ODTÜ DİRENİŞİ VE BİR
MUHALEFET DİNAMİĞİ OLARAK ÜNİVERSİTELERİN EMEKÇİLERLE BULUŞMA
NOKTALARI...
DİSK Genel Başkanı Erol
Ekici’nin, ODTÜ direnişi ve sonrasında yaşanan gelişmelere
ilişkin DEĞERLENDİRMESİ:
align="left">
border="0" hspace="0"
src="http://www.disk.org.tr/content_images/DiSK_ODTU23.jpg" />
ODTÜ DİRENİŞİ VE BİR
MUHALEFET DİNAMİĞİ OLARAK ÜNİVERSİTELERİN EMEKÇİLERLE BULUŞMA
NOKTALARI...
- align="left">“Tayyip Erdoğan iktidarı”nı
hırçınlaştıran, iktidar mekanizmalarını ODTÜ’nün üzerine
salan gerçekler nelerdir?
align="left">18 Aralık’ta, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan,
beraberinde yüzlerce özel koruması, binlerce çevik kuvvet polisi ve
zırhlı araçlar eşliğinde ODTÜ’ye gitti. Öğrenciler de
Başbakan’ın ODTÜ’ye gelişi vesilesiyle AKP hükümetinin
politikalarını protesto eden bir yürüyüş gerçekleştirmek istediler.
Nerdeyse bütün muhalif eylemlerde yaptığı gibi polis, öğrencileri
kendi evlerinde yürütmedi, barikatlar kurdu, su sıktı, ölçüsüz
sayıda gaz bombası attı ve yakaladığı öğrencileri dayaktan
geçirdi.
Kimse kimseyi
kandırmaya çalışmasın; Türkiye’nin gündemine oturan
yürüyüşün görüntüleri izlendiğinde öğrencilerin polisin
şiddetiyle karşılaştığı açıkça görülmektedir. Yürüyüşün
ardından Başbakan’ın hedef göstermesi sonucu öğrencisinden
eğitim emekçisine ODTÜ’lülere yönelik bir linç kampanyası
başlatıldı. Aralarında Öğrenci Gençlik Sendikası Genç-Sen
üyelerinin de bulunduğu 12 öğrenci evlerinden gözaltına alındı.
Avukatlara gözaltı gerekçesiyle ilgili bilgi verilmezken bazı basın
organları öğrencilerin “terörist olduğu için
tutuklanacaklarını” dahi iddia etti. Ankara Emniyeti kendini
siyasi parti zannederek bir açıklama yaptı. Son hamle ise ODTÜ’lü
öğrencileri kınayan ve adeta hükümet bültenini andıran bir rektörler
açıklaması oldu.
Buraya kadar
olan “anormallikler” esasında Türkiye
gerçeğini yakından bilenler açısından oldukça
“normal”di!.. Yani, olağanlaşan,
“alışıldık” bir durumdu bu. Baskıcı
hükümetler dün de zor kullanarak muhalefeti bastırmaya çalıştı,
bugünkü iktidar sahipleri de bunu yapıyor. Sonrasında ise, bildiğimiz
diğer iktidar aygıtları/kurumları (yandaş medya, rektörlükler, yargı
vs.) devreye girerek, “Sen misin iktidara kafa
tutan” naralarıyla kılıçlarını çekiyorlar.
Yine bu oldu. Gençliğin ODTÜ
direnişi sonrasında da bu düzenek çalıştırıldı.
Peki, “Tayyip Erdoğan
iktidarı”nı asıl hırçınlaştıran, iktidar
mekanizmalarını fazlasıyla harekete geçirerek ODTÜ’nün üzerine
salan gerçekler neydi?
align="left">Bilindiği gibi, 1980’li yıllarda birbiriyle zamansal
olarak çakışmasa da, emekçi muhalefeti ile gençliğin
“dirilme” çabası paralel yürüyen
süreçlerdi. 12 Eylül, bir dönemin sorumlusu/suçlusu olarak gençlik
hareketini lanse etmiş ve böyle bir hareketin yeniden canlanmaması için
elinden geleni yapmıştı. İdeolojik, kültürel ve fiziksel birçok
ablukaya rağmen gençlik 1987’den itibaren yeni bir filizlenme
dönemine girmiş, 1990’ların başında üniversitelerdeki muhalif
özellik kısmen kitleselleşmiş ve iniş çıkışlarla bugüne
gelinmişti.
Yine bu yıllar,
üniversitelerin ekonomik, sosyal ve kültürel işlevlerinin topyekün bir
yeniden yapılanma sürecine girdiği bir döneme rastlıyordu. Bu sadece
yeniden yapılanma süreci değil aynı zamanda toplumsal hayattaki
gelişmelere bağlı olarak bir dejenerasyon süreciydi.
Üniversite sistemi bir bütün olarak
niteliğini yitirdi. Burada 12 Eylül faşizminin üniversitelere özel
olarak yüklenmesi, dinci akımlara aşırı destek verilmesi, nitelikli
öğretim kadrolarının tasfiye edilmesi, üniversitenin toplumdaki
etkisinin bilinçli olarak azaltılması gibi özel süreçler de rol
oynadı. Bütün bunların sonucunda üniversite önceki dönemde sahip
olduğu "toplumun öncüsü" olma işlevini
büyük oranda yitirmişti.
align="left">İşte, siyasi iktidarın tahammülsüzlüğünün ardında
yatan gerçek, öncelikle, korktukları şeyin başlarına gelmesidir. Yani,
eğitim sisteminden düşünüş biçimlerine, alt yapısından üst
yapısına kadar herşeyi değiştirdiklerini düşündükleri
üniversitelerin bir muhalefet odağı olarak yeniden ortaya çıkmasıdır.
Zira, kent merkezlerinden uzaklaştırıp birer kışla haline getirdikleri,
nispi özerk/demokratik ve bilimsel yapılarını ortadan kaldırarak birer
ticarethaneye dönüştürdükleri, özel güvenlik ve polis çemberiyle
kuşattıkları üniversitelerin yeni bir direniş odağı olma
ihtimalidir.
Bu konuda
neoliberalizmin “kutsanmış” muhafazakârlarını
hırçınlaştıran diğer bir önemli neden, birer ticari işletmeye
dönüştürülen üniversitelerin, ODTÜ direnişiyle birlikte
“özerk/bilimsel/demokratik” özelliklerinin farkına varma veya
en azından tartışmasını sağlama riskidir!.. Çünkü üstelik
bir de, “YÖK Yasası” gündemdeyken bu konuda muhalefet
gelişmektedir. O halde bu direniş eğiliminin, daha
“küçükken” başı ezilmelidir!..
Hatırlayalım. Bilgi üretiminde
üniversitelerin rolünün dünya çapında yaşadığı değişimin
ardından, teknolojik değişim hızının muazzam düzeylere ulaştığı
koşullarda, teknolojik bilgi üretimi de doğrudan bir sermaye yatırımı
konusu haline geldi. Ve artık laboratuarlarda değil doğrudan merkezi
araştırma-geliştirme şirketlerinde yapılmaya başlanan teknolojik bilgi
üretimi, metalaşmak bir yana bizzat artı-değer üretim sürecine
dönüştü.
Bilim zaten uzun
bir zamandır sermayenin boyunduruğu altına girmiş, doğrudan bir üretici
kuvvete dönüşmüştü. Burada yeni olan şey, bu sürecin bizzat
artı-değer üretimine dönüşmesidir.
Eskiden, (nesnel olarak) bilim
insanları ve araştırmacılar sermaye için çalışırlardı, ürünlerini
ona sunarlardı. Ama onlar diğer taraftan da, tıpkı o dönemin
sanatçıları gibi kendine özgü, ücretli emek ilişkisinin dışında
özel insanlardı. Bugün ise, bilgi üretiminin doğrudan
artı-değer üretimine dönüştürülmesi sonucunda bilim insanları ve
araştırmacılar bizzat sermayenin ücretli köleleri haline gelmeye
başladı.
Eğitim
kurumlarında da, dünya emperyalist/kapitalist sistemi içinde siyasi,
ekonomik ve kültürel sürekli bağımlılığı dayatan, sermayenin
egemenliğinde “bilimi köleleştiren” bir
sistem oluşturuldu. Bir yandan, paraya tapan ve toplum ihtiyaçlarına
yabancılaştırılmış bir "işgücü kitlesi"
yaratılırken, diğer taraftan da özgür ve bilimsel düşünceden,
yaratıcılıktan yoksun, öykünmeci ve militarizme eğilimli kuşaklar
yetiştirilmesi hedeflendi.
align="left">Böylelikle üniversiteler eski
“ayrıcalıklı” konumunu yitirirken, emekçilerle buluşma
noktaları artan, farklı bir muhalefet dinamiğini de içinde
barındıran bir dönüşüm süreci yaşadı. align="left">
İşte “Tayyip Erdoğan
iktidarı”nı çileden çıkaran, onları hırçınlaştıran,
demagojik ve baskıcı karakterlerini açığa çıkartan ODTÜ direnişinin
arka planı özetle bunlardır.
align="left">Yasama, yürütme ve yargı arasında erkler ayrılığı
tartışması devam ederken Tayyip Erdoğan, basından sanat camiasına,
mahalle derneklerinden spor kulüplerine kadar bütün kurum ve kuruluşları
daha fazlasıyla denetimi altında tutmak isteyecektir. Kendi
politikalarını onaylamayan, onlar gibi düşünmeyen herkesi
cezalandırmayı sürdürecek, üniversitelere yönelik maddi ve manevi
yönleri olan bir itibarsızlaştırma kampanyasını gündemde
tutacaktır.
ODTÜ’den
başlayan ve ülkenin diğer üniversitelerine yayılan, öğrencileri,
eğitim emekçilerini, çalışanları ve öğrenci ailelerini buluşturan bu
direniş, Türkiye’nin karamsar tablosunun içinde bir ateş
yakmıştır. DİSK’li işçilerin ODTÜ’lü öğrencilerle
dayanışmasının sosyal medyada rekor paylaşımlarla duyurulması bu
heyecanın önemli bir göstergesidir.
align="left">Gençliğin ODTÜ direnişi, özgürlükçü, özerk,
katılımcı, bilimsel, demokratik bir üniversite mücadelesi hattını,
özgür, eşit ve demokratik bir toplumsal projeyle sıkı sıkıya bağlı
olarak geliştirmek durumunda olduğumuzu göstermesi açısından da
oldukça önemlidir.
DİSK
olarak, bütün bu gelişmelerin yaşamsal öneme sahip olduğunu görüyor,
siyasi iktidarın yeni düzenlemeler ve yasalarla sağlamlaştırmaya
çalıştığı “buyurgan/otokratik düzenine” karşı tüm
demokrasi güçlerini, birleşik bir direniş mücadelesinin yaratılması
konusunda tarihsel göreve çağırıyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder