31 Mart 2011 Perşembe

Anadolu Üniversitesi’nde mobbing ve sürgün

Anadolu Üniversitesi'nde
mobbing ve sürgün

Anadolu Üniversitesi (AÜ) Yabancı Diller Yüksek (YDYO)
Okulu’nda iki öğretim elemanını Kıbrıs’ta ki
Açık Öğretim Fakültesi Bürosuna sürgün
edildi.

Konuyla ilgili YDYO önünde basın açıklaması yapan
Eğitim-Sen üyesi eğitim emekçileri, sürgünlerin geri
çekilmesini istedi. Eğitim- Sen adına basın metnini okuyan Eğitim
Sen Eskişehir Şube Başkanı Ali Paşa Şanlı, Yabancı Diller
Yüksekokulu Müdürü Prof. Dr. Handan Yavuz’un
uygulamalarının binlerce öğrenciyi, yüzden fazla eğitim
emekçisinimağdur ettiğini dile getirdi.

Eğitimle ilgili aksaklıkları dile getiren ve çözüm
önerileri sunan öğretim elemanlarına Y.D.Y.O
Müdürü Prof. Dr. Handan Yavuz tarafından, 2010 yaz ayında
görev tanımına uymayan ve yapılması mümkün olmayan
cezalandırma ve sindirme amacı taşıyan görevler verildiğini iddia
eden Şanlı, bu görevlendirmelerin ise öğretim elemanları
tarafından yargıya taşındığına dikkat çekti.

aü, anadolu üniversitesi, mobbing, sürgün,

İdari mahkemelerce görevin iptaline dair kararların verlidiğini
hatırlatan Şanlı, buna rağmen ‘mobbing’in (Psikolojik
yıldırma) bitmediğini ve bu kişilerin başka fakültelerde
görevlendirildiğini açıkladı.

Şanlı sözlerini şöyle sürdürdü: “Dahası
öğretim üyelerimiz Müge Kanatlar ve Hülya İpek,
Müdürü Handan Yavuz tarafından maruz kaldıkları itham ve
hakaretlere istinaden açmış oldukları hukuki süreç
devam ederken ve mahkeme Anadolu Üniversitesi
Rektörlüğü’nden konu hakkında soruşturma
açmasını talep etmişken, Rektörlük üyelerimizi
Kıbrıs AÖF bürosuna görevlendirmiş, yüksek okul ile
ilişkileri kesilmiştir. Bu kabul edilemez uygulamanın adı
sürgündür.” Basın açıklamasına öğretim
elemanları ve öğrenciler destek verdi.

 

Kaynak: Evrensel

Yağlı ilmek sevdalısı kuzular / Sırrı Süreyya Önder

Yağlı ilmek sevdalısı
kuzular / Sırrı Süreyya Önder

Eski kovboy filmlerinde görmüşsünüzdür, ortada eli
kolu bağlanmış birisi vardır, etrafta da “İp getirin,
asalım!” diye bağrışan bir sürü sevimsiz adam...
Ülkemiz, hastalıklı bir suç üzerine, ilmi var irfanı yok
bir anayasa profesörü sayesinde, tarihin derinliklerine
gömülen bu yöntemi tartışıyor.
Tartışmaya katılanların çoğu, meseleye kovboy filmlerindeki
“Asalım!” diye haykıran güruhun histerisiyle yaklaşıyor.
Ben şu ahir ömrümde asılmaya götürülen birini
yakından görmek, tanımak acısını yaşadım.
Levon Ekmekçiyan’dı...
Birçok 12 Eylül istatistiğinde, niyeyse hep ‘ayrı’
sayılan, bazen de hiç sayılmayan bir infazdır.
İdamdan bir gün önce gazete verilmedi koğuşlara. Bu durum, bir
idamın daha onaylandığı anlamına geliyordu. Böyle günlerde
herkes derin bir suskunluğa bürünürdü. O gece, kimsenin
gözünü uyku tutmazdı. Koridorlarda, gece yarısından sonra
olabilecek her türlü hareketlilik dikkatle dinlenirdi. O gece
geldiler, götürdüler, astılar...
O güne kadar hiç denenmemiş yöntemlerle işkence
edildiğini öğrenmiştik Ekmekçiyan’a.

İdama götürülürken bile
dövülenler

Cezaevi Komutanı Albay Raci Tetik’in, idama
götürülmelerde insanlık dışı davranışları konuşulurdu
hep.
Yıllar sonra, şimdilerde sürgün hayatı yaşayan gazeteci Ahmet
Kahraman, Albay Raci Tetik’le bir röportaj yapmıştı.
Röportajın sonunda, albayın karısı “Komutan geceleri
hiç uyuyamıyor!” diye dert yanmıştı. Muhtemelen, idama
götürülürken bile hınçla saldırdığı fidanlar
gözünün önünden resmi geçit
yapıyorlardı.
Vicdandan daha yumuşak bir yastık icat edilmemiştir ve bazen rahat bir
uykudan daha kıymetli çok az şey vardır.
Bu profesör ile Tetik arasında hiçbir fark yoktur.
Sözümü geri alıyorum! İlkokuldan itibaren
ölme-öldürme eğitimi alarak yetiştirildiği için
belki de Tetik, anayasa ve hukuk gibi bir insanlık eğitiminden
geçirilen profesörden daha mazur sayılabilir.
“Bir kenarda dursun canım, lazım olur!” diyebilecek kadar
Azrail’in vasfına soyunan birisinin revize ettiği anayasadan ne
hayır geleceğini de sizin ferasetinize bırakıyorum. Adnan
Menderes’i ipe götürenlerin en sevindiği şey, ellerinin
altında idam cezasının hazır olmasıydı...
Pedofili ya da suçu tetikleyen sosyal faktörler üzerine
kafa yorması, önlemler düşünmesi falan beklenebilir mi bu
kafadan?

Son duasını bitiremeyenler
Bir de MHP ve BBP yetkilileri savunuyorlar idamı, büyük bir
hararetle. Bugünkü yöneticilerinin büyük
çoğunluğu Mamak zindanlarından geçmiş ve en az bir-iki
idama tanık olmuşlardır. İdam edilenler içerisindeki 8 kişi de
kendi arkadaşlarıdır.
Halil Esendağ ve Selçuk Duracık’ın idam edilişlerini,
idamda hazır bulunan imam Abdullah Şevki Tüzüner şöyle
anlatıyor: “Dua ederken başımı aşağıya indirmiştim. Cellatla
konuştuklarını gördüm. ‘La ilahe illa...’ derken,
tevhidlerini tamamlayamadan şehit edildiler. Ne konuştular diye
sorduğumda, cellat ağlayarak kendisinden helallik istediklerini
anlattı...”
Bir ülkede darağaçları kurulunca, ilmeğin sadece sizin
istediğiniz boyunlara geçeceğinin hiçbir garantisi yoktur.
Bunu en iyi bilmesi gerekenler arasında sizler de varsınız. Fikrinizin
iktidara çıktığı günlerde, sizler için de
darağaçları kurulmasının üzerinden çok
geçmedi.
İdam cezası, ‘intikam’ üzerine inşa edildiği
için hukuki değildir.
İdam cezası, telafisi ve geriye dönüşü imkânsız
sonuçlar doğurabileceği için insani değildir.
Solcular, sosyalistler, Kürtler yüzlerce kere bunu
düşündüler, MHP ve BBP yetkilileri de en az ‘8’
kere düşünmek durumunda.
Bu yazıyı, ilkgençlik yıllarımda tanık olduklarımın
ağırlığıyla yazdım. Birisi, bu anayasa profesörüne, idam
edilmenin ‘yumurta yemek’ gibi bir şey olmadığını
söylemeliydi. Ona “Sen sus, Sağlık Bakanın konuşsun!”
diyecektim ama anayasacısı böyle olanın hekimine
güvenemedim...
Faruk Erem’in yazdığı ‘Bir Ceza Avukatının Anıları’
adlı kitabı, gönlünden idamı bir yöntem olarak
geçiren herkese tavsiye ediyorum. İnsan kalabilenler
‘üşüyen idamlık’ öyküsünde buz
kesecektir, eminim...

 

Kyanak: Radikal

YÖK, Eğitim-Sen ve ÖÜD'ni Muhatap Almıyor

YÖK, Eğitim-Sen ve
ÖÜD'ni Muhatap Almıyor

YÖK Başkanı Özcan önümüzdeki hafta
YÖK'ün yapılandırılmasıyla ile ilgili sendika ve sivil
toplum kuruluşlarıyla toplantı yapacaklarını söyledi. Ancak bu
toplantıya ne Eğitim-Sen ne de Üniversite Öğretim Üyeleri
Derneği davet edildi. ÖÜD Başkanı Yeşildere, "Elimizde
taslak bile yok, 'Siz görüşünüzü yazın
bildirin' dediler" dedi.

"YÖK'ün üniversite dernekleriyle görüşme
planları yok. Türkiye Sanayi ve İşadamları Derneği, Türkiye
Odalar ve Biorsalar Birliği ile görüşülecekmiş.
YÖK'ün sivil toplum kuruluşlarından anladığı işveren
kuruluşları."

Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanı Yusuf Ziya Özcan,
Star gazetesine verdiği röportajda, YÖK'ün
yapılandırılmasıyla ilgili önümüzdeki hafta dernek,
sendikalar, STK'larla toplantı yapıp, kanun formunda metin
yazılacağını söyledi.
"YÖK'ün STK'dan anladığı işveren
kuruluşları"

Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı İstanbul
Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.
Dr. Tahsin Yeşildere, YÖK'ün kendileri dahil 13
üniversite derneği ile yeni yapılanma ile görüşmeyi
düşünmediğini söyledi. Yeşildere, konuyla ilgili komisyon
kurduklarını belirtti.

"Bugün YÖK'ü arayıp kimlerle
görüşeceklerini sordum. TÜSİAD, TOBB vb. dediler.
YÖK'ün sivil toplum kuruluşu ve derneklerden anladığı
işveren kuruluşları. Bizimle ya da üniversite dernekleriyle
görüşmeyi düşünmediklerini söylediler.'Siz de
görüşlerinizi sunun' dediler. Elimizde taslak bile olmadan
nasıl görüş sunabiliriz ki."

Yeşildere, ünversitelerin kendi işlerini kendilerinin yapabilmesini,
YÖK'ün de merkez konumundan kalkarak koordinasyon merkezi
olması gerektiğini söyledi.
"YÖK, üniversiteleri sermayeye açıyor"

Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) İstanbul
Üniversiteler Şube Başkanı Yard. Doç. İsmet Akça,
kendilerine de bir davet gelmediğini, bunun da şaşırtıcı olmadığını
belirtti.

Sendika olarak YÖK ile ilgili komisyon kurduklarını söyleyen
Akça, "YÖK üniversiteleri toplumla
bütünleştireceğine sermayeye açıyor. TÜSİAD'la
görüşmek istemesi de bunu gösteriyor" dedi.

YÖK'ün yeniden yapılandırma söylemindeki
"özerklik" kavramının mali özerklik olduğunu
söyleyen Akça, "Mali özerklikle kamu kaynaklarını
kısarak, üniversiteleri şirketi gibi para kazanan kurumlara
çevirmek istiyorlar" dedi ve ekledi:

"Bizim istedğimiz özerklik, üniversitelerin demokratik
katılımla kendilerini yönetmeleridir."

Öğretim Üyeleri Derneği ve Eğitim-Sen önümüzdeki
günlerde komisyon kararlarını açıklayacak.
YÖK'ün yapılandırmasında temel prensipler

YÖK 3 Şubat 2011'de, Yükseköğretimin yeniden
yapılandırılması çalışmalarına ilişkin hazırlanan ön
çalışma raporunda, "çeşitlilik'',
''kurumsal özerklik ve hesap verebilirlik'',
''performans değerlendirmesi ve rekabet'', ''mali
esneklik ve çok kaynaklı gelir yapısı'' ile
''kalite güvencisi'' başlıklı prensipleri
belirlemişti.

 

Kaynak: Bianet

Bu buluşa üzülünür mü sevinilir mi?

Bu buluşa üzülünür mü
sevinilir mi?

KONYA’da iki lise öğrencisi biber gazına alternatif
oluşturabilecek soğandan göz yaşartıcı gaz üretti.
Öğrenciler, gazın aynı zamanda gözün kornea tabakasını
temizleme özelliğine de sahip olduğunu söyledi.

Konya Adil Karaağaç Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi
öğrencileri, Salih Şahin ve Mevlüt Dülgeroğlu, polisin
kullandığı biber gazının insan sağlığına zararlı olduğunu
belirttiler. Soğanın içindeki uçucu alinaz enzimi
bulunduğunu anlatan öğrenciler, “Yüzde 5’lik tuzlu su
çözeltisi içinde soğanı keserek alinaz enziminin
tutulmasını sağladık. Daha sonra bunu sprey kutusunda topladık. Alinaz
enzimi korneanın üzerindeki sinirleri harekete geçirerek
gözlerin yaşarmasını sağlıyor. Aynı zamanda da korneayı
temizliyor” diye konuştular. Öğrenciler gazın etkisini 5 dakika
sürdüğünü ifade ettiler.

 

Kaynak: Evrensel

Gerze termikçi şirkete geçit vermedi!

Gerze termikçi şirkete
geçit vermedi!

Anadolu Grubu, Sinop'a bağlı Yaykıl Köyü'ne kurmak
istediği termik santralin raporları iptal edimesine karşın, köye
sondaj yapmak üzere kamyonlarla çalışanlarını yolladı.
Yeşil Gerze Platformu üyeleri ve köy halkı kamyonlara
müdahale etti ve gelen ekipleri köylerinden kovdu. Apar topar
köyden kaçan ekipler kamyonlardan indirdikleri aletleri bile
toparlayamadan gitti

Dün (30 Mart) sabah saatlerinde termikçi şirket tarafından
tutulduğu anlaşılan taşeron şirkete bağlı sondaj kamyonları termik
santralın yapılacağı Yaykıl Köyü Çakıroğlu mevkiinde
zemin etüdü yapmak üzere geldiler.

Köylüler, sondaj firması çalışanlarını uyararak hemen
Yeşil Gerze Çevre Platformu’nu arayarak bilgilendirmiş ve
destek istediler. Yaykıl köylüleri ve Gerze halkı ellerinde
mahkemenin vermiş olduğu yürütmeyi durdurma kararına rağmen
zemin etüt çalışması yapmaya gelen şirket
çalışanlarına ‘burada termik santralle ilgili herhangi bir
çalışma yapılamaz’ uyarısında bulundular.

Sondaj çalışmalarını yapmaya gelen personel, halkın kararlı
tutumu üzerine çalışma yapamadı ve köyden kovuldu. Gerze
bir kez daha Termikçi şirkete ve çalışanlarına karşı
direneceğini gösterdi.

Öfkeli halk, daha sonra termikçi şirketin irtibat bürosuna
gelerek bir protesto gösterisi yaptı ve bu konudaki kararlı tutumun
sürdürüleceğini açıkladı.

YEGEP dönem sözcüsü Şengül Şahin tarafından bir
açıklama yapılmasının ardından, Gerzeliler Tuncay
Özilhan’a ait termikçi şirketin kurdurduğu paravan dernek
GERÇEK’in önünde de protestolarını
sürdürdü.

Gerze halkı YEGEP Bürosu’na giderek durum değerlendirmesi
yaptıktan sonra, YEGEP Dönem sözcüsü ve
yürütme üyeleri ile birlikte Gerze Kaymakamlığı’na
giderek şirket hakkında suç duyurusunda bulundular.

Gerzeliler eylemle ilgili olarak“Anadolu Grubu’na Gerze
halkının kül yutmayacağı bir kez daha hatırlatık” diyor:
“ ‘Gerze’de bir kişi bile istemezse termik santral
yapmam’ diyen Tuncay Özilhan’ı bir kez daha uyarıyoruz.
Çocuklarının nefesini, geleceğini, suyunu, toprağını, havasını
savunan Gerze halkına gücünüz yetmeyecek. Onurlu
mücadelemiz her biçimiyle sürecektir!”

 

Kaynak: Sendika

Metalde bir TİS daha imzalandı

Metalde bir TİS daha
imzalandı

Birleşik Metal-İş Sendikası ile MESS arasında yürütülen
toplu söleşmelerde bir işyerinde daha anlaşma imzalandı.

Sendikadan yapılan açıklamada yarın greve çıkılacak olan
Gebze'de kurulu bulunan Bosal Mimaysan A.Ş.'de
görüşmelerin anlaşmayla sonuçlandığı bildirildi.

Yazılı açıklamada sözleşme koşulları ile ilgili bilgi
verilmedi.

Metalde yürütülen TİS'lerde 21 yıl aradan sonra
anlaşmazlık olmuş ve grev kararı alınmıştı. İlk grev kararının 22
Mart'ta Eskişehir Doruk Fabrikası'nda hayata geçirilmeye
başlanmasıyla birlikte grevler etkisini de göstermeye başladı.
Grevlerin başlamasından sonra, Standart Depo, Bekaert ve Areva
fabrikalarında anlaşması sağlandı. Bugün imzalanan Bosal Mimoysan
AŞ ile 4 işyerinde anlaşma sağlanmış oldu.

 

Kaynak: Etha

MAĞDURLAR KONUŞUYOR, ŞİMDİ SIRA MAHKEMEDE!

MAĞDURLAR KONUŞUYOR,
ŞİMDİ SIRA MAHKEMEDE!

Eski hükümlü özel harekat polisi,susurluk çetesi
üyesi Ayhan Çarkın konuştu.

Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Merkezi’nden

BASINA VE KAMUOYUNA

31.03.2011 ANKARA

ESKİ HÜKÜMLÜ ÖZEL HAREKÂT POLİSİ,
SUSURLUK ÇETESİ ÜYESİ

AYHAN ÇARKIN KONUŞTU…

 
MAĞDURLAR KONUŞUYOR, ŞİMDİ SIRA MAHKEMEDE!

Ayhan Çarkın’ın ifadelerini hatırlayalım,

 

“….Ben İstanbul’daki her baskında vardım. Perpa
baskınında bir kız öldü, infaz edildi. Ben silahlı
çatışmadaydım o esnada. Orada başka bir Ayhan vardı, o vurdu
kızı. Sabahat Karataş olayında (Çiftehavuzlar) ben vardım.
İbrahim Şahin’in yanındaydım. Bahçelievler’deki
çatışmada imzamı attım. 15 kişi ölmüştü orada.
Hata yaptıysam bedelini ödemeye hazırım. Ama emri kim veriyorsa katil
odur. Ben tiksindim bu olanlardan.

Şimdi o dönem bize başkanlık yapan İbrahim Şahin’in şu anki
halini görüyorum da çıldırıyorum. Adli Tıp’ta
rapor peşinde. Hafıza kaybı yaşıyormuş. Biz onun odasına girmeden
önce salâvat getirirdik. Şimdi düştüğü duruma
bakın! Beni kandıramazsın İbrahim Şahin. O alacağın deli raporunun
arkasına sığınamazsın. Çünkü tüm cevaplar onda.
Mehmet Ağar da çıksın hesabını versin…”

 

Ankara 11. Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı’na,
Sanık Mehmet Kemal AĞAR’ın yargılandığı 2008/398 esas sayılı
dosyası kapsamında bir kez daha başvuruda bulunduk.

Eski hükümlü özel harekâtçı polis memuru
ve susurluk çetesi üyesi Ayhan ÇARKIN’ın yukarıda
yer verdiğimiz ifadelerinde;

PERPA BASKINI olarak hatırlatılan olayda katledilen eşi Erdoğan ŞAKAR
yönünden, müvekkilimiz Hanım ŞAKAR’ın,

Çiftehavuzlar olayında katledilen Sabahat KARATAŞ
yönünden, yakını müvekkilimiz Reşat KARATAŞ’ın, />

Yakınları İbrahim İLÇİ ve Yücel ŞİMŞEK’i 12 Temmuz
1991 katliamında kaybeden müvekkillerimiz İsmail Hakkı İLÇİ
ve Hüseyin ŞİMŞEK’in avukatları olarak buradayız.

Sadece onların değil, kontr-gerilla tarafından katledilmiş,
kaybedilmiş, infaz edilmiş binlerce insanın anılarını canlı tutmak ve
yakınlarının adalet talebini seslendirmek için mücadele
ediyoruz.

Siyasal önderler, sendika öncüleri, sosyalistler, aydınlar
ve devrimciler katledildiler. Ancak sözde suçlamalarla
açılan davaya katılmamıza bugüne kadar izin verilmedi.

Mahkeme daha önceki değerlendirmelerinde müdahale talebinde
bulunduğumuz eylemlerin “iddianame ile belirlenmiş sevk eylemlerinden
olmamasını” ret kararına gerekçe göstermişti.

            İfade
sahibi eski hükümlü polis memuru Ayhan
Çarkın’ın, mahkeme önünde davası süren
örgütün üyesi olmaktan ceza aldığı ve mahkemenin
incelediği dönem hakkında konuştuğu ortadadır.

Bu durumda Ayhan Çarkın, mahkemece sanık Mehmet Kemal
Ağar’ın “örgüt yöneticiliği” suçu
yönünden tanık olarak dinlenmelidir.

Mahkemeden Ayhan ÇARKIN’ın özel yetkili savcılığa
verdiği ifadeleri celp etmesini istedik. Çünkü bu mahkeme
huzurdaki yargılamada sanık Mehmet Kemal Ağar’ın adı geçen
örgütün yardım yatakçısı, üyesi veya
yöneticisi olup olmadığına ancak bu beyanlar incelenerek ve ek
iddianame ile açılacak davalar bu davayla birleştirilerek karar
verilebilecektir. Mahkemeden bütün bu girişimlerin
sonuçlarını beklemesini ve daha önce bir karar vermemesini
istedik.

Aksi takdirde, ne sanığın yargılandığı örgütün
gerçek suçları ve çapı, ne de sanığın bu
örgüt içerisindeki özel konumu ortaya
çıkarılabilecektir.

Mehmet AĞAR gerçek suçlarından yargılanmalıdır. Ayhan
ÇARKIN gerçek Suçlarından yargılanmalıdır.
İsimlerini ve eylemlerini bildiğimiz yüzlerce kontr-gerilla
tetikçisi ve yöneticisi halka karşı suçlarının
hesabını vermelidir.

Çağdaş Hukukçular Derneği bu hesap soruluncaya kadar,
suçluların izlerini sürmeye ve yakalarından tutmaya devam
edecektir.

           
Saygılarımızla.

Haberin  linkleri;
http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=229598,http://www.dikkathaber.com/haber...

 

Kaynak: Çhd

# İş cinayetlerinin sorumlusu işçilermiş

# İş cinayetlerinin
sorumlusu işçilermiş

Döneminde yaşanan iş kazalarının çokluğuyla dikkat
geçen Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer
Dinçer, son yaptığı açıklamada iş kazalarının sorumlusu
olarak yine meslek odaları, sendikalar ve işçileri gösterdi. />

"Kaza olduğunda kaza olan yeri parmağıyla gösterenler 3
parmağın da kendini gösterdiğini unutmamalı" diyen
Dinçer'e göre pek çok iş yerinde iş sağlığı ve
güvenliği tedbirleri alınmıyor ama alınan yerlerde de kazalar,
işçiler önlemlere uymadığı için yaşanıyor. 
Yani Ömer Dinçer'e göre asıl suçlu, Bakanlık ve
patronlar değil sendikalar ve işçiler!

Meslek hastalığı ve iş güvenliği konularında önemli
düzenlemeler yapıldığını iddia eden Dinçer'in
çalışma bakanı olduğu ülkede resmi verilere göre yılda
80.000 iş kazası yaşanıyor, 1200 işçi iş kazalarında
yaşamını yitiriyor. Her 10 saatte bir çalışan(günde 3
çalışan) yaşamını kaybediyor ve her 6 saatte bir çalışan
sürekli iş göremez hale geliyor.

Ömer Dinçer daha önce de işçi sağlığı ve
işgüvenliği denetimindeki yetersizlikle ilgili Türk Mühendis
ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ve Türk Tabipleri Birliği’ni
(TTB) suçlamıştı. TMMOB ve TTB ise Bakan'ın "iş
cinayetleri bakanı" olarak tarihe geçeceğini ifade
etmişti.

 

Kaynak: Evrensel

Maden İşçileri Zehirlendi

Maden İşçileri
Zehirlendi

Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Karadon Müessesesi
Gelik İşletmesi'nde meydana gelen degaj patlamasında, 10 maden
işçisi metan gazından zehirlendi.
TTK Karadon Müessesesi Gelik İşletmesi'nde yerin eksi 360 metre
altında meydana gelen degaj patlaması nedeniyle 10 maden işçisi
oluşan metan gazından zehirlendi.

Maden işçileri Atatürk Devlet ile Karaelmas Üniversitesi
Tıp Fakültesi hastanelerine kaldırıldı.

 

Kaynak: Etha

İTÜ GERİCİLİĞE TESLİM OLMUYOR

İTÜ GERİCİLİĞE TESLİM
OLMUYOR

İTÜ Maslak Kampüsü’nde, geçtiğimiz hafta 3
üniversiteliye saldıran Anadolu Gençlik Derneği üyeleri
dünde benzer bir saldırı gerçekleştirmeye çalışmış
ama üniversiteliler tarafından
püskürtülmüştü. Ardından okula çevik kuvvet
sokulmuş ve polis koruması altına alınan grup yine polis barikatı
eşliğinde okulu terk etmek zorunda kalmıştı.


MÜCADELE KARARLILIKLA SÜRECEK
Geçtiğimiz hafta ve dün yaşananların ardından
üniversitelerinde gericileri istemeyen yaklaşık 250 üniversiteli
bugün İTÜ Maslak Kampusu’nda bir yürüyüş
gerçekleştirdi. Sabah saatlerinde tüm fakültelerde ve
yemekhanede yapılan duyuruların ardından, öğle saatlerinde yemekhane
önünde toplanan üniversiteliler saat 12:30’da
‘İTÜ Gericiliğe Teslim Olmayacak’ pankartı taşıyarak
yürüyüşe başladı. Yürüyüş boyunca
“İTÜ’de gerici istemiyoruz”, “AKP defol
üniversiteler bizimdir”, “AKP dışarı bilim
içeri”, “Gericiliği İTÜ’den sileceğiz”
sloganları atan üniversiteliler gericilerin kendilerinde bu
özgüveni bulmalarının, saldırmalarının tesadüf
olmadığını; AKP’nin YÖK kadrolarıyla beraber
üniversitelerdeki gerici, piyasacı dönüşüme vites
arttırdığını belirttiler. Süleyman Demirel Kültür Merkezi
önüne gelen üniversiteliler burada bir basın
açıklaması yaptı. Üniversiteliler, İTÜ’de
gericiliğe izin vermeyeceklerini ve bunun mücadelesini bugüne
kadar nasıl sürdürdülerse, bugünden sonra da aynı
kararlılıkla sürdüreceklerini belirttiler.

 

Kaynak: Birgün

BAT işçisi fabrikayı terk etmiyor

BAT işçisi fabrikayı
terk etmiyor

Samsun’un Engiz (19 Mayıs) İlçesi’nde kurulu bulunan
British American Tobacco’ya (BAT) ait sigara fabrikasında işveren
bugün (31 Mart) 120 işçinin işine son verdini
açıkladı. Hiçbir gerekçe gösterilmeden
çıkarılan 120 işçiden 108’i fabrikayı terk etmeyerek
direnişe geçti. Sabah saatlerinde başlayan direnişin ardından
fabrika yönetimi saat 12.30’da üretimi durdurmak zorunda
kaldı. Fabrika yönetimi, direnişi kırmak ve direnişin
yaygınlaşmasını engellemek için bugünkü tüm
vardiyaları iptal ettiklerini açıkladı.

Vardiyası biten ve direniş haberini alan işçiler de fabrika
önünde toplanmaya başladı. Fabrika önüne toplanan 150
işçi, arkadaşlarından haber almak istediklerini ve direniş
süresince fabrika önünde bekleyeceklerini duyurdular. Hemen
ardından fabrika içindeki 120 işçi hep beraber fabrika
kapısına gelerek bir basın açıklaması yaptı.

Çoğunluğu Tek Gıda-İş üyesi olan işçiler işten
çıkarmaların devam edeceği bilgisini aldıklarını
söylediler. AKP’nin Tekel fabrikalarını özelleştirdiğini
ve yeni sigara fabrikalarına da AKP’ye yakın isimlerin yönetici
olarak atandığını ifade eden işçiler işlerini geri alana kadar
fabrikayı terk etmeyeceklerini bildirdiler.

Fabrikada 550 işçi çalışıyor. İşten çıkarılan
işçilerin büyük bölümü daha önceden
kapatılan İzmir Tire’deki ve Tokat’daki fabrikada
çalışıyordu.

Direniş sürüyor. Gelişmeleri aktarmaya devam edeceğiz.
Kaynak: Sendika

SEÇİM ÖNCESİNDE YOĞUNLAŞAN, ADI KONULMAMIŞ İMAR AFFI GİRİŞİMLERİNİ ENDİŞEYLE İZLİYORUZ!

SEÇİM ÖNCESİNDE
YOĞUNLAŞAN, ADI KONULMAMIŞ İMAR AFFI GİRİŞİMLERİNİ ENDİŞEYLE
İZLİYORUZ!

TMMOB Şehir Plancıları Odası, yaklaşan seçim öncesinde
yoğunlaşan imar affı girişimleri üzerine 31 Mart 2011 tarihinde bir
basın açıklaması yaptı.

BASINA VE KAMUOYUNA

SEÇİM ÖNCESİNDE YOĞUNLAŞAN, ADI KONULMAMIŞ
İMAR AFFI GİRİŞİMLERİNİ ENDİŞEYLE İZLİYORUZ!

Ülkemizde geçmişten bu yana politikacıların seçimler
yaklaştığında depreşen "imar affı" hastalığının
bugünlerde de yeni bir salgına dönüşmek üzere olduğunu
dehşetle gözlemliyoruz.

1999 yılından önce "müşterisi bol" bir söylem
olan, ancak yaşanan depremler sonrasında bir süreliğine gözden
düşen imar affı söyleminin bugünlerde yeniden prim yapmaya
başladığını görüyor, deprem korkusunun imar affına
gerekçe oluşturmak amacıyla kullanılmasını da endişeyle
izliyoruz.

Bir yandan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Kadir
Topbaş‘ın dillendirmeye başladığı "kaçak yapıların
güçlendirilebilmesi amacıyla geçici olarak yapı kullanma
izin belgesi verilmesi" yönündeki öneri, diğer yandan
İstanbul Milletvekili Nusret Bayraktar ve arkadaşları tarafından
TBMM‘ne sunulan İmar Kanunu değişiklik teklifi, adı konulmamış
olsa da, ülke ölçeğinde kentlerden köylere,
yaylalardan ormanlara kadar uzanacak yaygın bir imar affı girişimidir. />

İstanbul‘da ve diğer kentlerimizde deprem açısından risk
taşıyan yapıların güçlendirilmesi ya da yenilenmesi,
içinde yaşayanların can güvenliğinin sağlanması zorunludur.
Ancak bu zorunluluk, "geçici" de olsa, hiçbir
mühendislik hizmeti almamış yapılara "yapı kullanma izin
belgesi" verilmesini, kamusal sorumluluğun kağıt üzerinde
geçiştirilmesini, yurttaşlarımızın "imar affı"
algılaması ile kandırılmasını, elde "geçici yapı kullanma
izin belgesi" ile ölümü beklemesine neden olunmasını
haklı kılmaz.

Sayın Nusret Bayraktar ve arkadaşları tarafından TBMM‘ne sunulan
ve esas komisyon olan "Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm
Komisyonu" tarafından "el çabukluğu ile" kabul edilen
"İmar Kanununda Değişiklik Teklifi", yalnızca imar affı
içeriği ile değil, planlama konusunda getirdiği değişikliklerle
de ülkemizi 50 yıl geriye götürecek vahim bir girişimdir. />

Teklifin yasalaşması durumunda;

·        İmar Kanunu‘nun
26‘ncı maddesinde yapılacak değişiklikle, ülkemizde köy
statüsüne sahip tüm yerleşmelerde; plansız ve ruhsatsız
yapılaşma çağlarına geri dönülecek, "köy
sayılan yerlerde" yaşayanlar, okullarına giden çocuklar,
camide namaza duran Müslümanlar, muhtar gözetiminde kaderleri
ile baş başa bırakılmış olacaktır.

·        İmar Kanunu‘nun
27‘nci maddesinde yapılan değişiklik sonucunda, köy
statüsüne sahip yerlerde yapılmış kaçak yapıların
tamamına yönelik "imar affı" çıkarılmış olacak,
yeni yapılaşmalarda plan, proje ve ruhsat aranmayacak, özendirici bu
girişimle köylerin çevresinde kaçak yapılaşma daha da
hızlanacak, özellikle büyük kentlere yakın konumdaki
köylerde "zengin kentli" işgali de hızlanacaktır.

·        Köyler ve
çevresinde var olan ve köylülerin yaşamlarını
sürdürmesi açısından korunması zorunlu olan tarım
alanları, bu alanlar 5403 sayılı Toprak Koruma Kanunu kapsamı dışına
çıkarıldığından, varsıl kesimlerin havuzlu çiftlik evleri
tarafından hızla işgal edilecektir.

·        İmar Kanunu‘na
eklenmesi istenen Ek Madde-4 ile; ülkemizin vazgeçilmez doğal
değerlerinden olan yaylalardaki işgaller yasallaştırılacak, kaçak
yapılar affedilecek, toplumun ortak malı olan meralar, yaylalar parsellere
ayrılarak 29 yıllığına devredilecek, 200 metrekare
büyüklükte villa yapımının önü açılacak,
yaylalarımızın talan edilmesi daha da hız kazanacaktır.

·        Ek maddenin
yürürlüğe girmesi halinde, Bakanlar Kurulu tarafından turizm
merkezi ilan edilen yaylalar ve meralar kullanıcılarının elinden
alınarak "turizmcilere" tahsis edilecek, yayladan geçimini
sağlayan yoksul köylüler ve hayvanları dışlanırken, yaylalar
yandaş uluslararası sermayeye devredilecektir.  

·        Ek madde ile
öngörülen bir başka imar affı da orman alanlarında
kaçak yapılmış tesislere getirilmiş olacak, yıkılması gereken
orman işgalcisi tesislerin yenilenmesi ve işletilmesinin önü
açılacak, orman işgalini özendirecek yeni bir adım daha
atılmış olacaktır.

AKP milletvekilleri tarafından "seçime beş kala"
TBMM‘ne getirilen değişiklik teklifleri, ülkemizde ağır-aksak
işleyen planlama ve imar süreçlerinde önemli bir "geri
adım" olmasının yanı sıra, seçim öncesi kentlerden
köylere, meralardan yaylalara ve ormanlara kadar kaçak
yapılaşmalara af getirmeyi amaçlayan, korunması gereken alanlarda
yapılaşmaları ve talanı hızlandıracak vahim bir girişimdir.

İstanbul Milletvekili ve arkadaşlarının girişimi ile İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanının söylemleri bir arada
değerlendirildiğinde, İstanbul merkezli bir "imar affı"
organizasyonunun varlığı dikkat çekmektedir.

Seçim öncesinde adı konulmadan sürdürülen,
söylentisi bile ülkemize çok şey kaybettirecek olan
"İmar Affı" konusunda, başta iktidar partisi olmak üzere
tüm partileri tavırlarını netleştirmeye ve kamuoyu ile paylaşmaya,
toplumun tüm duyarlı kesimlerini ülkemizin kentlerine,
köylerine, ormanlarına, meralarına, yaylak ve kışlaklarına sahip
çıkmaya çağırıyoruz.  

Kamuoyunun bilgisine saygıyla duyurulur.

 

Necati UYAR
TMMOB Şehir Plancıları Odası Genel Başkanı

İSTANBUL HALKININ YAŞAMI SİYASİ HESAPLARA KURBAN EDİLİYOR

İSTANBUL HALKININ YAŞAMI
SİYASİ HESAPLARA KURBAN EDİLİYOR

TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası, İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı Kadir Topbaş`ın imar affıyla ilgili
açıklamaları üzerine 30 Mart 2011 tarihinde bir basın
açıklaması yaptı.

İSTANBUL HALKININ YAŞAMI SİYASİ HESAPLARA KURBAN
EDİLİYOR

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, dün
AK Parti İstanbul İl Başkanlığı tarafından düzenlenen "2009
Yerel Seçimlerinin 2. Yılı Değerlendirme Toplantısı"nda
İstanbul‘un deprem sorununa çözüm üretmek adına
İstanbul‘daki kaçak ve ruhsatsız binalara deprem
güçlendirme izni verebileceklerini açıkladı.

Topbaş açıklamasında "Halkımız deprem riski taşıyan
binaları kullanmaya devam ediyor. Bu yapılar kullanımda olduğu
için müdahale edemiyorsunuz. Deprem güçlendirmesi
adına müracaat yapanlar belediyelerden ruhsat alamadığı için
bir çözüm gelmesi gerekiyor. Bununla ilgili bir af
sayılmayacak ama diğer taraftan geçici bir kullanım belgesi
verilmesi için çalışmalar yapıyoruz. Böyle bir
hazırlığımız var. Bunu, hükümete ve TBMM‘ye teklif
edeceğiz." ifadelerini kullanmıştır.

Türkiye‘nin bir deprem ülkesi olduğu sır değildir. Sayın
Topbaş‘ın İstanbul‘daki mevcut yapıların % 60-70‘inde
imara aykırılıklar olduğu yönündeki tespiti de doğrudur.
Odamız her platformda deprem fay hatları üzerinde bulunan hemen hemen
tüm illerimizde mevcut yapı stokunun sorunlu olduğuna, inşa halindeki
yapılarda ise denetimlerin yetersizliği ve yapı denetimin gereğince
uygulanmaması nedeniyle olası depremlerde çok sayıda insanımızın
hayatını kaybedeceğine dair endişelerini dile getirmektedir.

Deprem riski yüksek olan illerimiz arasında 15 milyona varan
nüfusuyla İstanbul‘un acil çözümler beklediği
biliniyor. Olası bir İstanbul depreminde kaçak yapılaşma, imar
yasasına ve yapı denetim yasasına uygun inşa edilmeyen binaların
varlığı nedeniyle tüm yapıların %40‘ının hasar
göreceği, %10‘unun yıkılacağı ve  100 binin
üzerinde insanımızın hayatını kaybedeceği varsayılmaktadır.. />

Ancak sorunun çözümünde birinci derecede yetkili olan
Kadir Topbaş, olası İstanbul depremi ile ilgili, meslek odalarının,
üniversitelerin ve bilim insanlarının uyarılarını dikkate almak
yerine insan yaşamını siyasi ranta çevirmeyi tercih etmektedir. />

Kadir Topbaş, denetimsizlik nedeniyle artan kaçak yapılaşmanın
hesabını vermek, denetimsizliğin önüne geçmek yerine
örtülü imar affına hazırlanarak sözüm ona deprem
için önlem aldığını, dolayısıyla insan yaşamını
önemsediğini iddia etmektedir.

Ancak unutulmamalıdır ki yapı stokumuzun bu duruma gelinmesinde merkezi
ve yerel yönetimlerin payı büyüktür. Her seçim
dönemi çıkarılan imar afları kaçak yapı sahiplerinde
"bir yolu bulunur" algısına yol açmaktadır.
Topbaş‘ın yaptığı talihsiz açıklama ne yazık ki bu
algıyı daha da pekiştirecektir.

Japonya depremi sonrası toplumsal duyarlılığın arttığı bir
süreçte mevcut yapıların depreme karşı
güçlendirmesi gerekliliğinden yola çıkarak yapılan
örtülü imar affı önerisi seçim öncesi umut
tacirliği yaparak halktan oy alma çabalarından öte bir anlam
taşımamaktadır.

Ruhsat almaksızın inşa edilen kaçak yapılar gerek projelendirme
gerekse imalat sürecinde hiçbir şekilde mühendislik hizmeti
almamış yapılardır. Varsa projelerinin deprem yönetmeliğine uygun
olup olmadığı bilinmemektedir. İmalat süreci denetlenmediği
için kullanılan malzemelerin standartlara uygun olup olmadığı da
bilinmemektedir.

Dahası Topbaş‘ın önerisi kendi içinde
uygulanabilirliği ve mühendislik hesapları yönünden de
sakıncalar barındırmaktadır. Sayın Topbaş mevcut her yapının
güçlendirebileceğini varsaymaktadır. Bu mantık hatalıdır.
Deprem güvenli yapı için güçlendirme önerilen
yöntemlerden biri olmakla birlikte her bina için uygulanamaz. />

Mevcut bir yapının güçlendirilmesine ya da yıkılıp yeniden
yapılmasına, yapının tasarımı, güçlendirme maliyeti ve
benzeri etkenlere bakılarak karar verilir. Örnekse, bir yapının
güçlendirme maliyeti yıkılıp yeniden yapılma maliyetinin
%40‘ını aşıyorsa bu yapının güçlendirilmesi tercih
edilmez. Topbaş‘ın önerisinin uygulanabilirliği teknik anlamda
da sorunludur.

Bir deprem coğrafyasında bulunan ülkemizde merkezi ve yerel
yönetimlerin yapması gereken imar afları uygulamalarını teşvik
etmek değil, cezai yaptırımlar ve yoğun denetimlerle kaçak ve imar
dışı uygulamaların önüne geçecek önlemleri
almaktır.

Ostrov (Ada) / Fyodor Khitruk

Ostrov (Ada) / Fyodor
Khitruk

"Issız bir adaya düşmekten daha kötüsü
kapitalizmin seni bulmasıdır."

Animasyonu günlük hayat içersindeki kuşatılmışlık
olarak izleyebileceğiniz gibi, “gelişmiş ülkelerin”
“üçüncü dünya”ya bakışını da
çıkartabilirsiniz.

30 Mart 2011 Çarşamba

Ankara’nın Havası İnsan Sağlığını Tehdit Ediyor!

Ankara'nın Havası İnsan
Sağlığını Tehdit Ediyor!

1990’lı yıllarda hava kirliliği yüzünden yaşamın
durma noktasına geldiği Ankara’da tehlike çanları tekrar
çalıyor. 2011 yılının ilk üç ayındaki hava kirliliği
değerleri acil önlemlerin alınmasını gerektiren ‘uyarı
eşiğini’
aştı.

Çevre ve Orman Bakanlığı’na ait Cebeci Hava Kalitesi
Ölçüm İstasyonunun kirlilik ölçümlerinde
havadaki NO2 derişimi uyarı eşiği olan 400
µg/m3 değerini odamızın tespit edebildiği kadarıyla
altı kere aştığı halde kamuoyuna hiçbir uyarı yapılmamıştır.
Üstelik 11-18 Şubat 2011 tarihleri arasındaki kirlilik değerlerinin
ölçüm raporlarında neden yer almadığı
anlaşılamamaktadır. Demetevler istasyonunda ise uyarı eşiği
2011’in ilk üç ayında 5 kez aşılmıştır. Bu istasyona
ait ölçüm raporlarında da 29-31 Ocak 2011 tarihleri
arasındaki ölçüm değerleri yer almamaktadır. Demetevler
ve Cebeci istasyonlarında değerlerin kötüye gittiğini gören
Bakanlık yetkililerinin ölçümleri yayınlamayı durdurup
kirlilik normale döndüğünde tekrar yayımlamaya
başladıkları şüphesi oluşmuştur. Çevre ve Orman
Bakanlığını söz konusu tarihler arasındaki NO2
derişimlerini açıklamaya davet ediyoruz.

 

İstasyon

NO2 için Limit Değerin (300 µg/m3) Aşıldığı
Gün Sayısı

NO2 için Uyarı Eşiğinin (400 µg/m3) Aşıldığı
Gün Sayısı

Cebeci

10

6

Demetevler

23

5

Hava Kalitesi Değerlendirme ve Denetim Yönetmeliğinin 4. maddesinde
Uyarı Eşiği şöyle tanımlanmaktadır :
“Aşıldığında, nüfusun geneli için kısa süreli
maruz kalmadan dolayı insan sağlığına bir riskin söz konusu olduğu
ve ilgili yetkili merci tarafından acil önlemlerin alınacağı
seviye”.

Aynı yönetmeliğin 13. maddesinde Bakanlığın görevi
şöyle tanımlanmaktadır: “Bir uyarı eşiği
aşıldığında, detaylar kamuoyuna radyo, televizyon ve benzeri basın
yayın organları aracılığıyla açıklanır.

Uyarı eşiğinin aşıldığı, ölçüm istasyonlarının
verileriyle sabittir. Buna rağmen Çevre ve Orman Bakanlığı tespit
edebildiğimiz kadarıyla ne acil bir önlem almış ne de kamuoyuna
ayrıntılı bir açıklama yapmıştır.

Hava kalitesini olumsuz etkileyen birincil kirleticilerin başında gelen
azot dioksit (NO2) gazı, özellikle yüksek
sıcaklıklarda gerçekleşen yanma süreçlerinin
ürünü olan NO gazının oksitlenmesi sonucunda oluşmaktadır.
Motorlu taşıtlar ve yüksek sıcaklıklarda yanma
süreçlerine sahip endüstriler bu kirleticinin en önemli
dış ortam kaynakları arasındadır.

Azot dioksit gazının insanların solunum sistemlerine zararlı olduğu
bilinmelidir. Bu gaza maruz kalma durumunda akciğer fonksiyon bozuklukları
ve nefes borusu reaktivitesinde artışlar meydana gelmektedir. Bu gaz aynı
zamanda asit yağmurlarının oluşumunda önemli rol oynamaktadır.

Piyasanın insafına terk edilen şehircilik politikaları Ankaralıların
sağlığını tehdit etmektedir. Azot dioksit gazının en önemli
kaynağı motorlu taşıtlardır. Ankara’da metro inşaatını
bitiremeyen Büyükşehir Belediyesi hem kenti bir trafik
bunalımına sokmuş hem de başkentlilerin sağlığına yönelik
tehditlere seyirci kalmıştır. Çevre ve Orman Bakanlığı derhal
üzerine düşeni yapmalı ve acil eylem planını hazırlayarak
kamuoyuna sunmalıdır.

Kimya Mühendisleri Odası bünyesinde kurduğumuz Hava Kalitesi
Takip Merkezi yurttaşlarımızın hava kirliliği konusunda
bilgilendirilmeleri için çalışmalarını
sürdürmektedir.

Kamuoyuna saygıyla duyururuz.

 

TMMOB Kimya Mühendisleri Odası

Ankara Şubesi

Yönetim Kurulu

 

width="400" />

 

width="400" />

Yürüyüş Dergisinin Kapısı "Hukuka Uygun" Kırılmış!

Yürüyüş Dergisinin
Kapısı "Hukuka Uygun" Kırılmış!

Haftalık dergiye yapılan baskında kapının kirişleri
sökülerek içeri girilmesi ve büronun duvarlarının
tahrip edilmesi "hukuka uygun" bulundu. Avukatlar ise işlemin
basın özgürlüğüne aykırı olduğunu
söylüyor.

Haftalık Yürüyüş dergisinin bürosuna yapılan
baskında verilen maddi zarara karşı yapılan şikayet "kovuşturmaya
yer olmadığı" gerekçesiyle reddedildi.

bianet'e konuşan Avukat Oya Aslan, derginin yayına hazırlandığı
Ozan Yayıncılık'ın kapısı kirişlerinden
söküldüğünü, bilgisayarların ve duvarların zarar
gördüğünü ve kitaplara zabıt tutulmadan el konulduğunu
söyledi.

Şişli Cumhuriyet Savcısı Sait Kunt imzalı "kovuşturmaya yer
olmadığına dair kararda", işlemin Ankara 11. Ağır Ceza
Mahkemesi'nin kararına istinaden gerçekleşmiş olduğu yer
aldı.

Karara göre, "maddi delillerin yok edilmesi için"
işyerinin kapısı kırılarak içeri girildi ve görevli polis
memurlarının sorumluluğu yok.

Aslan, şikayete verilen yanıtın, işyerinin tamamen tahrip edilmesinin ve
verilen maddi zararın "hukuka uygun olduğunu" ifade ettiğini
söyledi.
"Baskın AİHS'in ifade özgürlüğü
maddesine aykırı"

Derginin İstanbul Şişli'de bulunan bürosu, 24 Aralık
2010'da sabaha karşı 04.00 sıralarında basılmıştı. Helikopterin
de kullanıldığı baskında, derginin yayına hazırlandığı Ozan
Yayıncılık'ın kapısı kirişlerinden söküldü.

Baskında içerisi tamamen dağıtılarak, kitaplara el konuldu. El
konulan kitaplar için zabıt tutulmadı.

Duvarlar delinerek tuğlaların içi kontrol edildi. İç
kapılar da balyozla söküldü, derginin bilgisayarlarına ve
arşivine el konuldu.

Gözaltına alınan dergi çalışanları Remzi Uçucu, Kaan
Ünsal, Naciye Yavuz, Musa Kurt, Halit Güdenoğlu, Cihan Gün,
Mehmet Ali Uğurlu tutuklanarak Sincan F tipi Cezaevi'ne
gönderilmişti.

Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul Şube
Başkanı Avukat Taylan Tanay da, işlemlerin hukuka aykırı olduğunu ve
baskının, Anayasanın 26. maddesi ile Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nin (AİHS) ifade özgürlüğü
hakkını düzenleyen 10. maddesini ihlal ettiğini
açıklamıştı.

 

Kaynak: Bianet

"Öldürülüp Bir Mezartaşı Olmayan 10 Bin İnsan Var"

"Öldürülüp Bir
Mezartaşı Olmayan 10 Bin İnsan Var"

ÇHD'den Kozağaçlı, çeşitli yollarla
öldürüldükten sonra ailelerine teslim edilmemiş olan
yaklaşık on bin kişi olduğunu söyledi. Kozağaçlı
hazırladıkları toplu mezar protokolünü bianet'e anlattı. />

"Burada yatan insanların da ailelerinin de bir mezar taşına
ihtiyacı var. Ayrıca toplumun da bu sorunla yüzleşmesi ve yasal
olarak hesap sorulması gerekiyor."

Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Genel Başkanı
Avukat Selçuk Kozağaçlı, bianet'e, toplu mezarlarla
ilgili hazırlamakta oldukları protokolü anlattı.

Protokol; ÇHD, Adli Tıp Uzmanları Derneği (ATUD), Türk
Tabipleri Birliği (TTB), İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Türkiye
İnsan Hakları Vakfı'nın (TİHV) ortak çalışmasıyla
hazırlanıyor.

Kozağaçlı, protokolle ilgili şu bilgileri verdi:

* Protokolü hazırlarken araştırma ve incelemelerimiz yanı sıra
toplu mezar açılışlarına da katılacağız. Başvurularda
bulunmaya devam edeceğiz. Bu yaz tamamlamış olacağımızı
düşünüyorum.

* Arkeologlar, hukukçular, adli tıp uzmanları gibi mesleklerden
uzmanlar bir araya gelerek, insan kalıntısı bulunduğu tahmin edilen
coğrafi alanların kazılmasıyla ilgili kuralları belirleyeceğiz.

* Gözaltında kayıplar, faili meçhuller ve toplu katletmeler
yoluyla bu mezarlar oluşturuldu. Bu yollarla
öldürüldükten sonra ailelerine verilmeyen, mezar taşına
sahip olmayan yaklaşık on bin kişi olduğunu tahmin ediyoruz.

* Burada yatan insanların da ailelerinin de bir mezar taşına ihtiyacı
var. Ayrıca toplumun da bu sorunla yüzleşmesi ve yasal olarak hesap
sorulması gerekiyor.

* Birleşmiş Milletler (BM) başta olmak üzere otopsi ve diğer
konularda uluslararası mutabakatlar mevcut. Bu ilkeler Bosna'da da
geliştirildi. Ancak, uluslararası ilkeleri gözeten ama aynı zamanda
Türkiye standartlarına uygun kurallara ihtiyaç var.

* Sorunun, sadece sivil inisiyatifle çözülmesi
mümkün değil. Çalışma tamamlandığında Adalet
Bakanlığı ve Adli Tıp Kurumu başta olmak üzere ilgili kamu kurum ve
kuruluşlarıyla paylaşacağız.
Eşinin kemiklerini arayan kadına gözaltı

İlk toplu mezarın bulunduğu Siirt'teki Newala Qesaba'ya (Kasaplar
Deresi) Pazartesi günü (28 Mart) yapılan yürüyüşe
on binlerce kişi katılmıştı.

Yürüyüşün ardından, Barış Grubu Üyesi
Aygül Bidav, 1987'de öldürülen eşinin de burada
bulunduğunu söyleyerek savcılığa başvurunca tutuklandı.

Bidav, 1987'de Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde hakkında
açılan bir dava nedeniyle tutuklandı. Bidav, 29 Ekim 1999'da
Avrupa'dan gelen sekiz kişilik Barış Grubu'yla Türkiye'ye
gelmişti.
Her gün yeni bir toplu mezar çıkıyor

Siirt'in Eruh ilçesine bağlı Dalkurur köyünde, 13
kişilik bir toplu mezar bulundu. mezardaki cenazelerin, 1997'de
çıkan çatışmada öldürülen PKK'lilere ait
olduğu ifade edildi.

Mezar, olaya şahit olan ve ismini vermek istemeyen bir
köylünün Siirt İHD Şubesi'ne başvurmasıyla
açığa çıktı. Görgü tanığı, cenazelerin
toprağa gömülmeden gelişigüzel kayalıklara
bırakıldığını söyledi.

Diyarbakır'ın Bismil ilçesinde 1993 ve 1994'te yaşanan iki
ayrı çatışmada öldürülen yedi PKK'linin de
Bismil Sanayi Mezarlığı'na gömüldüğü
açıklandı. Görgü tanıklarının ifadesine göre,
cenazeler ailelerine haber verilmeden ve otopsi yapılmadan topluca
gömüldü.

 

Kaynak: Bianet

Konak Belediye işçileri muhatap bulamıyor

Konak Belediye işçileri
muhatap bulamıyor

Konak Belediyesi önünde haftalardır "iş ve sendika
hakkı" için direnen işçiler muhatap bulamıyor.
İşçilere, Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu
da, "Mevzuat var, ben sizin için bir şey yapamam" dedi. />
Haftalardır Konak Belediyesi'nin önünde direnişte olan
işçiler, dün, CHP'nin aday adayı tanıtım toplantısını
protesto etti. Toplantının yapıldığı Kent Arşivi Müzesi
önünde eylem yapan işçiler, "Hangi yüzle oy
isteyeceksiniz" diye sordu.

Eylemin ardından Konak Eski Sümerbank önüne
yürüyerek, oturma eylemi yapan direnişçi işçiler
burada Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu ile
karşılaştı.

İşçiler, Kocaoğlu'na "Bizi ne zaman göreceksiniz?
Taşeron sorununu ne zaman çözeceksiniz? Sizin tek başınıza
iktidar olmanızı mı bekleyeceğiz? Ya iktidar olmazsanız?"
sorularını yöneltti, yardım istedi.

Kocaoğlu ise işçilerin sorusu karşısında sadece, "Mevzuat
var, ben sizin için bir şey yapamam" demekle yetindi.

'TAŞERONA SON VERDİK' DEMİŞTİ

Geçtiğimiz günlerde 3 bine yakın taşeron işçiyi,
belediye şirketlerine geçiren Kocaoğlu, "Taşerona son
verdik" şeklinde açıklamalar yapmıştı.

 

Kaynak: Etha

44 bin 4/C'liye darbe

44 bin 4/C'liye
darbe

AKP Hükümeti, Anayasa Mahkemesi’ni “yeniden
yapılandırma”sından ilk meyvesini aldı. Tekel işçileri de
dahil olmak üzere 44 bin 4/C’liyi yakından ilgilendiren
4/C’yle istihdamın iptaline ilişkin başvuru Anayasa Mahkemesi
tarafından reddedildi.

TEKEL işçilerinin 78 günlük Ankara direnişi sırasında,
Danıştay’ın 4/C’nin iptaline ilişkin bir başvuruyu Anayasa
Mahkemesi’ne götürmesiyle, başta TEKEL işçileri
olmak üzere 4/c’lilerde bir beklenti oluşmuştu. Anayasa
Mahkemesi’nden en son Eylül ayı içerisinde bir karar
beklenirken, mahkeme konuyu gündemine almamış, karar bugüne kadar
bekletilmişti. Anayasa Mahkemesi’nde Başkanın gündemi
belirliyor olması ve 4/C’nin gündeme alınmasının bugüne
kadar bekletilmesi, kararın hükümetin istediği yönde
çıkacağı yorumlarını da beraberinde getirmişti.

Henüz Anayasa Mahkemesi’nden resmi açıklama yapılmadı.
Ancak başvurunun reddi, yani 4/c ile istihdamın anayasaya aykırı
olmadığı yönündeki kararla birlikte iç hukuk yolları da
tüketilmiş oldu. Tekel işçilerinin ve 4/C’lilerin
şimdiki umudu AİHM’den çıkacak kararda.

 

Kaynak: Evrensel

'NATO kapatılsın, üsler müze olsun'

'NATO kapatılsın, üsler
müze olsun'

İzmir'deki NATO üssünün Libya'daki işgalin komuta
merkezi olarak kullanılmasına tepkiler devam ediyor. "İzmir savaşın
değil, barışın kentidir" diyen sendikalar, Türkiye'de
bulunan tüm NATO üslerinin kapatılarak müze yapılmasını
istedi.
DİSK, KESK ve TMMOB üyeleri, dün akşam yaptığı eylemle, NATO
üslerine karşı tepkilerini "İzmir savaşın değil, barışın
kentidir" diyerek gösterdi.

Sümerbank önünde toplanarak İSKİ önüne
yürüyen işçi ve emekçiler, "Tüm NATO
üsleri kapatılsın. İzmir savaşın değil barışın kentidir"
yazılı pankart taşıdı. Direnişteki Konak Belediyesi işçilerinin
de katıldığı yürüyüşte, "Yaşasın halkların
kardeşliği", "Silahlar sussun üsler kapatılsın",
"Tayip sonun Mübarek olsun", "Yaşasın enternasyonal
dayanışma" şeklinde sloganlar atıldı.

TMMOB İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri Ferdan Çifçi,
diktatörlüğe karşı sokaklara çıkan Libya halkına
karşı Kaddafi'nin acımasızca saldırdığını söyledi.
Çiftçi, emperyalist ülkelerin ise bunu fırsata
çevirerek Libya'ya müdahale ettiğini belirtti.

Ferdan Çifçi, ilk müdahalenin Sirte Havalimanı'na
yapıldığını ve burada yüzlerce sivilin
öldüğünü hatırlattı. Emperyalistlerin
amaçlarının hemen açığa çıktığını ifade eden
Çifçi, "Irak ve Afganistan örneklerinde olduğu gibi
Libya'da emperyalistlerin ne güttükleri ortadadır"
dedi.

Tunus ve Mısır'da olduğu gibi halkın diktatörleri yıkarak
özgürlüklerini elde edeceklerini söyleyen
Çifçi, "Türkiye hükümetinin de, bu
emperyalist saldırıya yeşil ışık yakmış olması ve başta asker
gönderme tezkeresi olmak üzere, İzmir'in saldırı
üssü olarak kullanılmasına izin vermesi utanç
vericidir" dedi. Ferdan Çifçi, CHP'nin de bu
saldırıya destek verdiğini hatırlattı, "Libya halkı için
timsah gözyaşları dökmektedirler" dedi.

Başta Buca'daki olmak üzere Türkiye'deki NATO
üslerinin kaldırılmasını isteyen Ferdan Çiftçi
taleplerini şu şekilde sıraladı:

"Buca'daki eski Kızılçullu Köy Enstitüsü
alanında kurulu bulunan NATO üssü Köye Enstitüleri ile
ilgili bir eğitim müzesi haline getirilmelidir. İzmir'i ve
tüm Türkiye'yi savaş üssü haline getirecek füze
kalkanı kurulmamalıdır. Bölgede ve ülkemizdeki ABD ve
emperyalist güçlerin varlığına son verilmeli, NATO'dan
çıkılmalı. Kaddafi kendi halkının özgürlük
taleplerine kulak vermelidir. Tezkere bir an önce iptal edilmeli ve
asker geri çağrılmalıdır."

 

Kaynak: Etha

1 Mayıs'ta 1 milyon kişiyle Taksim'e

1 Mayıs'ta 1 milyon
kişiyle Taksim'e

Sendika ve meslek örgütleri, 1 Mayıs İşçi Bayramı
hazırlıklarına başladı. "Susmayacağız, 1 Milyon kişi ile
Taksim'deyiz" şiarıyla kutlanacak olan 1 Mayıs'ta, emeğin
haklarının korunmasının yanı sıra, özgürlük ve demokrasi
talepleri de dile getirilecek.
DİSK, KESK, TMMOB ve TTB, "Susmayacağız, 1 Milyon kişi ile
Taksim'deyiz" şiarıyla kutlanacak olan 1 Mayıs İşçi
Bayramı çalışmalarının startını verdi. Konuya ilişkin DİSK
Genel Merkezi'nde basın toplantısı düzenlendi.

DİSK Genel Sekreteri Tayfun Görgün, TMMOB Genel Başkanı Mehmet
Soğancı ile sendika ve meslek örgütü temsilcilerinin
katıldığı toplantıda, "yoksulluğa, eşitsizliğe, hak ve
özgürlüklerin gasp edilmesine ve doğal kaynakların tahrip
edilmesine karşı" herkese 1 Mayıs'a katılma çağrısı
yapıldı.

EŞİTLİK, ÖZGÜRLÜK VE ÖZLEMLERİ İÇİN
ALANLARDA OLACAKLAR

DİSK Genel Sekreteri Görgün, 1 Mayıs 2011 kutlamalarının,
işsizlik ve yoksulluğun kalıcılaştığı, emeğin kazanılmış
haklarına yönelik ciddi saldırıların yaşandığı ve siyasal
iktidarın baskı ve şiddetinin arttığı koşullarda yapılacağını
söyledi.

Görgün, "Bu koşullarda gerçekleştireceğimiz 1
Mayıs bayramı, eşitlik ve özgürlük talebimizi ve
özlemimizi haykıracağımız, son derece önemli bir gün
olacaktır" dedi.

DİSK, KESK, TMMOB ve TTB olarak diğer emek ve meslek örgütleri
ile siyasi partilere çağrıda bulunan Görgün,
Türkiye'nin dört bir yanındaki kutlamalarla birleşik,
kitlesel ve özüne uygun bir 1 Mayıs için
çalışmalar yürüteceklerini söyledi.

Görgün, 1 Mayıs çalışmaları ekseninde oluşturulacak
birlik ile ilgili daha sonra açıklama yapacaklarını bildirdi.

SÖMÜRÜ ARTIYOR

'Torba Yasa' ile AKP hükümetinin, ulusal istihdam strateji
belgesi adı altında emeğin haklarına yönelik saldırılarının
deşifre olduğunu ifade eden Tayfun Görgün şöyle konuştu:
"Sosyal korumadan ve sendikal haklarından mahrum milyonlarca
işçi için ağır ve yoğun bir çalışma rejiminin yeni
taşları örülmeye çalışılmaktadır. Mücadele
edilmesi gereken tipik istihdam biçimlerine yasal bir kılıf
bulunmaya çalışılmakta, işsizlik sorununu en ağır bir
biçimde yaşayan gençlerin deneyimsizlikleri, onları daha
fazla sömürmenin aracı haline getirilmekte, stajyer ve
çırak sömürüsü güçlendirilmeye
çalışılmaktadır. Bunun yanından açlık sınırının
altında belirlenen asgari ücretin daha da düşürülmesi
amacı ile başta bölgesel asgari ücret uygulaması olmak
üzere yeni araçlar gündeme sokulmaktadır."

'AKP MUHALEFETİ SUSTURUYOR'

DİSK Genel Sekreteri, AKP hükümetinin kendisine yönelecek
tepkileri sindirmek ve bastırmak için, her türlü demokratik
muhalefeti, darbecilik olarak adlandırdığını, demokratik talepleri
susturmak için darbe dönemlerini aratmayacak uygulamaları hayata
geçirdiğini vurguladı. Görgün, muhalif gazeteci Ahmet
Şık'ın basılmamış kitabına yönelik operasyonun, AKP'nin
"ileri demokrasi"sinin ne olduğunu gösterdiğini
söyledi.

BARIŞ YAŞAMSAL BİR TALEP

Türkiye'nin emperyalist devletlerin çıkarları için
kendini feda ettiğini dile getiren Görgün, bundan dolayı
kaygılı olduklarını belirtti.

Kürt halkının demokratik taleplerinin göz ardı edilmesinin,
onların temsil süreçlerinin engellenmesinin, Kürt
siyasetçilerin tutuklanmasının Türkiye açısından son
derece olumsuz sonuçlara yol açabileceğini vurgulayan
Görgün, şöyle konuştu: "Her gün yeni bir toplu
mezar ortaya çıkarken, Kürt halkına yönelik inkar ve imha
politikalarında sürdürülen ısrar, otoriter bir algılamanın
ürünü olarak varlığını sürdürüyor. Bu
nedenle ülkede ve bölgede barış talebimiz ısrarla savunmamız
gereken yaşamsal bir taleptir."

DÜNYA EKOLOJİK BİR KRİZE SÜRÜKLENİYOR />

Japonya'da nükleer santral faciasının dünyayı ekolojik bir
krize sürüklediğini de sözlerine ekleyen DİSK Genel
Sekreteri Görgün, insanlık için yaşamsal kaynakların
kapitalizmin doymak bilmez ihtiyaçları için hızla
tüketildiğini ve böylelikle kendi sonunu hazırladığını ifade
etti.

1 MİLYON KİŞİ İLE OMUZ OMUZA

Emek ve meslek örgütleri olarak, "emeğin haklarının yok
edilmeye çalışıldığı, ülkenin bir sivil diktaya doğru
yöneldiği bir süreçte, yoksulluğa, eşitsizliğe, hak ve
özgürlüklerin gasp edilmesine ve doğal kaynakların tahrip
edilmesine karşı" seslerini yükselteceklerini dile getiren Tayfun
Görgün, 1 Mayıs'ta devrimcileri, demokratları, sosyalistleri,
yurtseverleri, kadınları, erkekleri, tüm emekten yana kesimleri 1
Mayıs'ta 1 milyon kişi ile omuz omuza olmaya çağırdı.

 

Kaynak: Etha

Meçhul Öğrenci Anıtı'ndan korktular...

Meçhul Öğrenci
Anıtı'ndan korktular...

Geçtiğimiz yıl üniversite harcını ödeyebilmek
için çalıştığı inşaattan düşerek hayatını
kaybeden Ömer Çetin'in anısına yaptıkları Meçhul
Öğrenci Anıtı'nı okul yerleşkesine dikmek isteyen Muğla
Üniversitesi öğrencilerine üniversite yönetimi izin
vermedi.

Muğla Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Çağdaş
Türk Edebiyatı 2. sınıf öğrencisi Ömer Çetin (20),
geçtiğimiz yıl Ağustos ayında çalıştığı inşaattan
düşerek hayatını kaybetmişti. Ömer Çetin,
üniversite harcını ödeyebilmek için İstanbul
Ataşehir’deki Rotary Lisesi’nin inşaatında günlük 30
TL yevmiye ile çalışırken inşaatın 3. katından
düşmüştü. Sene başından bu yana üniversite
yerleşkesine Ömer Çetin'in büstünü dikmek
için mücadele eden Muğla Üniversitesi öğrencileri,
adına Meçhul Öğrenci Anıtı verdikleri büstü
bugün üniversite yerleşkesine dikmek istedi ancak
rektörlük jandarma ekiplerini okula çağırarak anıtın
dikilmesini engelledi.

Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
öğrencileri tarafından yapılan büstü, yerleşkeye dikmek
amacıyla öğrenciler ilk olarak Fen-Edebiyat Fakültesi
önünde toplandı. Üniversite yönetiminin talebi
üzerine okula giren Muğla İl Jandarma Komutanlığı ekipleri,
''Ömer Okula Geri Dönüyor'' yazan pankart
taşıyan öğrencileri yaptıklarının yasalara uygun olmadığı
yönünde uyardı.

Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
öğrencileri tarafından yapılan büstü, yerleşkeye dikmek
amacıyla öğrenciler ilk olarak Fen-Edebiyat Fakültesi
önünde toplandı. Üniversite yönetiminin talebi
üzerine okula giren Muğla İl Jandarma Komutanlığı ekipleri,
''Ömer Okula Geri Dönüyor'' yazan pankart
taşıyan öğrencileri yaptıklarının yasalara uygun olmadığı
yönünde uyardı.

Jandarma ekiplerinin uyarısı sonrasında öğrenciler ellerinde
taşıdıkları pankartlarla üniversite yerleşkesi girişine kadar
jandarma ve özel güvenlik görevlileri eşliğinde
yürüdü. Jandarma ekiplerinin büstün yerleşkeye
sokulmasına izin vermemesi üzerine, üniversite hocaları;
yürüyüşe izin verilmesi gerektiğini ve çocuklara
hiç bir müdahalede bulunulmaması konusunda uyarıda bulundular.
Bunun üzerine 250 kadar üniversite öğrencisi okulun girişine
yürüyüşe geçti. Eğitim-Sen ve üniversite
hocalarının da destek verdiği eylemde, "Parasız eğitim" ve
"AKP'li rektör istemiyoruz" sloganları eşliğinde okulun
girişine kadar yürüyen öğrenciler ve hocalar
Ömer'in büstüyle buluştu.

Öğrenciler adına Benan Bölek'in okuduğu açıklamada
şunlar kaydedildi:

Ömer, Kardeşim;

Bugün, her gün kapısından girdiğin fakültenin karşısına
bir anıt dikecektik.

Sen buradan siyah bir heykelden bir şeyler anımsatacaktın herkese.

Meçhul Öğrencileri hatırlatacaktın…

Semihi hatırlatacaktın, Nezih'i hatırlatacaktın ve kendini asla
unutturmayacaktın Ömer.

Açlık ölümlerinin başladığı, cehalet ve hukuksuzluğun
kol gezdiği ülkende bizler senin katillerini tanıyor, bunun kaderin
olmadığını çok iyi biliyoruz kardeşim.

Seni sigortasız çalıştırıp öldüğünde sigortanı
yapanlara, seni bu gencecik yaşta borçlara boğan devletine, senin
hiç bir şeyinin eksik olmadığı üniversitende okumaya ve
yaşamaya bakiyen yetmediği için inşaata gönderenlere,
günün birinde fahri doktora almaya gelecek olan bir devlet
büyüğüne heykelden bir şeyler anımsatacaktın.

Sesin çıkmayacak, haykıramayacak benim burada ne işim var diye
soramayacaktın ama korkacaklardı senden. Seni görmezden gelip
yanından geçip gideceklerdi…

Ama hatırlatacaktın…

Bizleri hatırlatacaktın, mücadeleyi hatırlatacaktın, meçhul
öğrencileri hatırlatacaktın, kısacası kardeşim bu cinayete ortak
olan herkesi ve ses çıkarmayan tüm herkesi rahatsız
edecektin…

Bilginin sevgiyle bütünleştiği bu bilge üniversite sana
sahip çıkmadı!

Bizler öğrenci kardeşlerin tüm Meçhul öğrenciler
için parasız, eşit ve bilimsel eğitim için bu anıtı buraya
getirmek istedik... Ama geçit vermediler…

Bir ömer kaç defa öldürülebilir ki?

Bizler buraya Ömerin anıtını dikmek için toplandık, ve sizin
de gördüğünüz gibi okulumuz da olağanüstü hal
ilan edilmiştir. Eğer biz katili görmezden gelip Ömer’in
eceli gelmiş deseydik, bu ölümlere göz yumsaydık birilerini
rahatsız etmiş olmayacaktık.

Arkadaşlar;

Bizler ölüm sınıflarımıza kadar gelmiş ve arkadaşlarımızı
sıralarından söküp alırken sessiz kalamayız! Muğla
Üniversitesi Emekçi Ömer’in anıtından korkmuş
öğrencisine sahip çıkmamış ve Ömer’e sahip
çıkan öğrencilerini de kamyon dolusu jandarma, polis ve
ÖGB’yle korkutmaya çalışmıştır. Bugün burada
Muğla üniversitesi yönetimi şunu bilmelidir ki meçhul
anıtı mücadelemiz asıl bugün burada başlamıştır. Bu anıt bu
üniversiteye dikilene kadar üniversite yönetimi için
bir utanç tablosu olacaktır.

Katıldığımız senato toplantısında o zaman benimde anıtım dikilsin
diyen üniversite koridorlarını işgal eden sevgili hocalarımız
dinleyin!

Bizler bu anıtın bilginin sevgiyle bütünleştiği bilge
üniversitede sevgiyle dikilmesini istemiştik. Ama sizlerin acısını
hissetmediği, paralı eğitimin canlarını aldığı, çocuklarınız
yaşındaki tüm meçhul öğrenciler için istediğimiz
BU ANITIN BU ÜNİVERSİTEYE DİKİLMESİYDİ.

Ama sizler bizimle dalga geçer gibi ‘bizlerin de anıtını
dikin o zaman’ zihniyetiyle laubaliliğiyle yaklaşarak
‘bilge’ kişiliklerinizi ortaya koydunuz.

Sağ olun var olun!

Bitmeyen bu cinayetlere dur diyecek olan herkesten de bu anıta sahip
çıkmalarını bekliyoruz.

ÖMER ONURUMUZDUR!

 

Kaynak: Sol

CHP'nin iki yüzü

CHP'nin iki
yüzü

(30.03.11) – İzmir'de CHP'li belediyelerin işçi
düşmanı tutumunun ayyuka çıktığı bir süreçte
CHP'li belediye imaj tazeleme telaşına düştü.

Güvencesiz ve sendikasız çalışmayı reddettikleri için
CHP'li Konak Belediyesi bünyesindeki taşeron firma bünyesinde
25 Şubat 2011 tarihinde başlayan direniş sözde “demokrat”
ve “işçi dostu” CHP'nin maskesini indirdi.

Kolluk güçlerini de yanına alarak direnişi ezmek için
elinden geleni yapan belediye yönetimi işçi düşmanı
kimliğini çeşitli organizasyonlarla gizlemeye çalışıyor.
Bu organizasyonlardan biri de geçtiğimiz günlerde Konak
Belediyesi şirketi MERBEL'de çalışan 582 işçiyi
kapsayan toplu iş sözleşmesinin imza töreninde yaşandı.

Törende mutlu tablo

DİSK/Genel-İş Sendikası İzmir 5 No'lu Şube'nin
örgütlü olduğu MERBEL'de anlaşmayla sonuçlanan
TİS görüşmelerinin ardından düzenlenen imza töreni
CHP'li belediyenin şovuna dönüştürüldü.
Belediyenin bu şovuna sendika yöneticileri de eşlik etti. Sendika
yöneticileri, imza töreni için, üzerinde
“İşçi dostu başkanımıza teşekkürlerimizle”
yazılı büyük bir pasta hazırlattı.

İmza törenine katılan Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan,
törene katılan işçiler tarafından "İşçi dostu
başkan" sloganlarıyla karşılatılırken törende pembe bir tablo
çizildi.

Taşeron işçilerinin direnişini görmezden gelen Konak Belediye
Başkanı Hakan Tartan ise “2 dönem milletvekilliği ve bir
süre yürüttüğü Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı yıllarında da ortak akıl, dayanışma ve
halktan yana tavır koyarak hareket ettiğini” iddia etti.

Konuşmasında, “vicdanı sorumluluk” ve “hak” gibi
kelimeler kullanması dikkat çeken Tartan, sendika
yöneticilerinin yaptığı konuşmalarda da pohpohlandı. İmza
töreninde mutluluk pozları verilirken Konak Belediyesi taşeron
işçilerinin direnişi de tüm kararlılığı ile
sürüyordu.

Kaynak: www.kizilbayrak.net

 


TMMŞP: “Yaptım Olacak” hiçbir zaman bizim dilimiz olmayacak!

TMMŞP: "Yaptım Olacak"
hiçbir zaman bizim dilimiz olmayacak!

Türkiye’de ve dünyada kapitalizmin çemberi
daralırken herkesin ezberini bozan bir dizi gelişme yaşanıyor. Dünya
finans sistemi krizlerle sarsılırken, dünyanın dört bir
yanından ezilenlerin öfkesi yükseliyor. Kapitalizm de bu alt
üst içinde kendini düze çıkarma çabası
içinde saptığı her yeni rotada işçi sınıfını kendi
yolunun taşları olarak dizmeye devam ediyor. Bu keşmekeş içinde
teknik elemanlar da kapitalist barbarlığın çarkları arasında
alışmadıkları bir saldırının içinde kendini bulmuş
durumdalar.

Geçmişin aristokrat işçilerinin ayrıcalıklarını
yitirmesinin Türkiye coğrafyası üzerinde de yansımalarının
oluşması gecikmedi. Düşük ücretler, belirsiz iş saatleri,
tanımsız çalışma düzeni, geleceksiz ve güvencesiz
çalışma, teknik elemanların çalışma hayatının tek
gerçeğine dönüşürken buna karşı tepki de aynı
biçimde olmasa da gözle görülür bir şekilde
büyüdü, büyümeye devam ediyor. Özellikle sol
hareket içinde karşılık bulan bu tepki, öncesinde sadece
aydın duyarlılığı ile toplumsal mücadele saflarında yer alan
teknik elemanların ana gövdesini oluşturan mühendis, mimar ve
şehir plancılarının sınıfsal bir duyarlılıkla kıpırdanması ile
somutlandı. Kısa vadede bu hareketlilik büyük ufuklar vaat
etmiyor bile olsa bu noktada yoğunlaşan örgütlenmeler sınıfın
bu “tembelleşmiş” bölüklerinin işçi
sınıfının mücadelesine kopmaz bir şekilde bağlandığını ortaya
koymaktadır.

Bu bilenen gerçekleri bir kez daha yinelemek zorunda kalmamız nedeni
ise geçtiğimiz günlerde bu alanda çalışma
yürütmek üzere kendini deklare eden yeni bir harekettir.
Elbette bu alanda ileri atılan her adım bizi sadece mutlu eder. Ancak
dostlarımızla bu mutluluğu paylaşmamızın tek koşulu ortaya koyulan
samimiyet ve karşısındakinin siyaset yapma
özgürlüğüne ve kimliğine duyulan saygıdır.
Geçtiğimiz günlerde “Toplumcu Mühendis Mimar ve
Şehir Plancıları Meclisi” adıyla kendini deklare eden hareket
bizimle aynı ismi kullanmayı tercih etmiştir. Öncelikle bu noktadaki
tepkimizin basit bir isim tartışması ekseninde gelişmediğini, “biz
önce kullanmıştık” “bu isimle biz zaten çalışma
yürütüyorduk” gibi çiğlikler içinde
olmadığımızın altını çizmek isteriz. Ancak fütursuzca
“yaptım olacak” pervasızlığı içinde en basitinden
“nezaketen” bile bir görüşme yapma ihtiyacı
duyulmadan atılan bu adıma sessiz kalmayacağız.

Kendi adımıza sol içi tüm mücadelenin samimi, ideolojik
bir temelde ve birbirini besleyen bir tarzda gelişmesini isteriz. Ancak
gelinen noktada sol içi tartışmalardaki sığlık ve birçok
noktada fiili çatışmaya dönüşen
tahammülsüzlük ortamı karşısındakini tanımama eğilimini
beslemiş solun kendi içindeki üretkenliğini
kısırlaştırmıştır. Bunun en uç örneklerini bizler TMMOB
içerisinde görmekteyiz. Örgüte hâkim algıdaki
çürüme ve burjuvalaşma, farklı seslere acımasızca
saldırmakta, yapılan her türlü eleştiriyi elinde tuttuğu
bürokratik güçle ezmeye çalışmakta ve bunları
yaparken teşhir olmaktan dahi çekinmeyecek bir
yüzsüzlükle hareket etmektedir. Vardığımız noktada biraz
izanı olan hiçkimse TMMOB içindeki kısırlaşmayı
reddetmeyecektir. Ne yazık ki sorumsuzca davranışlar genel olarak solu da
benzer bir rotaya sokmaktadır. O yüzden böylesi sığ bir
tartışma yapmak bizim açımızdan oldukça can sıkıcı olsa
da bu sığlık bize değil bizi böylesi bir tartışmayı yapmak
zorunda bırakanlara ait olacaktır.

Tuhaftır ki bu adımı atan arkadaşlar yakın zaman içinde sol
içi şiddetin hedefi olmuş, siyaset yapma özgürlükleri
bir başka siyaset tarafından engellenmek istenmişti. Ancak benzer bir
algının onları da kuşattığını bu vesileyle görüyoruz.
“Sol içi şiddeti” basitçe çatışma olarak
algılayan zihniyete benzetme abartılı gelmiş olabilir. Ancak bir
başkasının siyaset yapma hürriyetine yapılan her türlü
saldırı özünde aynı algısızlıktan beslenmektedir.
Karşısındakini elinde tuttuğu herhangi bir güçle baskı
altına alma çabası veya türlü kurnazlıklarla onu egale
etme gayreti buna işaret eder.

İlk ve son kez tüm ilerici kamuoyu önünde bu karmaşayı
çözmek için arkadaşlardan adım atmalarını
beklediğimizi söylüyoruz. Bu tartışmayı tekrar tekrar yapmak
böylesi bir keşmekeş içinde debelenmek gibi bir niyetimiz yok.
Ortada yürütülmesi gereken bir kavga dururken her ne koşul
altında olursa kendi kendini tüketen yeni bir tartışma açmaya
harcanacak ne enerjimiz ne de vaktimiz var. Zira bizler sol
güçlerin birbirini yemek için harcadıkları enerjiyi
“doğru” işler için harcaması gerektiğini bilen bir
gelenekten geliyoruz. Toplumcu Mühendis, Mimar ve Şehir Plancıları
olarak bizler, kapitalizmin her şeyin “reklamdan” ve imajdan
ibaret olduğunu ilan ettiği bir dünyada taşıdığımız isme değil
elimizde tuttuğumuz Kızıl Bayrak’a, üzerinde
yükseldiğimiz ideolojiye; işçi sınıfının ideolojisine
sarıldığımızın bir kez daha altını çiziyor, “yaptım
olacak” pervasızlığıyla davranan ve bu dili kullananlarla
hiçbir zaman aynı dili konuşmayacağımızı ilan ediyoruz.

29.03.2011

Toplumcu Mühendis,
Mimar&Şehir Plancıları

Kaynak: toplumcueksen.net

29 Mart 2011 Salı

14. Çevre Sorunlarına Öğrenci Yaklaşımları Sempozyumu Mersin Üniversitesinde Gerçekleştirildi

14. Çevre Sorunlarına
Öğrenci Yaklaşımları Sempozyumu Mersin Üniversitesinde
Gerçekleştirildi

14. Çevre Sorunlarına Öğrenci Yaklaşımları
sempozyumu 24-26 Mart 2011 tarihleri arasında Mersin Üniversitesi
Çevre Topluluğu tarafından gerçekleştirilmiştir.  Her
yıl farklı üniversitelerin ev sahipliğinde gerçekleşen
sempozyuma, bu yıl 20 üniversite tarafından katılım
sağlanmıştır.

Sempozyuma bu yıl katılım sağlayan üniversiteler,  Ankara,
Artvin Çoruh, Başkent, Celal Bayar, Çankaya, Çukurova,
Dokuz Eylül, Ege, Erciyes, Osmangazi, Fırat, İstanbul Teknik,
Kahramanmaraş Sütçü İmam, Karamanoğlu Mehmet Bey,
Kocaeli, Ortadoğu Teknik, Sakarya, Süleyman Demirel, Trakya ve Yıldız
Teknik Üniversitesi.

ÇSÖY, Öğrencilerin çevre sorunlarına dair
düşüncelerini özgün bakışlarıyla sunduğu, yapılan
atölye çalışmalarıyla fikirlerini paylaştığı, çevre
sorunlara dair çözümler ürettiği sıcak bir ortamdır.
Başka bir dünya mümkün diyen, oluşturacağı kıvılcım ile
tüm dünyayı aydınlatabileceğine inanan herkesle
büyüyecek olan, öğrencilerin çevre sorunlarına
karşı mücadele alanıdır ÇSÖY.

Sempozyumun son günü 3. ÇSÖY Forum’a ev
sahipiliği yapabilmek için Sakarya Üniversitesi ve Erciyes
Üniversitesi aday olmuşlardır. Katılımcıların
tümünün ortak iradesi ile 3. Foruma ev sahipliği yapacak olan
üniversite Erciyes Üniversitesi olarak belirlenmiştir. Forum ev
sahibinin belirlenmesinden sonra 15. Çevre Sorunlarına Öğrenci
Yaklaşımları Sempzoyumu’nda  ev sahipliği yapabilmek
için Celal Bayar Üniversitesi , Kocaeli Üniversitesi ve
Dokuz Eylül Üniversitesi adaylıklarını koymuşlardır.  15.
ÇSÖY’ün ev hahibi ise 3. Forumda  ortak irade ile
belirlenecektir.

14.ÇEVRE SORUNLARINA ÖĞRENCİ YAKLAŞIMLARI
SEMPOZYUMU

ATÖLYE SONUÇ BİLDİRGELERİ

ÇEVRE BİLİNCİ VE EĞİTİMİ

Doğayla uyum içinde yaşamak adına bireylerin sahip oldukları
çevre bilinci önem taşımaktadır. çevre bilincinin
aşılanması için yeni eğitim metotları geliştirilmelidir. Yeni
metotlar çocukları merkez almalı ve bu noktadan
başlanmalıdır.

Çevre eğitimine bütüncül bakmak gerektiğini
gözden kaçırmamak gerekmektedir. Yapılacak olan
çalışmalarda değişime ve dönüşüme aileden
başlanmalı. Yetişkin bireylerin eğitimi ile çocukların eğitimi
farklı metotlarla olmalıdır. Doğru metot seçimi sürekliliği
beraberinde getirir. Çocukların olaylara bakışları ve
hayatlarında yeniliklere açık olmaları yapacağımız
çalışmalarda bize büyük fayda sağlayacaktır.
Çocukta başlayan değişim anne ve babaları direk etkileyecektir.
Anne babanın çocuk tarafından çevreci konularda uyarılması
ebeveynler üzerinde olumlu etkiler yaratacaktır. Çocuğuna
karşı olan sorumluluğundan dolayı ebeveynler davranışlarına artık
daha dikkat eder hale gelecektir. 

Diğer bir metot ise ebeveynlerin bilinçlendirilip, kendi
hayatlarında dönüşüme başlaması ve çocuğuna iyi
bir rol model olmasıyla devam ettirilmeli. Ev içerisinde ve
dışarıda anne ve babanın yaptığı iyi ve kötü şeyleri
kendine örnek alan çocuklar ebeveynlerin davranışlarından
doğrudan etkilenmektedir.

Bir başka yapılacak olan çalışma ise okullarda öğrenci
velilerine eğitim toplantıları düzenlenmemektir. Anlatılan konular
ufak etkinliklerle ve yarışmalarla daha cazip ve eğlenceli hale getirilip
çevre bilincinin yükselmesine vesile olabilir.

Bireylerin çalışma alanlarında da çevreye dair
bilgilendirme afişleri asılıp ve bu tarz konuların akılda kalması
katkı sağlanabilir.

Bir insan değişir dünya değişir.

ÇEVRE VE SOSYAL MEDYA

Sosyal medya; insanların iletişim  kurmak için kullandıkları
insani bir iletişim şeklidir.Sosyal medyada paylaşım ve tartışma
esastır. Sosyal medya geleneksel medyadan bazı konularda farklılıklar
gösterir. Gazete, televizyon gibi araçları olan geleneksel
medyada bilgiyi yayınlamak veya erişmek için belli kaynaklara
ihtiyaç duyarken sosyal medya hem kullanımı hem de erişimi
açısından herkese açıktır. Çevreyle ilgili
programların çok geç saatlerde kısa süreli
yayınlanması, dizilerin en çok TV izlenen saatlerde ve haftanın
tüm günleri özetleriyle beraber uzun yayınlanması
gereksizdir. Ayrıca medya çevre sorunlarına bakış açıları
kendi amaçları doğrultusunda yön verdiklerinden izlenilme ve
reyting oranlarını arttırma uğruna çevre sorunlarının ve
olayların çıkarlara hizmet edecek veya yanlış anlaşılacak
şekilde işlenmektedir. Örneğin ; haberlerde ‘Halkla polis
nükleer yüzünden çatıştı.’ gibi ifadeler
kullanılıyor. Çatışmaların sebebi neden nükleer santrallerin
istenip istenilmediği anlatılmayarak yönlendirme yapılıyor.

Yerel kanallar ve yerel radyolarda çevre ile ilgili programlara
ağırlık verilmesi gereklidir.

Sosyal medyada düşüncelerimizi belirterek bir çeşit
sessiz eylem yapabiliriz. Bilgilerin güvenilirliği konusunda bilgi
paylaşımı ile beraber kaynakça paylaşımının güvenilirliği
arttırılır.

Sosyal medyanın düşünce paylaşımı sağlanması
açısından önemli olduğu ve eylemliliğe zemin hazırladığı
konusunda sonuç ve çözüm önerileri:

1) Sosyal medya doğru amaçlar için kullanıldığında
çevreye faydalı olacaktır.

2) Sosyal medyada yanlış bilgiler veya yönlendirmeler
olabileceğinden güvenilirliği her zaman sorgulanmalıdır.

3) Yerel medya kanallarında çevre bilinçlendirici
programların yayınlanması öncelikli olmalıdır.

4) Çocuklara çevre bilinci aşılanması
önemlidir.Bununla ilgili olarak çevre bilinci konusuna dikkat
çekecek çizgi filmler hazırlanmalıdır, yerel
yönetimlerle işbirliği yapılmalıdır.

5) ÇSÖY internet sitesinde çevre haberleri
paylaşımının sürekliliği sağlanmalıdır.ÇSÖY
bileşenleri olarak kararlar resmi kurumlara gönderilmeli sosyal medya
ve geleneksel medyada paylaşımı sağlanmalıdır.

6) Sosyal medya toplumun her kesimine ulaşmadığından yetersiz kalmasına
rağmen gençleri sosyal medyada etkin oldukları ve gençlerin
geleceğimiz olduğu unutulmamalıdır.

7) Sosyal medya uzun vadede alışkanlıkları değiştirmede daha etkili
olmasının yanında kısa vadede de örgütlenmeler sağlanması
açısından önemlidir.

8) Toplumun her kesimindeki insanlara ulaşabilme açısından medya
etkin bir araç olarak kullanılmalıdır.Televizyonu daha çok
kullanan kesime yönelik televizyon programları olmasının yanında
televizyondan uzaklaşmakta sosyal medyaya yönelmekte olan
gençler için sosyal medya paylaşımları
arttırılmalıdır.Paylaşımlar çok çeşitli şekillerde
(video, haber linki, çarpıcı resim…)yapılıp herkese hitap
etmelidir.

Sonuç olarak ÇSÖY katılımcıları çevre ile
ilgili kısa videolar çekip bunu sosyal medyada paylaşarak insanlarda
çevre bilinci oluşturma kararı alınmıştır.

ENERJİ VE ÇEVRE

Ülkemiz ve dünya açısından enerji kaynakları ve
üretimiyle ilgili sorun, günden güne büyümekte ve
küresel bir önem kazanmaktadır. Ülkemizin enerji konusundaki
dışa bağımlılığı ve yapılan anlaşmaların ekonomik açıdan
külfeti biz gençlere ve gelecek nesillerin omzuna
yüklenmiştir.  Çözüm olarak, alternatif enerji
kaynaklarının yaygınlaştırılmasıyla birlikte, bu kaynakların
olabilecek yan etkilerini de en az düzeye indirecek teknolojilerin
desteklenmesini sağlamalıyız.

Var olan çevresel emisyonların da alternatif enerjiye
geçişle kademeli olarak azaltılacağı e daha temiz bir çevre
yaratılacağı öngörülmüştür.

Bu noktada bizler çözüm olarak, gerçekçi ve
çevreci bir bakış açısı geliştirdik. Gündemde olan
nükleer santral ve HES çalışmalarını çevreye olan uzun
ve kısa vadeli zararlarını göz önünde bulundurduk. Tüm
bunların yanında, enerji yaratmadan önce, var olan ve üretilen
enerjinin korunmasına yönelik atıflar yapıp bunun önemine
değindik.

Tüm bunlara paralel olarak enerji konusundaki
çözümlerimizi sunuyoruz;

Alternatif olarak sunulan enerji kaynaklarının çevreci bir
yaklaşımla değerlendirilmesi, uzun ve kısa vadeli etkilerinin göz
önünde bulundurulması. Bu noktada HES ve nükleerin potansiyel
zararlarının belirlenip halkın bu noktada bilinçlendirilmesi.
Alternatif enerji olarak kabul edilen enerji sınıflandırılması
içerisinde yenilenebilir enerjilere yönelim…

Yenilenebilir kaynakların verimli kullanımına yönelik teknolojilerin
araştırılması ve geliştirilmesi.

 Kirlilik yaratan enerji kaynaklarının olabildiğince çabuk ve
gerçekçi bir yaklaşımla bertarafı ve yerini kademeli bir
şekilde yenilenebilir enerji kaynaklarına bırakması.

Üretilecek olan enerji oluşabilecek kayıpların önüne
geçilmesiyle dağıtım sırasında da verimliliğin göz ardı
edilmemesi.

Halkın enerji tüketimi konusunda bilinçlendirilmesi ve elde
edilecek enerji tasarrufuna ilişkin önemin vurgulanması.

Son olarak da şunu ekliyor ve vurguluyoruz;

Hak edilen bir yaşam ve temiz bir çevre için
yenilenebilir enerji;

Hak edilen bir yaşam, temiz bir çevre ve sağlıklı nesiller
için yenilenebilir enerji.

HESLER VE MÜCADELELERİ

Ülkemiz gelişmekte olan ülkeler arasında yer aldığından;
enerji ihtiyacından söz edilmekte ve bu yönde artış oranları
belirlenmektedir. Bu enerjinin temini için birçok metod
bulunmaktadır.

Mevcut barajlarımız tam verimle kullanılmadığından;alternetif enerji
kaynakları göz ardı edildiğinden, HES’lerin yapımı ön
plana çıkmaktadır.

Ancak ülkemizde HES inşaatları ve işletim sürecini
değerlendirme mekanizması yetersiz olduğundan HES yapımları tam nir
doğa katliamına dönüşmüştür.

Bunun yanında HES’lerin insan yaşamı üzerindeki etkisine
bakacak olursak, ülkemizin hemen her yerinde insanlar mağdur edilmiş
ve en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz duruma gelmiştir.

Devlet mekanizması bu insanların sorunlarını görmezden geldiği
için, ortaya bir halk direnci çıkmıştır.Bu insanları;
sadece yaşam haklarını ve doğayı korumak için mücadele
etmektedir.

Sonuç olarak; bu mücadele doğal hayatın korunması ve
insanların mağduriyetinin giderilmesi amacıyla yapılmaktadır.

Bizler bu konuda teknik eğitim alan öğrenciler olarak bu doğal
katliamı durdurmak için elimizden geleni yapmalı ve bu mücadele
içinde yer almalıyız.

“Son ağaç kesildiğinde, son nehir kirlendiğinde,
balıklar yok olduğunda, insanoğlu paranın yenilemeyeceğini
anlayacaktır.”

Anlamak ve anlatmak için geç kalmış sayılmayız.

KAĞIT GERİ DÖNÜŞÜM

Atölye;  kağıtların geri dönüştürülmesi
üzerine bir uygulama atölyesiydi. Uygulamaya başlamadan önce
kağıt hakkında bazı bilgiler verildi.

Kullanılmış kağıtları geri kazanmakla; aklımıza gelmeyen bir
çok tasarruf edilir. Enerji ve su tasarrufu yanında olan tahribatı
da engellemiş olur.

İlk gerçek kağıt; bitki liflerinden Çinliler tarafından
yapılmış, eski balık ağları, paçavraları, bitki artıklarını
toplayıp iyice kaynatır ve büyük miktarda suyla karıştırarak
kağıt hamuru elde ederlerdi.Bu teknik Çinlilerin Araplar tarafından
tutsak alınmasıyla önce bu bölgeye daha sonra Avrupa’ya
yayılmıştır.

Uygulama atölyesinde; atık kağıt, sıcak su ve karıştırıcı
kullanıldı. Kağıtları parçalayıp, suda beklettikten sonra hamur
haline getirildi. Hamura sert zemin üzerinde şekil verilerek, suyu
alınıp, preslendi.

Ege Üniversitesi’nde hazırlanmakta olan “geri
dönüştürülmüş kağıt” sergisi için
atölyedeki arkadaşlardan hamurlardan sergilemek üzere şekiller
yapılması istendi.

Amacımız, kağıt yapımının tüm aşamalarını arkadaşlarımızla
uygulayabilmekti.

KAPİTALİZM VE ÇEVRE

Tarım toplumunda tüketim amaçlı üretim yapılırken,
sanayi devrimiyle birlikte üretim amaçlı tüketim yapılmaya
başlanmıştır. Sanayi devriminden günümüze uzanan
kapitalist sistem 300 yıl gibi kısa bir tarihi olmasına rağmen tüm
dünya üzerinde hâkimdir. Kapitalist sistem doğası gereği
halkı değil, kişi ve zümreleri düşünmektedir. Bundan
dolayı bu sistemde yapılan hiçbir işte toplum çıkarı
gözetilememekte bu sebepten halkı çıkarları ve bunun bir
parçası olan çevreye önem verilmemektir.

Kapitalist sistem kendi devamlılığını sağlayabilmek için
bireylerin daha fazla tüketmesini ve kendinden başka bir şeyi
düşünmez hale gelmesini istemektedir. Hal böyle olunca fazla
üretim hırsı insanın doğa ile olan bağını koparmaktadır.
Çevre tüm insanlara ait olduğu için politik bakış
açıları ne olursa olsun doğanın korunması ve yaşam alanlarına
sahip çıkılması konusunda ortak hareket edilebilir. Ve bu konuda
birlikte mücadele verilmelidir.

Yapılması gereken bireyin değil toplumun çıkarlarının
düşünüldüğü çevrenin ve ekolojik sistemin
daha az tüketildiği bir yaşam tarzı yaratmaktır. İnsanlar daha az
tüketir hale gelirse bir şekilde üretim düşecektir ve doğa
bir şekilde kendi döngüsünü sağlayabilecektir. Bu
noktada çevre bilincinin oluşturulması ihtiyaç ve lüks
olan ürünlerin belirlenmesi gerekmekte ve ona yönelik bir
üretim politikası ve çevre politikası benimsenmelidir.

Yasalar daha caydırıcı hale getirilmeli ve tekrardan insanların sadece
kendini düşünür değil doğayı ve toplumun
çıkarlarını gözetir hale gelmesi gerekmektedir. Dünyanın
var olduğu günden beri var olan doğa - insan dayanışmasını ve
saygısını gözetmek gerekmektedir.

Çevre sorunlarının çözümünü sadece belli
kişi ve yönetimlere bırakılmaması gerekir. Doğal varlıkların
asıl sahibi olan insanlık kendi doğasına sahip çıkması ve kendi
alanlarında mücadeleyi çoğaltması ve yaygınlaştırması
gerekmektedir. Bu noktada her bireye görev düşmektedir.

Bu dünya sadece büyük şirketlerin tekelinde değildir. Bu
dünya üzerinde yaşayan bütün canlılarındır.
Bütün insanlık tüm canlılar adına mücadele
etmelidir.

KENTSEL DÖNÜŞÜM

İş bulmak için büyük şehirlere göç eden
insanlar barınma ihtiyaçlarını karşılamak için kendi
evlerini inşa etmişlerdir. Bu gecekondulaşmaya devlet ucuz
işgücü sağlanacağı için göz yummuş bu insanlardan
yıllarca çöp vb. çeşitli vergileri alarak konduları
tanımıştır. Ancak kent büyüyüp bu alanların rantsal
değeri artınca gecekondu mahallelerini kentsel dönüşüm adı
altında tecavüz edercesine yıkım projelerini faaliyete
geçirmeye başlanmıştır.Bu alandaki mahalle halkına
çeşitli vaatlerde bulunulmuş, kondu arazisi karşılığında TOKİ
evlerinden birer daire verileceği değeri yüksek olarak söylenmiş
ancak hiçbiri söylendiği gibi uygulanmamıştır. Mahalle halkı
evlerinden TOKİ lere yerleştirilmek üzere çıkarılıp
çadırlara yada şehir dışında bulunan yerlere göç
ettirmişlerdir, ta ki bu yeni yerler yeni bir rant olana kadar…

TOKİ evlerine yerleştirilen insanlar ise arazilerinin bu evlerin değerini
karşılamadığı gerekçesiyle borçlandırılmaktadırlar.
Üstelik TOKİ evleri sağlıklı koşullara sahip olamadığı gibi bu
insanların kültürel yaşantısına uygun değildir. Bu sebeple
halk uyum sorunu yaşamakta bu da çeşitli psikolojik sağlık
sorunlarına neden olmaktadır. Tüm bunların yanı sıra düzenli
geliri olmayan, yoksullaştırılmış insanlar apartmanların giderlerini
(aidat, ısınma vb.) karşılamakta güçlük
çekmektedirler.

Yapılması gereken insanların tarihleri, kültürleri, hayatları
üzerine beton atmak değil      bu mahallelerde
halkın ihtiyacını karşılayacak hizmetler ile iyileştirme
çalışmalarıdır.Mahallelerin çevre düzenlemesi, alt
yapı sorunlarının giderilmesi yaşanılabilir bir hale
dönüştürülmesi gerekmekte ve bunun için yerinde
ıslah çalışmaları yapılmalıdır.

MADENCİLİK VE ÇEVRE

Madencilik faaliyetleri sektörün çevreye olan
duyarsızlığından da ötürü doğaya ve çevreye ve de
insan sağlığına ciddi zararlar verebilmekte madencilik. Madencilik tetkik
safhasından çıkarma safhasına dek çevreye çeşitli
zararlar veriyor. İlk akla gelen zararlardan biri; çevreye olduğu
kadar insan sağlığına da büyük zararlar veren siyanür ile
altın arama işlemi. Toprağın içinde dağınık ve zerrecik
halindeki altını bir araya getirmek için kullanılan
siyanürün doğaya zarar vermeden yok edilmesi olanaksızdır.
İnsanlığın kullanımı için çıkarılması gereken
endüstriyel madenler bir yana , altın gibi sadece maddi değerinden
ötürü çıkarılan madenler; madencilik faaliyetlerinin
insanlık yararına yapılmaktan sapıp ticari kaygı güden hareketlere
dönüştüğünü gösteriyor. Ticari kaygı
güden diğer tüm faaliyetler gibi, madencilik de insana ve doğaya
verdiği zararı önemsemekte. Medeniyet için ihtiyacımız olan
madenler dahi çıkarılmaları esnasında bitki
örtüsüne, floraya, faunaya kolay kolay telafi edilemeyecek
zararlar veriyor. Bu noktada minimum zararla ihtiyaç duyulan
düzeyde madencilik faaliyeti yürütülmelidir. Madencilik
faaliyetlerinin ekolojik dengeye en az düzeyde zarar vermesini
sağlayacak olan özel şirketler olamaz. Bu madencilik faaliyetlerinin
çevreye zarar vermemesini sağlayacak olan doğanın bir
parçası ve madenlerin asıl sahibi olan halktır. Madenlere ve
çevreye sahip çıkabilmek için örgütlenmek
mutlaktır. Akademik eğitim alan herkes bilgi birikimini halkın ve
çevrenin yararına kullanmalıdır.

MİLLİ PARKLAR VE SİT ALANLARI

Kültürel ve doğal varlıklar, koruma kurullarınca sit alanı
ilan edilerek koruma altına alınmaktadır. Bitki ve hayvanlar, canlıların
yaşam alanları milli park veya doğal sit alanı çerçevesinde
korunması öngörülüyorken yapılan yasal
düzenlemelerle doğal sit alanlarının statüsü kaldırılmak
istenmektedir. Bu düzenlemelerle rant değeri yüksek ve
biyoçeşitlilik, maden ve su zenginliklerine sahip bu alanlar kar
amacıyla sermayenin kullanımına sunulmaktadır. 

Son yasa tasarısıyla da 3.köprü, HES’ler, madencilik gibi
faaliyetlerin önündeki engeller kaldırılmaktadır. Örnek
olarak İstanbul’da yapılması planlanan 3. Köprünün
ayakları bu korunan alanlar içerisinde bulunan arazilerde
düşünülmektedir. Böyle bir düşünce kuşkusuz,
oradaki doğal dokunun ciddi bir şekilde yok edilmesine yol
açacaktır. Hükümet tarafından İstanbul trafiğini
rahatlatmak amacıyla yapılması savunulan bu köprünün
işlevini ne kadar gerçekleştirebileceği ise tartışmalıdır.

Benzer projeler,  HES’lerle birlikte akarsuların üzerinde
de olup, doğal varlıkları ile ön plana çıkan bu yerlerin
talanı söz konusudur ve HES’ler , şirketler  tarafından
karlı bir iş olarak görülmektedir. Sit alanı ilan edilen bu
alanlar şirketlerin çıkarları gözetilerek tekrar sermayeye
açılmak istenmektedir. Yapılmak istenen çalışmalar
yöre halkının yalnızca doğasını, yaşam alanlarını değil,
kültürünü de etkilemektedir. Toprağına, suyuna, yaşam
alanlarına müdahale edilen halk, bu alanlardaki çalışmalara
karşı tepki göstermekte ve bu talan yasalarına karşı bir
mücadele ağı örmektedir Şüphesiz bu ağı oluşturmak
hiç de kolay olmamıştır. Oradaki halkın örgütlenmesi
HES’lerin gerçek sorun ve sonuçlarına karşı oluşan
farkındalığın ürünüdür. Yöre halkları
örgütlenerek bu alanların koruma kurullarınca
değerlendirilmesini ve bu yolla doğal sit alanı ilan edilmesini
sağlamalarına rağmen yasa tasarısıyla bu alanların statüsü
sona erdirilmekte ve böylece halkın iradesi yok sayılmaktadır.

Tabiatı ve biyoçeşitliliği Koruma Kanunu tasarısı ile korunacak
bu alanların nasıl korunacağı tam belirtilmemiştir. Olması gereken ise,
doğal yaşama verilecek zararların hepsini hesaba katmak ve buna ek olarak,
insanların kültürel değerlerini de korumaktır. Yapılması
planlanan projeler uzun vadede düşünülmeli ; doğayı ve
yaşamı talan edecek bu çalışmalara izin verilmemelidir.

SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI

Belli bir sosyal boyutlu sorun için çözüm
arayışına paralel hareket eden ve bu hareketin devamlılığını korumak
adına yeterli sorumluluk bilincine sahip vatandaşların bir araya gelerek
oluşturduğu topluluklar olan STK’ların, çevresel sorunlara
yönelik geliştirdikleri çözüm stratejileri
tartışıldı.

Çevre konusunda mücadelelerin STK aracılığı ile
yürütülmesinin; mücadeleyi yolundan saptırabileceği,
mücadele alanını daraltabileceği konuşuldu. Daraltılan
mücadele alanı ve kısıtlanan yöntemlerle; sonuca ulaşmanın
çok da mümkün olmayacağı, başarıya ulaşması
mümkün olan mücadelenin STK’lar aracılığı ve erkler
eliyle yolundan saptırılmasının olası olduğu fikrine varıldı.

Sermayedarların gözünde insanın bile çoğunlukla zerre
kadar önemi yokken, doğanın önemli olduğunu düşünmek
safça olur. Dolayısıyla eğer bir sermayedar çevreye faydalı
gibi görünen bir işe imza atıyor ya da destek oluyorsa; onun
önceliklerinden yola çıkarak şüphe duymak gerekir.

STK’ların en azından bir kısmının sermayeyle olan ilişkileri
düşünüldüğünde, bunların reklamlarını yapmak ve
bunu yaparken vergi muaflığından yararlanmak için bu yola
girdiklerini tahayyül edebiliriz.

Çevre sorunları genellikle –en azından ülkemizde-
devletin önceliklerinden olmadığından, aksine menfaatleriyle
çeliştiğinden çevre için yapılan mücadele
genellikle muhalefet gerektirir. Muhalefet ise sermaye sahibi için
hammadde olarak gördüğü doğa konusunda göze
alınabilecek bir tavır değildir.

Bu sebeple başarıya ulaşması olası bir çevre mücadelesi STK
yoluyla yapıldığında –eğer ki STK’nın sermaye bağları da
güçlüyse- devletin rahatsız olduğu noktada, erklerin
menfaatleri doğrultusunda kullanılabilir ve bu bağlamda mücadele
engellenmek istenebilir.

STK’ların sermayeyle bağlantısı kesilmeli ve çevre
mücadelesinin taban hareketi genişletilmelidir.

TARIM

Tarım ve tarımda uygulanan politikalar, çevreyi ve insan
sağlığını yakından ilgilendiren bir konudur. Özellikle
çevreyle yakın ilişkisi açısından gerekliği
değiştirilmiş organizmalar (GDO), hibrit tohum, yerel tohum, organik
tarım gibi tartışmalı konular faydaları ve zararlarıyla masaya
yatırılmalıdır.

GDO’lu ürünler canlı yaşamı için tehlike teşkil
ettiği pek çok araştırmayla belirtilmiştir. Fakat bu teknolojinin
olumlu yönleri göz ardı edilemez. Bununla birlikte bu teknolojinin
canlı yaşamı için hala tehlike bulundurması sebebiyle uzun vadeli
araştırmalarla risklerin ortaya konulması ve bunun sonucunda uygulamaya
geçilmesi gerekmektedir.

GDO’lu ürünlerin kontrolsüz bir şekilde
kullanılmasıyla oluşan tozlaşma, doğal bitki
örtüsünü tehdit etmektedir. Bununla birlikte GDO ’
lu tarımda kullanılan herbisitler tarım ürünlerine zarar veren
canlıların yanında doğaya büyük katkılar sağlayan canlılar
da yok  edilebileceği söylemi de ortaya çıkmıştır.
Fakat dünyadaki gerçek ise gıda yetersizliği değil, bunun
eşit organ dağılımıdır.

GDO’lu üretim yapan az sayıda şirket aynı zamanda bu
ürünlerle kullanılması zorunlu olan kimyasal ilaçları da
üretmektedir. Bu şirketler; özellikle  Monsanto, uluslar
arası bir şekilde tekelleşmiştir. Ürünlerini portal altına
alarak üzerinde hiçbir bilimsel araştırma yapmasını
engellemiş, ürünlerinden kaynaklanan tozlaşma sebebiyle masum
çiftçileri ciddi tazminatlar ödemek zorunda bırakarak
kendilerine bağımlı hale getirmişlerdir.

Tam bu sorunlara çözüm önerileri
düşünüldüğünde ilk akla gelen
bilinçlendirmedir. Bu bilinçlendirme öncelikler
köylerden başlamalı ve genç nesillere devam etmeli. Herkesi
bilgi sahibi olması sağlanmalıdır. Ancak bireysel önlemleri n bir
sınırı olduğu düşünülmeli ve tarımda yaşanan
çevre sorunlarının giderilmesi için devletlerin tarım
politikaları çok geç olmadan değiştirilmelidir. ABD eski
dış işleri bakanı ve GDO çalışmalarını dünyada ilk
başlatan Henry Kissinger’in bir sözüyle bitirirsek eğer
“Petrole hükmederseniz, ülkelere hükmedersiniz.Gıdaya
hükmederseniz,insanlara hükmedersiniz.”

ÇSÖY BİLEŞENLERİ

Kaynak: csoy.org