31 Aralık 2012 Pazartesi

‘F Tipi’ sansüre tepki

'F Tipi' sansüre
tepki

Grup Yorum'un (FOSEM) projesini
yarattığı "F Tipi Film"e karşı uygulanan baskı ve sansür
için birçok sanatçı bir araya geldi

F tipi cezaevlerini ve
tecriti konu alan, Sırrı Süreyya Önder, Ezel Akay, Barış Pirhasan,
Hüseyin Karabey ve Grup Yorum'un (FOSEM) da aralarında bulunduğu
yönetmenlerin çektiği “F Tipi Film”e uygulanan sansür ve
baskılara karşı Grup Yorum Sanat Cephesi ile sanatçıların
katılımıyla dün İdil Kültür Merkezi’nde bir basın toplantısı
düzenlendi. Toplantıda Pelin Batu, Nejat Yavaşoğulları, İnan Altın,
Hilmi Yarayıcı, Mehmet Aksoy, Bülent Emrah Parlak, Okşan Dede ve Mehmet
Esatoğlu bir araya gelerek sanata ve sanatçıya sahip çıkılması
çağrısında bulundular. 21 Aralık’ta vizyona giren filmin tüm
ücretleri ödenmesine rağmen afişlerinin asılmadığı, bazı sinema
salonlarının son anda filmi yayınlamaktan vazgeçtiği, filmin afişini
asanların gözaltına alındığı belirtildi. Toplantıda Hilmi Yarayıcı
“Tüm bunlar birbirine bağlı olaylar. Sanata karşılar, öğrenciye
karşılar, her şeye karşılar. Tüm bunların suçların ve suçluların
cezalandırılmasını umutla bekliyorum” yorumunu yaparken
heykeltıraş Mehmet Aksoy “İnsan olmak için adım atmak istiyorsak
önce bu savaşların son bulması lazım. Sanat kalpten kalbe giden en
büyük iletişim kanalıdır. Şimdi o kanalları tıkamak istiyorlar”
dedi.

Grup Yorum Sanat Cephesi’nden İnan Altın “Film
Türkiye’de 70 salonda, Avrupa’nın 6 farklı ülkesinde
gösterime girdi. Filmin yansımaları nasıl olacaktı bunu bilmiyorduk.
Kimisi izlerken ağladı, kimisi gülerek bize destek oldu. Biz buraya
büyük bir motivasyonla geldik. Ciddi bir saldırıyla karşı karşıyayız
ama bu saldırı sadece Grup Yorum’a değil, filme karşıdır”
diye konuştu. Tiyatro oyuncusu Bülent Emrah Parlak ise konuşmasında sanat
eserlerinin yok edildiğini söyleyerek “Ben bundan sonra her
yurtdışına gittiğimde bir yerlere bu filmi gömeceğim. Ne yapalım
başka türlü olmuyor” diyerek esprili bir tavırla sansüre tepki
gösterdi.
Konuşmacılardan sonra söz alan Grup Yorum üyelerinden
Selma Altın “Bu bir teslim alma politikasıdır. Türkiye’de 2
ideolojinin savaşı yapılıyor. Bir yanda burjuvazi yanlıları, bir yanda
biz. Bizim ideolojimizin temeli halkımızdır. Bizler sanatımıza,
müziğimize devam edeceğiz. Üretim açısından daha verimli, daha
cesaretli olduğumuz bir dönemdeyiz” dedi. Konuşmaların ardından
Grup Yorum üyeleri, sanatçılar ve destekleyenler kültür merkezinin
önünde türkü söyleyip, halay çektiler.

Kaynak: Milliyet
Sanat

DMMM, AKP'nin TMMOB'a Yönelik Saldırı Yasasına Karşı Bildiri Dağıtımına Devam Ediyor.

DMMM, AKP'nin TMMOB'a
Yönelik Saldırı Yasasına Karşı Bildiri Dağıtımına Devam
Ediyor.

 


DMMM, AKP'nin TMMOB'a Yönelik Saldırı Yasasına
Karşı Bildiri Dağıtımına Devam Ediyor 

İktidara geldiği günden bu
yana halkın tüm kesimlerine saldıran AKP hükümetinin bir hedefi de
mühendis mimarların örgütlü gücüdür.

Bu saldırılara karşı
Devrimci Mücadelede Mühendis Mimarlar örgütlenme özgürlüğüne sahip
çıkmak için İki haftada bir AKP önünde basın açıklaması yapmanın
yanında her hafta Cumartesi günleri saat 15.00 ile 17.00 arasında imza
masası açıp bildiri dağıtma eylemlerini
sürdürdüler.

style="font-family: Tahoma;">29 Aralık 2012 Cumartesi günü İstanbul,
Galatasaray Lisesi önünde, Ankara Yüksel Caddesi'nde “AKP
Örgütlü Gücümüzü Elimizden Alıyor! AKP'nin TMMOB'a
Yönelik  Saldırı Yasasına Karşı Direnelim, Örgütlenme
Hakkımıza Sahip Çıkalım!”
 pankartı asılarak imza masaları açıldı. face="arial, sans-serif"> İstanbul'da  style="font-family: Tahoma;">500 adet bildiri dağıtılırken 65 kişiden
imza toplandı. Ankara'da ise 50 adet imza toplandı.

style="color: rgb(34, 34, 34); font-family: arial, sans-serif; font-size:
13px; background-color: rgb(255, 255, 255); text-align:
justify;"> 

src="http://ivmedergisi.com/files/resim/29122012042.jpg" style="width: 400px;
height: 300px;" />

 

DMMM'den Yeniyıl Mesajı

DMMM'den Yeniyıl
Mesajı

 

Geride bıraktığımız yılda, dünyadaki ve
ülkemizdeki sömürünün özü değişmedi. 
style="text-align: center;">Emperyalizmin işbirlikçisi AKP tüm alanlara
faşistçe saldırmaya devam ediyor. Bu saldırılardan mühendis, mimarlar ve şehir plancıları da
paylarına düşeni alıyor.
 
Yeni yılda da AKP'nin örgütlülüğümüze yönelik
saldırılarına karşı mücadele ederek emekten ve halktan yana bir
örgütlülük yaratacağız. Yeni yılın mücadelemizi büyüteceğimiz bir
yıl olması umuduyla meslektaşlarımızın ve halkımızın yeni yılını
kutluyoruz.
 
 
DEVRİMCİ MÜCADELEDE
MÜHENDİS VE MİMARLAR

 

29 Aralık 2012 Cumartesi

Bayrampaşa Davası'nda son durum: Savcı yargılanacak!

Bayrampaşa Davası'nda son
durum: Savcı yargılanacak!

style="font-size:18px;">12 tutuklunun öldürüldüğü 'Tufan'
operasyonu savcısı, 'üst rütbeli askerleri kayırmak', 'bilgi
paylaşmayanlar hakkında işlem yapmamak', 'hiçbir şüphelinin
doğrudan ifadesini almamak', 'operasyonu gerçekleştiren personelin
isim listesini tespit etmemek'le suçlanıyor.

alt="" src="http://i.radikal.com.tr/480x325/2012/12/29/fft64_mf1264803.Jpeg"
style="width: 478px; height: 322px;" />

Bayrampaşa
Cezaevi’nde gerçekleştirilen 2000 yılında yapılan
‘Tufan’ operasyonunda, 10 yıl boyunca soruşturma yürütüp
yalnızca 39 ere dava açan dönemin Eyüp Savcısı Ali İhsan
Demirel’e, HSYK’nın izniyle ‘görevi kötüye
kullanmak’ suçundan dava açıldı.
HSYK müfettişlerinin
soruşturma raporunda, Demirel’in özellikle üst rütbeli askerleri
kayırarak soruşturma dışı bıraktığını, evrak ve bilgi
paylaşmayanlar hakkında işlem yapmadığını, hiçbir şüphelinin
doğrudan ifadesini almadığını, katliama dair kitap yazmış
yüzbaşıyı dahi dinlemediğini, operasyonu gerçekleştiren Ankara
Jandarma Komando Özel Asayiş Komutanlığı’na bağlı personelin
isim listesini tespit için çaba göstermediğini savundu. “Görevimi
yaptım” diyen Savcı Demirel’in Bayrampaşa Cezaevi’nde
uygulamaya konan ‘Tufan Planı dosyaya girdikten sonra bile harekete
geçmediğini kaydeden müfettişler, “Suç işleyen kişiyi cezasız
bırakma gibi bir takdir hakkı, delilleri yok sayma gibi bir lüksü
bulunmayan bir savcının etkin soruşturma yürütmeyerek operasyonda görev
alan ve özellikle rütbeli bazı kişileri soruşturmadan vareste tutmaya
çalıştığı kanısına varılmıştır” denildi. Halen
İstanbul’da cumhuriyet savcısı görevini sürdüren Demirel’in
davası, Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nde görülecek.
/>Bayrampaşa Cezaevi’nde 12 tutuklunun ölümü ve 70’i aşkın
tutuklunun da yaralanmasıyla biten ‘Hayata Dönüş’
operasyonuna ilişkin soruşturmayı yürüten eski Eyüp Savcısı Ali
İhsan Demirel hakkında, avukatların şikayeti üzerine HSYK 3. Dairesi 30
Kasım 2011’de soruşturma izni verdi. İzin doğrultusunda HSYK
müfettişinin hazırladığı raporda, şu suçlamalara yer verildi: />
ÜST RÜTBELİLERİ KAYIRDI

*
Soruşturmanın sürdüğü 11 yılı aşkın sürece operasyona katılan
askeri personelin kimlik bilgilerinin tespiti hususunda ilgili makamlara
yazılan müzekkerelere cevap vermeyen ve olumsuz cevap bildiren, istenilen
bilgi ve belgeleri göndermeyen sorumlular hakkında takibat başlatmadı. />* İstanbul İl Jandarma Komutanlığı’nın Bakırköy 13. Ağır
Ceza Mahkemesi’ne gönderdiği ‘Tufan’ isimli Bayrampaşa
Cezaevi Planı’nı soruşturma sürecinde temin etmeyerek
soruşturmanın uzamasına sebebiyet verdi.
* Bir kısım kamu
görevlisini korudu. Örneğin, haklarında şikayette bulunulan kamu
görevlilerinin savunma ve beyanlarına başvurmadı.
* Operasyon
tutanağını imzalamaktan imtina eden ve haklarında şikayette de bulunulan
İstanbul Savcısı ve cezaevi savcısının tanık olarak dahi bilgilerine
başvurmadı. İmzadan itina gerekçeleri ile bilgi ve görgülerinin tespiti
hususunda gayret sarf etmedi.
* Ölüm ve yaralamanın meydana geldiği
C Blok’ta konuşlandırılan Ankara Jandarma Komando Özel Asayiş
Komutanlığına ait personelin kimliği ve eylemlerinin tespiti konusunda
yeterli hassasiyet göstermedi. Bir kısmının ön soruşturma sırasında
alınan beyanlarına itibar ederek kovuşturmaya yer olmadığına karar
verdi.
* 38 askerin ön incelemedeki ifadeleri ile yetindi. Emir komuta
zincirinin tespiti ve kimden hangi emri aldıklarına, ölüm ve yaralamalara
kimlerin sebebiyet verdiğine dair savunmalarına başvurmadı. Jandarma
komutanlıklarına müzekkere yazarak, müdahalede görev alanların isim
listesinin gönderilmesini istemekle yetindi.
* Operasyonda görevli
askerlerin savunmalarını bizzat tespit etmediği gibi ön soruşturmacı
rütbeli askerlerce alınan beyanlarla yetindi. Bir kısım kamu
görevlisinin ise ön soruşturmada dahi savunma ve beyanlarına
bavşurumadı, dinlenmeleri konusunda çaba göstermedi.
* Asker
şüpheliler hakkındaki soruşturmada yine askerler tarafından alınan
ifadelere itimat ederek fezleke tanzim etti veya koğuşturmaya yer
olmadığına dair karar verdi.

/>‘TUFAN’DAN SONRA İŞLEM YAPILMADI
/>Müfettişler bu tespitlerin ardından Savcı Demirel hakkında soruşturma
izni verilmesini istedi. Demirel, 10 sayfalık savunmasında, suçlamaları
reddederek, “Ben görevimi yerine getirdiğim halde görevlilerin isim
listesiyle ilgili ayrıntılı bir resmi bilgi elde edilemedi. İlgili
yazıları gönderdim. Benim kamu görevlilerini korumam için bir sebep
yok” dedi.
Savunmaya karşın müfettişler, 5 Nisan 2012’de
sundukları raporda, Savcı Demirel’in savunmasını yeterli görmedi.
Raporda, “Sanıkların tespit edilerek soruşturmanın tamamlanması
konusunda ciddi bir gayretin gösterilmediği açıktır. Savcının,
yazdığı müzekkereye cevap verilmediği yönündeki savunmaları, Tufan
olarak isimlendirilen operasyon planının soruşturma dosyasına girmesinden
sonra görevliler hakkında bir işleme tevessül etmemesi karşısında bir
anlam ifade etmemektedir” denildi. Demirel’in katliam hakkında
kitap yazan emekli Yüzbaşı Zeki Bingöl’ün dahi ifadesini
almadığını kaydeden müfettişler, “Suç işleyen kişiyi cezasız
bırakma gibi bir takdir hakkı, dosyada toplanan delileri yok sayma gibi bir
lüksü bulunmayan bir savcının etkin bir soruşturma yürütmeyerek
operasyonda görev alan ve özellikle rütbeli olan bazı kişileri
soruşturmadan vareste tutmaya çalıştığı, 10 yılı aşkın süredir
evrakı bu nedenle sonuçlandırmamasının koğuşturmayı gerektirir
olduğu kanısına varılmıştır” denildi.

HSYK 2. Dairesi,
rapor üzerine 2 Ekim 2010’da Savcı Demirel hakkında oy çokluğuyla
soruşturma izni verdi. Demirel hakkında 6 Aralık 2012’de
TCK’nın 257. maddesi gereğince, ‘görevi kötüye
kullanma’ iddiasıyla dava açıldı. Yargılama, Yargıtay 4. Ceza
Dairesi’nde yapılacak. Radikal ’in telefonla aradığı Savcı
Demirel, sekreteri aracılığıyla, “Uygun değilim, dosyaya dair
bilgi veremem” demekle yetindi.

Kaynak:
radikal

İstanbul'da Aleviler ayakta!

İstanbul'da Aleviler
ayakta!

Okmeydanı'nda Alevi ailelerin
yaşadığı 11 binanın işaretlendiğini öne sürüldü. Aleviler olayı
yürüyerek protesto etti

src="http://i.radikal.com.tr/480x325/2012/12/29/fft64_mf1265134.Jpeg"
style="width: 478px; height: 322px;" />

Okmeydanı'nda Alevi
ailelerin yaşadığı binalara sprey boyayla çarpı işareti konulduğu
iddiasıyla protesto gösterisi düzenlendi. Okmeydanı Cem Evi'nde bir
araya gelen Alevi dernekleri üyeleri, işaretli binaların bulunduğu
mahalleye yürüdü.

"BUNU KİM YAPTI"

Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Okmeydanı
Cem Evi önünde saat 12:30'da bir araya gelen 45 Alevi derneğinden
yaklaşık 300 kişi, “AKP zulmüne
boyun eğmeyeceğiz yeni Maraşların olmasına izin vermeyeceğiz"
yazılı pankart açarak Fetihtepe mahallesine doğru yürüyüşe geçti. />Topluluk yürüyüş sırasında, “Susma haykır halklar
kardeştir", “Maraş'ı unutma unutturma",
“Aleviyiz haklıyız kazanacağız" sloganları attı. Fetihtepe
Mahallesi girişinde duran grup adına Okmeydanı Cem Evi Başkanı Zeynel
Şahin basın açıklamasını okudu. Şahin, "AKP hükümeti
döneminde, Alevilere yönelik yürütülen ayrımcı ve gergin politikalar,
yaşamımızın her alanında karşımıza çıkmaya devam ediyor. Maraş
katliamını anmak için, Maraş'a alınmadığımız günün akşamında
Okmeydanı Fetihtepe Mahallesi'nde 11 Alevi yurttaşın evi
işaretlenmiştir. Malatya, Didim, Altınoluk, Erzincan derken bu
işaretlemeler sürüp gitmektedir. Birincisini 'çocuklar' yaptı.
İkincisini 'tinerciler' yaptı. Peki, sonrakileri ve bunu kim
yaptı. Taklacı bakan takla atmayı bırakıp, işin ciddiyetini
kavramadıktan sonra bu sorunlar çözülemez" dedi.

/>“İŞARETLEMELERDE KENTSEL DÖNÜŞÜM TESADÜFÜ" /> 
Bu işaretleri koyanların, Alevi Sünni
çatışmasından medet uman kişiler olduğunun ifade eden Zeynel Şahin,
“İşte burada şu soru ortaya çıkıyor: bu işaretleri kim koydu? Bu
soruya birçok yanıt verilebilir. Şu kesin ki bunu yapanlar 3-5 işi aynı
anda görmeye çalışmaktadırlar. Örneğin tüm bu işaretlemelerin aynı
zamanda, kentsel dönüşümün planlandığı mahallelerde ortaya çıkması
tesadüf olamaz. Bu soruya yanıt bulmak ülkeyi yönettiğini iddia eden AKP
hükümetine düşer. Hiç kimse bize 'üç beş çocuk yapmıştır'
masalını okumasın" ifadesinde bulundu.

/>“İŞARETLEMEYİ YAPANLAR 17-23
YAŞLARINDA" 

Şahin, “Biz
Aleviler, her türlü zulme, oyuna, yalana sindirme ve asimilasyona rağmen;
korkmadan, sinmeden, asimile olmadan yolumuza devam edeceği" ifadesini
kullandı.

“GÜVENLİK KAMERALARI TESPİT
ETMİŞ"

Şahin, emniyet yetkilileriyle
görüşmesinde işaretlemeleri yapanların bir class="IndexLink">internet kafenin kameraları tarafından tespit
edildiğini ve bu kişilerin 17-23 yaşlarında kişiler olduklarını, çok
kısa zamanda bulacaklarını söylediklerini belirtti.
Bunu yapanların
biran önce bulunmasını istediklerini dile getiren Zeynel Şahin,
“Mahallede hiç kimseyle sorunumuz, sıkıntımız yok. Bu mahalleyi
Sunni kardeşlerimizle birlikte kurduk. Yıllardır da beraber oturuyoruz.
İçimizde Sunni komşularımız da var, bize destek amaçlı geldiler"
diye konuştu. Grup açıklamanın ardından dağılırken işaretleme
yapılan sokakta oturan kadın da kardeşi kardeşe kırdırmak isteyenlerin
bu işaretlemeyi yaptığını söyledi.

Kaynak: style="font-weight: bold;">radikal

Sinemanın Direniş Dili:F Tipi/haberfabrikası

Sinemanın Direniş Dili:F
Tipi/haberfabrikası

 

Gökyüzünün mavisinden gayrı her şey
zincire vurulmuştu… Üç adımlık avlular, mahpusluklarını
bilemek, kanıksattırmak içindi. Beyaz’a düşmanlık bundandı.
Siyah, ele geçirse de tüm evrensellikleri, orada bağıra basılıyordu,
çünkü orası beyaz bir tahakkümdü. Hâlbuki masumiyetti beyaz. Öyle
yazmıştı kitaplar, öyle anlatmıştı büyükler ve öyle bildirmişti
diğer renkler..

Kendi sesine, yüzüne, kokuna hatta varlığına
yabancılaştırma aygıtlarıdır F tipi hücreler. Tek kişilik
koğuşlarda insanı artık sadece soluğu ile iletişim kurmaya tecrit eden
bir şiddet mekanizmasıdır. İktidarların varyosyenel şiddet üretim
araçları, her seferinde çağın panoramasına uygun ilerler. Bu esasında
faşizmin kendini idame ettirme yollarından biridir nasıl ki darbelerle
varlığını arada gün yüzüne çıkarıp, varım diyorsa bu tür
uygulamalar ve yok etme pratikleri de onun başka türlü bir türevidir.
Salt siyasi tutuklulara uygulanan F tipi cezaevleri, ehlileştirme,
sessizleştirme, yoksunluğa manipüle etme ve fikirsizleştirme kampları
olarak da düşünülebilir. Bu insanlık dışı hücrelere karşı
2000′de “Ölüm Orucu” direnişi başlatıldı ve yedi yıl
süren bu direniş eyleminde 122 insan öldü. Yaklaşık 300’ü
Wernicke Korsakoff hastalığına yakalandı. Direniş evleri basıldı,
cezaevlerinde ki tutsaklara zorla müdahale edildi, 19 Aralık 2000′de
33 cezaevine yapılan eş zamanlı operasyon ülke tarihindeki adını
“katliam” olarak aldı. “Hayata Dönüş Operasyonu”
ismi ile müsemma değil ironikti hayata döndürmeye değil, hayattan
döndürmeye gitmişlerdi. Sonradan öğrenildi ki esas adı
“Tufan” operasyonuymuş. Bu tufan talan etse de duvarları,
parmaklıkları, mazgalları talan edemedi bedenleri, talan edemedi direnişi
ve onuru.

F TİPİ filmi, işte bu bitmek tükenmek bilmeyen çığırtkan
acının başka bir sesiydi. O acı susmaz, dilsizleşmez, yolunu kaybetmez,
sığınacak kovuk aramaz. Acı bakidir. F tipleri ve sonrasında olanlarda
nesillere yayılan bir acı, bir kahırdır. Babadan oğula, anadan kıza
daha harlanarak geçer. Grup Yorum’un genel koordinatörlüğünde
hazırlanan film de dokuz ayrı yönetmen dokuz ayrı film çektiler. Top
denilen haberleşme aracı ile organik olarak bağlanan filmlerin her biri
aynı yaranın farklı kanayışıydı. On iki yıllık yakın tarihe
buradan, şimdiki zamandan bir bakış, bir selam durmaydı.

style="margin: 0px 0px 15px; padding: 0px; line-height: 1.5; color: rgb(33,
31, 31); font-family: Georgia, 'Times New Roman', Times, serif; font-size:
13px; background-color: rgb(255, 255, 255); text-align: justify;">Zorla
müdahale sonucu Wernicke Korsakoff olmuş ve buna istinaden son dört
yılını hiç hatırlamayan kadın mahkûm Çiğdem’le başlıyordu
ilk seyir. Bakışları dört yıl önce gördüğü zulümde kalmış.
Kapıların ardındaki her uyanışı aitlik duygusunu sorgulatıyor hem ona
hem de izleyene. Ona yaşadıklarını hatırlatan not kâğıtları da
başka bir dayatmanın cisimleşmiş halidir. Sonrasında ki seyirlerde de
zihnimizin dört bir yanına çekiç vuruldu. Fırat Tanış’ın ölüm
orucundaki tutsağı canlandırdığı öykü ters çevrilmiş kamera ile
adeta karaltıda kalmış duygu eşiklerimize dokundu. Esprili anlatım,
esasında kana kana ağlanacak bir hikâyeyi tersten okumaydı. Kapıların
dışındakilere söylenen yalanlara, yani F tipi cezaevlerinin neredeyse
komformist yaşam alanları ilan edilmesine varan martavallara esaslı bir
tokattı. Filmin özgünlüğü ve meselesinden ziyade izlenilir kılınması
ise buydu. F TİPİ filmi sinematografik anlamda da tüm ön kabulleri yıkma
girişimiydi. Yazılı ve görsel basında tanıtımları yapılırken ilk
başta herkesin belleğin de “sloganlaşan film” kaygısı
oluşsa da izlenildiğinde bu tamamen yerle bir olmuştu. Her biri farklı
bir yönetmenin olan filmler (filmcikler) farklı düşünce pratiklerinin
kadrajda sunumuydu. Bu sebeple F tipi yani hücre tipi cezaevi anlatımı
sadece mahkûmlar üzerinden gitmemiş, evrensel bir insanlık suçu ve
insanlığa doğrudan yöneltilmiş bir kurşun olduğu üzerinden de
gitmişti. Bunların başında gardiyan yalnızlığı özelinde
kurgulanmış bir hikâye vardı. Yalnızlığın ve yalnızlaştırmanın
tüm bireysel semptomları genel bir sancıdır çünkü. Bunun dışında
bir adli suçlu minvalinde kurulmuş “Böcek” isimli filmde aynı
genel sorunsalın başka bir lisanıydı. Tecrit odasında bir böcekle
arkadaşlık kuran mahkûmun gerçek olmayan o beşeri ilişkisine dahi
geçit verilmemesi, bu yangının bir başka alevi olup geldi düştü
üzerimize. Hele ki bir ananın, oğlunu görmek için katlandığı muamele
ortadan ikiye ayırdı insanlığımızı. Oynayan da yine vaktinde
evladını yitirmiş Hayriye anaydı. “Soyun kadın! Silkele kadın!
Yoksa oğlunu göremezsin kadın!” replikleri sustalı gibi delik
deşik ediyordu kulaklarımızı. Ve ananın biçareliği, ısırdığı
parmağından bize, yani seyirciye akan o sızı zift gibi yapıştı
belleklerimize. Bir de dışarıdaki hayatın gözünden bir anlatım vardı.
“Tabut”ta kendini yakan bir ölüm orucu eylemcisine tabut
yaptırmak isteyenlerle, evine yemek masası yaptırma telaşındakilerin bir
aradalıkları anlatılıyordu. Aynı yolda yürüyen, aynı yerde çay
içen, aynı marangozda karşılaşanlar olsak da dünyayı yorumlama
edimlerimiz farklıydı. Açlığı muhatap almışlarla, doymayı en başa
koymuşlar aynı değillerdi. Bu da yine tersinlemeli hikâyelerin en
başarılılarındandı. Bir de renklerden yola çıkanı vardı. Üç
kişilik koğuşta kendine başka bir mevsim, başka bir deniz, başka bir
gökyüzü yaratmaya çalışan bir tutuklunun hikâyesiydi. Renkleri elinden
alınınca bu sefer de kendi renklerini yapmaya koyulur ve boyar baştanbaşa
ayak izleriyle hücre duvarlarını. Sebzelerden, meyvelerden süzerek
yaptığı boyalarla Bahar’ın her rengini yapar. Çatık kaşlı
hücreye kendi elleri ve ayaklarıyla rengârenk bir dünya çizerler. O
renkleri yüzyıllardır tanısak, bilsek de başka türlü görünür artık
bizim de gözlerimize. Ve son olarak izlediğimizse tecrit koşullarının
dayanılmaz ağırlığını üzerimize kızgın yağ gibi boşaltan filmdi.
Bir adam yalnızdır. Ama yalnızlığı tercih değil tecrittir. Neredeyse
iki metrekarelik bir alanda kendi gölgesini arar bir yaren edinebilmek için
kendine. Su sesinden başka kendi sesini bile duymaz. Ve en son o gelir. Top
denilen o mektuplardan biri. Hücreler arası iletişimi sağlayan ve her
şeyden mühimi daha çok kenetlenmelerine yol açan o mektup gelir. İçinde
ise şu yazılıdır; “Seni seviyoruz, YOLDAŞLARIN.” style="margin: 0px 0px 15px; padding: 0px; line-height: 1.5; color: rgb(33,
31, 31); font-family: Georgia, 'Times New Roman', Times, serif; font-size:
13px; background-color: rgb(255, 255, 255); text-align: justify;">F TİPİ
filmi tıpkı hikâyelerin genel izleğinde ve alt metninde öngördüğü
gibi bir kolektif olmanın örneğidir. Birlik olmanın ehemmiyetini de
artık sadece bu alanlarda görüyoruz. Devrimciler gücünü bu
sıklaşmış safların fısıltısından alırlar. Ondandır
dirayetlerindeki kanatlı özgürlük. Filmin yapım süreci de aynı
kolektif bilincin perdeye yansımasıdır. Dokuz farklı yönetmen ve onlarca
emekçi bu filmin üretim aşamasında aynı kenetlenme mantalitesiyle
çalışmışlardır. Çünkü yaşam kolektifle varoluştu, o vakit sinema
da öyle olmalıydı. Bu bilinci ve bunun pratiğe geçişini filmin her
karesinde buram buram hissediyorsunuz. Dokuz ayrı film tek film başlığı
altında “F TİPİ” film diye halkla buluşmuştu. 19
Aralık’ta Atlas sinemasındaki görkemli galasından sonra 21
Aralık’ta gösterime girdi F TİPİ. Beklenildiği gibi baskı aldı,
sansürlendi, bürokratik izinlerden men edildi ama yine de dolu dolu izlendi
hala da izleniyor. Siz neylerseniz neyleyin, ne çığırırsanız
çığırın, yolları taşlık eyleyin yine de özgür fikirlerin ve halkın
iradesinin önüne geçemezsiniz! Grup Yorum’un dediği gibi
“Halkız Biz Yeniden Doğarız Ölümlerden” seyirciyiz biz
yeniden izleriz karartılan perdelerden, hatta en yeniden en yenilerini
yapar, izler ve izlettiririz. Uzun derdin özeti, F TİPİ filmini izleyin,
izlettirin! Hala acıyan yerleriniz varsa, bir neşterde buradan atın
vicdanınıza.

Dipnot: Bende şu sıralar ölüm orucu gazisi bir
kadının, Behrem’in hikâyesini anlatan, “Ölümden Kalma”
filmimin hazırlıklarını sürdürüyorum. Benim hikâyem daha seyre
dönüşmeden bilindik bu baskıların muhatabı oldu. Ülke içi fonlardan
destek alamadık, sponsorluk anlaşmaları bir günde fesh edildi
gerekçesiz, şu an hala konusu itibariyle çekim evimizi bulamıyoruz, bu
sebepten çekimimiz aksıyor. Tüm bu hengâme ve pasaklı günlerin birinde
“Grup Yorum” seslendi bize. Arkadan geldi ve elini omzumuza
uzattı. “Biz bu filmi sahipleniyoruz, elimizden ne gelirse
yanınızdayız ve arkanızdayız.” Dediler. Bir anda aydınlığa
çaldı gökyüzü. Umudumuzun tükendiği o anda bize tekrar birlik olmayı,
asla vazgeçmemeyi, yılmamayı gösterdi Grup Yorum. Herkes sırtını
dönerken onlar kucakladı bizi. Şimdi yine yolumuza, yolumuzdan şaşmadan
devam ediyoruz. Grup Yorum’un yolumuza tuttuğu ışıkla açıldı
yolumuz. Bunu buradan tüm okuyanlara, görenlere, duyanlara bildirmek
istedim.

 

kaynak:haberfabrikasi.org

Grup Yorum: Direnen ODTÜ Öğrencilerinin Ve Onlara Sahip Çıkan Akademisyenlerin, Hocalarımızın Yanındayız.

Grup Yorum: Direnen ODTÜ
Öğrencilerinin Ve Onlara Sahip Çıkan Akademisyenlerin, Hocalarımızın
Yanındayız.

 

src="http://halkinsesitv.com/images/stories/Logolar/Yorum-siluet-sb.jpg"
style="border: 0px none; float: left; margin-left: 10px; margin-right: 10px;"
width="200" />Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde yaşananlar
AKP’nin demokrasiye ve muhalif seslere olan tahammülsüzlüğünün
ete kemiğe bürünmüş halidir.

Halkın her kesiminin en ufak hak talebinde dahi yaşadığı gibi
ODTÜ’lü öğrenci arkadaşlarımız da polisin biber gazlarıyla,
tazyikli suyuyla karşılaşmıştır. Çünkü öğrenciler
anti-emperyalist, anti-faşist bir geleneği sürdürmüşler ve bir eylem
yapmışlardır. Bu gelenek Kurtuluş Savaşı’ndan
Kızıldere’ye Denizlerden bugünlere var olan bir gelenektir.

style="font-family: Tahoma, Verdana; font-size: 16px; text-align: justify;
background-color: rgb(255, 255, 255);">Okul içinde estirilen teröre rağmen
öğrenciler, onurlu bir direnişle kendilerini ve düşüncelerini
savunmuşlardır. Bu noktada “şiddet” demagojileri aynı
tahammülsüzlüğün devamı niteliğindedir. Şiddetin kaynağı, gözü
dönmüşçesine öğrencilere saldıran Ankara polisidir. Bunu göz ardı
edip “maksatlı” bir şekilde ODTÜ öğrencilerini ve
rektörlüğünü hedef alanlar, hükümetin sözcülüğünü yapan sözde
aydınlardır. ODTÜ Rektörlüğü’nü kınayan diğer üniversite
rektörlüklerinin sözlerinin halk nezdinde, bilim ve tarih nezdinde hiçbir
geçerliliği yoktur. Kaldı ki bu üniversitelerdeki akademisyenler
“kınamaya” anında cevap vererek, onurlu aydın-akademisyen
tavırlarını ortaya koymuşlardır.

Biz ODTÜ öğrencilerinin ve rektörlüğünün yanındayız.
Bilimin emperyalistlere peşkeş çekilmesini kabul etmiyoruz.

style="font-family: Tahoma, Verdana; font-size: 16px; text-align: justify;
background-color: rgb(255, 255, 255);">Tüm sanatçı dostlarımızı,
aydınları, bilim emekçilerini, akademisyenleri, eğitimcileri, üniversite
öğrencilerini ve halkımızı “faşizme karşı omuz omuza”
durmaya çağırıyoruz.

Grup YORUM

SANAT CEPHESİ

28 Aralık 2012 Cuma

BARIŞ VE İLHAN DAN MEKTUP VAR!

BARIŞ VE İLHAN DAN MEKTUP
VAR!

Komployla tutuklanan ODTÜ öğrencisi İlhan Kaya ve DMMM
üyesi İnşaat Mühendisi Barış Önal ın Sincan 1 nolu Ftipi
Hapishanesinden gönderdiği mektup;

27 Aralık 2012 Perşembe

ODTÜ DİRENİŞİ VE BİR MUHALEFET DİNAMİĞİ OLARAK ÜNİVERSİTELERİN EMEKÇİLERLE BULUŞMA NOKTALARI...

ODTÜ DİRENİŞİ VE BİR
MUHALEFET DİNAMİĞİ OLARAK ÜNİVERSİTELERİN EMEKÇİLERLE BULUŞMA
NOKTALARI...

DİSK Genel Başkanı Erol
Ekici’nin, ODTÜ direnişi ve sonrasında yaşanan gelişmelere
ilişkin DEĞERLENDİRMESİ:

 

align="left"> 

border="0" hspace="0"
src="http://www.disk.org.tr/content_images/DiSK_ODTU23.jpg" />

align="left"> 

ODTÜ DİRENİŞİ VE BİR
MUHALEFET DİNAMİĞİ OLARAK ÜNİVERSİTELERİN EMEKÇİLERLE BULUŞMA
NOKTALARI...

 

    align="left">“Tayyip Erdoğan iktidarı”nı
    hırçınlaştıran, iktidar mekanizmalarını ODTÜ’nün üzerine
    salan gerçekler nelerdir?

 

align="left">18 Aralık’ta, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan,
beraberinde yüzlerce özel koruması, binlerce çevik kuvvet polisi ve
zırhlı araçlar eşliğinde ODTÜ’ye gitti. Öğrenciler de
Başbakan’ın ODTÜ’ye gelişi vesilesiyle AKP hükümetinin
politikalarını protesto eden bir yürüyüş gerçekleştirmek istediler.
Nerdeyse bütün muhalif eylemlerde yaptığı gibi polis, öğrencileri
kendi evlerinde yürütmedi, barikatlar kurdu, su sıktı, ölçüsüz
sayıda gaz bombası attı ve yakaladığı öğrencileri dayaktan
geçirdi.

 

Kimse kimseyi
kandırmaya çalışmasın; Türkiye’nin gündemine oturan
yürüyüşün görüntüleri izlendiğinde öğrencilerin polisin
şiddetiyle karşılaştığı açıkça görülmektedir. Yürüyüşün
ardından Başbakan’ın hedef göstermesi sonucu öğrencisinden
eğitim emekçisine ODTÜ’lülere yönelik bir linç kampanyası
başlatıldı. Aralarında Öğrenci Gençlik Sendikası Genç-Sen
üyelerinin de bulunduğu 12 öğrenci evlerinden gözaltına alındı.
Avukatlara gözaltı gerekçesiyle ilgili bilgi verilmezken bazı basın
organları öğrencilerin “terörist olduğu için
tutuklanacaklarını”
dahi iddia etti. Ankara Emniyeti kendini
siyasi parti zannederek bir açıklama yaptı. Son hamle ise ODTÜ’lü
öğrencileri kınayan ve adeta hükümet bültenini andıran bir rektörler
açıklaması oldu.

 

Buraya kadar
olan “anormallikler” esasında Türkiye
gerçeğini yakından bilenler açısından oldukça
“normal”di!.. Yani, olağanlaşan,
“alışıldık” bir durumdu bu. Baskıcı
hükümetler dün de zor kullanarak muhalefeti bastırmaya çalıştı,
bugünkü iktidar sahipleri de bunu yapıyor. Sonrasında ise, bildiğimiz
diğer iktidar aygıtları/kurumları (yandaş medya, rektörlükler, yargı
vs.) devreye girerek, “Sen misin iktidara kafa
tutan”
naralarıyla kılıçlarını çekiyorlar.

align="left"> 

Yine bu oldu. Gençliğin ODTÜ
direnişi sonrasında da bu düzenek çalıştırıldı.

align="left"> 

Peki, “Tayyip Erdoğan
iktidarı”
nı asıl hırçınlaştıran, iktidar
mekanizmalarını fazlasıyla harekete geçirerek ODTÜ’nün üzerine
salan gerçekler neydi?

 

align="left">Bilindiği gibi, 1980’li yıllarda birbiriyle zamansal
olarak çakışmasa da, emekçi muhalefeti ile gençliğin
“dirilme” çabası paralel yürüyen
süreçlerdi. 12 Eylül, bir dönemin sorumlusu/suçlusu olarak gençlik
hareketini lanse etmiş ve böyle bir hareketin yeniden canlanmaması için
elinden geleni yapmıştı. İdeolojik, kültürel ve fiziksel birçok
ablukaya rağmen gençlik 1987’den itibaren yeni bir filizlenme
dönemine girmiş, 1990’ların başında üniversitelerdeki muhalif
özellik kısmen kitleselleşmiş ve iniş çıkışlarla bugüne
gelinmişti.

 

Yine bu yıllar,
üniversitelerin ekonomik, sosyal ve kültürel işlevlerinin topyekün bir
yeniden yapılanma sürecine girdiği bir döneme rastlıyordu. Bu sadece
yeniden yapılanma süreci değil aynı zamanda toplumsal hayattaki
gelişmelere bağlı olarak bir dejenerasyon süreciydi.

align="left"> 

Üniversite sistemi bir bütün olarak
niteliğini yitirdi. Burada 12 Eylül faşizminin üniversitelere özel
olarak yüklenmesi, dinci akımlara aşırı destek verilmesi, nitelikli
öğretim kadrolarının tasfiye edilmesi, üniversitenin toplumdaki
etkisinin bilinçli olarak azaltılması gibi özel süreçler de rol
oynadı. Bütün bunların sonucunda üniversite önceki dönemde sahip
olduğu "toplumun öncüsü" olma işlevini
büyük oranda yitirmişti.

 

align="left">İşte, siyasi iktidarın tahammülsüzlüğünün ardında
yatan gerçek, öncelikle, korktukları şeyin başlarına gelmesidir. Yani,
eğitim sisteminden düşünüş biçimlerine, alt yapısından üst
yapısına kadar herşeyi değiştirdiklerini düşündükleri
üniversitelerin bir muhalefet odağı olarak yeniden ortaya çıkmasıdır.
Zira, kent merkezlerinden uzaklaştırıp birer kışla haline getirdikleri,
nispi özerk/demokratik ve bilimsel yapılarını ortadan kaldırarak birer
ticarethaneye dönüştürdükleri, özel güvenlik ve polis çemberiyle
kuşattıkları üniversitelerin yeni bir direniş odağı olma
ihtimalidir
.

 

Bu konuda
neoliberalizmin “kutsanmış” muhafazakârlarını
hırçınlaştıran diğer bir önemli neden, birer ticari işletmeye
dönüştürülen üniversitelerin, ODTÜ direnişiyle birlikte
“özerk/bilimsel/demokratik” özelliklerinin farkına varma veya
en azından tartışmasını sağlama riskidir!.. Çünkü üstelik
bir de, “YÖK Yasası” gündemdeyken bu konuda muhalefet
gelişmektedir. O halde bu direniş eğiliminin, daha
“küçükken” başı ezilmelidir!..

align="left"> 

Hatırlayalım. Bilgi üretiminde
üniversitelerin rolünün dünya çapında yaşadığı değişimin
ardından, teknolojik değişim hızının muazzam düzeylere ulaştığı
koşullarda, teknolojik bilgi üretimi de doğrudan bir sermaye yatırımı
konusu haline geldi. Ve artık laboratuarlarda değil doğrudan merkezi
araştırma-geliştirme şirketlerinde yapılmaya başlanan teknolojik bilgi
üretimi, metalaşmak bir yana bizzat artı-değer üretim sürecine
dönüştü.

 

Bilim zaten uzun
bir zamandır sermayenin boyunduruğu altına girmiş, doğrudan bir üretici
kuvvete dönüşmüştü. Burada yeni olan şey, bu sürecin bizzat
artı-değer üretimine dönüşmesidir.

align="left"> 

Eskiden, (nesnel olarak) bilim
insanları ve araştırmacılar sermaye için çalışırlardı, ürünlerini
ona sunarlardı. Ama onlar diğer taraftan da, tıpkı o dönemin
sanatçıları gibi kendine özgü, ücretli emek ilişkisinin dışında
özel insanlardı. Bugün ise, bilgi üretiminin doğrudan
artı-değer üretimine dönüştürülmesi sonucunda bilim insanları ve
araştırmacılar bizzat sermayenin ücretli köleleri haline gelmeye
başladı.

 

Eğitim
kurumlarında da, dünya emperyalist/kapitalist sistemi içinde siyasi,
ekonomik ve kültürel sürekli bağımlılığı dayatan, sermayenin
egemenliğinde “bilimi köleleştiren” bir
sistem oluşturuldu. Bir yandan, paraya tapan ve toplum ihtiyaçlarına
yabancılaştırılmış bir "işgücü kitlesi"
yaratılırken, diğer taraftan da özgür ve bilimsel düşünceden,
yaratıcılıktan yoksun, öykünmeci ve militarizme eğilimli kuşaklar
yetiştirilmesi hedeflendi.

 

align="left">Böylelikle üniversiteler eski
“ayrıcalıklı” konumunu yitirirken, emekçilerle buluşma
noktaları artan, farklı bir muhalefet dinamiğini de içinde
barındıran
bir dönüşüm süreci yaşadı.
align="left"> 

İşte “Tayyip Erdoğan
iktidarı”nı çileden çıkaran, onları hırçınlaştıran,
demagojik ve baskıcı karakterlerini açığa çıkartan ODTÜ direnişinin
arka planı özetle bunlardır.

 

align="left">Yasama, yürütme ve yargı arasında erkler ayrılığı
tartışması devam ederken Tayyip Erdoğan, basından sanat camiasına,
mahalle derneklerinden spor kulüplerine kadar bütün kurum ve kuruluşları
daha fazlasıyla denetimi altında tutmak isteyecektir. Kendi
politikalarını onaylamayan, onlar gibi düşünmeyen herkesi
cezalandırmayı sürdürecek, üniversitelere yönelik maddi ve manevi
yönleri olan bir itibarsızlaştırma kampanyasını gündemde
tutacaktır.

 

ODTÜ’den
başlayan ve ülkenin diğer üniversitelerine yayılan, öğrencileri,
eğitim emekçilerini, çalışanları ve öğrenci ailelerini buluşturan bu
direniş, Türkiye’nin karamsar tablosunun içinde bir ateş
yakmıştır. DİSK’li işçilerin ODTÜ’lü öğrencilerle
dayanışmasının sosyal medyada rekor paylaşımlarla duyurulması bu
heyecanın önemli bir göstergesidir.

 

align="left">Gençliğin ODTÜ direnişi, özgürlükçü, özerk,
katılımcı, bilimsel, demokratik bir üniversite mücadelesi hattını,
özgür, eşit ve demokratik bir toplumsal projeyle sıkı sıkıya bağlı
olarak geliştirmek durumunda olduğumuzu göstermesi açısından da
oldukça önemlidir.

 

DİSK
olarak, bütün bu gelişmelerin yaşamsal öneme sahip olduğunu görüyor,
siyasi iktidarın yeni düzenlemeler ve yasalarla sağlamlaştırmaya
çalıştığı “buyurgan/otokratik düzenine” karşı tüm
demokrasi güçlerini, birleşik bir direniş mücadelesinin yaratılması
konusunda tarihsel göreve çağırıyoruz.

İşte ODTÜ'yü Kınayan Rektörler ve İktidar İlişkileri

İşte ODTÜ'yü Kınayan
Rektörler ve İktidar İlişkileri

 

İktidarın Rektörleri

class="text" style="margin: 0px 0px 5px; text-align: justify; overflow:
hidden; font-size: 14px; line-height: 18px; font-family: 'Lucida Sans
Unicode', 'Segoe UI', Arial, Helvetica, sans-serif; color: rgb(51, 51, 51);
background-color: rgb(255, 255, 255);"> href="http://onedio.com/haber/iste-odtu-yu-kinayan-rektorler-58396#media=50dae77262644c76280002b1"
style="margin: 0px; padding: 0px; border: 0px; line-height: inherit;
font-family: inherit; color: rgb(27, 55, 85); text-decoration: initial;
outline: 0px;">İktidarın Rektörleri src="http://img.onedio.com/img/50dae77262644c76280002b1/250/200"
style="margin: 10px 5px 5px 0px; padding: 0px; border: 0px; line-height: 1;
font-family: inherit; vertical-align: bottom; float: left;" />
style="margin: 7px 0px 5px; padding: 0px; border: 0px; line-height: 20px;
font-family: inherit;">ODTÜ’deki polis şiddeti yerine
öğrencilerin protestosunu kınayan çok sayıda üniversite rektörünün
geçmişleri, iktidar ile ilişkilerini gözler önüne
seriyor

ONUR
EREM

İstanbul
Sabahattin Zaim Üniversitesi

Üniversite rektörü Adem Esen, geçmişte  href="http://onedio.com/etiket/adalet-ve-kalkinma-partisi/50187b65295c0432640034e9"
style="margin: 0px; padding: 0px; border: 0px; line-height: inherit;
font-family: inherit; color: rgb(65, 131, 196); text-decoration: initial;"
title="Adalet ve Kalkınma Partisi">AKP Konya Selçuklu Belediye
Başkanı olmuştu. Belediye başkanlığı döneminde Selçuklu Belediyesi,
durduğu yerde çöken Zümrüt Sitesi’nde 92 kişinin hayatını
kaybetmesinin ardından açılan davada mahkum olmuş, belediye cezayı
ödemeyince belediyenin banka hesabı ve gayrimenkullerine haciz konulmuştu.
Adem Esen, faciada ölenlerin arkasından menfaatperestlik yapıldığını
ifade etmişti. İçişleri Bakanlığı ise Adem Esen’in hakkında
soruşturma izni vermemişti.

Marmara Üniversitesi

Rektörlük seçimlerinde birinci olan Necla Pur’un yerine,
üçüncü sırada yer alan ve AKP’ye yakınlığıyla bilinen Zafer
Gül atandı. Pur’un 482 oyuna karşılık Gül’ün 302 oyu
bulunuyordu.

İstanbul
Teknik Üniversitesi

Rektörülük
seçimlerinde 458 oyla birinci olan Muhammed Şahin’in arkasından 317
oyla ikinci olan Mehmet Karaca 6 Temmuz 2012’de rektör olarak atandı.
Karaca, rektörlüğe gelir gelmez YÖK’ün yasal bağlayıcılığı
olmayan bir tavsiye mektubunu uygulamaya sokarak 50d kadrosunda çalışan
asistanları işten çıkarmaya başladı, İTÜ’de büyük
protestolara yol açtı.

Yıldız Teknik Üniversitesi

Rektörülük seçimlerinde oyların yüzde 81’ini aldıktan
sonra rektör olarak atanan İsmail Yüksek 6 Ekim 2012’de  href="http://onedio.com/etiket/recep-tayyip-erdogan/50187b65295c0432640034e7"
style="margin: 0px; padding: 0px; border: 0px; line-height: inherit;
font-family: inherit; color: rgb(65, 131, 196); text-decoration: initial;"
title="Recep Tayyip Erdoğan">Recep Tayyip Erdoğan’a fahri doktora
unvanı verdi ve ”Eğitim ücretini kaldıran değerli Başbakanımıza
teşekkürler” yazan ”T Cetveli” hediye etti.
Yüksek,  href="http://onedio.com/etiket/orta-dogu-teknik-universitesi/50574cae0228f60917601afb"
style="margin: 0px; padding: 0px; border: 0px; line-height: inherit;
font-family: inherit; color: rgb(65, 131, 196); text-decoration: initial;"
title="Orta Doğu Teknik Üniversitesi">ODTÜ olaylarına dair
açıklamalarına “içtenlikle mi imza attınız?” diye soran bir
kişiye  href="http://onedio.com/etiket/twitter/50187b65295c0432640034f2"
style="margin: 0px; padding: 0px; border: 0px; line-height: inherit;
font-family: inherit; color: rgb(65, 131, 196); text-decoration: initial;"
title="Twitter">twitter üzerinden “emir mi cevap istiyorum
vermiyorum ne yaparsın molotof mu atarsın lastik mi yakarsın” diye
cevap vermişti.

Galatasaray
Üniversitesi

href="http://onedio.com/etiket/galatasaray-spor-kulubu/50187b65295c0432640034ed"
style="margin: 0px; padding: 0px; border: 0px; line-height: inherit;
font-family: inherit; color: rgb(65, 131, 196); text-decoration: initial;"
title="Galatasaray Spor Kulübü">Galatasaray Üniversitesi
Rektörü Ethem Tolga, Sebahat Tuncel’in katılacağı gerekçesiyle
Cinsiyet Eşitliğinin İnşası konferansını iptal etmişti.
Tolga’nın döneminde kampüs içinde reklam panoları yerleştirilmesi
ve kampüs girişlerine turnikeler koyulması öğrencilerin tepkisi
çekmişti.

İstanbul
Üniversitesi

href="http://onedio.com/etiket/istanbul/501c48f7cc161f8ec13422a8"
style="margin: 0px; padding: 0px; border: 0px; line-height: inherit;
font-family: inherit; color: rgb(65, 131, 196); text-decoration: initial;"
title="İstanbul">İstanbul Üniversitesi Rektörü Yunus Söylet
2008 yılındaki rektörlük seçimlerinde ikinci olmasına rağmen rektör
olarak atandı. Recep  href="http://onedio.com/etiket/recep-tayyip-erdogan/50187b65295c0432640034e7"
style="margin: 0px; padding: 0px; border: 0px; line-height: inherit;
font-family: inherit; color: rgb(65, 131, 196); text-decoration: initial;"
title="Recep Tayyip Erdoğan">Tayyip Erdoğan’ın aile doktoru
olduğu ifade edilen Söylet, 2009 yılında Erdoğan’a fahri doktora
unvanı vermişti. 2011 yılında İÜ rektörlüğü, Fatih ilçesi
sınırlarında yer alan tüm binalarında polisin herkesin üstünü
arayabilmesi için mahkemeden karar çıkarttığı karara dava açan ve
üstlerini aratmayan öğrenciler hakkında soruşturma başlatmıştı.
Söylet döneminde Öğrenci Kültür Merkezi kapatıldı, İÜ’de
basın açıklaması yaptığı, slogan attığı gerekçesiyle onlarca
öğrenciye soruşturma açıldı, sadece 2009 yılında 54 öğrenci 14 yıl
9 ay uzaklaştırma cezası aldı. Söylet twitter üzerinden
“Öğrenci hareketlerini örgütlemek ve bunlara çanak tutmak
aşağılık bir durum” mesajı yayınlamıştı.

Bingöl Üniversitesi

2007 yılında açılan Bingöl Üniversitesi’nin Rektörü
Gıyasettin Baydaş’ın oğlu ve kızı başta olmak üzere 5
akrabasının üniversitede akademisyen olması dikkat çekiyor. Bu isimler
arasında Buhanettin Baydaş, Abdulvahap Baydaş, Mahmut Baydaş, Zeynep
Baydaş Tuzcu ve Fatma Baydaş Caf yer alıyor. Bingöl Üniversitesi Baydaş
döneminde Said-i Nursi’nin kitaplarıyla “evrim teorisini
çürüten” evrim karşıtı Adem Tatlı’nın konuşmacı olarak
katıldığı “Bilimin Işığında Evrim” konferansı
düzenlemesiyle gündeme gelmişti.

style="margin: 0px; padding: 0px; border: 0px; line-height: 1; font-family:
inherit;">Hacettepe Üniversitesi

2011
yılındaki rektörlük seçimlerinde 657 oyla birinci olan Uğur
Erdener’in ardından 501 oyla ikinci olan Murat Tuncer rektörlüğe
atanmıştı. Tuncer, Dilovası’ndaki endüstriyel kirliliğin yol
açtığı  href="http://onedio.com/etiket/kanser/503fefa8cc161f8ec1342474"
style="margin: 0px; padding: 0px; border: 0px; line-height: inherit;
font-family: inherit; color: rgb(65, 131, 196); text-decoration: initial;"
title="Kanser">kanservakalarıyla ilgili araştırma yapan Prof. Onur
Hamzaoğlu’nu YÖK’e şikayet etmiş ve hakkında soruşturma
açılmasına neden olmuştu. Bir “bilim insanı” olan
Tuncer’in “Kızıma cinsel yolla bulaşan ve rahim ağzı
kanserine yol açan bir hastalık olan HPV’den korunması için aşı
yaptırmam. Aşı yaptırmam, gelecekteki damadıma şimdiden güvenmediğim
anlamına gelir” açıklaması, doktorlardan büyük tepki
toplamıştı.

Abant
İzzet Baysal Üniversitesi

2010’da yapılan rektörlük seçimlerinde Atilla
Kılıç’ın 171 oyla birinci olmasına rağmen 129 oy alan Hayri
Coşkun rektörlüğe atanmıştı. Coşkun’un profesörlüğe
yükseltilmesi ile ilgili usulsüzlük tespit edilmiş ve idari
soruşturmanın daha sonuçlanmamış olmasına rağmen  href="http://onedio.com/etiket/abdullah-gul/503babb3cc161f8ec1342422"
style="margin: 0px; padding: 0px; border: 0px; line-height: inherit;
font-family: inherit; color: rgb(65, 131, 196); text-decoration: initial;"
title="Abdullah Gül">Abdullah Gül, Coşkun’u rektörlüğe layık
görmüştü.

Uşak
Üniversitesi

Üniversitede 2011
yılında yapılan seçim sonucunda en çok oyu Prof. Adnan Şişman
alırken, Abdullah Gül seçimi 40 oyla ikinci sırada tamamlayan Sait
Çelik’i rektör olarak atamıştı. Çelik’in AKP ile yakın
ilişkileri olduğu söyleniyor.

style="margin: 0px; padding: 0px; border: 0px; line-height: 1; font-family:
inherit;">Recep  href="http://onedio.com/etiket/recep-tayyip-erdogan/50187b65295c0432640034e7"
style="margin: 0px; padding: 0px; border: 0px; font-weight: inherit;
line-height: inherit; font-family: inherit; color: rgb(65, 131, 196);
text-decoration: initial;" title="Recep Tayyip
Erdoğan">Tayyip Erdoğan Üniversitesi

style="margin: 7px 0px 5px; padding: 0px; border: 0px; line-height: 20px;
font-family: inherit;">Rize Üniversitesi adıyla 2011’de rektörlük
seçimine giden üniversitede Prof. Arif Yılmaz 176 oy alarak birinci
seçilmiş, ardından üniversitenin adı Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi
olarak değiştirilmişti. Arif Yılmaz Kasım 2012’de Recep Tayyip
Erdoğan’a fahri doktora unvanı vermişti.

Süleyman Demirel Üniversitesi

style="margin: 7px 0px 5px; padding: 0px; border: 0px; line-height: 20px;
font-family: inherit;">Cemaate yakın olduğu ifade edilen Rektör Hasan
İbicioğlu öğrencilere “okulda siyaset istemiyorum” demesiyle
kendinden söz ettirmişti. 215 bin liraya Audi A6 makam arabası almasını
eleştirenlere ise “Bazı üniversitelerin makam araçlarının
fotoğraflarını gördüm, ‘ben zenci miyim kardeşim, ben neden
almayayım’ dedim. Güvenli olmak zorundayız. Ben bu araçların en
lüksünü alacağım” diye cevap vermişti.

ODTÜ’deki öğrencileri kınayan
üniversitelerin sıralı tam listesi
:

Abant İzzet Baysal Üniversitesi

href="http://onedio.com/etiket/afyon/5076bf570228f60917601ce8" style="margin:
0px; padding: 0px; border: 0px; line-height: inherit; font-family: inherit;
color: rgb(65, 131, 196); text-decoration: initial;"
title="Afyon">Afyon Kocatepe Üniversitesi

Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi

Atatürk Üniversitesi

Bingöl
Üniversitesi

href="http://onedio.com/etiket/bitlis/506b54250228f60917601c74"
style="margin: 0px; padding: 0px; border: 0px; line-height: inherit;
font-family: inherit; color: rgb(65, 131, 196); text-decoration: initial;"
title="Bitlis">Bitlis Eren Üniversitesi

href="http://onedio.com/etiket/eskisehir/50272cbdcc161f8ec1342331"
style="margin: 0px; padding: 0px; border: 0px; line-height: inherit;
font-family: inherit; color: rgb(65, 131, 196); text-decoration: initial;"
title="Eskişehir">Eskişehir Osmangazi Üniversitesi

style="margin: 7px 0px 5px; padding: 0px; border: 0px; line-height: 20px;
font-family: inherit;">Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi

Galatasaray Üniversitesi

Hacettepe Üniversitesi

href="http://onedio.com/etiket/hakkari/50272cdecc161f8ec1342333"
style="margin: 0px; padding: 0px; border: 0px; line-height: inherit;
font-family: inherit; color: rgb(65, 131, 196); text-decoration: initial;"
title="Hakkari">Hakkari Üniversitesi

İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi

İstanbul Teknik Üniversitesi

İstanbul Üniversitesi

Karadeniz Teknik
Üniversitesi

href="http://onedio.com/etiket/marmara-universitesi/50574c9e0228f60917601afa"
style="margin: 0px; padding: 0px; border: 0px; line-height: inherit;
font-family: inherit; color: rgb(65, 131, 196); text-decoration: initial;"
title="Marmara Üniversitesi">Marmara Üniversitesi

Mimar Sinan Üniversitesi

href="http://onedio.com/etiket/mus/5076bebd0228f60917601ce7" style="margin:
0px; padding: 0px; border: 0px; line-height: inherit; font-family: inherit;
color: rgb(65, 131, 196); text-decoration: initial;"
title="Muş">Muş Alparslan Üniversitesi

Necmettin Erbakan Üniversitesi

Recep
Tayyip Erdoğan Üniversitesi

Süleyman Demirel
Üniversitesi

Türk Hava Kurumu
Üniversitesi

Uşak Üniversitesi

style="margin: 7px 0px 5px; padding: 0px; border: 0px; line-height: 20px;
font-family: inherit;">Yıldız Teknik Üniversitesi

Erdoğan’a fahri doktora veren
üniversiteler

Fatih
Üniversitesi

Maltepe Üniversitesi

style="margin: 7px 0px 5px; padding: 0px; border: 0px; line-height: 20px;
font-family: inherit;">İstanbul Üniversitesi style="margin: 7px 0px 5px; padding: 0px; border: 0px; line-height: 20px;
font-family: inherit;">Karadeniz Teknik
Üniversitesi

Piri Reis
Üniversitesi

Harran Üniversitesi

style="margin: 7px 0px 5px; padding: 0px; border: 0px; line-height: 20px;
font-family: inherit;">İstanbul  href="http://onedio.com/etiket/aydin/506b54190228f60917601c71" style="margin:
0px; padding: 0px; border: 0px; line-height: inherit; font-family: inherit;
color: rgb(65, 131, 196); text-decoration: initial;"
title="Aydın">Aydın Üniversitesi

Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi

style="margin: 7px 0px 5px; padding: 0px; border: 0px; line-height: 20px;
font-family: inherit;">(Bold ile yazılan üniversiteler ODTÜ
öğrencilerini kınayan üniversitelerdir)

Haberin Tamamı İçin: href="http://onedio.com/haber/iste-odtu-yu-kinayan-rektorler-58396#"
rel="nofollow" style="margin: 0px; padding: 0px; border: 0px; font-weight:
normal; line-height: inherit; font-family: inherit; color: rgb(65, 131, 196);
text-decoration: initial;"
target="_blank"> http://onurerem.com/2012/12/25/iktidarin-rektorler...

kaynak:onedio.com

ODTÜ yalnız değildir / Özgür MUMCU

ODTÜ yalnız değildir /
Özgür MUMCU

Herkes aynaya iyi baksın. Tarihe
geçerken çektirdikleri pozda nasıl çıkacaklarını o aynada
görecekler.

Özetle ne oldu? Başbakan Erdoğan ve diğer devletliler
Göktürk-2 uydusunun uzaya gönderilmesini izlemek üzere ODTÜ’ye
teşrif eylediler. Arada Cumhurbaşkanı’nı çağırmayı unuttular.
Bazı bakanlar gecikecekleri için uydunun fırlatılmasının
geciktirilmesini talep ettiler. İyi ki Çin’de uydunun yörüngeye
oturtulmasından sorumlu olanlar, “Bekleriz de o zaman uydu nereye
gider belli olmaz” diyerek bu talepleri geri çevirmeyi becerdiler.
Keşke bu yazdığım kötü bir ironi denemesi olsaydı fakat maalesef
gerçek.

Erdoğan, son zamanlarda aklını Kanuni Sultan
Süleyman’ın televizyon dizilerinde yeterince at sırtında
gösterilmediğiyle bozmuş olsa gerek, ODTÜ’ye sefere çıkan
ecdadımızı anarcasına geldi. Seferde 8 TOMA, 20 zırhlı araç, 105
koruma ve iddialara göre 3600 polis vardı. Kanuni döneminde olsak ufak bir
kasabayı rahatlıkla ele geçirecek bir küçük ordu yani.

Bu
küçük orduyla Göktürk-2’yi değil ama birinci Erdoğan’ı
protesto etmek isteyen öğrenciler karşı karşıya
geldi.

Öğrenciler henüz sadece slogan atarken ve polisle aralarında
yüz metreden fazla mesafe varken birdenbire gaz bombardımanına tutuldu.
Bütün kayıtlar ve tanıklıklar bu yönde.

ODTÜ yönetimi polisin
orantısız kuvvet kullanımını kınadı. Sefere çıkan ordunun morali her
şeyden önemlidir bilirsiniz. Bu sebeple Erdoğan da ordusunun moralini
korumak için açıklama üzerine açıklama yaptı. ODTÜ öğretim
elemanlarını istifaya davet edecek kadar haddini aştı.

Olaylar
burada kalacak gibiydi. Ancak durumdan vazife çıkaran İstanbul’daki
bazı üniversiteler Erdoğan’ın fikirlerine paralel bir metin ilan
etti. Ancak bu ortak açıklamadan rektörler hariç üniversitelerde
kimsenin haberi yoktu. Zaten açıklamayı imzalayan Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesi Rektörü, ODTÜ’de olanların video kaydını
izlemediğini ve gelen hazır metne imza atıverdiğini söyledi. YÖK ise
talimatı hemen kavrayıvermiş ki ODTÜ’yü denetlemeye karar
verdi.

Bu işaret fişeğini alan irili ufaklı birçok üniversite
yönetimi sıraya girerek, ODTÜ’yü kınayan açıklamalar kaleme
alıp, bunları duyurdular. Vaktiniz varsa hepsini okumanızı dilerim.
Mesela bir üniversite şunu dedi: “Devlet büyüklerimizin yüksek
şahsiyetlerini hedef alan bu müessif olaylar küresel aktörlerin ülkemiz
aleyhindeki emellerine hizmet etmiştir”.

Bir diğeri neden
Başbakan’ın söylediklerini bir dua gibi tekrar etmesi gerektiğini
açıklamasının şu satır arasında ilan etti: “Mali sıkıntılar,
kadro ihtiyaçları gibi hususlarda hükümetlere ihtiyaç duyan
üniversiteler, kendilerine sağlanan imkânlar karşısında en azından bir
teşekkür sunmak durumundadır.” Bir diğer üniversite ise tavrını
çok net koydu: “Özellikle de Başbakanımız Sayın Recep Tayyip
Erdoğan’a şükranlarımızı sunuyoruz.” Bu sonuncu
üniversitenin adı Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi.

Yani Recep
Tayyip Erdoğan Üniversitesi, Recep Tayyip Erdoğan’ın söylediği
şekilde ODTÜ’yü kınayıp Recep Tayyip Erdoğan’a
şükranlarını sundu. İşte cesur yeni Türkiye.

Galatasaray
Üniversitesi öğretim elemanları rektörlerinin kendilerine haber dahi
vermeden ODTÜ’yü kınayan bir açıklamaya imza atmasını protesto
etti. 130’un üzerinde öğretim elemanı şöyle seslendi:
“ODTÜ’de yaşanan olaylarda öğrencilerin maruz kaldığı
polis şiddetini kınıyoruz. ODTÜ’lü meslektaşlarımızın tüm
ifadelerine rağmen, söz konusu açıklamayı yapan üniversite
yönetimlerinin, polisin olayları başlattığı, olayların ilk
aşamasından itibaren iyi niyetli davranmadığı ve orantısız güç
kullandığı gerçeğini göz ardı etmelerini manidar buluyoruz. Polis
şiddeti karşısında tek vücut olarak tepki gösteren ODTÜ’lü
meslektaşlarımızın ve öğrencilerin yanında olduğumuzun bilinmesini
istiyoruz.”

Yani sözün özü: ODTÜ, yalnız
değildir.

Herkes aynaya iyi baksın. Tarihe geçerken çektirdikleri
pozda nasıl çıkacaklarını o aynada görecekler.

ODTÜ’yü
yalnız bırakan iktidar muhipleri cemiyeti üyelerini tarihin aynası
unutmayacak.

Kaynak: Radikal

26 Aralık 2012 Çarşamba

F Tipi Film / Berrin Karakaş

F Tipi Film / Berrin
Karakaş

id="_container">
class="center" id="_MiddleCenter">
id="_Middle">
class="author">21 Aralık'ta, o en uzun gecede,
'kıyamet'i ve de 'F Tipi Film'i, birlikte
düşünelim.
class="article">

2012 senesinin
geçip gidişini açık sarı bir mektup kâğıdından, dikenli tellerin
üzerine işlenmiş yıldızların altından seyrettim. Sol yanda demir
parmaklıklardan uzanmış bir zafer işareti, bir de köşede gümüş rengi
bir hilal. “Gökyüzünden kuşanıp yıldızları, gözlerimizde
sıcacık bir gülüşle ısıtacağız geceyi. Bekle bizi
bekle…” diyordu Özgür Tutsaklar’ın Kandıra 1
No’lu F- Tipi Hapishane’sinden gönderdiği yeni yıl hediyesi
takvim.

Takvim sona geliyor, yıl bitiyor. Bu bir yılda sayılara
sığmayan itirazlarıyla F tipi hapishanelere tecride gönderilenlerin
sayısı takvimin günlerini çok çok geçmişken, 21 Aralık’ta bir
film giriyor gösterime: F Tipi Film: 2000’lerde çevrilmeye
başlanmış ve çekimleri ‘şiddetle’ devam eden bir filmden
parçalar.

21 Aralık, manidar bir tarih; en uzun gece, en kısa
gün… 21 Aralık’ta bu sene bir de kıyamet bekliyor insanoğlu;
sanki değilmiş gibi kapıda, sanki her daim kopmazmış
gibi…

19 Aralık 2000’de kopmuş bir tufan var örneğin,
hatırlayalım: ‘Hayat Tufanı’. Memleket takviminde kanlı, alev
alev bir kıyamet. F tipi hayata itiraz edenlerin canlı canlı
yakıldığı, ölüm orucuna yatmışlara yarım yamalak bir hayat hediye
edecek ‘hayat’ serumlarının basıldığı, adı
‘Tufan’ konmuş, ‘hayat’ diye sunulmuş bir
dönüş.

13 Aralık 1980’de de bir kıyamet var. O da ayrı bir
‘en uzun gece’. Öyle uzuyor ki bir sene büyütüyor bir
çocuğu. 17 yaşında Erdal Eren, bir gecede 18 oluveriyor; boynu ipe
geçirilebilecek yaşa getiriliyor.

F tipi hapishaneler, işte bu kara
tarihler unutulsun diye var. İtiraz edenler akılları başlarından gidene
kadar yalnız kalsınlar diye.

F tipi filmin çevrilmediği yer
kalmamışken, Grup Yorum şarkılarıyla gelen ‘F Tipi Film’,
geceyi gündüze karıştırmaya, yok kılmaya duvarlar, hücreler inşa
edenlere, parmaklıklar ardından bir zafer işareti. 21 Aralık’ta, o
en uzun gecede hatırlayalım diye, düşünelim diye Grup Yorum
seferberliğinde bir araya gelen 9 yönetmenden, 9 kısa filmden olma bir
film. Bir hapishane topunun peşinde duvar tanımayanı, sınır tanımayanı
anlatıyor. Dayanışmanın, dostluğun gücünü gösteriyor. Ki
‘kıyamet’ bunca yaklaşmış, yakın gelecekte gayrısı yalan
oldu olacakken, dostluk her zamankinden daha önemli olmalı.

Öyle
önemli olmalı ki dostluk, Reis Çelik’in kısa filmindeki gibi, bir
böcekle dahi kurulduğunda öyle değerli; bitişi ölüm… Dostluk
öylesine kuvvetli ki, üç kişilik bir koğuşta, omuz verince biri
diğerine, tavanlarda dahi yürüyebiliyor insan Aydın Bulut’un
filmindeki gibi. Öyle sınırsız olabiliyor sınır dedikleri. Çürümüş
çileklerden, karalahanalardan boya yapıyor da, inadına renklendiriyor
beyazlıkları, nizamı, intizamı. Dostluk öyle coşkulu ki, Barış
Pirhasan’ın filmindeki gibi, saç telinden müzik yapıyor,
yetiştiriyor 1 Mayıs Marşı’nı arkadaşlara. Öyle yaratıcı ki
dostluk, Hüseyin Karabey’in filmindeki gibi, icat ediyor. Ölüm
orucunun sildiklerini, yeniden yapıyor. Öyle naif ki, Vedat
Özdemir’in filmindeki gibi, “ağır devrimciler” bir olup,
yüzü gözü kan, operasyondan çıkmış arkadaşlarına küçücük bir
kâğıtta derman gönderiyorlar; ‘Seni Seviyoruz’.

Filmler
içinde en sessiz film Mehmet İlker Altınay’ın filminde, bir fluluk
var geride, üniformalı bir fluluk, sesi gayet net: ‘Soyunsana be
kadın! Sen oğlunu görmek istemiyor musun? Soyunsana kadın!”

O
flu görüntünün önünde çok net olan anneye, o soyunan kadına iyi
bakın filmde. “Artık en azından yakmıyoruz” diyenler
özellikle, o yangına iyi baksınlar.

Son olarak John Berger’ın
‘Fellow Prisoner’ başlıklı yazısını bir kez daha
hatırlatmak isterim. Ki, topluca bir hapishanedeysek, hakikati oluşturma
yolunda, hapishanelere iyi ‘bakalım’…

Kaynak:
Radikal

 

25 Aralık 2012 Salı

Dövene Değil, Engelleyene Ceza

Dövene Değil, Engelleyene
Ceza

Müvekkillerinin jandarmaca dövülmesini engelleyen üç avukata
"jandarmaya mukavemet ve hakaretten" toplam 3 yıl 6 ay 34 gün
hapis cezası verildi. Tek delil, şikayetçi konumundaki yüzbaşının
tuttuğu tutanak.

height="274" imgid="43869" origheight="274" origwidth="490"
src="http://bianet.org/resim/olcekle/43869/490/274" style="border-bottom:
medium none; border-left: medium none; padding-bottom: 0px; margin: 0px;
padding-left: 3px; padding-right: 3px; border-top: medium none; border-right:
medium none; padding-top: 0px" width="490" />

Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul Şubesi Başkanı class="Apple-converted-space"> Taylan Tanay class="Apple-converted-space"> ile avukatlar style="padding-bottom: 0px; margin: 0px; padding-left: 0px; padding-right:
0px; padding-top: 0px">Oya class="Apple-converted-space"> Aslan ve class="Apple-converted-space"> Nazan  style="padding-bottom: 0px; margin: 0px; padding-left: 0px; padding-right:
0px; padding-top: 0px">Yaman'a, "jandarmaya mukavemet ve
hakaretten" teker teker 1 yıl 2 ay 17 gün hapis cezası verildi.

style="text-align: left; padding-bottom: 0px; widows: 2; text-transform:
none; background-color: rgb(255,255,255); text-indent: 0px; margin: 10px 0px
0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; font: 12px Helvetica, Arial;
white-space: normal; orphans: 2; letter-spacing: normal; color: rgb(0,0,0);
word-spacing: 0px; padding-top: 0px; -webkit-text-size-adjust: auto;
-webkit-text-stroke-width: 0px">İstanbul Barosu bünyesindeki İşkence ve
Kötü Muamele ile Mücadele Kurulu üyesi avukatların cezalandırılma
gerekçesi, "jandarmanın dövdüğü müvekkillerini korumaya
çalışırken jandarmaya hakaret etmeleri."

Avukat Tanay bianet'e yaptığı açıklamada, kararı,
"İşkenceyle mücadele eden avukatlara gözdağı" olarak
tanımladı.

Jandarmalara
dava açılmadı

3 Eylül
2008'de o dönem Beşiktaş Adliyesi'nde olan İstanbul 13.
 Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın
bitiminde sanıklar ring araçlarına götürülürken jandarmadan su
istediler. Jandarma tutuklu sanıklara su vermeyip zorla ring aracına
bindirmeye çalışınca sanıklar da tepki gösterdi. Bunun üzerine
jandarma 20 kadar sanığa saldırdı. Avukatları Aslan, Tanay ve Yaman da
müvekkillerinin dövülmesini engellemeye çalıştı.

style="text-align: left; padding-bottom: 0px; widows: 2; text-transform:
none; background-color: rgb(255,255,255); text-indent: 0px; margin: 10px 0px
0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; font: 12px Helvetica, Arial;
white-space: normal; orphans: 2; letter-spacing: normal; color: rgb(0,0,0);
word-spacing: 0px; padding-top: 0px; -webkit-text-size-adjust: auto;
-webkit-text-stroke-width: 0px">Avukatlar, müvekkillerini döven jandarmalar
hakkında suç duyurusunda bulundu. Sanıkların darp edildiği doktor
raporlarıyla da kanıtlandı. Ancak savcılık olayla ilgili
"kovuşturmaya yer yok" kararı verdi.

Mahkeme jandarmaya "inandı"

style="text-align: left; padding-bottom: 0px; widows: 2; text-transform:
none; background-color: rgb(255,255,255); text-indent: 0px; margin: 10px 0px
0px; padding-left: 0px; padding-right: 0px; font: 12px Helvetica, Arial;
white-space: normal; orphans: 2; letter-spacing: normal; color: rgb(0,0,0);
word-spacing: 0px; padding-top: 0px; -webkit-text-size-adjust: auto;
-webkit-text-stroke-width: 0px">Olay günü jandarmanın avukatlar aleyhine
tuttuğu tutanak ise işleme konuldu. Jandarma görevlileri, dövdükleri
sanıklar hakkında da şikayetçi oldu ancak dövüldükleri raporla ve
tanık ifadeleriyle sabit görüldüğünden onların aleyhine dava
açılmadı.

Ancak üç
avukata, "jandarmaya mukavemet göstermek ve hakaret etmekten" dava
açıldı. İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde bugün görülen karar
duruşmasında, sanık avukatı Güçlü Sevimli, davadaki tek delilin,
şikayetçi konumundaki Yüzbaşı M.D. tarafından hazırlanan tutanak
olduğunu belirtti.

Sevimli,
"Diğer askerler de üstlerinin hazırladığı tutanağı imzalamak
zorunda kalmış. Cezalandırılmalarına dair verilecek karar hukuka
aykırıdır" dedi.

Sevimli,
olay günü adliyedeki kamera görüntülerinin mahkemeye sunulmasını
istediklerini ancak "Kamera görüntüsü yok" şeklinde bir yanıt
aldıklarını da vurguladı.

Sanık
avukatlardan Tanay da son savunmasında, bir tutanakla dava açılabiliyorsa,
tüm avukatlara dava açılabileceğini söyledi ve mahkeme heyetine,
"Tek 'delil' tutanak, ya bize inanacaksınız ya jandarma
erlerine" diye konuştu.

Savcı
Hüseyin Kaya, mütalaasında, sanık avukatların, Türk Ceza Kanunu'nun
125/1 ve 125/3/a maddeleri uyarınca cezalandırılmalarını istedi. Mahkeme
heyeti başkanı Serap Durmaz da kararı açıkladı, üç avukat için de
1'er yıl 2'şer 17'şer gün ay hapis cezasına hükmetti,
cezanın infazı ertelendi.

Kararın
ardından açıklama yapan ÇHD İstanbul Şubesi, "Bu karar, 
avukatlık pratiğini jandarmanın, polisin çizdiği sınıra hapsetmeyi
amaçlamaktadır. Hiçbir ceza işkenceye karşı mücadelemizi
engelleyemez" denildi.

Kaynak:
bianet.org

İşkencede ikinci perde

İşkencede ikinci
perde

Polislerin İstanbul Fatih'te 20 Haziran'da gözaltına
aldığı ve metruk binaların olduğu alanda işkence yaptığı Ahmet
Koca'nın Şehremini Polis Merkezi nezaretindeki görüntüleri de
bulundu. Nezaret görüntüleri işkencenin ikinci perdesini ortaya
çıkardı.

Doğum sancısı tutan yengesini
hastaneye yetiştirmek isterken aracının önü Pulcu Sokak'ta polisler
tarafından kesilen ve dövülerek gözaltına alınan izinli asker Koca,
Langa'da Hamam Sokak'a götürülmüş ve gözaltına alındığı
sırada başlayan işkence ile ağır hakaretler burada devam
etmişti.
 
NEZARETTE KELEPÇELİ
BEKLEYİŞ
Koca'nın polisler tarafından yaklaşık
bir buçuk saat dövüldükten sonra üstü başı yırtılmış bir halde
Şehremini Polis Merkezi'ne getirilerek nezarethaneye atıldığı
biliniyordu ancak sonrasında ne yaşandığıysa nezarethane kamerasından
alınan yeni görüntülerle ortaya çıktı.
/>Görüntülerde, Koca 03.17'de elleri kelepçeli olarak nezarethaneye
atılıyor. Önce nezarethanenin dip köşesine giderek kusuyor. Ardından
demir parmaklıkların yanına sallanarak yürüyen Koca, burada yere
yığılıyor.
Karakol polisleri elleri kelepçeli olan
Koca'nın yanına bir pet şişe dolusu su koyuyor. Fakat elleri
kelepçeli olan Koca suyu içemiyor ve polislere sesleniyor. Polisler bu
arada Koca'nın yanındaki cep telefonunu almadıklarını fark ediyor.
Nezarethaneye girerek yerde yatan Koca'nın telefonunu alıyorlar. Bu
sırada talebine rağmen Koca'ya yine su verilmiyor. Koca'nın
ısrarları üzerine yaklaşık beş dakika sonra bir polis memuru
Koca'nın başından aşağıya su döküyor. Koca bu sırada da su
içemiyor. Nezarethanede elleri kelepçeli, ayakkabıları ayağından
çıkmış vaziyette sancılar içinde kıvranan Koca, yere uzanıyor.
Ardından doğrularak 03.39'da da kusmaya başlıyor. Nezarethanenin
çıplak zeminine uzanan Koca, yan dönerek tekrar kusuyor. Bunun üzerine
nezarethaneye giren polisler Koca'nın elindeki kelepçeyi çözerek
yanlarında getirdikleri pet şişe suyu veriyorlar. Yeni ortaya çıkan
görüntüler Koca'nın nezarethaneye atıldığı 03.17'den
03.40'a kadar elleri kelepçeli, gömleği ve atleti yırtık,
çoraplarıyla nezarette tutulduğunu ortaya koyuyor.
style="widows: 2; text-transform: none; background-color: rgb(247,247,249);
text-indent: 0px; font: 13px/20px CuprumFFURegular; white-space: normal;
orphans: 2; letter-spacing: normal; color: rgb(0,0,0); word-spacing: 0px;
-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px"> />03.40'da nezarethanenin kusmuk içinde olduğunu gören polisler,
temizlik için Koca'yı dışarı çıkarıyorlar ancak herhangi bir
sağlık müdahalesinde bulunmuyorlar. Koca, kayıtlara göre ancak
04.30'da Haseki Hastanesi'ne sevk ediliyor.
 
GÖRÜNTÜLER İFADESİNİ
DOĞRULADI
Yeni ortaya çıkan görüntüler,
Koca'nın işkenceye ilişkin savcıya verdiği ifadenin tümüyle doğru
olduğunu gösterdi. Koca ifadesinde şöyle demişti:
style="widows: 2; text-transform: none; background-color: rgb(247,247,249);
text-indent: 0px; font: 13px/20px CuprumFFURegular; white-space: normal;
orphans: 2; letter-spacing: normal; color: rgb(0,0,0); word-spacing: 0px;
-webkit-text-size-adjust: auto; -webkit-text-stroke-width: 0px"> style="color: rgb(85,85,85)">"Polisler beni aracın arkasına
atarcasına oturttular. 4 polis araçta yanıma oturdu. Araçla Yenikapı
civarında rayların yakınında yıkık evlerin bulunduğu yere geldik.
Davutpaşa Hamamı'nın sokağında karanlık bir noktada durup, araç
içindeyken beni yeniden dövmeye başladılar. Bu durum tahminen 5 dakika
kadar sürdü. Beni aracın dışına çıkardılar ve yine dövmeye
başladılar. Ben can havliyle kelepçeli bir şekilde Küçük Langa
Caddesi'ne doğru koşmaya başladım. Tahminen 4-5 dakika koştuktan
sonra bitap şekilde yere düştüm. Kendime geldiğimde araç içindeydim.
Araç Sirkeci yönüne doğru yarım saat boyunca ileri geri gidip geldi. Bu
esnada bilincimi kaybettim. Bilincim açıldığında Şehremini Polis
Merkezi'nin nezaretinde kelepçeli haldeydim. Kusarak kendime geldim.
Sabah saatlerinde de Haseki Hastanesi'ne
götürüldüm."
 
'BU İŞKENCEDİR'
Ahmet
Koca'nın avukatı Efkan Bolaç, "Daha önceki görüntüler, müvekkilimin hem
gözaltına alındıktan itibaren polislerin işkencesine maruz kaldığını
gösteriyordu. Bu konuda savcılık 11 polis hakkında soruşturma açtı.
Yeni görüntüler Şehremini Polis Merkezi'nde de Koca'ya
işkencenin ve aşağılayıcı muamelenin devam ettiğini ortaya koydu.
Karakolda müvekkilime işkence yapan ve görütülerde açıkça yüzleri
ortada olan polisler ve karakol amiri hakkında da soruşturmanın
genişletilmesi talebimiz var. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin genel
ictihatı nezaret koşullarında kelepçeli tutulması, su verilmemesi,
ihtiyaçlarının giderilmemesi, ayakta bekletilmesi gibi uygulamaları
işkence olarak değerlendiriyor. Kaldı ki, ceza hukukumuz da nezarette tek
başına kalan kişinin de kelepçeli olarak tutulmasını suç
saymaktadır"
 dedi.
 
NE
OLMUŞTU?
İşkence görüntülerinin ortaya çıkması
üzerine Koca, Savcı Cüneyt Gülabi Vurucu'ya verdiği ifadesinde
yengesini hastaneye götürürken polislerin araçla önünü keserek kimlik
istediklerini anlattı. Koca, araçta hamile kadın olduğunu ve kendisinin
asker olduğunu söylemesine rağmen polislerce ağır hakaretler edilerek
dövüldüğünü söyledi.

Koca'nın 'polisler bana
işkence yaptı' şeklindeki iddiası polis araçlarının GPS
sinyallerinin incelenmesi sonucunda doğrulanmış, 80194 kodlu polis
ekibinin saat 03:10'a kadar Koca'nın tarif ettiği yerde kaldığı
ortaya çıkmıştı. Polisler ise 01.30'da meydana gelen gözaltı
saatini, işkenceyi inkar etmek için 03:15 olarak
değiştirmişti.
 
Kaynak:
BirGün