18 Aralık 2012 Salı

"19 Aralık'ta Devrimcileri Teslim Alamadılar!"/Söyleşi: Çağlar Mirik

"19 Aralık'ta Devrimcileri
Teslim Alamadılar!"/Söyleşi: Çağlar Mirik

 

style="margin: 0px; padding: 0px; font-size: 22px; color: rgb(33, 31, 31);
font-family: Georgia, 'Times New Roman', Times, serif; background-color:
rgb(255, 255, 255); text-align: justify;"> href="http://www.haberfabrikasi.org/?p=21779" rel="bookmark" style="margin:
6px 0px 10px; padding: 0px; color: rgb(41, 41, 41); outline-style: none;
font-size: 28px; float: left; clear: both; width: 676px;" title="Permanent
Link to "19 Aralık'ta Devrimcileri Teslim Alamadılar!"">“19
Aralık’ta Devrimcileri Teslim Alamadılar!” class="entry" style="margin: 0px; padding: 0px; float: left; width: 676px;
overflow: hidden; line-height: 1.7; font-size: 13px; clear: left; color:
rgb(33, 31, 31); font-family: Georgia, 'Times New Roman', Times, serif;
background-color: rgb(255, 255, 255);">

Söyleşi:  style="margin: 0px; padding: 0px; font-weight: normal;">Çağlar
Mirik

Türkiye’nin en kanlı ve en karanlık
günlerinden biri olan 19 Aralık 2000’in üzerinden 12 yıl geçti.
Yaşananlar dün gibi hafızalarda ve ‘mahkeme’ devam ediyor. F
Tiplerine karşı yapılan Ölüm Orucu bahanesiyle 20 cezaevine aynı anda
operasyon düzenleyen devlet, 30 devrimciyi katletti ve bu operasyona
‘Hayata Dönüş’ adını verdi. Kurşunlananlar, ambulansta
işkence edilenler, kimyasal silahlarla diri diri yakılanlar, yoldaşları
için kendisini yakarak feda eden devrimciler. Sonrasında da yaşanan
direnişler, tartışılmaya başlanan cezaevleri. Hafızalarda kalanlar ve
güncelliğini koruyanlar bunlar.

’96 Ölüm
Orucu’na da katılmış olan ve uzun süre TAYAD başkanlığı
da yapmıs olan Mehmet Güvel, bu operasyonda Bayrampaşa (Sağmalcılar)
Cezaevi’nde tutukluydu. “Devrimciler hiçbir zaman teslim
olmaz!” diyen Mehmet Güvel’e 19 Aralık katliamını
sorduk.

Sayın Mehmet Güvel, 19
Aralık’ın sizce amacı neydi? 19 Aralık 2000’e gelirken ara
buluculuk görüşmeleri yapanlar, “Görüşmeler bir müddet yani bir
hafta daha sürseydi anlaşma yapılırdı ve operasyon gereksiz
olurdu” demişti. Bu yönlü bir beklenti tutsaklar arasında da var
mıydı?

19 Aralık’a gelmeden
önce tüm tutsaklar devletin bu politikasının en doğru tahlilini yaptı.
Bu politika, bütün halkı teslim almaktı. Hatta emperyalizmle yapılan bir
program olduğu için dünya halklarını teslim almanın programıydı.
Teslim almanın yolunu önce halkın öncüleri olduğu kabul edilen
devrimcileri teslim alarak halka büyük bir gözdağı vereceklerdi. Biz
bunları tahmin edince çeşitli hazırlıklara başladık. Neydi bunlar?
 Devlet 19 Aralık’tan önce F Tiplerini yapmaya başlamıştı ve
tutsakları buraya götürmekte çok kararlıydı. Bu görüşmelerin de
aldatıcı olabileceğini düşünüyorduk, sadece bir oyalama olabileceğini
düşünüyor idik. Dışarıda da Mehmet Bekaroğlu 19 Aralık’tan
önceki son gün “Bizi oyalıyorlarmış” dedi. Daha sonra
basında da çıktı, çeşitli devlet kurumlarının arşivlerinde de
çıktı ki bu operasyonu bir sene önceden hazırlamışlar. Tüm
cezaevlerindeki girişleri çıkışları, nereden saldıracakları tek tek
kontrol edilmiş ve bir sene önceden bu saldırının planı
hazırlanmıştı. O yüzden de böyle bir beklentimiz yoktu. Devletin ve
emperyalizmin amacı şuydu: bizleri teslim almaktı, halkları teslim
almaktı. Zaten hapishanedesin zaten fiziki olarak teslim almışlar bizi.
Ama bunların teslim almak istedikleri bizim düşüncelerimizdi, bizim
ideolojimizdi. Bu şekilde bu değerleri de teslim alıp, bizi bireysel hale
getirmek ve örgütlülüğü ortadan kaldırmak istiyorlardı. Hem içeride
hem dışarıda örgütlülüğü yok etmek istiyorlardı. Çünkü
örgütlü bir toplumla mücadele etmek devlet için de güç olacaktı.
Çünkü önündeki ekonomik programları zor. Yoksulluk, açlık, işsizlik
var. Halk her an ayağa kalkabilir durumda olabilirdi. Bunun için bizim
üzerimizden halkları da teslim almak istediler. Hatta daha sonra
anlaşılacağı üzere emperyalizm kendi politikasına ters düşen tüm
dünya halklarını teslim almak istiyordu. Böyle bir programdı
emperyalizmin programı.

Bu operasyona
ironik bir biçimde “Hayata Dönüş” adı verildi. Sonradan
operasyonun ‘Tufan Operasyonu’ olduğu öğrenildi.  Bu
isimleri siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

style="margin: 0px 0px 15px; padding: 0px; line-height: 1.5; text-align:
justify;">‘Hayata Dönüş’ bir defa tamamen herkesin gülünç
bulduğu, tamamen insanların hayatını katlettiği bir operasyondu. Zaten
adı ‘Hayata Dönüş’ değilmiş bunu sonradan açıkladılar.
Bu operasyonun adı ‘Tufan Operasyonu’ymuş.  20 hapishaneye
aynı saatte, sabaha karşı 4 gibi saldırarak gaz bombalarıyla, çeşitli
yakıcı bombalarla saldırarak bizleri tamamen katletmek istiyorlardı.
Hikmet Sami Türk şöyle bir açıklama yapmıştı:
“Düşündüğümüzden çok daha az kayıp verildi. Memnunuz. Askerler
çok iyi götürdü bu işi.” dedi. Yani öyle şey bekliyorlardı ki
bizim hepimizi öldüreceklerdi. Büyük çoğunluğumuzu
öldüreceklerdi.

Tam da burada
şunu sormak istiyorum: Tutsakların birbirleriyle dayanışması o şartlar
altında nasıldı? Bu konu hâlâ kamuoyunda birçok insan tarafından
anlaşılmaz görülmeye devam ediyor. Bir insanın yanındaki arkadaşı
uğruna ölümü göze alması ne demektir, ne anlam ifade
eder?

Şöyle, zaten ölüm orucundaki
arkadaşlar kendi aralarında toplanarak eğer böyle bir operasyon olursa
kendilerini yakacaklarını söylediler.  İki arkadaş bunu ilan etti.
Aşur Korkmaz ve Fırat Tavuk. Basına da bilgi verdiler. Eğer Aşur ve
Fırat bu eylemi yapmamış olsaydı H. Sami Türk’ün o beklediği
ölümler olurdu. Onlar, bu kadar insanın ölmesi önünde kendilerini feda
ederek bu kadar insanın yaşamasını sağlamış oldular. Bu yoldaş
sevgisi, halk sevgisi vatan sevgisi, örgüt sevgisidir. Hepsi birleşiyor bu
insanlarda ve birbirlerine bağlılıkları düşünülmeyecek kadar fazla.
Birbirleri için rahat bir şekilde ölebilecek derecede birbirleriyle
yakınlar. Bizim yaşam tarzımız bu zaten.

style="margin: 0px; padding: 0px; color: rgb(128, 0, 0);"> style="margin: 0px; padding: 0px; font-weight: normal;">Müdahalede kullanılan araçlardan tespit
edebildikleriniz nelerdi. Kimyasal silahlar kullanıldığı biliniyor
artık. Ayrıca tutsakların üzerine yanıcı maddelerle ıslatılmış
battaniyeler atıldığı da bunu yapanlarca itiraf edildi.  Müdahale
edenlerin kullandığı araçlar hakkında bilgi verebilir
misiniz?

Zaten o bombalar o zamana kadar
bilinmeyen ama daha sonradan çeşitli devletlerin kullandığı fosfor
bombaları olduğu anlaşıldı. O bombalar kadın tutsakların olduğu
koğuşa atıldı. Öyle bir bombaydı ki elbiselere zarar vermiyor, çıplak
eller, kulaklar, yüzler ve burunları eritiyor. Bu şekilde bir bomba
attılar. Elbiseler yanmıyor ama açık olan yerler yanıyor. Ve cezaevinin
içi de yakıldı.

“Altı
kadını diri diri yaktılar ” sloganı o günleri hatırlayan, bilen
herkesin kulağındadır. Bu  bahsettiğiniz bombaların etkisi miydi
?

Bombaların etkisi sonradan yanıcı
hale geldi. Sonradan çeşitli bombalar da attılar, yangın bombaları
attılar. Üst katta yatakhaneler bulunuyordu ve oralar yanmaya başladı.
Kadın tutsaklar aşağıya, yemekhaneye inmeye çalıştı ve çok
sıkışık olduğu için hepsi inemedi. Orada 6 kadın tutsak diri diri
yakılarak katledildi.

Erkeklerin
koğuşu nasıldı?

Operasyon sabaha
karşı dört gibi başladı. Kurşun sesleriyle uyandık ve hemen
giyinebilen bir şeyler giyindi, giyinemeyen de hemen pencere kenarlarından
yatarak aşağı doğru inmeye çalıştı. Zaten biz böyle bir operasyon
olabileceğini beklediğimiz için koridorda da nöbetçimiz vardı. Sabaha
karşı nöbetçi ‘Operasyon’ diye bağırdı ve koğuşa
girerken o da ayağından vuruldu zaten. Biz aşağı indik ve bu sefer
sürekli içeriye pencerelerden, mazgal deliklerinden sis bombaları
atılmaya başlandı. Bizi öksürten, nefes aldırmayan biber gazları
atılmaya başlandı ve bir yandan da kurşunlar sıktılar. Merdiven altı
kısmının bir kısmı açık bir kısmı daha korunaklıydı. Ölüm
orucundaki arkadaşlar korunaklı yerde oldukları için onları biraz daha
korumaya çalıştık. Bombalar, kurşunlar o kadar fazlaydı ki artık orada
durma koşulumuz kalmamıştı. Kapıyı açtık ve hep beraber
havalandırmaya çıktık. O kurşun yağmurları altında halaya durduk.
Önce askerler şaşırdı bunlar ne yapıyor diyerek fakat bir tur
döndüğümüzde tekrar ateş etmeye başladılar. İşte Ali Ateş, o
ateşle öldürüldü. Hatta o silahların etkisini anlatabilmem için şu da
var: Biz aşağı ilk indiğimizde çoğu insan atlet külotla kaldı. Bir
arkadaşımız aşağıdaki komün malzemelerini almaya gitti. Pencerelerin
kenarlarını ateşlerden kurtulalım diye demir masalarla kapatmıştık
fakat o arkadaşımız giyim eşyalarını alırken karşı taraftan ateş
ettiler ve o ateş demir masayı deldi ve arkadaşımız şehit oldu.
Hatırladığım kadarıyla bu Murat Ördekçi idi.

style="margin: 0px; padding: 0px; color: rgb(128, 0, 0);"> style="margin: 0px; padding: 0px; font-weight: normal;">19 Aralık 2000 katliamıyla ilgili hukuki olarak
sorumluluğu var denerek ortaya atılan bir kısım asker yargı karşısına
çıkarılıyor. Görünen bu kişiler de bundan kurtulmanın yollarını
arıyor. Sizce 19 Aralık katliamında kişilerden öte yargılanması
gereken kurumlar hangileridir? 19 Aralık katliamına katılanları hangi
kurumlar olarak değerlendiriyorsunuz?

style="margin: 0px 0px 15px; padding: 0px; line-height: 1.5; text-align:
justify;">İlk zamanlar askerler hakkında dava açılmadı. Ölmeyen
tutsaklar hakkında dava açıldı. O kadar uzun bir zamana yaydılar ki
zaman aşımına uğratarak daha sonra da askerler hakkında dava açmaya
çalıştırlar. Biz zaman aşımına karşıydık.  Dava açılan
askerler operasyona katılanlardı ama esas sorumlular değildi. Esas
sorumluları bunları oraya gönderen, bu kararı alan ve bunları yöneten
yönlendiren komutanları, bu kararı veren MGK’dan parlamentoya kadar
kurumlardır. Esas suçlular onlardır. Biz onların yargılanmasını
istedik. Evet, bu yargılananlar da suçluydular. Askerlerin Ümraniye
davası zamanaşımına uğradı. Oraya gelen askerler de mahkemede
‘Biz Bayrampaşa’da değil Ümraniye’deydik.’
dediler. Zamanaşımına uğramış bir davadan nasıl olsa yargılanmayız
diye düşünerek. Ama hepsinin orada olduğu çok açık bir biçimde
belliydi. Çeşitli insanların görerek teşhis ettikleri var. Suçluydular.
Ama esas suçlular bu işe karar veren kurumlar ve emperyalizmdir.
Emperyalizmle ortak bir şekilde yapıldı ve daha sonra İran, Irak, Suriye
yani kendilerine boyun eğmediklerini düşündükleri tüm ülkeleri de
teslim almaya çalıştırlar. Herkese bunu diyor; “Ya teslim
olacaksınız ya öleceksiniz.” Başka bir yol bırakmıyorlar. Tabi ki
devrimciler hiçbir zaman teslim olmayı kabul etmez. Teslim olmanın
yanında ölüm gelirse ölümü seve seve kabul ederler. style="margin: 0px 0px 15px; padding: 0px; line-height: 1.5; text-align:
justify;"> style="margin: 0px; padding: 0px;">Sonradan tutuklulara kamu davasına zarar
verildiğinden dava açıldı.

Evet kamu
malına zarar vermekten dava açıldı. Hatta yaralama, askere ateş etmeden
dava açıldı. Fakat daha sonradan anlaşıldı ki içeriden dışarıya
hiçbir silah sesi saptanamamış, ateş edilmemiş. Zaten içeride de silah
olması mümkün değil.

style="margin: 0px; padding: 0px; color: rgb(128, 0, 0);">Operasyonda
öldürülen askerin de bir başka askerin mermisiyle, G 3 mermisiyle
öldüğü kanıtlandı.

Evet açığa
çıktı. Bunların hepsi açığa çıktı ama bu bir devlet
politikasıdır. Devlet politikası olduğu için de hepsinin üzerini
örttüler.

19 Aralık katliamı
sürecinde ve sonrasından günümüze kamuoyunda gelişen tepkilerin
yetersizliğini neye bağlıyorsunuz?

style="margin: 0px 0px 15px; padding: 0px; line-height: 1.5; text-align:
justify;">Öyle bir politika uyguladılar ki büyük bir sansür ve büyük
bir gözaltı, tehditler. Bu konuda yazı yazan bir gazetenin bile
ilanlarını kesmeye başladılar ve onlara örgüte yardım ve yataklıktan
dava açtılar. Bu konuda tutsakların haklılığını belirten yazılar
yazmak ve 19 Aralık’ın vahşetini anlatan haberler vermek engellendi.
İnsanlara müthiş bir sansürle bunu kapatmaya çalıştılar. Halka da
büyük bir gözdağı verdiler. Zaten baştan vermişlerdi. 19
Aralık’la. Size de böyle olabilir. Siz de başkaldırırsanız sizin
de başınıza bunlar gelir, tutsaklara yapılan size de yapılır gibi
gözdağları da var. Bu konuda harekete geçmek isteyen her insana örgüte
yardım etmekten gözaltılar, baskılar, tutuklamalar ve işkencelerle
sürdü bu süreç. Bu yönüyle halkın tepkisi olaylara oranla yeterli
kalmadı ama bu halkımızın geriliğinden değil devletin vahşi
politikalarından ileri geldiğini düşünüyorum.

style="margin: 0px; padding: 0px; font-weight: normal;">Çok teşekkür ediyoruz. Bizim unuttuğumuz ama sizin eklemek
istedikleriniz var mı?

19
Aralık’taki amaç neydi? Tutsakları teslim almaktı. Daha önce de
söylediğim gibi beyinlerini düşüncelerini ideallerini teslim almaktı.
Fakat ne yaparlarsa yapsınlar. Ne kadar zulüm uygulanırsa uygulansın,
yaksınlar, öldürsünler hiçbir zaman bunu başaramazlar. F Tiplerine de
attılar, tek tek hücrelere de koydular fakat yine de devrimcilerin
örgütlülüğüne engel olamadılar. Orada da komün kurdular, orada da
örgütlülüğünü sürdürdüler. Dergilerini çıkarttılar, orada da
kitaplar yazdılar, yayınlar çıkarttılar. Yani biz bu yüzden buna zafer
diyoruz. Bazı arkadaşlar şunu düşünüyor: “Yahu 19 Aralık oldu,
F tiplerine gittiniz, hâlâ f tiplerindesiniz, o kadar insan öldü. Hâlâ
tecrittesiniz. Buna zafer diyorsunuz. Bunun neresi zafer?” Gittiğim
konferanslarda da karşılaştım bu sorularla. Onlara şunu anlattım:
Karşındaki ne istiyor devrimciler ne istiyor? Buna bakarak zafer mi değil
mi ortaya çıkartılır. Devlet seni teslim almak istiyor ama devrimciler de
her ne şartlarda olursa olsun “ölürüz ama teslim olmayız,
örgütlülüğümüzü dağıtmayız” diye ortaya çıktılar. Demek
ki devrimciler kazandı.  Zaten idealleri uğruna ölümü göze almak,
ölmek bir zaferdi. Bunu somut bir kazanımla taçlandırmamız gerekirdi.
Onun için uzun süren, 7 yıl süren ölüm oruçları geçekleştirildi.
Ondan sonra da devlete tecridin varlığı kabul ettirildi. 10 saat sohbet
hakkı kazanıldı. Burada geri adım attırıldı devlete. Gerçi
uygulanmıyor ama biz bunu da uygulatmak için mücadelemizi sürdüreceğiz.
Bununla da kalmayacağız ve tecridi tamamen ortadan kaldırana kadar
mücadelemizi sürdüreceğiz.

 

kaynak:haberfabrikasi.org

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder