26 Kasım 2011 Cumartesi

“Özür” ve Katliam Emri Aynı Ağızlardan/Eren Buğlalılar

"Özür" ve Katliam
Emri Aynı Ağızlardan/Eren Buğlalılar

 

class="singlePageTitle">“Özür” ve Katliam Emri Aynı
Ağızlardan

Kulluk kölelik bir kere insanın ruhuna
sinince, padişahın her hareketinde birhikmet
arama alışkanlığı başlar. 
Bu nedenle
iktidarların zorbalığı arttıkça,
çevrelerinde yaptıkları ufak iyilikleri abartmayı iş edinmiş
soytarıların sayısı çoğalır. Babasından her gün
dayak yiyen çocuk, dayak yemediği gün babasını dünyanın
en iyi adamı sanır, umutlanır.

Faşist
iktidarın Dersim
Katliamı
 konusundaki “özrü” de
işte böyle karşılandı. Soytarılar harıl harıl kalem oynatmaya
başladılar; bu Cumhuriyet tarihinde bir dönüm noktasıydı, böylesi
görülmemişti. Yanak derileri iki parmak nasır bağlamış
liberalleri bile son aylardaki taktikleriyle bezdirmiş olan AKP, hem CHP
karşısındaki konumunu sağlamlaştırmak, hem de mızmızlanan ağızlara
bal çalmak için bir başka malumu ilan etti. Dersim’de
katliam olmuş, haberiniz var mı?

Bu nasıl bir psikolojik
rahatsızlıktır. Bu nasıl bir otorite düşkünlüğüdür.Hakikat
ancak padişahın ağzından ilan edilince kıymetleniyor. Yıllardır Dersim
konusunu hasıraltı ettiği, Kürt halkına zulmettiği için lanetlenmiyor
padişah da, Seyid Rıza’dan alıntı yaptığı için baştacı
ediliyor.
 Hakikatin
bedelini halklar ödesin, Dersim
Katliamı’nı duyurmak için aydınlar, yurtseverler,
devrimciler
 cefa çeksin, sefasını
çağdaş Seyid Rıza’ları tek tek öldüren, 10
yıl içinde 129 Kürt çocuğunu katledenler sürsün.
Bu ne güzel dünya, ne tatlı dünya!

Aynı Dil, Aynı
Politika

Ben de başka bir malumu ilan
edeyim. Cumhuriyetin Kürt politikasında 1923’ten
2011’e değişen hiçbir şey yoktur.
 Katliam,
asimilasyon, halka zulüm ve halk örgütlenmelerinin en kanlı yöntemlerle,
kimyasal silahlarla tasfiye edilmesi bugün AKP’nin eliyle
sürdürülüyor.

Bakın, 1937 yılında Dersim üzerinde
uçan uçakların attığı bildiriler ne diyor:

“Cumhuriyet
hükümeti sizi şefkat ve merhametle kucağına almak, sizi mesut etmek
istiyor… sizlere son ihtarını yapıyor. Onun size son şartları
şudur, sizi ayaklandırmaya çalışan zavallıları Cumhuriyet
Hükümeti’ne teslim ediniz veyahut onlar kendileri teslim
olmalılar… Teslim edilenler veya kendiliğinden teslim olanlar dahi
cumhuriyetin adil muamelesinden başka bir şey
görmeyeceklerdir…

Aksi taktirde yani dediklerimizi
yapmazsanız her tarafınızı sarmış bulunuyoruz. Cumhuriyetin kahredici
orduları tarafından mahfedileceksiniz. Cumhuriyet Hükümeti’nin bu
son şefkat ve merhametini bildiren bu bildirisini 24 saat çoluk
çocuğunuzla beraber okuyun, düşünün ve çabuk cevap verin. Yoksa hiç
istemediğimiz halde sizi mahvedecek olan kuvvetler harekete geçeceklerdir.
Devlete itaat gerekir.”

Bu tehditkar dil, bu
yalancı şefkat size tanıdık geliyor mu? Türkiye’de yaşamış ve
ister Kürt olsun, ister Türk olsun halktan yana mücadele etmiş herkes
böylesi çağrıların arkasına gizlenen çivili sopaları, benzinli
battaniyeleri, fosfor bombalarını, NAPALM yangınlarını iyi
bilir.

Boyun eğin, teslim olun, inançlarınızı ve
değerlerinizi ya siz kendiniz çiğneyin, ya da biz
çiğneyeceğiz.

60 yıl sonra 19-22 Aralık
katliamı
nda devrimci tutsaklara anons yapan hangi alanda uzman
olduğu besbelli çavuşlar şöyle diyecekti:

“Teslim olun,
yakında af çıkacak ve hepiniz serbest kalacaksınız. Ölmeye değer mi?
Devletin şefkatli kollarını size uzatıyoruz. Gelin, teslim
olun…”

İlginçtir, çok değil, 3 ay önce, Ağustos
2011’de Abdullah Gül de şöyle
demişti:

“Gösterilen şefkat milletimize gösterdiğimiz
şefkattir. Teröriste müsamaha yoktur. Devletin üzerinde güç yoktur,
içeride dışarıda herkes bunu bilsin… Bunun gecesi, gündüzü,
bayramı söz konusu olmaz. Daima, her zaman teyakkuzda olur güvenlik
güçlerimiz ve gereğini her zaman yapar… Şunu herkesin bilmesi
gerekir ki devletin gücü üstünde güç yoktur… Teröristler
kesinlikle halkımızdan ayrı tutulup, onlara karşı devletin gücünün,
her kesimin gücünün üstünde olduğunu daima gösterebilecek durumdayız.
Bunu da herkes görecektir.”

Ne fark var? Biri 1937,
biri 2000, biri 2011 yılında edilmiş üç ayrı laf. Üç aynı tehdit ve
yok etme politikası. Aynı yapışkan sırıtışlı şefkat
yalanı.

Bütün bu yalancı özür, yalancı şefkat
politikalarını tek bir soruyla ezip geçmek mümkün: Dersim katliamının
sebebi neydi?

Sebep Dersim halkının isyan etmiş olmasıydı.
Kurtuluş Savaşı sırasında vaat edilmiş olmasına rağmen, Kürtlerin
kendi topraklarında kendi kaderlerini tayin edememeleri ve hatta
asimilasyona, yoksulluğa ve katliama maruz kalmalarına isyan etmeleriydi
sebep.

Açılım ve İmha Yanyana

AKP
asimilasyon ve katliam için özür dileyemez, çünkü asimilasyon, katliam
ve ulusal baskı politikalarını kendisi teslim
almıştır.

Başbakan Necip
Fazıl’dan
 yaptığı alıntıda bile Dersim
katliamı
yla ulusal sorunu eşleştirmekten
kaçınıyor: “Bakın burada Üstad ‘Kürt’
dememiştir, ‘Ermeni’ dememiştir… Necip Fazıl,
Dersim’i ve Dersimlileri, din mazlumları sınıfına alarak, onlara
sadece insan gözlüğüyle bakarak, insani bir trajediyi bizlere
aktarmıştır,”
 diyor.

Yalan. Besbelli ki Dersimliler
“sadece insan” oldukları için, “din mazlumları
sınıfına mensup oldukları için” ya da bir insani trajedi
yüzünden katledilmediler.

Açıkla başbakan, Dersim
halkının katledilmesinin nedenleri neydi? Ne istiyorlardı, ne
yapmışlardı da katledildiler? Bugün Kürt hareketi ne istiyor, ne
yapıyor da siz onu katletmeye devam
ediyorsunuz?

AKP’nin yaptığı bütün
“açılımlara”, binlerce insanın tutuklandığı, giderek
cüretini ve saldırganlığını daha da arttıran bir tasfiye dalgası
eşlik etti. Bütün açılımlar halk örgütlenmelerine
gaz, Şerzan Kurtların ensesine kurşun ve Seyid Rızalara
NAPALM bombası olarak döndü. AKP de tıpkı Kemalist iktidarın
uçaklardan attığı bildirilere benzer açıklamaları “entegre
strateji” adı altında, terörist ve halk arasında bir ayrım yapma
söylemiyle dile getirmedi mi?

“Entegre
strateji”
 işte bu. Kürt halkının meşru
örgütlenmelerini ez ve karala. Sonra da boşlukta sallanan kitlenin, zaten
iktidara yönelik zaafları olan kitlenin tek alternatifi olmak için
Kürtlerin haklarını savunuyormuş gibi
görün.
  “Bu ülkeye ameliyat
yaptırmayız”
 diyerek Kürt halkına ait topraklarda bir
olağanüstü hal uygula. Kürtlerin haklarını savunmak için ağzını
açanı, kitap yazanı, ders vereni içeri tık, sonra da yıllardır
görmezden geldiğin gerçeği açıklayıp demokrasi kahramanı
ol.

Bir düşünün, aynı hafta içerisinde iki ayrı
olay
 oluyor. Teröre destek veren herkesin
mallarına mahkeme kararı olmadan el konulabilecek diye, gaspı ve
hırsızlığı yasalaştıran bir kanun hazırlıyorlar. Başbakanın hemen
ardından Dersim için devlet adına özür
diliyor.
 Dersim’de kimin topraklarına el konulmuştu,
şimdi kimin malına el koyacaksınız? “Teröre destek
vermek”
 ne demek hepimiz biliyoruz. ZekasınıAhmet
Altan
 ya da Cengiz Çandar düzeyine
indirmeyen herkes, teröre destek vermiş sayılıyor.

İki gün
önce oligarşinin güçleri değişik şehirlerde onlarca eve
baskın yaptı, Özgür Gündem gazetesini talan etti ve 70’i avukat
100’den fazla insanı gözaltına aldı. Bu insanlardan 36’sı
tutuklandı.
 Kürt hareketine yakınlıklarıyla bilinen,
Kürtlerin demokratik haklarını savunan insanlardı hepsi. Ülke tarihinde
bu kadar çok avukatın gözaltına alındığı, tutuklandığı bir başka
dönem yoktur. Aydınları, yazarları, üniversite hocalarını toplu olarak
gözaltına alan 12 Mart faşizmi bile, savunma
hakkına böyle cepheden saldırmaya cesaret edememişti.

Şimdi 70
avukatın gözaltına alındığı ve bir gazetenin baskınla talan edildiği
hukuk ve demokrasi katliamını unutalım. Kürtçe konuştuğu, Kürtlerin
haklarını savunduğu, poşu taktığı için tutuklananları unutalım ve
Başbakan’ın Dersim konusunda söyledikleriyle ne kadar önemli bir
demokratikleşme adımı attığını konuşalım, olur mu?

En basit,
en temel demokratik hakkımız için bile can vermek, dayak yemek, yıllarca
hapiste yatmak gereken bir ülkedeyiz. Bu gerçek kavranmadığında umuttan
umutsuzluğa savrulmak ve sonuçta pespaye bir liberale, devlete avuç açan,
“şöyle yapma böyle yap” diye vezircilik oynayan
akademisyenlere benzemek kaçınılmazdır.

Düzen geçmişteki
herhangi bir olaydan dolayı özür diliyorsa, bugün bizi daha iyi ezmek,
daha iyi kandırmak için yapıyor. Amaç asıl gerçeğin üzerini örtmek,
Kürt halkının kendi kaderini tayin etmesinin önüne geçmek için özür
diliyor. Bu özrün dilenmesinin nedeni demokratikleşmenin değil, daha
çetin daha sert baskı koşullarının hazırlanmasıdır. Daha ağır bir
baskı ve sömürü düzenini devamı ettirmek, Türkiye halklarına yönelik
zulmü devam ettirmektir amaç. Unutmayalım, kapitalizm doymak bilmez,
halkla uzlaşmaz.

Ne özür, ne af, ne icazet. Bizim düzenden
tek bir beklentimiz olmalıdır: Bir an evvel yerini devrimci
halk iktidarı
na bırakması. Bizler daha iyi, daha
terbiyeli çocuklar olarak, devletle uzlaşmaya hazır olduğumuzu sürekli
göstererek beynimizi
özgürleştiremeyiz.

kaynak:haberfabrikası

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder