'O afili binalara kanmayın,
dışı sizi içi bizi yakar' / Berrin Karakaş
IBM'deki örgütlenme çalışmaları sırasında
oluşturulan, adını Yapı Kredi Plaza önündeki eylemlerden alan Plaza
Eylem Platformu 'mavi yaka-beyaz yaka' ayrımını yıkmak, 'Biz
de işçiyiz' demek üzere 1 Mayıs'taydı. PEP üyeleri
anlatıyor
class="news-pic"
src="http://i.radikal.com.tr/644x385/2012/05/06/fft5_mf975688.Jpeg"
/>
gökdelenlerin zirvesinde oturan, maaşları da o zirvelere yaraşır
insanlar geliyorsa hâlâ, Plaza Eylem Platformu’yla (PEP)
tanışmamışsınız demektir. Uzundur 1500 lira maaşla yaşamaya
çalışan milyonlarca beyaz yakanın varlığını hatırlatıyorlar
kendileri. Bu gerçeğin yanında hayli yalan başka gerçekleri
gösteriyorlar. Şirketlerin takım elbiseler jilet gibi olsun, lüks
mekânlardan beri gelinmesin de şirketin imajına zarar gelmesin
mantıklarını sorguluyorlar. “O afili binalara kanmayın, dışı
sizi içi bizi yakar” diyorlar. Beyaz yakalıyız
‘itibarına’ sığınıp, borçlandırılarak elde edilen
lükslerine kanıp kenara çekilmiyor, mavi yakalılara da destek veriyorlar.
Tehlikenin farkında olmayan, farkında olup da ses çıkarmayanlar için
düzenledikleri toplantılarla bilinçlendirmeye devam ediyorlar, aynı
kaderi paylaştıkları çalışanları.
1 Mayıs sonrası üzerinden
çok geçmeden buluşalım, neler yaşadıklarını dinleyelim istedik.
PEP’e üye beş arkadaşla, oturduk masaya. İsimlerini yazamıyor,
fotoğraflarını çekemiyor olmak bile nasıl şartlarda çalıştıklarına
dair ipucu verebilir sanırız. “Diyelim ki yazdık isminizi, ne
olur?” sorumuzun cevabı gayet net: “İsimler haneye yazılır.
Kimmiş bu, siciline bakılsın, içeriyi karıştıracak bir şey yapıyor
mu bakılsın araştırmasına girilir ve ilk fırsatta karşınıza
çıkarılır.” ‘İsimsizler’ masamızın bir üyesi bu
açıklamanın üzerine diyor ki; “Öyle ki 1
Mayıs’a katılmak CHP harici bir
sol siyasi partiye üye olmaktan dahi fena onların gözünde.”
‘Tehlikeli’ 1 Mayıs’a dair
bu seneki yorumları pek çok insan gibi pek iç açıcı değil. Gelinen
noktayı Hürriyet gazetesinin yaptığı
‘1 Mayıs’ın en yaratıcı
pankartları’ yarışması örneğiyle anlatıyorlar. ‘Turnikeler
ayırır meydanlar birleştirir’, ‘Akvaryumdan Okyanusa
Plazalardan Meydanlara’, üzerinde ‘Takım Çalışması Değil
Dayanışma İstiyoruz’ yazılı class="IndexLink">BlackBerry şeklindeki dövizlerini hatırlatıp
“Sizin dövizler girmiş mi dereceye?” komik sorumuzun cevabı da
komik: “Seneye PR çalışması yapmalıyız.”
/>Anti-depresan yerine PEP
Plaza Eylem
Platformu’nun en yeni faaliyetlerinden biri de Maslak, Esentepe gibi
plaza bölgelerinde dağıttıkları ‘Plaza Postası’ bülteni.
“Onların gözünde bir şey dağıtan insan ya dil kursu ya da öğlen
yemeği mekânı ilanıdır” gibi şartlara rağmen metro ve class="IndexLink">metrobüs kapılarını tutup, hukuk haberleri,
sağlık haberleri, bankada işten çıkarılan çalışan istatistikleri
gibi bilgiler içeren bültenlerini dağıtıyorlar. Belirli aralıklarla
yaptıkları Paylaşım Toplantıları’na gelince, “En yaygın
ortak dert nedir?” sorusunun cevabı sürekli işten çıkarmaların
sebep olduğu güvencesizlik, tedirginlik ve mobbing. Anti-depresan almak
yerine PEP’i keşfederek aralarına katılan, bir bankada orta derece
müdür bir üye, insan değil sayı ve verimlilik hesabı olarak
görülmenin getirdiği yabancılaşmayı anlatıyor.
“Ben kimim,
burada ne yapıyorum?” sorular silsilesi içerisinde bunalmışlar
için PEP diyor ki; “Çare anti-depresan değil bir araya
gelmek.” Hemen arkasında o ‘eski’ güzel slogan giriyor
devreye; ‘Ya hep beraber ya hiçbirimiz.’ PEP’in derdi,
karşında, sağında solunda ayağını kaydırmaya can atan, anlattığın
sıkıntılarını zaman kaybetmeden müdüre anlatan, derdini zaafınmış
gibi algılayan çalışma arkadaşları değil, yan yana durabileceğin,
hakkını aradığında destek verecek çalışanların gücüyle var olmak
plazalarda.
‘Biz de işçiyiz...’
Bir mavi yakalıya kıyasla birlik olma durumu söz konusu
olduğunda şansları çok da fazla değil beyaz yakalıların. Keza
sendikalı, örgütlü bir mavi yaka, böyle bir avantajı olmayan, hırslara
gark edilmiş bir beyaz yakaya kıyasla daha bir candır insana. Bir de
plazada çalışan insanın aldığı maaş, bir mavi yakalıdan az olsa da
kendisini daha yukarıda konumlandırma durumu var. “Ben de işçiyim
işte” diyen kızına; “Olur mu kızım sen mühendissin”
diyen anneden, işyerinde yemeğe indiklerinde “İşçiler gibi
kuyruğa giriyoruz” diye söylenen çalışana, böyle bir yanılsama
var. Bu yanılsamanın en fazla yaşandığı alanlardan birisi de
bankacılık sektöründe çalışanlar.
“Biz bankaların
öncelikle müşterileriyiz. Hepimize kredi kartları veriliyor. İnsanlar o
kartlarla maaşlarından çok çok fazla harcamalar yapmaya
zorlanıyor” diyor bir üye. Ardından da “Ford’un
‘Benim işçilerim siyah Ford marka araba kullanacak’ demesi gibi
bir şey” örneğini veriyor. Bir diğeri müdürünün kredi çekerek
oturduğu semti değiştirdiğini, bir beyaz yakaya çok daha yakışacak bir
semte taşındığını anlatıyor. Bir başkası çalışanlarına
‘sefil’ mekânlara gitmeyi yasak eden, “Ancak
Sortie’de Reina’da görünebilirsiniz” diyen şirketleri
örnek veriyor.
“Platforma üye üst düzey yöneticiler var
mı?” sorusunun cevabı Karl Marx’tan bir alıntıyla birlikte
geliyor: “Müdür yardımcılarımız var en fazla. Marx’ın
söylediği gibi ‘Sarayda oturanla kulübede oturan aynı şeyi
düşünmezler.” “Bu sözün üzerine düşünseler iyi
olur” diye konuşuyoruz çünkü son krizlerle birlikte onlar da
oldukça zor durumda. Üstelik iş bulmaları alt düzeyde çalışanlara
kıyasla çok daha zor. PEP’in son günlerde altını çizdiği
tehlikelerden biri de taşeronlaşma ve hükümetin istihdam büroları
projesi. “İstihdam bürolarıyla işsiz oranı düşecek gibi
görünecek ve üzerine kazanacağınız paranın bir kısmı aracı şirkete
gidecek” diyorlar. Kıdem tazminatına hak kazanamamak, sekiz aylık
sözleşmelerle çalıştırılmak da cabası. Tam yerinde, sohbete Richard
Sennnett’in ‘Karakter Aşınması’ kitabıyla devam
ediyoruz. Eski kuşaklar diyebileceğimiz, bir işyerinde seneler geçiren,
hatta oradan emekli olan çalışanların avantajlarıyla iki senede bir iş
değiştirmek zorunda kalan çalışanların yaşadıklarını kıyaslayarak.
Bir işyerinde eski olmak demek, hakkını arayacak arkadaşlar da edinmek
demek aynı zamanda. Kalıcılık yoksa, örgütlenmek de yok, doğru
dürüst kıdem tazminatı da yok. Günümüzde bir de bir işyerinde uzun
süre çalışmak eksiklikmiş gibi gösteriliyor ki, bu da ayrı bir
mesele.
Stockholm sendromu
Paylaşım
Toplantıları’nda neler tartışıldığı üzerine konuşurken
verilen örneklerden en korkutucu olanlarından biri de “Patron olmak
mobbing yapmayı gerektirir” kanısına kapılmış, kaptırılmış
insanlar olsa gerek. İşten çıkarılmış bir arkadaşlarının
“Yöneticilik böyle kurallar gerektirir yoksa yapılamaz. Özünde iyi
insanlar aslında” kanaati duruma iyi bir örnek. Bu örneğin üzerine
“Bir süre sonra ‘Sorun bende mi? Ben mi yetmiyorum?” gibi
sorular başlıyor diyorlar ve karar veriyorlar ki, bir süre sonra
‘Stockholm sendromu’ oluşturuyor sistem insanda.
/>Karşılığını alamadan çalıştığı onca saate rağmen verimsiz
oldukları sanısına kapılmaları bu yüzden. Bu yüzden mobbing uygulayan
bir müdürü haklı görebilmeleri. Bu sendroma dair en fena örneklerden
biri de PEP ve Çağrı Merkezi Çalışanları Derneği’nin beraber
düzenlediği Tanıl Bora’nın
‘Boşuna mı Okuduk’ kitabı üzerine söyleşisinde
dinledikleri, 32 yaşında daha dinamik insanlara yer açılsın diye işten
çıkarılan çalışanın hakikaten 32 yaşı ‘yaşı geçmiş’
bulması. Hal böyle olunca sadece bir üniversiteden mezun olmak da yetmiyor
kimselere. Üzerine nice sertifikalar alacaksın, bir değil, iki, üç dil
bileceksin. Gruptan bir arkadaş yurtdışından gelen öğrencilerin bu
çabalara girmeyip sanat yaptıklarını, “Nasılsa çalışacağım,
deyip acele etmediklerini söyledikten sonra class="IndexLink">Türkiye’de karşılaştığı öğrencilerin
halini anlatıyor ve “Neredeyse lisede dolacak CV’leri. Nedir bu
acele?” diye soruyor.
Bir büyük başlangıç
Son olarak önemli gördükleri dertlerinden birini
paylaşıyorlar, beyaz yakalılar. Sık karşılaştıkları
“Kapitalizmin göbeğinde çalışıp da bunları konuşmaya hakkınız
yok” ithafını, kimilerinin. Cevaben de diyorlar ki; “Artık
1800’lü yıllardaki gibi değil. Kol gücünden farklı, devasa bir de
hizmet sektörü var ki sigortasız, örgütsüz olduklarından durumları
daha bile vahim.” Bu sebeple işte kimi ‘solcu’
arkadaşlarla sorunlar yaşadıklarını anlatıp ekliyorlar: “Bu
platform her görüşten insana açık, örgütlülük ideolojik olarak solda
durmayı gerektirmez. Bizim amacımız alternatif bir örgütlenme modeli
oluşturmak. Birbirimize ne kadar dokunursak o kadar güçlü
oluruz.”
PEP bir sendikaları olmasa da sendikalarla dayanışma
halinde. Emsal mobbing ve işe iade davalarının etkisini anlattıktan sonra
bütün beyaz yakalara, bütün plaza mustariplerine çağrı yapıyorlar.
Kendilerine web sitelerinden (plazaeylem.org) ulaşabilirsiniz. Değişime
Fritz Lang’in ‘Metropolis’ filminden Yavuz Özkan’ın
‘Maden’ine, sitede verilen filmleri seyretmeye başlayarak ve
anti-depresanları çöpe atarak başlayabilirsiniz.
Kaynak:
radikal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder