<h1><a href=http://www.ivmedergisi.com/node/6972>Mehmet Özer 2 Temmuz'u
anlatıyor</a></h1><p>Fotoğraf sanatçısı, şair Mehmet Özer, 2
Temmuz Sivas katliamından sağ kurtulanlardan. Özer'in, henüz
basımda olan “Sesini Yitiren Şehir Sivas 2 Temmuz 1993”
kitabından kısa bir bölümü yayınlıyoruz. Fotoğraflar da
Mehmet Özer'in objektifinden...<br />
<br />
Ben Sivas’a Ankara’dan gittim. İstanbul, izmir ve
yurtdışından gelenler de vardı. Bizim aracımız Ankara Meşrutiyet
Caddesi’nden sanırım 12.00 gibi hareket etti. Aracımızda PSAKD
Ankara Şubesi semah ekibi, tiyatro ekibinden dostlarım vardı. Yol boyunca
şarkılar söyledik şiirler okuduk, güzel bir yolculuktu hemen
hemen hiç uyumadık.<br />
<br />
Sivas’a, 1 Temmuz sabahı indik. Yorgunduk, uyumamıştık. Sabahın
ilk saatlerinde Atatürk anıtına çelenk bırakarak
etkinliklerimiz başladı. Sonra Kültür Merkezine geldik.
Etkinliğin açılış konuşmaları dinletiler burada yapıldı.
Yorgunluktan uyumuşum. Otele gelerek bizim için ayrılan odalara
yerleştik. Metin Altıok ile beni aynı odaya vermişler. Ben başka bir
odaya geçerek odamı Metin abiye bıraktım. Sonra Buruciye
Medresesi’ne geldik. Burada stantlar vardı ve birinci günün
etkinliklerinin bir bölümü burada yapılacaktı. O gün
Sivas'ta garip bir sessizlik vardı rahatsız olacağımız kadar garip
bir sessizlik.<br />
<br />
Bizi rahatsız eden sessizlik konusunda bir ara Ali Balkız ile konuştuk.
Çünkü yerel gazetelerin attığı, “Pir Sultan
Kimdir”, “Müslüman Mahallesinde Salyongoz
Satılıyorlar”, “Sivas’da Ne yapılmak isteniyor?”
gibi başlıklar bizi rahatsız etmişti. Ayrıca günler öncesi
Sivas Belediyesi'nin yaptığı, duvarlarda yırtılmış halde sallanan
bir afiş vardı. Hicret koşusu. Bunu sonra anlayacaktık. Günler
öncesi bir yarışma düzenlenmiş ve çevre illerden ilk
saldırıyı gerçekleştirecek faşistler koşu maskesi altında Sivas
öğrenci yurtlarında konuk edilecek ve 2 temmuz günü ilk
saldırıyı bu grup yapacaktı. Bir de “Müslümanlara”
başlıklı dağıtılan bir bildiri vardı ve müslümanları cihata
çağırıyordu. “Aman dikkatli olalım dedik”, kendi
kendimize. Çünkü ertesi gün öğleden sonra
Banaz’a gidecektik. 1 Temmuz’un akşamı ben ve arkadaşım
Buruciye Medresesinde gösteri ve dinleti yapmıştık. Asaf Koçak
da karikatürlerini gösterdi. Asaf’a, dönünce
yeniden karikatürlerinin reprödüksiyonu yapacağı
sözü verdim. Hasret’in kaset kapağı için
fotoğrafını çekecektim. Sözüm yarım kaldı.<br />
<br />
Birinci gün bir kaç yerde etkinlik vardı Kültür
Merkezi, spor salonu ve Buruiciye Medresesinde. Sonra tüm
katılımcılar akşam otelde yemekte buluştuk. Ben, Behçet ağabeyin
tam karşısında oturuyordum. Bana “iyi işler yapmışsınız
metinizi duydum” dedi. Asım abi söze karıştı, “sizlerle
gurur duyduk sağolun” dedi. Buruciye Medresesi'nde,
İstanbul’dan Ankara’ya yürüyen Belediye
işçilerini anlatan bir gösteri yaparak dinletimi ve
gösterimi çağdaş Pir Sultan'lara armağan etmiştim.
Behçet abi, “bize de bir şiir okusana” dedi ve ben ona en
çok sevdiğim şiiri, onun bir şiirini okudum. O günden sonra
nerede şiir okusam Behçet ağabeyin şiiriyle başlarım. Sanki bir
vasiyet gibidir, “Beyaz Bir Gemidir ölüm”. Bir ara
evimi aramak için otele 400-500 metre uzaklıkta olan PTT’ye
gitmek için otelden arkadaşlarımla birlikte ayrıldım. Yol boyunca
dökülmüş öbek öbek kaldırım taşları vardı.
Dönüp arkadaşlarıma bakın, işçi sınıfı gece demeden
çalışıyor dedim. Nereden bilecektim bu kaldırım taşlarının
ertesi günü otelin camlarında patlayacağını, nereden
bilirdim…<br />
<br />
İkinci gün saat 13.00’e kadar Buruciye Medresesi’nde imza
ve söyleşi yapılacak, Can Şenliği Oyuncuları gösteri
düzenleyeceklerdi. Kültür merkezindeki, Arif Sağ’ın
konserinden sonra Banaz’a gidilecekti. Saat 11.00 gibi
Buruciye’ye geldim, yazarlar şairler kitaplarını imzalıyor ve
okurlarıyla sohbet ediyorlardı. Bir ara Aziz Nesin'le o an
gördüğüm bir kişinin polemiği başladı biraz hava gerildi.
Saat 12.00 gibiydi ve saat 12.30 gibi Buruciye Medresesi’ndeki
aydınlar oradan ayrılarak otele geçtiler. Can Şenliği oyuncuları
o arada gösterilerine başlamış ama yavaş yavaş herkes medreseyi
terk etmişti. Dışarı çıktım bize 100 metre kadar uzakta olan
cami gözüme ilişti. Baktım, caminin avlusu tıklım tıklım ama
içeride kimse yok. Secdeye eğildiklerinde alınları secdeye değil
medreseye dönüktü. Benim çocukluğum kuran kurslarında
geçti namazın nasıl kılınacağını bilirim. Geri döndüm
medresenin kapısında bir yerel televizyon röportaj yapıyordu. Şimdi
o an gibi hatırlıyorum, konuşmacı dedi ki “şimdi ben Cuma
namazına gidiyorum burada Peygamberimizle alay ediyorlar, ben namaza
gidiyorum allah kabul etsin…” kuşkulandım ve medreseye gelerek
Can şenliği oyuncularına burayı terk etmemiz gerekir dedim. Eşyaları
toplayalım dediler. Orada bulunan sivil polislere yöneldim (biri daha
sonra bize kültür merkezine kadar eşlik edecekti).
Eşyalarımızı alıp buradan ayrılmak istediğimizi söyledim, bana
“eşyalarınızı almaya vaktiniz yok çabuk olun” dedi.<br
/>
<br />
Kültür Merkezine gelişimiz 10 dakika olmadı ki bizi medresede
bulamayan faşistler arkamızdan gelerek kültür merkezinin
önünde açılmış olan kitap, dergi, gazete stantlarına
saldırdılar, Kervan Dergisinin muhabiri burada yaralandı. İlk saldırı
şokunu atlattık ve hemen yanıt verdik. İlk sadırıyı
püskürttük. Kitap stantlarından bir barikat oluşturduk ve
bize atılan taşları toplayarak cevap verdik. Çünkü bizim
bulunduğumuz yer betondu. Saat 13.30 ve 17.00 arasında dört, beş kez
faşistlerle burada çatıştık. Biz 500 kişi vardık ama
çoğunluğu yaşlı ve çocuktu Arif Sağ’ı dinlemeye
gelmişlerdi. Asıl çatışma burada yaşandı eğer savunma
barikatlarımızı aşmış olsalardı kanımca daha çok ölü
olurdu. Bir avuç kişiydik ve faşistlerin sayısı durmadan
artıyordu. Kapıları söküp pencereleri kapattık. Kantindeki
tüm içeceklerin şişelerini barikatların önüne
yerleştirdik. Saat 16.00 gibi çok büyük bir saldırı
yaptılar. Atılan taşların çokluğundan önümüzü
bile göremiyorduk. At arabasını kapının önüne barikat
yaparak elime geçirdiğim bir kürekle en son arkadaşımız
içeri girene kadar kapıyı savunduk. En son ben de kendimi
içeri attım. Bu saldırılardan once bir ara Ali Balkız'la
görüştüm, kültür merkezini savunmamızı ve
kendilerini merek etmemizi söyledi. Daha sonra konuşmalarımızda size
güveniyorduk bu yüzden merak etmedik, çünkü
kültür merkezini savunacağınızı biliyorduk dedi. Biz
kültür merkezini savunduk. Bu çatışmalar sürerken
orada bulunan polisler içeri girmemizi, onları tahrik etmememizi
söylüyordu. Biz son saldırıya kadar içeri girmedik. Eminim
daha önce kültür merkezine girseydik daha kötü
sonuçlar olabilirdi orada bulunan elli arkadaşla yapılan
saldırıları kültür merkezinin önünde karşılamak
konusunda hem fikirdik ve öylede yaptık, bu arada askerler de vardı ve
çatışmayı seyrediyorlardı. Son çatışmadan sonra
faşistler Kültür Merkezinin önünde bulunan ozanlar
anıtını parçalayarak vee boynuna bir ip geçirerek tekbir
sesleriyle kültür merkezinin önünden ayrıldılar.<br />
<br />
Otel ile bir kez haberleştik ve bana kültür merkezinde bulunan
insanları korumamızı onları kültür merkezinden
çıkarmamızı söylediler. Son saldırıdan sonra içeride
bulunan insanları dışarı çıkartarak, Çankaya
Belediyesi’nin bize verdiği araçlarla mahallelere dağıttık.
Herkes kültür merkezinden ayrılınca ben ve Can Şenliğinden
Haldun arkadaşımla merkeze gelerek durumun ne olduğunu görmek
istedik. Saat 18.00 gibiydi ve otelin bulunduğu cadde üzerinde bir
mahşer kalabalığı vardı. Trans halinde ölüm ölüm
diye bağırıyorlardı. Bir telefon kulübesinden otele telefon ettim,
telefon uzun uzun çaldı, çünkü telefon asma
kattaydı. Telefona ulaşmak taşlanmayı göze almaktı. Telefonu Olgun
Şensoy açtı. Nasılsınız diye sordum, “iyiyiz” dedi.
“Siz arkadaşlara sahip çıkın” dedi telefon kapandı.
Otele kadar iyice yaklaştık tanınmak demek ölüm demekti o kadar
kalabalıktı ki artık yürüyemez hale geldik, tekrar geri
dönerek diğer oyuncu arkadaşları da alarak Ali Baba mahallesinde
İnsan Hakları Derneği Sivas Şubesi Başkanının evine geldik. Saat 18.30
olmuştu. Tekrar oteli aradım, yine telefon uzun uzun çaldı ve Olgun
çıktı ve dedi ki “içeri girmeye çalışıyorlar,
biz barikat kurduk direniyoruz. Ankara’yı aradık, Sivas valisi ile
görüşüldü gelip bizi alacaklar. Siz arkadaşlara sahip
çıkın dedi. Telefon kapandı. Artık gergin ve korkulu bekleyişler
başlamıştı. Saat 19.00 gibi dayanamadım tekrar aradım telefonu bir
türlü açmıyorlardı. Tekrar aradım Serkan çıktı
telefona çığlık çığlığa bir sesle “abi
içeri giriyorlar abi yanıyoruz yardım edin” dedi ve ahizenin
elinden düştüğünü hissettim, bağırdım duymadı beni.
Fırladım Aynur ve Haldun tuttu beni. aradığım tek yer Ankara’daki
direnişçi işçilerdi. Aramak ve bir umar beklemek hiç
bir işe yaramadı. Bir süre sonra televizyon haberlerinde
dostlarımızın adı okunmaya başlandı. Artık onlar Madımak'ın
ateşiyle göğe ağmışlardı.</p>
<p> </p>
<p><em><strong>Kaynak: Etha</strong></em></p>
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder