31 Ekim 2012 Çarşamba

CANSEL MALATYALI ZAFER KUTLAMASINA ÇAĞRI

CANSEL MALATYALI ZAFER
KUTLAMASINA ÇAĞRI

 

style="text-align:justify;background:white">İnşaat Mühendisleri Odası’ndaki işinden
atılan ve işini alabilmek için 242 gün oturma eylemi, 36 gün de açlık
grevi yapan Cansel Malatyalı’nın direnişi zaferle sonuçlandı.
Cansel Malatyalı’nın çağrısı ile yapılacak olan zafer
kutlamasına halkın mühendis mimarları olarak bizler de hep beraber
katılalım.
style="text-align:justify;background:white">Tarih: 4 Kasım 2012
Pazar
style="text-align:justify;background:white">Saat: 16.00 style="text-align:justify;background:white">Yer: Ankara Sakarya Caddesi style="text-align:justify;background:white"> style="text-align:justify;background:white">YAŞASIN CANSEL MALATYALI’ NIN ONURLU
DİRENİŞİ
style="text-align:justify;background:white">YAŞASIN DİRENİŞ YAŞASIN
ZAFER!
style="text-align:justify;background:white">MÜHENDİSİZ MİMARIZ HAKLIYIZ
KAZANACAĞIZ!
style="text-align:justify;background:white">  style="background-color: white; text-align: center; background-position:
initial initial; background-repeat: initial initial; "> style="font-family: Tahoma, sans-serif; ">DEVRİMCİ MÜCADELEDE MÜHENDİS
MİMARLAR

ÇHD'den AÇLIK GREVLERİ HAKKINDA AÇIKLAMA

ÇHD'den AÇLIK GREVLERİ
HAKKINDA AÇIKLAMA

TARİH BİR KEZ DAHA TEKERRÜR
EDİYOR!
ZORLA MÜDAHALE TEHDİDİ…
DEMOKRATİK TEPKİLERE
MÜDAHALE…
FAİLİ MEÇHUL AİLE
MEKTUPLARI…
TUTSAKLAR DİRENİŞİ
BIRAKTI YALANLARI…

YALANLARA VE ÇARPITMALARA SON
VERİN,

HAKLI
VE MEŞRU TALEPLERİ KABUL EDİN.

 

Kürt
siyasi tutsaklar tarafından 12 Eylül 2012 tarihinde başlatılan ve bugün
itibariyle 49. güne giren süresiz/dönüşümsüz açlık grevinde kritik
evreye girilmiş durumdadır. Demokratik kitle örgütlerinin ve ilgili bilim
çevrelerinin tüm uyarıları ve açık çağrılarına karşın siyasal
iktidar sorunu çözme yerine karalama, müdahale tehdidi, yok sayma ve
geçiştirme tavrını sürdürmektedir. Bu yaklaşımdan ötürü birçok
tutsağın yaşamı tehdit altındadır.

Tamamı kısa bir süre
içerisinde karşılanabilir talepler olmasına rağmen siyasal iktidar
sorunu çözmek yerine en yetkili ağızlardan müdahale tedidinde
bulunmuştur. Yine haklı ve meşru talepler kimin tarafından yazıldığı
bilinmeyen sözde aile mektuplarıyla karartılmaya çalışılmaktadır.
Ölüm eşiğine gelmiş açlık grevlerine olan kamuoyu ilgisini azaltmak
amacıyla direnişi bırakan yüzlerce tutsak bulunduğu söylemiyle kamuoyu
manipüle edilmek istenmektedir.

20 Ekim 2000-22 Ocak 2007 tarihleri
arasında gerçekleşen ve 122 insanın yaşamını yitirdiği Ölüm Orucu
Direnişi hepimiz açısından bir kez daha hatırlanmalıdır. Bu süreçte
sorunu yok sayma ve zorla müdahale tavrının bırakınız sorunu çözmeyi
yüzlerce ölüme ve sakatlanmaya yolaçtığı görülmüştür. Müdahale
tehdidinde bulunanlar, susanlar yaşamını yitiren 122 insanın yanında
zorla müdahale işkencesinin sonucu sakat kalan 600 insan bir kez daha
hatırlamalıdır. Bunun yanında faili meçhul aile mektuplarının, grevi
bırakan tutsak yalanlarının devletin açlık grevlerine müdahalesinin bir
parçası olduğu da unutulmamalıdır. Bu açıdan tarih bir kez daha
tekerrür etmektedir. Şüphesiz, bir tekerrürden bahsedilecekse eğer,
ödenen büyük bedellere karşın haklı olanın daima kazanacağı da 20
Ekim 2000 Büyük Ölüm Orucu Direnişinden çıkarılması gereken bir
derstir. Demokratik Kitle Örgütleri ve aydınlar başta olmak üzere
toplumsal, siyasal ve sendikal muhalefet ölümlere ortak olmamak için
harekete geçmelidir. 20 Ekim 2000 Büyük Ölüm Orucu Direnişinde
sergilenen yanlış tutum terkedilmelidir.

Siyasal iktidar yalan ve
tehditlerine son vererek sorunu çözmelidir. Sorunun ana nedeni olan ve
bugün açlık grevi direnişine kaynaklık eden tecrit başta olmak üzere
siyasal tutsakların tüm talepleri derhal karşılanmalıdır. Herkese,
tarihsel ve siyasal sorumluluğunu bir kez daha
hatırlatıyoruz.

SİYASİ TUTSAKLAR ONURUMUZDUR.

SİYASİ TUTSAKLARIN KATLEDİLMESİNE İZİN
VERMEYECEĞİZ.

 

Çağdaş
Hukukçular Derneği

İstanbul Şubesi

26 Ekim 2012 Cuma

DMMM'den Bayram Mesajı

DMMM'den Bayram
Mesajı

 

Nice direnişler yaratacağımız,
Nice zaferler kazanacağımız,
Mühendislik ve mimarlık hizmetlerini
style="color: rgb(34, 34, 34); font-family: arial, sans-serif; font-size:
13px; background-color: rgb(255, 255, 255); ">Emeğin ve halkın yararına
sunacağımız,
Nice
bayramları hep birlikte kutlamak dileğiyle,
Halkımızın Kurban Bayramını kutlarız.
style="color: rgb(34, 34, 34); font-family: arial, sans-serif; font-size:
13px; background-color: rgb(255, 255, 255); "> 
Devrimci Mücadelede Mühendis ve
Mimarlar

KADRİYE TÜLİN AYDIN BAKIR MEZARI BAŞINDA ANILDI

KADRİYE TÜLİN AYDIN BAKIR
MEZARI BAŞINDA ANILDI

 

Devrimci Mühendis Tülin
Aydın Bakır, 23 Ekim 2012 salı günü ölümünün 13. yılında
Tokmaktepe Mezarlığı’nda Devrimci Mücadelede Mühendis Mimarlar,
EMO İstanbul Şubesi, ailesi ve dostlarının katılımıyla  mezarı
başında anıldı.

Anma, devrimci mücadelede şehit düşenler
anısına bir dakikalık saygı duruşuyla başladı. Daha sonra EMO
İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Beyza Metin, Tülin Aydın Bakır
ve mücadelesi hakkında  bir konuşma yaptı. Genç ve örgütlü bir
kadın olarak Tülin Aydın Bakır'ı tanımamış olmanın eksikliğini
hissettiğini belirten Beyza Metin konuşmasının devamında “Tülin
Aydın Bakır yaşasaydı, kentsel dönüşüm adı altında yapılan halka
dönük saldırılara, Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile TMMOB'ye
yapılan saldırılara ve Suriye'ye yapılan emperyalist müdahalelere
karşı mücadele eder ve hapishanelerde son günlerde devam eden açlık
grevlerinde tutsakların yanında mücadelesini en ön saflarda
yürütürdü.” dedi.

Beyza Metin'in konuşmasının
ardından Tülin Aydın'ın abisi Timur Aydın, kardeşini anlatan bir
konuşma  yaptı. Sonrasında ise Devrimci Mücadelede Mühendis
Mimarlar adına  Serdar Aslan açıklama metnini okudu.

Devrimci
Mücadelede Mühendis Mimarlar tarafından “K.Tülin Aydın Bakır
Ölümsüzdür” ve EMO İstanbul Şube tarafından “K.Tülin
Aydın Hasan Balıkçı, Anıları Mücadelemize Işık Tutuyor”
pankartlarının açıldığı anmaya 22 kişi katıldı. Açıklama metninin
okunmasından sonra anma bitirildi. Anmada okunan metnin tamamı
aşağıdadır.

 

 

align="center">MÜCADELELERİ YOLUMUZU
AYDINLATIYOR
!

                                                                                              

                                                                                               

Bu yürek sendeyken
gülüm

                                                                                                    
Ellerimiz
titremeyecek.

                                                                                               
Coşkun coşkumuza akacak,

align="center">                                                       
                     
Bilincin etimize
kemiğimize.

                                                                                               
Onuru
olacaksın,

                                         
                                                            Hürriyet
ülkesinin.

 

Emekten, halktan yana mühendislik
anlayışı yaratma mücadelemizde; yaşamlarıyla bizlere yol gösteren,
mücadelemize ışık tutan devrimci mühendislerden Tülin Aydın
Bakır’ı ölümünün 13., Hasan Balıkçı’yı 10. yılında
 anıyoruz.

 

Tülin Aydın Bakır,
1963 yılında Kars’ın Sarıkamış ilçesinde doğmuştur.
Babasının astsubay olması nedeniyle çocukluğu Kars, Diyarbakır, Urfa
gibi farklı illerde geçen Tülin, 1974 yılında ailesiyle birlikte
İstanbul’a yerleşmiş, 1984 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi
Elektrik Mühendisliği bölümüne girmiş ve 1989 yılında üniversiteden
mezun olarak aynı yıl Ali Hasan Bakır’la evlenmiştir. 1998
yılında kızı İdil’i dünyaya getiren Tülin, 23 Ekim 1999
tarihinde yakalandığı amansız kanser hastalığı sonucu aramızdan
fiziki olarak ayrılmıştır.

 

Mütevazı, paylaşımcı,
neşeli ve esprili bir kişilikti TÜLİN. Hoş sohbet, hep gülen biri, ama
kararlı ve iddialı, düşüncelerinden de hiç taviz vermeyen, düşüncesi
doğrultusunda hep koşturan mücadele eden, mücadeleyi kendi işinin
önünde gören, emek ve zaman harcayan biri oldu yaşamı
boyunca.

 

Tülin için ihtiyaçlar, hiçbir zaman kendi
ihtiyaçları ile sınırlı olmadı. Ölüm döşeğinde kanserle
boğuşurken dahi hayattan, toplumsal ve sınıf mücadeleden hiç
kopmadı.

 

Tülin’in en önemli özelliklerinden biri
yaşamı boyunca savunduğu örgütlü kimliğidir. Yılgınlığın had
safhada olduğu yıllarda o hep örgütlü yaşamı seçmiştir. Üniversite
yıllarında gençlik örgütlenmesi içerisinde yer almış, okulu
bitirdikten sonra ise EMEKAD (Emekçiler Kültür Araştırma ve Dayanışma
Derneği) ve DEMKAD (Devrimci Mücadelede Kadınlar Derneği) içinde
faaliyet yürütmüştür. Kadın örgütlenmesinde kadın komisyonlarının
kuruluşundan sokak eylemlerine kadar bütün çalışmaların içinde
olmuştur. EMO İstanbul Şubesi 28. Dönem Yönetim Kurulu’nda yazman
üye olarak görev yapmış olan Tülin Aydın Bakır, İstanbul EMO
yönetiminin gerici, faşist ittifakın eline geçmesi karşısında,
üyelerin %25 inin imzasının toplanmasında, EMO’ nı kısa bir süre
içerisinde olağanüstü Genel kurula götürülmesinde ve EMO Yönetimine
Devrimci, Demokratların gelmesinde hep özverili ve ön
saflardaydı

 EMO İstanbul Şubesi’nin bugün mesleki
demokratik kitle örgütü çizgisinin oluşmasında mücadelesi ve çok
büyük emekleri vardır.

 

TEDAŞ’ ın (AKTAŞ’
a devredilmesi) özelleştirilmesine karşı verdiği mücadeleyle onu
mahalle muhtarları ve mahalle halkı da tanıdı, sevdi ve saygı
duydu.

 

Tülin, yaşamı boyunca söylediğini yapan,
yaptığını savunan bir devrimci olmuştur. “Önemli olan
uzun yaşamak değil kaliteli yaşamak”
derdi. Ve öylede
yaşadı. Kısa kaliteli  yaşamı boyunca. O Hep örgütlü
mücadelenin içinde oldu, yoldaşlarına güvendi, yoldaşlarına güven
verdi.

 

Hasan Balıkçı, Şanlıurfa
TEDAŞ'ta çalışırken, 18 Ekim 2002'de, çalıp çırparak,
soyup sömürerek yaşamaya alışan bir asalağın kiralık katilleri
tarafından katledilen devrimci bir mühendisti.

Hasan Balıkçı
1961’de Adana Seyhan İlçesi’nde doğmuştur. İlkokulu
doğduğu köyde bitirdikten sonra, ortaokul ve liseyi Adana’da okuyan
Balıkçı, bu süre boyunca hem okula devam etmiş, hem de ırgat olarak
Çukurova’nın tarlalarında çalışmıştır. Yetmişli yılların
sonunda başladığı ilerici-devrimci mücadeleyi hayatının sonuna kadar
aralıksız devam ettiren Hasan, Yıldız Teknik Üniversitesi Elektrik
Mühendisliği Bölümü’nü 1987 yılında bitirmiştir. 12
Eylül’ün antidemokratik–faşist uygulamalarına rağmen,
öğrenci derneklerinin kurulmasına öncülük eden devrimcilerden
olmuştur. 1999-2002 yılları arasında kaçak elektrik kullanan sanayi
kuruluşlarını tespit eden ve istisnasız hepsinin üzerine giderek
TEDAŞ’ı, dolayısıyla, kamuyu her yıl milyonlarca lira zarara
sokan; işçilerin, emekçilerin, çalışanların, yoksulların emeğini
çalan sermayedarların oyununu bozan Hasan; kendisine teklif edilen
rüşvetleri de elinin tersi ile itmiştir. Ölümle tehdit edilmesine
karşın, geri adım atmayıp, kaçak elektrik kullanan sanayi
kuruluşlarına cezalar vermiştir. Çetelerin çarkına çomak sokan Hasan
Balıkçı, geçici sürgün olarak Şanlıurfa’ya gönderilmiş,
Şanlıurfa’ya gönderildikten kısa bir süre sonra da
Adana’daki bürokrat-işadamı-siyasetçi çetesinin görevlendirdiği
kiralık katiller tarafından öldürülmüştür. Hasan
Balıkçı’nın öldürülmesi sermayenin damarına basıldığında ne
kadar saldırganlaştığının son derece acı ama bir o kadar da somut bir
örneği olmuştur.

 

Tülin ve Hasan devrimci mücadelede
mühendis mimarlardı. Kendi mücadelelerini işçilerin, öğrencilerin,
emekçilerin mücadelelerinden ayrı görmediler. Kendilerini işçi
sınıfının bir parçası olarak gördüler. Emperyalizmin istek ve
ihtiyaçları için değil halkın istek ve ihtiyaçları için mesleklerini
icra ettiler. Onlar halkın mühendisleriydi. Teknik bilgilerini halkın
yararına, halk için halkla beraber kullandılar. Mesleklerini ancak
bağımsız bir ülkede yapabileceklerini biliyorlardı bu yüzden
emperyalizme karşı savaştılar. Yürüttükleri mücadeleyi sadece meslek
alanları ile sınırlamayıp bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm
mücadelesinde de aynı kararlılıkla yürüdüler. Mesleklerini elit bir
anlayışla sürdürenlerden olmadılar. Hiçbir baskı onları doğru
bildikleri yoldan alıkoymadı, bedeli can da olsa hep önde
yürüdüler.

 

Hasan ve Tülin, yaşamları boyunca
örgütlü mücadelede ısrar edip, emekten, halktan yana mühendislik
anlayışının onurlu temsilcileri olmuşlardır. Bizlere bıraktıkları
mirası sahiplenebilmek için onların anısını yaşatmak, değerlerine
sahip çıkmak görevimizdir. Mücadelemize yaşamlarıyla ve yarattıkları
devrimci değerlerle ışık tutan mühendis arkadaşlarımızı bugün bir
kez daha anıyor, örgütlü ve mücadeleci kişiliklerini kalbimizde ve
ruhumuzda yaşatmak üzere anıları önünde saygıyla eğiliyor ve onların
yolunda yürüyeceğimizin sözünü
veriyoruz.

 

Anılarını mücadelemizde yaşatacak, onlar
gibi halkın mühendisleri mimarları olacağız!

Tülin Aydın Bakır
ve Hasan Balıkçı Ölümsüzdür!

 

DEVRİMCİ
MÜCADELEDE MÜHENDİS MİMARLAR

23 Ekim 2012 Salı

Açıklama 62: YAŞASIN CANSEL MALATYALI’NIN ONURLU DİRENİŞİ

Açıklama 62: YAŞASIN
CANSEL MALATYALI'NIN ONURLU DİRENİŞİ

24.10.2012

 

YAŞASIN CANSEL
MALATYALI’NIN ONURLU DİRENİŞİ

Cansel
Malatyalı’nın işini geri alabilmek için 8 ay boyunca
sürdürdüğü onurlu direnişi, zaferle sonuçlanmıştır. İnşaat
Mühendisleri Odası’ndaki işinden “performans
düşüklüğü” gerekçe gösterilerek atılan Cansel Malatyalı,
direnişini 20 Şubat 2012 tarihinden 19 Ekim 2012 tarihine kadar hiçbir
baskıya boyun eğmeden sürdürmüştür. Zafer kazandığı gün yaptığı
açıklamasında kendisinin de belirttiği gibi, Cansel
Malatyalı inancını Kızıldere'de yankılanan "biz buraya
dönmeye değil, ölmeye geldik" şiarından almıştır. Cansel
Malatya’lının son 36 günde açlık grevi yaparak sürdürdüğü ve
işine geri alınarak zaferle sonuçlandırdığı direnişi “Yaşasın
Direniş, Yaşasın Zafer” sloganıyla tarihteki yerini
almıştır.  8 ay boyunca devam eden bu süreç bir emekçinin
hakkı olanı alma mücadelesinin yanı sıra, odaların, sendikaların
geldiği durumu anlatması, oda yönetimlerine çöreklenmiş patronların
teşhiri ve reformizm-devrimcilik farkını ortaya koymasıyla da tarihe
geçen bir direniş olmuştur.

Bir kez daha görülmüştür ki;
tarihte kazananlar hep direnenlerden olmuştur. Faşizmle yönetilen ülkemiz
gerçekliğimizde en ufak bir hak kırıntısı için bile mücadele
edilmesi, insanların işlerini geri kazanabilmeleri, kardeşinin cenazesini
kaldırabilmeleri ve hatta onurlu yaşayabilmeleri için bedenlerini
açlığa yatırması vardır. Katledilip toplu mezarlarda kaybedilen
kardeşinin cenazesini alabilmek için ölüm orucu yapan Hüsnü Yıldız,
işini geri alabilmek için oturma eylemini açlık grevi ile sürdüren
Türkan Albayrak ve şimdi de 243 gün oturma eylemi, 36 gün de açlık
grevi yapan Cansel Malatyalı zafere ulaşarak bu gerçekliği açıkça
göstermektedir. Bir emekçi işini geri alabilmek için kendisine destek
veren devrimcilere güvenerek ve tarihten aldığı inanca sarılarak,
karşısında birlik olan sendikaların, odaların yönetimine çöreklenmiş
çürümüş anlayışları alt etmiş, kendisini yarı yolda bırakan
sendikasının, siyasetlerin politikasızlıklarını yüzlerine vurmuş ve
zafere ulaşmıştır. 

Cansel Malatyalı, 8 aylık direnişi
boyunca birçok kez işkence yapılarak gözaltına alınmış, oda
yöneticileri tarafından sözlü ve fiziki saldırıya uğramış, direnişi
karalanmış ve yalnız bırakılmıştır. Devletin emekçileri daha fazla
sömürmek için çıkardığı “performans” yasasını, devletin
kendisinden daha hızlı bir şekilde, kendisine demokrat diyen İMO
yönetimi kullanmış; her polis saldırısının arkasından ise yine İMO
yönetiminin ihbarcılığı, polis ile işbirliği çıkmıştır.
Devrimciler kurumlarına polis saldırısına karşı barikatlar kurarken,
İMO yönetimi barikatlarını bir emekçiye karşı kurmuş, Cansel
Malatyalı’nın meşru hakkı olan pankart asma eyleminde ise bizzat
kendi kurumlarına polisi davet etmiş, Cansel Malatyalı ve ona destek veren
devrimcileri gözaltına aldırmıştır. İMO Yönetimi ve yandaşları
yalancılıkta öyle yüzsüzleşmişlerdir ki; Cansel Malatyalı’yı
bir gecede gözaltına aldırıp İMO çevresine alelacele duvar ördüren ve
inşaat çalışması yapılıyor görünümü veren oda yönetimi, son bir
ayda hiçbir tadilat yapmayıp, Cansel Malatyalı direnişinin bitmesinin
hemen ertesinde ise kurdurdukları duvarı ve inşaat iskelesini
söktürmüşlerdir. İMO Yönetimi, direniş boyunca halka teşhir olmanın
paniği ile karalama çalışmalarını sürdürmüş, ara ara yaptığı
açıklamalarda devletin ağzını kullanarak, bu onurlu direnişe
saldırmıştır. Yine TMMOB, DİSK, KESK ve TTB yönetimlerinin peş peşe
yaptıkları Cansel Malatyalı’yı kınama açıklamasından sonra;
TMMOB’a bağlı odalardan, DİSK ve KESK’in yönetici ve
üyelerinden Cansel Malatyalı’nın işe geri alınmasına yönelik
ardı ardına yapılan açıklamalar, sendika ve oda yönetimlerinde
kararların nasıl alındığını, bu kurumların, üyesinden kopuk bir
şekilde bir avuç koltuk düşkünü tarafından yönetildiğini
göstermektedir.

Cansel Malatyalı’nın açlık grevinin kritik
bir sürece girmesi ve kamuoyuna fazlaca teşhir olunmasıyla pes eden ve
geri adım atan İMO yönetimi, Cansel Malatyalı’nın ise geri
iadesini gerçekleştirmiş ve bunu da bir açıklamayla odanın internet
sayfasından duyurmuştur. İMO Yöneticilerinin kuyruk acıları öylesine
büyüktür ki, yaptıkları açıklama ile son dakikaya kadar hala Cansel
Malatyalı ve ona destek veren devrimcilere saldırmaya devam etmişlerdir.
İMO yönetimine çöreklenmiş eski solcu artıkları direnmek nedir
bilmediği için, tıpkı 2000’lerdeki ölüm orucu sürecinde Hikmet
Sami Türk’ün dediği gibi, Cansel Malatyalı’nın birilerinin
baskısı ile direndiğini iddia etmektedir. Ancak şunu iyi
bilmelidirler;  bir insanın talepleri uğruna bedenini açlığa
yatırması baskı ile olacak bir şey değildir, bu güç ve bu irade ancak
ve ancak haklılığın ve meşruluğun getirdiği inançla olabilir. İMO
yönetiminin süreç boyunca yaptığı her açıklama gibi, bu son
açıklama da mesnetsizdir, devlet ağzıyla yazılmıştır. Yapılan
açıklamada, Cansel Malatyalı hakkındaki asılsız iddialarından
vazgeçilmemiş, öte yandan ona destek veren devrimciler ise
herkesin bildiği bir grubun yönlendiriciliği ile direnişe
devam edilmiştir”
 diye nitelendirilerek bir emekçinin
direnişi yok sayılmıştır. Evet, herkes o “bir grubun” kim
olduğunu bilmektedir. O “bir grup” Cansel Malatyalı’nın
direnişi boyunca yanında bulunmuş, onunla birlikte gözaltına alınmış,
onunla birlikte dayak yemiş, onunla aç kalmış devrimcilerdir. Evet, bu
grubun mevcut İMO yönetim anlayışı ile derdi
de vardır. Bu grup sadece İMO değil, sendika ve oda yönetimlerine
çöreklenmiş tüm patronlara ve reformist anlayışlara karşı açıktan
tavır almış, odaları olması gerektiği gibi demokratik kitle örgütü
niteliğinde tutabilmek için yıllarca mücadele vermiş, oda önlerinde
“demokrasi nöbetleri” tutmuş, AKP’nin TMMOB’ye
saldırısı karşısında açlık grevine girmiş, odasını sahiplenmiş
devrimcilerdir. Tam 8 ay boyunca odasının kapısı önünde gün gün
eriyen bedeniyle bir emekçiyi görmezden gelen anlayışlara karşı olup,
Cansel Malatyalı’nın direnişine destek verdiği için, ülkesini
emperyalistlere satanlara, halkları katletmek için kullanılan füze
kalkanının kurulmasına karşı çıktığı için şu an F Tipi tecrit
hücrelerinde tutulan devrimcilerdir. Emperyalizme karşı bağımsızlık,
faşizme karşı demokrasi, kapitalizme karşı sosyalizmi savunan
devrimcilerdir.

Bizler Devrimci Mücadelede Mühendis Mimarlar olarak
oda yönetimlerindeki bu reformist, halk düşmanı anlayışları
kınıyoruz. Ülkemiz bir yandan emperyalist işgal altındayken, bir tarafta
Suriye halklarını katletmek için halkımız emperyalistlerin oyununa dahil
edilmeye çalışılıyorken, bir yandan hapishanelerde Kürt
tutuklular açlık grevindeyken, diğer yandan “kentsel
dönüşüm” yalanlarıyla halkımız evsiz barksız bırakılıyor,
HES’lerle, nükleer santrallerle, fabrikalarla doğa talan ediliyorken,
biz yine yerimizin sokaklar, yani halkın yanı olduğunu bir kez daha
duyuruyor, halkın mühendisleri olarak tüm bu anlayışlara karşı her
zaman mücadele edeceğimizi, örgütlü gücümüz olan odalarımızı
sahiplenmeye devam edeceğimizi duyuruyoruz. Mesleki bilgimizi her zaman
emekçiden, halktan yana kullanacağımızı, halkın zararına olan hiçbir
proje altına imzamızı atmayacağımızı bir kez daha söylüyoruz. Cansel
Malatyalı direnişi bu anlamda hepimiz için örnek olmuş, inancımızı ve
gücümüzü arttırmış, oda ve sendika yönetimlerine çöreklenen
reformizmin gerçek yüzünü bir kez daha göstermiş ve bu anlayışlara
karşı mücadele etmenin önemini ortaya koymuştur. Cansel
Malatyalı’nın bu haklı, onurlu direnişi boyunca yanında bulunmuş
olmaktan gurur duyuyoruz.

YAŞASIN CANSEL MALATYALI’ NIN
ONURLU DİRENİŞİ

YAŞASIN DİRENİŞ YAŞASIN
ZAFER!

MÜHENDİSİZ MİMARIZ HAKLIYIZ
KAZANACAĞIZ!

 

align="center">DEVRİMCİ MÜCADELEDE MÜHENDİS
MİMARLAR

src="http://ivmedergisi.com/files/resim/_mg_8827_0_1.jpg" style="width:
500px; height: 333px; " />

src="http://ivmedergisi.com/files/resim/img_8812_-_copy.jpg" style="width:
500px; height: 334px; " />

Ape Musa'nın evlatları açlıktadır / Ezgi BAŞARAN

Ape Musa'nın evlatları
açlıktadır / Ezgi BAŞARAN

EZGİ
BAŞARAN

Türkiye / 23/10/2012 /> 

 
 

Onlar birilerinin oğludur, kızıdır. Lideri diye bellediklerine
terörist, hak diye istediklerine terör diyemezsiniz.

900’ların
başında bir gün Mazlum Çimen ve Musa Anter AKM’nin önündeki
seyyar pilavcıdan birer tas alıp kaşıklarlar. Pilavcı oğlan,
karşısındakinin Musa Anter olduğunu öğrenince ileride sıra sıra
bekleşen diğer pilavcılara bağırır: “Ape Musa hat!” (Musa
Amca geldi!) Hepsi arabalarıyla tam hız gelirler. Pilavını bitirip
Bostancı dolmuşuna doğru yürüyen Ape Musa’ya eşlik ederler.
Konvoy halinde. Trafik kilitlenir filan. Ape Musa hepsini alnından öper ve
dolmuşa biner. Dolmuş şoförü şaşkın vaziyette sorar: “Amca
bunlar senin neyin oluyor?”

Ape Musa cevap verir: “Hepsi
benim oğlumdur, evlat.”

Şoför üsteler: “Amca senin
oğullarının hepsi pilavcı mı?” Ape Musa bu kez anlatır:
“Yok, evlat, bunlar yalnız buradakiler.

Geri kalanlar hapiste,
sürgünde, şurada burada işte.”

* * *

PKK üyesi
olmaktan hüküm giymiş bin kadar kişi 42 gündür açlık grevinde. Bir
kısmı yaşamsal fonksiyonlarını geri dönülmez biçimde kaybetmiş
vaziyette. Bir tutam tuz, bir tutam şeker, bir lokma B vitaminiyle
duruyorlar. Yaşamak değil, durmak. Anadilde eğitim ve Öcalan’ın
tecrit halinin son bulmasını istiyorlar. İstekleri kabul görene kadar da
aç kalacaklar. Bu açlığı görmek istemeyenler yüzünden de ölecekler.
Bugün saat 12.00’de Ape Musa’nın diğer çocukları, biyolojik
olanları, yani Dicle ve Rahşan da 24 saatlik açlık grevine girdi. Dicle
Batman’da, Rahşan İzmir’de, babalarının diğer evlatları
ölümcül bir çığlıkla bağırıyor ve kimse duymuyor diye bunu
yapacaklar.

Dicle Anter’i aradım, meramını şöyle
anlattı:

“Başbakan Erdoğan bir keresinde
‘Düşünmezseniz Kürt sorunu yoktur’ demişti. Biz
düşünüyoruz çünkü insanız. Siz düşünmüyor, duymuyor,
görmüyorsanız sorun sizdedir. Bakın bu üçüncü büyük açlık
grevidir. 20 gündür o insanların halini kimse dile getirmiyor. O sansürü
bir gazeteci olarak sen daha iyi tarif edersin, Ezgi. Ben şunu diyebilirim:
Bu işin sonunu çok vahim görüyorum. Benzerlerini yaşadık. Diyarbakır
zindanlarında, Ulucanlar’da. Tarih üçüncü kez tekerrür ederse biz
insan mıyız? Biz ablamla KCK tutuklamaları dahil şu anda yaşanan tüm
hukuksuzluklara ve mahkûmların taleplerine dikkat çekmek için aç
kalacağız. Öcalan’ın bir halk lideri olduğu ve Kürtlerin
özgürlük mücadelesi artık kabullenilmeli bu topraklarda. Kürt dili
kabullenilmeli. Kürtçeyi seçmeli ders yapmak da neymiş? Benim kızımın
isminde W harfi var diye nüfusa yazdıramadım. İsveç vatandaşı yaptım.
İsveçli benim kızım şimdi. Anlatabiliyor muyum? Açlık grevini makul
bir eylem olarak savunamam çünkü ölüm getirir. Ama bu da insanların son
çaresidir. Ve biz Kürtler, bir bakıma, bu ülkede yaşayan ölüler değil
miyiz? Dili, kimliği yok sayılan insana yaşayan ölü denilmez
mi?”

* * *

Ape Musa’nın evlatları açlıktadır.
Onlar birilerinin oğludur, kızıdır. Lideri diye bellediklerine terörist,
hak diye istediklerine terör propagandası diyemezsiniz. Onlar dönülmez
bir yoldadır. Ape Musa’nın evlatları. Düşünmeseniz de öyledir.
Bu kez hep beraber düşünelim, n’olur. Düşünüp bir felaketi
önleyelim.

NOT: Ape Musa’nın pilavcı hikâyesi için Met
Üst’e teşekkür ederim.

 

Kaynak: href="http://www.radikal.com.tr">www.radikal.com.tr

 

Kaç Kürt ölse yeter? / Koray ÇALIŞKAN

Kaç Kürt ölse yeter? /
Koray ÇALIŞKAN

KORAY
ÇALIŞKAN

Politika /
23/10/2012

 

 
class="bosluk cl"> 
id="haberDetayYazi">

Bir vekili açlık grevi yapıp, Allah
korusun, ölen bir 'en ileri demokrasiye' doğru
koşuyoruz.

Bugün 42 gün oldu. 58 cezaevinde açlık grevleri ve
ölüm oruçları kitleselleşiyor. PKK ve KCK davası tutuklusu ve
hükümlüsü vatandaşlar iki şey istiyor: 1) Kendisi de bir hükümlü
olan Abdullah Öcalan’ın yakınlarıyla ve avukatlarıyla
görüştürülmesi. 2) Mahkemelerde anadilde savunma.

Açlık
grevlerine dair iki benzer tepki veriliyor. Kendini bir nebze de olsa solda
görenler: “Böyle hak arama olur mu! Kendi bilecekleri iş!”
diyor. Sağda duranlar: “Ettin buldun dünyası, ölsünler, kendi
tercihleri!” Bu sağcı ve güya solcu arkadaşlara afiyet olsun
diliyorum. Bugün yemek yerken ağızlarının kenarındaki yağı silerken
durup belki vicdanın bir dolma türü olmadığını
hatırlarlar.

Açlık grevleri yeni değil. 1996’da insanı
insanlıktan çıkaran F tipine karşı açlık grevleri ve ölüm oruçları
başlamıştı. 69. günde hükümet arkasında yeterli kamuoyunu
bulamadığı için geri adım attı. F tipi projesini erteledi. Oruç ve
grev bitti. Ama 12 mahkûm öldü, yüzlercesi tedavisi olmayan hasarlarla
hayatına devam etti.

Dört yıl geçti. 2000’de F tipi projesi
yine gündeme geldi. Mahkûmlar direnmeye karar verdi. Hükümet geri adım
atmayacağını söyledi. Ancak açlık grevleri ve ölüm oruçlarının
arkasında kamuoyu desteği vardı. Eylemin 51. gününde Adalet Bakanı, F
tipi projenin ertelendiğini söyledi. Ama proje rafa kalkmamıştı. Kamuoyu
biraz yatışınca adı ‘Hayata Dönüş’ operasyonu olan rezalet
ortaya çıktı. Ordu ve polis 20 cezaevine saldırdı, 4 gün boyunca yaktı
yıktı. 32 kişi öldürüldü, 200 kişi ağır yaralandı. 1000 mahkûm
zorla F tiplerine nakledildi. Eylemler sürdü. Dünya tarihinin en acı ve
en büyük ölüm oruçlarından biri 122 insanın canını aldı. 500 kişi
geri dönülemez bir şekilde ya sağlığını ya aklını yitirdi.

Bu
acı sürecin bir de filmi çekildi. 30 Kasım’da gösterime girecek.
İsmi ‘Simurg’. Fragmanı dahi insanın boğazına bir düğüm
atıyor. İnsan hakkı için ölümü göze almış insanların ya çocuğa
dönmesi ya da ölmesi insanın içine işliyor. Siz de bir izleyin, ne demek
istediğimi anlayacaksınız:
http://www.youtube.com/watch?v=mJAL1YbZLys

Hemen bir şeyler
yapılmazsa yüzlerce genç hayatını kaybedecek. İstedikleri meşru.
Yapılamayacak şeyler değil.

“Neden yapılmıyor?” diye
soracağımıza, “Neden eylem yapıyorlar!” diye kızıyoruz.
Yapmayalım.

İnsanı ölüm orucuna itecek koşulları yaratanları
suçlayacağımıza, kendimizi “Aman canım, bir anadilde savunma için
insan canını tehlikeye atar mı” diyerek insanlıktan çıkarıyoruz.
Yapılacak tek şey hemen ve acilen açlık grevleri ve ölüm oruçları
daha fazla yaygınlaşmadan, can kaybı olmadan, geri çevrilemez sağlık
kaybı yaşanmadan tecridi kaldırmak ve anadilde savunmaya tamam
demek.

Başbakan’ın rahatça “Görüşmeler başlar”
dediği birisine tecrit uygulamak hangi akla sığıyor? Anadilinde savunma
yapamayan insanı zorla Türkçe konuşturmaya çalışmak, tercüman
vermemek hangi vicdanı yaralamıyor?

Şu anda eyleme katılan mahkûm
ve tutukluların arasında bir de milletvekili var. Yaşı itibariyle çok
daha hızla sağlık sorunlarıyla karşılaşacaktır. 8 vekilini içeri
atan bir ‘ileri demokrasiden’, 1 vekili açlık grevi yapıp,
Allah korusun, ölen bir ‘en ileri demokrasiye’ doğru
koşuyoruz. Kaç Kürt tutuklu ölürse geleceğiz kendimize? Verin şu
rakamı da rahatlayın.

Kaynak: href="http://www.radikal.com.tr">www.radikal.com.tr

EMO`DAN DİCLE ELEKTRİK DAĞITIM AŞ`DEKİ SÜRGÜNLER ÜZERİNE AÇIKLAMA

EMO`DAN DİCLE ELEKTRİK
DAĞITIM AŞ`DEKİ SÜRGÜNLER ÜZERİNE AÇIKLAMA

align="center">TEDAŞ elektrik kesintilerini, yolsuzlukları ve
usulsüzlükleri değil, halkın ve haklının sesini kesmeye
çalışıyor...

EMO, ESM ve Tes-İş Diyarbakır
Yöneticilerine Sürgün

Dicle Elektrik Dağıtım
A.Ş.‘de (DEDAŞ) usulsüzlük ve yolsuzlukların üzeri sürgünlerle
örtülmeye çalışılıyor. Yaptığı usulsüz faaliyetleri müfettiş
raporlarıyla tespit edilen ve haklarında TEDAŞ Genel
Müdürlüğü‘nce suç duyurusunda bulunulan DEDAŞ yöneticileri
makam koltuklarında oturmaya devam ederken, bölgedeki elektrik kesintileri
ve gerilim dalgalanmaları sorununu ortak basın açıklaması yaparak
gündeme getiren demokratik kitle örgütleri hedef seçilmiştir.

align="justify">Elektrik Mühendisleri Odası (EMO), KESK‘e bağlı
Enerji Sanayi ve Maden Kamu Emekçileri Sendikası (ESM) ile İnsan Hakları
Derneği‘nin Diyarbakır şubeleri ve Tes-İş Diyarbakır 1
No‘lu Şube‘nin 25 Temmuz 2012 tarihinde yaptıkları ortak
açıklama ile dile getirdikleri Diyarbakır başta olmak üzere bölgede
yaşanan elektrik kesintileri ve gerilim dalgalanmalarına çözüm
bulunması taleplerine sürgünle yanıt verildi. EMO Diyarbakır Şube
Yönetim Kurulu Başkanı İdris Ekmen, Başkan Yardımcısı Murat Çelik,
ESM Diyarbakır Şube Başkanı Alican Çetinkaya, TES-İş Diyarbakır 1
No‘lu Şube Mali Sekreteri Hüseyin Pınar, EMO ve aynı zamanda ESM
üyesi olan Uğur Yaka ile Onursal Turgut çalıştıkları Dicle Elektrik
Dağıtım AŞ‘den (DEDAŞ), 18 Ekim 2012 tarihinde gerekçesiz olarak
çeşitli illere tayin edildiler.

"İleri
demokrasi"nin her geçen gün başka bir ileri örneğini
yaşadığımız ülkemizde kamunun çıkarlarını korumak üzere hareket
eden örgütler ve yöneticileri yalnızca fikirlerini beyan ettikleri için
cezalandırılmışlardır. Hatta yapılan basın toplantısına dinleyici
olarak katılanlar bile sürgün edilmişlerdir. Bu cezalandırmanın
ardında Diyarbakır‘da soruşturma ve suç duyurusu konusu olan
ilişkileri gizleme telaşı yatmaktadır.

AKP
Hükümeti döneminde yanlış enerji politikalarının bedeli elektrik
kullanıcılarına pahalı ve kalitesiz elektrik sunumu nedeniyle can ve mal
kaybı olarak yansırken, çalışanlar da liyakat esası yok sayılarak
siyasal yandaşlık gözetilerek atanan yöneticilerin elinde pek çok
baskıya maruz kalmaktadır. Hakkında TEDAŞ Teftiş Kurulu Başkanlığı
tarafından Savcılığa suç duyurusu yapılması ve disiplin cezası
uygulanması istenen DEDAŞ yöneticilerinin bu denli koruma altına
alınmasının nedenleri kamuoyuna açıklanmalıdır.

align="justify">Liyakat esası gözetilmeksizin siyasal yandaşlıkla
yapılan atamaların yanında hukuk kurallarını hiçe sayan yönetim
anlayışı da yaşanan sorunların temelini oluşturmaktadır. Her seferinde
hukukun ve yasal mevzuatın arkasından dolanılmakta, siyasal iktidar yargı
kararlarını hiçe saymaktadır. Enerji alanı da bütünüyle
denetimsizliğe mahkûm edilmiştir. Böyle bir ortamda usulsüzlük ve
şaibelerin üzerine gidilmesi bir yana bunu gören ve uyaran örgütlerin
üzerinde baskı uygulanmaktadır.

Yaşanan acı
olaylardan ders çıkarılmamakta, kamu yararı esasıyla çalışanlar
cezalandırılmakta, ne yazık ki usulsüzlük ve çeşitli şaibeler
aydınlatılmak bir yana sözü dahi edilemeden kapatılmaktadır.
Usulsüzlüklere ve yolsuzluklara karşı verdiği mücadelede önce
sürgünlere uğramış, ancak pes etmemiş olan Üyemiz ve TEDAŞ
çalışanı Hasan Balıkçı‘nın 10 yıl önce uğradığı hain
saldırı sonucunda yaşamını yitirdiği 18 Ekim gününde,
DEDAŞ‘ın EMO ve sendika yöneticilerini sürgün etmiş olması da
ayrıca bizim için manidardır. Hasan Balıkçı‘nın onurlu
mücadelesinin izinde olan EMO‘nun bu tür ilişkilere bugüne kadar
göz yummadığı ve bundan sonra da göz yummayacağı bilinmelidir.

align="justify">Bölgedeki enerji sorunu giderek artmakta, sorunların
çözümü için uğraşmak yerine bu sorunların çözümü için çaba
harcayan, bu sorunları dile getiren kişiler ve kurumlar
cezalandırılmaktadır. Burada cezalandırılan yalnızca kişiler değil,
bugüne kadar aldıkları tavırla kamu çıkarlarını korumaya çalışan
emek ve meslek örgütleridir. AKP Hükümeti doğrudan hak arama mücadelesi
yürüten demokratik kitle örgütlerini hedef almaktadır.
Başbakan‘ın 20 Ekim‘de Elazığ‘da yaptığı "Bu
güzel ülkemizde işlerin artık geçmişle mukayese edilemeyecek derecede
düzgün yürüdüğü ortada. Vicdan sahibi herkes artık bunu kabul ediyor.
Türkiye‘de herhangi bir hak mücadelesine şiddetle karşı çıkan
bir hükümet vardır" açıklamasıyla ortaya koyduğu demokrasimizin
"ilerlediği" bugünkü ortamda yalnızca şiddete başvuranlar
değil, fikir beyanları ve her türlü hak mücadelesi
cezalandırılmaktadır. Diyarbakır‘da yaşanan bu sürgünler de
faşizan bir yönetim anlayışının göstergesidir. align="justify">AKP Hükümeti‘nin her alanda
yürüttüğü piyasacı zihniyet; kamu kurumlarına dönük olarak önce
kadrolaşma ardından kanun hükmünde kararnamelerle yeniden yapılandırma
adı altında yürütülen uygulamalarla somutlaşırken, ülkenin
kaynakları rant amaçlı olarak dönüşüme ve el değişimine tabi
tutulmaktadır. Emek ve meslek örgütlerinin bu rant paylaşımına karşı
her türlü platformda gösterdikleri dik duruştan rahatsız olunmaktadır.
Sendikalar ve meslek örgütlerine yönelik olarak sistemli saldırılar
gerçekleştirilmektedir. İşte bu sürgünler de sistemli saldırıların
bir parçasıdır. Kurumlardaki haksız uygulamalara karşı seslerini
çıkaranların gözlerini korkutmaya yönelik alınan sürgün kararlarını
kınıyor ve protesto ediyoruz. Kimsenin konuşmadığı; siyasal iktidarın
her yaptığının, her dediğinin alkışlanarak göklere çıkarıldığı
bir ortamın yaratılmasından amaçlanan nedir? Bugün gelinen noktada bu
sorunun gerçekten sorulması gerekmektedir.

Enerji ve
Tabii Kaynaklar Bakanı başta olmak üzere TEDAŞ ve DEDAŞ‘ı derhal
bu sürgün kararnamelerini geri almaya; çalışanların, emek ve meslek
örgütlerinin sesini kısmaya çalışmak yerine ülkenin enerji
sorunlarını çözmek, yolsuzluk ve usulsüzlükleri önlemek için mesai
harcamaya çağırıyoruz. Diyarbakır Şubemiz nezdinde yapılan
saldırıyı tüm örgütümüze yapılmış bir saldırı olarak
görüyoruz. Bu tür saldırılar bugüne kadar EMO‘yu yürüttüğü
mücadeleden geri döndürememiş ve döndüremeyecektir. Ne bu saldırının
ne de bundan sonra yapılacak baskı ve tehditlerin EMO‘nun sesini
kısamayacağını kamuoyuna duyuruyoruz.

ELEKTRİK
MÜHENDİSLERİ ODASI

43. DÖNEM YÖNETİM KURULU

22 Ekim 2012 Pazartesi

HÜKÜMET, BİR AN ÖNCE İNSANİ VE DEMOKRATİK TALEPLERİ KARŞILAMALI, AÇLIK GREVLERİNDE ÖLÜMLERE YOL AÇMAMALIDIR!

HÜKÜMET, BİR AN ÖNCE
İNSANİ VE DEMOKRATİK TALEPLERİ KARŞILAMALI, AÇLIK GREVLERİNDE
ÖLÜMLERE YOL AÇMAMALIDIR!

DİSK Genel Başkanı Erol Ekici’nin, cezaevlerinde 41.
güne giren açlık grevlerine ilişkin açıklaması:

face="Tahoma, Arial, Helvetica, sans-serif">Hükümet, bir an önce insani ve
demokratik talepleri karşılamalı, açlık grevlerinde ölümlere yol
açmamalıdır!

Cezaevlerindeki 600’ü aşkın tutuklu ve hükümlünün
insani ve haklı talepler için bedenlerini feda etmeyi göze alarak
başlattığı süresiz-dönüşümsüz açlık grevlerinde 41. güne
gelindi. 15 Ekim’de açlık grevine dahil olanlar arasında BDP
Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız, Van Belediye Başkanı Bekir
Kaya, avukatlardan Cengiz Çiçek, gazeteciler Faysal Tunç, Pervin Yerlikaya
gibi çok sayıda isim var.

Eyleme 12 Eylül tarihinde başlayan ilk gruptaki 63
kişi için bu tarih hayati bir öneme sahip. 41. günden sonra B1 vitamini
alınmazsa tutsaklarda en iyi ihtimalle vücut fonksiyonlarını işlemez
kılan hafıza kaybına yol açan Wernicke Korsakof hastalığı meydana
gelecek.

Siyasi iktidar ise, yine bildiğimiz gibi. Açlık grevlerinde en
riskli günlere girildiği ve ölüm haberlerinin gelmesinin an meselesi
olduğu bu kritik dönemde AKP Hükümetinden “çıt” yok!..

Kürt
Sorunu’nun çözümü konusunda halkın demokratik taleplerinin
karşılanmasına “soğuk” bakan AKP, “sıcak
çatışmalarla” sorunun üstesinden geleceği yanılsamasını (veya
bilinçli tercihini) sürdürüyor, demokratik Kürt siyasetini ise
operasyonlarla, yasaklama ve baskılarla “bitirmeye”
çalışıyor. Yılların acıları ve deneyimlerinden geçmiş Kürt
halkının direnci kırılıp, iradeleri teslim alınmaya çalışılıyor.

AKP
geçmişten “ders çıkartmak” değil, iktidarlarını tamamen
tesis etmek ve “nihai” zaferlerini ilan etmek için büyük bir
engel olarak gördükleri Kürt muhalefetini ortadan kaldırmak istiyor.
Seçilmiş yüzlerce insanı ve Kürt siyasetinde demokratik mücadele veren
binlerce insanı cezaevlerine doldurmanın; silah ve şiddetle
kazanamayacaklarını bildikleri bir savaşı yükseltmenin; yeni ölümlere,
acı ve gözyaşlarına davetiye çıkarmanın başka bir anlamı yok!.. AKP,
kendi iktidarını sağlamlaştırmanın yöntemini, muhalefetin
“fiziki” olarak ortadan kaldırılmasında görüyor.

Kürt siyasi
tutsaklarının haklı ve insani taleplerine sessiz ve duyarsız
kalınamaz!..

AKP bu yanlış tutumunda ısrar etmekten vazgeçmeli, bir an
önce insani ve demokratik talepleri karşılayarak, açlık grevlerinde
ölümlere yol açmamalıdır! Aksi halde, çözüm “makamı”
olarak kapısını insanlığa kapatan AKP iktidarı olası ölümlerden
sorumlu olacaktır.

 

Kaynak: href="http://www.disk.org.tr">www.disk.org.tr

DEVRİMCİ MÜCADELEDE MÜHENDİS MİMARLAR KAMPANYA ÇALIŞMASINA DEVAM EDİYOR

DEVRİMCİ MÜCADELEDE
MÜHENDİS MİMARLAR KAMPANYA ÇALIŞMASINA DEVAM EDİYOR

style="color: rgb(33, 33, 33); font-family: sans-serif, Arial, Verdana,
Helvetica; font-size: 13px; background-color: rgb(255, 255, 255); ">Devrimci
Mücadelede Mühendis Mimarlar 18 Ekim 2012 tarihinde Orta Doğu Teknik
Üniversitesi'nde ''Türkiye'de Hukuk Yok
Mu? Adalet İstiyoruz! İLHAN KAYA VE BARIŞ ÖNAL'A
ÖZGÜRLÜK
'' kampanyası çerçevesinde masa açarak,
öğrencilere Türkiye'de devrimciler üzerine üretilen komploları ve
yalanları teşhir ederek, devrimcilerin asıl tutukluluk gerekçelerinin
demokratik hak mücadelesi vermeleri olduğunu anlattı. Fizik bölümü
önünde açılan masada, Grup Yorum'un türküleri eşliğinde 800 adet
bildiri dağıtıldı. Öğrencilerle yapılan sohbetlerde İlhan Kaya ve
Barış Önal'ın tutuklanmalarının yasal gerekçelerinin olmadığı
ve tamamen keyfi, hak ve özgürlükler mücadelesi verenleri yıldırmaya
yönelik tutuklamalar olduğu anlatılarak, komplolarla tutuklanan İnşaat
Mühendisleri İlhan Kaya, Barış Önal ve diğer devrimcileri zulmün
zindanlarından alana kadar mücadele edileceği Devrimci Mücadelede
Mühendis Mimarlar tarafından bir kez daha aynı kararlılıkla söylendi.
Açılan masaya Odtü öğrencilerinden de destek verilerek hep birlikte
bildiri dağıtımı yapıldı. Kampanya masası dışında aynı gün
içerisinde ODTÜ İngilizce Hazırlık Binası'nda kampanya için
hazırlanan kuşlamalar atıldı ve öğrenciler tarafından büyük bir
ilgiyle karşılandı. Aynı hafta içerisinde yine Devrimci Mücadelede
Mühendis Mimarlar okuldaki akademisyenleri gezerek kampanyayı anlatmaya
devam etti. Bu haftaki programda İnşaat Mühendisliği Bölümü'ndeki
akademisyenler ve araştırma görevlileri gezildi. 17 Ekim 2012 akşamı ise
İlhan ve Barış'ın resimlerinden oluşan şablonlar kampanya duyurusu
yapmak amacıyla ODTÜ yurtlar bölgesindeki duvarlara
yapıldı.

src="http://ivmedergisi.com/files/resim/17102012090.jpg" style="width: 500px;
height: 375px; " />

style="color: rgb(33, 33, 33); font-family: sans-serif, Arial, Verdana,
Helvetica; font-size: 13px; background-color: rgb(255, 255, 255); "> alt="" src="http://ivmedergisi.com/files/resim/17102012091.jpg" style="width:
500px; height: 375px; " />

style="color: rgb(33, 33, 33); font-family: sans-serif, Arial, Verdana,
Helvetica; font-size: 13px; background-color: rgb(255, 255, 255); "> alt="" src="http://ivmedergisi.com/files/resim/15102012085_0.jpg"
style="width: 500px; height: 375px; " />

Cezaevi mektubu / Nail Güreli

Cezaevi mektubu / Nail
Güreli

“Ben Semiha Eyilik, Sincan Kadın Kapalı
Cezaevi’nden yazıyorum size.
28 Mart 2012 tarihinden bu yana
tutukluyum. Halen dava açılmış değil. Dosyamızda tutukluluk kararı
var. Tutuklandığımız gece polisin hazırladığı fezlekeden hâkimin ve
savcının sorduğu sorulardan biliyoruz o kadar. Her ay hücremizin
mazgalından bir kâğıt uzatıyorlar, yeni deliller elde edilemediğinden
tutukluluk halinin devamına diye. (...)
Mahkemede tutuklanmama gerekçe
yapılan suçlamalar; Ankara Haklar Derneği’nde toplantı
yapmışsınız. Polis sizi dinlemiş. Toplantı yaptınız mı? Ben de
diyorum, evet yaptık, çünkü ben o tarihte derneğin başkanıyım.
Tüzük gereği de toplantımızı dernek merkezinde yapmak yasal hakkımız,
ki derneğimiz meşru ve yasaldır. Dernekler Masası tarafından
onaylanmış tüzüğümüz var.
Başka bir suç; şu tarihte şu kişi
ile Çorum ilinde görünmüşsünüz, bu kişiyle ne amaçla
görüştünüz? Ben de diyorum ki, o kişi benim kardeşim.
Basın
açıklamasına gitmişsiniz. Gittim diyorum. Ben TAYAD’lıyım. Halk
Cephesi’nin açıklamalarına da katılırım. Kısacası,
vatandaşlık haklarımı kullanmaktan kaynaklı suçlanıyorum ve uzun süre
tutukluyum, daha da süreceğe benziyor.”

Bir
kitap

Adalet mi diyorsunuz? Alın size yılların
gazetecisi, araştırmacı yazar Belma Akçura’nın kitabını. Titiz
bir çalışma ürünü olan kitapta Türkiye Cumhuriyeti’nin
kuruluşundan günümüze kadar yargının verdiği pek çok siyasi ve
hukuksuz karar yer alıyor. Bir Ermeni’yle arkadaş olmayı dava konusu
yapmaya, bir Yahudi’nin mülkünü elinden almaya, bir Kürt’ün
kardaki ayak izini delil saymaya, işkencede ölenlerin dosyalarını
kaybetmeye kadar pek çok trajikomik adli vaka... Kitabın adı bile adli
bürokrasinin klasik gerçeğini sergiliyor: “Olay Yargıya İntikal
Etmiştir”, İmge Kitabevi, Eylül 2012.
Ya peki, Uludere’de
savaş uçaklarıyla 34 sivilin öldürülmesinin adaleti nerede? />Bombalama emrini veren/onaylayan kim? Kim? Kim? Yarın 300 gün oluyor, 300
gün! Adalet nerede?

AKP Hükümeti Kemeri Emekçilerin Boğazında Sıkıyor!

AKP Hükümeti Kemeri
Emekçilerin Boğazında Sıkıyor!

style="line-height: 120%; font-size: 10pt">Günümüzde yaşanan ekonomik
kriz hem içeride hem de dışarıda, yıkıcı etkisi ile devam etmektedir.
Bugün ekonomik krizin derinleştiği, iflasın eşiğinde olan ülkeler
“kemer sıkma” yöntemleri ile krizin faturasını
emekçilerden çıkartmaya yönelirken, büyük bir insanlık krizinin de
görüntüleri oluşmaktadır.

style="line-height: 120%; font-size: 10pt">Bugün İspanya ve Yunanistan
emekçileri parlamento önündeki meydanları birer direniş alanına
çevirirken, gasp edilen haklarının ve insanca yaşam koşullarının iade
edilmesi için sürdürdükleri mücadelede kararlı olduklarını da ortaya
koyuyorlar.

 

 

class="rteleft">Ülkemizde ise AKP hükümeti
“büyüyen ve güçlü bir ekonomi”nin var olduğunu savunurken,
aynı anda krizi en derin yaşayan ülkelerdeki emekçilere dayatılan
koşulları aratmayacak biçimde kemeri emekçilerin boğazında sıkmaya
ısrarla devam ediyor.

Bu süreçte AKP hükümeti 657 sayılı Kanunda yapmak istediği
düzenleme ile kamu emekçilerini iş kaybı tehlikesinin,
sendikasızlaşmanın ve daha düşük ücretlerin bulunduğu
güvencesizliğe doğru hızla itiyor. Yetmezmiş gibi “bütçe”
bahanesi ile sosyal harcamaları en alt düzeye indirmeye ve en temel kamu
hizmetlerini neredeyse tümüyle piyasanın hizmetine devretmeye çabalıyor.
Bugün gelinen nokta, emekçilere daha ağır çalışma koşullarının
dayatıldığı, sömürünün daha da sertleştiği ve geleceğin belirsiz
bir karanlığa doğru sürüklendiği, ARTIK BARDAĞIN TAŞTIĞI SON
NOKTADIR
!

Bugünlerde AKP kanadından açıklama üzerine açıklama, tasarı
üzerine tasarı gelmektedir. Oldubittiye getirilen yasalar artık neredeyse
gece yarısı operasyonları şeklinde bizlere dayatılmak istenmektedir.
Nabız yoklamak için en son ortaya atılan emeklilik yaşının
yükseltilmesi ve kıdem tazminatının törpülenmesi gibi açıklamalardan
da anlaşılan odur ki, AKP hükümetinin emekçilerin sosyal ve özlük
haklarına ilişkin planları gelecekte daha da sertleşerek devam edecektir.

Ardı arkası
kesilmeyen bu dayatmalar zincirinde önceki hafta, işten atılmayı ve
düşük ücreti keyfi bir hale getirecek olan performansa dayalı
ücretlendirme karşımıza çıkmıştı. Bu hafta ise 2013 yılı Bütçe
Kanun Tasarısı ile sıra fazla mesai ücretlerinin kaldırılmasındaydı.
Ayrıca aynı tasarıda yer alan kamuya ait kreşlere, misafirhanelere ve
spor tesislerine hiçbir şekilde yeni personel alınmayacağı ve bu
alanlara hiçbir şekilde bütçeden ödenek aktarılmayacağı maddesi de
yürütülen bilinçli saldırı politikasının yeni girişimleri oldu.

Bugün yoksulluk
sınırının 3,351 TL olduğu koşullarda kamu emekçilerinin ortalama
geliri 1,546TL'dir. Performansa dayalı ücretlendirme ve fazla mesai
ücretinin kaldırılması ile hiç kuşku yok ki yoksulluğun pençesine
mahkum edilen kamu emekçilerinin sayısı daha da artacaktır. AKP
hükümeti, bu koşullarda daha ağır sömürüye maruz kalan emekçiler
için ayrıca bir de zorunlu giderler yaratmaktadır. Kreş, çocuk
bakımevi, spor tesisi ve benzeri sosyal tesislerin giderlerinin bundan
böyle bütçeden karşılanmaması kararı ile birçok ek maliyet yine
emekçinin sırtına yüklenmiş olacaktır
. Çalıştığı için
çocuğuna bakamayan aileler zorunlu olarak çocuğunu kreşe vermek
isteyecek ve aylık yaklaşık 1,000 TL gibi ek bir maliyetle karşı
karşıya kalacaklardır
. Buradan da anlaşılan odur ki, AKP
hükümetinin artık emekçilerden beklediği var olan ücretleri ve her gün
bir yenisi dayatılan yeni giderleri ile hayatta kalmak için mucizeler
yaratmasıdır.

AKP hükümetini bir kez daha uyarıyoruz, KESK olarak bu dayatmalara
asla izin vermeyeceğiz!

style="font-size: 10pt">Kazanılmış haklarımıza göz dikenler, belli
sermaye çevrelerini sürekli bizden aldıkları ile besleyenler dikkat
etsinler, her adımlarında karşılarında emekçilerin barikatını, kamu
emekçilerinin örgütlü gücü KESK'in “Geçit Yok”
duvarını göreceklerdir.

style="font-size: 10pt">KESK Yürütme Kurulu

21 Ekim 2012 Pazar

TÜLİN AYDIN BAKIR VE HASAN BALIKÇI ANILDI

TÜLİN AYDIN BAKIR VE HASAN
BALIKÇI ANILDI

19 ekim 2012 günü Devrimci Mücadelede
Mühendis Mimarlar +İvme Dergisi bürosunda Tülin Aydın Bakır ve Hasan
Balıkçı’yı anma etkinliği gerçekleştirdi. Anma devrimci
mücadelede şehit düşenler anısına bir dakikalık saygı duruşuyla
başladı. Daha sonra Tülin Aydın Bakır ve Hasan Balıkçı’nın
hayatlarını ve mücadelelerini anlatan kısa bir sinevizyon gösterimi
yapıldı.

Tülin Aydın Bakır 1963, Kars Sarıkamış
doğumluydu. 1983'de YTÜ öğrencisiyken mücadeleye katıldı.
EMEKAD'da, DEMKAD'da kadınların örgütlenmesi faaliyetlerinde, EMO
bünyesinde mimar ve mühendislerin devrimci mücadelesinde yeraldı. 24 Ekim
1999'da kanser hastalığı onu aramızdan aldı.

Hasan Balıkçı
1961 Adana Seyhan Kayışlı Köyü doğumluydu.  Hasan, lise
yıllarında mücadele ile tanıştı. 12 Eylül sonrasında gençliğin
mücadelesinde yer aldı. 2000 ölüm orucu direnişine, Adana
Dayanışma-Der'de çalışmalarıyla destek oldu.1998-2000 EMO Adana
Şubesi YK üyeliği ve Adana İKK Sekreterliği görevlerinde bulunmuştur.
Adana Enerji Yapı Yol-Sen’in kurucusu ve başkanıdır. Adana
TEDAŞ’ta orta ve büyük sanayi kuruluşlarının elektrik
kontrolörlüğünü yapmış, aldığı ölüm tehditlerine rağmen kaçak
elektrik kullanan sanayi kuruluşlarının üzerine giderek bu kuruluşlara
cezalar vermiş, TEDAŞ’ın dolayısıyla kamunun zarara sokulmasına
engel olmuştur. Bu durumdan rahatsız olan mafya-işadamı-bürokrat
işbirliğiyle Şanlurfa’ya sürgün edilen Hasan Balıkçı 18 Ekim
2002’de Şanlıurfa’da, Adana’dan gönderilen bölgesel bir
Susurluk çetesince katledilmiş devrimci bir mühendistir.

Tülin
Aydın Bakır ve Hasan Balıkçı hayatları boyunca örgütlü mücadeleden
yana taraf olmuşlardır. Mühendis mimarların sorunlarını halkın diğer
kesimlerinin sorunlarından hiçbir zaman ayırmamışlar, halkın mühendisi
olmuşlardır. Mücadelelerinde gösterdikleri kararlılıkları, dik
duruşları, bedel ödeme pahasına düşüncelerini savunmaları hepimize
örnek olacaktır. Anıları mücadelemizde yaşayacaktır.

19 Ekim 2012 Cuma

Cansel Malatyalı Zaferi - Destekçi Kurumların Basın Açıklaması

Cansel Malatyalı Direnişi Zaferle Sonuçlandı

YAŞASIN DİRENİŞ YAŞASIN ZAFER

YAŞASIN DİRENİŞ YAŞASIN
ZAFER

İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) tarafından
"performans düşüklüğü" gerekçesiyle işinden atılan Cansel
Malatyalı, 8 ay boyunca İMO önünde direnişini sürdürdü. Direnişi
boyunca İMO yönetimi ve çalışanlarının sözlü ve fiziki
saldırılarına uğradı, emekten ve demokrasiden yana olduğunu iddia eden
kurumlar tarafından yalnız bırakıldı, çalışma arkadaşları
tarafından yalnız bırakıldı, sendikası TEZ-KOOP İŞ tarafından yarı
yolda bırakıldı, AKP'nin polisi tarafından İMO'nun şikayeti
üzerine sekiz kez işkence ile ailesi ve ona destek veren devrimcilerle
birlikte gözaltına alındı. Cansel Malatyalı işini geri alabilmek için
8 ay boyunca direndi, en son aynı gün içerisinde 2 kez İMO-Polis
işbirliği ile gözaltına alındıktan sonra, başka yol kalmadığını
anlayarak süresiz açlık grevine başladı. Bugün direnişinin 243.,
açlık grevinin 43. gününde tarih bir kez daha gösterdi ki kazanalar hep
direnenler olmuştur. İMO'nun bugün yapmış olduğu açıklama ile
tüm talepleri karşılanarak eski işine geri alındı. Gün içerisinde
Cansel Malatyalı ile işe iadesine dair sözleşme yapıldı.  Cansel
Malatyalı bugün saat 17.30'da İMO önünde kendisinin ve destek veren
devrimci kurumların ayrı ayrı yaptığı açıklamalarla direnişini
zaferle sonuçlandırdı.

Cansel Malatyalı'nın
açıklaması;

style="font-family:arial,helvetica,sans-serif;">"

  Karşı koymazsak eğer  tehlikededir günlük ekmeğimiz  bacamızın tütmesi tehlikededir  evimiz, aşkımız, çocuğumuz  pencerede saksı  kitap sevgisi, insan sevgisi  tehlikededir.    Gözlerini ölüm bürüdü onların  uyumak, uyanmak tehlikededir,  tehlikededir çiçek koklamak  bardakta su, ateşte yemek  bahçede güneş tehlikededir.  

(Arif
Damar)

style="font-family:arial,helvetica,sans-serif;">Merhaba dostlar
yoldaşlar,

style="font-family:arial,helvetica,sans-serif;">İlk günden bugüne
kadar fiilen ve ideolojik olarak kazanacağımı biliyordum. Bu inancımı
Kızıldere'de yankılanan "biz buraya dönmeye değil ölmeye
geldik" şiarından aldım.

style="font-family:arial,helvetica,sans-serif;">Direnişte bana
destek veren bütün kişi ve kurumlara teşekkür
ediyorum.

style="font-family:arial,helvetica,sans-serif;">Özellikle Sincan
Ftipi hapishanesinde yatan İlhan Kaya ve Barış Önal nezdindebana ayrıca
destek veren devrimci tutsaklara zaferin selamını
gönderiyorum.

style="font-family:arial,helvetica,sans-serif;">Ayrıca yanlıştan
dönmeyi gurur sorunu yapmayan İMO yönetiminin bu son tavrının diğer
demokratik kitle örgütlerine örnek teşkil etmesini temenni
ediyorum.

style="font-family:arial,helvetica,sans-serif;">Emekçiyiz Haklıyız
Kazanacağız!"

 

style="font-family:arial,helvetica,sans-serif;"> style="font-size:18px;">Destek veren kurumların basın
açıklaması;

"CANSEL MALATYALI KAZANDI !..
DİRENİŞ KAZANDI !..

İnşaat Mühendisleri Odası (İMO)
Yönetimi tarafından “performans” gerekçesiyle işinden />atılan; “çalışma hakkı gaspedilen” Cansel MALATYALI,
işyeri önünde kurduğu çadırında 8 ay direndi.

Defalarca
gözaltına alındı, saldırılara uğradı, çadırı, eşyaları
sökülüp atıldı, mücadelesine karşı
yoğun bir karalama
kampanyası yürütüldü, uzun süren çeşitli oyalamalar sonucunda;
“ona iş bulduk, çalışmadı” gibi gerçekdışı iddialarla
kamuoyu yanıltıldı.

En son 13-14 Eylûl 2012 günlerinde 24
saat dolmadan peş peşe iki kez gözaltına alınıp Polis
şiddetine
maruz bırakıldıktan sonra direnişini; “süresiz açlık
grevine” çevirdi.

Bugün açlık grevinin 36. Günü. />
Artık “kritik” denebilecek bir sürece doğru hızla
yaklaştı. Her an iç organlarından bir ya da
birkaçında geri
dönülmez arızalar-sakatlıklar ortaya çıkabilirdi.

“Ben
işime geri dönmek istiyorum…” dedi.

Bu son derece
yalın, meşru, haklı ve insanî talep karşısında Onu işten atanlar ise
inanılmaz
derecede katı, acımasız “patron” tavrıyla;
“Cansel MALATYALI bir daha İMO’dan içeri adımını
atamaz…” demeye devam ettiler

Dahası
“performans” gibi bir gerekçeyle işten attığı bu direngen
kadın emekçinin ve
dostlarının İMO’ya girişini engellemek
için 8 ayda fazladan 10 tane “güvenlik elemanı” istihdam />edebildiler. Cansel MALATYALI’nın haklı ve meşru talebi
doğrultusunda arabulucu olmak isteyen, görüşme talebinde bulunan,
heyetler oluşturup görüşen devrimci-demokrat sosyalist kurum
temsilcilerine, insan hakları savunucuları ile emek örgütü
temsilcilerine itibar etmediler, hatta bu kurumları da sürecin dışına
itmek için çeşitli baskı ve karalama yöntemlerine başvurdular.
/>Daha da ötesi büyük bir pervasızlık içinde; kendilerine hiç toz
kondurmadan; arabulucu
olmaya çalışan kurumlara; “çok
seviyorsanız Cansel MALATYALI’ya siz iş verin..” diyebildiler,
Cansel MALATYALI için yapılan destek eylemlerine; “orta oyunu”
diyecek kadar dillerini bozdular, hatta ve hatta; “Cansel
MALATYALI’ya zarar gelmesini istemiyorsanız Onu açlık grevinden
vazgeçirin…” diye hiç de yabancısı olmadığımız
“devlet dili”yle hitap edebildiler.

Aslında bugün
burada İMO (ve TMMOB) yöneticilerinin ne dediğini tartışmak da çok
anlamlı
değildir.

Cansel MALATYALI direnişe
başladığında mevsim kıştı. İlkbahar-yaz geçti, şimdi sonbahar da />bitmek üzere…

Ve bu gün açlık grevinde 36. Gün. Bir
kadın emekçi, atıldığı işine geri dönmek için verdiği
onur
mücadelesinde bedenini ortaya koymuş.

Emekçilerin, ezilenlerin
hangi mücadele yöntemini seçeceğine biz karar veremeyiz ve meşru />zeminlerde yürüttükleri mücadelelerde herhangi bir biçimde onların
iradesini kırmak da bizim işimiz değildir.

Biz bu gün burada
esas olarak; “sınıf dayanışmasına, devrimci dayanışmaya..”
ve her şeyden
önce 8 aylık direnişinde bedenini ortaya koyan, onur
mücadelesi veren direngen bir kadın emekçi için “insanî”
duyarlılığa davet etmek için toplandık.

Cansel’in iş
arkadaşlarına, onunla 10+4.5 yıl aynı havayı soluyan İMO ve TMMOB />çalışanlarına, sınıf kardeşlerine, bu güne kadar şu ya da bu
nedenle uzak durmuş bütün “devrimci- demokrat” kamuoyuna,
emekçilere, ezilenlere, aydınlara, yazarlara, gazetecilere, halkın
temsilcisiolan parlamenterlere seslenmek üzere geldik.
/>“Kurtuluş yok, tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz..”
demek için neyi bekliyoruz ? “Sınıf
dayanışmasını...”
dillerde “retorik” olmaktan çıkarıp somuta indirgemek için;
şimdi değilse ne zaman? Her gün yanından geçerek içeri girdiğiniz
işyerinin önüne, bir gün hep birlikte bir demet çiçek alıp inmek, iş
arkadaşınızı, sınıf kardeşinizi sahiplenmek ço mu zor ?…Demek
için geldik

Biz artık İMO (ve TMMOB) yöneticilerine bir şey
demiyoruz !..

…derken nihayet İMO’dan açıklama
geldi !..

Meğer Cansel MALATYALI pekâlâ İMO’ya geri
dönebiliyormuş !..

İMO yönetimi Cansel MALATYALI’yı
tekrar aynı işine başlatacağını sitesinde duyurdu.

Gönül
isterdi ki bu iş bu kadar uzamasın. Cansel MALATYALI da bu kadar eziyet
çekmesin,
İMO yönetimi de bu kadar yıpranmasın.

Bir de
işe alırken biraz daha özeleştirel bir dil kullanılabilseydi çok daha
iyi olurdu.

Yine de işçi sınıfı kazandı, emek kazandı,
direnen bir kadın emekçi kazandı, devrimci
dayanışma kazandı,
sınıf dayanışması kazandı.

Umarız bu; bundan sonra da emek
ve meslek örgütlerinden pervasızca işten atmalara karşı
bir
dayanışma ve mücadele örneği olur.

Yaşasın devrimci
dayanışma

Yaşasın sınıf dayanışması

Zafer
direnen emekçinin oldu

Yaşasın direniş, yaşasın zafer />
İşçiyiz, haklıyız kazanacağız"

İHD ANKARA
ŞB, ÇHD ANKARA ŞB, ANKARA DÜŞÜNCEYE ÖZGÜRLÜK GİRİŞİMİ, ÖZGÜR
ÜNİVERSİTE, ALINTERİ, ANKARA EĞİTİMSEN 5 NOLU ŞB, BDSP, DP, EDP, ESM
ANKARA 1 NOLU ŞB, HALK
CEPHESİ

http://www.ivmedergisi.com/node/add/ivme-yazi

DİSK Başkanı Ekinci: İşçi Sınıfı Bu Yasaya Sığmaz

DİSK Başkanı Ekinci:
İşçi Sınıfı Bu Yasaya Sığmaz

 

style="padding: 0px; margin: 0px 0px 10px; font-size: 12px; font-family:
Helvetica, Arial; background-color: rgb(255, 255, 255); ">
class="no_space" style="padding: 0px; margin: 0px; font-size: 28px; color:
rgb(54, 57, 61); height: auto; ">Yasalaşan
Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Yasa Tasarısı'na tepki gösteren
DİSK Başkanı Erol Ekinci, "12 milyon kayıtlı işçinin ancak 2
milyon 700 bini sendikal haklarından faydalanabilecek"
dedi.
 

style="padding: 0px; margin: 0px; float: left; color: rgb(143, 143, 143);
">Ankara - BİA Haber Merkezi
19 Ekim
2012, Cuma
 
http://www.bianet.org/images/dot_h.png);
background-position: 0% 100%; background-repeat: repeat no-repeat;
"> 
 
style="padding: 0px; margin: 0px; font-family: Helvetica, Arial; font-size:
12px; background-color: rgb(255, 255, 255); "> 
style="padding: 0px 0px 10px; margin: 0px 0px 10px; background-image:
url(http://www.bianet.org/images/dot_h.png); background-color: rgb(255, 255,
255); font-family: Helvetica, Arial; font-size: 12px; background-position: 0%
100%; background-repeat: repeat no-repeat; ">

origwidth="501" src="http://www.bianet.org/resim/olcekle/41822/501/260"
style="padding: 0px 3px; margin: 0px; border: none; " width="490" />

style="padding: 0px; margin: 10px 0px 0px; ">TBMM Genel Kurulu'nda
yasalaşan Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Yasa Tasarısı'na tepki
gösteren DİSK Genel Başkanı Erol Ekinci, "12 milyon kayıtlı işçinin ancak 2
milyon 700 bini sendikal haklarından faydalanabilecek" dedi. style="padding: 0px; margin: 10px 0px 0px; ">Yasayla birlikte işkolu
barajı, yüzde 10'dan yüzde 3'e düşürüldü; işkolu sayısı
ise  28'den 20'ye düşürüldü.

Eski yasada 30'un altında işçi çalıştıran
yerlerde sendikal faaliyetler nedeniyle işten çıkartmalarda işe iade ya
da tazminat davası açılabiliyordu. Bu yasa ile bu hak ortadan
kaldırıldı. İş kolu sayısı da düşürüldüğü için bazı iş
kollarında fiili olarak sendikalaşma ortadan kalkmış oldu.

style="padding: 0px; margin: 10px 0px 0px; ">Devrimci İşçi Sendikaları
Konfederasyonu
 (DİSK), "Yasasız, barajsız sendika
yasası" pankartı ile dün meclis önünde "İşçi sınıfı bu
yasaya sığmaz" dedi.

Yasayla işçi sınıfının kazanılış haklarının sermaye çıkarları
uğruna feda edildiğini söyleyen Ekinci, "Bu yasayla sendikal haklar
devlet kontrolüne altında üç, beş sektörde, birkaç yüz bin işçi ile
sınırlandırılmak isteniyor" dedi.

Ekinci'nin açıklamasından satır başları:

style="padding: 0px; margin: 10px 0px 0px; ">* Türkiye'de işyerlerinin
ezici çoğunluğunun 30'un altında işçi çalıştıran işyerlerinden
oluştuğu düşünülecek olursa, bu değişikliğin sendikalaşma
açısından önemli bir engel olacağı açıktır. Meclisin Türkiye Odalar
ve Borslaar Birliği (TOBB) ve Türkiye İş Adamları ve Sanayiciler
Konfederasyonu (TUSKON) gibi sermaye örgütlerinin baskısı
doğrultusunda karar vermesi Meclis'in sınıfsal bileşimi konusunu
tekrar akıllara getirmektedir.

* Eğitim, sağlık, ulaştırma, inşaat, gazetecilik, turizm gibi
pek çok sektörde toplu sözleşmeyi imkansız kılacak olan, 30 ve altı
işyerlerinde çalışan işçilerin sendikal güvencelerini dolayısıyla
toplusözleşme haklarını işverenleri kırmamak adına gasp eden bir
anlayışla karşı karşıyayız.

* 6 milyon işçi 30 ve altı işçi çalıştıran işyerlerinde
çalışıyor. Bunların daha önce olan sendikal güvenceleri kaldırıldı.
30 ve üzeri işçi çalıştıran işyerlerinde ise 3 milyon 295 bin işçi
için ise toplusözleşme yapacak sendika kalmıyor. Buna göre 12 milyon
kayıtlı işçinin ancak 2 milyon 700 bini sendikal hakların
faydalanabilecek.

* Baraj
yüzde 3 olarak dün genel kurulda kabul edildi. Hem de komisyondan gelen
taslakta yüzde 1 olan madde değiştirilerek yapıldı. TOBB'un
temsilcileri mi sizi sıkıştırdı da, bu oran her aşamada artarak bu
noktaya geldi?

* Hani
hükümet olarak ILO normlarına saygılıydınız. Hani barajlara
karşıydınız. Hani özgürlükçü sendika yasası çıkartacaktınız.
(NV)

kaynak:bianet.org

"Dövdüler, Öldürmekle Tehdit Ettiler, 'Yine Geleceğiz' Diyerek Gittiler"

"Dövdüler, Öldürmekle
Tehdit Ettiler, 'Yine Geleceğiz' Diyerek Gittiler"

 

class="manset" style="padding: 0px; margin: 0px 0px 10px; font-size: 12px;
font-family: Helvetica, Arial; background-color: rgb(255, 255, 255); ">
class="no_space" style="padding: 0px; margin: 0px; font-size: 28px; color:
rgb(54, 57, 61); height: auto; text-align: justify; ">Sur ve Nakay, evlerinin civarından kaçırıldıklarını, saatlerce
dövüldüklerini ve ellerinde telsiz olan kişilerce ölümle tehdit
edildiklerini anlattı.

style="padding: 0px; margin: 0px; float: left; text-align: justify; "> href="http://www.bianet.org/yazar/ayca-soylemez" style="padding: 0px; margin:
0px; text-decoration: none; color: rgb(26, 106, 177); ">Ayça
SÖYLEMEZ
http://www.bianet.org/images/arr.jpg); float: left; text-align: justify;
background-position: 1px 3px; background-repeat: no-repeat no-repeat; "> href="mailto:ayca@bianet.org" style="padding: 0px; margin: 0px 0px 0px 3px;
text-decoration: none; color: rgb(26, 106, 177);
">ayca@bianet.org
 
class="bilgi" style="padding: 0px; margin: 10px 0px; color: rgb(186, 186,
186); font-size: 11.5px; ">
İstanbul
- BİA Haber Merkezi
19 Ekim 2012, Cuma
 
class="border" style="padding: 1px 0px; margin: 0px; background-image:
url(http://www.bianet.org/images/dot_h.png); text-align: justify;
background-position: 0% 100%; background-repeat: repeat no-repeat;
"> 
 
class="text" style="padding: 0px; margin: 0px; font-family: Helvetica, Arial;
font-size: 12px; background-color: rgb(255, 255, 255); text-align: justify;
"> 
http://www.bianet.org/images/dot_h.png);
background-color: rgb(255, 255, 255); font-family: Helvetica, Arial;
font-size: 12px; background-position: 0% 100%; background-repeat: repeat
no-repeat; ">

src="http://www.bianet.org/resim/olcekle/41818/490/240" style="padding: 0px
3px; margin: 0px; border: none; " width="490" />

"Okmeydanı'ndaki
evimin önünde gece 01:00 civarında sigara içiyordum. Bir erkek
yaklaşarak ateş istedi. Tam çakmağımı çıkarıyordum ki 3-4 kişi
üzerime atlayarak beni bir minibüse bindirdiler. Birinin elinde sopa
vardı, sürekli vuruyorlardı. Polis olduklarını telsiz seslerinden
anladım."

Murat Sur, 11
Ekim gecesi yaşadıklarını böyle anlatıyor.

Halkın Hukuk Bürosu
avukatlarından Günay
Dağ
 ile birlikte Orhan Adli Apaydın Salonu'nda basın
toplantısı düzenleyen Sur, kendisini araca bindirenlerin minibüsü boş
bir araziye götürdüğünü, orada sabah sabaha kadar dövüldüğünü
söyledi.

"Eylemleri benim düzenleyip düzenlemediğimi sordular,
karnıma silah dayadılar. Hem dövdüler hem de hakaret ve küfürlere maruz
kaldım. Sabah 05:00 civarında beni Okmeydanı'na yakın bir yolda
hareket eden aracın içinden attılar, '15 gün sonra yine
geleceğiz' diye bağırarak gittiler."

Avukat Dağ, müvekkiliyle
birlikte 15 Ekim'de İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç
duyurusunda bulunduklarını açıkladı.

Suç duyurusunun ardından Adli Tıp
Kurumu'nda muayene olan Sur, olayın üzerinden dört gün geçmiş
olmasına rağmen vücudundaki morlukların ve darp izlerinin tespit
edildiğini ve rapor aldığını söyledi.

Aynı günlerde,  style="padding: 0px; margin: 0px; ">Birdal Nakay'ın başına da
benzer bir olay geldi. 9 Ekim'de Ümraniye'de bildiri dağıtan
Nakay'ın yanına bir minibüs yaklaştı, içinden çıkan 6-7 kişi onu
zorla araca bindirdi.

Çamlıca ormanına götürülen Nakay'ın elleri
ve ayakları "domuz bağı" yöntemiyle bağlandı, beş saat
boyunca dövüldü, küfür ve hakaretlere maruz kaldı.

style="padding: 0px; margin: 10px 0px 0px; text-align: justify; ">Avukat
Dağ, Nakay'ın ağzına susturucu takılı bir silah dayandığını,
sivil polislerin "Seni burada gebertirsek kimsenin haberi olmaz"
dediklerini aktardı.

Nakay da beş saatin sonunda, Çamlıca yolu üzerinde
hareket halindeki araçtan atıldı. O da suç duyurusunda bulundu, sonuç
bekliyor.

Avukat Dağ bu yöntemlerin 90'lı yıllardan tanıdık
olduğunu, o dönemde infazların, gözaltında kaybetmelerin, faili meçhul
cinayetlerin, işkencenin, asit kuyularına atmaların yaygın olduğunu
belirtti.

"Bin operasyon yapmakla övünen Mehmet Ağar, 'Bu operasyonların kararı
MGK'da alındı' diyerek, bu politikanın 'derin devlet' ya
da 'karanlık güçlerin' değil bizzat devlet politikası olduğunu
itiraf etmişti. Bunlar tarihin tozlu sayfaların kalmadı."
(AS)

kaynak:bianet.org

ÇAĞRI

href=http://www.ivmedergisi.com/node/8866>ÇAĞRI

 

Direnişinin
242. açlık grevinin 36. gününde, Cansel Malatyalı'nın direnişi
zaferle sonuçlanmış, işe iadesi gerçekleşmiştir.

Bugün saat
17:30 da İMO önündeki direniş çadırında Cansel Malatyalı'nın
yapacağı açıklamaya herkesi bekliyoruz.

ÇAĞRI

href=http://www.ivmedergisi.com/node/8865>ÇAĞRI

 

Direnişinin
242. açlık grevinin 36. gününde, Cansel Malatyalı'nın direnişi
zaferle sonuçlanmış, işe iadesi gerçekleşmiştir.

Bugün saat
17:30 da İMO önündeki direniş çadırında Cansel Malatyalı'nın
yapacağı açıklamaya herkesi bekliyoruz.

18 Ekim 2012 Perşembe

Cansel Malatyalı ile Dayanışma Eylemi: Yürüyüş ve Mektup Gönderme

Cansel Malatyalı ile
Dayanışma Eylemi: Yürüyüş ve Mektup Gönderme

 

style="font-family: Tahoma, Verdana; font-size: 16px; text-align: justify;
background-color: rgb(255, 255, 255); ">Aşağıdaki mektup örneği
gönderildikten sonra hep birlikte Cansel Malatyalı'nın direnişine
devam ettiği İMO önüne yürünecek

Cansel Malatyalı işe geri alınsın!

style="font-family: Tahoma, Verdana; font-size: 16px; text-align: justify;
background-color: rgb(255, 255, 255); ">Dayanışma Eylemi: Yürüyüş ve
Mektup Gönderme

style="text-decoration: underline; ">Yer: Yenişehir Postanesi
(Mithatpaşa Cad.)

style="text-decoration: underline; ">Tarih: 19 Ekim 2012
Cuma, Saat:
17:00

Aşağıdaki mektup örneği
gönderildikten sonra hep birlikte Cansel Malatyalı'nın direnişine
devam ettiği İMO önüne yürünecek

Katılımınız dileğiyle...

*

İMO
ÇALIŞANLARINA ve KAMUOYUNA AÇIK MEKTUP

Uzak, çok uzak diyarlardan bir devrim şarkısı
mırıldanırız kimi zaman…

Vietnam için yürüdük bir zamanlar, Filistin hâlâ büyük
heyecan uyandırır yüreklerimizde…

Peru’da, Bolivya’da, Nepal’de ya da dünyanın
herhangi bir uzak köşesindeki gerillalar için ağıtlar yakar, marşlar
söyleriz…

Yüreğimizi
burkar; açlığın pençesinde kıvranan Afrika’nın kara derili
çocukları…

Üşümüş bir serçe kuşu penceremize konduğunda soğuk kış
gününde; avucumuzun içine alır, yüreğimizin ateşiyle ısıtır,
canlandırırız onu…

Soğuk kış günlerinde kapıda kalan, kaybolan kedimize
ağlarız…

Güney
Afrika’da maden işçilerinin zaferi coşku yaratır içimizde; sınıf
adına!

“Geleceğin habercisi” deriz; “bizde niye olmuyor”
diye içimizi yeriz; Atina’da, Madrid’de grevlere,
Fransa’da, İtalya’da yürüyüşlere, sokak
eylemlerine…

“Yaşasın sınıf dayanışması” diye slogan atarız
alanlarda; “kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya hiç
birimiz” diye haykırırız…

Peki ya hayatın içinde, yanı başımızda, içimizden biriyse
kapıya konan ve direnen, elimizi uzattığımızda tutacak kadar
yakınımızdaysa?

Asıl o
zaman gerekli değil mi dayanışma duygusu, sınıf kardeşliği?

style="font-family: Tahoma, Verdana; font-size: 16px; text-align: justify;
background-color: rgb(255, 255, 255); ">Uzaktakine enternasyonalist bir
dayanışma göstermek de büyük anlam taşır elbette, ama somut sonuç
doğuracak olan; elini uzatsan değecek kadar yakınındaki, yanı
başındaki değil mi?

Yoksa biz
“fantezi” olsun diye mi “dayanışma” deriz?

style="font-family: Tahoma, Verdana; font-size: 16px; text-align: justify;
background-color: rgb(255, 255, 255); ">Cansel MALATYALI! style="font-family: Tahoma, Verdana; font-size: 16px; text-align: justify;
background-color: rgb(255, 255, 255); ">Unuttunuz mu bu ismi? style="font-family: Tahoma, Verdana; font-size: 16px; text-align: justify;
background-color: rgb(255, 255, 255); ">Daha 10 ay öncesine kadar aynı
kapıdan girip çıkıyor, aynı havayı soluyordunuz. Kiminiz beraber yiyip
içiyor, dertleşiyordunuz.

Şimdi siz aynı kapıdan girip çıkmaya devam ediyorsunuz, O ise
kapının önünde !..

Direniyor!

8 aydan beri
direnişte… Son bir ayında da “açlık
grevinde”…

“Süresiz açlık grevi”ndeki direnişi bir ayı da
geçti.

Artık
“kritik” günlere giriyor. Bundan sonra her an organlarının
herhangi birinde ya da bir kaçında geri dönülmez arızalar ortaya
çıkabilir. Sadece su, tuz ve şekerle beslenme bu aşamadan sonra bazı
organlarını –ne yazık ki- çürütebilir.

…Ve “Patron”larınız
(“patron” denince de kızıyorlar ya) hâlâ;”Cansel
MALATYALI eski çalışanımızdır, öyle
kalacaktır…” 
diyebiliyor, Cansel MALATYALI için
yapılan destek eylemlerini“orta oyunu” olarak
tanımlayabiliyor, hatta destek olan kurumlara; “çok
seviyorsanız Ona siz iş
bulun…”
 diyebiliyor, kibirli patron tavrıyla
burunlarından kıl aldırmıyorlar.

Hem “devrimci-demokrat” geçinip
hem de hiç sıkılmadan; “işçi ile işveren
arasındaki iş akdi sonsuz değildir… Her kurum gerekli
gördüğünde işçisi ile yollarını
ayırabilir…”
diye yazabiliyorlar.

style="font-family: Tahoma, Verdana; font-size: 16px; text-align: justify;
background-color: rgb(255, 255, 255); ">“Tüm yasal
haklarını
verdik..”
 diyorlar. “12 Eylül
Darbe Hukuku” 
ve üstüne
binmiş“neo-liberal AKP
Hukukuna” 
göre “yasal
haklarını”
 verince her şey bitiyormuş!
 “Yasal haklarını
verince…” 
emekçilerin “çalışma
hakkını” 
gasp edebilirler ve
bu “işçi sınıfı hukukuna da
uygun” 
muş!

Bir kadın emekçinin bu kadar süre direnmesi, hatta açlık
grevinde 30’lu günlere; “kritik” günlere gelmesi bile
onları yumuşatmıyor, tersine daha da öfkelendiriyor. Bir işçi;
“sıradan bir işçi parçası” bu anlı-şanlı
“devrimci-demokrat” yöneticilere nasıl bu kadar kafa
tutabiliyor?  diye üşünüyorlar herhalde. Ya da
Cansel’i alırsak karizmamız çizilir, otoritemiz
sarsılır, bir daha kimseyi işten atamayız, hatta kimseye söz bile
geçiremeyiz…” 
diye mi düşünüyorlar?

style="font-family: Tahoma, Verdana; font-size: 16px; text-align: justify;
background-color: rgb(255, 255, 255); ">O kadar da kin ve nefret dolu
olmazlar, olamazlar ama acaba; “alsak da, almak zorunda kalsak da hele
birkaç organı çürüsün, kalıcı bir iz, bizden bir hatıra, bir
sakatlık kalsın da öyle alalım…” diye mi düşünüyorlar?
Kim bilir?

Gerçek şu ki
Onlar kendilerine ne derse desin, bir kadın emekçinin bedenini ortaya
koymasına bile kılları kıpırdamıyorsa artık
onlar; “gerçek birer patron, hem de yürekleri nasır
bağlamış, is bağlamış, işçiye sınıf kiniyle yaklaşan birer
patron”
 konumuna çoktan gelmişler.

style="font-family: Tahoma, Verdana; font-size: 16px; text-align: justify;
background-color: rgb(255, 255, 255); ">Peki ya siz? style="font-family: Tahoma, Verdana; font-size: 16px; text-align: justify;
background-color: rgb(255, 255, 255); ">Sizler… Cansel’in iş
arkadaşları… Yıllarca aynı havayı soluyup aynı yemekten
yiyenler!

Sizler ne
düşünüyorsunuz?

“Cansel’e selam verirsek bizi de
atarlar”
 diye mi düşünüyorsunuz?

style="font-family: Tahoma, Verdana; font-size: 16px; text-align: justify;
background-color: rgb(255, 255, 255); ">Cansel’e selam vermeyince size
sıra gelmez diye mi düşünüyorsunuz?

TMMOB bünyesinde toplamda işten atılacak 300 kişilik
listeden söz ediliyor, bundan haberiniz yok mu? Ya da o listede adınızın
olmadığını mı öğrendiniz?

AKP’nin Odaların gelirini tırpanlayan düzenlemeleri karşısında
“büyük” Odaların ilk planda “işçi çıkarmayı”
önlerine koyduğunu, “küçük” Odaların ise “işçi
çıkarmak yerine başka gereksiz masraflardan kısmayı ve iktidara karşı
mücadele yükseltmeyi” önerdiğini duymayan mı var? İMO
yöneticileri Cansel MALATYALI’yı işe almamak için gösterdiği
“kararlılığın” onda birini AKP iktidarına karşı
mücadelede gösterseydi çok şey değişirdi.

Bu gün Cansel MALATYALI’nın yerinde sizlerden
biri de olabilirdi! Yarın olmayacağınızın da bir garantisi var
mı?

Ya da hiç böyle
kaygılarınız yok da Cansel’e mi kızdınız? 8 aylık direnişe, 30
günü aşan açlık grevine rağmen yüreğinizi soğutmayacak kadar mı
kızdırdı sizi?  Cansel bu kadar mı kötülük etti size?

style="font-family: Tahoma, Verdana; font-size: 16px; text-align: justify;
background-color: rgb(255, 255, 255); ">Şüphesiz (10+)4,5 yıl içinde hep
güler yüz, hep dostluk-güzellik olmamıştır. Kırgınlıklar,
dargınlıklar da olmuştur. Hatta direniş sürecinde Cansel’in
kendisinin, Eşinin, Kardeşlerinin, Çocuklarının, yanındakilerin
bakışlarında, sözlerinde, tavır ve davranışlarında sizi üzen,
sıkıntıya sokan şeyler olmuştur.

Ancak bir an için kendinizi Onun, Onların yerine koyun,
azıcık empati yapın ve düşünün: Onun, Onların yerinde siz
olsaydınız ne yapardınız? Bu soruya lütfen kendi kendinize samimi bir
yanıt verin.

Yüreğinizdeki
mühür çözülmeyecek mi?.. Ya da ne zaman çözülecek?..

style="font-family: Tahoma, Verdana; font-size: 16px; text-align: justify;
background-color: rgb(255, 255, 255); ">Ona yüreğinizi kapatmayın!
 Çünkü Onun size karşı bir kini-öfkesi yok, sadece biraz kırgın,
sitem ediyor; “beni yalnız bıraktılar, yüzüme
bakmıyorlar, bu mu sınıf
dayanışması…”
 diyor. Çok mu haksız
sizce?

Onun sorunu İMO
yöneticileriyle!

Hatta İMO
Yöneticileriyle bile değil; onların “patron
tavrı”
yla! Yüreği nasır bağlamış,
artık“patronların sınıf kinine varan katı ve acımasız
tavrı”
yla!...

Şunu unutmayın!

“Cansel MALATYALI kendi iradesiyle açlık grevi yapmıyor, Onu
kullanıyorlar...” 
türünden sözler tam bir palavra, tam
bir egemen sınıf dili ve Cansel’in; direngen bir kadın emekçinin
mücadelesine de büyük bir saygısızlıktır.

Bu satırlara imza atan kurumların hiç biri
Cansel’i açlık grevine zorlamadı. Zaten hiç kimse de zorlamayla
“süresiz açlık grevine” girmez, bedeni ile bir irade savaşı
yapmaz, yapamaz.

Bu satırlarda
imzası olan kurumların büyük çoğunluğu bir eylem biçimi olarak
“açlık grevini” de desteklemiyor.

Hepimizin arkasında durduğu ve sonuna kadar
arkasında duracağı şey; Cansel’in; “ben
işime geri dönmek istiyorum…” 
diye
özetlenebilecek son derece haklı, meşru ve insanî talebidir.

style="font-family: Tahoma, Verdana; font-size: 16px; text-align: justify;
background-color: rgb(255, 255, 255); ">“Süresiz açlık grevi”
kararı tamamen Cansel MALATYALI’ya aittir ve Onu bu karara iten de
İMO Yöneticilerinin katı, acımasız ama oyalayıcı, aldatıcı ve son
kertede de polise teslim eden, peş peşe gözaltına aldırarak polis
şiddetine maruz bırakan, bir anlamda karşı-şiddet uygulamaya,
“düello”ya davet eden; sonra da
dönüp; “bakın bunlar İMO’ya
saldırıyor”
 diye yaygara koparan tavrıdır. style="font-family: Tahoma, Verdana; font-size: 16px; text-align: justify;
background-color: rgb(255, 255, 255); ">Cansel son şiddet dalgasına aynı
dilden yanıt vermek yerine, kendi bedenini ortaya koymuştur. Ve bundan
sonra olabileceklerin, Cansel’in bedenine gelebilecek zararın tek
sorumlusu İMO (ve TMMOB) Yönetimidir.

Ama size; Cansel’le 10+4,5 yıl aynı havayı soluyan;
iyi-kötü günler geçiren iş arkadaşlarına, İMO çalışanı (ve TMMOB
çalışanı) sınıf kardeşlerine bir hatırlatmada bulunmak
istiyoruz:

Cansel’e,
bedenine bir zarar gelirse –ki artık “kritik” günlere
doğru gidiyor-; kendinize, yüreğinize ne yanıt vereceksiniz?

style="font-family: Tahoma, Verdana; font-size: 16px; text-align: justify;
background-color: rgb(255, 255, 255); ">“Cansel bizi üzdü biz de Onu
cezalandırdık” mı diyeceksiniz? “Üzerimizdeki baskı çok
büyüktü, korktuk” mu diyeceksiniz?

Siz bu yükle gerçekten yarına bakabilecek misiniz?

style="font-family: Tahoma, Verdana; font-size: 16px; text-align: justify;
background-color: rgb(255, 255, 255); ">Bir gün elinize bir demet çiçek
alıp hep birlikte Cansel’in yanına, kapıdaki çadıra inebilir ve
koluna girip Onu yukarıya, yanınıza, eski çalıştığı yere
çıkarabilirsiniz.

“Ya Cansel de tekrar burada çalışacak, ya da bizi de
atacaksınız…”, “…ya hep beraber ya hiç
birimiz…”
 diyebilirsiniz. Yoksa diyemez
misiniz ?. Bunu yapmak çok mu zor?

Derseniz ne olacak?

Hepinizi işten mi atarlar?

Atabilirler mi? Buna cesaret edebilirler mi? Bu kadar çıldırabilirler
mi? Bu çılgınlığı yapacak olanın hâlâ İMO’da yönetim
koltuğunda kalma şansı olabilir mi? Olmalı mı?

Bir gün, bilemediniz iki gün… sizler
İMO’nun önünde oturmaya başladığınızda bu iş çözülecektir.
Yoksa oraya, o çadıra Cansel’in, sınıf kardeşinizin cenaze töreni
için mi inmeyi bekliyorsunuz ?.. Yoksa ona bile mi gelmeyeceksiniz?

style="font-family: Tahoma, Verdana; font-size: 16px; text-align: justify;
background-color: rgb(255, 255, 255); ">İMO
Yöneticileri; “Cansel MALATYALI’nın artık bir
daha İMO’ya geri dönmesi, bir daha İMO’da çalışması
mümkün değildir…”
 diyor, Cansel’in
iş talebi için sürekli olarak İMO’nun, hatta TMMOB’un
dışında bir yerleri adres gösteriyorlar. Bazı iyi niyetli kişi ve
çevreler de başka bir açıdan, başka gerekçeyle, ama aynı şeyi
söylüyorlar;”..bu adamlar Cansel’i almak zorunda
kalsalar da orada rahat çalıştırmazlar, huzur
vermezler…”

Neden?

Bu
mantık, darbe yasalarındaki; “affa uğramış olsalar da
bir daha kamu kurumunda çalışamaz…”
 diyen
zihniyetle örtüşmüyor mu? Orda da “muhalif-aykırı”
düşüncelere sahip olanların uzaklaştırılması ya da ortaçağdaki
“afaroz” zihniyeti yok mu?

“Yıkıcı, bölücü, komünist, devlet
düşmanı..” vb. suçlamalarla kamu kurumlarından atılan birçok
emekçi daha sonra “memnu haklarının iadesi, yasal düzenleme”
vb hukukî, ya da fiili ve meşru mücadele sonucu kamu kurumlarındaki
işlerine iade edildiler, ediliyorlar. Başlarında da ya
MHP’li-BBP’li ırkçı faşist, ya da AKP’li dinci-gerici
yöneticiler var.

Ya da
çoğunlukla sol-sosyal demokratların elindeki kamu kurumlarında çalışan
bütün sağcılar işten mi atılıyor? Veya onlara zindan hayatı mı
yaşatılıyor?

O halde
neden;”Cansel MALATYALI bir daha İMO’da (hatta TMMOB
bünyesinde) çalışamaz…” 
deniyor?

style="font-family: Tahoma, Verdana; font-size: 16px; text-align: justify;
background-color: rgb(255, 255, 255); ">İMO (ya da TMMOB) yöneticileri bu
ırkçı-gerici-faşist yöneticilerden daha fazla mı işçi düşmanı? Ya
da Cansel bir faşistten, ırkçı-gerici kadrodan daha mı kötü
ki “…bir daha İMO’ya
dönemez…”
deniyor.

Cansel hangi yüz kızartıcı suçu işledi? Yolsuzluk,
hırsızlık mı yaptı? (ki öyle bir şey yapabilecek bir konumda da
değildi, çay ve temizlik işlerine bakıyordu) Ajanlık, muhbirlik mi
yaptı? Hangisi?

Değilse bu kin,
bu öfke niye?

Biz bunun için
mi sistemi değiştirmeye çalışıyoruz? Bizim; “gelecek güzel
günler” tasavvurumuzda bizden farklı düşüneni, bizden yolu
ayrılanı ya da azıcık kafa tutanı, dik duranı silip atmak, yok etmek mi
var? Yoksa aslında öyle bir derdimiz yok da sadece biz kendimizi egemen,
imtiyazlı konuma mı getirmek istiyoruz? Bütün mesele egemenliğin yer
değiştirmesi mi?

Açıktır
ki doğru olan Cansel’in İMO’daki işine geri
dönmesidir. Cansel’in çalışma hakkının iade
edilmesidir.
 “dışarıdan iş bulunsun…
belediyeler, taşeron şirketler...” 
vb. yan çizmektir, topu
taca atmaktır. Bu güne kadar yapılan da budur.

Kaldı ki İMO’nun attığı işçiyi niye
başkası alsın?

O zaman her
canı sıkılan, kafası atan patronun işten attığı işçilere biz iş
bulalım! TEKEL işçilerine de, TOGO işçilerine de, THY işçilerine de,
YÖR-SAN işçilerine de…

Hangi patron işçisinin çalışma hakkını gasp etmişse o geri
almalıdır.

İMO’nun
sorunu “ekonomik” de değildir. Cansel’i attığından beri
- Cansel ve dostları içeri giremesin diye - fazladan 10 tane güvenlik
elemanı istihdam etmiştir.

Cansel MALATYALI’nın haklı ve meşru talebini destekleyen kurumlara
yönelik; “Cansel MALATYALI’ya açlık grevini
bıraktırın” çağrılarını ise tartışmak bile istemiyoruz. Tek
kelime ile“ayıptır” diyoruz. Bu dil, hiç
yabancısı olmadığımız, ama bize ait olmayan bir dildir. Devlet dilidir.
Biz eylem biçimi olarak “açlık grevini” desteklemeyebiliriz
ama kendi iradesiyle böyle bir eyleme girişen hiç kimsenin iradesini
kırmak bizim işimiz değildir, olamaz.

Emekten, ezilenden, çalışma hakkından yana olan, kısaca
“insanım” diyen herkesi Cansel MALATYALI’nın bu son
derece haklı, meşru ve basit işe iade talebinin yerine gelmesi için
üzerine düşeni yapmaya çağırıyoruz.

Çok geç olmadan…

Çeşitli bahanelerle seyirci kalanları, bana ne diyenleri, ya
da daha kötüsü “atanlar bizdendir, o halde bir bildikleri
vardır…” diye açıkça ezenden yana tavır koyanları tarih de
affetmez…

İHD
ANKARA ŞUBESİ, ÇHD ANKARA ŞUBESİ, ANKARA DÜŞÜNCEYE ÖZGÜRLÜK
GİRİŞİMİ, ÖZGÜR ÜNİVERSİTE, ALINTERİ, BDSP, DP, HALK
CEPHESİ