20 Mayıs 2012 Pazar

Haydi Gelin Hep Beraber Bayılalım Şu Demokrasiye! / İbrahim KARACA

Haydi Gelin Hep Beraber
Bayılalım Şu Demokrasiye! / İbrahim KARACA

Amerikan
uçaklarının “sonsuz özgürlük” adına Bağdat’ı yerle
bir etmesine yüz yıl kala, bir kazı ekibinin bulduğu kırık testi
parçasında Hallac’ın bin yıl önce söylediği şu sözler
yazılıydı:

“Tanrı’ya kavuşmak için iki rekat namaz da
yeter. Ancak böyle bir namaz için abdesti, insanın kendi kanıyla almış
olması gerekir.”

Hallac bu sözleri söylemeden iki yüz küsur
yıl önce ise (yani batı ortaçağ karanlığında yaşarken), adaşı
Halife Mansur tarafından Babil mirası üzerinde kurulan o büyülü Bağdat
şehri çok değerli yazılı eserlere, derin felsefi tartışmalara ve bin
bir gece masallarına mekan oluyordu. Şii ve Sünniler için günümüzde
tek geçer akçenin hasımlık ve akbabalık olduğuna bakmayın… O
günlerin Bağdat’ı hısımlık ve akrabalığa dayanıyor ve
Medinetü’s-Selam (Barış Şehri) adını hak ediyordu.

Hallac
ise yıllar sonra ettiği sözle adeta bu felsefeyi özetliyordu:
“Bütün dinler tıpkı bir ağacın dalları gibi aynı gövdeye
bağlıdır ve Tanrı’ya eşit uzaklıktadır”.

İşte
emperyalizmin vurduğu, müzelerine varıncaya kadar talan edip soyduğu
Bağdat, geçmişi böyle bir yerdir; ve o geçmişin biriktirdiği tarih,
düşünce ile ruhaniyatın, felsefe ile kör inancın bazen iç içe geçip
bazen kapıştığı bir tarihtir.

Sonrası Moğol istilası, Haçlı
Seferleri, bilim ve felsefenin dinsizliğe yol açtığını vaaz eden
şeriat, Dicle’ye dökülen el yazmaları, suyun yüzünde günlerce
kan gibi akan mürekkep, hayata zorla yedirilen dogmalar ve kuşaklar boyu
“ilim” adı altında sadece o dogmaları ezber etmekle yetinen
beyinlerdir.

Günümüzde “İslam Alemi” denilen aleme
yöneteni ve muhalefet edeniyle birlikte hakim olan damar işte bu damardır.
Ağaları tarafından azarlandığında bazen “isyankar” bile
olabilen bu adamlar, bir güce (devlete veya emperyalist bir merkeze)
yaslanmadan yaşayamadıkları için, halk düşmanı olduğu tescillenmiş
kimi yönetimlere muhalif gibi dursalar da, İslam alemine hakim olan din
yorumunu farklı tonlarda temsil ederler hep. Oysa tanrısına aracısız
bağlanan Müslüman ahali, inandığı dine sadece ihtiyaç duyduğu anlarda
ve ihtiyaç duyduğu yoğunlukta başvurur, onu ayağa düşürmez hiç.
Gazali’den beri gelen bilim ve felsefe düşmanı damara dahil
olduklarını anlamak için, sosyal hayat içinden herhangi (kadın hakları,
devrimci işçi örgütlenmesi veya evrim gibi ) bir kırmızı kumaş
göstermek yeterlidir bugün. Baharla birlikte başa geçen “adaletçi
ve kalkınmacı” Mısır iktidarı, eski dönemden kalan (kadınların
kocalarından izin almaksızın boşanabilme gibi) bazı hakları 
“aile kurumunu yok etmeyi” amaçladıkları için
kaldıracaklarmış. Hak diye getirmek istedikleri şeye bakın: 14 yaşına
gelen kızları evlendirebilme hakkı ve eşi ölen erkeğe ölümden sonraki
altı saat içinde eşinin cesediyle cinsel ilişkiye girebilme hakkı.
“Veda Seksi” yasası olarak bilinen taslağa göre nikah
ölümden sonra da sürermiş, kadınlar da bu haktan yararlanabilirmiş (bu
konuda internet hazretlerinden bilgi alınabilir).

Demokrasi denilen
özgür tartışma ortamı nasıl işleyecek? Mübarek despotunu devirip
memleketin “makus” talihini yenen Mısır halkı bu
“haklar” ile laik ve laik olmayan diye iki kampa ayrılıp
hırlaşırken, ülke yazgısını ele geçiren emperyalizm kendi işini
yapacak, “makul” tarihi yazmaya devam edecek. Böyle bir haçlı
demokrasisinde, emperyalizmin Müslüman kardeşleri ne iş yapacak? Amerikan
İngilizcesiyle yazılan o şeyi Arapçaya tercüme edip çoğaltacak
inşallah. href="http://ibrahimkaraca.files.wordpress.com/2012/05/tehdit-demokrasisi1.jpg"> alt="" class="alignright size-medium wp-image-1330"
src="http://ibrahimkaraca.files.wordpress.com/2012/05/tehdit-demokrasisi1.jpg"
style="width: 506px; height: 579px;" title="TEHDİT DEMOKRASİSİ"
/>

Bu iktidarların (veya örgütlerin) anti-emperyalizmleri,
onları sözü edilen damardan koparmaya yetmez. Mesela; Kaide örgütünden
Zevahiri adlı bir yönetici, Esad’a karşı emperyalizm tarafından
türetilen “özgür” orduyu övmüş ve bu kahramanları adeta
birer aslana benzetmiş. Bu adamın Obama’nın arka cebindeki
“terörist” listesinde adı vardır kesin, ancak bu durum onun
Suriye konusunda kurt adam kesilip olası bir iç savaşta emperyalizme
payanda olmasına engel değil ne yazık. İşte böyle kaypak, dört tane
cafcaflı ayna ve iki kat incik boncuğa satın alınan bir emperyalizm
karşıtlığıdır bunlarınki. Bu kadarı bile yeni haçlı seferleri
kapsamında “kafir” ABD’nin Suriye sahnesi için
hazırladığı vahşet senaryosuna, Türkiye’den Dubai’ye ve
oradan Arabistan’a kadar İslam alemine hakim durumdaki o kalın
damarın alkış tutmak üzere çoktan hizaya girmiş olduğunu gösteriyor.
Ne için? Suriye’de yaşanan “insanlık dramına” dur demek
için. Parola bu!

Şaşaalı bir hayat süren liderler, yeraltını
yerüstüne çıkarma karşılığı olarak petrolün neredeyse tamamına el
koyan batılı şirketler, hakim kıldığı din yorumunu çoğunluğu
Müslüman olan yoksul halk üzerinde afyon etkisi yaratacak şekilde
kullanan hükümetler, Zengin (paralı) sultanlar, şeyhler, yeraltı zengin
yerüstü sanayisiz topraklar ve açık işgal için
 “bahar” kılığına bu topraklara giren Haçlı
Ordular.

Suudi, kazandığını zaten ABD emrine veriyor. ABD
bankalarında iki trilyon dolar parası var. Geçen sene 250 milyar dolarlık
silah almış mesela. Dokunmaya şimdilik gerek yok.

Ortaçağda
Papalığın oynadığı rolü Evangelist Şeriat oynuyor ve bu ülkenin
emperyalist politikalarına renk veriyor bugün. Yeni haçlı ordusu,
ABD’nin köktendinci ve tarikatçı vatandaşları nezdinde içten içe
bir Hıristiyan din ordusu olarak algılanıyor. Ordu din ordusu olunca,
bomba ve füze yağmuruyla süren savaş da kutsiyet kazanıyor haliyle.
Benzer kafayı taşıyıp fetih düşleri gören Müslümanlar yok mu? Var,
ancak ellerinde bunu yapabilecek Osmanlı gibi bir aygıtları yok.
Referansı din olduğu için Müslüman sıfatıyla anılan bazı
örgütlerin abartılması, yüreklendirilmesi ve çeşitli yerlerde
gerçekten (yani siyasal veya askeri hedefler yerine inanç merkezlerine ve
aydınlara karşı) terör eylemlerine girişmeleri nedeniyle adeta zorla
yaratılan “İslami Terör” kavramı, Filistin ve Arap halkı
nezdinde yürütülen haklı mücadelenin de bu kavram içinde
algılanmasına yol açtı ve 11 Eylül arifesine gelindiğinde dünya
nezdinde bunun psikolojik altyapısı hazırlanmış oldu.

Açlıktan
kırılan bin yıl önceki batı ise, kıyameti bekleyen halk arasında
“cahil, barbar, dinsiz, vahşi ve kaba” olarak nitelediği
doğuya karşı açmayı düşündüğü savaş öncesinin psikolojik
altyapısını hazırlıyordu. (Seferler başladığında çekirge sürüsü
gibi geçtiği her bir yerleşim merkezini kurutan istilacıların aç kalıp
yiyecek bulamadıklarında yakaladıkları körpe insanları şişe takıp
ateşte çevirdiklerini söylesek abartı sanılabilir belki, ama onlar etini
yiyerek Müslüman ve Türklerle savaştıklarına inanıyorlardı. Neyse,
bunların Haçlı kroniklerinde bizzat yazılı olduğunu söyleyelim ve
geçelim). O yıllarda Avrupa, dışarıda kalan insanları kendi halkına
aşağı ve değersiz olarak gösteriyordu, bugün aynı şeyi Amerikalılar
yapıyor. Dinsel güdülerin çok baskın olduğu ABD’de insanlar,
ülkelerini dünyanın merkezi olarak görüyor ve dünyanın onlara hizmet
etmek için var olduğuna inanıyorlar. Merkez artık Avrupa değil
ABD’dir ve eski harekat yeni araçların kullanıldığı modern
yöntemlerle sürdürülüyor. 11 Eylül mazlum Müslümanlar nezdinde
ABD’ye atılan onur kırıcı bir tokat gibi algılansa da, bu olayı,
modern haçlı seferleri şeklinde tezahür eden şu dünyayı yeniden
kurgulama harekatını tetikleyen bir işaret fişeği olarak görmek lazım.
11 Eylül, ABD emperyalizmine diş bileyen mazlumlara ait bir öfkenin dışa
vurumu değildir, ancak o günlerde o öfkeyi okşamıştır. Amaçlanan da
budur belki, ama sonuç olarak bu olay, yeni haçlı seferlerinin
başlamasına sebep (bahane) sayılmıştır. Irak, Afganistan, Somali,
Libya, Tunus, Mısır, Suriye, İran ve diğerleri için. href="http://ibrahimkaraca.files.wordpress.com/2012/05/hacli-ordusu1.jpg"> alt="" class="alignright size-medium wp-image-1329"
src="http://ibrahimkaraca.files.wordpress.com/2012/05/hacli-ordusu1.jpg"
style="height: 831px; width: 500px;" title="HACLI ORDUSU" />

Artık
şablon haline geldi, ben de kullanayım bari: Emperyalizm bu alemi yeniden
dizayn ediyor. Şimdi, bu haçlıların verdiği start ile ortalığa
fırlayan bindirilmiş (kiralanmış) kıtaların yanında yer alacak
şekilde sokağa dökülmeyi düşünen Müslümanlara dönüyorum ve şöyle
sitem ediyorum:

İyi, güzel, kolay gelsin, hayırlı işler,
de… yahu kardeşim, sen dizayn edilensin! Baskılardan bıkan, canına
tak eden, patlayıverensin. Öyle diyorlar. Yıllar yılı bu alemde;
Saddam’la tiranlık, Kaddafi’yle zalimlik, Mübarek’le
despotluk, Esad’la polis zoru, Suudi’yle kanlı kılıç altında
yaşayıp “gayrık yeter!” demeyi beceremeyensin. Şimdi senden
“kafir” kibritiyle aydınlanan aynaya bakıp gösterilen şeye
taş atman, atmaya hazırlanman isteniyor. Oysa gün haçlılar için taş
atma değil, Selahaddin Eyyübi olma günüdür. Bunu biliyorlar. Bilmeni
istemiyorlar. Asıl dert bu!

Bu dert beni şair eder, seni
yer

Serde bela, sende kahır, bende keder

O kuklayı tutan o
el

o kibritle ışımaz

O ışıktan hayır gelmez

O aynada
o kuklaya bakan o yüz

o göz ile görülmez

Sokağında Arap
Baharı

Sofrada demokrasi hıyarı

İrem bağı talan olmuş,
Saba Melikesi yalan

İşte Irak, Mısır, Libya

Birazdan Suriye,
yarın Acem diyarı

Ey kadim toprak!

Sana gelen bahar
değil

Amerikan ayarı

Ey Müslüman kalabalık!

Bir
kuyunun kenarına getirdiler ki seni

Biraz Arap, biraz  Acem,
biraz Sünni, darmadağın

Kaderini çiziyor bak

Sapı sedef, ucu
kıvrık şu bıçak

Sen Bedevi, sen Şii, sen Bektaşi

Başa
gelen takdir değil

Şeytan işi

Dönemezsin artık geri

Ya
bir vahşet çukurunda boğulacaksın

Ya ateşle yoğuracaksın,
doğuracaksın kendini

Yürümek kavgayı göze
almaktır

Gördüğün yol yürümeye davet ediyor
seni

Bağdat’ı tepeden aylarca vurup taş üstünde taş
koymayan güç, karaya indiğinde beklenmedik bir direniş görmüştü.
Öldü sanılan toprak o kırık testiyi okumuştu, kendi kanıyla abdest
almaya hazırlanıyordu. Bu yüzden şaşırdı zalim. Fazla kaldı.
Çıkamadı. Sonsuz özgürlüğün böyle pahalıya geleceğini anladı,
ders aldı. Neyse ki “alem”de tarikat ve mezhep baronları vardı
ve kimi kaşınmaya, kimi okşanmaya müsaitti. Suriye’de de bunu
zorluyor şimdi. Esad’ı Alevi-Nusayri olmayanların da desteklediğini
biliyor. Suriye resmi güçleri tarafından yakalanan birkaç İngiliz
askeri, kırk dokuz Türk istihbarat görevlisi ve biri albay olmak üzere
birkaç Fransız subayı, burada nasıl bir “halk” isyanı
olduğunu görmemize yetiyor aslında.

Haçlı ordusu, Suriye’nin
farklı olduğunu biliyor. Bahar yerine karnabahar görmemek için yoğurda
üflüyor. Kuleleri vurduğu söylenen Kaide ise şimdi ona çalışıyor.
Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Afganistan için zaten hazır olan eylem
planının 11 Eylül’den hemen sonra kabul edildiğini bildiği halde
üstelik. Etnik ve mezhep merkezli bir iç savaşı kaşıyor, kan ayinlerini
halkın ekmek derdi ile doluştuğu kalabalık pazaryerlerine kadar
indiriyor. Bush yönetimi yapılacak işlerin bir listesini çıkarmış,
yaptığını yapmış, kalan kalmıştı. Şimdi kaldığı yerden devam
ettirenlere yardımcı oluyor.

Mezhep ve nesebe oynuyorlar

Yüze
gülüp içeriden, içeriden

Kör katliamlara

Yalan
gibi

Bir kardeşe nara çekmek neye yarar

İlkel bir öç olup
dalmak odasına

Süzülmek, orada kalmak

Yılan
gibi

Körpesini bekleyen yaşlı zampara

Ve beyazlar içinde bir
kadersiz

Bir ay girer arkasına bir tülün

Ürkek, titrek,
korkak, dünkü çocuk

Gelin gibi

Hazırlayıp güpegündüz
mesela

Uçurdular Halep’te o garibi

Kalabalık, pazaryeri,
ekmek derdi, can telaşı

Sen söyle ey habibi

Hangi dilin
kenarında hangi söz var sıralı

Uçurdular güpegündüz

Otuz
ölü, bilmem kaç yüz yaralı

Sen olmasan, ben olmasam

Söyle
kardeş, kim olacak oralı

Şu canına yandığımın dünyasında,
emperyalizmin adı “Uluslararası Toplum” olmuş. Ruanda’da
süren katliamlara soykırım kıvamına geldiği anda bile sessiz kalan bu
toplum, Suriye’yi ikna olmaya zorluyor. Ne güzel. Şimdi size güzel
bir soru: ABD ile aynı leğende yıkanan Müslüman kardeşlerin taraf
olduğu demokrasi nasıl bir demokrasidir? Haydi gelin hep beraber
bayılalım şu demokrasiye.

Yalan akıyor haber ajanslarından. Şu
kadar yer yerle bir olmuş, zalim firavun son anlarını yaşıyormuş.
Bunlara bağlı olmayan haberciler, kargaşanın çevre ülkelerden gelen
kontralar ve dinci fanatikler tarafından yaratıldığını; yönetime
muhalif demokratik güçlerin ise, bu adamların işine yaranmamak için
evlerine çekildiğini söylüyor. Neden böyle? Çünkü Tunus ve
Mısır’da bulunan gerçek muhaliflerin nasıl manipüle edilip
kullanıldıklarını gördüler. NATO’cular ve Arap Ligi (birliği)
denilen ABD kapıkulu petrol monarşileri gönüllerinden geçeni ikrar
ediyorlar. Suriye’deki Baas’çı rejim halkı inim inim
inletiyormuş, sabrımız kalmamışmış. Bunu da bizim hariciye nazırı
söylüyor. Sabrımız tükenmiş! Yahu kardeşim, Suriye sana ne
yapmış?

Türkiye topraklarında “Özgür Suriye Ordusu”
adıyla örgütlenip silah kullanma, tedhiş ve sabotaj eğitimi verildikten
sonra Suriye sınırdan içeri salınan kontralar yok mu? Bu durumda sabrı
taşması gereken Suriye iken neden sen?

Tarihin akışında, doğru
safta ve inandıkları insanlık değerleri adına Suriye halkının yanında
olmaya devam edeceklerini beyan ediyor aynı bey. Bu laf şu anlama gelir:
Tarihin akışında olacakmış (Bakan Bey’in baktığı yerden
gördüğü tarih şu anda ABD’nin zorladığı yönde akıyor. Bir de
ters ve düzensiz akıntılar var ki, hangi hızda ve ne yöne olduğu
Vietnam’da olduğu gibi sonradan görülür). Doğru safta olacakmış
(yani favori ata oynayacakmış. Kupon yatmasın). Suriye halkının (yani
besleme-kontra, “özgür” muhalefetin) yanında olmaya devam
edecekmiş. “Etmiyorum!” deme şansı var mı? href="http://ibrahimkaraca.files.wordpress.com/2012/05/arap-baharc4b1.jpg"> alt="" class="alignright size-medium wp-image-1328"
src="http://ibrahimkaraca.files.wordpress.com/2012/05/arap-baharc4b1.jpg"
style="width: 475px; height: 478px;" title="arap baharı" />

Mahmud
Cibril ise Libya’da (sanki neredeyse aynı kağıdı okur gibi), tarihi
yöneticilerin değil halkın yazdığını söylüyor, ve Esad’a
Kaddafi’ye olanlardan ders alıp aklını başına devşirmesini
öneriyor. Libya halkının çarpıtılmış öfkesini kullanarak onu bir
suça ortak eden emperyalizm, böyle adamlara o suçun teorisini yaptırmaz
mı? ABD’li ünlü emlak kralı Trumph (İstanbul’da gökdelen
yapan şirketin sahibi) gibilerin ağzından düşen bakla (Libya petrolü
bizim savaş ganimetimizdir!), manzarayı yeterince açık etmiyor
mu?

Bazen bize hayır gibi görünen şeyin şer, şer görünenin de
hayır olduğunu vurguladıktan sonra; Yusuf’u kuyuya atanların
aslında onun Mısır’a sultan olması için ilahi bir şartı yerine
getirdiğini yazan A. Dilipak, Akit adlı gazetedeki köşesinden kesip
sakladığım aynı yazısında (Ne Varlığa Sevinelim), Hicr suresindeki
bir ayetten aldığı esinle bu yeni haçlı seferlerini anlamaya
(anlamamaya) çalışıyor ve ayeti tekrar ederek şu sonuca varıyor: Her
memleket için takdir edilen bir ecel vardır ve hiçbir toplum ecelini
geçemez ve ondan da geri kalamaz; Allah ise hem serveti hem de iktidarı
ülkeler arasında evirir çevirir (yani kime isterse ona verir).

Hoca
torunu olmam benim bu mevzularda “bir bilen” olduğumu
göstermez, ancak, bana yetttiği kadarına dayanarak şunu
söyleyebilirim:  Mekke dönemi ayetleri, ruhani açıdan insanları
puta tapar olmaktan (başka bir tek tanrılı dinden değil henüz)
alıkoyup, Muhammed’in tutundurmak istediği ilk İslam (bugünkü
şeriat değil henüz) inancına çağıran ve belli bir şiir dili olan
metinlerdir. Yani (ayetlere göre), geçmiş kavimlerin başına gelen
felaketler Allah tarafından verilen cezalardır, ayetlerde bunlar bıkmadan
anlatılır ve insanları Muhammed etrafında toplanmaya çağırır. Oysa
günümüzdeki haçlı seferlerinin bu ayetlerle kurulabilecek bir bağı
yoktur. Bu işgal ve yağma harekatı siyasi bir harekattır ve dinden sapan
Arapları cezalandırmak için Allah’ın istemesiyle başlatılmadı.
Hayatı boyunca din ile yatıp din ile kalkan sayın hocam bunu bilmez
mi?

Yazının başından beri, halka karşı söylenen lafların bir
hükmü yok. En fazla koyan, Muhammed El Muhtar’ın söyledikleri
olmalı. Bu ihtiyar adam, Libya’da sömürgecilere karşı giriştiği
bağımsızlık savaşında idam edilen Ömer Muhtar’ın oğludur.
Ömer Muhtar, hücrede kendini ziyarete gelerek Muhtar’a duyduğu
saygıyı açıkça hissettiren bir komutana, hatıra olarak istediği
gözlüğünü çıkarıp verecek kadar kibirsiz, kavgasını satmayan
büyük bir vatanseverdir aynı zamanda.

Şimdi o yürekli adamın
oğlu kalkmış Libya’yı vuran NATO içindeki İtalyan güçlerinin
babasının savaştıklarından farklı olduğunu, Libya’ya özgürlük
getirmek isteyen şimdikilerle problemlerinin olmadığını söylüyor (o
söylüyor, ben  Akit’ten okuyorum).

Seksen öncesi çok
dinlediğim bir şarkı, “gazetede yalan, radyoda yalan” diye
devam ediyordu. Propaganda araçları bu şarkının söylediği gibi harıl
harıl çalışıyor, Suriye için bir iç savaş finanse ediliyor.
Suriye’yi parçalanmış olarak kursaklarında hayal eden bu
namussuzlar, kendilerine “Suriye Dostu” diye bir isim takıp
toplantılar yapıyorlar, boyun eğmeyen yönetimi dünyaya (ve sokağa
dökmek istedikleri insanlara) “uzlaşmayan taraf” olarak ilan
ediyorlar. Yahu kardeşim, uzlaşılması gereken mevzu hangi mevzudur?
Uzlaşılsın dediğiniz adamlar kimdir? Uzlaşma nedir?

Ya sabır
çekmeyi bilmem, ama bu lanetli çağda dervişlik makamının devrimcinin
makamı olduğunu düşünürüm. Derviş devrimcide tecelli eder, devrimci
de dervişte. Bu karşılıklı tecelli, aradaki “ya sabır”
farkını eşitler veya mümin diliyle söylersek “nesh” eder,
yani hükümsüz kılar.

Ben ne yazdım, ne söyledi Grup Yorum yıllar
önce:

Derviş olan kavga kucağındadır/ Kan bulaşan terin
sıcağındadır/ Yürek zorlu yolculuklara gebe/ On beşinde sevdalık
çağındadır/ Günlerim hey, gecelerim/ Biter bir gün
acılarım.

(Bu yazı, TAVIR Dergisinde yayınlanmak üzere kaleme
alınmıştır)

Kaynak:
ibrahimkaraca.wordpress.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder