20 Mart 2011 Pazar

Baharda, 17’sinde Bir Kız

Baharda, 17'sinde Bir
Kız

1992’de “Newroz ateşi oluyorum” diyerek kendini
ateşe veren Rahşan Demirel’in annesi Emine Demirel: “Veli
Küçük o dönem Rahşan’ın fotoğrafını istedi,
baktı ve dedi ki, ‘ne güzel kızmış, neyin uğruna kendisini
yaktı, değer mi?’ Ben de yerden bir avuç toprak
avuçlayıp gözünün önünde akıttım, bunun
uğruna dedim. Bu toprak uğruna değer…
Sustu...”…

GÜLŞEN İŞERİ  - R. CANAN AKIN

Her yıl yapılan tartışmaların gölgesinde yine binlerce insan
sokaklarda Newroz’unu kutluyor. Geçtiğimiz yıl
‘Kürtlerin mi Türklerin mi’ tartışmasıyla alevlenen
Newroz, tartışma sonrası resmî bayram olması yönünde
çeşitli girişimlerde bulunuldu.
Ama biz, ne Türkler için, ne Kürtler için, ne de
‘w’ harfi için bu yazının başına oturmuştuk. Sadece
yazının başına oturmak yetmeyecekti. İstanbul’dan İzmir’e
doğru yola koyulmuştuk. Newroz içindi, Newroz’da canı yanan
anne içindi.
Çoğumuzun bildiği gibi ‘80 darbesinden sonra Diyarbakır
Cezaevi’nde yaşanılan yoğun baskı ve işkenceyi protesto etmek
için 1982 yılında Mazlum Doğan, bir Newroz sabahı üç
kibrit çöpüyle önce Newroz’u kutladı ardından
da yaşamına son verdi. Ve 1990’da Zekiye Alkan Amed surlarının
üzerinde, 1992’de Rahşan Demirel İzmir Kadifekale’de,
1994’te Ronahi ve Berîvan Almanya-Mannheim’da tam da Newroz
bayramının olduğu gün kendilerini yaktılar.
Biz 1992’ye gidelim… İzmir Kadifekale. Rahşan Demirel, bir
sabah sessizce kalktı ve Kale’nin yolunu tuttu. Evleri Kale’ye
bir hayli yakındı. Yanında bir döviz vardı: “Newroz ateşi
oluyorum” diyordu. Ve oldu. Kendini ateşe verdi İzmir’in
tanıklığında ve henüz 18 yaşına yeni girmişti. 
Onu adım adım bu noktaya getiren, bu isyanı körükleyen nedenler
için çıktık Kadifekale’ye.  Annesi Emine
Demirel’in kapısını çaldığımızda, anneyi yeniden
üzeceğimizi düşünmüştük. Belki de en
zorlandığımız yer burasıydı. Evladını kaybetmiş bir anneye anlat
demek, soru sormak. En nihayetinde Emine anayla karşı karşıyaydık. Uzun
uzun sustuk… O başladı söze: “Biliyorum siz şimdi
Rahşan’ı anlat diyeceksiniz ama ben Kadifekale’de kendini
ateşe veren Rahşan’ı tanımıyorum, hiç tanımadım ama bana
kızın Rahşan’ı anlat derseniz anlatırım, günler sürer
ama anlatırım.” Sanki bütün acısını içinin
derinliklerine saklamış da büyük bir metanetle anlatıyordu. />
Rahşan Nusaybin’de dünyaya geldiğinde yıl
1975’miş… Sonra İzmir serüveni başlamış.
Kadifekale’de akrabalarının yanına gelmişler. Bir tanıdık
aracılığıyla da Tekel fabrikasında çalışmaya başlamış hem
Emine ana hem de eşi Süleyman amca. Rahşan henüz 2
yaşındaymış tabii. İşe tutunmuşlar, sabır, güç
yanlarındaymış sanki de yılları öyle atlatmışlar.
“Rahşan mı? Doğuştan farklıydı” diye başlıyor söze
Emine ana. Önce unutamadığı olayla başlıyor Rahşan’ı
anlatmaya. Kuruçeşme’deki tren kazasıyla. “Rahşan 5
yaşındaydı. O zamanlar Kuruçeşme’de oturuyorduk. Tren
yolunda arkadaşlarıyla oyun oynuyorlarmış, trenin geldiğini gören
