31 Temmuz 2012 Salı

CANSEL MALATYALI DİRENİŞİNE SALDIRI: 9 KİŞİ GÖZALTINDA

CANSEL MALATYALI
DİRENİŞİNE SALDIRI: 9 KİŞİ GÖZALTINDA

Keyfi olarak işten
çıkarıldığı İnşaat Mühendisleri Odası önünde 164 gündür
"İşimi Geri İstiyorum" talebiyle oturma eylemi yapan Cansel
Malatyalı, 01.08.2012 günü saat 07:15'te İMO'nun 6. katından
pankart asma eylemi yaptı. Saat 08:00 sularında İMO yönetiminin polise
haber vermesinin ardından ilk olarak direniş çadırında bekleyenlere,
ardından pankart asanlara polis saldırısı gerçekleşti. +İVME Dergisi
yayın kurulu üyesi Ezgi Antmen'in de aralarında bulunduğu 9 kişi,
işkencelerle gözaltına alındı. Gözaltına alınanların
isimleri:

Çadırdan alınanlar;

Ezgi Antmen,
Özkan
Kayöz ,
Deniz Malatyalı,
Ali Altunsoy,
Mehmet Malatyalı, />
İMO binasından alınanlar;

Cansel Malatyalı,
Uğur
Can Güneş,
Serhat Parlak,
İsmail Ozan Demirel,
Mahir ... /> 

GÖZALTILAR SERBEST
BIRAKILSIN!

CANSEL
MALATYALI İŞE GERİ ALINSIN!

CANSEL MALATYALI YALNIZ DEĞİLDİR!

style="text-align: center;">İŞÇİYİZ HAKLIYIZ
KAZANACAĞIZ!

 

 

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANLIĞI`NIN ÜYE BİLGİLERİNİ İSTEMİYLE İLGİLİ YAZISINA YANIT GÖNDERİLDİ

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK
BAKANLIĞI`NIN ÜYE BİLGİLERİNİ İSTEMİYLE İLGİLİ YAZISINA YANIT
GÖNDERİLDİ

T.C.
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK
BAKANLIĞI

Mesleki Hizmetler Genel
Müdürlüğü‘ne

İlgi : 24 Mayıs 2012 tarih
B.09.0.MHG.0.12.06.00-4158 sayılı yazınız hk.

İlgi yazınızda,
Birliğe bağlı Odalardan kayıtlı tüm üyelerinin tüm bilgilerinin CD
ortamında istenmesinin nedeni olarak, yapı denetim sisteminde ruhsat
vermeye yetkili idareler ve yapı denetim kuruluşlarındaki üyelere ait
bilgilerde hataların olduğu, kullanıcıların hatalı bilgi girmesinden
kaynaklanan mağduriyetlerin ve haksızlıkların oluştuğunun Genel
Müdürlükçe tespit edildiği ve söz konusu sorunların giderilmesi
amacıyla, ilgide kayıtlı yazılarla odalardan üyelerine ait bilgilerin
istendiği belirtilmekte, bilgi talebinin bu amaca yönelik olduğu, bugüne
kadar odalarca talebin karşılanmadığı, söz konusu talebin yerine
getirilmemesi durumunda hatalı veya eksik kayıtlardan kaynaklanan
mağduriyetlerden ve haksızlıklardan Birliğin veya odaların sorumlu
olacağı ifade edilmektedir.

Yapı denetim sisteminde yer alan ve
Bakanlığınızca yapı denetim belgesi verilen meslek mensupları mühendis
ve mimarlardır. TMMOB ve bağlı odalar Anayasa‘nın 135. maddesi
gereğince Anayasal bir kuruluş ve yerinden hizmet yönetim kuruluşu
olduğuna göre, Bakanlığınızın yapı denetim sistemine giren mühendis
ve mimarların bilgisini odalara açması gerekmektedir. Bakanlık bu
bilgileri meslek kuruluşları ile paylaşmazken, meslek kuruluşlarından
yapı denetim sisteminde olsun olmasın tüm meslek mensuplarının tüm
bilgilerini yapı denetim kuruluşları ve muhtelif kuruluşlarla
paylaşmasını talep etmektedir. Bu talebin, TMMOB mevzuatı, meslek mensubu
ve kamu yararı açısından anlaşılması
olanaksızdır.

Bakanlığın talebinin yerine getirilmesi demek,
mesleğini icra eden meslek mensupları ile odaları arasındaki organik
bağın koparılması demektir. Sınırları belirlenmemiş bilgilerin piyasa
koşullarına göre çalışan şirketlere açılması durumunda, odaların
meslek mensubunu takip etmesi olanaksız hale gelecektir. Yapı denetim ve
hazırlığı süren teknik müşavirlik kuruluşları, meslek odalarını
atlayarak, sicil durum belgesine ihtiyaç duymadan üyelerle ilişki
kuracaklar ve mesleğin uygulanmasında odaların belirlediği mesleki
davranış kurallarının bir işlevi kalmayacaktır. Bakanlığınız adeta
meslek odalarını üyelerinin bilgisini servis etmekle görevlendirmektedir.
Böyle bir görevlendirme yetkisi Bakanlıkta olmadığı gibi, tüm üye
bilgilerini piyasa koşullarına göre çalışan şirketlere dağıtma
yetkisi de TMMOB‘ye tanınmamıştır.

Hizmet yönünden yerinden
yönetim kuruluşları olan meslek odalarından talep edilmesi gereken,
Bakanlığınızın yapı denetim sistemini odalara açması ve odaların da
bu sistemde yer alan meslek mensuplarına ait yanlış ve hatalı bilgileri
tespit etmesi ve gerekli uyarıları yapması ve meslek mensubunun takibini
kolaylaştırmasıdır.

Bunun dışında, meslek mensuplarının
odaları ile ilişkiye geçmelerini, denetlenmelerini, haklarının
korunmasını engelleyecek taleplere yanıt verilmesi beklenmemelidir. Meslek
odasına üyelik, salt evrak üzerinde bir kayıttan ibaret değildir.
Mesleki yeterliliğin takibi, gelişimi, uzmanlık alanı, mesleğinde
yetkinlik, mesleki davranış kurallarına riayet gibi konuların
belgelendirilmesi ve sicillerinin tutulmasını kapsayan bir ilişkidir. Aksi
halde, Anayasa‘nın 135. maddesi, 6235 sayılı TMMOB Kuruluş
Yasası‘nın amacı açıklanamaz.

Birliğimiz ve bağlı odalar
bugüne kadar üyelerinin sicillerinin tutulması ile gözetim ve denetim
görevlerini aksatmadan yürütmeye çalışmışlardır. Bu yönde tüm kamu
kurum ve kuruluşlarıyla işbirliği yapmaktan kaçınılmamış, hukuk
kuralları çerçevesinde ve kamu yararı doğrultusunda belge ve bilgi
paylaşımı dahil işbirliği içerisinde olunmuştur. Bu işbirliği halen
pek çok kamu kurumuyla yapılmaya devam edilmekte ve kamu yararı
açısından yararlı paylaşımlar gerçekleştirilmektedir. Ancak Genel
Müdürlüğünüzün ısrarlı bir şekilde Birliğimizin ve odalarımızın
görev alanlarıyla ilgili müdahalede bulunması ile üye bilgilerinin
tamamının elde edilerek odalarımızın görevi olan konuları
üstlenilmeye çalışılması karşılık bulmayacaktır. Bu konu ve
başkaca sorun teşkil eden konularda karşılıklı olarak
kararlaştırılacak yol ve yöntemler üzerinden bir paylaşımda
bulunulması adına gerekli görüşmelerin yapılması için çağrıda
bulunmanızı beklediğimizi ifade etmek isteriz.

Bilginize arz
olunur.

N. Hakan Genç
Genel
Sekreter

Kaynak:tmmob.org.tr

30 Temmuz 2012 Pazartesi

KESK’Lİ TUTSAKLAR ONURUMUZDUR / Mustafa ELVEREN (Emeki Öğretmen)

KESK'Lİ TUTSAKLAR
ONURUMUZDUR / Mustafa ELVEREN (Emeki Öğretmen)

style="line-height: 115%; font-family: 'Verdana', 'sans-serif'; color: black;
font-size: 12pt">Onlarca KESK’li Arkadaşım,
Dostum, Yoldaşım ve akrabam sudan bahanelerle siyasi iktidarın emrindeki
güçler tarafından tutsak edilmişlerdir. 23 yıl önce maruz
kaldığımız uygulamalar bugün aynen devam etmektedir.

style="line-height: 115%; font-family: 'Verdana', 'sans-serif'; font-size:
12pt">Yirmi üç yıl önce “memurun sendikası mı olur? Böyle
boş hayallerden vazgeçin”
diyenleri boşa çıkardık ve çok
ağır bedeller ödeyerek hep birlikte Kamu Emekçileri Sendikası
Konfederasyonu (KESK) yarattık. Bu gün ise, yarattığımız bu değeri
korumak ve onu daha da ileriye taşımak için ne yazık ki yine çok ağır
bedeller ödemeye devam ediyoruz.

KESK içinde
çok farklı siyasi çizgiler bulunmaktadır. Yani Kemalistler, solcular,
sosyalistler, demokratlar hatta liberal demokratları bile bünyesinde
barındırmaktadır. Buna rağmen bu güne kadar tüm siyasi iktidarların
baskısından kurtulamamıştır. Düne kadar postalcı siyah kuşak
Kemalistlerin hedefindeydi, bu gün ise terlikçi yeşil kuşak Kemalistlerin
hedefindedir.

Yeşil kuşak
terlikçi Kemalistler siyah kuşak postalcı Kemalistleri tasfiye etmek
istiyor. Bunlar birbirlerini tasfiye etmek isterken devrimcilere,
sosyalistlere, demokratlara çok acı çektiriyorlar. Yani “filler
tepinirken çimenler eziliyor.”

Bu
gün “Devrimci Karargâh Evleri”, “KCK” ve
benzeri örgüt isimleri adı altında birçok devrimci, sosyalist ve
demokrat arkadaşım, dostum, yoldaşım hatta akrabam tutsak edilmiştir.
Benzer bahanelerle birçok KESK’li yoldaşım da aynı akıbete
uğradı. Yine onlarca gazeteci, yazar-çizer, sanatçı ve milletvekilleri
zindanlara konulmuştur. Ben de dâhil olmak üzere yüzlerce yazar-çizer ve
sanatçı hakkında ise, soruşturmalar ve davalar mahkemelerde hala devam
etmektedir.

Büyük ihtimalle bu
makaleden dolayı hakkımda yeni bir soruşturma ve dava açılabilir. Ben 61
yaşındayım. Bu kadar dostum ve yoldaşım cezaevindeyken, hiç tereddüt
etmeden ceza evine girmeye her an hazırım.

style="line-height: 115%; font-family: 'Verdana', 'sans-serif'; font-size:
12pt">Elazığ Eğitim-Sen kurucusu ve yöneticisi arkadaşım Mehmet Artan
“Terör Örgütünü övmek” suçlamasıyla egemen
güçler tarafından cezalandırıldı ve Elazığ cezaevinde kitap okuduğu
bir sırada kalp krizinden hayatını kaybetti.

style="line-height: 115%; font-family: 'Verdana', 'sans-serif'; font-size:
12pt">Yaklaşık 30 gün önce vefat eden bir akrabamın cenaze törenine
katılmak üzere uzun süredir gidemediğim Dersim’deki Köyüme
gittim. Dolayısıyla yıllardır görmediğim akrabalarımla,
arkadaşlarımla ve köylülerimle görüşme fırsatını buldum. Bunlardan
halen Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’de tutsak bulunan aynı zamanda
akrabam olan ve KESK Tüm-Belsen Kadın Genel Sekreteri Güler
Elveren’in annesi ve babası Aptullah-Şerife çiftiydi.

Aptullah Amca ile Şerife Teyze köyde tek
başına kalıyorlar. Onlarla sohbet ederken, Şerife Teyze bir an kendini
tutamayıp ağlayarak; “Gül ketiye hındır, wana qey ardıkın?
(Güler içeri girmiş, bunlar niye böyle yapıyorlar?)” İçimi
acıtan bu duygusal durum karşısında bir an; Mahirleri, Denizleri,
İboları, Mazlumları düşündüm. Dayanamadım tepki gösterdim ve bu
yaşlı akrabama şu soruları sordum;

-Güler
hırsızlık mı yapmış?

-Güçsüzü mü
ezmiş?

-Yetimin hakkını mı
yemiş?

-İnsan mı öldürmüş?

style="line-height: 115%; font-family: 'Verdana', 'sans-serif'; font-size:
12pt">-Namussuzluk mu yapmış?

Bu tepkili sorularıma
karşı sessiz kalan Şerife Teyze’ye şu açıklamayı
yaptım;

-Güler siyasi tutsaktır. Nazım Hikmet,
Yılmaz Güney, Ahmet Kaya, Ahmet Arif, İsmail Beşikçi, Haluk Gerger,
Fikret Başkaya, Hatip Dicle gibi çok sayıda siyasetçi, sanatçı ve bilim
adamının ömrü çoğu zindanlarda geçti. Bunlar ne kadar suçlu ise
Güler de o kadar suçludur.

Bu açıklamam
üzerine iki ihtiyarın hafifçe de olsa yüzlerine bir gülümseme düşmesi
beni mutlu etti.

Biliyorsunuz KESK’in çok
güzel ve anlamlı sloganları vardır.
“KESK’li tutsaklar onurumuzdur, onurumuzu
çiğnetmeyeceğiz”,
style="line-height: 115%; font-family: 'Verdana', 'sans-serif'; color: black;
font-size: 12pt">Keser döner, sap döner... Gün gelir, hesap
döner...”, “
href="http://www.uludagsozluk.com/k/gün/" title="gün gelecek devran
dönecek akp halka hesap verecek"> style="line-height: 115%; font-family: 'Verdana', 'sans-serif'; color: black;
font-size: 12pt; text-decoration: none">gün
style="line-height: 115%; font-family: 'Verdana', 'sans-serif'; color: black;
font-size: 12pt">
title="gün gelecek devran dönecek akp halka hesap verecek"> class="basliktext">gelecek
class="basliktext">devran
class="basliktext">dönecek
style="line-height: 115%; font-family: 'Verdana', 'sans-serif'; color: black;
font-size: 12pt; text-decoration: none">akp
style="line-height: 115%; font-family: 'Verdana', 'sans-serif'; color: black;
font-size: 12pt">
title="gün gelecek devran dönecek akp halka hesap verecek"> class="basliktext">halka
style="line-height: 115%; font-family: 'Verdana', 'sans-serif'; color: black;
font-size: 12pt; text-decoration: none">hesap
style="line-height: 115%; font-family: 'Verdana', 'sans-serif'; color: black;
font-size: 12pt">
title="gün gelecek devran dönecek akp halka hesap verecek"> class="basliktext">verecek
Bu sloganları çok
önemsiyorum. Elbette gün gelir hesap sorulacaktır.

style="line-height: 115%; font-family: 'Verdana', 'sans-serif'; font-size:
12pt">“Ne kadar pişman olmamış katil varsa talimat verip dışarı
çıkarttırdığı, ama onca öğrencinin parasız üniversite istemek
yüzünden içerde kaldığı bir sırada…(B.Oran) olaylara
karşı tepkisiz kalmak insanlık onuruna yakışmaz.

O nedenle tüm siyasi
tutsaklarla birlikte “KESK’li tutsaklar onurumuzdur, onuru
çiğnetmeyeceğiz”

NOT: style="line-height: 115%; font-family: 'Verdana', 'sans-serif'; font-size:
12pt"> Sincan Kadın Kapalı Cezaevinde tutsak olan KESK Tüm Bel Sen Kadın
Genel Sekreteri Güler Elveren’e de bu makalenin bir kopyası posta
aracılığıyla gönderilecektir.

30.07.2012

 

Mustafa
Elveren

href="mailto:elverenmustafa@hotmail.com">elverenmustafa@hotmail.com

 

Kaynak:
www.gomanweb.net

Malatya’da Yaşanılan Linç Girişimi, “Kindar Nesil” Yetiştirmek İsteyenlerin Eseridir!

Malatya'da Yaşanılan
Linç Girişimi, "Kindar Nesil" Yetiştirmek İsteyenlerin
Eseridir!

Türkiye’de geçmişte halkları
birbirine düşürerek katliamlara zemin hazırlayan derin güçler,
ayrımcı, ırkçı-gerici politikalarını sürdürerek halkların barış
içinde bir arada yaşamasını engellemek için bugün de ellerinden geleni
yapmaya devam etmektedir.

style="font-size: 10pt">Dün Malatya’nın Doğanşehir
İlçesi’nde yaşanan olaylar, yine benzer nefret söylemlerinin
provokasyona dönüşmesi ile farklı din, kültür, kimlik ve inançlardaki
yurttaşlarımızın bir arada yaşam umutlarını hedef almıştır.

Geçmişte,
Çorum, Maraş, Malatya ve Sivas'ta acıyla yaşadığımız benzer bir
tablo, bugün bir kez daha Malatya’da tekrarlanmaktadır.
Malatya'nın Doğanşehir İlçesine bağlı Sürgü Beldesinde yaşayan
bir Kürt, Alevi ailenin evi, gece saatlerinde yaşanan bir tartışma sonucu
taşlanmış, ahırı yakılmak istenmiştir. Köye nereden geldiği belli
olmayan 50-60 kişilik bir faşist güruh ise, Tekbir ve sloganlarla köyde
geniş bir provokasyona başlamıştır. Alevi aileye bir linç girişimine
dönen olay, bugün bizzat iktidar tarafından beslenen ırkçı-şoven
atmosferin hangi boyutlara geldiğini göstermesi açısından
çarpıcıdır.

Malatya’da yaşanan linç girişiminde dikkat çekici olan bir
diğer nokta ise, olaylar esnasında olaya müdahale amacı ile gelen, fakat
gerici grubun adeta provakasyonunun taşıyıcılığını üstlenen Jandarma
Komutanı ve Belediye Başkanı’nın açıklamaları olmuştur. Bu
kişilerin Alevilere karşı yöneltilen “köyü terk edin”
tehdidini destekleyen ifadeleri, farklı kimlikleri ve mezhepleri tehdit
olarak görüp, halkları birbirine karşı kışkırtmak isteyenlerin
provokatif söylemlerinden farklı olmamıştır. Bir arada eşit ve
kardeşçe yaşamı teminat altına almakla görevli olan bu yetkililerin
saldırıya uğrayanları suçlu göstererek böylesi bir söylemde
bulunması derhal sorgulanmalı ve haklarında gerekli işlemler
başlatılmalıdır.

Hiç kuşku yok ki, son günlerde gerek medya kanalı ile yayılan
nefret söylemleri, gerekse de AKP hükümetinin Sivas katliamına yönelik
zaman aşımı kararı ve cemevlerine getirilen yasakçı zihniyet, tetikte
bekleyen ırkçı, şoven, gerici zihniyeti harekete geçirmiştir.

12
Eylül’ün ırkçı zihniyetinin “tek kimlik, tek din, tek
mezhep” anlayışının takipçisi olan AKP’nin, daha önce
Adıyaman’da alevi ailelerinin evlerini işaretleyip Maraş
katliamının provasına yeltenenlere sessiz kalması, bu kez
Malatya’da ev yakmaya cesaret vermiştir. Yaratılan bu nefret
ortamının yanında, yaşanan olayların sorumlularının ve faillerinin de
ortaya çıkartılmaması, tarihi acı ve kanla dolu olan bu karanlık
senaryonun sürekli tekrarlanmasına da zemin yaratmaktadır.

class="rteleft">Eşit, özgür ve demokratik
bir ülkede kardeşçe bir arada yaşamı
sağlayabilmenin yolu, ancak toplumun farklı din, dil, kimlik, kültür
grupları arasında yaratılmak istenen uçurumların aşılması ile
sağlanabilecektir. Kendisi gibi olmayana tahammülsüzlüğünü arttıran
ve her fırsatta Alevi
karşıtı mezhepçi tutumunu ortaya koyan AKP
hükümeti, ürettiği nefret siyasetinden bir an önce vazgeçmelidir.
İnsanlık suçlarını zaman aşımına mahkum eden, katliamcıları affeden
bir zihniyetin, bugün Malatya’da yansımasını gördüğümüz
karanlık tarihi tekerrürden ibaret kılacağı aşikardır.
class="rteleft">Bizler KESK olarak,
Malatya’da saldırıya maruz kalan Kürt, Alevi vatandaşlarımıza
geçmiş olsun dileklerimizi iletirken, eşit, özgür, demokratik bir
yaşamı sonuna kadar savunup mücadele edeceğimizi buradan bir kez daha
yineliyoruz. Bir arada yaşam temellerinin sağlanması ve yaşanan
olayların sorumlu ve faillerinin derhal ortaya çıkartılmasının
takipçisi olacağımızın altını çizerek, hükümeti bu konuda göreve
davet ediyoruz.

KESK YÜRÜTME KURULU

style="font-size: 10pt">Kaynak:kesk.org.tr

class="rteright"> 

24 Temmuz 2012 Salı

Bir direniş öyküsü / İsmail Ozan DEMİREL

Bir direniş öyküsü /
İsmail Ozan DEMİREL

 

style="margin: 0px; padding: 0px; border: 0px; outline: 0px; font-size: 13px;
font-family: 'Trebuchet MS', Arial, Helvetica, sans-serif; vertical-align:
baseline; line-height: 20px; text-align: left; background-color: rgb(255,
255, 255); ">

Bir direniş
öyküsü



style="margin: 0px; padding: 0px; border: 0px; outline: 0px; font-style:
inherit; font-family: inherit; vertical-align: baseline; ">

Cansel Malatyalı'nın işe geri dönme talebi her ne kadar bireysel
olsa da, direnişi geniş bir emekçi kesimini temsil
ediyor




Bir direniş öyküsü class="news-pic"
src="http://i.radikal.com.tr/480x325/2012/07/23/fft64_mf1048699.Jpeg"
style="margin: 0px; padding: 0px; border: 1px solid rgb(199, 199, 199);
outline: 0px; font-style: inherit; font-family: inherit; vertical-align: top;
" />

Cansel Malatyalı 154
gündür işini geri istiyor.

style="margin: 0px; padding: 0px; border: 0px; outline: 0px; font-style:
inherit; font-family: inherit; vertical-align: baseline; ">
class="BlackContent" style="margin: 0px; padding: 0px; border: 0px; outline:
0px; font-style: inherit; font-family: inherit; vertical-align: baseline;
">

Kürsüden bir emekçiyi kovmanın ne kadar
doğal olduğunu anlatıyordu İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) Başkanı
Taner Yüzgeç, 2 Haziran’da. Birçok siyasi partide ve sendikada
işten çıkartmaların olduğunu, bunlara yönetimlerin inisiyatifi olarak
bakmak gerektiğini söyledi önce. Sonuçta tüm alacakları verilmiş,
mağdur edilmemişti Cansel Malatyalı. Zaten işten atan yönetici aynı
zamanda işe alandı. Yani biz aldık, biz atıyoruz size ne oluyor diyordu
kısaca. Bir ara hızını alamadı, yönetim olarak asıl biz mağdur
edildik deyiverdi. Kendisini emekten ve halktan yana olarak tanımlayan
örgütün bir yöneticisi, ayakları sımsıkı yerde olan Marksizmi
tepetaklak etmiş, işçi-işveren arasındaki ezen-ezilen ilişkisine yeni
bir boyut getirmişti. 
Cansel abla geçimini, emeğini satarak
kazanan milyonlarca emekçiden biri. 4,5 yıldır temizlik ve çay servisi
işlerinde özveriyle çalıştığı İMO Genel Merkezi’nin işine son
verdiğini bir gün iş çıkışı eline tutuşturulan bir kâğıttan
öğrendiğinde “kaderine” razı olup başının çaresine
bakmaktan daha zor ama onurlu bir yol seçti. Şubat’ın
20’sinden beri performans yetersizliği gibi uydurma bir gerekçeyle
kapı önüne konulduğu İMO’nun önünde direniyor. “Maruz
kaldığım baskılara, onursuzca aşağılanmalara ve hakaretlere bugüne
kadar işimi kaybetmemek için hep boyun eğdim. Şimdi işimi geri almak
için direnen bir emekçi olarak bana bu zulmü yapanların karşısına
dikileceğim” diyerek başladığı direnişinde bugün
154’üncü gün. Ne  href="http://www.radikal.com.tr/index/Ankara" style="margin: 0px; padding:
0px; border: 0px; outline: 0px; font-style: inherit; font-family: inherit;
vertical-align: baseline; color: rgb(59, 89, 152);
">Ankara
 ’nın kara kışı, ne İMO yönetiminin hakkındaki
kara propagandası, ne 60’ıncı gününde direnişten çekilen
sendikası Tez-Koop-İş’in ihaneti ne de polisin baskı ve
gözaltıları direnişini bitirebildi. 

style="margin: 0px; padding: 0px; border: 0px; outline: 0px; font-style:
inherit; font-family: inherit; vertical-align: baseline; ">Modern zulüm:
Mobbing 
Cansel abla işten çıkartıldıktan sonra işe
iade davasıyla birlikte bir de mobbing davası açtı. Direnişe
başladığını duyurduğu bildirisinde bir emekçiyi keyfi olarak işten
çıkaran yöneticilerin işyerinde uyguladığı baskıyı anlatıyordu.
Yönetim katındaki tuvaletin personele yasaklanmasından yemek parasının
maaşından kesilip odanın lokalinde yemeye zorlanmasına, çalıştığı
iki metrekarelik çay ocağına kapı yapılması ve mutfaktan
çıkışının kısıtlanmasından, sürekli aşağılama ve hakaretlere
kadar yaşadığı uygulamaları anlatıyor ve bize şöyle sesleniyordu:
“İşimi geri alana ve onurlu bir şekilde çalışana kadar mücadele
edeceğim. En insani hakkım olan iş hakkımı geri alma mücadelemde
desteğinizi bekliyorum.” 

Yaşasın sınıf
dayanışması 

Cansel abla İMO binasının duvarına
“İşimi Geri Alana Kadar Oturma Eylemindeyim” ve “Oturma
Eyleminin X’inci Günündeyim” pankartlarını asıp küçük bir
masaya bildirilerini ve imza metnini koyarak başladı direnişe.  class="IndexLink" href="http://www.radikal.com.tr/index/Ankara"
style="margin: 0px; padding: 0px; border: 0px; outline: 0px; font-style:
inherit; font-family: inherit; vertical-align: baseline; color: rgb(59, 89,
152); ">Ankara ’nın kara kışında, devlet daireleri bile
tatil edilirken Cansel abla direnişine ara vermedi. Kovulmadan önce
işlerini yetiştirmek için işe mesai saatinden bir saat önce gitme
alışkanlığını bozmadan, her sabah erkenden çayını demledi, yerleri
süpürdü, pankartını açtı, masasına bildirilerini dizdi ve
emekçilerden destek bekledi. Direniş, önce Necatibey Caddesi’nden
geçen halkın dikkatini çekti. İşe giderken aldığı simidini paylaşan,
tıka basa dolu otobüslerin içerisinden el sallayan, demlediği çayı
ikram eden emekçiler, Cansel ablaya yalnız değilsin biz de senin
tarafındayız diyorlardı. Sendikası Tez-Koop-İş’in de destek
vermesiyle kısa sürede eylemler kitleselleşti. İMO’nun önü
halayların çekildiği, sloganların atıldığı, basın
açıklamalarının yapıldığı bir direniş alanına döndü.  />Sendikayla birlikte birçok devrimci ve sol kurumun/çevrenin sahiplendiği
direnişi İMO yöneticileri önce görmezden gelmeye çalıştıysa da
direnişin 10. gününde açıklama yapmak zorunda kaldılar. En iyi savunma
saldırıdır prensibiyle Cansel ablanın niyetinin odaya çamur atmak
olduğunu ve yapılan iş tekliflerini kabul etmediğini söylediler.
Sonrasında Tez-Koop-İş sendikası yaptığı açıklamada görüşmelerde
sendikanın da olduğunu ve iş teklifinin söz konusu olmadığını
söylese de, İMO yönetimi bu söyleminden vazgeçmedi. İşten
çıkarttıkları bir emekçinin direnişine olan öfkelerini, bazen
arabalarını direnişçilerin üzerine sürdürerek, bazen de lokalden geç
saatte içkili çıkıp hakaret ederek kustular. 

style="margin: 0px; padding: 0px; border: 0px; outline: 0px; font-style:
inherit; font-family: inherit; vertical-align: baseline; ">Sendika direnişi
bırakıyor 
İşten atıldığında Cansel ablanın
gittiği ilk yer olan sendikası Tez Koop-İş ise bağlı olduğu
konfederasyon Türk-İş’in işçi direnişlerini işveren ile
anlaşıp bitirme geleneğini bozmadı. İMO önünde üç kez kitlesel
basın açıklaması yapan, her açıklamada direnişin haklılığını ve
meşruluğunu vurgulayan, Cansel Malatyalı’yı işe geri alınana
kadar destekleyeceğini ve yılmayacağını söyleyen sendika, işverenlerin
çağırdığı bir toplantıda ikna edilip 60’ıncı gününde
direnişi bıraktı. Sendikanın davayı geri çekip çadırı kaldırması
teklifine Cansel abla olumsuz yanıt verince “örgütsel zaafiyet
gösterdiği” gerekçesiyle sendika direnişi bırakmış oldu.
Sendikanın direnişi bırakmasının ardından Cansel abla, Tez-Koop-İş
önlüğünü çıkartıp direnişe devam etti. 
Direnişin
60’ıncı gününde gece-gündüze dönme kararı alan Cansel ablaya,
bu sefer de  href="http://www.radikal.com.tr/index/Ankara" style="margin: 0px; padding:
0px; border: 0px; outline: 0px; font-style: inherit; font-family: inherit;
vertical-align: baseline; color: rgb(59, 89, 152); ">Ankara
 polisi
saldırmaya başladı. İMO Genel Kurulu’na kadar bir haftada üç kez
saldıran polis Cansel ablayı ve destekçilerini gözaltına aldı,
çadırı söktü. Cansel ablayla beraber gözaltına alınan devrimcilerden
İvme dergisi yayın kurulu üyesi mühendis Barış Önal sonrasında Cansel
Malatyalı’yı desteklemenin de içinde olduğu bazı suçlardan
tutuklandı. 

Bizim için direniyor 
Cansel
Malatyalı’nın işe geri dönme talebi her ne kadar bireysel olsa da,
direnişi geniş bir emekçi kesimini temsil ediyor. Güvencesiz
çalıştırılan, işyerinde mobbing’e maruz kalan ve belki bir gün
cep telefonuna gönderilen bir mesajla atıldığını öğrenecek olan
çalışanlara işten atılmanın bir kader olmadığını anlatıyor Cansel
abla. 
Necatibey 57 numarada açtığı çadırda, uzun süreli ve
sonuç alıcı bir direniş örgütleme iradesini gösteremeyen, sokakta
bedel ödemektense siyaseti salonlara hapsetmeyi tercih eden, sınıfsal
çıkarlarını pragmatizme teslim etmiş “solculara” direniş
dersi veriyor. Vicdanınızı yanınıza alıp beş aya yakın bir süredir
keyfi olarak çıkarıldığı işine iade talebiyle başlattığı
direnişine destek olmak için geldiğinizi söylemeniz yeterli. 

style="margin: 0px; padding: 0px 0px 5px; border: 0px; outline: 0px;
font-style: inherit; font-size: 15px; font-family: inherit; vertical-align:
baseline; ">Bu yazı Radikal 2'de yayınlanmıştır.( href="http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetayV3&ArticleID=1095037&CategoryID=42"
style="font-family: inherit; font-style: inherit; font-size: 13px;
">http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetayV3&ArticleID=1095037&CategoryID=42 style="font-family: inherit; font-style: inherit;
">)

 

20 Temmuz 2012 Cuma

"Bu Konser, Bizi Yok Etmek İsteyenlere Bir Meydan Okuma"

"Bu Konser, Bizi Yok Etmek
İsteyenlere Bir Meydan Okuma"

Grup Yorum üyeleri,
Açıkhava konserine birkaç gün kala kabul edilen iddianameyle toplam 110
yıllık hapis cezasıyla karşı karşıya kaldı. Ama hem konser ve albüm
hazırlıkları hem de film çekimleri aksamadan devam
ediyor.

 

 
class="item">

src="http://www.bianet.org/resim/olcekle/38642/490/368" width="490"
/>

Yarın, Grup Yorum üç yıllık bir aranın
ardından Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi'nde olacak.

Grup
Yorum Yapım Koordinatörü İnan Altın ile yarınki konser
öncesi, tecridi konu alan ve yapımları süren filmlerini, yeni albüm
çalışmalarını ve üyeleri için istenen toplam 110 yıllık hapis
cezasını konuştuk.

Konserden hemen önce hakkınızda
"örgüt üyeliğinden" dava açıldığını öğrendiniz. Grup
Yorum üyesi Seçkin Aydoğan ise yedi aydır tutuklu. Bu sefer neyle
suçlandınız?

En ufak demokratik bir eylem bile uzun yıllar
hapisle yargılanmanıza neden olabiliyor artık... Katıldığımız
cenazeler, eylemler basın açıklamaları delil oldu.

Son davayla,
Seçkin'in yanı sıra üç arkadaşımıza daha dava açılmış oldu,
toplam 110 yıla varan cezalar isteniyor haklarında. İddianamedeki
suçlamaların tamamı demokratik eylemlere katılmaktan ibaret. Muhalif
olmanın, iktidarın uygulamaların protesto etmenin karşılığı bu.
Seçkin de benzer suçlamalarla hapiste.

"Baskı
politikalarının yabancısı değiliz"

10 Mayıs
2011'de çalışmalarınız sürdürdüğünüz İdil Kültür Merkezi de
birçok dernekle birlikte basılmış, müzik aletleriniz de dahil birçok
çalışmanıza el konulmuştu. Albüm ya da konser çalışmalarınız
sekteye uğradı mı bu baskınla, geri aldınız mı eşyalarınızı?

El konulan eşyalarımız bir kamyon kasasında iade edildi,
CD'ler kırık, müzik aletleri parçalanmıştı, hard disk'lerin
hiçbiri çalışır durumda değildi. Aldıkları her şeyi işe yaramaz bir
halde iade ettiler.

Ama tabii bu uzun süredir devam eden bir süreç.
Dün de durum, bugünkünden çok farklı değildi. Daha önce de defalarca
polis baskınıyla karşılaştık, gözaltına alındık, tutuklandık,
konserlerimiz yasaklandı.

Dolayısıyla bu baskı politikalarının
yabancısı değiliz. Ama hakları savunmanın suç olmadığını biliyoruz,
mücadelemizi sürdürmeye devam edeceğiz.

"Sanatçı düşmanı
tutuma cevap"

Bu ortamda yarınki konserin farklı bir
anlamı var mı?

Harbiye'nin atmosferi sebebiyle zaten
ayrı bir yeri var ama bu da yıl içinde sürdürdüğümüz diğer hak
arama eylemlerinden çok farklı değil. 2009'dan önce her yıl bir
Harbiye konseri veriyorduk. 2010'da İnönü Stadı'ndaydık,
sonrasındaki Bağımsız Türkiye konserleri nedeniyle Açıkhava'ya ara
vermiştik, bu yıl tekrar Harbiye'deyiz.

Bu konser bizi yok etmek,
ortadan kaldırmak, davalarla, hapis tehdidiyle yıldırmak isteyenlere bir
meydan okuma niteliği de taşıyor.

İktidarın baskı
politikalarından etkilenen birçok aydın, sanatçı, politikacı var...
Söyledikleri şarkılar nedeniyle yargılanan sanatçılar var.
Pınar Aydınlar örneğin...

Ya da Şevval Sam'da
da olduğu gibi söylenenler çarpıtılarak kolayca linç kampanyası
başlatılabiliyor. Bu konserin, iktidarın sanatçı düşmanı tutumuna
karşı da bir cevap olduğunu söyleyebiliriz.

Yarın
Açıkhava'da birçok sanatçı dostumuz da bizimle birlikte sahne
alacak, tiyatrocular performanslar sergileyecekler. Gücümüzü
birleştirmemiz çok daha etkili olacak...

En kalabalık
konser

Bakırköy'deki konseriniz çok kalabalıktı. Ama
yarınki konser internetten de canlı olarak yayınlanacak, bu anlamda
herhalde en kalabalık konseriniz olacak.

Evet, Grup Yorum
biletlerini satan Mybilet'in oluşturduğu sistemle, konser internetten
de yayınlanacak.  Bu şekilde sadece Türkiye'den değil dünyanın
her yerinden izlemek, konser atmosferini hissetmek de mümkün
olacak.

"Tecrit hep gündemimizdeydi"

Bu
arada yeni albüm çalışmalarını da sürdürüyorsunuz. Tabii tecridi, F
tipi hapishaneleri anlatan filminizin hazırlıkları da devam ediyor. Nasıl
ortaya çıktı bu proje?

F tipi hapishaneler, insanları
yalnızlaştırmaya, psikolojik ve fizyolojik tahribatlar yaratmaya dönük
bir uygulama. Bu hapishanelerin açıldığı 2000'den bu yana
hapishanelerde insanca yaşayabilmek isteyenlerin mücadele devam ediyor. En
önemli hak ihlallerinden biri olan tecrit bizim de hep gündemimizde
oldu.

Tecridin ne olduğunu sinemanın gücünü de kullanarak çok
daha net bir şekilde anlatmak için bu projeye başladık. Filmler için
Kocaeli'nde bir plato kuruldu, yönetmenlerle görüştük ve bu yılın
başında çekimlere başladık.

Senaryolar nasıl
oluştu?

Birlikte yaptığımız toplantılarda fikirler
şekillendi zaten, tecridin ne olduğunu somut örneklerle anlattık, tecridi
yaşayanlar da kendi hikayelerini anlattılar. Bunlardan yola çıkılarak
her yönetmen kendi kurgusunda oluşturdu.

Birbirinden farklı 10 kısa
filmin, 10 ayrı hikayenin yer aldığı bir film olacak. Altı filmin
çekimi tamamlandı, senaryolar arasında geçişlerin olduğu bir uzun
metrajlı film tasarlandı.

Tecridin filmi 19 Aralık'ta
vizyonda

Ne zaman izleyeceğiz?

Hapishane
operasyonlarının yıldönümü 19 Aralık'ta galası yapılacak, 21
Aralık'ta da vizyona girmesini planlıyoruz. Filmleri, İlksen
Başarır, Ezel Akay, Reis Çelik, Sırrı Süreyya Önder, Hüseyin Karabey,
Vedat Özdemir, Mehmet İlker Altınay, Grup Yorum (FOSEM), Barış Pirhasan,
Aydın Bulut
yönetti.

İdil Tiyatro
Atölyesi
'nin oyuncuları, Serkan Keskin, Tansu Biçer,
Gizem Soysaldı, Bülent Emrah Parlak, Mert Fırat
da filmlerde yer
alan oyunculardan.

Kurgulardan ipucu verebilir
misiniz?

Filmlerde F tipi hapishaneler çok farklı gözlerden
anlatılıyor. Tek kişilik hücredeki bir tutuklunun ya da üç kişilik bir
hücrede kalan adli ya da siyasi mahpusun gözünden ele alınan filmler de
var.

Bunun yanında, F tipi hapishanelerle ilişkide olan herkes
filmlerde yer alıyor. Mahpus yakınları, avukatlar, hapishane
personeli...

Grup Yorum'un filminde ne var?

Devrimci mahpusların anlattıklarından, bize yolladıkları
fikirlerden faydalandık. Bir ölüm orucu direnişçisinin bir anını
anlatacağız.

Müzikler de size ait
herhalde?

Filmlerin müziklerini de biz yapacağız ama burada
da kolektif çalışmadan hareketle her filmin müziğinin bir sanatçı
dostumuz tarafından kurgulanmasını planlıyoruz. Film için hazırlanan
yeni şarkıların yanı sıra eski şarkılarımızda yer
alacak.

Filmin yapımcılığını İdil Yapım üstlendi, Yapım
Koordinatörü de Grup Yorum.

* Konser yarın akşam saat 21:00'de
Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi'nde, biletler 25 TL. Bileti href="http://www.mybilet.com/event/12099/grup-yorum-konseri/"
target="_blank">buradan alabilirsiniz.

Bilgi İçin: 0212 238 81
46/Konser Hattı: 0531 799 60 29

* Konseri internetten canlı izlemek
için href="http://www.mybilet.com/stage/?placeid=987&date=21.07.2012&eventid=12189&showtimeid=33146&serverid=606&sectionid=2942"
target="_blank">buradaki adresten yararlanabilirsiniz, fiyatı 9
TL.

Kaynak: Bianet

'Ölüm ovası'nda TOKİ konutları

'Ölüm ovası'nda TOKİ
konutları

Yalova'da tartışmalı
olarak imara açılan ve depremde binlerce can alan bataklık ovaya önce
TOKİ girdi, ardından yüzlerce yeni bina yapıldı. Aynı bölgede yapılan
binaların neredeyse tamamı, 1999 depreminde yıkılmıştı. Samsun'da
da TOKİ inşaatı dere yatağında yapılmış, selde 13 kişi yaşamını
yitirmişti.

Ölüm ovasında TOKİ konutları id="news_main_photo"
src="http://media.etha.com.tr/images/2012/07/20/cache/etha-20120720-toki-olum-ovasi-00_ext.jpg"
/>

17 Ağustos 1999 Büyük Marmara Depremi’nde en fazla binanın
yıkıldığı yer olan Hacı Mehmet Ovası’na önce TOKİ inşaatı
başlatıldı, ardından yüzlerce yeni konut inşa edildi.

Afet
İşleri Genel Müdürlüğü 2 bine yakın insanın enkaz altında
yaşamını yitirdiği için ‘ölüm ovası’ olarak
adlandırılan bölgeye, Önlem Şartlı Alan statüsünde iki kat sınırı
getirmişti. Ancak TOKİ, 2006 yılında kendi imar planını yaparak ovaya
dört katlı konutlar inşa etmeye başladı. 2008 yılında 1152 konut
tamamlanarak hak sahiplerine teslim edildi. TOKİ inşaatı tamamlandıktan
sonra bölge, inşaat sektörüne tamamen açıldı.

Belediye bölgeyi
yatırımcılara cazip kılmak için iki değişiklik daha yaptı: Kat izni
ikiden üçe çıkartıldı ve imar planlarında ova ‘düşük
yoğunluk’tan ‘orta yoğunluklu’ konut alanına
çıkartıldı. Bu şekilde ölüm ovası adım adım şantiyeye döndü.
“Ev alacak olsam TOKİ’yi tercih ederim” diyen Jeofizik
Yüksek Mühendisi Prof. Dr. Ahmet Ercan bile, TOKİ’nin depremde yerle
bir olan alana binlerce konut yapmasını eleştirerek, “Yapılana
akıl erdirmek mümkün değil” diyor.

Ova adeta 1980’lerde
yaşadıklarının tekrarını yaşıyor. 1986’da uzun tartışmalar
sonunda belediye meclisinin kararıyla bataklık doldurulmuş ve ova imara
açılmıştı. Müteahhitlerden büyük ilgi gören arazi, kısa zamanda
beş katlı lüks blokların yükseldiği bir toplu konut alanı haline
gelmişti. Depremin en çok tartışılan yeri haline gelen ‘ölüm
ovası’nda Mesa 1 ve Mesa 2 isimli lüks siteler çökünce 100’e
yakın kişi ölmüştü. 99 depreminde ovanın tamamında 1000 ile 2 bin
arasında insan enkaz altında kalmıştı.

Yalova Belediye Başkan
Yardımcısı Ahmet Özsümer, şantiyeye dönüşen ovadaki görüntüyle,
“Depremden beri kullanılmıyordu, insanların yürümeye bile
çekindiği bir alandı. Şu an Yalova’nın en hızlı gelişen
mahallesi” diye övüyor. Ancak uzmanlar gerçeklere dikkat
çekiyor.

TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Yalova Temsilcisi Özgür
Bayraktar, “Burası bataklık. Zemin diye bir şey yok. 99 depreminde
bu ovanın yüzde 80-90’ı yıkılmıştı. İmara açılması çok
büyük hata. Türkiye ’de yapı denetimi zaten bir muamma. TOKİ de
kanun gereği kendi ruhsatını kendi alıyor, yapı denetimi ciddi bir soru
işareti” diyor.

TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası (İMO)
Yalova Temsilcisi Mahmut Renkler ise, “Ova, eski Safran
Deresi’nin çevresi, o alüvyonlarla oluşmuş bir zemin. Çok yumuşak
bir yapısı olduğu için burada yapılacak inşaatın maliyeti, sağlam
zemine yapılacak maliyetin belki dört-beş katı. Ayrıca TOKİ
konutlarını 2006’da temeller atılırken inceledik, zemin
çalışmalarını yeterli görmedik. Malzeme eksik kullanıldı, temel
dolgusundaki demir neredeyse yarı yarıya eksildi. Malzemeden çaldılar.
Bunları TOKİ’ye ilettik” diye uyarıyor.

TOKİ ise ölüm
ovasına yapılan inşaatlarla ilgili açıklamasında, binaları çok
sağlam yaptıklarını iddia ediyor.

Samsun'da da TOKİ
inşaatları dere yatağında yapılmış, 13 kişi selden yaşamını
yitirmişti.

Kaynak: ETHA

Yürüyüş Çalışanları Serbest

Yürüyüş Çalışanları
Serbest

"Örgüt üyeliği" suçlamasıyla 1,5
yıldır tutuklu bulunan beş Yürüyüş dergisi çalışanı bugün tahliye
oldu.

src="http://www.bianet.org/resim/olcekle/38623/490/271" width="490"
/>

Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nde tutuklu yargılanan
Yürüyüş dergisi çalışanları Cihan Gün, Naciye Yavuz, Kaan
Ünsal, Musa Kurt
ve Halit Güdenoğlu bugünkü
üçüncü duruşmada tahliye oldu.

Davada tutuklu yargılanan
Gülsüm Yıldız, Nejla Can ve Mehmet Ali
Uğurlu
da 13 Ocak'taki ilk duruşmada tahliye olmuştu.
Abdullah Özgün, Hatice Rüken Kılıç, Remzi
Uçucu
'nun ise tutukluluklarının devamına karar
verildi.

Yürüyüş dergisi çalışanları, 24 Aralık 2010'da
dergi binasına yapılan baskınla gözaltına alınmıştı. Baskında,
büronun kapısı kırılmış, yaklaşık 2 bin kitaba el
konulmuştu.

Hakim Dündar Örsdemir'in kabul
ettiği, Savcı Kubilay Taştan'ın hazırladığı
iddianameye göre, gazeteciler, Terörle Mücadele Kanunu'nun
(TMK) 5. maddesine göre "örgüt üyeliğiyle"
suçlanıyor.

Sincan F Tipi Cezaevi'nde tutuklu bulunan
gazeteciler, ilk duruşmaya tutuklandıktan 13 ay sonra çıkmışlardı.
Uzun tutukluluk ve dosyada 10 aydır süren gizlilik kararı nedeniyle Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) yapılan başvuru
ise henüz sonuçlanmadı.

Gerekçe: Üçüncü yargı
paketi

Bugünkü üçüncü duruşmada, Savcı Mehmet
Özgür
tutuklu sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar
verilmesini talep etti.
Sanık Avukatı Selçuk
Kozağaçlı
ise siyasi yargılamalar yapan mahkemelerin, siyasi
iradenin kararlarını uyguladığını iddia etti ve tahliye talep
etti.

Mahkeme Başkanı Örsdemir beş gazetecinin tahliyesine karar
verirken, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na yazı yazılarak
soruşturma aşamasında sanıklara ait telefon görüşme kayıtları ile
iletişim tespit tutanağının istenmesine hükmetti.

Tahliye
kararına gerekçe olarak, "suçun vasfı, delil durumu ve üçüncü
yargı paketiyle yapılan değişiklik" gerekçe
gösterildi.

Tahliye kararı verilen sanıklar hakkında yurt dışına
çıkış yasağı kondu.

Kaynak: Bianet

19 Temmuz 2012 Perşembe

DİSK-KESK-TMMOB-TTB: SURİYE`YE EMPERYALİST MÜDAHALEYE HAYIR!.. YAŞASIN ORTADOĞU HALKLARININ KARDEŞLİĞİ!

DİSK-KESK-TMMOB-TTB:
SURİYE`YE EMPERYALİST MÜDAHALEYE HAYIR!.. YAŞASIN ORTADOĞU HALKLARININ
KARDEŞLİĞİ!

 

width="100%">

KESK Başkanı Lami Özgen, DİSK
Başkanı Erol Ekici, TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı ve TTB
Genel Sekreteri Bayazıt İlhan, 19 Temmuz 2012 tarihinde TTB Genel
Merkezi`nde bir basın toplantısı düzenleyerek, Suriye konusunda yaşanan
gelişmeleri, görüş ve beklentilerini kamuoyuyla
paylaştılar.

width="100%">

 

align="center">SURİYE‘YE EMPERYALİST MÜDAHALEYE
HAYIR!..

YAŞASIN ORTADOĞU HALKLARININ
KARDEŞLİĞİ!

Değerli Basın Emekçileri,

AKP
hükümetinin emperyalizmin Ortadoğu‘daki taşeronluğuna soyunarak,
Türkiye‘yi saldırgan politikaların bir parçası yapan
yaklaşımlarını kaygıyla izlemekteyiz.

Suriye halkını ve
Ortadoğu‘daki sınıf kardeşlerimizi de yakından ilgilendiren bir
basın toplantısını yapma ihtiyacı hisseden biz emek ve meslek
örgütlerini, gerek demokratik hak ve özgürlükler mücadelesinden ve
gerekse topluma karşı sorumluluğunun da bir ifadesi olan anti-emperyalist
ve enternasyonalist çizgisinden dolayı kamuoyu yakından
tanımaktadır.

Irak‘ta olduğu gibi, hemen yanıbaşımızdaki
komşumuz Suriye üzerinde de oynanmak istenen emperyalist oyunlara sessiz
kalmamız düşünülemez.

Değerli Dostlar,

Kendisi
muhalefetin en küçük demokratik bir hakkını bile
kullanmasınıyasaklayarak, muhaliflerine karşı alabildiğine baskıcı,
demokratik hak ve özgürlükleri kendi halkına çok gören dikta özlemleri
içinde olan AKP‘nin, komşu ülkelerin yönetimlerini, halklarına
uyguladıkları baskılardan dolayı yüksek tonda eleştirmesi ilginç bir
tezat oluşturmaktadır.

Irak‘ta iki milyona yakın insanın
katledilmesine sesini çıkartmayan; ülkesinde yaptığı katliamlar ve
insanlık suçları nedeniyle Uluslararası Ceza Mahkemesi‘nce
hakkında yakalama kararı çıkarılan Sudan Devlet Başkanı Ömer El
Beşir‘i Türkiye‘de ağırlayan Başbakan Erdoğan‘ın
Kaddafi‘ye ya da Esat‘a karşı esip gürlemesi, taşeron
psikolojisiyle asıl patrona yaranmasına yetse de, kendi özrünü
kapatmasına asla yetmeyecektir.

Çünkü halkın ve vekillerin sokakta
kendilerini demokratik siyasi yollardan ifade etme kanallarını kapatan,
özellikle Kürt halkını demokratik siyaset yapma zemini dışına iten
AKP, sendikaları ve meslek örgütlerini dışlayarak çalışma hayatını,
üniversite bileşenlerini dışlayarak yüksek eğitimi, kadınları
dışlayarak toplumsal hayatı, Alevileri ve azınlıkları dışlayarak tek
mezhepli bir dini yapıyı, toplumsal kesimleri dışlayarak yeni bir
anayasayı, adaleti ve hukukçuları dışlayarak hukuksuzluğu, gazetecileri
ve basın ahlakını dışlayarak medyayı, sosyalliği dışlayarak otoriter
devleti yeniden inşaa etmektedir.

AKP‘nin bu tutumunun arka
planında Başbakan Tayyip Erdoğan‘ın da "eşbaşkanı"
olduğunu ilan ettiği emperyalist Büyük Ortadoğu Projesi yatmaktadır.
İzin verirseniz, Türkiye‘nin ve Suriye‘nin bugünkü durumunu
açıklamak için kısaca bu projeyi hatırlatmak istiyoruz.

Büyük
Ortadoğu Projesi, ABD‘nin batıda Fas, Moritanya, doğuda Orta Asya ve
Moğolistan, kuzeyde Kafkasya ve Türkiye, güneyde Arap Dünyası‘ndan
Somali‘ye kadar uzanan bir coğrafyada yer alan ülkelere yönelik
siyasi, hukuki, bilgi/eğitim, ekonomi, sosyal ve güvenlik boyutlarını
içeren kapsamlı bir "islam coğrafyası" dönüşüm
stratejisidir ve bu alanlarda uzun vadeli ekonomik/politik bir coğrafi
değişimi hedeflemektedir.

ABD‘de yapılan G-8 toplantısında
çerçevesi genişletilerek ‘‘Kuzey Afrika ve Genişletilmiş
Ortadoğu Girişimi‘‘
adıyla sunulan proje esas olarak,
ABD‘nin 1997‘de oluşturduğu ‘Yeni Amerikan Yüzyılı
Projesi‘
nin bir alt unsurudur.

G-8‘de tartışılan,
Avrupa Birliği ülkelerinin de hoşuna giden yeni liberal motiflerle
renklendirilen bu projenin 12 maddelik sonuç bildirgesinde
‘‘projenin bölgeye dışarıdan empoze
edilmeyeceğine‘‘
dair ifade bulunmasına rağmen, BOP öz
itibariyle emperyalist müdahalelerle uygulamaya
konulmuştur.

BOP‘un uygulanacağı bölge, emperyalistlerin
beklediği istikrara sahip gözükmemektedir ve hükümetler değil, bölge
halkları genelde ABD karşıtıdır.

Bu durumda sürekli askeri
güç bulundurmanın yanında yöredeki ülkelerin siyasal ve ekonomik olarak
emperyalistler tarafından yeniden yapılandırılmaları stratejik olarak da
gerekli gözükmektedir.

Petrol başta olmak üzere doğal
kaynakları yakından denetleme stratejisi ve politikaları, çokuluslu
petrol şirketleri ve ABD yönetimi arasındaki ilişkilerin ele
alınmasını gerektirmektedir. 70 ve 80‘li yıllarda ABD‘nin
çıkarları silah üreticisi büyük şirketler, petrol şirketleri ile
finansal şirketler arasında yapılan bir işbirliğine dayanmıştı. Yani
silah satıcıları ve petrol satıcıları koalisyonu yapılmış, finansal
şirketler de bu koalisyonda yer bulmuşlardır.

Dünya hâkimiyeti
için Avrasya‘yı, Avrasya hâkimiyeti için de Büyük
Ortadoğu‘yu kontrol etmenin zorunluluğunu hisseden ABD, bu yolda
stratejik bir madde olan petrol ve ona ulaşım yolları üzerinde egemenlik
tesis ederek, rakipleri karşısında stratejik üstünlük sağlamayı
amaçlamaktadır.

Bölgeyi denetim altına almak istemesinde, kendi
ihtiyacını garanti altına almak amacıyla ilgili hesaplar olmasıyla
birlikte, esas amaç, dünya üzerindeki rakiplerinin çok büyük ölçüde
bu kaynaklara bağımlı olmasıdır.

Bir yandan hâkim olmayı
planladığı yörelerdeki doğal kaynakları emniyete almak, diğer yandan
IMF ve Dünya Bankası‘nın desteğiyle ilgili ülkelerin ekonomilerini
çokuluslu ABD şirketlerine açmayı hedefleyen ABD‘nin bu projesini
ekonomik düzeyde "neoliberalizm", ideolojik düzeyde
"ılımlı İslam" ve askeri olarak da
"işgal" ile ifade etmek doğru olacaktır.

BOP,
Avrasya coğrafyasında ‘‘mekânın
özelleştirilmesi‘‘
seferidir. Avrasya jeopolitiğinin
omurgasını oluşturan Fas‘tan Çin sınırına kadar uzanan geniş
coğrafi alan, BOP‘un ‘‘özelleştirme
harekâtı‘‘
için tek pazar haline gelmelidir, ama
parçaları küçük olmalıdır.

Buna göre; federatif yapılar,
küçük devletçikler yaratılmalı ve onların pazarlık güçleri
kırılmalı, doğal kaynakları üzerinde daha zahmetsizce egemenlik
kurulabilmelidir. Taşeron rolünü benimsemiş Türkiye‘nin, bu
süreçten olumlu etkilenmesi mümkün değildir.

İşte
Türkiye‘nin geleneksel dış politikasında öncelikle komşuları
için olmazsa olmaz koşul saydığı ve varlığına büyük özen
gösterdiği ‘‘toprak bütünlüğünden yana
olma‘‘
çizgisinin geçerliliğini yitirmesi ve komşularla
sıfır problemden, neredeyse tüm komşularla çatışma noktasına
taşınmasının arka planı budur...

Soğuk Savaş döneminde
ABD‘nin "yeşil kuşak" projesinin parçası olarak bir
"ABD üssü" haline getirilen Türkiye bugün de adı konulmamış
"yeni paylaşım savaşı"nda emperyalizmin cephe ülkesi olarak
konumlandırılmaktadır.

AKP, ABD tarafından "model ülke ve
model ortak"
olarak Ortadoğu‘nun yeniden düzenlenmesinde
çok yönlü işbirlikçi bir rol üstlenmektedir. Bunun tam adı şudur:
Ilımlı İslam ideolojik harcıyla tutturulmuş bir taşeron
cumhuriyeti!..

Değerli Dostlar,

Yıllardan beri
bölgede oynanan bu "büyük oyunun" 21. yüzyıldaki kritik
noktası Suriye‘dir. Suriye‘ye dönük bir askeri müdahale
bölgesel bir savaşın da tetikleyicisi olacaktır. Ortadoğu bu şekilde
iç savaşlarla, etnik ve dini boğazlaşmalarla kaosu sürüklenirken,
Türkiye de bu kaosun parçası olacak ve bölge halkları büyük acılarla
yüz yüze kalacaktır.

Bütün bu yaptıklarını "insan
haklarını koruma", "demokrasiyi yerleştirme"

kılıfıyla yapıyorlar. Suriye için özgürlük ve demokrasi istemek ne
dünya halklarına kan kusturan ABD‘ye, ne Suudi Prensi‘ne
kalmıştır ne de kendi halkını baskı ve şiddet operasyonlarıyla
sindirmeye çalışan Başbakan Erdoğan‘a..

Suriye‘ye
dönük bir askeri müdahalenin gerçekleştirilmesinin açık
çağrıcılığını üstlenen, Suriye‘de iç savaşın
geliştirilmesi amacıyla sınırları açan AKP iktidarı, bu
politikalarıyla Türkiye‘yi bölgedeki etnik-dini boğazlaşmanın ve
bölgesel bir savaşın tam ortasına sürüklüyor.

Suriye`ye dönük
müdahaleler giderek bölgesel bir çatışmaya dönüşecektir. Çünkü bu
savaş Suriye‘yle savaş değil, esasen İran`la ve hatta dolaylı
olarak Rusya ve Çin‘le yapılacak bir savaş olacaktır. Suriye
savaşı büyük bir bölgesel savaşa dönüşecektir. Bu durum aynı
zamanda bölgede sınırın her iki tarafında kalarak bölünen ailelerin
bile karşı karşıya kalmalarına neden olacaktır.

Dün Başkent
Şam‘da düzenlenen intihar saldırısı emperyalistlerin planladığı
savaşı açıkça ortaya koymuştur. Bu saldırıda Savunma Bakanı Davud
Racha, Devlet Başkan Yardımcısı Hasan Türkmeni ve Genel Kurmay Başkan
Yardımcısı Asıf Şevkey öldürülmüştür. Suikast için seçilen gün
de oldukça dikkat çekicidir. Tam BM Güvenlik Konseyi‘nde 7‘nci
maddenin de görüşülmesinin gündemde olduğu toplantıya saatler kala
Suriye‘de intihar saldırısı gerçekleştirilmiştir. Aynı gün de
Başbakan Tayyip Erdoğan‘ın Moskova‘da Rusya Devlet Başkanı
Vladimir Putin ve BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon‘un, Çin Devlet
Başkanı Hu ile görüşmesi vardı. Bu iki ülke de biliyorsunuzki
Suriye‘de askeri müdahaleye karşıydı. Çeşitli saldırı ve savaş
politikaları ile Suriye halkı savaşa sürüklendiği bir
gerçektir.

Değerli Dostlar,

AKP iktidarı bugün Kürt
sorununun demokratik çözümünü sağlamak yerine, Kürtleri sadece kendi
dayattığı politikalara tabi kılmaya çalışıyor, bunu reddeden
Kürtleri de etkisizleştirmeye yöneliyor. Açıkça görülüyor ki bu
politikanın bir yanı yine askeri yöntem ve şiddete dayanıyor. Bölgede
cemaat-tarikat ağlarının güçlendirilmesi, Hizbullah‘ın tekrar
aktif hale getirilmesi ve Kürt hareketinin demokratik alandaki güçlerinin
KCK operasyonlarıyla etkisizleştirilmeye çalışılması işte bu
stratejinin gereği olarak uygulanıyor. Kürt sorununda şiddete dayalı
politikalar, Uludere`dekine benzer katliamcı sonuçlarla birlikte sürerken,
bütün bunlar bir arada yaşam zeminlerini de tahrip ediyor. Özellikle
batıda Kürt ve Türk halkının birlikte yaşadığı yerler, etnik bir
çatışmanın zeminlerine dönüşüyor.

Bu nedenle Türkiye
halklarının özgürlük, eşitlik, demokrasi ve bağımsızlık
taleplerinin Kürt halkının özgürlük ve eşitlik talepleriyle
birleştirilmesi bölge halklarının kardeşliği ve enternasyonalizmi
açısından canalıcı öneme sahip bir aşamadadır.

Değerli
Dostlar,

Bizler, anti-emperyalist ve enternasyonalist emek ve
meslek örgütleri olarak; bölge ülkelerinin demokratik farklı mezhepsel
ve etnik kimliklerin bir arada yaşadığı demokratik ve laik bir yapıya
kavuşabilmesi için emek örgütlerinin ortak mücadelesinin gerekli
olduğuna inanıyoruz. Bu nedenle Suriye‘deki emek ve meslek
örgütleriyle dayanışma ilişkilerimizi güçlendireceğimiz buradan
duyuruyoruz. Özgürlükçü, sosyal, bağımsız ve laik bir Türkiye
isteyen güçler olarak demokratik, laik ve bağımsız Suriye isteyenlerle
dayanışmayı ertelenemeyecek bir görev olarak görüyoruz.

Komşumuz
Suriye‘ye karşı herhangi bir dış müdahaleyi asla kabul etmiyor,
bütün emperyalist güçlerin ve işbirlikçi devletlerin ellerini
Suriye‘den derhal çekmesini istiyoruz!

Bölgesel güç olma
hevesiyle Suriye‘yi rüştünü ispat edeceği bir sınav olarak gören
AKP Hükümeti‘ne sesleniyoruz: Ateşle oynamayın! ABD emperyalizminin
çıkarlarına odaklanmış dış politika anlayışınızdan
vazgeçin!

Gerçekten tam laik, çok kültürlü, çok inançlı,
herkesin eşit yurttaşlık haklarına sahip olduğu, eşit, özgür, sosyal
bir Suriye, Suriye emekçi ve ezilenlerinin mücadelesinin ürünü
olacaktır. Biz bu mücadele ile dayanışma içerisinde
olacağız.

Şimdi, AKP‘nin, emperyalizmin aktif
taşeronluğunu üstlenerek Suriye‘de iç savaşın geliştirilmesine
yönelik hamlelerinden vazgeçmesini sağlama zamanıdır. Şimdi, savaş
çığlıkları atanlara karşı, halkların kardeşliği için sorumluluk
alma zamanıdır.
Bizler dün olduğu gibi bugün de tüm savaş
karşıtlarıyla birlikte "Suriye‘ye Emperyalist Müdahaleye
Hayır" diyeceğiz, meydanlarda
olacağız.

 

DİSK-KESK-TMMOB-TTB: SURİYE`YE EMPERYALİST MÜDAHALEYE HAYIR!.. YAŞASIN ORTADOĞU HALKLARININ KARDEŞLİĞİ!

DİSK-KESK-TMMOB-TTB:
SURİYE`YE EMPERYALİST MÜDAHALEYE HAYIR!.. YAŞASIN ORTADOĞU HALKLARININ
KARDEŞLİĞİ!

SURİYE‘YE EMPERYALİST
MÜDAHALEYE HAYIR!..

YAŞASIN ORTADOĞU
HALKLARININ KARDEŞLİĞİ!

Değerli Basın
Emekçileri,

AKP hükümetinin emperyalizmin Ortadoğu‘daki
taşeronluğuna soyunarak, Türkiye‘yi saldırgan politikaların bir
parçası yapan yaklaşımlarını kaygıyla izlemekteyiz.

Suriye
halkını ve Ortadoğu‘daki sınıf kardeşlerimizi de yakından
ilgilendiren bir basın toplantısını yapma ihtiyacı hisseden biz emek ve
meslek örgütlerini, gerek demokratik hak ve özgürlükler mücadelesinden
ve gerekse topluma karşı sorumluluğunun da bir ifadesi olan
anti-emperyalist ve enternasyonalist çizgisinden dolayı kamuoyu yakından
tanımaktadır.

Irak‘ta olduğu gibi, hemen yanıbaşımızdaki
komşumuz Suriye üzerinde de oynanmak istenen emperyalist oyunlara sessiz
kalmamız düşünülemez.

Değerli Dostlar,

Kendisi
muhalefetin en küçük demokratik bir hakkını bile
kullanmasınıyasaklayarak, muhaliflerine karşı alabildiğine baskıcı,
demokratik hak ve özgürlükleri kendi halkına çok gören dikta özlemleri
içinde olan AKP‘nin, komşu ülkelerin yönetimlerini, halklarına
uyguladıkları baskılardan dolayı yüksek tonda eleştirmesi ilginç bir
tezat oluşturmaktadır.

Irak‘ta iki milyona yakın insanın
katledilmesine sesini çıkartmayan; ülkesinde yaptığı katliamlar ve
insanlık suçları nedeniyle Uluslararası Ceza Mahkemesi‘nce
hakkında yakalama kararı çıkarılan Sudan Devlet Başkanı Ömer El
Beşir‘i Türkiye‘de ağırlayan Başbakan Erdoğan‘ın
Kaddafi‘ye ya da Esat‘a karşı esip gürlemesi, taşeron
psikolojisiyle asıl patrona yaranmasına yetse de, kendi özrünü
kapatmasına asla yetmeyecektir.

Çünkü halkın ve vekillerin sokakta
kendilerini demokratik siyasi yollardan ifade etme kanallarını kapatan,
özellikle Kürt halkını demokratik siyaset yapma zemini dışına iten
AKP, sendikaları ve meslek örgütlerini dışlayarak çalışma hayatını,
üniversite bileşenlerini dışlayarak yüksek eğitimi, kadınları
dışlayarak toplumsal hayatı, Alevileri ve azınlıkları dışlayarak tek
mezhepli bir dini yapıyı, toplumsal kesimleri dışlayarak yeni bir
anayasayı, adaleti ve hukukçuları dışlayarak hukuksuzluğu, gazetecileri
ve basın ahlakını dışlayarak medyayı, sosyalliği dışlayarak otoriter
devleti yeniden inşaa etmektedir.

AKP‘nin bu tutumunun arka
planında Başbakan Tayyip Erdoğan‘ın da "eşbaşkanı"
olduğunu ilan ettiği emperyalist Büyük Ortadoğu Projesi 
yatmaktadır. İzin verirseniz, Türkiye‘nin ve Suriye‘nin
bugünkü durumunu açıklamak için kısaca bu projeyi hatırlatmak
istiyoruz.

Büyük Ortadoğu Projesi, ABD‘nin batıda Fas,
Moritanya, doğuda Orta Asya ve Moğolistan, kuzeyde Kafkasya ve Türkiye,
güneyde Arap Dünyası‘ndan Somali‘ye kadar uzanan bir
coğrafyada yer alan ülkelere yönelik siyasi, hukuki, bilgi/eğitim,
ekonomi, sosyal ve güvenlik boyutlarını içeren kapsamlı bir
"islam coğrafyası"
dönüşüm stratejisidir ve bu alanlarda
uzun vadeli  ekonomik/politik bir coğrafi değişimi
hedeflemektedir.

ABD‘de yapılan G-8 toplantısında çerçevesi
genişletilerek ‘‘Kuzey Afrika ve Genişletilmiş Ortadoğu
Girişimi‘‘
adıyla sunulan proje esas olarak, ABD‘nin
1997‘de oluşturduğu ‘Yeni Amerikan Yüzyılı
Projesi‘
nin bir alt unsurudur.

G-8‘de tartışılan,
Avrupa Birliği ülkelerinin de hoşuna giden yeni liberal motiflerle
renklendirilen bu projenin 12 maddelik sonuç bildirgesinde
‘‘projenin bölgeye dışarıdan empoze
edilmeyeceğine‘‘
dair ifade bulunmasına rağmen, BOP öz
itibariyle emperyalist müdahalelerle uygulamaya
konulmuştur.

BOP‘un uygulanacağı bölge, emperyalistlerin
beklediği istikrara sahip gözükmemektedir ve hükümetler değil, bölge
halkları genelde ABD karşıtıdır.

Bu durumda sürekli askeri
güç bulundurmanın yanında yöredeki ülkelerin siyasal ve ekonomik olarak
emperyalistler tarafından yeniden yapılandırılmaları stratejik olarak da
gerekli gözükmektedir.

Petrol başta olmak üzere doğal
kaynakları yakından denetleme stratejisi ve politikaları, çokuluslu
petrol şirketleri ve ABD yönetimi arasındaki ilişkilerin ele
alınmasını gerektirmektedir. 70 ve 80‘li yıllarda ABD‘nin
çıkarları silah üreticisi büyük şirketler, petrol şirketleri ile
finansal şirketler arasında yapılan bir işbirliğine dayanmıştı. Yani
silah satıcıları ve petrol satıcıları koalisyonu yapılmış, finansal
şirketler de bu koalisyonda yer bulmuşlardır.

Dünya hâkimiyeti
için Avrasya‘yı, Avrasya hâkimiyeti için de Büyük
Ortadoğu‘yu kontrol etmenin zorunluluğunu hisseden ABD, bu yolda
stratejik bir madde olan petrol ve ona ulaşım yolları üzerinde egemenlik
tesis ederek, rakipleri karşısında stratejik üstünlük sağlamayı
amaçlamaktadır.

Bölgeyi denetim altına almak istemesinde, kendi
ihtiyacını garanti altına almak amacıyla ilgili hesaplar olmasıyla
birlikte, esas amaç, dünya üzerindeki rakiplerinin çok büyük ölçüde
bu kaynaklara bağımlı olmasıdır.

Bir yandan hâkim olmayı
planladığı yörelerdeki doğal kaynakları emniyete almak, diğer yandan
IMF ve Dünya Bankası‘nın desteğiyle ilgili ülkelerin ekonomilerini
çokuluslu ABD şirketlerine açmayı hedefleyen ABD‘nin bu projesini
ekonomik düzeyde "neoliberalizm", ideolojik düzeyde
"ılımlı İslam" ve askeri olarak da
"işgal" ile ifade etmek doğru olacaktır.

BOP,
Avrasya coğrafyasında ‘‘mekânın
özelleştirilmesi‘‘
seferidir. Avrasya jeopolitiğinin
omurgasını oluşturan Fas‘tan Çin sınırına kadar uzanan geniş
coğrafi alan, BOP‘un ‘‘özelleştirme
harekâtı‘‘
için tek pazar haline gelmelidir, ama
parçaları küçük olmalıdır.

Buna göre; federatif yapılar,
küçük devletçikler yaratılmalı ve onların pazarlık güçleri
kırılmalı, doğal kaynakları üzerinde daha zahmetsizce egemenlik
kurulabilmelidir. Taşeron rolünü benimsemiş Türkiye‘nin, bu
süreçten olumlu etkilenmesi mümkün değildir.

İşte
Türkiye‘nin geleneksel dış politikasında öncelikle komşuları
için olmazsa olmaz koşul saydığı ve varlığına büyük özen
gösterdiği ‘‘toprak bütünlüğünden yana
olma‘‘
çizgisinin geçerliliğini yitirmesi ve komşularla
sıfır problemden, neredeyse tüm komşularla çatışma noktasına
taşınmasının arka planı budur...

Soğuk Savaş döneminde
ABD‘nin "yeşil kuşak" projesinin parçası olarak bir
"ABD üssü" haline getirilen Türkiye bugün de adı konulmamış
"yeni paylaşım savaşı"nda emperyalizmin cephe ülkesi olarak
konumlandırılmaktadır.

AKP, ABD tarafından "model ülke ve
model ortak"
olarak Ortadoğu‘nun yeniden düzenlenmesinde
çok yönlü işbirlikçi bir rol üstlenmektedir. Bunun tam adı şudur:
Ilımlı İslam ideolojik harcıyla tutturulmuş bir taşeron
cumhuriyeti!..

Değerli Dostlar,

Yıllardan beri
bölgede oynanan bu "büyük oyunun" 21. yüzyıldaki kritik
noktası Suriye‘dir. Suriye‘ye dönük bir askeri müdahale
bölgesel bir savaşın da tetikleyicisi olacaktır. Ortadoğu bu şekilde
iç savaşlarla, etnik ve dini boğazlaşmalarla kaosu sürüklenirken,
Türkiye de bu kaosun parçası olacak ve bölge halkları büyük acılarla
yüz yüze kalacaktır.

Bütün bu yaptıklarını "insan
haklarını koruma", "demokrasiyi yerleştirme"

kılıfıyla yapıyorlar. Suriye için özgürlük ve demokrasi istemek ne
dünya halklarına kan kusturan ABD‘ye, ne Suudi Prensi‘ne
kalmıştır ne de kendi halkını baskı ve şiddet operasyonlarıyla
sindirmeye çalışan Başbakan
Erdoğan‘a.. 

Suriye‘ye dönük bir askeri
müdahalenin gerçekleştirilmesinin açık çağrıcılığını üstlenen,
Suriye‘de iç savaşın geliştirilmesi amacıyla sınırları açan
AKP iktidarı, bu politikalarıyla Türkiye‘yi bölgedeki etnik-dini
boğazlaşmanın ve bölgesel bir savaşın tam ortasına
sürüklüyor.

Suriye`ye dönük müdahaleler giderek bölgesel bir
çatışmaya dönüşecektir. Çünkü bu savaş Suriye‘yle savaş
değil, esasen İran`la ve hatta dolaylı olarak Rusya ve Çin‘le
yapılacak bir savaş olacaktır. Suriye savaşı büyük bir bölgesel
savaşa dönüşecektir. Bu durum aynı zamanda bölgede sınırın her iki
tarafında kalarak bölünen ailelerin bile karşı karşıya kalmalarına
neden olacaktır.

Dün Başkent Şam‘da düzenlenen intihar
saldırısı emperyalistlerin planladığı savaşı açıkça ortaya
koymuştur. Bu saldırıda Savunma Bakanı Davud Racha, Devlet Başkan
Yardımcısı Hasan Türkmeni ve Genel Kurmay Başkan Yardımcısı Asıf
Şevkey öldürülmüştür. Suikast için seçilen gün de oldukça dikkat
çekicidir. Tam BM Güvenlik Konseyi‘nde 7‘nci maddenin de
görüşülmesinin gündemde olduğu toplantıya saatler kala Suriye‘de
intihar saldırısı gerçekleştirilmiştir. Aynı gün de Başbakan Tayyip
Erdoğan‘ın Moskova‘da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve
BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon‘un, Çin Devlet Başkanı Hu ile
görüşmesi vardı. Bu iki ülke de biliyorsunuzki Suriye‘de askeri
müdahaleye karşıydı. Çeşitli saldırı ve savaş politikaları ile
Suriye halkı savaşa sürüklendiği bir gerçektir.

Değerli
Dostlar,

AKP iktidarı bugün Kürt sorununun demokratik çözümünü
sağlamak yerine, Kürtleri sadece kendi dayattığı politikalara tabi
kılmaya çalışıyor, bunu reddeden Kürtleri de etkisizleştirmeye
yöneliyor. Açıkça görülüyor ki bu politikanın bir yanı yine askeri
yöntem ve şiddete dayanıyor. Bölgede cemaat-tarikat ağlarının
güçlendirilmesi, Hizbullah‘ın tekrar aktif hale getirilmesi ve Kürt
hareketinin demokratik alandaki güçlerinin KCK operasyonlarıyla
etkisizleştirilmeye çalışılması işte bu stratejinin gereği olarak
uygulanıyor. Kürt sorununda şiddete dayalı politikalar, Uludere`dekine
benzer katliamcı sonuçlarla birlikte sürerken, bütün bunlar bir arada
yaşam zeminlerini de tahrip ediyor. Özellikle batıda Kürt ve Türk
halkının birlikte yaşadığı yerler, etnik bir çatışmanın zeminlerine
dönüşüyor.

Bu nedenle Türkiye halklarının özgürlük, eşitlik,
demokrasi ve bağımsızlık taleplerinin Kürt halkının özgürlük ve
eşitlik talepleriyle birleştirilmesi bölge halklarının kardeşliği ve
enternasyonalizmi açısından canalıcı öneme sahip bir
aşamadadır.

Değerli Dostlar,

Bizler, anti-emperyalist
ve enternasyonalist emek ve meslek örgütleri olarak; bölge ülkelerinin
demokratik farklı mezhepsel ve etnik kimliklerin bir arada yaşadığı
demokratik ve laik bir yapıya kavuşabilmesi için emek örgütlerinin ortak
mücadelesinin gerekli olduğuna inanıyoruz. Bu nedenle Suriye‘deki
emek ve meslek örgütleriyle dayanışma ilişkilerimizi
güçlendireceğimiz buradan duyuruyoruz. Özgürlükçü, sosyal,
bağımsız ve laik bir Türkiye isteyen güçler olarak demokratik, laik ve
bağımsız Suriye isteyenlerle dayanışmayı ertelenemeyecek bir görev
olarak görüyoruz.

Komşumuz Suriye‘ye karşı herhangi bir
dış müdahaleyi asla kabul etmiyor, bütün emperyalist güçlerin ve
işbirlikçi devletlerin ellerini Suriye‘den derhal çekmesini
istiyoruz!

Bölgesel güç olma hevesiyle Suriye‘yi rüştünü
ispat edeceği bir sınav olarak gören AKP Hükümeti‘ne sesleniyoruz:
Ateşle oynamayın! ABD emperyalizminin çıkarlarına odaklanmış dış
politika anlayışınızdan vazgeçin!

Gerçekten tam laik, çok
kültürlü, çok inançlı, herkesin eşit yurttaşlık haklarına sahip
olduğu, eşit, özgür, sosyal bir Suriye, Suriye emekçi ve ezilenlerinin
mücadelesinin ürünü olacaktır. Biz bu mücadele ile dayanışma
içerisinde olacağız.

Şimdi, AKP‘nin, emperyalizmin aktif
taşeronluğunu üstlenerek Suriye‘de iç savaşın geliştirilmesine
yönelik hamlelerinden vazgeçmesini sağlama zamanıdır. Şimdi, savaş
çığlıkları atanlara karşı, halkların kardeşliği için sorumluluk
alma zamanıdır.
Bizler dün olduğu gibi bugün de tüm savaş
karşıtlarıyla birlikte "Suriye‘ye Emperyalist Müdahaleye
Hayır" diyeceğiz, meydanlarda olacağız.

src="http://www.tmmob.org.tr/resimler/bizden/orj/2207_13_53_13.jpg"
style="width: 450px; height: 300px;" />

Kaynak:
tmmob.org.tr

HHB: Grup Yorum'a 110 Yıl Ceza

HHB: Grup Yorum'a 110 Yıl
Ceza

GRUP YORUM ÜYELERİNDEN
SEÇKİN AYDOĞAN TAHLİYE EDİLMEDİ.

GRUP ÜYELERİNE AÇILAN DAVADA YÜZLERCE YIL CEZA
İSTENİYOR.

Kurulduğu 27 yıl öncesinden bu yana her
dönem cezalarla, hapishanelerle, baskılarla mücadele etti Grup Yorum.
Cunta döneminde de, Avrupa Birliğine uyum süreci adı altında
yürütülen reformlar yapıyoruz dedikleri dönemlerde de Grubun üyeleri
gözaltına alındı, tutuklandı, türkülerinin çalınması yasaklandı,
konserleri engellendi. İktidarlar değişti ama gruba yapılan baskılar
değişmedi. 3. yargı paketi ile faşist katillerin bile serbest kaldığı
bugünlerde Grup Yorum üyelerinden Seçkin Taygun AYDOĞAN’ın tahliye
talebi yine reddedildi.

Grup Yorum hakkında açılan davada üyeleri
için toplamda 25-110 yıl arasında ceza isteniyor. Grup Yorum 2010
yılında İnönü Stadyumunda 55 bin kişiye konser verdikten sonra, 2011
yılında Bakırköy Özgürlük Meydanında 150 bin kişiye konser vermiş,
1 Mayıs işçi bayramında ise milyonlara seslenmişti. Devrimci bir müzik
grubunun milyonlara seslenmesini hazmedemeyen siyasi iktidar, 10 Mayıs
2011’de gece saat 03.00 civarında Grubun çalışmalarını
yürüttüğü İdil Kültür Merkezi’ni arama adı altında talan
ettirmiş ve kültür merkezinde gece çalışan grup üyelerini gözaltına
aldırmıştı.

Birini arıyoruz bahanesiyle yapılan baskında aranan
kişi de Kültür Merkezinde değildi. Bunun yerine Kültür Merkezinde
bulunan herkes gözaltına alındı, bilgisayarlarına, dijital
malzemelerine, çalışma notlarına el konuldu.  Daha sonra İdil
Kültür Merkezinde bulunup gözaltına alınan Tavır dergisi
çalışanları, Grup Yorum elemanları ve çalışanları hakkında dava
açıldı.

Grup Yorum üyelerinden Ali ARACI,
Caner BOZKURT, Seçkin Taygun
AYDOĞAN
,  Ayfer RÜZGAR hakkında sadece o gece
İdil Kültür Merkezinde bulunup, gözaltına alındıklarında da 
direndikleri gerekçesiyle 1
8 ay ile  9 yıl 
arası ceza isteniyor. Grubun üyelerinden Ezgi Dilan BALCI hakkında
Dev-Genç şapkası taktığı, “Hayata Dönüş” katliamını
kınadığı, Parasız Eğitim Hakkını savunduğu, Ferhat ve
Berna’yı sahiplendiği, Yürüyüş dergisi ve Demokratik kurumlara
yapılan baskınları protesto ettiği gerekçesiyle 19 ile 74 yıl arası
ceza istenmektedir.

İdil Kültür Merkezi çalışanı ve Kültür
Sanatta Tavır Dergisi yazarı Metin YAVUZ ise sadece hakkında daha önce
DHKP/C üyeliğinden dava açılmış olması ve o gün İdil Kültür
Merkezinde bulunması nedeniyle 9 ile 24 yıl arası ceza istenmektedir.
(?????..........)

AÇILAN DAVA UMUDUN SESİNİ SUSTURMAYA
YÖNELİKTİR

İdil Kültür Merkezi çalışanlarının
tümü kimi zaman sözü silaha dönüştüren, kimi zaman sözü umut,
inanç ve dirence büründüren sanatçılardır.  Sözleri; ezgilerle,
şiirle, tiyatroyla, öykü ve masallarla yüreğimize ve beynimize seslenir.
Düşeni kaldırır, yolunu şaşırana yol gösterir,  umutsuzluğu
inanca dönüştürür, unutturulmaya çalışılan Anadolu’nun isyan
tarihini aydınlatır ve gelecek güzel günlerin resmini
çizer.

Grubun ve İdil Kültür Merkezinin susturulmaya
çalışılması bu nedenledir.

Bu nedenledir ki, haksızlığa karşı
çıkmaları, baskınları ezgilerine taşımaları, saldırıları protesto
etmeleri suç kabul edilir.

Bu nedenledir ki, özel yetkili
mahkemelerde yargılanmaları hukuken mümkün değilken onlar hakkında
iddianameler düzenlenir.

Bu nedenledir ki, hukuk, kişilerin
haklarında daha önce açılmış davalar delil olamaz dese de, onların
yaptığı her eylem ve söyledikleri her söz delil kabul edilir.

AKP
iktidarı boşuna çabalamasın. Grup Yorum ve İdil Kültür Merkezi
sözleri silaha dönüştürmekte usta olduğu kadar baskılara karşı
direnmekte de ustadır. Grup Yorum dünyaya güzellikler resmeden USTALARININ
öğrencileri olarak baskınlara karşı da savaşmaya devam edeceklerdir.
Tüm bu baskılara karşı bir kez daha Türküler Susmaz, Halaylar Sürer
demek için Yorumun işlediği “o büyük suç”a ortak olmak
için,   21 Temmuz 2012’de Harbiye Konserinde
buluşalım.

HALKIN HUKUK BÜROSU

 

Kaynak:
halkinsesi.tv

BEDAŞ İşçilerinin Direnişi Devam Ediyor

BEDAŞ İşçilerinin
Direnişi Devam Ediyor

src="http://halkinsesi.tv/images/stories/haber/Temmuz2012/Bedas-iscilerdireniste-20120718.jpg"
style="float: left; margin-left: 15px; margin-right: 15px;" />BEDAŞ
İŞÇİLERİ DİRENİYOR!

Direnen BEDAŞ
İşçilerinin Sesine Kulak Verelim!

Direnenlere Sahip
Çıkmak Onurlu Herkesin Görevidir!

HALKIMIZA!

Bizler taşeron MARSAŞ
ÇIRA şirketinde 7 yılı aşkındır çalışan ve hakkını istediği
için işten atılan 120 BEDAŞ işçisiyiz.

BEDAŞ’a bağlı
taşeron MARSAŞ ÇIRA şirketi yıllardır hiçbir açıklama yapmadan
maaşlarımızı geç ödeyerek ve kesinti yaparak hakkımızı çaldı.
Yetmiyormuş gibi 70 kişinin yapacağı işi 45-50 kişi ile yaptırıp;
eksik eleman çalıştırarak, kendilerinin alması gereken işimizle ilgili
ekipmanları bizlere aldırtıp, izin hakkımızı keyfi olarak uygulatmayıp
emeğimizden de çaldı. Tüm bu haksızlıklara karşı gelen işçileri ise
işten atmakla ya da bölge değiştirip sürgün etmekle tehdit
etti

Bizler BEDAŞ işçileri olarak haklarımıza, emeğimize,
onurumuza sahip çıkmanın yolunun örgütlenerek mücadele etmek olduğuna
inandık. Örgütleyip örgütlendik ve sendikamız ENERJİ-SEN’e üye
olduk.

Taşeron şirketin haksız uygulamalarını, keyfiyeti 120 okuma
elemanı 350 kesme elemanı olarak 470 dilekçeyle üst işveren olan
BEDAŞ’a bildirdik. Ancak BEDAŞ, taşeronu denetlemek bir yana,
taşeron MARSAŞ ÇIRA şirketini destekleyip biz 120 BEDAŞ İŞÇİSİNİN
ATILMASINA onay verdi.

BEDAŞ ve taşeron ortaklığıyla hemen işten
atılan biz 120 işçi yerine yeni, deneyimsiz işçiler alarak bizleri
işçilerle de karşı-karşıya getirmeye çalıştılar. Bizim
ENERJİ-SEN’de örgütlenmemize karşı olanlar sendikasız işçileri
apar-topar işbirlikçi sarı-sendika TES-İŞ’e üye olmaya
zorladılar.

BEDAŞ müdürleriyle ve taşeronla birçok kez
görüşüldü Ancak haklarımızı vermek yerine sendikayı tanımayan,
bizleri bölüp parçalamayı amaçlayan bir oyalama içinde oldular. Atılan
120 işçiden 17 işçi hariç diğerlerini alabileceklerini ancak kesinlikle
17 işçiyi işe almayacaklarını söylediler.

BEDAŞ yetkilileri son
olarak endeksör diye tabir edilen okuma aletlerini vermediğimiz için bizi
icraya vereceklerini söyleyip mesaj çektiler. Ancak 13 Temmuz günü okuma
aletlerini teslim etmek için Taksim BEDAŞ binasına gittiğimizde
kapıları kilitleyip görüşmek istemediklerini söylediler. Direnişimizin
başından beri BEDAŞ binasının önünde bekleyen çevik kuvvet
polislerinin saldırısına uğradık.

NE
İSTİYORUZ!

- İşimizi istiyoruz! İşine
geri dönmek isteyen ve atılan tüm işçiler, hiçbir ayrım
yapılmaksızın işe geri alınsın!

- Maaşlarımız zamanında ve
hiçbir kesinti yapılmadan ödensin!

- Eksik eleman çalıştırmaktan
vazgeçilsin!

- sendikalaşmak, örgütlenmek
hakkımızdır.
Sendikalaşmamız önündeki engeller
kaldırılsın!

- Taşeron daha fazla sömürü demektir,
örgütsüzleştirmek, işçileri bölmek parçalamak demektir. Keyfilik ve
iş cinayetleri demektir. Taşerona Hayır
diyoruz!

DİRENİYORUZ, HAKKIMIZI ALANA KADAR DA
DİRENECEĞİZ!

- Direnişin başladığı 21 Mayıs’tan
beri Taksim BEDAŞ Müdürlüğü önünde kurduğumuz direniş
çadırımızda
gece-gündüz direniyoruz.

- Her
cuma
günü Galatasaray Lisesi önünden BEDAŞ Müdürlüğü
önüne yürüyüşle taleplerimizi duyurmaya, hakkımızı istemeye devam
ediyoruz.

- Boğaz Köprüsü’nde eylem yaparak sesimizi
duyurmaya çalıştık. 26 işçi arkadaşımız haklarına sahip
çıktıkları için gözaltına alındılar.

- Basını,
DKÖ’leri, partileri dolaşarak destek ve dayanışma istedik.

-
Yaşadığımız mahallelerde halkla konuşarak okutma yaptırmamalarını
istedik. Okumaya gelen işçilere işverenin oyununa gelmemeleri, direniş
kırıcılığı yapmamalarını anlattık.

- Meşruluğumuzdan ve
haklılığımızdan aldığımız güçle farklı eylem biçimleriyle
taleplerimizi haykırmaya devam edeceğiz.

YAŞASIN ONURLU
BEDAŞ DİRENİŞİMİZ!

BEDAŞ-TAŞERON, HAKSIZLIĞA
SON!

İŞÇİYİZ HAKLIYIZ
KAZANACAĞIZ!

DİRENİŞÇİ BEDAŞ İŞÇİLERİ

style="text-align: right;"> 

Kaynak:
halkinsesi.tv

18 Temmuz 2012 Çarşamba

Bu halkı Robocop birleştirecek / Ezgi Başaran

Bu halkı Robocop
birleştirecek / Ezgi Başaran

Direnmeye
kalktın mı yoktur Diyarbakır'ın Trabzon'dan farkı. Herhalde bu
halkı Robocop'lar birleştirecek. Ya da...

class="word">Pazar akşamüstü Diyarbakırlılar, bir gün öncesinin
tozunu-gazını üstlerinden atmak için Sümerpak’ta soluklanmış,
‘Bu nasıl devlettir ki üstümüze yürüdükçe küçüldüğünü
görmez’ diye derin düşüncelere dalmıştı.
Aynı saatlerde,
Diyarbakır’dan her bakımdan uzak bir şehrin köyünde vatandaş
sokaktaydı. Daha doğrusu vadide. Daha da doğrusu deresinin
başında. 

***

Trabzon Köknar Köyü sakinleri,
teyzeler-amcalar, gençler kabullenemedikleri bir yenilgiyi gözleriyle
görmek için vadiye tırmandılar.
Geçen 5 yıl boyunca
Şekerbank’ın derelerine konduracağı HES’e karşı mücadele
vermişlerdi. Karşı durdular, vinçlerin önüne bedenlerinden barikat
kurdular, yaptırmadılar. 5 yıl boyunca haklarında davalar açıldı ama
yaptırmadılar.
Fakat pazar günü duydular ki şantiye kurulmuş. 120
kişi kalkıp derelerinin başına gittiler. Kapitalizmin şantiyesiyle
tanışmaya. 

***

O da ne? Şantiyenin önünde
200 kadar Robocop polis. Halkın deresini halktan korumak için dizilmişler.
Şantiyedeki sorumluların yüzünde müstehzi bir gülümseme. Aralarından
bir-ikisi “Hani yapamazdık?!”, “Hani yaptırmazdınız,
işte şantiye, işte dere” diye kışkırtınca köylünün kan
basıncı da tansiyon aletlerinin sınırlarını aştı. Şantiyedeki
görevlilerin üstüne yürümeye kalkışınca... Kan ter içinde
bağırınca... Robocop ve jandarma eşliğinde 35 km. aşağıdaki
Çaykara’ya götürüldüler. Teyzeler, amcalar, gençler. Yaklaşık
70 kişi. Çaykara İmam Hatip Lisesi’nin top sahasında sıra sıra
dizildiler. Kimlik kontrolleri yapılması için bu top sahasında
bekletildiler. Kaça kadar biliyor musunuz? Sabahın 4’üne.
Aralarından 5’i gözaltına alındı. Ertesi akşam salıverildiler
ama adli takip şartıyla. Yani haftada iki gün karakola gelip yoklama
verecekler. Sebep: İçme suyumuzu, sulama suyumuzu almayın demiş
bulundular. Debisi düşük olan bu dereden santral yapacağız diyerek
küçük tünellere hapsettiğiniz suyumuzun akışını dahi göremez,
duyamaz olduk dedikleri için. 

***

Köknar
Köyü’nde durum bu. Biraz ötesindeki Karaçam’da da farklı
değil. Birkaç ay önce tam 628 asker nöbet tuttu ki HES şantiyesi
kurulabilsin. “Tabii” diyor bir köylü, “devlet lisansı
vermiş. Şirket de engellendiği gerekçesiyle güvenlik gücü talep
ediyor. Devlet de veriyor Robocop’u, askeri. 70 yaşındaki annelerimiz
bile alıştı bu manzaraya.”
Manzara dediği, bir bakıma OHAL.
Devletin güvenlik güçleri, HES şirketleri, yerel taşeron şirketler el
ele vermiş, halkı ve doğayı kutu kutu pense çemberine kıstırıyorlar.
Bastonlu bir nineyi kovalamaya kadar varan bir zalimlikle bunu
yapıyorlar. 

***

Bizde böyle. />Diyarbakır’da özgürlük mitingi için toplanan halkın üstüne
TOMA sürer, biber gazı sıkar, Robocop’la itelersin. />Trabzon’daki dereleri şirketler için Robocop’la
‘korumaya’ alır, “Deremiz bizimdir” diyen halkı
sabahın kör vaktine dek iskambil kâğıdı gibi dizersin.
Direnmeye
kalktın mı yoktur Diyarbakır’ın Trabzon’dan farkı. />Herhalde bu halkı Robocop’lar birleştirecek. Ya da... />#karadenizisyandadır. #amed’in hali malum.

class="word">Kaynak: Radikal

Polis dayağı sonucu beyin kanaması geçirdi

Polis dayağı sonucu beyin
kanaması geçirdi

Polisin sokağa taşan işkencesinin
son adresi Diyarbakır oldu. Doğum yapan eşine ilaç almak için evinden
çıkan Kerem Çiçek, polis karakolu önünde dövüldü ve beyin kanaması
geçirdi.

İstanbul Fatih'te Ahmet Koca'nın sokak
ortasında polisler tarafından öldüresiye dövülmesinin ardından, benzer
bir olay Diyarbakır'da yaşandı.

Kerem Çiçek, 14 Temmuz'da
BDP ve DTK'nin düzenlemek istediği ancak Valiliğin izin vermediği
miting sırasında doğum yapan eşine ilaç almak için dışarı çıktı.
Çiçek Şehitlik karakolu önünden geçerken polisler tarafından
durdurularak, kimlik kontrolü yapıldı. Polisler kimlik kontrolünden
sonra, hakaret edip Çiçek'i öldüresiye dövdü.

Beyin kanaması
geçiren 25 yaşındaki Çiçek, Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesi
yoğun bakım ünitesinde tedavi altına alındı.

5 gündür yoğun
bakımda kalan Çiçek'in avukatı Murat Güzel, suç duyurusunda
bulunacaklarını belirterek, "Müvekilinin durumu, 14 Temmuz'da
Diyarbakır'da orantılı güç kullanıldığını söyleyen İçişleri
Bakanı ve Diyarbakır Valisinin doğru söylemediğini gösteriyor"
dedi.

Müvekilinin kendisini döven polisleri görse tanıyacağını
söylediğini ve polislere eşine eczaneden ilaç almak için dışarı
çıktığını söylemesine rağmen dövüldüğünü kaydeden Avukat Murat
Güzel, "Polisler, ayrıca bilinci yerinde değilken müvekilime
şikayetçi olmadığına dair bazı evraklar imzalatmıştır. Bu kanuna
aykırıdır" diye konuştu.

Bu arada, Çiçek'in tedavisinin
sürdüğü odanın kapısında polisler bekliyor.

Kaynak:
ETHA

14 Temmuz'a tutuklama terörü

14 Temmuz'a tutuklama
terörü

14 Temmuz günü Diyarbakır'da yaşanan
azgın polis terörü sonucu gözaltına alınan 87 kişiden 17'si
tutuklandı.

src="http://www.kizilbayrak.net/uploads/pics/Amed-14_Temmuz-tutuklama.jpg"
width="500" />

BDP ve DTK tarafından Diyarbakır'da
düzenlenmek istenen “Özgürlük İçin Demokratik Direniş”
mitingi Valilik tarafından keyfi biçimde yasaklanmış, kentte adeta
sıkıyönetim ilan edilerek gün boyu OHAL uygulamaları devreye
sokulmuştu.

Mitinge katılmak isteyenlerse azgın polis terörünün
hedefi olmuş, aralarında BDP'li vekillerin de bulunduğu çok sayıda
kişi polis saldırısı sonucu yaralanmıştı.

Aralarında
çocukların da bulunduğu 87 kişi üç gün boyunca Diyarbakır Emniyet
Müdürlüğü'nde tutulduktan sonra dün Diyarbakır Adliyesi'ne
getirilerek savcılığa çıkarıldı. 48 kişi savcılıktaki ifadelerinin
ardından serbest bırakılırken, 39 kişi ise tutuklama talebiyle mahkemeye
sevkedildi.

Mahkemedeki sorgunun ardından 17 kişi "Örgüte üye
olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek" ve  "Örgüt
propagandası yapmak" suçlamalarıyla tutuklandı, 22 kişi ise
tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Kaynak:
kizilbayrak.net

Kaymakamdan Talimat Var; Film Yasak

Kaymakamdan Talimat Var;
Film Yasak

Kentsel dönüşüm gerçekliğini anlatan birçok
ödül sahibi "Ekümenopolis" belgeselinin Enez'deki gösterimi
kaymakamlıktan daha önce izin alınmasına rağmen son anda
Kaymakam'ın "sözlü talimatıyla" engellendi.

class="text"> 

src="http://www.bianet.org/resim/olcekle/38542/490/292" width="490"
/>

Edirne'ye bağlı Enez ilçesinde kentsel dönüşümü anlatan
"Ekümenopolis" belgeselinin gösterimi son anda
Kaymakam tarafından engellendi.

İmre Azem'in
yönetmenliğini yaptığı ulusal ve uluslararası alanda birçok ödül
alan "Ekümenopolis" belgeseli, kentsel dönüşümün kentin hem
siluetini hem de sosyal dokusunu yok eden boyutlarını
sorguluyor.

Kaymakam: Enez yazın çok kalabalık

bianet'e
Kaymakamlık'ın basın bürosu aracılığı ile açıklama yapan Enez
Kaymakamı Fatih Baysal, Enez'in yaz aylarında çok kalabalık olduğunu
ve bu yüzden yer sorunu nedeniyle izin vermedikleri belirterek yeniden
müracat yapılırsa değerlendirebileceklerini söyledi.

Yönetmen
İmre Azem, "Kaymakamlıktan bir açıklama bekliyorum. Ancak filmi en
kısa zamanda Enez'de göstereceğiz; çünkü halk film
'yasaklandığı' için daha da çok merak etti. Başka mahallelerde
de filmin gösterimlerine hız vereceğiz" dedi.

Kent
Hareketleri
, uzun süredir kentsel dönüşümün getirdiği
mağduriyetlere dikkat çekmek ve mahalleleri bilgilendirmek için belgeselin
ücretsiz gösterimlerini düzenliyor. İstanbul, Ankara'dan sonra
kentsel dönüşüm yapılması düşünülen merkezlerden biri olan
Enez'de de gösterilmek istendi.

Kaymakamlık filmi izledi, izin
verdi

Enez ilçesinde bir çay bahçesinde belgeselin gösterilmesi
için kaymakamlıktan 15 gün öncesinde izin alındı. Filmi izleyen
Kaymakamlık "tamam" dedi.

Filmin gösterileceği çay
bahçesinin sahibi kararını değiştirince gösterimden beş gün önce
filmin bir evin bahçesinde gösterilmesi için yeniden kaymakamlıktan izin
alındı. Gösterimden bir gün önce Emniyet de filmi izlemek istediğini
söyledi. Emniyetten yetkililer, "Filmde bir sorun yok, çok güzel; biz
sadece güvenliği sağlamak için orada olacağız" dedi.

Filmin
gösterileceği gün Belediye Enez'de filmin anonsunu yaptı, araçlar
tahsis edildi; ancak gösterime beş saat kala düzenleyicilere sözlü
olarak "trafiği aksatacağı" gerekçesiyle gösterime izin
verilmeyeceği bildirildi.

"Halkın kentsel dönüşümü
görmesini istemediler"

bianet'e konuşan Kent Hareketleri'nden
Ömer Kiriş Kaymakamlık Özel Kalem Müdürü ile
görüştüklerini, trafik düzenlemesini Belediye'nin yaptığını ve
bu gerekçenin geçersiz olduğunu aktardıklarını ancak kendilerine sadece
"Kaymakam beyin kararıyla iptal edildi" dendiğini
aktardı.

Kiriş, 15 gün önceden Kaymakam yetkililerinin de izlediği
ve gösterimine izin verdiği bir filmin kendilerine yazılı hiçbir
tebligat yapılmadan son anda iptal edilmesinin "yukarıdan bir talimat
alındığı"nı gösterdiğini söyledi.

"Özellikle
Samsun'daki selde TOKİ evlerinde yaşananlar, kamuoyunda kentsel
dönüşüm ve TOKİ aleyhine bir endişe ve güvensizlik yarattı. Bu
belgeselin de bilimsel olmayan kentsel dönüşüm projelerine karşı
halkın kafasında soru işareti yaratmasından
korktular."

Ekümenopolis birçok ödül aldı

İmre
Azem'in ilk uzun metrajlı filmi Ekümenopolis'in dağıtımı
ProjemeFon.com adlı internet sitesi üzerinden düzenlenen kampanya ile
yapıldı.

Türkiye ve Almanya ortak yapımı
"Ekümenopolis"; 4. DOCUMENTARIST İstanbul Belgesel
Günleri'nden "Yeni Yetenek Ödülü", 44. SİYAD
Ödülleri'nden "En İyi Belgesel Ödülü" ve İstanbul
Mimarlar Odası Mimarlık ve Kent Filmleri Festivali'nden "En İyi
Belgesel Ödülü"nü aldı. 2011 Saraybosna Film Festivali'nde ise
"İnsan Hakları Ödülü"nü alan film, yurtdışında birçok
festivalde gösterildi.

Kaynak: Bianet