde duramıyorum. Ben
şimdi burada 14 yaşında bir çocuğun, üstelik zihinsel gelişimi
yaşıtlarına denk olmayan bir çocuğun nasıl rızaya dayalı ilişki
kurabileceğini sormayı zül sayarım. Bunun üzerine bir saniye düşünmek
ayıptır, şu lafı uzattığıma yanarım. Bu ülkede en azından
insanlığın bir kırıntısında uzlaşamadıysak, gerisi ne?
Ama
öyle değil işte. Son birkaç günün haberlerine bakın. Jinekolog
kılığına girip kadınların muayene sırasında fotoğraflarını çeken,
sonra tehditlerle tecavüz edenler...
Sakarya, Hendek’te dört ay
önce tecavüze uğrayan 13 yaşındaki bir kız çocuğunun, tecavüzcü iki
kişinin tahliyesi üzerine intihar girişimi...
Üvey kızına, yolda
kamyonuna aldığı Güney Koreli turiste tecavüz edenler... Tecavüz edilip
sokağa çıplak halde bırakılan kadınlar...
Pozantı
Cezaevi’nde tecavüze uğradığını anlatıp bir skandalın ortaya
çıkmasına önayak olan T.T. daha önce babaannesinin mezarı başında
intihara kalkışmıştı. Sonra başka bir suçtan dolayı tutuklanıp
Kürkçüler F Tipi Kapalı Cezaevi’ne kondu. Yeni haberi geliyor ki,
orada da kendisini asmaya kalkışmış, zor mani olmuşlar.
İşte
bunlar sadece birkaç günün haberleri ve haberleşebilenler,
bilebildiklerimiz, hakikatin milyonda biri. Zihnimiz zaten ikişer harfle
hatırladığımız onlarcasıyla daha dolu. Tecavüzün rızayla da
olabileceğine, çocukların rızayla ilişki kurabileceğine hükmedilen bir
ülkede yaşıyoruz. 

***

Reklam yüzü
Hitler

Bu ara ortalıkta bir erkek şampuanı reklamı
dolanıyor. Televizyonda da gösteriliyor mu bilmiyorum. İnternet mecrası
için üretildiyse, rahat olsunlar, son hızla yayıldı.
Hitler
çıkıyor ve kitlelere “Kadın elbisesi giymiyorsan, kadın şampuanı
da kullanma” diye emir veriyor. Artık yüzde yüz erkek şampuanı
Biomen varmış. “Erkeksen Biomen kullanırsın” diye de
bitiriyor.
İşin içinde satış gayesi, marka kimliği vesair gibi bir
sürü nane olduğundan reklam üretimleri, çok kafadan fikrin çıktığı
ve nihayetinde birinde uzlaşıldığı süreçlerdir. Reklam verenin
talepleri vardır, reklam yapmaya teşne olanın da önerileri...
Arada
nasıl bir trafik oldu, kim kimi neye ikna etti bilmiyoruz, ortaya çıkana
bakarız. Dünya tarihinin en aşağılık karakterlerinden Hitler’i
ürünlerinin ‘yüzü’ yapmaya onay veren o şirket...
‘Kadın elbisesi giymiyorsan, kadın şampuanı da kullanma’
sloganının ultra yaratıcı olduğunu düşünen cin fikirli metin
yazarı... Mühim olan konuşulmaktır diye düşünen yönetici...
Siz
kocası tarafından kafası baltayla parçalanmış, ayrılmak istiyor diye
sırtına ekmek bıçağı saplanmış kadın haberlerini nasıl okuyorsunuz
bilmiyorum. Ya da tecavüz edildikten sonra failler cezalarında indirim
alabilsin diye ‘rızaları’ üretilen 10’lu yaşlarındaki
kız ve erkek çocukların hikâyeleri ne hissetiriyor size? Ne kadar fena
değil mi? Kahrolsunlar. Böyle mi diyorsunuz?
Canınızı sıkacağım.
‘Erkekliğe’ yaptığınız her yatırımla bundan sonraki
tecavüzlerde, cinayetlerde artık sizin de bir lokma tuzunuz var. Bu
faşist, seksist ve zehirli dili kullanmanın hayatta bir karşılığı, o
yüzden bir de bedeli var.

Kaynak: radikal

Ulucanlar'da öldürülmenin cezası da var!

Ulucanlar'da öldürülmenin
cezası da var!

Ulucanlar
Cezaevi'nde çocukları öldürülen aileler, protesto olaylarında
yaralandıklarını söyleyen polislere 33 bin lira tazminata mahkûm
edildi.

Ulucanlar'da öldürülmenin cezası da<br /> var! src="http://i.radikal.com.tr/644x385/2012/03/25/fft5_mf946489.Jpeg"
/>
 
Ankara Ulucanlar Cezaevi’ne 1999
yılında düzenlenen operasyonda 10 evladını yitirince protesto
düzenleyen aileler, bu sırada polisleri ‘yaraladıkları’
iddiasıyla yargılandı ve beraat etti. Ancak tazminata mahkûm
edildiler.
İçişleri Bakanlığı, polis görevlilerine ödediği
6 bin TL’yi faiziyle 42 aileden geri istedi. 33 bin 766 TL 45 kuruşa
ulaşan tazminatı ödemeleri için ailelere tanınan son süre, yarın...
Bakanlık daha önce ailelerin ölen evlatları için yaptığı tazminat
başvurularının reddini sağlamıştı.
Ankara Ulucanlar’daki
Merkez Kapalı Cezaevi’ne 26 Eylül 1999’daki operasyonda 10
tutuklu ve hükümlü öldü. Katliamın 1. yıldönümünde, 26 Eylül
2000’de Ankara’da protesto gösterisi yapıldı. Eyleme polis
müdahale etti ve 42 anne, baba, abla, akraba ve arkadaş gözaltına
alındı. Katliamda ölen Halil Türker’in ablası Selame Türker de bu
isimler arasındaydı.
Türker’in avukatı Kazım
Bayraktar’ın verdiği bilgiye göre; 42 kişiye önce ‘2911
sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na
muhalefet’ ve ‘polise mukavemet’ iddiasıyla dava
açıldı. Dava beraatla bitti.
Ancak bu arada, İçişleri
Bakanlığı, gösteride yaralandığını savunan polislere 6 bin 930 TL
tazminat ödedi. Ardından tazminatın tahsili için ailelere 2008’de
Ankara 13. Sulh Hukuk Mahkemesi’nde dava açtı. Yargılama sonunda
İçişleri Bakanlığı haklı bulundu. Ana alacak ve faizi, avukatlık
ücreti ve yargılama gideriyle birlikte, ailelere 33 bin 766 TL 45 kuruş
fatura çıkarıldı. Ailelere gönderilen tebligatta, 27 Mart 2012’ye
kadar ödenmesi istendi.

Köpeğin ağzındaki kol için
tazminat yok

Ulucanlar’da hiçbir kamu görevlisine dava
açılmadığı gibi aralarında kopan kolu bir köpeğin ağzında bulunan
Veli Saçılık’ın da bulunduğu tutuklulara ‘devlete
isyan’ iddasıyla dava açılmıştı. Saçılık’ın açtığı
davada Antalya İdare Mahkemesi, devleti 150 bin TL tazminatla
cezalandırdı. Danıştay, kararı ‘eksik soruşturma’
gerekçesiyle bozdu. Karar, Antalya yerine yeni kurulan Isparta İdare
Mahkemesi’ne gitti. Mahkeme “Teröristler ayaklanmış ve devlet
gereğini yapmıştır” diyerek tazminatı, faizini ve mahkeme
masraflarını geri istedi. Dosya yeniden Danıştay’a gönderildi.
Ölen İsmet Kavlaklıoğlu’nun ailesi de 5 bin TL tazminata hak
kazandı. Karar İçişleri ve Adalet bakanlıklarının itirazıyla
yollandığı Danıştay’da bozuldu.

Ulucanlar'da öldürülmenin cezası da var!

Ulucanlar'da öldürülmenin cezası da var!

Ulucanlar Cezaevi'nde çocukları öldürülen aileler, protesto olaylarında yaralandıklarını söyleyen polislere 33 bin lira tazminata mahkûm edildi.

Ulucanlar'da öldürülmenin cezası da var!
 
Ankara Ulucanlar Cezaevi’ne 1999 yılında düzenlenen operasyonda 10 evladını yitirince protesto düzenleyen aileler, bu sırada polisleri ‘yaraladıkları’ iddiasıyla yargılandı ve beraat etti. Ancak tazminata mahkûm edildiler.
İçişleri Bakanlığı, polis görevlilerine ödediği 6 bin TL’yi faiziyle 42 aileden geri istedi. 33 bin 766 TL 45 kuruşa ulaşan tazminatı ödemeleri için ailelere tanınan son süre, yarın... Bakanlık daha önce ailelerin ölen evlatları için yaptığı tazminat başvurularının reddini sağlamıştı.
Ankara Ulucanlar’daki Merkez Kapalı Cezaevi’ne 26 Eylül 1999’daki operasyonda 10 tutuklu ve hükümlü öldü. Katliamın 1. yıldönümünde, 26 Eylül 2000’de Ankara’da protesto gösterisi yapıldı. Eyleme polis müdahale etti ve 42 anne, baba, abla, akraba ve arkadaş gözaltına alındı. Katliamda ölen Halil Türker’in ablası Selame Türker de bu isimler arasındaydı.
Türker’in avukatı Kazım Bayraktar’ın verdiği bilgiye göre; 42 kişiye önce ‘2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet’ ve ‘polise mukavemet’ iddiasıyla dava açıldı. Dava beraatla bitti.
Ancak bu arada, İçişleri Bakanlığı, gösteride yaralandığını savunan polislere 6 bin 930 TL tazminat ödedi. Ardından tazminatın tahsili için ailelere 2008’de Ankara 13. Sulh Hukuk Mahkemesi’nde dava açtı. Yargılama sonunda İçişleri Bakanlığı haklı bulundu. Ana alacak ve faizi, avukatlık ücreti ve yargılama gideriyle birlikte, ailelere 33 bin 766 TL 45 kuruş fatura çıkarıldı. Ailelere gönderilen tebligatta, 27 Mart 2012’ye kadar ödenmesi istendi.

Köpeğin ağzındaki kol için tazminat yok
Ulucanlar’da hiçbir kamu görevlisine dava açılmadığı gibi aralarında kopan kolu bir köpeğin ağzında bulunan Veli Saçılık’ın da bulunduğu tutuklulara ‘devlete isyan’ iddasıyla dava açılmıştı. Saçılık’ın açtığı davada Antalya İdare Mahkemesi, devleti 150 bin TL tazminatla cezalandırdı. Danıştay, kararı ‘eksik soruşturma’ gerekçesiyle bozdu. Karar, Antalya yerine yeni kurulan Isparta İdare Mahkemesi’ne gitti. Mahkeme “Teröristler ayaklanmış ve devlet gereğini yapmıştır” diyerek tazminatı, faizini ve mahkeme masraflarını geri istedi. Dosya yeniden Danıştay’a gönderildi. Ölen İsmet Kavlaklıoğlu’nun ailesi de 5 bin TL tazminata hak kazandı. Karar İçişleri ve Adalet bakanlıklarının itirazıyla yollandığı Danıştay’da bozuldu.

Sur dibinde kepçelerle operasyon

Sur dibinde kepçelerle
operasyon

Ayvansaray'da kentsel
yenileme adı altında inşaat çalışmaları başladı. "Müze
uzmanları olmadan kesinlikle kazılamaz" denilen bölgeye iş
makineleriyle girildi.

Sur dibinde kepçelerle<br /> operasyon src="http://i.radikal.com.tr/644x385/2012/03/25/fft5_mf946456.Jpeg"
/>

Fatih Belediyesi tarafından 2005 yılında Ayvansaray’ı
canlandırma amaçlı yenileme alanı kapsamına alınan 16 bin metrekarelik
alanda inşaat başladı. Koruma Kurulu ve İstanbul Arkeoloji Müzesi
Müdürlüğü’nün izni olmadan tarihi alanda hafriyat çalışmaları
yapıldı.
Oysa sit alanı olan Tarihi Yarımada içinde müze
uzmanları olmadan kesinlikle hafriyat yapılamayacağı belirtiliyor.
İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin de kazılardan haberi yoktu. İstanbul
Arkeoloji Müzesi arkeologları dün çalışma yapılan yere giderek rapor
tuttu. Rapor bugün Koruma Kurulu’na iletilecek.
/>Tarih fışkırıyor
Ayvansaray Türk Mahallesi Fatih
Belediyesi tarafından 2005 yılında kentsel yenileme alanı olarak ilan
edildi. 2005 yılında restorasyonları başlatılan Tekfur Sarayı, Anemas
Zindanları ve Emir Buhari Tekkesi’nin hemen yanında yer alan mahalle,
aynı zamanda Meryem Ana Ayazması ve kayıp eski eserlerden Toklu İbrahim
Dede Mescidi gibi tarihi ve turistik yapıları da kapsıyor.
1.5
hektarlık bir alanda 64 parselden oluşan Avyansaray Türk Mahallesi,
İstanbul surlarının çevrelediği ve sahabe mezarlarının bulunduğu
küçük bir adacıktan oluşuyor. Proje sınırları içinde kalan 2859
Ada’da başlayan hafriyat çalışmaları müzeden bağımsız
yapılıyor.
8 Aralık 2005’te kentsel tasarım projesini,
ihaleyle Utopia Mimarlık üstlenmişti. Proje 16 adet 2 – 3 katlı
eski binadan ve 30 – 32 adet yeni binadan oluşuyor. Yeni yapılan
binalar ise yine 2 – 3 katlı dokuya uygun çelik strüktürlü
binalar. Projede, binalara ek olarak 2–3 katlı bir motel binası ve
bir meydan da bulunuyor.
Yenileme alanlarına bakan İstanbul Yenileme
Alanları Koruma Kurulu’nun henüz avan projeyi değerlendirdiği,
projenin onaylanmadığı belirtildi. Buna rağmen hafriyatın özellikle
cumartesi günü yapılması arkeologları da şaşırttı.
/>Proje henüz onaylanmadı
Sultanahmet’teki
kaçak 5 katlı otel inşaatının bir benzerinin Ayvansaray’da
yapıldığını ileri süren arkeologlar, hafriyatın durdurulmasını
istedi. Arkeoloji Müzesi arkeologları da dün bölgede rapor
tuttu.

Kaynak: radikal

Sur dibinde kepçelerle operasyon

Sur dibinde kepçelerle operasyon

Ayvansaray'da kentsel yenileme adı altında inşaat çalışmaları başladı. "Müze uzmanları olmadan kesinlikle kazılamaz" denilen bölgeye iş makineleriyle girildi.

Sur dibinde kepçelerle operasyon

Fatih Belediyesi tarafından 2005 yılında Ayvansaray’ı canlandırma amaçlı yenileme alanı kapsamına alınan 16 bin metrekarelik alanda inşaat başladı. Koruma Kurulu ve İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü’nün izni olmadan tarihi alanda hafriyat çalışmaları yapıldı.
Oysa sit alanı olan Tarihi Yarımada içinde müze uzmanları olmadan kesinlikle hafriyat yapılamayacağı belirtiliyor. İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin de kazılardan haberi yoktu. İstanbul Arkeoloji Müzesi arkeologları dün çalışma yapılan yere giderek rapor tuttu. Rapor bugün Koruma Kurulu’na iletilecek.

Tarih fışkırıyor
Ayvansaray Türk Mahallesi Fatih Belediyesi tarafından 2005 yılında kentsel yenileme alanı olarak ilan edildi. 2005 yılında restorasyonları başlatılan Tekfur Sarayı, Anemas Zindanları ve Emir Buhari Tekkesi’nin hemen yanında yer alan mahalle, aynı zamanda Meryem Ana Ayazması ve kayıp eski eserlerden Toklu İbrahim Dede Mescidi gibi tarihi ve turistik yapıları da kapsıyor.
1.5 hektarlık bir alanda 64 parselden oluşan Avyansaray Türk Mahallesi, İstanbul surlarının çevrelediği ve sahabe mezarlarının bulunduğu küçük bir adacıktan oluşuyor. Proje sınırları içinde kalan 2859 Ada’da başlayan hafriyat çalışmaları müzeden bağımsız yapılıyor.
8 Aralık 2005’te kentsel tasarım projesini, ihaleyle Utopia Mimarlık üstlenmişti. Proje 16 adet 2 – 3 katlı eski binadan ve 30 – 32 adet yeni binadan oluşuyor. Yeni yapılan binalar ise yine 2 – 3 katlı dokuya uygun çelik strüktürlü binalar. Projede, binalara ek olarak 2–3 katlı bir motel binası ve bir meydan da bulunuyor.
Yenileme alanlarına bakan İstanbul Yenileme Alanları Koruma Kurulu’nun henüz avan projeyi değerlendirdiği, projenin onaylanmadığı belirtildi. Buna rağmen hafriyatın özellikle cumartesi günü yapılması arkeologları da şaşırttı.

Proje henüz onaylanmadı
Sultanahmet’teki kaçak 5 katlı otel inşaatının bir benzerinin Ayvansaray’da yapıldığını ileri süren arkeologlar, hafriyatın durdurulmasını istedi. Arkeoloji Müzesi arkeologları da dün bölgede rapor tuttu.

Kaynak: radikal

"Biz, işlerinden atılan Asil Çelik işçileriyiz..."

"Biz, işlerinden atılan
Asil Çelik işçileriyiz..."

src="http://halkinsesi.tv/images/stories/haber/Mart2012/AsilCelik-iscileri-Bursa-acklm-20120322-k.jpg"
style="float: left; margin-left: 10px; margin-right: 10px;" />22 Mart 2012
Perşembe günü saat 17.00’da Bursa, Orhangazi meydanında Asil Çelik
fabrikasından atılan işçiler, atılmalarını protesto etmek ve işlerine
geri dönmek için basın açıklaması ve oturma eylemi yaptılar.

20
işçi ve onları destekleyenlerin katıldığı basın açıklamasında
halkın ilgisi yoğundu, okunan açıklama, yapılan konuşmalar ve
sloganları alkışlayarak işçileri desteklediler.

Eylemde,
“İşçiyiz Haklıyız”,“Babalar İşsiz
Çocuklar Aç”,“Yaşasın Onurlu Mücadelemiz”,
“Kurtuluş Yok Tek Başına Ya Hep Beraber Ya Hiçbirimiz”,
“İş Ekmek Yoksa Barış da Yok”, “Direne Direne
Kazanacağız”, “Zafer Direnen Emekçinin Olacak”
“Asil Çelik İşçisi Yalnız Değildir”

sloganları atıldı.

“İşimizi
İstiyoruz”
pankartıyla birlikte ellerinde
dövizleri bulunan işçiler yarım saat süren oturma eyleminde haklarını
sloganlarıyla dile getirdiler.

Oturma eyleminden sonra toplu olarak
Orhangazi esnafı gezilerek, okunan açıklama metninden 50 adet dağıtan
işçilere, esnaf, bildirileri camlarına yapıştırarak desteklerini
belirtti.

Bu basın açıklamasına hazırlanırken duyulan fabrikadan
yeni işten atılmaların olduğu haberinin atılan işçileri daha bir
bilediği görüldü. 32 atılan işçiye 3 işçinin daha eklendiği
öğrenildi. Atılanların daha önce basın açıklamalarına katılan ve
atılan işçileri açıkça destekleyen işçilerden olduğu anlaşıldı.
Bu atılan işçilerden birsinin emekli olmasına 1.5 ay kalmasına rağmen
“performans eksikliği” bahane edilerek atıldığı
öğrenildiğinde işçilerdeki öfke daha da arttı. İşçiler, eyleme
sendikacıların gelmemelerine rağmen basın açıklamalarını
gerçekleştirdiklerini, bu sendikacıların, sendikalarını temsil
edemediğini, hatta sendikacıdan çok “iyi gün dostları” gibi
“iyi gün sendikacılığı” yaptıklarını dile getirdiler.
Hatta sabah saatlerinde sendikacıların tüm Asil Çelik işçilerinin cep
telefonuna “basın açıklaması eyleminin iptal
edildiği”
ne dair mesaj gönderdiklerini söylediler. Bir
gün öncesinde ise yine tüm işçilere atılan işçilerin ısrarıyla
basın açıklamasına çağrı mesajı atılmış olması
her şeyi açık açık ortaya koyduğu vurgulandı. İşçiler, son söz
olarak sendikacılarla “yol ayrımına girdiklerini” artık kendi
güçlerine güvenerek sonuna kadar mücadele ederek işlerine geri
döneceklerini söylediler.

Basın açıklamasına Devrimci İşçi
Hareketi de “İşçiyiz Haklıyız Kazanacağız, Asil Çelik
İşçisi Yalnız Değildir”
yazan dövizleriyle katıldı.
Eğitim-Sen de işçileri destekleyenler
arasındaydı.

*

Asilçelik işçilerinin okuduğu basın
acıklaması

22/03/2012

Değerli
Orhangazi halkı ve basın emekçileri,

Bize bu onurlu
mücadelemizde gönlüyle kalbiyle varlığıyla yanımızda olan destek
veren herkese selam olsun.

Bizler; sıkıntısı çilesi hiç bitmeyen;
üretim rekorları kırıp, dünyanın en kaliteli çeliklerini üreten,
ağır şartlar altında ve gerektiğinde canını bile veren emektar Asil
Çelik işçileriyiz. Bizler; söz hakkı verilmeden hukuki yolunuz açık
denilerek işlerinden atılan Asil Çelik işçileriyiz.

Bu basın
açıklamamıza ve bu hak arama eylemimize hazırlanırken Asil Çelik
işvereni bizi destekleyen basın açıklamalarımıza katılan hala iş
yerinde olan işçi arkadaşlarımızı işten atmakla tehdit etmiş ve
işten atmıştır.Haber  alabildiğimiz kadarıyla bu saat itibariyle
işten atılanların sayısı 3 civarındadır ilk işten atılanlarla
birlikte bu sayı 35 olmuştur. Daha fazla olmayacağının garantisi yoktur.
Fakat Asil Çelik işvereni unutmasın ki bu tehditler ve baskılar destek
katılımını etkilese de yılların dostluğunu  tehditlerle ve
baskılarla yıkamaz. Biz, her ne şart altında olursak olalım,
işçi dayanışmasını ve dostluğunu yaşatırız,
yaşatacağız.

İşimize geri dönmek için
yasal olarak işe iade mahkememiz için davamızı açtık. Ancak daha önce
de dediğimiz gibi, yasal sürecin sonu ne olursa olsun mücadele etmekten
vazgeçmeyeceğiz. Yollarda alanlarda evimiz yuvamız işyerimize dönmek
için her türlü yasal ve meşru mücadeleyi sürdüreceğiz.

Bizler
hırsızlık hainlik yapmadık. İşten atılan işçi kardeşlerimizi
sahiplendik. Sahiplenmemizi içine sindiremeyen ve bunu bahane eden işveren
onurumuzu ayaklar altına aldı.

İş yerine girmemize
“işgal”  diyen işverenin yaptığı suç duyurusu
savcılık tarafından takipsizlik kararı verildi. Hukuken de
suçlanamayacağımız ortaya çıkmıştır. Haksız yere işten
atıldığımızın bir göstergesidir bu karar.

Susmayacağız,
yılmayacağız,vazgeçmeyeceğiz.

İşimize geri dönene kadar bu
mücadeleyi sürdüreceğiz.

Buradan işten atılan Asil Çelik
işçileri olarak Birleşik Metal İş Sendikası Bursa Şubesi ve Genel
Merkez yönetimine de sesleniyoruz;

Biz işten atılan işçileri ne
zaman desteklemeyi düşünüyorsunuz?

Biz işten atılan işçiler ne
yapmalıyız?

Biz işten atılan işçiler işimizden onurumuzdan vaz
mı geçmeliyiz?

Biz işten atılan işçiler olarak işimize geri
dönmek için mücadele etmeyelim mi?

Bu sorulara cevap beklemiyoruz
çünkü şimdi burada üçüncüsünü yaptığımız basın açıklaması
eylemimizde de yanımızda bulunmayarak tarafınızı ve biz işçilere
bakışınızı ortaya koymuş oluyorsunuz.

Başka bir iş yerinde
örgütlenme çalışması yaptığınızı bahane ederek bizlerle
dayanışma içerisine girmediniz. Soruyoruz;yeni örgütlenme yaptığınız
işyerinde de işten atılmalar olduğunda ne yapacaksınız? Sizler iyi
günlerimizde yanımızda kötü günlerimizde uzağımızda durarak mı
işçi hakkı arayacaksınız?

Siz sendikacılara son kez sesleniyoruz:
İşimize geri dönmek için verdiğimiz bu mücadelenin yanında
olun.Tarafınızı seçin.

Emeğin ve işçi onurunun mücadelesini
verdiğinizi söylüyorsanız; bunun gereklerini yerine getirin.

Bizler
işten atılan Asil Çelik işçileri olarak siz sendikacılar yanımızda
olmasanız da işimize geri dönmek için mücadele etmeye devam
edeceğiz.

Bizleri işten atarak onursuzluğa sürüklemek isteyenlere
sonuna sonsuza sonucumuza kadar mücadele ederek cevabımızı
vereceğiz.

İşimizi
İstiyoruz

İşçiyiz Haklıyız
Kazanacağız

Direne Direne
Kazanaca
ğız

Zafer
Direnen Emekçinin Olacak

Yaşasın Onurlu
Mücadelemiz

Yaşasın Asilçelik
İşçis
i

İŞTEN ATILAN
ASİLÇELİK İŞÇİLERİ

src="http://halkinsesi.tv/images/stories/haber/Mart2012/AsilCelik-iscileri-Bursa-acklm-20120322-b.jpg"
/>

Kaynak: halkinsesi.tv

"Biz, işlerinden atılan Asil Çelik işçileriyiz..."

"Biz, işlerinden atılan Asil Çelik işçileriyiz..."

22 Mart 2012 Perşembe günü saat 17.00’da Bursa, Orhangazi meydanında Asil Çelik fabrikasından atılan işçiler, atılmalarını protesto etmek ve işlerine geri dönmek için basın açıklaması ve oturma eylemi yaptılar.

20 işçi ve onları destekleyenlerin katıldığı basın açıklamasında halkın ilgisi yoğundu, okunan açıklama, yapılan konuşmalar ve sloganları alkışlayarak işçileri desteklediler.

Eylemde, “İşçiyiz Haklıyız”,“Babalar İşsiz Çocuklar Aç”,“Yaşasın Onurlu Mücadelemiz”, “Kurtuluş Yok Tek Başına Ya Hep Beraber Ya Hiçbirimiz”, “İş Ekmek Yoksa Barış da Yok”, “Direne Direne Kazanacağız”, “Zafer Direnen Emekçinin Olacak” “Asil Çelik İşçisi Yalnız Değildir” sloganları atıldı.

“İşimizi İstiyoruz” pankartıyla birlikte ellerinde dövizleri bulunan işçiler yarım saat süren oturma eyleminde haklarını sloganlarıyla dile getirdiler.

Oturma eyleminden sonra toplu olarak Orhangazi esnafı gezilerek, okunan açıklama metninden 50 adet dağıtan işçilere, esnaf, bildirileri camlarına yapıştırarak desteklerini belirtti.

Bu basın açıklamasına hazırlanırken duyulan fabrikadan yeni işten atılmaların olduğu haberinin atılan işçileri daha bir bilediği görüldü. 32 atılan işçiye 3 işçinin daha eklendiği öğrenildi. Atılanların daha önce basın açıklamalarına katılan ve atılan işçileri açıkça destekleyen işçilerden olduğu anlaşıldı. Bu atılan işçilerden birsinin emekli olmasına 1.5 ay kalmasına rağmen “performans eksikliği” bahane edilerek atıldığı öğrenildiğinde işçilerdeki öfke daha da arttı. İşçiler, eyleme sendikacıların gelmemelerine rağmen basın açıklamalarını gerçekleştirdiklerini, bu sendikacıların, sendikalarını temsil edemediğini, hatta sendikacıdan çok “iyi gün dostları” gibi “iyi gün sendikacılığı” yaptıklarını dile getirdiler. Hatta sabah saatlerinde sendikacıların tüm Asil Çelik işçilerinin cep telefonuna “basın açıklaması eyleminin iptal edildiği”ne dair mesaj gönderdiklerini söylediler. Bir gün öncesinde ise yine tüm işçilere atılan işçilerin ısrarıyla basın açıklamasına çağrı mesajı atılmış olması her şeyi açık açık ortaya koyduğu vurgulandı. İşçiler, son söz olarak sendikacılarla “yol ayrımına girdiklerini” artık kendi güçlerine güvenerek sonuna kadar mücadele ederek işlerine geri döneceklerini söylediler.

Basın açıklamasına Devrimci İşçi Hareketi de “İşçiyiz Haklıyız Kazanacağız, Asil Çelik İşçisi Yalnız Değildir” yazan dövizleriyle katıldı. Eğitim-Sen de işçileri destekleyenler arasındaydı.

*

Asilçelik işçilerinin okuduğu basın acıklaması

22/03/2012

Değerli Orhangazi halkı ve basın emekçileri,

Bize bu onurlu mücadelemizde gönlüyle kalbiyle varlığıyla yanımızda olan destek veren herkese selam olsun.

Bizler; sıkıntısı çilesi hiç bitmeyen; üretim rekorları kırıp, dünyanın en kaliteli çeliklerini üreten, ağır şartlar altında ve gerektiğinde canını bile veren emektar Asil Çelik işçileriyiz. Bizler; söz hakkı verilmeden hukuki yolunuz açık denilerek işlerinden atılan Asil Çelik işçileriyiz.

Bu basın açıklamamıza ve bu hak arama eylemimize hazırlanırken Asil Çelik işvereni bizi destekleyen basın açıklamalarımıza katılan hala iş yerinde olan işçi arkadaşlarımızı işten atmakla tehdit etmiş ve işten atmıştır.Haber  alabildiğimiz kadarıyla bu saat itibariyle işten atılanların sayısı 3 civarındadır ilk işten atılanlarla birlikte bu sayı 35 olmuştur. Daha fazla olmayacağının garantisi yoktur. Fakat Asil Çelik işvereni unutmasın ki bu tehditler ve baskılar destek katılımını etkilese de yılların dostluğunu  tehditlerle ve baskılarla yıkamaz. Biz, her ne şart altında olursak olalım, işçi dayanışmasını ve dostluğunu yaşatırız, yaşatacağız.

İşimize geri dönmek için yasal olarak işe iade mahkememiz için davamızı açtık. Ancak daha önce de dediğimiz gibi, yasal sürecin sonu ne olursa olsun mücadele etmekten vazgeçmeyeceğiz. Yollarda alanlarda evimiz yuvamız işyerimize dönmek için her türlü yasal ve meşru mücadeleyi sürdüreceğiz.

Bizler hırsızlık hainlik yapmadık. İşten atılan işçi kardeşlerimizi sahiplendik. Sahiplenmemizi içine sindiremeyen ve bunu bahane eden işveren onurumuzu ayaklar altına aldı.

İş yerine girmemize “işgal”  diyen işverenin yaptığı suç duyurusu savcılık tarafından takipsizlik kararı verildi. Hukuken de suçlanamayacağımız ortaya çıkmıştır. Haksız yere işten atıldığımızın bir göstergesidir bu karar.

Susmayacağız, yılmayacağız,vazgeçmeyeceğiz.

İşimize geri dönene kadar bu mücadeleyi sürdüreceğiz.

Buradan işten atılan Asil Çelik işçileri olarak Birleşik Metal İş Sendikası Bursa Şubesi ve Genel Merkez yönetimine de sesleniyoruz;

Biz işten atılan işçileri ne zaman desteklemeyi düşünüyorsunuz?

Biz işten atılan işçiler ne yapmalıyız?

Biz işten atılan işçiler işimizden onurumuzdan vaz mı geçmeliyiz?

Biz işten atılan işçiler olarak işimize geri dönmek için mücadele etmeyelim mi?

Bu sorulara cevap beklemiyoruz çünkü şimdi burada üçüncüsünü yaptığımız basın açıklaması eylemimizde de yanımızda bulunmayarak tarafınızı ve biz işçilere bakışınızı ortaya koymuş oluyorsunuz.

Başka bir iş yerinde örgütlenme çalışması yaptığınızı bahane ederek bizlerle dayanışma içerisine girmediniz. Soruyoruz;yeni örgütlenme yaptığınız işyerinde de işten atılmalar olduğunda ne yapacaksınız? Sizler iyi günlerimizde yanımızda kötü günlerimizde uzağımızda durarak mı işçi hakkı arayacaksınız?

Siz sendikacılara son kez sesleniyoruz: İşimize geri dönmek için verdiğimiz bu mücadelenin yanında olun.Tarafınızı seçin.

Emeğin ve işçi onurunun mücadelesini verdiğinizi söylüyorsanız; bunun gereklerini yerine getirin.

Bizler işten atılan Asil Çelik işçileri olarak siz sendikacılar yanımızda olmasanız da işimize geri dönmek için mücadele etmeye devam edeceğiz.

Bizleri işten atarak onursuzluğa sürüklemek isteyenlere sonuna sonsuza sonucumuza kadar mücadele ederek cevabımızı vereceğiz.

İşimizi İstiyoruz

İşçiyiz Haklıyız Kazanacağız

Direne Direne Kazanacağız

Zafer Direnen Emekçinin Olacak

Yaşasın Onurlu Mücadelemiz

Yaşasın Asilçelik İşçisi

İŞTEN ATILAN ASİLÇELİK İŞÇİLERİ

Kaynak: halkinsesi.tv

Özgür Gündem Gazetesi'ne kapatma cezası

Özgür Gündem Gazetesi'ne kapatma cezası

Özgür Gündem Gazetesi hakkında 1 ay kapatma cezası verildi. Gazetenin basımının yapıldığı Gün Matbaası polisler tarafından basılarak gazetenin yarınki sayılarına el konuldu

Özgür Gündem Gazetesi hakkında 1 ay kapatma cezası verildi. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, gazetenin bugünkü sayısının 1, 8, 9, 10 ve 11. sayfalarında yer alan haber, yorum ve fotoğrafların "Örgüt propagandası" yaptığı iddiasıyla, gazeteye 1 ay kapatma cezası verirken, gazetenin bugün ve yarın çıkacak tüm sayılarına el konulmasına karar verdi. Kararın ardından gazetenin basımının yapıldığı Gün Matbaası'nı basan polis, gazetenin yarın çıkacak olan sayısına el koydu.

30 Mayıs 1992'de yayın hayatına başladıktan sonra 8 muhabir ile 19 dağıtımcısı katledilen ve 14 Nisan 1994'te kapatılan Özgür Gündem Gazetesi, 17 yıl aradan sonra geçtiğimiz yıl 4 Nisan'da okurları ile buluşmuştu. 30 Mayıs 1992'de İstanbul'da başlayan ve yayın yaptığı süre boyunca büroları defalarca basılan, 30'u muhabir olmak üzere 76 çalışanı öldürülen Özgür Gündem gazetesi 14 Nisan 1994'te kapatıldı. Özgür Gündem, JİTEM'in bölgedeki faaliyetlerini ve Hizbullah katliamlarını gündeme getiren ilk yayın organı olmuştu. Yayına başladıktan sadece 7 gün sonra Diyarbakır Muhabiri Hafız Akdemir öldürüldü. Ardından Ferhat Tepe, Nazım Babaoğlu başta olmak üzere 30 muhabiri öldürüldü. OHAL Bölgesi'ne girişi yasaklanan gazetenin dağıtımını üstlenenler de hedefteydi. JİTEM ve Hizbullah militanlarınca işlenen bu cinayetler sonucu iki yılda 76 gazete çalışanı hayatını kaybetti. 17 Nisan 1994'te tamamen kapatıldıktan sonra, Özgür Gündem'in ardılı olarak 28 Nisan 1994'te Özgür Ülke gazetesi yayına başladı. Bu gazetenin de üç bürosu 3 Aralık 1994'te bombalandı. Bombalı saldırılarda gazete çalışanı Ersin Yıldız yaşamını yitirirken, 21 çalışanı da yaralandı.

Özgür Gündem Gazetesi, 17 yıllık aranın ardından geçtiğimiz yıl 4 Nisan günü "Mirasınızı devralıyoruz" sürmanşetiyle yayına başlamıştı.

Kaynak: ANF

Özgür Gündem Gazetesi'ne kapatma cezası

Özgür Gündem Gazetesi'ne
kapatma cezası

Özgür Gündem Gazetesi hakkında 1 ay kapatma
cezası verildi. Gazetenin basımının yapıldığı Gün Matbaası polisler
tarafından basılarak gazetenin yarınki sayılarına el konuldu
/>Özgür Gündem Gazetesi hakkında 1 ay kapatma cezası verildi. İstanbul
14. Ağır Ceza Mahkemesi, gazetenin bugünkü sayısının 1, 8, 9, 10 ve
11. sayfalarında yer alan haber, yorum ve fotoğrafların "Örgüt
propagandası" yaptığı iddiasıyla, gazeteye 1 ay kapatma cezası
verirken, gazetenin bugün ve yarın çıkacak tüm sayılarına el
konulmasına karar verdi. Kararın ardından gazetenin basımının
yapıldığı Gün Matbaası'nı basan polis, gazetenin yarın çıkacak
olan sayısına el koydu.

30 Mayıs 1992'de yayın hayatına
başladıktan sonra 8 muhabir ile 19 dağıtımcısı katledilen ve 14 Nisan
1994'te kapatılan Özgür Gündem Gazetesi, 17 yıl aradan sonra
geçtiğimiz yıl 4 Nisan'da okurları ile buluşmuştu. 30 Mayıs
1992'de İstanbul'da başlayan ve yayın yaptığı süre boyunca
büroları defalarca basılan, 30'u muhabir olmak üzere 76 çalışanı
öldürülen Özgür Gündem gazetesi 14 Nisan 1994'te kapatıldı.
Özgür Gündem, JİTEM'in bölgedeki faaliyetlerini ve Hizbullah
katliamlarını gündeme getiren ilk yayın organı olmuştu. Yayına
başladıktan sadece 7 gün sonra Diyarbakır Muhabiri Hafız Akdemir
öldürüldü. Ardından Ferhat Tepe, Nazım Babaoğlu başta olmak üzere 30
muhabiri öldürüldü. OHAL Bölgesi'ne girişi yasaklanan gazetenin
dağıtımını üstlenenler de hedefteydi. JİTEM ve Hizbullah
militanlarınca işlenen bu cinayetler sonucu iki yılda 76 gazete
çalışanı hayatını kaybetti. 17 Nisan 1994'te tamamen
kapatıldıktan sonra, Özgür Gündem'in ardılı olarak 28 Nisan
1994'te Özgür Ülke gazetesi yayına başladı. Bu gazetenin de üç
bürosu 3 Aralık 1994'te bombalandı. Bombalı saldırılarda gazete
çalışanı Ersin Yıldız yaşamını yitirirken, 21 çalışanı da
yaralandı.

Özgür Gündem Gazetesi, 17 yıllık aranın
ardından geçtiğimiz yıl 4 Nisan günü "Mirasınızı
devralıyoruz" sürmanşetiyle yayına başlamıştı.

Kaynak:
ANF

2.Bağımsız Türkiye Konseri 15 Nisan'da

2.Bağımsız Türkiye Konseri 15 Nisan'da

Grup Yorum, Bağımsız Türkiye isimli konserinin ikincisini vermeye hazırlanıyor.

Bu yıl ikincisi gerçekleştirilecek olan konser, geçen sene olduğu gibi yine Bakırköy Halk Pazarı'nda olacak.

Konser 15 Nisan 2012 tarihinde gerçekleşecek, geçen seneki gibi, yine ücretsiz yapılacak.

Konsere katılacak konuk sanatçılar

-Zülfü Livaneli
-Aynur Doğan
-Aylin Aslım
-Hüseyin Turan
Ve şiirleriyle
Nihat Behram olacak.

YER: Bakırköy Halk Pazarı (Bakırköy Adliyesi Arkası)
TARİH: 15 Nisan 2012
SAAT:15.00
İLETİŞİM: 0 (212) 238 81 46

Kaynak: Anadolunun Sesi