arkadaşları kaçmış ancak Rahşan ölümle alay eder gibi
raylara oturup trenin gelmesini beklemiş, iki eliyle de kulaklarını
tıkamış. Tren gelmiş ve Rahşan’a çarpmış… Bize
haber geldiğinde hastanedeydi. Ucuz atlatmıştı.”
Bu olaydan sonra mahkemeye çıkıyorlar. Rahşan’ı hâkim
masaya çıkartıp sormuş, adın niye Rahşan diye… 5
yaşındaki küçük kız ise “annemler Ecevitciydi
hâkim amca o yüzden Rahşan” demiş. Emine ana bu olayı
anlatırken de gülümsüyor.
Küçük Rahşan tren kazasını anlatmaya başlayınca
hâkimin “bir daha yapacak mısın” sorusuna “yok
hâkim bey insan bir kere utanmazsa 2o kerede de utanmaz…”
demiş.
Emine ana o tren kazasından sonra tekrar Kadifekale’ye gelmiş.
Rahşan’ın okul süreci ise bir hayli zor geçmiş…
Kısa kısa anlatmaya başlıyor: “7 yaşındaydı, Rahşan okula
başladı. Okula giderken üç renk giyerdi hep.  Okuldaki
öğretmeni “Rahşan niye üç renk giyiyorsun demiş.
Rahşan’da bu bizim rengimiz diye yanıt verince öğretmen bir
tokat vurmuş Rahşan’a… Rahşan da öğretmene vurmuş
tabii, öyle hırçındı. Öğretmen şaşırmış, niye
yapıyorsun bunu demiş, Rahşan, “ben sana vurmazsam annem bana vurur
çünkü annem biri size haksızlık ettiyse cevabınızı
verin demişti. Rahşan gördüğü her şeyden etkilenmeye
başlamış tabii. Kendi iç dünyasına gömmüş her
şeyi.”
Rahşan 15 yaşındayken unutamadığı olayı anlatıyor Emine ana,
“Memlekete gitmiştik bir ara. Yolda bir kadının doğum sancısı
tuttu. Ne yapacağımızı bilemedik. Askerler bizi çevirdi. Dedik
Nusaybin’e yetişmemiz gerekiyor.  Asker ‘hayır
gebersin’ dedi. İşte bu cümle Rahşan’ı çok
etkilemişti. Bana döndü dedi ki, ‘anne bu askerler bizi
korumak için var yoksa öldürmek için mi?’ Ben
de ona komutanlarından izin almaları gerekiyor o yüzdendir dedim.
Yüzüme derin baktı, ‘yok anne’ dedi,
‘yok’! Meğer hep içine atmış, gördükleri
yaşadıkları başka bir yolculuğa çıkartmaya hazırmış
onu.”
Artık Rahşan bir şeylerin bilince vardığında her şey için
geç olduğunu söylüyor Emine ana.
“Artık bu mücadele kapılara dayandı. Sen ne kadar saklarsan
sakla bizim de kapıya dayandı. Rahşan Newroz’larda kaleye
çıkıp sloganlar atıyordu. Bizim ise çok sonra haberimiz
oldu. Rahşan artık bizim kontrolümüzden çıktı. Biz bir
şey yapmadık. Demek ki Rahşan’ı tanımamışım ben. O kasete
sesini kayıt eden Rahşan’ı bilmiyorum. Ben börek,
çörek yapan o Rahşan’ı biliyorum. Ben o Rahşan 
nasıl yakar kendini diyorum.”
Ve geceye geliyor Emine Ana. 21 Mart gecesine. Ağlamıyor ama derin bir
iç çekiyor…
“O gün halı yıkadı Rahşan, apar topar. Ben de kızdım, bu
kadar çabuk nasıl yıkarsın diye. O da tuttu kolumdan yıkadığı
halıyı gösterdi, öyle temiz yıkamış ki… O gün evi
düzenledi, sildi süpürdü… Eşyaların yerini
değiştirdi. Bayram için yapıyor sanıyordum. Kaset vardı evde
Barbaros Hayrettin Paşa’nın. Kendi sesini acele acele kayıt
yapmış. Eşyalarını ekmek poşetine koymuş, hazırlığını
bitirmişti.” 
Yıl 1992. O gün Cizre’de kanlı Newroz yaşanır. Gazeteci
İzzet Kezer ve onlarca kişi yaşamını yitirir. Televizyonlarda yapılan
yayınları izler Rahşan. Emine ana anlatıyor yine: “O gece evdeyiz.
Cumartesi günü… Yatsı namazını kılmadım. Bir uyku
bastırdı beni. Rahşan beni kaldırdı, ‘Şırnak, Cizre kana
bulanmış, uyan anne’ dedi. Ben de, istemiyorum aşırıya gitsin
kızım, kapatın televizyonu dedim. Sahur oldu, yemek hazırlamış Rahşan.
‘Anne’ dedi. ‘Şırnak, Cizre gibi içimde kanlar
kaynıyor.’”
21 Mart gecesiydi tüm bu konuşmalar. Ama Rahşan’ı
içerleten ise başka bir olaymış. Cizre’de tarama olduğun da
bir savcının evine kurşunlar isabet etmiş, kurşunlardan bir ise
savcının eşinin dolabındaki elbisesine denk gelmişti, savcı ise
kameralara gösteriyordu. İşte Rahşan’ı en çok bu
üzmüş… Emine ana anlatmaya başlıyor yine o geceden:
“‘Anne dedi sana bir şey diyeceğim, hiçbir şey kanıma
dokunmadı ama o savcı, eşinin elbisesini çıkardı ya
Cizre’de, bunun manevi değeri olabilir, ama o kurşunlar çoluk
çocuğu tarıyor gücüne gitmiyor, bir savcı, hukukçu
bir adam o eşinin ceketini kaldırdı da kameraya gösterdi ya, bana
dokundu.’ İçi yanıyordu Rahşan’ın
hissediyordum.” 
Bu sözlerin üzerine dönemin İçişleri Bakanı İsmet
Sezgin’in de “bu yıl Nevruz kutlanmayacak,  kutlayan olursa
da gereği yapılacaktır” demesi Rahşan’ın kendini ateşe
vermeden önce duyacağı son söz olmuş.
Emine ana o gecenin dipnotlarını bir bir anlatıyor:  “Sabah
kalktı namazını da kıldı. Bana baktı uzun uzun, dimdik… Bir
şeyler söyleyecek ama söyleyemiyor. Benim de aklıma hiçbir
şey gelmiyor, çünkü o gece bir de benimle yattı.
Küçük kardeşine ne söyledi bilmiyorum ama sabah
erkenden çıkmıştı evden. 22 Mart sabahı. Kardeşi Nalan yanıma
geldi, anne Rahşan yok, gitmiş, ama nasıl ağlıyor anlatmam size. Belli
ki Nalan her şeyi biliyordu. Odasına baktım büyük yazılarla bir
not buldum: ‘Kendimi Newroz yapıyorum, inancım budur, bana sahip
çıkın’ demiş bıraktığı notta.
“Notu elime alıp kaleye çıktım. Bir baktım herkes kaleye
çıkıyor… Nasıl gidiyorum bilmezsiniz… Ayaklarım
sürünüyor sanki. Çıktık kaleye, birkaç komiser
vardı.
“O benim kızımdır, dedim ‘nerden biliyorsun’ dediler,
ben de elimdeki notu ve kendini yaktığındaki notu hatırlattım ve ekmek
torbamızı gösterdim… Ekmek torbamızı tanıdım.
“Kadifekale’de bıraktığı not ise İsmet Sezgin’e bir
yanıttı.  ‘İsmet Sezgin’e haber veriyorum Newroz
kutlanacak… Lastikle olmazsa bile canımızla
kutlanacak!’”
Emine ana ise çaresiz, ne yapacağını bilememiş o vakit.
“Dizlerim yerlerde. Ağacın dibine oturdum. Bir çocuk geldi,
kulağıma dedi ki; bu cenazeye sahip çıkmazsan hesabını başka
dünyada vereceksin. Onu duyar duymaz ben de kızımın yanına gittim,
ilk sloganımı attım. İş başa düştü
çünkü.”
Rahşan’ı tüm dünya duymuştu. Güvenlik
güçleri ise kimseye haber vermeden gömmek istiyorlardı.
Buna karşı çıkan ilk Emine ana olmuş. “Hastaneye
götüreceklerdi ama orada da yok edeceklerdi. Ben de dedim kızımı
size veremem. Kadifekale camisine götüreceğim.
Götürdük. Oradan sonra da Nusaybin tabii. Kızımın doğduğu
topraklar. O Nusaybin âşığıydı, tapıyordu sanki. “  />
Yola çıkışları da bir hayli sorunlu olmuş tabii. Olan
Viranehirde olmuş. “Viranşehre vardığımızda, Cizre’de
gazeteci ölmüştü, çocuklar ölmüştü
olağanüstü haldi her yer. İki asker bir astsubay bizi durdu.
Nusaybin tabur komutanı yaklaştı bana, tanıdım Veli
Küçük’tü. Cenazeyi bize verin diyorlardı. Ben de
Nusaybin’e sokacağım diye üsteledim.
Ama izin vermediler. Bir ambulans geldi kızımı aldılar, biz de bindik
tabii.
Nusaybin’e doğru yola çıktık. Bizi karakola soktular. Bir
baktım karakoldaki tüm arabalarda ‘Ölürüm
Türkiyem’ çalıyor. Bütün kırmızı bayrakları
ayaklarının altına almışlar. Beni çektiler karakola güzelce
dövdüler.”
Emine ana her yeri kırık çıkmış karakoldan. “Artık isyan
ettim” diyor, “Bu zulmü bana ediyorsunuz, acım
büyük, eğer Allah bu yaptıklarınızı yanınıza bırakıyorsa,
ben o Allah’ı tanımıyorum” dedim. Nusaybin için ikna
çabaları sürerken Veli Küçük gelmiş tekrar
yanına: “Veli Küçük, ‘Rahşan’dan
çok söz ediyorlar, fotoğrafına bakmak istiyorum’
dedi… Baktı ve dedi ki, ‘ne güzel kızmış, neyin
uğruna, değer mi?’ Ben de yerden bir avuç toprak
avuçlayıp gözünün önünde akıttım; bunun
uğruna dedim. Bu toprak uğruna değer… Sustu. Rahşan’ı
Kadifekale’ye çıkartan olaylar zinciriydi sanki. Rahşan
Nusaybin’de yoğun güvenlik önleminde toprağa verildi.
İzmir’e döndüklerinde ise ne iş vardı ne de başka bir
şey.  Çalıştıkları Tekel firmasından kovulmuşlardı. Eve,
taziyeye gelenler ise kolayca ‘terörist’ damgasını
yiyordu. Artık bu sürece katlanamayan aile Adana’ya doğru yola
çıkmış. 4 yıl Adana’da kaldıktan sonra dayanamayıp İzmir
Kadifekale’ye tekrar dönmüşler. 
“Rahşan’ım istemezdim böyle olsun ama pişman değiliz.
Rahşan 5 yaşında tren kazasıyla da ölebilirdi. Hasta da
olabilirdi… Ama bir miras bırakıp gitti. Bu halkın bir şeyler
yapmasına vesile oldu. Biz kardeşiz Türklerle. Kore’ye gittik,
gazi dediler, savaştık aynı topraklarda, Kıbrıs’ta kahramandık.
Bugün niye horgörülüyoruz, neden çapulcu oluyoruz.
Sen diyorsun Kürtsün, ama cezaevinde anneyi evladıyla
Kürtçe konuşturmuyorsun, bu nasıl adalet. Seveceksen sev
kovacaksan kov. Ki dedin zaten,  ya sev ya terk et. O zaman sen benim
toprağımı terk edeceksin.”
Bir anne kızgınlığında çıkıyor bu cümleler
ağzından.  Nasıl güçlü duruyorsun diye sorduğumuzda
da, “Rahşan’ı gördüğümde o üç
renkli battaniyesiyle, direndim, ağlamadım ama bu biraz tuhaf belki, şunu
söyleyeyim, beni ayakta tutan dindir. Birde geçmişi ve
bugünü düşününce, bu mücadele beni incitiyor.
Acaba değer mi bu halka diyorum ama değer gördüğüm
içinde ayakta kalıyorum…”
Kadifekale’deki evine konuk olduğumuz Emine ana, büyük bir
sabırla anlattı. Biz ise büyük bir sabırla dinledik. Sonra mı?
Kadifekale’ye çıktık. İzmir’e baktık o kaleden.
sanırım hepimizin içinden o ezgi geçiyordu:
“Kaç kere yandık, kimse bilmiyor. Gemiler gidiyor,
İzmir  ağlıyor...”

22 Mart 2009

 

Kaynak:birgun.net

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder