14. Çevre Sorunlarına Öğrenci Yaklaşımları
sempozyumu 24-26 Mart 2011 tarihleri arasında Mersin Üniversitesi
Çevre Topluluğu tarafından gerçekleştirilmiştir. Her
yıl farklı üniversitelerin ev sahipliğinde gerçekleşen
sempozyuma, bu yıl 20 üniversite tarafından katılım
sağlanmıştır.
Sempozyuma bu yıl katılım sağlayan üniversiteler, Ankara,
Artvin Çoruh, Başkent, Celal Bayar, Çankaya, Çukurova,
Dokuz Eylül, Ege, Erciyes, Osmangazi, Fırat, İstanbul Teknik,
Kahramanmaraş Sütçü İmam, Karamanoğlu Mehmet Bey,
Kocaeli, Ortadoğu Teknik, Sakarya, Süleyman Demirel, Trakya ve Yıldız
Teknik Üniversitesi.
ÇSÖY, Öğrencilerin çevre sorunlarına dair
düşüncelerini özgün bakışlarıyla sunduğu, yapılan
atölye çalışmalarıyla fikirlerini paylaştığı, çevre
sorunlara dair çözümler ürettiği sıcak bir ortamdır.
Başka bir dünya mümkün diyen, oluşturacağı kıvılcım ile
tüm dünyayı aydınlatabileceğine inanan herkesle
büyüyecek olan, öğrencilerin çevre sorunlarına
karşı mücadele alanıdır ÇSÖY.
Sempozyumun son günü 3. ÇSÖY Forum’a ev
sahipiliği yapabilmek için Sakarya Üniversitesi ve Erciyes
Üniversitesi aday olmuşlardır. Katılımcıların
tümünün ortak iradesi ile 3. Foruma ev sahipliği yapacak olan
üniversite Erciyes Üniversitesi olarak belirlenmiştir. Forum ev
sahibinin belirlenmesinden sonra 15. Çevre Sorunlarına Öğrenci
Yaklaşımları Sempzoyumu’nda ev sahipliği yapabilmek
için Celal Bayar Üniversitesi , Kocaeli Üniversitesi ve
Dokuz Eylül Üniversitesi adaylıklarını koymuşlardır. 15.
ÇSÖY’ün ev hahibi ise 3. Forumda ortak irade ile
belirlenecektir.
14.ÇEVRE SORUNLARINA ÖĞRENCİ YAKLAŞIMLARI
SEMPOZYUMU
ATÖLYE SONUÇ BİLDİRGELERİ
ÇEVRE BİLİNCİ VE EĞİTİMİ
Doğayla uyum içinde yaşamak adına bireylerin sahip oldukları
çevre bilinci önem taşımaktadır. çevre bilincinin
aşılanması için yeni eğitim metotları geliştirilmelidir. Yeni
metotlar çocukları merkez almalı ve bu noktadan
başlanmalıdır.
Çevre eğitimine bütüncül bakmak gerektiğini
gözden kaçırmamak gerekmektedir. Yapılacak olan
çalışmalarda değişime ve dönüşüme aileden
başlanmalı. Yetişkin bireylerin eğitimi ile çocukların eğitimi
farklı metotlarla olmalıdır. Doğru metot seçimi sürekliliği
beraberinde getirir. Çocukların olaylara bakışları ve
hayatlarında yeniliklere açık olmaları yapacağımız
çalışmalarda bize büyük fayda sağlayacaktır.
Çocukta başlayan değişim anne ve babaları direk etkileyecektir.
Anne babanın çocuk tarafından çevreci konularda uyarılması
ebeveynler üzerinde olumlu etkiler yaratacaktır. Çocuğuna
karşı olan sorumluluğundan dolayı ebeveynler davranışlarına artık
daha dikkat eder hale gelecektir.
Diğer bir metot ise ebeveynlerin bilinçlendirilip, kendi
hayatlarında dönüşüme başlaması ve çocuğuna iyi
bir rol model olmasıyla devam ettirilmeli. Ev içerisinde ve
dışarıda anne ve babanın yaptığı iyi ve kötü şeyleri
kendine örnek alan çocuklar ebeveynlerin davranışlarından
doğrudan etkilenmektedir.
Bir başka yapılacak olan çalışma ise okullarda öğrenci
velilerine eğitim toplantıları düzenlenmemektir. Anlatılan konular
ufak etkinliklerle ve yarışmalarla daha cazip ve eğlenceli hale getirilip
çevre bilincinin yükselmesine vesile olabilir.
Bireylerin çalışma alanlarında da çevreye dair
bilgilendirme afişleri asılıp ve bu tarz konuların akılda kalması
katkı sağlanabilir.
Bir insan değişir dünya değişir.
ÇEVRE VE SOSYAL MEDYA
Sosyal medya; insanların iletişim kurmak için kullandıkları
insani bir iletişim şeklidir.Sosyal medyada paylaşım ve tartışma
esastır. Sosyal medya geleneksel medyadan bazı konularda farklılıklar
gösterir. Gazete, televizyon gibi araçları olan geleneksel
medyada bilgiyi yayınlamak veya erişmek için belli kaynaklara
ihtiyaç duyarken sosyal medya hem kullanımı hem de erişimi
açısından herkese açıktır. Çevreyle ilgili
programların çok geç saatlerde kısa süreli
yayınlanması, dizilerin en çok TV izlenen saatlerde ve haftanın
tüm günleri özetleriyle beraber uzun yayınlanması
gereksizdir. Ayrıca medya çevre sorunlarına bakış açıları
kendi amaçları doğrultusunda yön verdiklerinden izlenilme ve
reyting oranlarını arttırma uğruna çevre sorunlarının ve
olayların çıkarlara hizmet edecek veya yanlış anlaşılacak
şekilde işlenmektedir. Örneğin ; haberlerde ‘Halkla polis
nükleer yüzünden çatıştı.’ gibi ifadeler
kullanılıyor. Çatışmaların sebebi neden nükleer santrallerin
istenip istenilmediği anlatılmayarak yönlendirme yapılıyor.
Yerel kanallar ve yerel radyolarda çevre ile ilgili programlara
ağırlık verilmesi gereklidir.
Sosyal medyada düşüncelerimizi belirterek bir çeşit
sessiz eylem yapabiliriz. Bilgilerin güvenilirliği konusunda bilgi
paylaşımı ile beraber kaynakça paylaşımının güvenilirliği
arttırılır.
Sosyal medyanın düşünce paylaşımı sağlanması
açısından önemli olduğu ve eylemliliğe zemin hazırladığı
konusunda sonuç ve çözüm önerileri:
1) Sosyal medya doğru amaçlar için kullanıldığında
çevreye faydalı olacaktır.
2) Sosyal medyada yanlış bilgiler veya yönlendirmeler
olabileceğinden güvenilirliği her zaman sorgulanmalıdır.
3) Yerel medya kanallarında çevre bilinçlendirici
programların yayınlanması öncelikli olmalıdır.
4) Çocuklara çevre bilinci aşılanması
önemlidir.Bununla ilgili olarak çevre bilinci konusuna dikkat
çekecek çizgi filmler hazırlanmalıdır, yerel
yönetimlerle işbirliği yapılmalıdır.
5) ÇSÖY internet sitesinde çevre haberleri
paylaşımının sürekliliği sağlanmalıdır.ÇSÖY
bileşenleri olarak kararlar resmi kurumlara gönderilmeli sosyal medya
ve geleneksel medyada paylaşımı sağlanmalıdır.
6) Sosyal medya toplumun her kesimine ulaşmadığından yetersiz kalmasına
rağmen gençleri sosyal medyada etkin oldukları ve gençlerin
geleceğimiz olduğu unutulmamalıdır.
7) Sosyal medya uzun vadede alışkanlıkları değiştirmede daha etkili
olmasının yanında kısa vadede de örgütlenmeler sağlanması
açısından önemlidir.
8) Toplumun her kesimindeki insanlara ulaşabilme açısından medya
etkin bir araç olarak kullanılmalıdır.Televizyonu daha çok
kullanan kesime yönelik televizyon programları olmasının yanında
televizyondan uzaklaşmakta sosyal medyaya yönelmekte olan
gençler için sosyal medya paylaşımları
arttırılmalıdır.Paylaşımlar çok çeşitli şekillerde
(video, haber linki, çarpıcı resim…)yapılıp herkese hitap
etmelidir.
Sonuç olarak ÇSÖY katılımcıları çevre ile
ilgili kısa videolar çekip bunu sosyal medyada paylaşarak insanlarda
çevre bilinci oluşturma kararı alınmıştır.
ENERJİ VE ÇEVRE
Ülkemiz ve dünya açısından enerji kaynakları ve
üretimiyle ilgili sorun, günden güne büyümekte ve
küresel bir önem kazanmaktadır. Ülkemizin enerji konusundaki
dışa bağımlılığı ve yapılan anlaşmaların ekonomik açıdan
külfeti biz gençlere ve gelecek nesillerin omzuna
yüklenmiştir. Çözüm olarak, alternatif enerji
kaynaklarının yaygınlaştırılmasıyla birlikte, bu kaynakların
olabilecek yan etkilerini de en az düzeye indirecek teknolojilerin
desteklenmesini sağlamalıyız.
Var olan çevresel emisyonların da alternatif enerjiye
geçişle kademeli olarak azaltılacağı e daha temiz bir çevre
yaratılacağı öngörülmüştür.
Bu noktada bizler çözüm olarak, gerçekçi ve
çevreci bir bakış açısı geliştirdik. Gündemde olan
nükleer santral ve HES çalışmalarını çevreye olan uzun
ve kısa vadeli zararlarını göz önünde bulundurduk. Tüm
bunların yanında, enerji yaratmadan önce, var olan ve üretilen
enerjinin korunmasına yönelik atıflar yapıp bunun önemine
değindik.
Tüm bunlara paralel olarak enerji konusundaki
çözümlerimizi sunuyoruz;
Alternatif olarak sunulan enerji kaynaklarının çevreci bir
yaklaşımla değerlendirilmesi, uzun ve kısa vadeli etkilerinin göz
önünde bulundurulması. Bu noktada HES ve nükleerin potansiyel
zararlarının belirlenip halkın bu noktada bilinçlendirilmesi.
Alternatif enerji olarak kabul edilen enerji sınıflandırılması
içerisinde yenilenebilir enerjilere yönelim…
Yenilenebilir kaynakların verimli kullanımına yönelik teknolojilerin
araştırılması ve geliştirilmesi.
Kirlilik yaratan enerji kaynaklarının olabildiğince çabuk ve
gerçekçi bir yaklaşımla bertarafı ve yerini kademeli bir
şekilde yenilenebilir enerji kaynaklarına bırakması.
Üretilecek olan enerji oluşabilecek kayıpların önüne
geçilmesiyle dağıtım sırasında da verimliliğin göz ardı
edilmemesi.
Halkın enerji tüketimi konusunda bilinçlendirilmesi ve elde
edilecek enerji tasarrufuna ilişkin önemin vurgulanması.
Son olarak da şunu ekliyor ve vurguluyoruz;
Hak edilen bir yaşam ve temiz bir çevre için
yenilenebilir enerji;
Hak edilen bir yaşam, temiz bir çevre ve sağlıklı nesiller
için yenilenebilir enerji.
HESLER VE MÜCADELELERİ
Ülkemiz gelişmekte olan ülkeler arasında yer aldığından;
enerji ihtiyacından söz edilmekte ve bu yönde artış oranları
belirlenmektedir. Bu enerjinin temini için birçok metod
bulunmaktadır.
Mevcut barajlarımız tam verimle kullanılmadığından;alternetif enerji
kaynakları göz ardı edildiğinden, HES’lerin yapımı ön
plana çıkmaktadır.
Ancak ülkemizde HES inşaatları ve işletim sürecini
değerlendirme mekanizması yetersiz olduğundan HES yapımları tam nir
doğa katliamına dönüşmüştür.
Bunun yanında HES’lerin insan yaşamı üzerindeki etkisine
bakacak olursak, ülkemizin hemen her yerinde insanlar mağdur edilmiş
ve en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz duruma gelmiştir.
Devlet mekanizması bu insanların sorunlarını görmezden geldiği
için, ortaya bir halk direnci çıkmıştır.Bu insanları;
sadece yaşam haklarını ve doğayı korumak için mücadele
etmektedir.
Sonuç olarak; bu mücadele doğal hayatın korunması ve
insanların mağduriyetinin giderilmesi amacıyla yapılmaktadır.
Bizler bu konuda teknik eğitim alan öğrenciler olarak bu doğal
katliamı durdurmak için elimizden geleni yapmalı ve bu mücadele
içinde yer almalıyız.
“Son ağaç kesildiğinde, son nehir kirlendiğinde,
balıklar yok olduğunda, insanoğlu paranın yenilemeyeceğini
anlayacaktır.”
Anlamak ve anlatmak için geç kalmış sayılmayız.
KAĞIT GERİ DÖNÜŞÜM
Atölye; kağıtların geri dönüştürülmesi
üzerine bir uygulama atölyesiydi. Uygulamaya başlamadan önce
kağıt hakkında bazı bilgiler verildi.
Kullanılmış kağıtları geri kazanmakla; aklımıza gelmeyen bir
çok tasarruf edilir. Enerji ve su tasarrufu yanında olan tahribatı
da engellemiş olur.
İlk gerçek kağıt; bitki liflerinden Çinliler tarafından
yapılmış, eski balık ağları, paçavraları, bitki artıklarını
toplayıp iyice kaynatır ve büyük miktarda suyla karıştırarak
kağıt hamuru elde ederlerdi.Bu teknik Çinlilerin Araplar tarafından
tutsak alınmasıyla önce bu bölgeye daha sonra Avrupa’ya
yayılmıştır.
Uygulama atölyesinde; atık kağıt, sıcak su ve karıştırıcı
kullanıldı. Kağıtları parçalayıp, suda beklettikten sonra hamur
haline getirildi. Hamura sert zemin üzerinde şekil verilerek, suyu
alınıp, preslendi.
Ege Üniversitesi’nde hazırlanmakta olan “geri
dönüştürülmüş kağıt” sergisi için
atölyedeki arkadaşlardan hamurlardan sergilemek üzere şekiller
yapılması istendi.
Amacımız, kağıt yapımının tüm aşamalarını arkadaşlarımızla
uygulayabilmekti.
KAPİTALİZM VE ÇEVRE
Tarım toplumunda tüketim amaçlı üretim yapılırken,
sanayi devrimiyle birlikte üretim amaçlı tüketim yapılmaya
başlanmıştır. Sanayi devriminden günümüze uzanan
kapitalist sistem 300 yıl gibi kısa bir tarihi olmasına rağmen tüm
dünya üzerinde hâkimdir. Kapitalist sistem doğası gereği
halkı değil, kişi ve zümreleri düşünmektedir. Bundan
dolayı bu sistemde yapılan hiçbir işte toplum çıkarı
gözetilememekte bu sebepten halkı çıkarları ve bunun bir
parçası olan çevreye önem verilmemektir.
Kapitalist sistem kendi devamlılığını sağlayabilmek için
bireylerin daha fazla tüketmesini ve kendinden başka bir şeyi
düşünmez hale gelmesini istemektedir. Hal böyle olunca fazla
üretim hırsı insanın doğa ile olan bağını koparmaktadır.
Çevre tüm insanlara ait olduğu için politik bakış
açıları ne olursa olsun doğanın korunması ve yaşam alanlarına
sahip çıkılması konusunda ortak hareket edilebilir. Ve bu konuda
birlikte mücadele verilmelidir.
Yapılması gereken bireyin değil toplumun çıkarlarının
düşünüldüğü çevrenin ve ekolojik sistemin
daha az tüketildiği bir yaşam tarzı yaratmaktır. İnsanlar daha az
tüketir hale gelirse bir şekilde üretim düşecektir ve doğa
bir şekilde kendi döngüsünü sağlayabilecektir. Bu
noktada çevre bilincinin oluşturulması ihtiyaç ve lüks
olan ürünlerin belirlenmesi gerekmekte ve ona yönelik bir
üretim politikası ve çevre politikası benimsenmelidir.
Yasalar daha caydırıcı hale getirilmeli ve tekrardan insanların sadece
kendini düşünür değil doğayı ve toplumun
çıkarlarını gözetir hale gelmesi gerekmektedir. Dünyanın
var olduğu günden beri var olan doğa - insan dayanışmasını ve
saygısını gözetmek gerekmektedir.
Çevre sorunlarının çözümünü sadece belli
kişi ve yönetimlere bırakılmaması gerekir. Doğal varlıkların
asıl sahibi olan insanlık kendi doğasına sahip çıkması ve kendi
alanlarında mücadeleyi çoğaltması ve yaygınlaştırması
gerekmektedir. Bu noktada her bireye görev düşmektedir.
Bu dünya sadece büyük şirketlerin tekelinde değildir. Bu
dünya üzerinde yaşayan bütün canlılarındır.
Bütün insanlık tüm canlılar adına mücadele
etmelidir.
KENTSEL DÖNÜŞÜM
İş bulmak için büyük şehirlere göç eden
insanlar barınma ihtiyaçlarını karşılamak için kendi
evlerini inşa etmişlerdir. Bu gecekondulaşmaya devlet ucuz
işgücü sağlanacağı için göz yummuş bu insanlardan
yıllarca çöp vb. çeşitli vergileri alarak konduları
tanımıştır. Ancak kent büyüyüp bu alanların rantsal
değeri artınca gecekondu mahallelerini kentsel dönüşüm adı
altında tecavüz edercesine yıkım projelerini faaliyete
geçirmeye başlanmıştır.Bu alandaki mahalle halkına
çeşitli vaatlerde bulunulmuş, kondu arazisi karşılığında TOKİ
evlerinden birer daire verileceği değeri yüksek olarak söylenmiş
ancak hiçbiri söylendiği gibi uygulanmamıştır. Mahalle halkı
evlerinden TOKİ lere yerleştirilmek üzere çıkarılıp
çadırlara yada şehir dışında bulunan yerlere göç
ettirmişlerdir, ta ki bu yeni yerler yeni bir rant olana kadar…
TOKİ evlerine yerleştirilen insanlar ise arazilerinin bu evlerin değerini
karşılamadığı gerekçesiyle borçlandırılmaktadırlar.
Üstelik TOKİ evleri sağlıklı koşullara sahip olamadığı gibi bu
insanların kültürel yaşantısına uygun değildir. Bu sebeple
halk uyum sorunu yaşamakta bu da çeşitli psikolojik sağlık
sorunlarına neden olmaktadır. Tüm bunların yanı sıra düzenli
geliri olmayan, yoksullaştırılmış insanlar apartmanların giderlerini
(aidat, ısınma vb.) karşılamakta güçlük
çekmektedirler.
Yapılması gereken insanların tarihleri, kültürleri, hayatları
üzerine beton atmak değil bu mahallelerde
halkın ihtiyacını karşılayacak hizmetler ile iyileştirme
çalışmalarıdır.Mahallelerin çevre düzenlemesi, alt
yapı sorunlarının giderilmesi yaşanılabilir bir hale
dönüştürülmesi gerekmekte ve bunun için yerinde
ıslah çalışmaları yapılmalıdır.
MADENCİLİK VE ÇEVRE
Madencilik faaliyetleri sektörün çevreye olan
duyarsızlığından da ötürü doğaya ve çevreye ve de
insan sağlığına ciddi zararlar verebilmekte madencilik. Madencilik tetkik
safhasından çıkarma safhasına dek çevreye çeşitli
zararlar veriyor. İlk akla gelen zararlardan biri; çevreye olduğu
kadar insan sağlığına da büyük zararlar veren siyanür ile
altın arama işlemi. Toprağın içinde dağınık ve zerrecik
halindeki altını bir araya getirmek için kullanılan
siyanürün doğaya zarar vermeden yok edilmesi olanaksızdır.
İnsanlığın kullanımı için çıkarılması gereken
endüstriyel madenler bir yana , altın gibi sadece maddi değerinden
ötürü çıkarılan madenler; madencilik faaliyetlerinin
insanlık yararına yapılmaktan sapıp ticari kaygı güden hareketlere
dönüştüğünü gösteriyor. Ticari kaygı
güden diğer tüm faaliyetler gibi, madencilik de insana ve doğaya
verdiği zararı önemsemekte. Medeniyet için ihtiyacımız olan
madenler dahi çıkarılmaları esnasında bitki
örtüsüne, floraya, faunaya kolay kolay telafi edilemeyecek
zararlar veriyor. Bu noktada minimum zararla ihtiyaç duyulan
düzeyde madencilik faaliyeti yürütülmelidir. Madencilik
faaliyetlerinin ekolojik dengeye en az düzeyde zarar vermesini
sağlayacak olan özel şirketler olamaz. Bu madencilik faaliyetlerinin
çevreye zarar vermemesini sağlayacak olan doğanın bir
parçası ve madenlerin asıl sahibi olan halktır. Madenlere ve
çevreye sahip çıkabilmek için örgütlenmek
mutlaktır. Akademik eğitim alan herkes bilgi birikimini halkın ve
çevrenin yararına kullanmalıdır.
MİLLİ PARKLAR VE SİT ALANLARI
Kültürel ve doğal varlıklar, koruma kurullarınca sit alanı
ilan edilerek koruma altına alınmaktadır. Bitki ve hayvanlar, canlıların
yaşam alanları milli park veya doğal sit alanı çerçevesinde
korunması öngörülüyorken yapılan yasal
düzenlemelerle doğal sit alanlarının statüsü kaldırılmak
istenmektedir. Bu düzenlemelerle rant değeri yüksek ve
biyoçeşitlilik, maden ve su zenginliklerine sahip bu alanlar kar
amacıyla sermayenin kullanımına sunulmaktadır.
Son yasa tasarısıyla da 3.köprü, HES’ler, madencilik gibi
faaliyetlerin önündeki engeller kaldırılmaktadır. Örnek
olarak İstanbul’da yapılması planlanan 3. Köprünün
ayakları bu korunan alanlar içerisinde bulunan arazilerde
düşünülmektedir. Böyle bir düşünce kuşkusuz,
oradaki doğal dokunun ciddi bir şekilde yok edilmesine yol
açacaktır. Hükümet tarafından İstanbul trafiğini
rahatlatmak amacıyla yapılması savunulan bu köprünün
işlevini ne kadar gerçekleştirebileceği ise tartışmalıdır.
Benzer projeler, HES’lerle birlikte akarsuların üzerinde
de olup, doğal varlıkları ile ön plana çıkan bu yerlerin
talanı söz konusudur ve HES’ler , şirketler tarafından
karlı bir iş olarak görülmektedir. Sit alanı ilan edilen bu
alanlar şirketlerin çıkarları gözetilerek tekrar sermayeye
açılmak istenmektedir. Yapılmak istenen çalışmalar
yöre halkının yalnızca doğasını, yaşam alanlarını değil,
kültürünü de etkilemektedir. Toprağına, suyuna, yaşam
alanlarına müdahale edilen halk, bu alanlardaki çalışmalara
karşı tepki göstermekte ve bu talan yasalarına karşı bir
mücadele ağı örmektedir Şüphesiz bu ağı oluşturmak
hiç de kolay olmamıştır. Oradaki halkın örgütlenmesi
HES’lerin gerçek sorun ve sonuçlarına karşı oluşan
farkındalığın ürünüdür. Yöre halkları
örgütlenerek bu alanların koruma kurullarınca
değerlendirilmesini ve bu yolla doğal sit alanı ilan edilmesini
sağlamalarına rağmen yasa tasarısıyla bu alanların statüsü
sona erdirilmekte ve böylece halkın iradesi yok sayılmaktadır.
Tabiatı ve biyoçeşitliliği Koruma Kanunu tasarısı ile korunacak
bu alanların nasıl korunacağı tam belirtilmemiştir. Olması gereken ise,
doğal yaşama verilecek zararların hepsini hesaba katmak ve buna ek olarak,
insanların kültürel değerlerini de korumaktır. Yapılması
planlanan projeler uzun vadede düşünülmeli ; doğayı ve
yaşamı talan edecek bu çalışmalara izin verilmemelidir.
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
Belli bir sosyal boyutlu sorun için çözüm
arayışına paralel hareket eden ve bu hareketin devamlılığını korumak
adına yeterli sorumluluk bilincine sahip vatandaşların bir araya gelerek
oluşturduğu topluluklar olan STK’ların, çevresel sorunlara
yönelik geliştirdikleri çözüm stratejileri
tartışıldı.
Çevre konusunda mücadelelerin STK aracılığı ile
yürütülmesinin; mücadeleyi yolundan saptırabileceği,
mücadele alanını daraltabileceği konuşuldu. Daraltılan
mücadele alanı ve kısıtlanan yöntemlerle; sonuca ulaşmanın
çok da mümkün olmayacağı, başarıya ulaşması
mümkün olan mücadelenin STK’lar aracılığı ve erkler
eliyle yolundan saptırılmasının olası olduğu fikrine varıldı.
Sermayedarların gözünde insanın bile çoğunlukla zerre
kadar önemi yokken, doğanın önemli olduğunu düşünmek
safça olur. Dolayısıyla eğer bir sermayedar çevreye faydalı
gibi görünen bir işe imza atıyor ya da destek oluyorsa; onun
önceliklerinden yola çıkarak şüphe duymak gerekir.
STK’ların en azından bir kısmının sermayeyle olan ilişkileri
düşünüldüğünde, bunların reklamlarını yapmak ve
bunu yaparken vergi muaflığından yararlanmak için bu yola
girdiklerini tahayyül edebiliriz.
Çevre sorunları genellikle –en azından ülkemizde-
devletin önceliklerinden olmadığından, aksine menfaatleriyle
çeliştiğinden çevre için yapılan mücadele
genellikle muhalefet gerektirir. Muhalefet ise sermaye sahibi için
hammadde olarak gördüğü doğa konusunda göze
alınabilecek bir tavır değildir.
Bu sebeple başarıya ulaşması olası bir çevre mücadelesi STK
yoluyla yapıldığında –eğer ki STK’nın sermaye bağları da
güçlüyse- devletin rahatsız olduğu noktada, erklerin
menfaatleri doğrultusunda kullanılabilir ve bu bağlamda mücadele
engellenmek istenebilir.
STK’ların sermayeyle bağlantısı kesilmeli ve çevre
mücadelesinin taban hareketi genişletilmelidir.
TARIM
Tarım ve tarımda uygulanan politikalar, çevreyi ve insan
sağlığını yakından ilgilendiren bir konudur. Özellikle
çevreyle yakın ilişkisi açısından gerekliği
değiştirilmiş organizmalar (GDO), hibrit tohum, yerel tohum, organik
tarım gibi tartışmalı konular faydaları ve zararlarıyla masaya
yatırılmalıdır.
GDO’lu ürünler canlı yaşamı için tehlike teşkil
ettiği pek çok araştırmayla belirtilmiştir. Fakat bu teknolojinin
olumlu yönleri göz ardı edilemez. Bununla birlikte bu teknolojinin
canlı yaşamı için hala tehlike bulundurması sebebiyle uzun vadeli
araştırmalarla risklerin ortaya konulması ve bunun sonucunda uygulamaya
geçilmesi gerekmektedir.
GDO’lu ürünlerin kontrolsüz bir şekilde
kullanılmasıyla oluşan tozlaşma, doğal bitki
örtüsünü tehdit etmektedir. Bununla birlikte GDO ’
lu tarımda kullanılan herbisitler tarım ürünlerine zarar veren
canlıların yanında doğaya büyük katkılar sağlayan canlılar
da yok edilebileceği söylemi de ortaya çıkmıştır.
Fakat dünyadaki gerçek ise gıda yetersizliği değil, bunun
eşit organ dağılımıdır.
GDO’lu üretim yapan az sayıda şirket aynı zamanda bu
ürünlerle kullanılması zorunlu olan kimyasal ilaçları da
üretmektedir. Bu şirketler; özellikle Monsanto, uluslar
arası bir şekilde tekelleşmiştir. Ürünlerini portal altına
alarak üzerinde hiçbir bilimsel araştırma yapmasını
engellemiş, ürünlerinden kaynaklanan tozlaşma sebebiyle masum
çiftçileri ciddi tazminatlar ödemek zorunda bırakarak
kendilerine bağımlı hale getirmişlerdir.
Tam bu sorunlara çözüm önerileri
düşünüldüğünde ilk akla gelen
bilinçlendirmedir. Bu bilinçlendirme öncelikler
köylerden başlamalı ve genç nesillere devam etmeli. Herkesi
bilgi sahibi olması sağlanmalıdır. Ancak bireysel önlemleri n bir
sınırı olduğu düşünülmeli ve tarımda yaşanan
çevre sorunlarının giderilmesi için devletlerin tarım
politikaları çok geç olmadan değiştirilmelidir. ABD eski
dış işleri bakanı ve GDO çalışmalarını dünyada ilk
başlatan Henry Kissinger’in bir sözüyle bitirirsek eğer
“Petrole hükmederseniz, ülkelere hükmedersiniz.Gıdaya
hükmederseniz,insanlara hükmedersiniz.”
ÇSÖY BİLEŞENLERİ
Kaynak: csoy.org