Uludere'den Samsun'a
öldüren tarz-ı siyaset / Ali Topuz
Samsun'la
Uludere'nin ne ortak yanı var? Sanıldığından çok: Biri Kürt
sorununda, diğeri kentsel dönüşümde girilen yanlış yolun kaçınılmaz
sonuçları. O yüzden ikisinde aynı telkin yapılıyor: Özellikle suçlu
aramayın. Suçlu VARSA bulunur zaten. Ha, bir de istismar
etmeyin.
Sessiz dur! Kalbine girdikçe giriyor diken:
o gül
ile beraber.
(Paul Celan, çeviri Gertrude Durusoy/Ahmet
Necdet)
Samsun’daki seli “açıklayan”
yetkililer, “hesaplanabilir olmayan yağış”tan bahsettiler.
“Afet derecesinde” manasında. “Tabii afet.”
/>Öyle bir kendilerine güven heyecanla anlattılar ki, dere yatağındaki
evler doğal, gerisi doğaüstü işler gibi anlamak zorunda kalabilirdik az
dalsak. Bu hükümet döneminin doğalları, karnı ekonomik hırslarla dolu
bütün muktedirlerin doğallarıyla bir: Sel doğal, ateş doğal, yoksulun
ikisine karşı çaresizliği doğal, hak arayanın tepesine binilmesi
doğal.
İktidar yetkilileri dün gün boyu 10 yurttaşımızı
katleden sistemi savunurken, “Bütün sorumluluğun kendilerinde
olduğunu” söyledikten hemen sonra, “Başta ben olmak üzere bir
HATASI OLAN VARSA cezasını çekmelidir” kalıbını kullandı.
“Varsa.” Devamı: “Özellikle suçlu aramak yanlıştır.
Suçlu varsa zaten bunu ortaya çıkaracağız.” Çevre ve Şehircilik
Bakanı Erdoğan Bayraktar’a ait bu son alıntılar.
/>USTALIK DEĞİL GÜÇ
Ne kadar tanıdık
değil mi! Esenyurt yangınında da duyduk, ama daha da önemlisi geçen
yılın sonundan beri düştüğü yeri yakan ateşi, Uludere ateşini
yatıştırmak için konuşan iktidar mensuplarından duyduk! Facia var, ama
“özellikle aranacak” bir suçlu yok. Varsa da çıkacak.
Bekleyin. Yatıp kalkıp sözünü etmeyin. Samsun’daki muadilini
Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç söyledi: “Hiç kimsenin bu
acıları istismar etmemesi gerekir.” İktidarın, gördüğümüz
hakikatleri bırakıp, pompaladıkları kanaatlere teslim olmamız için
kullandığı temel söylemsel taktik bu. Basit. Basit ama etkili. Etkisi
çok da usta olduklarından gelmiyor hayır, hak arama çabası yükselip
güçlenirse hiç beklemeden devreye giren devlet enstrümanlarından
geliyor: Gaz, cop, tazyikli su, gözaltı ve cezaevi, bir başka
“doğal” felaketler yeri.
Bakanlar açıklamayı
yaparken, hızla, hırsla, para dışındaki hiçbir unsuru hesaplamadan
konut yapma yetkilerini koruma peşindeydiler, özetle. Şu istediğinden
istediği evi alan, istediğini alıp istediği yere koyduran, sözde
“liberalizm”lerinin sözde “kutsal”ı özel
mülkiyeti çöpe atan, servet transferinden başka hedefi olmayan ikiz
“kentsel dönüşüm yasaları”nın verdiği yetkileri.
/>Bu felaketler doğal gerçekten de! İktidarın “doğal”
saydığı bir iş görme biçiminin doğal sonuçları: Tersanelerde,
inşaat işçilerinin kaldığı koğuşlarda, barajlarda, maden
ocaklarında, sanayi sitelerinde, deprem çadırlarında ateş ve su yıl
boyu can alıp durdu. Ateşi ve suyu yargılayamayacağımıza göre
Allah’tandır deyip susacağız. Bu iktidarın fıtratı böyle
gerektiriyor.
Uludere nasıl Kürt sorununda hak eksenli çözüm
yolundan, güvenlik eksenli savaş yoluna girmenin, anayasal ve yasal
reformların yerini F16’ların almasının “doğal” bir
sonucuysa, Samsun faciası da “kentsel dönüşüm”ün hak-bilim
ve demokratik katılım eksenli yol yerine rant-kâr ve emrivaki eksenli yola
girmenin “doğal” bir sonucu. Facia sonrası açıklamaların
benzerliği, iktidarın ideolojik tercihlerinin öyle yurttaş canı kanı
akmasıyla değişmeyeceğinin göstergesi: Birkaç acı paylaşma sözü,
birkaç vaat, bir müddet hüzünlü bir yüz hali, zorlarsanız sinirliye
dönüverecek türden. Asıl çaba, facialara yol açan yol yöntemlerin
sakat olduğu gerçeğini saklamak.
YATIP KALKIP
SORMALIYIZ
Gaston Bachelard, ateşin ve suyun
düşünürü, “Büyük çayırdaki dere üzerinden atlayan çocuk
maceraları düşlemeyi bilir, gücü düşlemeyi bilir, yüksekliği
düşlemeyi bilir” der: “Doğal engel olarak bir derenin
üzerinden atlamak düşlerimizde yapmayı sevdiğimiz atlamaya en çok
benzeyen atlamadır.” (Su ve Düşler, çeviri Olcay Kunal, Yapı Kredi
Yayınları)
Kârdan başka kutsalı, ilkesi kalmamış neoliberal
iktidarlar içinden bizim payımıza düşeniyse derelerin önünü kesiyor,
o derelerin üstünden atlaya atlaya hayata derinden tutunmayı öğrenecek
bebeleri, babalarıyla beraber sele boğduruyor, sonra ekranlara çıkıp:
“Her şeyi doğru yaptık” diyor.
Yatıp kalkıp
sormak zorunda değil miyiz: Sizinkiler nasıl doğrular ki durmadan
bebelerimizin, gençlerimizin canını alıyor? Nasıl doğrular ki sizin
payınız hep kâr, bizim kârımız hep yas?
Kaynak:
Radikal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder