29 Şubat 2012 Çarşamba

Baraj ‘kazası’nda suçlu bulundu: TMMOB ve KESK!

Baraj 'kazası'nda suçlu bulundu: TMMOB ve KESK!

Orman ve Su İşleri Bakanı ile DSİ, Adana Kozan’da Sabancı Holding’e bağlı Enerjisa’nın yaptığı barajda meydana gelen patlamanın sorumlusunu buldu: Suyun özelleştirilmesine karşı çıktığı için Danıştay’da dava açan TMMOB ve Enerji Sanayi ve Maden Kamu Emekçileri Sendikası.
 

Cuma günü Adana’nın Kozan ilçesindeki baraj inşaatında gerçekleşen patlamada şu ana kadar 3 işçinin cesedi bulundu. 7 işçi ise halen kayıp. Enerji sektöründeki özelleştirmeler sonrasında, özel sektör tarafından yürütülen santral ve baraj inşaatlarında son yıllarda çok sayıda benzer olay meydana geldi. Adana’da yaşanan olayın ardından basına demeç veren Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu da Gökdere Köprü Barajı’nın bir özel sektör firması tarafından yapıldığını ve bu tür firmaların denetlenmesi gerektiğini söyledi.

Eroğlu’nun basına yaptığı açıklamalarda özelleştirme politikalarının vahim sonuçlarına hiç değinmeyerek, kamunun işlevini “denetim”le sınırlandırması bir yana, bu işlevin dahi yerine getirilmemiş olmasının suçunu Danıştay’a ve emek örgütlerine atması dikkat çekti. Eroğlu, Kozan’da gerçekleşen olaydan sonra şöyle konuştu:

“Biz bu konuda dedik ki; bu inşaatların DSİ bir denetlemelik hazırlayarak denetlemesi veya mühendislik, müşavirlik firmaları tarafına denettirmesi lazım. Çünkü geçtiğimiz yıllarda da Kahramanmaraş’ta yanlış bir vananın kullanılması neticesinde vananın patlamasıyla 2 işçi hayatını kaybetti. O da özel sektördü. Biz bunların mutlaka denetlenmesi şart dedik ama hangi gerekçe ile bilmiyorum bu düzenlemeyi Danıştay iptal etti. Dolayısıyla bu su yapılarının denetlenmesi şart diye düşünüyorum. Allah’a şükür DSİ’de şimdiye kadar böyle bir kaza olmadı. Çünkü çok sıkı denetleniyor. Kontrol mühendisi var, müşavirler var, bölge müdürlüğü, genel müdürlük var, yani üçlü bir denetim mekanizması çalışıyor. Ama bu tür kazalar da olabiliyor, geçmiş olsun.”

Eroğlu sözlerini “Bizim düşüncemiz şuydu; HES, baraj, gölet ya da sulama tesis yapan firma bir mühendislik mimarlık denetim şirketi ile çalışsın, o da biz denetleyelim diye bir çalışma yapmıştık. Ama maalesef bir dernek itiraz etti, İdare Mahkemesine dava açtı, Danıştay’da görüldü ve yönetmelik iptal edildi” diye sürdürdü.

DSİ de Bakan’ın izinden gitti
Dün konuyla ilgili kuruma yöneltilen eleştirilere yanıt veren bir açıklama yapan Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü de Bakan Veysel Eroğlu’nun izinden giderek, denetim görevinin yerine getirilmemesini Su Yapıları Denetim Hizmetleri Yönetmeliği’nin yürürlüğünün durdurulmasına bağladı.

Açıklamada 1954 yılından beri 706 baraj inşa eden DSİ’nin yaptığı inşaatlarda buna benzer bir kazanın gerçekleşmediği belirtildikten sonra, şu ifadelere yer verildi:

“2003 yılında ülkemizin içerisinde bulunduğu ekonomik koşullar ve su potansiyelimiz dikkate alınarak Su Kullanım Hakkı Anlaşması Yönetmeliği yürürlüğe sokulmuş ve hidroelektrik enerji projelerinde özel sektörün önü açılmıştır. Böylelikle özel sektör firmaları hidroelektrik santraller inşa etmeye başlamış ve bunun sonucunda inşa edilen su yapılarının denetlenmesi zorunluluğu ortaya çıkmıştır.”

Aslında DSİ yaptığı açıklamayla sorunun kaynağına işaret etmiş oldu: Barajlar kamu tarafından yapıldığında, yani kâr hırsıyla hareket eden deneyimsiz firmalara yetki verilmediğinde 24 Şubat’taki gibi kazalar gerçekleşmiyor. Ancak DSİ açıklamasında itiraf edilen bu gerçeğin üzerinden atlanarak, 2003’te başlatılan özelleştirme uygulamasının karmaşıklaştırdığı denetim gereksinimiyle ilgili bir yönetmelik hazırlandığı, ancak TMMOB ve Enerji Sanayi ve Maden Kamu Emekçileri Sendikası’nın başvurusu sonucunda Danıştay’ın yönetmeliğin yürütmesini durdurduğu belirtiliyor:

“Bunun üzerine 6200 sayılı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri hakkında Kanun'un 2. maddesiyle 6111 Sayılı Kanunla 4628 Sayılı Kanun'un Geçici 14. maddesinin 1. fıkrasına eklenen (f) bendine istinaden ve Danıştay'ın ara kararları göz önünde bulundurularak ilgili bakanlıklarla EPDK'nın görüşleri alınarak hazırlanan yeni 'Su Yapıları Denetim Hizmetleri Yönetmeliği', 13.05.2011 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir."

"Ancak bu yönetmeliğin yürütmesini durdurulması ve iptali talebiyle Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, Türk Müşavir Mühendisler ve Mimarlar Birliği Derneği ve Enerji Sanayi ve Maden Kamu Emekçileri sendikası tarafından Danıştay'a açılan davalar neticesinde yönetmeliğin yürütmesinin durdurulmasına karar verilmiştir. Söz konusu ara kararlar 09.01.2012 ve 12.01.2012 tarihlerinde Genel Müdürlüğümüze tebliğ edilmiştir.”

Yönetmeliğe neden itiraz edildiğine ve Danıştay’ın yürütmeyi neden durdurduğuna değinilmeyen açıklamada, Enerjisa tarafından yürütülen köprü barajı inşaatının da herhangi bir şekilde denetlenmediği şu sözlerle söyleniyor:

“Enerjisa Enerji Üretim A.Ş. projenin denetimi için 13.05.2011 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren yönetmelik uyarınca 'Su Yapı' Su Yapıları Denetim Hizmetleri Ltd. Şti. ile anlaşma imzalamıştır. Fakat yukarıda belirtildiği üzere anılan yönetmeliğin yürütmesinin durdurulmasına ilişkin ara karar, 09.01.2012 tarihinde Genel Müdürlüğümüze tebliğ edilmiştir.”

“HES projelerinin ve inşaatlarının devam etmesine rağmen yürütmenin durdurulması kararlarıyla HES'lerin inşaatları Su Yapıları Denetim firmalarınca denetlenememektedir. Köprü Barajı ve HES de meydana gelen elim kaza HES inşaatlarının Su Yapıları Denetim firmaları tarafından denetlenmesinin ne kadar önemli olduğunun açık göstergesidir.”

TMMOB ve sendika neden yürütmeyi durdurma istedi?
Bakan Veysel Eroğlu’nun “bir dernek” diye nitelediği Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ile Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu’na (KESK) bağlı Enerji Sanayi ve Maden Kamu Emekçileri Sendikası’nın “Su Yapıları Denetim Hizmetleri Yönetmeliği”ne yönelik itirazlarının kaynağında ise, Anayasa’ya göre tüm barajların denetimiyle sorumlu olan DSİ’nin söz konusu yönetmelikle denetim görevini de özelleştirmeye çalışmış olması…

TMMOB bu nedenle çıkarılan yönetmeliğin dayanağı olan, 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu ve Su Kullanım Hakkı Anlaşması’nın geçici 14. Maddesinin 1. Fıkrasının (f) bendinin Anayasa’ya aykırı olması nedeniyle Anayasa Mahkemesi’ne taşınması istemiyle Danıştay’a başvurmuştu. Söz konusu maddede “elektrik enerjisi üretmek maksadıyla yapılacak olan üretim tesislerinin su yapısıyla ilgili kısımları ile gerçek ve tüzel kişiler tarafından inşa edilecek suyla ilgili yapıların inşasının inceleme ve denetimi, masrafları ilgililerine ait olmak üzere DSİ tarafından yapılır veya gerektiğinde yetkilendirilecek denetim şirketlerine yaptırılması sağlanır. Denetim şirketleri ile ilgili uygulamaya ilişkin usul ve esaslar, ilgili bakanlıkların görüşü alınmak kaydıyla DSİ tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir” deniliyor.

Enerji Sanayi ve Maden Kamu Emekçileri Sendikası ise Bakan Veysel Eroğlu’nun konuyla ilgili sözleri üzerine bir basın açıklaması yayımlayarak, bahsi geçen yönetmeliğin Anayasa’ya aykırılığını şu şekilde dile getirdi:

“(…) HES inşaatlarını gerçekleştiren firmaların bu konudaki bilgi ve deneyim eksikliklerine rağmen, bu inşaatların denetiminin DSİ tarafından yapılmasıyla ilgili düzenleme yapılmayarak, bu inşaatların tamamen şirketlerin inisiyatifinde denetimsiz ve başıboş sürdürülmesinin önü açılmıştır.”

“Şöyle ki; 6200 sayılı Yasa’nın 2. maddesinde, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nün görev ve yetkileri sayılmıştır. Buna göre, Anayasa’nın 168. Maddesi kapsamında bulunan tüm suların ve bu su kaynakları üzerinde kurulacak yapıların kendi görev alanına giren sorumluluğu ile kamu adına yapılacak gözetim ve denetim görevi Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’ne verilmiştir. Dolayısıyla DSİ Genel Müdürlüğü’nün barajları denetlemesi kuruluş yasasından kaynaklı asli görevidir. Sayın Eroğlu’nun yıllarca yönettiği kurumun asli görevinden bihaber olması en hafif tabiriyle şaşırtıcıdır. Veysel EROĞLU’nun iddia ettiği gibi Danıştay’ın iptal ettiği Denetim Yönetmeliği ise; “Su Yapıları Denetim Hizmetleri Yönetmeliği’dir. Bu yönetmelik ile DSİ Genel Müdürlüğünün asli görevi olan su yapılarının denetimi özel sektöre devredilmeye çalışılmış, Danıştay 10. Dairesi sendikamız Enerji, Sanayi ve Maden Kamu Emekçileri Sendikasının açtığı dava üzerine bu yönetmeliği yürütmesini durdurmuştur. Danıştay kararının gerekçesinde Bakan Veysel EROĞLU’nun iddia ettiğinin aksine denetimin özel sektöre yaptırılamayacağı, bizzat DSİ Genel Müdürlüğü tarafından yapılması gerektiği belirtilmiştir.”

“Görüldüğü üzere, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel EROĞLU yıllarca başında bulunduğu ve halen bakanlığına bağlı olan DSİ Genel Müdürlüğü’nün denetim yapmasının 6200 sayılı kuruluş kanunundan doğan bir yükümlülük olduğunu kamuoyundan gizlemekte, Danıştay 10. Dairesi’nin hukuka uygun kararlarını bahane ederek sorumluluktan kurtulmaya çalışmakta ve kamuoyunu ciddi biçimde yanıltmaktadır.”

Bakan koltuğuna oturmadan önce DSİ Genel Müdürü olan Veysel Eroğlu ve bakanlığına bağlı DSİ ise açıklamalarında özelleştirmelerin yarattığı felaketle değil, Danıştay’ın ve emek örgütlerinin bu felakete karşı çıkmasıyla ilgilendiklerini ortaya koydular. Bakan Eroğlu basına verdiği demeçlerde 12 Eylül referandumuyla yapılan Anayasa değişikliği nedeniyle yargının yerindelik denetimi yapamayacağını hatırlatarak, yaşanan olaylardan adeta Danıştay’ı ve Danıştay’a başvuran örgütleri sorumlu tutmuştu.

Kaynak: sol.org.tr

Baraj ‘kazası’nda suçlu bulundu: TMMOB ve KESK!

Baraj 'kazası'nda
suçlu bulundu: TMMOB ve KESK!

class="makale-resim">Orman ve Su İşleri Bakanı ile DSİ, Adana
Kozan’da Sabancı Holding’e bağlı Enerjisa’nın
yaptığı barajda meydana gelen patlamanın sorumlusunu buldu: Suyun
özelleştirilmesine karşı çıktığı için Danıştay’da dava
açan TMMOB ve Enerji Sanayi ve Maden Kamu Emekçileri
Sendikası.
 
class="makale-resim"> src="http://haber.sol.org.tr/sites/default/files/imagecache/haber_resmi_v4/images/tmmob-ve-kesk-ic.jpg"
title="" width="560" />

Cuma günü
Adana’nın Kozan ilçesindeki baraj inşaatında gerçekleşen
patlamada şu ana kadar 3 işçinin cesedi bulundu. 7 işçi ise halen
kayıp. Enerji sektöründeki özelleştirmeler sonrasında, özel sektör
tarafından yürütülen santral ve baraj inşaatlarında son yıllarda çok
sayıda benzer olay meydana geldi. Adana’da yaşanan olayın ardından
basına demeç veren Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu da Gökdere
Köprü Barajı’nın bir özel sektör firması tarafından
yapıldığını ve bu tür firmaların denetlenmesi gerektiğini
söyledi.

Eroğlu’nun basına yaptığı açıklamalarda
özelleştirme politikalarının vahim sonuçlarına hiç değinmeyerek,
kamunun işlevini “denetim”le sınırlandırması bir yana, bu
işlevin dahi yerine getirilmemiş olmasının suçunu Danıştay’a ve
emek örgütlerine atması dikkat çekti. Eroğlu, Kozan’da
gerçekleşen olaydan sonra şöyle konuştu:

“Biz bu konuda
dedik ki; bu inşaatların DSİ bir denetlemelik hazırlayarak denetlemesi
veya mühendislik, müşavirlik firmaları tarafına denettirmesi lazım.
Çünkü geçtiğimiz yıllarda da Kahramanmaraş’ta yanlış bir
vananın kullanılması neticesinde vananın patlamasıyla 2 işçi
hayatını kaybetti. O da özel sektördü. Biz bunların mutlaka
denetlenmesi şart dedik ama hangi gerekçe ile bilmiyorum bu düzenlemeyi
Danıştay iptal etti. Dolayısıyla bu su yapılarının denetlenmesi şart
diye düşünüyorum. Allah’a şükür DSİ’de şimdiye kadar
böyle bir kaza olmadı. Çünkü çok sıkı denetleniyor. Kontrol
mühendisi var, müşavirler var, bölge müdürlüğü, genel müdürlük
var, yani üçlü bir denetim mekanizması çalışıyor. Ama bu tür kazalar
da olabiliyor, geçmiş olsun.”

Eroğlu sözlerini
“Bizim düşüncemiz şuydu; HES, baraj, gölet ya da sulama tesis
yapan firma bir mühendislik mimarlık denetim şirketi ile çalışsın, o
da biz denetleyelim diye bir çalışma yapmıştık. Ama maalesef bir dernek
itiraz etti, İdare Mahkemesine dava açtı, Danıştay’da görüldü
ve yönetmelik iptal edildi”
diye sürdürdü.

DSİ
de Bakan’ın izinden gitti

Dün konuyla ilgili kuruma
yöneltilen eleştirilere yanıt veren bir açıklama yapan Devlet Su
İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü de Bakan Veysel Eroğlu’nun
izinden giderek, denetim görevinin yerine getirilmemesini Su Yapıları
Denetim Hizmetleri Yönetmeliği’nin yürürlüğünün durdurulmasına
bağladı.

Açıklamada 1954 yılından beri 706 baraj inşa eden
DSİ’nin yaptığı inşaatlarda buna benzer bir kazanın
gerçekleşmediği belirtildikten sonra, şu ifadelere yer
verildi:

“2003 yılında ülkemizin içerisinde bulunduğu
ekonomik koşullar ve su potansiyelimiz dikkate alınarak Su Kullanım Hakkı
Anlaşması Yönetmeliği yürürlüğe sokulmuş ve hidroelektrik enerji
projelerinde özel sektörün önü açılmıştır. Böylelikle özel
sektör firmaları hidroelektrik santraller inşa etmeye başlamış ve bunun
sonucunda inşa edilen su yapılarının denetlenmesi zorunluluğu ortaya
çıkmıştır.”

Aslında DSİ yaptığı açıklamayla sorunun
kaynağına işaret etmiş oldu: Barajlar kamu tarafından yapıldığında,
yani kâr hırsıyla hareket eden deneyimsiz firmalara yetki verilmediğinde
24 Şubat’taki gibi kazalar gerçekleşmiyor. Ancak DSİ
açıklamasında itiraf edilen bu gerçeğin üzerinden atlanarak,
2003’te başlatılan özelleştirme uygulamasının
karmaşıklaştırdığı denetim gereksinimiyle ilgili bir yönetmelik
hazırlandığı, ancak TMMOB ve Enerji Sanayi ve Maden Kamu Emekçileri
Sendikası’nın başvurusu sonucunda Danıştay’ın
yönetmeliğin yürütmesini durdurduğu belirtiliyor:

“Bunun
üzerine 6200 sayılı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün Teşkilat
ve Görevleri hakkında Kanun'un 2. maddesiyle 6111 Sayılı Kanunla 4628
Sayılı Kanun'un Geçici 14. maddesinin 1. fıkrasına eklenen (f)
bendine istinaden ve Danıştay'ın ara kararları göz önünde
bulundurularak ilgili bakanlıklarla EPDK'nın görüşleri alınarak
hazırlanan yeni 'Su Yapıları Denetim Hizmetleri Yönetmeliği',
13.05.2011 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe
girmiştir."

"Ancak bu yönetmeliğin yürütmesini
durdurulması ve iptali talebiyle Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği,
Türk Müşavir Mühendisler ve Mimarlar Birliği Derneği ve Enerji Sanayi
ve Maden Kamu Emekçileri sendikası tarafından Danıştay'a açılan
davalar neticesinde yönetmeliğin yürütmesinin durdurulmasına karar
verilmiştir. Söz konusu ara kararlar 09.01.2012 ve 12.01.2012 tarihlerinde
Genel Müdürlüğümüze tebliğ edilmiştir.”

Yönetmeliğe
neden itiraz edildiğine ve Danıştay’ın yürütmeyi neden
durdurduğuna değinilmeyen açıklamada, Enerjisa tarafından yürütülen
köprü barajı inşaatının da herhangi bir şekilde denetlenmediği şu
sözlerle söyleniyor:

“Enerjisa Enerji Üretim A.Ş. projenin
denetimi için 13.05.2011 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak
yürürlüğe giren yönetmelik uyarınca 'Su Yapı' Su Yapıları
Denetim Hizmetleri Ltd. Şti. ile anlaşma imzalamıştır. Fakat yukarıda
belirtildiği üzere anılan yönetmeliğin yürütmesinin durdurulmasına
ilişkin ara karar, 09.01.2012 tarihinde Genel Müdürlüğümüze tebliğ
edilmiştir.”

“HES projelerinin ve inşaatlarının devam
etmesine rağmen yürütmenin durdurulması kararlarıyla HES'lerin
inşaatları Su Yapıları Denetim firmalarınca denetlenememektedir. Köprü
Barajı ve HES de meydana gelen elim kaza HES inşaatlarının Su Yapıları
Denetim firmaları tarafından denetlenmesinin ne kadar önemli olduğunun
açık göstergesidir.”

TMMOB ve sendika neden
yürütmeyi durdurma istedi?

Bakan Veysel Eroğlu’nun
“bir dernek” diye nitelediği Türk Mühendis ve Mimar Odaları
Birliği (TMMOB) ile Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu’na
(KESK) bağlı Enerji Sanayi ve Maden Kamu Emekçileri Sendikası’nın
“Su Yapıları Denetim Hizmetleri Yönetmeliği”ne yönelik
itirazlarının kaynağında ise, Anayasa’ya göre tüm barajların
denetimiyle sorumlu olan DSİ’nin söz konusu yönetmelikle denetim
görevini de özelleştirmeye çalışmış olması…

TMMOB bu
nedenle çıkarılan yönetmeliğin dayanağı olan, 4628 sayılı Elektrik
Piyasası Kanunu ve Su Kullanım Hakkı Anlaşması’nın geçici 14.
Maddesinin 1. Fıkrasının (f) bendinin Anayasa’ya aykırı olması
nedeniyle Anayasa Mahkemesi’ne taşınması istemiyle
Danıştay’a başvurmuştu. Söz konusu maddede “elektrik
enerjisi üretmek maksadıyla yapılacak olan üretim tesislerinin su
yapısıyla ilgili kısımları ile gerçek ve tüzel kişiler tarafından
inşa edilecek suyla ilgili yapıların inşasının inceleme ve denetimi,
masrafları ilgililerine ait olmak üzere DSİ tarafından yapılır veya
gerektiğinde yetkilendirilecek denetim şirketlerine yaptırılması
sağlanır. Denetim şirketleri ile ilgili uygulamaya ilişkin usul ve
esaslar, ilgili bakanlıkların görüşü alınmak kaydıyla DSİ
tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir”
deniliyor.

Enerji Sanayi ve Maden Kamu Emekçileri Sendikası ise Bakan
Veysel Eroğlu’nun konuyla ilgili sözleri üzerine bir basın
açıklaması yayımlayarak, bahsi geçen yönetmeliğin Anayasa’ya
aykırılığını şu şekilde dile getirdi:

“(…) HES
inşaatlarını gerçekleştiren firmaların bu konudaki bilgi ve deneyim
eksikliklerine rağmen, bu inşaatların denetiminin DSİ tarafından
yapılmasıyla ilgili düzenleme yapılmayarak, bu inşaatların tamamen
şirketlerin inisiyatifinde denetimsiz ve başıboş sürdürülmesinin önü
açılmıştır.”

“Şöyle ki; 6200 sayılı
Yasa’nın 2. maddesinde, Devlet Su İşleri Genel
Müdürlüğü’nün görev ve yetkileri sayılmıştır. Buna göre,
Anayasa’nın 168. Maddesi kapsamında bulunan tüm suların ve bu su
kaynakları üzerinde kurulacak yapıların kendi görev alanına giren
sorumluluğu ile kamu adına yapılacak gözetim ve denetim görevi Devlet Su
İşleri Genel Müdürlüğü’ne verilmiştir. Dolayısıyla DSİ Genel
Müdürlüğü’nün barajları denetlemesi kuruluş yasasından
kaynaklı asli görevidir. Sayın Eroğlu’nun yıllarca yönettiği
kurumun asli görevinden bihaber olması en hafif tabiriyle
şaşırtıcıdır. Veysel EROĞLU’nun iddia ettiği gibi
Danıştay’ın iptal ettiği Denetim Yönetmeliği ise; “Su
Yapıları Denetim Hizmetleri Yönetmeliği’dir. Bu yönetmelik ile
DSİ Genel Müdürlüğünün asli görevi olan su yapılarının denetimi
özel sektöre devredilmeye çalışılmış, Danıştay 10. Dairesi
sendikamız Enerji, Sanayi ve Maden Kamu Emekçileri Sendikasının
açtığı dava üzerine bu yönetmeliği yürütmesini durdurmuştur.
Danıştay kararının gerekçesinde Bakan Veysel EROĞLU’nun iddia
ettiğinin aksine denetimin özel sektöre yaptırılamayacağı, bizzat DSİ
Genel Müdürlüğü tarafından yapılması gerektiği
belirtilmiştir.”

“Görüldüğü üzere, Orman ve Su
İşleri Bakanı Veysel EROĞLU yıllarca başında bulunduğu ve halen
bakanlığına bağlı olan DSİ Genel Müdürlüğü’nün denetim
yapmasının 6200 sayılı kuruluş kanunundan doğan bir yükümlülük
olduğunu kamuoyundan gizlemekte, Danıştay 10. Dairesi’nin hukuka
uygun kararlarını bahane ederek sorumluluktan kurtulmaya çalışmakta ve
kamuoyunu ciddi biçimde yanıltmaktadır.”

Bakan koltuğuna
oturmadan önce DSİ Genel Müdürü olan Veysel Eroğlu ve bakanlığına
bağlı DSİ ise açıklamalarında özelleştirmelerin yarattığı
felaketle değil, Danıştay’ın ve emek örgütlerinin bu felakete
karşı çıkmasıyla ilgilendiklerini ortaya koydular. Bakan Eroğlu basına
verdiği demeçlerde 12 Eylül referandumuyla yapılan Anayasa değişikliği
nedeniyle yargının yerindelik denetimi yapamayacağını hatırlatarak,
yaşanan olaylardan adeta Danıştay’ı ve Danıştay’a başvuran
örgütleri sorumlu tutmuştu.

Kaynak:
sol.org.tr

Kürecik'te NATO Bayrağı

Kürecik'te NATO
Bayrağı

Kürecik Köyünde faaliyete geçen Füze Kalkanı
Radar Sistemi''nin bulunduğu askeri üsse, ABD''li
askerlerin de göreve başlamasıyla birlikte NATO bayrağı asıldı.

alt="http://www.malatyahaber.com/sites/malatyahaber.com/files/haberler/2012/02/28/pano02_0.jpg"
src="http://www.malatyahaber.com/sites/malatyahaber.com/files/haberler/2012/02/28/pano02_0.jpg"
style="height: 300px; width: 400px;" />

ABD’li askerler
Türk askerlerinin korumasında üsse
giriyorlar

 

Kürecik Köyü’ndeki yaklaşık
2 bin rakımlı dağın uç noktasında kurulu bulunan Füze Kalkanı Radar
Savunma Üssü'nde ABD'li askerlerin göreve başladığını
bölgedeki vatandaşlar da doğrulayarak, ABD'li askerlerin, Türk
askerlerinin sağladığı sıkı güvenlik önlemleri altında üsse giriş
çıkış yaptığını söyledi. Çetin kış şartlarının yaşandığı
bölgede Füze Kalkanı Radar Sistemi'nin bulunduğu askeri üsse
ABD'li askerlerin de gelmesiyle birlikte NATO bayrağının asıldığı
görüldü. ABD'li askerlerin üsse, sivil araçlarla giriş çıkış
yaptıkları belirtildi. Sistemin tamamen faaliyete geçtiği ve bölgedeki
güvenlik önlemlerinin ise sıklaştırıldığı belirtildi. NATO füze
savunma sistemi kapsamındaki Radar Tesisinin Komutanlığının Türk
Subayı tarafından çevre güvenliğinin ise yine 7. Ana Jet Üssü'ne
bağlı birliklerce sağlandığı
öğrenildi.

 

Protestolar 128. gününe
girdi

 

Kürecik Füze Kalkanı Protesto grubu
tarafından kurulan çadırda ise protestolar 128. gününe girdi. Platform
adına açıklama yapan Kenan Cebe, 128. güne girdiklerini ve ABD'li
askerlerin geçiş ve gelişlerinde güvenliğin sıkı şekilde
sağlandığını belirterek, çadırın önünde de önlem alındığını
belirtti. Cebe, ABD'li askerlerin kendilerine selam vermesi halinde ise
almayacaklarını ve tamamen bu sisteme karşı olduklarını ifade etti. />Öte yandan Kürecik köyündeki vatandaşlar ise, Füze Kalkanı Radar
Savunma Sistemi'ne tamamen karşı olduklarını ve herhangi bir savaş
çıkması durumunda kendilerinin hedefte olduklarını
belirtti.

 

Vali’ye göre her şey
rayında

 

Bu arada füze radar sistemine ilişkin
ilk kez konuşan Vali Ulvi Saran, "Yapılan spekülasyonlara kulak
asmayın. Her şey rayında gidiyor" dedi.
Füze radar sistemi ve
kente gelen ABD askerlerinin kalacak yerleriyle ilişkin çıkan haberler
üzerine basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Vali Ulvi Saran,
"Yapılan spekülasyonlara kulak asmayın. Füze savunma sisteminin
burada konuşlandırılması uluslararası ilişkiler bağlamında ülkemiz
hükümetinin ittifakları, anlaşmaları çerçevesinde yürütülen bir
husus. Bu anlamda her şey rayında ilerliyor. Polemik konusu olacak da bir
şey yoktur" dedi.
ABD askerlerinin kente gelmesi ve kalacak
yerlerine ilişkin bir soru üzerine Vali Saran, "Ben değerlendirme
yapmıyorum. Değerlendirme yapılacak bir fevkaladelik de yoktur" diye
konuştu.

Kaynak: malatyayabakis.com

Kürecik'te NATO Bayrağı

Kürecik'te NATO Bayrağı

Kürecik Köyünde faaliyete geçen Füze Kalkanı Radar Sistemi''nin bulunduğu askeri üsse, ABD''li askerlerin de göreve başlamasıyla birlikte NATO bayrağı asıldı.

http://www.malatyahaber.com/sites/malatyahaber.com/files/haberler/2012/02/28/pano02_0.jpg

ABD’li askerler Türk askerlerinin korumasında üsse giriyorlar

 

Kürecik Köyü’ndeki yaklaşık 2 bin rakımlı dağın uç noktasında kurulu bulunan Füze Kalkanı Radar Savunma Üssü'nde ABD'li askerlerin göreve başladığını bölgedeki vatandaşlar da doğrulayarak, ABD'li askerlerin, Türk askerlerinin sağladığı sıkı güvenlik önlemleri altında üsse giriş çıkış yaptığını söyledi. Çetin kış şartlarının yaşandığı bölgede Füze Kalkanı Radar Sistemi'nin bulunduğu askeri üsse ABD'li askerlerin de gelmesiyle birlikte NATO bayrağının asıldığı görüldü. ABD'li askerlerin üsse, sivil araçlarla giriş çıkış yaptıkları belirtildi. Sistemin tamamen faaliyete geçtiği ve bölgedeki güvenlik önlemlerinin ise sıklaştırıldığı belirtildi. NATO füze savunma sistemi kapsamındaki Radar Tesisinin Komutanlığının Türk Subayı tarafından çevre güvenliğinin ise yine 7. Ana Jet Üssü'ne bağlı birliklerce sağlandığı öğrenildi.

 

Protestolar 128. gününe girdi

 

Kürecik Füze Kalkanı Protesto grubu tarafından kurulan çadırda ise protestolar 128. gününe girdi. Platform adına açıklama yapan Kenan Cebe, 128. güne girdiklerini ve ABD'li askerlerin geçiş ve gelişlerinde güvenliğin sıkı şekilde sağlandığını belirterek, çadırın önünde de önlem alındığını belirtti. Cebe, ABD'li askerlerin kendilerine selam vermesi halinde ise almayacaklarını ve tamamen bu sisteme karşı olduklarını ifade etti.
Öte yandan Kürecik köyündeki vatandaşlar ise, Füze Kalkanı Radar Savunma Sistemi'ne tamamen karşı olduklarını ve herhangi bir savaş çıkması durumunda kendilerinin hedefte olduklarını belirtti.

 

Vali’ye göre her şey rayında

 

Bu arada füze radar sistemine ilişkin ilk kez konuşan Vali Ulvi Saran, "Yapılan spekülasyonlara kulak asmayın. Her şey rayında gidiyor" dedi.
Füze radar sistemi ve kente gelen ABD askerlerinin kalacak yerleriyle ilişkin çıkan haberler üzerine basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Vali Ulvi Saran, "Yapılan spekülasyonlara kulak asmayın. Füze savunma sisteminin burada konuşlandırılması uluslararası ilişkiler bağlamında ülkemiz hükümetinin ittifakları, anlaşmaları çerçevesinde yürütülen bir husus. Bu anlamda her şey rayında ilerliyor. Polemik konusu olacak da bir şey yoktur" dedi.
ABD askerlerinin kente gelmesi ve kalacak yerlerine ilişkin bir soru üzerine Vali Saran, "Ben değerlendirme yapmıyorum. Değerlendirme yapılacak bir fevkaladelik de yoktur" diye konuştu.

Kaynak: malatyayabakis.com

Evinize El Koyarlar, İtiraz Edemezsiniz

Evinize El Koyarlar, İtiraz
Edemezsiniz

Afet Yasası kapsamında bir gün evinizin
"kentsel dönüşüm" kapsamına alındığını
öğrenebilirsiniz. İtiraz hakkınız yok; direnirseniz Türk Ceza Kanunu
var.

Ali Öz'ün Objektifinden src="http://www.bianet.org/resim/olcekle/33102/490/326" width="490"
/>

Van depreminin ardından Başbakan Tayyip
Erdoğan
'ın duyurduğu "Kentsel Dönüşüm Yasası"
olarak bilinen Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesine
ilişkin Yasa Tasarısı Meclis'te görüşülüyor.

TMMOB Şehir
Planlamacıları Odası Başkanı Tayfun Kahraman, yasayı
bianet'e yorumladı.

Afet riski altındaki Türkiye'de
özellikle İstanbul özelinde yüzde 70 kaçak yapının olduğuna dikkat
çeken Kahraman, yapıların mutlaka yenilenmeye ihtiyacı olduğunu ancak
tasarının bu amaca hizmet etmediğini söylüyor.

"Zorunluluk
mülkiyet hakkını ihlal ediyor"

Böyle bir yenilenmenin
"hakça, katılımcı ve yerleşimciyi koruyan" bir model üzerine
oturması gerektiğini söyleyen Kahraman, tasarının "zorunluluk"
içermesinin Anayasa'nın güvence altına aldığı mülkiyet hakkını
ihlal ettiğini belirtiyor.

Tasarıya göre, kentsel dönüşüm ilan
edilen yerde üçte iki çoğunluk sağlanması yeterli. Geriye kalan üçte
bir, bu anlaşmaya uymak zorunda; uymazsa "kamulaştıma"ya maruz
kalacak. Yürütmeyi durdurma kararı verilemeyecek; sadece kamu bedeli
davası açılabilecek.

Tasarıda "anlaşma sağlanan kişilere
geçici konut, kira yardımı sağlanabilir", "gecekondu
sahiplerine gerekirse nakdi yardım yapılabilir" deniyor ancak Kahraman
bu maddenin muğlak olduğunu belirtiyor.

Yürütmeyi durdurma davası
açılamayacak

Ayrıca, riskli alan bölgelerinde elektrik, su,
doğalgaz hizmetinin kesilebileceği maddesi var ki; bu da o bölgede
yaşamı olanaksız hale getirmeyi amaçlıyor.

Yıkıma direnmek
isteyenlere ise Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) ilgili hükümlerinin
uygulanacağı belirtiliyor.

Kahraman tasarının genel olarak,
"Deprem korkusu adı altında, nitelikli, niteliksiz her türlü yapıya
müdahale edelim. Kentsel arsalar yaratalım ve bunların üzerinde yeni
inşaat projeleri yapalım mantığı" üzerine kurulduğunu
söylüyor.

Tasarıdaki "riskli alan" tanımlamasının çok
muğlak olduğunu belirten Kahraman, mesela afet riski altında olan
bölgelerdeki sağlam yapıların ne olacağının bilinmediğini söylüyor.
Çünkü tasarıya göre, bir alan kentsel dönüşüm kapsamına
alındığında bütün bir alanı kapsıyor.

Yani oturduğunuz mahalle
deprem riski altında ama sizin eviniz buna dayanıklı ise bunun bir önemi
yok.

Tüm yetki Bakanlığa veriliyor

Tasarı "kentsel
dönüşüm" ilan etme yetkisini belediyelerden alıp Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı'na veriyor.

Kahraman, bu şekilde üstten
müdahaleci bir bakışla  tüm yetkilerin yerelden alınıp
 hükümetin eline geçtiğini ayrıca bunun siyasi görüşleri farklı
belediyeler arasında da ayrımcılığa yol açabileceğine dikkat
çekiyor.

Tek gerçeklik zorunlu göç

Sadece İstanbul'da
1 milyon 250 bin yapı olduğunu belirten Kahraman, bu işin tek bir
reçetesi olamayacağını söylüyor.

* Her alana farklı şekillerde
müdahale edilir, semt semt sokak sokak kurgulamak gerekir. Ayrıca bu
yenilenme kamu kaynaklarıyla yapılmalı. Bu projelerin ilanı, mimarı tüm
detayları yaşayanların katılımıyla yapılmalı.

* Oysa ki bu
tasarıda, kent merkezinde yaşayan alt gelir gruplarının "zorunlu
şekilde" kent dışına çıkarılması ve proje maliyetlerinin bu
insanlara ödetilmesi tasarlanıyor. Merkezde de seçkin elit bir grup
yaratılmak isteniyor.

* Burada yaşayanlar yeni yapılacak lüks
konutlarda oturamayacakları için şehrin çeperindeki TOKİ'lere
yerleştirilecek;  zaten asgari ücretle çalışan insanlar hem göç
ettirilecek hem de borçlanacak.

* Fikirtepe, Tarlabaşı, Sulukule vb.
örnekleri zaten neler olacağını bize gösteriyor.

* Bu en başta
söylediğimiz "hakça, katılımcı ve yerleşimcilerin
korunması" ilkelerinin hepsine aykırı.

* Muğlaklıklar
üzerine kurulu tasarının en açık kısmı, kentlerde yoğun bir göç
yaşanarak dokunun değişeceği.

Boğaziçi de dönüşüme
uğrayabilir

Ayrıca tasarının en önemli risklerinden biri de orman
alanları, kıyılar, Boğaziçi, meralar, kültür ve tabiat varlıkları,
tarım arazileri, zeytinlikler gibi alanların da "dönüşüme"
tabi kalabilmesi.

Zaten tasarıya son anda getirilen bir hükümle
Boğaziçi'nin ön kısmında değil ama geri görünüm ve etkileme
alanlarında da dönüşüm yapılabilecek.

Kaynak:
bianet.org

Evinize El Koyarlar, İtiraz Edemezsiniz

Evinize El Koyarlar, İtiraz Edemezsiniz

Afet Yasası kapsamında bir gün evinizin "kentsel dönüşüm" kapsamına alındığını öğrenebilirsiniz. İtiraz hakkınız yok; direnirseniz Türk Ceza Kanunu var.

Ali Öz'ün Objektifinden

Van depreminin ardından Başbakan Tayyip Erdoğan'ın duyurduğu "Kentsel Dönüşüm Yasası" olarak bilinen Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesine ilişkin Yasa Tasarısı Meclis'te görüşülüyor.

TMMOB Şehir Planlamacıları Odası Başkanı Tayfun Kahraman, yasayı bianet'e yorumladı.

Afet riski altındaki Türkiye'de özellikle İstanbul özelinde yüzde 70 kaçak yapının olduğuna dikkat çeken Kahraman, yapıların mutlaka yenilenmeye ihtiyacı olduğunu ancak tasarının bu amaca hizmet etmediğini söylüyor.

"Zorunluluk mülkiyet hakkını ihlal ediyor"

Böyle bir yenilenmenin "hakça, katılımcı ve yerleşimciyi koruyan" bir model üzerine oturması gerektiğini söyleyen Kahraman, tasarının "zorunluluk" içermesinin Anayasa'nın güvence altına aldığı mülkiyet hakkını ihlal ettiğini belirtiyor.

Tasarıya göre, kentsel dönüşüm ilan edilen yerde üçte iki çoğunluk sağlanması yeterli. Geriye kalan üçte bir, bu anlaşmaya uymak zorunda; uymazsa "kamulaştıma"ya maruz kalacak. Yürütmeyi durdurma kararı verilemeyecek; sadece kamu bedeli davası açılabilecek.

Tasarıda "anlaşma sağlanan kişilere geçici konut, kira yardımı sağlanabilir", "gecekondu sahiplerine gerekirse nakdi yardım yapılabilir" deniyor ancak Kahraman bu maddenin muğlak olduğunu belirtiyor.

Yürütmeyi durdurma davası açılamayacak

Ayrıca, riskli alan bölgelerinde elektrik, su, doğalgaz hizmetinin kesilebileceği maddesi var ki; bu da o bölgede yaşamı olanaksız hale getirmeyi amaçlıyor.

Yıkıma direnmek isteyenlere ise Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) ilgili hükümlerinin uygulanacağı belirtiliyor.

Kahraman tasarının genel olarak, "Deprem korkusu adı altında, nitelikli, niteliksiz her türlü yapıya müdahale edelim. Kentsel arsalar yaratalım ve bunların üzerinde yeni inşaat projeleri yapalım mantığı" üzerine kurulduğunu söylüyor.

Tasarıdaki "riskli alan" tanımlamasının çok muğlak olduğunu belirten Kahraman, mesela afet riski altında olan bölgelerdeki sağlam yapıların ne olacağının bilinmediğini söylüyor. Çünkü tasarıya göre, bir alan kentsel dönüşüm kapsamına alındığında bütün bir alanı kapsıyor.

Yani oturduğunuz mahalle deprem riski altında ama sizin eviniz buna dayanıklı ise bunun bir önemi yok.

Tüm yetki Bakanlığa veriliyor

Tasarı "kentsel dönüşüm" ilan etme yetkisini belediyelerden alıp Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na veriyor.

Kahraman, bu şekilde üstten müdahaleci bir bakışla  tüm yetkilerin yerelden alınıp  hükümetin eline geçtiğini ayrıca bunun siyasi görüşleri farklı belediyeler arasında da ayrımcılığa yol açabileceğine dikkat çekiyor.

Tek gerçeklik zorunlu göç

Sadece İstanbul'da 1 milyon 250 bin yapı olduğunu belirten Kahraman, bu işin tek bir reçetesi olamayacağını söylüyor.

* Her alana farklı şekillerde müdahale edilir, semt semt sokak sokak kurgulamak gerekir. Ayrıca bu yenilenme kamu kaynaklarıyla yapılmalı. Bu projelerin ilanı, mimarı tüm detayları yaşayanların katılımıyla yapılmalı.

* Oysa ki bu tasarıda, kent merkezinde yaşayan alt gelir gruplarının "zorunlu şekilde" kent dışına çıkarılması ve proje maliyetlerinin bu insanlara ödetilmesi tasarlanıyor. Merkezde de seçkin elit bir grup yaratılmak isteniyor.

* Burada yaşayanlar yeni yapılacak lüks konutlarda oturamayacakları için şehrin çeperindeki TOKİ'lere yerleştirilecek;  zaten asgari ücretle çalışan insanlar hem göç ettirilecek hem de borçlanacak.

* Fikirtepe, Tarlabaşı, Sulukule vb. örnekleri zaten neler olacağını bize gösteriyor.

* Bu en başta söylediğimiz "hakça, katılımcı ve yerleşimcilerin korunması" ilkelerinin hepsine aykırı.

* Muğlaklıklar üzerine kurulu tasarının en açık kısmı, kentlerde yoğun bir göç yaşanarak dokunun değişeceği.

Boğaziçi de dönüşüme uğrayabilir

Ayrıca tasarının en önemli risklerinden biri de orman alanları, kıyılar, Boğaziçi, meralar, kültür ve tabiat varlıkları, tarım arazileri, zeytinlikler gibi alanların da "dönüşüme" tabi kalabilmesi.

Zaten tasarıya son anda getirilen bir hükümle Boğaziçi'nin ön kısmında değil ama geri görünüm ve etkileme alanlarında da dönüşüm yapılabilecek.

Kaynak: bianet.org

Neymiş bu Kürt sorunu yahu, göremiyorum! / Ezgi Başaran

Neymiş bu Kürt sorunu
yahu, göremiyorum! / Ezgi Başaran

Kürt sorunu,
küçücük çocukları 'taş atanlara' dönüştürmek, sonra taş
attılar diye hapse tıkmak, hapse tıkıp cinsel ve ruhsal şiddet
uygulamaktır

Ankara’nın 5 yıldızlı otellerinden
birinde, 3.15 milyon Euro’luk bir projenin tanıtım toplantısı
yapılmıştı. Bakan Sadullah Ergin, “Suça sürüklenerek ceza infaz
sistemine dahil olan çocuklar, hem gelişim süreçlerinin erken
aşamalarında bulunmaları hem de olumsuz yaşam deneyimlerinden kaynaklanan
çeşitli etkenler nedeniyle fiziksel, zihinsel, sosyal ve psikolojik
gelişme açısından özel bakıma, yardıma ve yasal korumalara ihtiyaç
duymaktalar’ diye anlatıyordu projeyi. Çocuklar için Adalet Projesi.
Ne ironik…

***
Bu şaşalı adalet tanıtımından ve
tatlı sözlerden 2 gün sonra çocuklar için adalet neymiş anladık. 3
kuruş bile değil, ne ki 3.15 milyon Euro! Siyasi eylemlerden çoğunlukla
rastgele toplanan Kürt çocuklarının Adana’daki Pozantı
Cezaevi’nde yaşadıklarını duyduk.
Nasıl ellerine pimapen
parçalarıyla vurulduğunu… Copla tehdit edildiklerini… />Bayrak öptürüldüklerini… İp geçirilen boğazlarındaki
düğümün ‘gerektiğinde’ nasıl sıkıldıkça
sıkıldığını… Adli suçlularla aynı koğuşta kalmaya
zorlandıklarını…
O koğuştaki çeşitli
‘mümessiller’ tarafından pantolonlarının
indirildiğini…
O mümessillerin zorla yataklarına
sokulduklarını… Taciz ve tecavüze uğradıklarını… />Öğrendik. Utançla. Öfkeyle. Öğürmeyle.

***
Pozantı
Cezaevi’nden bir süredir kötü kokular gelmekteydi de lağımın
hacmini tam ölçememiştik. Gerçi memleket insanını alıştırdılar: />Taş atan çocukların hayatı kaydırılır. Cezaevlerinde kötü muamele
mutattır.
Hastaysan ölürsün, değilsen delirtirler. Oraya bir
düştüysen, hak talebin olamaz.
O nedenle açlık grevlerine,
cezaevlerindeki siyasi tutukluların çığlıklarına alıştık.
Alıştırdılar. Uzun süre aynı kötü kokuya maruz kalan burun, o kokuyu
duymamak gibi bir mekanizma geliştirir biliyorsunuz.
Ama kokuyu
duymayacak hale gelmek, sizin de koktuğunuzun bir alametidir
aslında.

***
Yine duymamışsınızdır mesela. Rıdvan var bir
de. Sporcunun zeki ve çevik olanından. Dicle Üniversitesi Beden Eğitimi
üçüncü sınıfta okuyordu. 3 kez Türkiye birincisi, 2008’de de
Balkan üçüncüsü olmuştu. Yani milli atletimizdi. Di diyorum çünkü
Rıdvan Çelik yaklaşık 1 yıldır tutuklu. Sebep? BDP’nin 1 Mayıs
kutlamalarına katılmak, slogan atmak, marş ve şarkılara eşlik etmek,
alkış tutmak... Ve dolayısıyla örgüt propangandası yapmak, örgüt
adına suç işlemek... Kanıt? Rıdvan’ın yürüyüş sırasında
çekilmiş fotoğrafında ağzının açık olması... Ve yine dolayısıyla
14 yıl 7 ay hapis cezası verilmesine karar verildi.

***
Özgür
Gündem, Birgün ve DİHA haber ajansında çalışan gazeteciler
KCK’den tutuklanır. Kürt meselesine kafa yoran, her zaman olduğu
gibi karşı cins meslektaşlarından daha tutarlı ve dik konuşan
kadınların sesi kısılır. Nuray Mert’in ve Ece Temelkuran’ın
köşesi elinden alınır, Banu Güven’e sen kenarda dur denir, Aslı
Aydıntaşbaş bir bakan tarafından canlı yayında ”Siz de
BDP’nin sözcüsünüz bakıyorum da...” diye azarlanır. Ertesi
hafta televizyon programı iptal edilir. Ki tüm bunlar ehvendir çünkü
serde bir ihtimal olarak tutuklanma da asılı vaziyette. O bakımdan...
’En azından işsiz kaldık, çok şükür’ diye laf icat
edildi.

***
Nedir bu Kürt sorunu, anlamıyorum yahu... Kürtçe
yayın yapan bir kanal da açıldı, dizisi de var oh ne ala, daha ne
istiyorlar, bakıyorum, bakıyorum göremiyorum diye çiğneyip tükürenler
var ya... Onlara özel özet geçeyim: Kürt sorunu budur, kardeşim.
Küçücük çocukları ’taş atanlara’ dönüştürmek, sonra
taş attılar diye hapse tıkmak, hapse tıkıp cinsel ve ruhsal şiddet
uygulamaktır. Milli bir atlet olan Kürt gencinin önünü açmak yerine, 1
Mayıs’a katıldığı ve alkış tuttuğu için 14 yıl ceza
vermektir.

”Bir bebekten katil nasıl yaratılır” ile
”Kürt sorunu niye çözülemiyor, bu gençler niye hala dağa
çıkıyor” sorularının cevabı bir bakıma aynıdır.
Pozantı’ya bak, Rıdvan’a bak, tabular kalktı ne güzel
herşeyi konuşuyoruz denen Kürt sorunu tartışmalarının nasıl devletin
istediği sınırlara çekildiğini, ehlileştirilmeye çalışıldığına
bak, gasp edilen örgütlenme haklarına bak. E zaten artık gör. Daha ne
diyeyim.

Kaynak: radikal

Neymiş bu Kürt sorunu yahu, göremiyorum! / Ezgi Başaran

Neymiş bu Kürt sorunu yahu, göremiyorum! / Ezgi Başaran

Kürt sorunu, küçücük çocukları 'taş atanlara' dönüştürmek, sonra taş attılar diye hapse tıkmak, hapse tıkıp cinsel ve ruhsal şiddet uygulamaktır

Ankara’nın 5 yıldızlı otellerinden birinde, 3.15 milyon Euro’luk bir projenin tanıtım toplantısı yapılmıştı. Bakan Sadullah Ergin, “Suça sürüklenerek ceza infaz sistemine dahil olan çocuklar, hem gelişim süreçlerinin erken aşamalarında bulunmaları hem de olumsuz yaşam deneyimlerinden kaynaklanan çeşitli etkenler nedeniyle fiziksel, zihinsel, sosyal ve psikolojik gelişme açısından özel bakıma, yardıma ve yasal korumalara ihtiyaç duymaktalar’ diye anlatıyordu projeyi. Çocuklar için Adalet Projesi. Ne ironik…

***
Bu şaşalı adalet tanıtımından ve tatlı sözlerden 2 gün sonra çocuklar için adalet neymiş anladık. 3 kuruş bile değil, ne ki 3.15 milyon Euro! Siyasi eylemlerden çoğunlukla rastgele toplanan Kürt çocuklarının Adana’daki Pozantı Cezaevi’nde yaşadıklarını duyduk.
Nasıl ellerine pimapen parçalarıyla vurulduğunu… Copla tehdit edildiklerini…
Bayrak öptürüldüklerini… İp geçirilen boğazlarındaki düğümün ‘gerektiğinde’ nasıl sıkıldıkça sıkıldığını… Adli suçlularla aynı koğuşta kalmaya zorlandıklarını…
O koğuştaki çeşitli ‘mümessiller’ tarafından pantolonlarının indirildiğini…
O mümessillerin zorla yataklarına sokulduklarını… Taciz ve tecavüze uğradıklarını…
Öğrendik. Utançla. Öfkeyle. Öğürmeyle.

***
Pozantı Cezaevi’nden bir süredir kötü kokular gelmekteydi de lağımın hacmini tam ölçememiştik. Gerçi memleket insanını alıştırdılar:
Taş atan çocukların hayatı kaydırılır. Cezaevlerinde kötü muamele mutattır.
Hastaysan ölürsün, değilsen delirtirler. Oraya bir düştüysen, hak talebin olamaz.
O nedenle açlık grevlerine, cezaevlerindeki siyasi tutukluların çığlıklarına alıştık. Alıştırdılar. Uzun süre aynı kötü kokuya maruz kalan burun, o kokuyu duymamak gibi bir mekanizma geliştirir biliyorsunuz.
Ama kokuyu duymayacak hale gelmek, sizin de koktuğunuzun bir alametidir aslında.

***
Yine duymamışsınızdır mesela. Rıdvan var bir de. Sporcunun zeki ve çevik olanından. Dicle Üniversitesi Beden Eğitimi üçüncü sınıfta okuyordu. 3 kez Türkiye birincisi, 2008’de de Balkan üçüncüsü olmuştu. Yani milli atletimizdi. Di diyorum çünkü Rıdvan Çelik yaklaşık 1 yıldır tutuklu. Sebep? BDP’nin 1 Mayıs kutlamalarına katılmak, slogan atmak, marş ve şarkılara eşlik etmek, alkış tutmak... Ve dolayısıyla örgüt propangandası yapmak, örgüt adına suç işlemek... Kanıt? Rıdvan’ın yürüyüş sırasında çekilmiş fotoğrafında ağzının açık olması... Ve yine dolayısıyla 14 yıl 7 ay hapis cezası verilmesine karar verildi.

***
Özgür Gündem, Birgün ve DİHA haber ajansında çalışan gazeteciler KCK’den tutuklanır. Kürt meselesine kafa yoran, her zaman olduğu gibi karşı cins meslektaşlarından daha tutarlı ve dik konuşan kadınların sesi kısılır. Nuray Mert’in ve Ece Temelkuran’ın köşesi elinden alınır, Banu Güven’e sen kenarda dur denir, Aslı Aydıntaşbaş bir bakan tarafından canlı yayında ”Siz de BDP’nin sözcüsünüz bakıyorum da...” diye azarlanır. Ertesi hafta televizyon programı iptal edilir. Ki tüm bunlar ehvendir çünkü serde bir ihtimal olarak tutuklanma da asılı vaziyette. O bakımdan... ’En azından işsiz kaldık, çok şükür’ diye laf icat edildi.

***
Nedir bu Kürt sorunu, anlamıyorum yahu... Kürtçe yayın yapan bir kanal da açıldı, dizisi de var oh ne ala, daha ne istiyorlar, bakıyorum, bakıyorum göremiyorum diye çiğneyip tükürenler var ya... Onlara özel özet geçeyim: Kürt sorunu budur, kardeşim. Küçücük çocukları ’taş atanlara’ dönüştürmek, sonra taş attılar diye hapse tıkmak, hapse tıkıp cinsel ve ruhsal şiddet uygulamaktır. Milli bir atlet olan Kürt gencinin önünü açmak yerine, 1 Mayıs’a katıldığı ve alkış tuttuğu için 14 yıl ceza vermektir.

”Bir bebekten katil nasıl yaratılır” ile ”Kürt sorunu niye çözülemiyor, bu gençler niye hala dağa çıkıyor” sorularının cevabı bir bakıma aynıdır. Pozantı’ya bak, Rıdvan’a bak, tabular kalktı ne güzel herşeyi konuşuyoruz denen Kürt sorunu tartışmalarının nasıl devletin istediği sınırlara çekildiğini, ehlileştirilmeye çalışıldığına bak, gasp edilen örgütlenme haklarına bak. E zaten artık gör. Daha ne diyeyim.

Kaynak: radikal

YAKLAŞAN İNŞAAT MÜHENDİSLERİ ODASI ANKARA ŞUBESİ GENEL KURULU ÜZERİNE DEĞERLENDİRMELER

YAKLAŞAN İNŞAAT MÜHENDİSLERİ ODASI ANKARA ŞUBESİ GENEL KURULU ÜZERİNE DEĞERLENDİRMELER

Yayınlanma: Cumartesi, 25 Şubat 2012

 

Bilindiği üzere Demokrat Mühendisler Platformu olarak, İnşaat Mühendisleri Odası ve onun bir uzantısı olan Ankara Şubesi yönetiminde hâkim olan anlayışı, yıllardır deşifre etmekte ve eleştirmekteyiz. Bu eleştirilerin en önemlisi, bu yönetimlerin demokratik işlerliği dinamitlemeleri ve odada bürokratik bir yapıyı hâkim kılmış olmalarıdır.

1970’li yılların başından itibaren oluşturulmaya çalışılan ‘kitlelerin yönetime – yani tartışma ve karar sürecine-katılması’ anlayışı, son yıllarda odamız yönetim kurullarında bulunanlar tarafından yok edilmiştir. Bunun en açık örneği, yıllardır İMO Ankara Şubesinde bir gelenek olan “küçük kurul”larımızın işletilmemesidir.

Platformumuzda yer almayan, şu veya bu nedenle ‘yönetimdekilerin!’ listesine oy vermiş bulunan devrimci-demokrat inşaat mühendislerince de eleştirilen bu durum, bu yönetici! şahısları bir çözüm! arayışına zorlamış olacak ki; kendilerince uygun buldukları kişileri toplayarak “küçük kurul” toplantısı yaptıklarını iddia etmektedirler. 

Farklı grupların, amaçları için bir araya gelmeleri elbette haklarıdır, ancak kendilerini başkalarının da temsilcisi olarak göstermeye çalışmaları ikiyüzlülüktür. 40 yıl öncesinden başlayarak, odamızda devrimci demokrat geleneğin yaratılmasına katkı koymuş insanları bile yok sayarak, yalnızca denetimleri altında olduğunu düşündükleri insanları çağırarak toplantı yapmak ve böylece geleneği sürdürdüklerini iddia etmek ikiyüzlülük değilse nedir? 

Manipülasyon üzerine kurulu bu anlayış, 2010 yılında yapılan şube seçimlerinde, biz Demokrat Mühendisler grubunu sağcı ve AKP’li gibi göstermeye çalışmışlardı. Bu günlerde de, bizlerin sağcılara seçim kazanma şansı veren çalışmalar yaptığımız yalanlarını söylemektedirler. Ne yapacağını şaşıran yönetim anlayışı, ‘Ölümü gösterip sıtmaya razı etme’ ucuz politikasıyla insanları kendilerinden başka çare olmadığı yalanına inandırmaya çalışmaktadır.

Biz inşaat mühendisleri bu seviyesiz politikaları hak etmiyoruz. Kabul de etmiyoruz. Bu kişiler bizi temsil edemezler.

Küçük kurulu toplamadıkları, yalnızca kendilerine sorun çıkarmayacaklarını umdukları kişileri çağırarak toplandıkları halde, bu durumda bile, “yönetim kurulu adaylarının söz konusu toplantıya katılanların iradesi ile belirleneceği” söylemleri de doğru değildir.

Başka çareleri kalmadığı için oylama yapsalar ve beklemedikleri biçimde, kendilerince istenmeyen bir/iki kişi aday olsa ve seçilse bile sonraki süreçte bu kişileri tasfiye edecekleri de geçmişteki örneklerle bellidir. Son iki dönemdir şube yönetimi, genel merkezin kukla yönetimidir. İMO’nun başına çöreklenmiş anlayış bunun dışında bir oluşuma asla razı olmaz. Bu yapılanmayı değiştirip, odamızı yeniden üyenin odası haline getirebilmenin yegâne yolu, üyelerimizin bu iradeyi gösterebilmesidir. Bu iradeyi birlikte gösterelim.

Odamızı genel müdürlük olarak görmek istemiyoruz. Tarafımızdan seçilen kişilerin bize efendilik taslamalarını, ağalık yapmalarını istemiyoruz. Asli unsuru olduğumuz odamıza teba muamelesi görerek, sorgulanarak, aşağılanarak girmek istemiyoruz. Böyle bir zırvalığı reddediyoruz.

Yılların getirdiği alışkanlıklarımız/geleneklerimiz var. 1973 yılında İMO yönetim kuruluna tek tek ‘sol görüşlü’ arkadaşlarımız girdiler. 1976’dan sonra ‘solcu’ yönetim kurullarımız oldu. Uzun yıllar, üyesiyle birlikte merkezi yönetimlerin saldırılarına direnen yönetimlere alıştık. 

Halen birçok arkadaşımızda, kendisini solcu olarak sunan mevcut yönetimin de böyle olduğunu ummak eğilimi vardır. Odamızın ve şubemizin yönetim kurullarında bulunanların artık devrimci, sosyalist vb gibi sıfatlardan şiddetle kaçındıkları, kendilerine “çağdaş” diyerek her yana çekilebilecek bir kavramla isimlendirdikleri bir gerçekse de, çağdaş sözcüğü ile insanların bilincinde ‘sol’ kavramları çağrıştırmaya çalıştıkları da son derece açıktır.  

“Bunlar solcudur; yalan söylemezler, sahtekârlık yapmazlar, kendilerini üyelerin üzerinde görmezler” gibi bir kolaycılığa kapılmak hakkına sahip değiliz.

Yirmi binin üzerinde üyesi bulunan İMO Ankara Şubesi’nin üyeleri güvencesiz ve düşük ücretlerle çalıştırılmaktayken, işten atılırken, işyerlerinde bin bir türlü sorun yaşarken kılını bile kıpırdatmayan bir anlayışın, nasıl emekten yana olduğunu söyleyebilir? Oda çalışanlarına kendi rızaları olmaksızın öğlen yemeklerini İMO lokalinden yemelerini dayatan ve bu yolla lokal işletmecisine para kazandırmaya çalışan bir anlayışa karşı sessiz kalmak hangi solculuğa, hangi demokratlığa, hangi devrimciliğe sığar?

Yıllardır hiç ulaşmadığı, sorunları için bir kez bile yanlarında olmadığı üyelerine; aidat borcu adı altında “haciz” tehdidiyle gelen ve üyelerinin istifasına yol açan bir yönetim anlayışı, mühendislerin örgütlenmesini sağlayabilir mi? 

Bugün oda politikamıza yön verenler, solcu anlayışta değildir. Faydacıdır. Üye ilişkileri ve yönetim erki oluşturma biçimleri demokratik merkeziyetçi değil, tepeden inmedir. 

Mesleğimizin ve meslektaşlarımızın sorunlarını çözerken katılımcılığı esas alacak,

Birlikte düşünme ve birlikte karar alma mekanizmalarını harekete geçirecek,

Örgüt içi işleyişimizi en demokratik şekilde kuracak, 

Emeğiyle geçinmek zorunda olan mühendislerin çıkarlarını koruyacak,

Üyelerimizi müşteri olarak görmek yerine, oda kaynaklarını üyelerimizin hizmetine sunacak,

Demokratik, şeffaf, katılımcı, gücünü üyesinden alan bir İMO Ankara Şubesi yaratmak kendine saygısı olan, emekten ve halktan yana tüm inşaat mühendislerinin görevidir.

Geçtiğimiz dönemlerde mevcut yönetim anlayışına destek vermiş, ancak bu olumsuz gidişattan rahatsız olan ve bir değişimi gerekli gören tüm meslektaşlarımızı da Demokrat İnşaat Mühendisleri çatısı altında üyeden yana bu demokratik dönüşümü birlikte gerçekleştirmeye çağırıyoruz.

Soruyoruz! Biz böyle bir oda mı istiyoruz? Bu kişiler bizi temsil ediyor mu? 

Biz geleceğin sömürüsüz, özgür, aydınlık dünyasının kurulması için çaba harcayacak bir Oda istiyoruz.

Gücünü üyelerinden alan, emekten ve halktan yana, demokratik bir İMO Ankara Şubesi yaratma mücadelesinde birleşelim!

 

DEMOKRAT MÜHENDİSLER PLATFORMU

kaynak:http://www.demokratinsaat.net/2012/index.php/bildirilerimiz/75-demo-content

 

YAKLAŞAN İNŞAAT MÜHENDİSLERİ ODASI ANKARA ŞUBESİ GENEL KURULU ÜZERİNE DEĞERLENDİRMELER

YAKLAŞAN İNŞAAT
MÜHENDİSLERİ ODASI ANKARA ŞUBESİ GENEL KURULU ÜZERİNE
DEĞERLENDİRMELER

Yayınlanma: Cumartesi, 25 Şubat
2012

 

Bilindiği üzere Demokrat Mühendisler
Platformu olarak, İnşaat Mühendisleri Odası ve onun bir uzantısı olan
Ankara Şubesi yönetiminde hâkim olan anlayışı, yıllardır deşifre
etmekte ve eleştirmekteyiz. Bu eleştirilerin en önemlisi, bu yönetimlerin
demokratik işlerliği dinamitlemeleri ve odada bürokratik bir yapıyı
hâkim kılmış olmalarıdır.

1970’li
yılların başından itibaren oluşturulmaya çalışılan ‘kitlelerin
yönetime – yani tartışma ve karar sürecine-katılması’
anlayışı, son yıllarda odamız yönetim kurullarında bulunanlar
tarafından yok edilmiştir. Bunun en açık örneği, yıllardır İMO
Ankara Şubesinde bir gelenek olan “küçük kurul”larımızın
işletilmemesidir.

Platformumuzda yer almayan, şu veya bu
nedenle ‘yönetimdekilerin!’ listesine oy vermiş bulunan
devrimci-demokrat inşaat mühendislerince de eleştirilen bu durum, bu
yönetici! şahısları bir çözüm! arayışına zorlamış olacak ki;
kendilerince uygun buldukları kişileri toplayarak “küçük
kurul” toplantısı yaptıklarını iddia etmektedirler. 

align="JUSTIFY" style="margin-top: 0.21cm; margin-bottom: 0.38cm; color:
rgb(85, 85, 85); font-family: Helvetica, Arial, sans-serif; font-size: 13px;
line-height: 16px; background-color: rgb(255, 255, 255); margin-right:
-0.51cm; ">Farklı grupların, amaçları için bir araya gelmeleri elbette
haklarıdır, ancak kendilerini başkalarının da temsilcisi olarak
göstermeye çalışmaları ikiyüzlülüktür. 40 yıl öncesinden
başlayarak, odamızda devrimci demokrat geleneğin yaratılmasına katkı
koymuş insanları bile yok sayarak, yalnızca denetimleri altında olduğunu
düşündükleri insanları çağırarak toplantı yapmak ve böylece
geleneği sürdürdüklerini iddia etmek ikiyüzlülük değilse
nedir? 

Manipülasyon üzerine kurulu bu anlayış, 2010
yılında yapılan şube seçimlerinde, biz Demokrat Mühendisler grubunu
sağcı ve AKP’li gibi göstermeye çalışmışlardı. Bu günlerde
de, bizlerin sağcılara seçim kazanma şansı veren çalışmalar
yaptığımız yalanlarını söylemektedirler. Ne yapacağını şaşıran
yönetim anlayışı, ‘Ölümü gösterip sıtmaya razı etme’
ucuz politikasıyla insanları kendilerinden başka çare olmadığı
yalanına inandırmaya çalışmaktadır.

style="margin-top: 0.21cm; margin-bottom: 0.38cm; color: rgb(85, 85, 85);
font-family: Helvetica, Arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height:
16px; background-color: rgb(255, 255, 255); margin-right: -0.51cm; ">Biz
inşaat mühendisleri bu seviyesiz politikaları hak etmiyoruz. Kabul de
etmiyoruz. Bu kişiler bizi temsil edemezler.

style="margin-top: 0.21cm; margin-bottom: 0.38cm; color: rgb(85, 85, 85);
font-family: Helvetica, Arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height:
16px; background-color: rgb(255, 255, 255); margin-right: -0.51cm; ">Küçük
kurulu toplamadıkları, yalnızca kendilerine sorun çıkarmayacaklarını
umdukları kişileri çağırarak toplandıkları halde, bu durumda bile,
“yönetim kurulu adaylarının söz konusu toplantıya katılanların
iradesi ile belirleneceği” söylemleri de doğru değildir.

align="JUSTIFY" style="margin-top: 0.21cm; margin-bottom: 0.38cm; color:
rgb(85, 85, 85); font-family: Helvetica, Arial, sans-serif; font-size: 13px;
line-height: 16px; background-color: rgb(255, 255, 255); margin-right:
-0.51cm; ">Başka çareleri kalmadığı için oylama yapsalar ve
beklemedikleri biçimde, kendilerince istenmeyen bir/iki kişi aday olsa ve
seçilse bile sonraki süreçte bu kişileri tasfiye edecekleri de
geçmişteki örneklerle bellidir. Son iki dönemdir şube yönetimi, genel
merkezin kukla yönetimidir. İMO’nun başına çöreklenmiş anlayış
bunun dışında bir oluşuma asla razı olmaz. Bu yapılanmayı
değiştirip, odamızı yeniden üyenin odası haline getirebilmenin yegâne
yolu, üyelerimizin bu iradeyi gösterebilmesidir. Bu iradeyi birlikte
gösterelim.

Odamızı genel müdürlük olarak görmek
istemiyoruz. Tarafımızdan seçilen kişilerin bize efendilik
taslamalarını, ağalık yapmalarını istemiyoruz. Asli unsuru olduğumuz
odamıza teba muamelesi görerek, sorgulanarak, aşağılanarak girmek
istemiyoruz. Böyle bir zırvalığı reddediyoruz.

style="margin-top: 0.21cm; margin-bottom: 0.38cm; color: rgb(85, 85, 85);
font-family: Helvetica, Arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height:
16px; background-color: rgb(255, 255, 255); margin-right: -0.51cm;
">Yılların getirdiği alışkanlıklarımız/geleneklerimiz var. 1973
yılında İMO yönetim kuruluna tek tek ‘sol görüşlü’
arkadaşlarımız girdiler. 1976’dan sonra ‘solcu’ yönetim
kurullarımız oldu. Uzun yıllar, üyesiyle birlikte merkezi yönetimlerin
saldırılarına direnen yönetimlere alıştık. 

style="margin-top: 0.21cm; margin-bottom: 0.38cm; color: rgb(85, 85, 85);
font-family: Helvetica, Arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height:
16px; background-color: rgb(255, 255, 255); margin-right: -0.51cm; ">Halen
birçok arkadaşımızda, kendisini solcu olarak sunan mevcut yönetimin de
böyle olduğunu ummak eğilimi vardır. Odamızın ve şubemizin yönetim
kurullarında bulunanların artık devrimci, sosyalist vb gibi sıfatlardan
şiddetle kaçındıkları, kendilerine “çağdaş” diyerek her
yana çekilebilecek bir kavramla isimlendirdikleri bir gerçekse de,
çağdaş sözcüğü ile insanların bilincinde ‘sol’
kavramları çağrıştırmaya çalıştıkları da son derece açıktır.
 

“Bunlar solcudur; yalan söylemezler,
sahtekârlık yapmazlar, kendilerini üyelerin üzerinde görmezler”
gibi bir kolaycılığa kapılmak hakkına sahip değiliz.

align="JUSTIFY" style="margin-top: 0.21cm; margin-bottom: 0.38cm; color:
rgb(85, 85, 85); font-family: Helvetica, Arial, sans-serif; font-size: 13px;
line-height: 16px; background-color: rgb(255, 255, 255); margin-right:
-0.51cm; ">Yirmi binin üzerinde üyesi bulunan İMO Ankara Şubesi’nin
üyeleri güvencesiz ve düşük ücretlerle çalıştırılmaktayken, işten
atılırken, işyerlerinde bin bir türlü sorun yaşarken kılını bile
kıpırdatmayan bir anlayışın, nasıl emekten yana olduğunu
söyleyebilir? Oda çalışanlarına kendi rızaları olmaksızın öğlen
yemeklerini İMO lokalinden yemelerini dayatan ve bu yolla lokal
işletmecisine para kazandırmaya çalışan bir anlayışa karşı sessiz
kalmak hangi solculuğa, hangi demokratlığa, hangi devrimciliğe
sığar?

Yıllardır hiç ulaşmadığı, sorunları için
bir kez bile yanlarında olmadığı üyelerine; aidat borcu adı altında
“haciz” tehdidiyle gelen ve üyelerinin istifasına yol açan bir
yönetim anlayışı, mühendislerin örgütlenmesini sağlayabilir
mi? 

Bugün oda politikamıza yön verenler, solcu
anlayışta değildir. Faydacıdır. Üye ilişkileri ve yönetim erki
oluşturma biçimleri demokratik merkeziyetçi değil, tepeden
inmedir. 

Mesleğimizin ve meslektaşlarımızın
sorunlarını çözerken katılımcılığı esas alacak,

align="JUSTIFY" style="margin-top: 0.21cm; margin-bottom: 0.38cm; color:
rgb(85, 85, 85); font-family: Helvetica, Arial, sans-serif; font-size: 13px;
line-height: 16px; background-color: rgb(255, 255, 255); margin-right:
-0.51cm; ">Birlikte düşünme ve birlikte karar alma mekanizmalarını
harekete geçirecek,

Örgüt içi işleyişimizi en demokratik
şekilde kuracak, 

Emeğiyle geçinmek zorunda olan
mühendislerin çıkarlarını koruyacak,

style="margin-top: 0.21cm; margin-bottom: 0.38cm; color: rgb(85, 85, 85);
font-family: Helvetica, Arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height:
16px; background-color: rgb(255, 255, 255); margin-right: -0.51cm;
">Üyelerimizi müşteri olarak görmek yerine, oda kaynaklarını
üyelerimizin hizmetine sunacak,

Demokratik,
şeffaf, katılımcı, gücünü üyesinden alan bir İMO Ankara Şubesi
yaratmak kendine saygısı olan, emekten ve halktan yana tüm inşaat
mühendislerinin görevidir.

Geçtiğimiz dönemlerde mevcut yönetim
anlayışına destek vermiş, ancak bu olumsuz gidişattan rahatsız olan ve
bir değişimi gerekli gören tüm meslektaşlarımızı da Demokrat İnşaat
Mühendisleri çatısı altında üyeden yana bu demokratik dönüşümü
birlikte gerçekleştirmeye çağırıyoruz.

style="margin-top: 0.21cm; margin-bottom: 0.38cm; color: rgb(85, 85, 85);
font-family: Helvetica, Arial, sans-serif; font-size: 13px; line-height:
16px; background-color: rgb(255, 255, 255); margin-right: -0.51cm;
">Soruyoruz! Biz böyle bir oda mı istiyoruz? Bu kişiler bizi temsil ediyor
mu? 

Biz geleceğin sömürüsüz, özgür, aydınlık
dünyasının kurulması için çaba harcayacak bir Oda istiyoruz.

align="JUSTIFY" style="margin-top: 0.21cm; margin-bottom: 0.38cm; color:
rgb(85, 85, 85); font-family: Helvetica, Arial, sans-serif; font-size: 13px;
line-height: 16px; background-color: rgb(255, 255, 255); margin-right:
-0.51cm; ">Gücünü üyelerinden alan, emekten ve halktan yana, demokratik
bir İMO Ankara Şubesi yaratma mücadelesinde birleşelim! align="JUSTIFY" style="margin-top: 0.21cm; margin-bottom: 0.38cm; color:
rgb(85, 85, 85); font-family: Helvetica, Arial, sans-serif; font-size: 13px;
line-height: 16px; background-color: rgb(255, 255, 255); margin-right:
-0.51cm; "> 

DEMOKRAT MÜHENDİSLER PLATFORMU

align="JUSTIFY" style="margin-top: 0.21cm; margin-bottom: 0.38cm; color:
rgb(85, 85, 85); font-family: Helvetica, Arial, sans-serif; font-size: 13px;
line-height: 16px; background-color: rgb(255, 255, 255); margin-right:
-0.51cm; ">kaynak: href="http://www.demokratinsaat.net/2012/index.php/bildirilerimiz/75-demo-content">http://www.demokratinsaat.net/2012/index.php/bildirilerimiz/75-demo-content

 

İMO yönetiminden Kızıl Bayrak'a yasak

İMO yönetiminden Kızıl Bayrak'a yasak

4 yılı aşkın süredir İnşaat Mühendisleri Odası'nda çalışan Cansel Malatyalı'yı keyfi gerekçelerle işten atan sözde demokrat oda yönetimi, Malatyalı'nın direnişini sayfalarına taşıyan gazetemize de protokol yasağı getirdi.

“İMO'ya Kızıl Bayrak giremez”

İMO'daki saltanatlarını işçi düşmanı politikaları devreye sokarak sürdüren oda beyleri, her hafta İMO Genel Merkezi'ne ulaştırılan Kızıl Bayrak gazetesini bundan sonra protokol olarak almayacağını bildirdi. TMMOB'ye bağlı diğer odaları arayarak Malatyalı'nın direnişini karalamaya kalkan yönetim sosyalist-devrimci basına yönelik düşmanlığını da göstermiş oldu.

Direniş 10. gününde

10 gündür İMO önünde direnişine devam eden Cansel Malatyalı ise Ankara’nın karına rağmen bugün direniş alanındaki yerini aldı. Direnişte kararlılığını sürdüren Malatyalı'yı gün içerisinde de birçok kurum ve kişi ziyaret ediyor.

İMO yönetimi de direnişten rahatsız olarak direnişi karalamaya çalışıyor. Yaptığı bir açıklamayla direnişi karalamak için kolları sıvamış durumdalar. 'Zorunlu bir açıklama' başlığıyla açıklama yapan İMO yönetimi, Malatyalı'nın yalan söylediğini, direnişi başka kişilerin İMO yönetiminin demokrat kimliğini yıpratmak için yaptığını iddia ediyor.

Malatyalı'nın sesi olacağız

Kızıl Bayrak gazetesi olarak, tüm baskı ve saldırılara karşı Cansel Malatyalı'nın yanında olduğumuzu ve direnişinin sesi, soluğu olmayı sürdüreceğimizi bir kez daha belirtiyoruz.

Kaynak: kizilbayrak.net

İMO yönetiminden Kızıl Bayrak'a yasak

İMO yönetiminden Kızıl
Bayrak'a yasak

href="http://www.kizilbayrak.net/index.php?eID=tx_cms_showpic&file=uploads%2Fpics%2FKB-2012-08-on-kapak-01_01.jpg&width=500m&height=500&bodyTag=<body
bgColor%3D"%23ffffff">&wrap=<a
href%3D"javascript%3Aclose()%3B"> |
<%2Fa>&md5=64dc7caf2536ffa20b9031b78cc608f0"
target="thePicture"> src="http://www.kizilbayrak.net/typo3temp/pics/5ef9f25aed.jpg"
style="border-width: 0pt; border-style: solid; width: 240px; height: 180px;
float: right;" title="" />4 yılı aşkın süredir İnşaat
Mühendisleri Odası'nda çalışan Cansel
Malatyalı
'yı keyfi gerekçelerle işten atan sözde demokrat
oda yönetimi, Malatyalı'nın direnişini sayfalarına taşıyan
gazetemize de protokol yasağı getirdi.
class="news">“İMO'ya Kızıl Bayrak
giremez”

İMO'daki saltanatlarını
işçi düşmanı politikaları devreye sokarak sürdüren oda beyleri, her
hafta İMO Genel Merkezi'ne ulaştırılan Kızıl Bayrak gazetesini
bundan sonra protokol olarak almayacağını bildirdi. TMMOB'ye bağlı
diğer odaları arayarak Malatyalı'nın direnişini karalamaya kalkan
yönetim sosyalist-devrimci basına yönelik düşmanlığını da
göstermiş oldu.

Direniş 10.
gününde

10 gündür İMO önünde direnişine
devam eden Cansel Malatyalı ise Ankara’nın karına rağmen bugün
direniş alanındaki yerini aldı. Direnişte kararlılığını sürdüren
Malatyalı'yı gün içerisinde de birçok kurum ve kişi ziyaret
ediyor.

İMO yönetimi de direnişten rahatsız olarak
direnişi karalamaya çalışıyor. Yaptığı bir açıklamayla direnişi
karalamak için kolları sıvamış durumdalar. 'Zorunlu bir
açıklama' başlığıyla açıklama yapan İMO yönetimi,
Malatyalı'nın yalan söylediğini, direnişi başka kişilerin İMO
yönetiminin demokrat kimliğini yıpratmak için yaptığını iddia
ediyor.

Malatyalı'nın sesi
olacağız

Kızıl Bayrak gazetesi olarak, tüm
baskı ve saldırılara karşı Cansel Malatyalı'nın yanında
olduğumuzu ve direnişinin sesi, soluğu olmayı sürdüreceğimizi bir kez
daha belirtiyoruz.

Kaynak:
kizilbayrak.net

28 Şubat 2012 Salı

Şemdinli'de de 'örgüt var ama bulunamadı' sendromu

Şemdinli'de de 'örgüt var
ama bulunamadı' sendromu

 

style="margin-top: 0px; margin-right: 0px; margin-bottom: 0px; margin-left:
0px; padding-top: 0px; padding-right: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left:
0px; border-top-width: 0px; border-right-width: 0px; border-bottom-width:
0px; border-left-width: 0px; border-style: initial; border-color: initial;
border-image: initial; outline-width: 0px; outline-style: initial;
outline-color: initial; font-size: 13px; font-family: 'Trebuchet MS', Arial,
Helvetica, sans-serif; vertical-align: baseline; border-style: initial;
border-color: initial; line-height: 20px; text-align: left; background-color:
rgb(255, 255, 255); ">

style="color:#000000;">Şemdinli'de Umut Kitabevi'nin
bombalanmasıyla ilgili verilen hapis cezalarının gerekçeli kararı
açıklandı. Mahkeme, Dink davasının mahkemesinde olduğu gibi
Şemdinli'de de 'örgütü' gördü, ancak bunu
kanıtlayamadı.

style="margin-top: 0px; margin-right: 0px; margin-bottom: 0px; margin-left:
0px; padding-top: 15px; padding-right: 0px; padding-bottom: 0px;
padding-left: 0px; border-top-width: 0px; border-right-width: 0px;
border-bottom-width: 0px; border-left-width: 0px; border-style: initial;
border-color: initial; border-image: initial; outline-width: 0px;
outline-style: initial; outline-color: initial; font-size: 13px; font-family:
'Trebuchet MS', Arial, Helvetica, sans-serif; vertical-align: baseline;
border-style: initial; border-color: initial; line-height: 20px; text-align:
left; background-color: rgb(255, 255, 255); ">
style="margin-top: 0px; margin-right: 0px; margin-bottom: 0px; margin-left:
0px; padding-top: 0px; padding-right: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left:
0px; border-top-width: 0px; border-right-width: 0px; border-bottom-width:
0px; border-left-width: 0px; border-style: initial; border-color: initial;
border-image: initial; outline-width: 0px; outline-style: initial;
outline-color: initial; font-style: inherit; font-family: inherit;
vertical-align: baseline; border-style: initial; border-color: initial;
float: left; width: 420px; ">

style="color:#000000;">Şemdinli'de de 'örgüt var ama<br /> bulunamadı' sendromu src="http://i.radikal.com.tr/644x385/2012/02/28/fft5_mf927776.Jpeg"
style="margin-top: 0px; margin-right: 0px; margin-bottom: 0px; margin-left:
0px; padding-top: 0px; padding-right: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left:
0px; border-top-width: 1px; border-right-width: 1px; border-bottom-width:
1px; border-left-width: 1px; border-style: initial; border-color: initial;
border-image: initial; outline-width: 0px; outline-style: initial;
outline-color: initial; font-style: inherit; font-family: inherit;
vertical-align: top; border-style: initial; border-color: initial;
border-top-style: solid; border-right-style: solid; border-bottom-style:
solid; border-left-style: solid; border-top-color: rgb(199, 199, 199);
border-right-color: rgb(199, 199, 199); border-bottom-color: rgb(199, 199,
199); border-left-color: rgb(199, 199, 199); "
/>

 

 

 

 

 

 

 

 

style="color:#000000;">HAKKARİ’nin Şemdinli
İlçesi’nde eski 
PKK hükümlüsü Seferi
Yılmaz’a ait Umut Kitabevi’nin 9 Kasım 2005 yılında
bombalanmasıyla ilgili 39’ar yıl hapis cezasına çarptırılan
sanık astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz ile 
face="'Trebuchet MS', Arial, Helvetica, sans-serif"> style="border-style: initial; border-color: initial; border-image: initial;
outline-style: initial; outline-color: initial; font-size: 15px;
border-style: initial; border-color: initial; line-height: 20px; text-align:
left; background-color: rgb(255, 255, 255);">PK face="'Trebuchet MS', Arial, Helvetica, sans-serif"> style="border-style: initial; border-color: initial; border-image: initial;
outline-style: initial; outline-color: initial; font-size: 15px;
border-style: initial; border-color: initial; line-height: 20px; text-align:
left; background-color: rgb(255, 255, 255);">K style="font-family: 'Trebuchet MS', Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:
15px; line-height: 20px; text-align: left; background-color: rgb(255, 255,
255); "> itirafçısı Veysel Ateş’in gerekçeli kararı
tamamlandı. 

style="font-family: 'Trebuchet MS', Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:
15px; line-height: 20px; text-align: left; background-color: rgb(255, 255,
255); ">353 sayfa olan gerekçeli kararda, sanıkların çelişkili
ifadelerine yer verilirken, Susurluk davası da emsal
gösterildi. 

style="font-family: 'Trebuchet MS', Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:
15px; line-height: 20px; text-align: left; background-color: rgb(255, 255,
255); ">Sanıkların ayrıca ’Devletin birliğini ve ülke
bütünlüğünü bozmak’ suçlarını düzenleyen TCK 302/1 suçundan
değil, ’Suç işlemek için kurulmuş örgütün üyesi olma’
suçlarını düzenleyen TCK 220/2’den yargılandıkları; sanıkların
hukuk dışı terörle mücadelelerinin ise vatandaşla devletin karşı
karşıya getirilmesini isteyen PKK’nın amacına hizmet etiğine
dikkat çekildi. 


style="font-family: 'Trebuchet MS', Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:
15px; line-height: 20px; text-align: left; background-color: rgb(255, 255,
255); ">Şemdinli’de eski PKK hükümlüsü Seferi
Yılmaz’a Umut Kitapevine bombalı saldırı yapılmış, saldırıda
Mehmet Zahir Korkmaz hayatını kaybetmişti. Bu olayla ilgili 7 yıldır
süren davada karar duruşuması ise 10 Ocak 2012’de 
face="'Trebuchet MS', Arial, Helvetica, sans-serif"> style="border-style: initial; border-color: initial; border-image: initial;
outline-style: initial; outline-color: initial; font-size: 15px;
border-style: initial; border-color: initial; line-height: 20px; text-align:
left; background-color: rgb(255, 255, 255);">Va face="'Trebuchet MS', Arial, Helvetica, sans-serif"> style="border-style: initial; border-color: initial; border-image: initial;
outline-style: initial; outline-color: initial; font-size: 15px;
border-style: initial; border-color: initial; line-height: 20px; text-align:
left; background-color: rgb(255, 255, 255);">n style="font-family: 'Trebuchet MS', Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:
15px; line-height: 20px; text-align: left; background-color: rgb(255, 255,
255); "> 3’üncü ır Ceza
Mahkemesi
’nde yapıldı. Duruşma
sonrası mahkeme heyeti sanık Astsubaylar Ali Kaya, Özcan İldeniz
ve 
PKK itirafçısı Veysel Ateş’e
39’ar yıl 10’ar ay 27’şer gün hapis cezası verdi.
Yaklaşık 50 gün aradan sonra davanın gerekçeli kararı da tamamlandı.
353 sayfadan oluşan gerekçeli kararda, sanık, avukat ve tanıkların
emniyet, savcılık ve mahkeme sürecindeki ifadelerine geniş yer
verildi. 


style="font-family: 'Trebuchet MS', Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:
15px; line-height: 20px; text-align: left; background-color: rgb(255, 255,
255); ">HUKUKA AYKIRI TERÖRLE MÜCADELE YAPILDI  style="font-family: 'Trebuchet MS', Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:
15px; line-height: 20px; text-align: left; background-color: rgb(255, 255,
255); " />Olay ve dava sürecinin geniş bir
şekilde anlatıldığı gerekçeli kararda, sanıklar Ali Kaya, Özcan
İldeniz ve 
PKK itirafçısı Veysel
Ateş’in hukuka aykırı terörle mücadele yaptıkları belirtildi.
Sanıkların, ’Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü
bozmak’ suçlarını düzenleyen TCK 302/1 suçundan değil,
’Suç işlemek için kurulmuş örgütün üyesi olma’
suçlarını düzenleyen TCK 220/2’den yargılandıkları
hatırlatıldı. Sanıkların bu eyleminin bölgede faaliyet
gösteren 
PKK’nın kendi amaçları
doğrultusunda propaganda malzemeleri olarak kullanılmakta, olduğuna dikkat
çekilerek şöyle denildi: 

style="font-family: 'Trebuchet MS', Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:
15px; line-height: 20px; text-align: left; background-color: rgb(255, 255,
255); " />"Örgütün kendi tabanı
tarafından bu suçlar insanların devletten uzaklaştırılması için bir
fırsat olarak değerlendirilmektedir. Her ne kadar sanıklar tarafından
işlenmiş bulunan suçlar 5237 sayılı TCK’nın 302. maddesindeki
neticelerin meydana gelmesini, terörist örgütün vatana ihanet ederek
ülke topraklarını bölmek şeklindeki amacını sonuçları itibariyle
kolaylaştırıyor, Devletle halkı karşı karşıya getiriyor, devletin
bölgedeki saygınlığını, egemenliğini ve bağımsızlığını zarara
uğratıyor, nihai olarak Üniter Devlet olgusu bir başka açıdan
zedeleniyor ise de; sanıkların bu amaç doğrultusunda hareket ettiklerine,
icra hareketlerini doğrudan bu amaçlara yönlendirdiklerine, suçları
doğrudan bu amaçlar doğrultusunda işlediklerine dair yeterli delil elde
etmek mümkün olamamıştır.


style="font-family: 'Trebuchet MS', Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:
15px; line-height: 20px; text-align: left; background-color: rgb(255, 255,
255); ">Devletle ve özellikle de güvenlik güçleri ile vatandaşların
karşı karşıya geldiği, bu durumun da bölücü terör örgütünün
amaçlarından biri olduğu düşünüldüğünde sanıkların görünürdeki
amaçlarının; en azından yasadışı yollarla, keyfi ve hukuka aykırı
metotlarla terörle mücadele etmek olduğu konusunda şüphe
bulunmamaktadır. 

style="font-family: 'Trebuchet MS', Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:
15px; line-height: 20px; text-align: left; background-color: rgb(255, 255,
255); ">Sanıkların bu tarzdaki yaklaşım ve eylemlerinin devletin
birliğinden çok birliğinin zayıflamasına, huzurdan çok huzursuzluğa,
güven ortamından çok güvensizliğe hizmet ettiği, devletin ve ülkenin
her yanında terörle mücadele eden güvenlik güçlerimizin amacının bu
olmadığı ve olamayacağı düşünüldüğünde sanıkların terörle
mücadeleden başka amaçlar taşıyor olabilecekleri şüphesi
doğmaktadır. 

style="font-family: 'Trebuchet MS', Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:
15px; line-height: 20px; text-align: left; background-color: rgb(255, 255,
255); ">Ancak bu şüpheler kanıtlanamadığından şüpheden sanık
yararlanır ilkesi gereği sanıkların amaçlarının; "Devletin
birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmaya yönelik değil, terörle yasa
dışı, hukuka aykırı metotlarla mücadele etmek olduğunun kabulü
gerekmiştir. 

style="font-family: 'Trebuchet MS', Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:
15px; line-height: 20px; text-align: left; background-color: rgb(255, 255,
255); ">MKE yapımı olmadıklarının anlaşılması nedeniyle sanıklarca
kabul edilmeyen el bombalarının araca sonradan konulduğunu ya da araçta
bulunan sanıkların bunlardan haberi olmadığını kabul etmek mümkün
görülmemekte, sanıkların TCK’nın 220’inci maddesi
kapsamında bir örgütün faaliyeti kapsamında anlaşarak anılan bombalama
- yaralama - öldürme ve öldürmeye teşebbüs suçlarını birlikte
işlediklerini kanıtlamaktadır. Mahkememizce iddianameye konu fiillerin
açıklandığı şekilde gerçekleştiği sonuç ve kanaatine
varılmıştır." 

style="font-family: 'Trebuchet MS', Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:
15px; line-height: 20px; text-align: left; background-color: rgb(255, 255,
255); ">ÖRGÜT VARLIĞINA DİKKAT ÇEKİLDİ  style="font-family: 'Trebuchet MS', Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:
15px; line-height: 20px; text-align: left; background-color: rgb(255, 255,
255); " />Gerekçeli kararda açıklanan
örgütün, suç konusu olayın niteliği itibariyle, ülke genelinde veya
bölgedeki diğer kamu görevlilerini de kapsayacak ölçüde çok yönlü
araştırılması gerektiğine dikkat çekildi. 
style="font-family: 'Trebuchet MS', Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:
15px; line-height: 20px; text-align: left; background-color: rgb(255, 255,
255); " />
Kararda bunun
devletin yetkili organları tarafından araştırılmasını ve yargı
önüne çıkarılması istenerek, "Sanıkların atılı suçları
işlemeleri öncesindeki, işlendiği sıradaki ve işlenmesi sonrasındaki
olaylar, basın yoluyla yapılan açıklamalar birlikte
değerlendirildiğinde, askeri bir emir komuta zinciri içinde bulunan
sanıkların böylesi bir eylemi terör eylemlerinin yoğun olarak
yaşandığı bir bölgede tek başlarına planlamaları ve uygulamaları
hayatın olağan akışına aykırı olup, olanak
dışıdır. 


style="font-family: 'Trebuchet MS', Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:
15px; line-height: 20px; text-align: left; background-color: rgb(255, 255,
255); ">Nitekim sanıklar Ali Kaya ve Özcan İldeniz’in olay gününe
ilişkin görevlendirme yazısına göre, 9 kasım 2005 günü saat
08.00’den itibaren Yüksekova ve Şemdinli ilçeleri bölgesinde
bulunan örgüt mensupları hakkında bilgi elde etmek, istihbari ve
operasyonel faaliyetlerde bulunmak ve kendilerine gereken yardım ve
kolaylık sağlanmak üzere görevlendirildikleri
görülmektedir. 

style="font-family: 'Trebuchet MS', Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:
15px; line-height: 20px; text-align: left; background-color: rgb(255, 255,
255); ">Gerekçeli kararda açıklanan örgütün suç konusu olayın
niteliği itibariyle, ülke genelinde veya bölgedeki diğer kamu
görevlilerini de kapsayacak ölçüde çok yönlü araştırılması
gerekmektedir. Ancak yargılama safahatında olayın arkasındaki
ilişkilerin çözülmesi mümkün olmamış, soruşturma ve kovuşturma
aşamalarında bu kişilerin varlığı tespit edilememiş, kendilerine
ulaşılamamıştır. Sanıklar dışında, izah edilen örgütü kuran,
yöneten, sanıklar dışında örgüte üye olan diğer kişilerin tespit
edilip, yargı önüne çıkarılmaları görevi devletin yetkili
organlarındadır" denildi. 
style="font-family: 'Trebuchet MS', Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:
15px; line-height: 20px; text-align: left; background-color: rgb(255, 255,
255); " />SANIKLARIN ÇELİŞKİLİ
İFADELERİNE YER VERİLDİ 

style="font-family: 'Trebuchet MS', Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:
15px; line-height: 20px; text-align: left; background-color: rgb(255, 255,
255); ">353 sayfadan oluşan gerekçeli kararda sanıkların emniye,
savcılık ve mahkemedeki ifadelerine geniş yer verilirken, bu ifadelerdeki
çelişkilere dikkat çekildi. 
style="font-family: 'Trebuchet MS', Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:
15px; line-height: 20px; text-align: left; background-color: rgb(255, 255,
255); " />"Sanık Ali Kaya ilk önce olay
günlerine kadar Şemdinli İlçesi’ne sadece Hakkari İl Jandarma
Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğünde göreve başladığı ilk
ayları takip eden aylarda ilçeleri tanımak için 2004 yılı Ekim ayında
bir defa, yine 7 Kasım ve 9 Kasım günlerinde iki defa olmak üzere toplam
üç defa gittiğini, bundan başka hiç gitmediğini beyan ve savunmuş ise
de; sanık sorgu ifadesinde Seferi’ye gelecek pakete ilişkin olarak;
bunun örgütün stratejisini belirleyen ya da örgüte talimat veren bir CD
ya da doküman, ya da bomba ya da başka bir şey olabileceğinin
değerlendirildiğine, neticesinde 7 Kasım’da yine yanlarında Veysel
Ateş olduğu halde Özcan’la birlikte Şemdinli’ye gittiklerine,
burada şimdi isimlerini açıklayamayacağı 4-5 haber elemanıyla
görüştüklerine, bunlardan Seferi Yılmaz’ın tüm bilgileri
toplamak amacıyla Özcan’ın krokiye Seferi’nin evini, işyerini
caddenin yapısını işaretlediğine, daha önce Şemdinli’ye
gelişlerinde de son geldiği zamanki aracı kullandıklarına, beyaz renkli
Renault 19 marka araç olduğuna, plakanın da aynı plaka olduğuna,
yanında Özcan ve Veysel’in bulunduğuna ilişkin ayrıntılı ve
açık tevil yollu beyan ve ikrarda bulunmuştur. 
style="font-family: 'Trebuchet MS', Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:
15px; line-height: 20px; text-align: left; background-color: rgb(255, 255,
255); " />
Bu tevil
yollu ikrarına göre Ali’nin yine diğer sanıklarla birlikte son
zamanlarda birçok defa Şemdinli’ye gittikleri açıkça ortaya
çıkmıştır. Şemdinli ilçesine gidiş amaçlarına ilişkin olarak;
sanık Ali Kaya Şemdinli Cumhuriyet Savcılığındaki ifadesinde Hakkari
ili Şemdinli ilçesindeki son zamanlarda meydana gelen terör olayları
konusunda istihbari bilgi toplamak için görevlendirildiklerini söylemiş;
sanık Özcan İldeniz ise Şemdinli’de bulunan Seferi
Yılmaz’ın son günlerde 
PKK style="font-family: 'Trebuchet MS', Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:
15px; line-height: 20px; text-align: left; background-color: rgb(255, 255,
255); "> örgütü ile olan irtibatını ortaya koymak için çalışma
yapmak amacıyla gittiklerini söylemiş." 
style="font-family: 'Trebuchet MS', Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:
15px; line-height: 20px; text-align: left; background-color: rgb(255, 255,
255); " />
SUSURLUK
EMSAL OLDU 

Gerekçeli
kararda 3 Kasım 1996’da Susurluk’ta meydana gelen trafik
kazasıyla ilgili yürütülen soruşturma ve dava sürecinde alınan
karalarda emsal gösterildiği belirtildi. 
style="font-family: 'Trebuchet MS', Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:
15px; line-height: 20px; text-align: left; background-color: rgb(255, 255,
255); " />
"Anayasanın 6. maddesindeki ’Hiçbir kimse veya organ
kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz’
hükmüne karşın bir örgütlenme ve yetki kullanımı yoluna gittiklerinin
görüldüğü, bunun ise hukuk devleti kuralları içinde savunulur yerinin
olamayacağı, terörle mücadele adı altında da olsa açıklandığı gibi
hukuk dışı bir örgütlenme ile devletin meşru güçleri gibi güç
kullanarak yürürlükteki yasalar yerine kendi güç ve kuralları ile
sözde yasalar oluşturmanın, devleti, hukuk devleti olmaktan
çıkaracağı, bu koşullarda da güçlünün sözünün geçtiği, nerede
başlayıp nerede sona ereceği belli olmayan her türlü yasadışılığın
egemen olduğu bir sistem oluşacağı, sonuçta yurttaş-devlet ilişkisinde
hukuk kuralları yerine korku ve kaygının geçerli olacağı, bunun da
bir 
Anayasa ve Yasa ihlalinin ötesinde tam bir
hukuk ihlali niteliği taşıyacağı ve hukuk devletinin bütünü ile
ortadan kalkması sonucunu doğuracağı göz önüne alındığında
mahkemenin sanıkların eylemlerinin TCK’nun 313. maddesine uyar
nitelikte görüp karar yerinde gösterdiği gerektirici nedenlerde de bu
nedenle bir isabetsizlik bulunmadığı belirtilmiştir"
denildi. 


style="font-family: 'Trebuchet MS', Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:
15px; line-height: 20px; text-align: left; background-color: rgb(255, 255,
255); ">AMAÇ İSTİHBARAT DEĞİLDİ 
style="font-family: 'Trebuchet MS', Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:
15px; line-height: 20px; text-align: left; background-color: rgb(255, 255,
255); ">Sanıkların Şemdinli İlçesi’ne istihbarat amaçlı
gittiklerine yönelik yaptıkları savunmalarna da dikkat çekildi. Bu
kanaatin oluşmadı değerlendirilerek şu gerekçeler
belirtildi: 

style="font-family: 'Trebuchet MS', Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:
15px; line-height: 20px; text-align: left; background-color: rgb(255, 255,
255); ">"Her ne kadar savunmalarda ve görevlendirmeye ilişkin
yazılarda sanıkların suçsuz oldukları ve sadece istihbaratla
görevlendirildikleri belirtilmiş ise de; sanıkların içinde bulundukları
araçta yapılan incelemede, aracın bagajında ele geçen üç adet
kalasnikof marka seyyar dipçikli dolu şarjör takılı tüfek, bir adet
dolu kalasnikof şarjörü, iki adet hücum yeleği, hücum yeleklerinin
ceplerinde altı adet kalasnikof şarjörü, ayrıca siyah bir evrak
çantasının içinde; üzerlerinde HGR Z DM LOS FMP-133 ve HGR Z DM LOS
FMP-134 ibareleri bulunan Almanya ülkesi yapımı iki adet el
bombasının; Şemdinli ilçesine operasyonel bir faaliyet için gidildiği
ve bulunulduğunun göstergesi olduğu, münhasıran istihbarat toplama
görevi ile bağdaşmadığı, yine ele geçen ve içinde; aşiretlerin ve
aşiret reislerinden 
AKP Milletvekili Mustafa Zeydan,
Ahmet Zeydan, Macit Piruzbeyoğlu, Gani Çallı, Abdurrahman Keskin, Kemal
Kaya, İskender Ertuş, Mehmet 
Adıyaman, Hasan Öztunç, Celi Özbek, Ömer
Keçeci, A. Hakim Turgut, Haydar Kaya, Hüsnü Timur ve Fuat Ediş’in
ve yine aşiret mensubu kişilerin isim listesi, ikamet bölgeleri ile
Şemdinli Bölgesi Genel Değerlendirmesi başlıklı evrakların
bulundu."

 

style="color:#000000;">Kaynak: radikal.com.tr