Umarım
Acıtmıştır
Bu fotoğrafta neler oluyor böyle?
Öfkeden yüzü karışmış bir kadın, bir polise el
kaldırmış.
İlk bakışta bu topraklarda yaşayan hemen herkesin içini
ferahlatacak bir görüntü. Kimin içinden
geçmemiştir bir polisi şöyle evire çevire pataklamak?
/>
Ama durun bir dakika. O kadını gözünüz bir yerden
ısırıyor. Kürt olmasın sakın. Hem de milletvekili. Kürt
Milletvekili tanımlaması oksimoron’un âlâsı değil mi?
Kürt kapıcı, Kürt amele, Kürt işçi oluyor da
milletvekili....yok daha neler.
Bu memlekette Kürt Cumhurbaşkanı bile olabileceğini biliyoruz. Onun
yolunun nerelerden geçtiğini de anlattırmayın şimdi bana. Biraz
zekâsı, bir tutam karizması, zerre kadar karakteri olsaydı
Metiner’i bile ileride böylesi yüksek makamlarda
görebilirdik.
Ama ‘Kürt Milletvekili’ olmuyor, değil mi?
Ulusalcı-milliyetçi-hoşgörülü-fedakâr-liberal,
velhasılı yelpazenin tek tarafa açılan her noktasından necip
Türk insanlarının böyle bir şeyi hazmedebilmeleri
mümkün değil. Hazmettik deseler dahi en derinlerinde bir
küçümseme, bir hor görme hücresi her an
faaliyette. Uyurlarken bile.
Şimdi Leyla Zana ve milletvekili arkadaşları polis tarafından
Meclis’ten sürüklenerek götürülürken deli
gibi alkış tutmuş olan yiğit Türk gazetecilerinden biri
pişmanlığını belirtiyor, ama bunun yeni çıkan şiir kitabına
promosyon olarak düşünüldüğü besbelli. Ne de olsa
emeklilik yaklaşmış, utanmadan şiirin soylu kuytusunu seçmiş
saklanmaya. DEP milletvekilleri sürüklenerek
götürülür, yıllarca, yıllarca hapiste tutulurken
gıkını çıkarmış olan var ise, o geçsin Sebahat
Tuncel’in tokadının karşısına. O, ‘dur’ desin.
‘Sakin ol. Halkına çektirilen eziyeti biliyorum. Ama
yanınızdayım. Sen sakin ol. Sesine katacağım sesimi, senin bağırman,
çırpınman, ağlayıp tepinmen gerekmeyecek.’
Hayır. Elbette en starından yılışıklar ‘bari bir özür
dile’ diye yol gösteriyorlar bu ‘huysuz, hırçın,
haddini bilmez’ kadına. Onlar şiddetin her türlüsüne
karşı ya.
Tuncel, Millet Meclisi’nin en çalışkan, temsil ettiği
halkına en sadık milletvekillerinin başında gelir.
Ama Kürt. Hem de kadın.
Şemdinli’de başlayan
Kürt kadın siyasetçilere ne tür saldırılar
gelebileceğini iyi biliyoruz. Sevahir Bayındır’ın kemiklerini
kırdılar, Fatma Kurtulan’ı kocasından vurdular, Pervin
Buldan’ı yine ailesinden incittiler, Emine Ayna’yı (kimilerinin
pek demokrat bildiği Arınç, Ayna için ‘garip bir
yaratık’ demişti) hakaretlerle yıldırmaya çalıştılar.
/>
Hem Kürt’ten milletvekili olamayacağını Başbakanımız
dolaylı ama fevkalade hedefi vuran bir açıklamayla belirtmişti.
Şemdinli olayını örtbas edip askerine sahip çıkan başbakan
ora halkı için şöyle buyuruyordu: “Oradaki
(Şemdinli’deki) vatandaştan tanık olarak istifade edemezsiniz.
Çünkü her an tehdit altında. Orada bölücü
örgütün istemediği bir şey söylerse
yanmıştır.” Kimi mucizelere inananlar bu sözler
üstüne kıyamet kopacağını, bu kan dondurucu ayrımcılık
dersinin hayatın her alanından yükselen tepkilerle
karşılanacağını ummuştu. Oysa büyük ihtimal, bu
‘mantık yürütmesine’ halkının da hatırı sayılır
bir kısmının aklı yatmıştı. Çünkü Erdoğan, savaş
hali terimleriyle düşünmeye, o terimlerin dayattığı ruh haliyle
korunmaya alıştırılmış bir halkın karşısında konuştuğunu
biliyordu. Tabii ya, düşmanın sözüne güvenip, ona
göre hareket edecek değiliz. Ne var bunda anlamayacak?
Başbakan’ın incilerini saçmasının üstünden
birkaç gün geçmişti ki halk tarafından
suçüstü yaka paça yakalanan astsubayların
avukatları konuştu. Ağzından ne baklalar döküldü.
“Müvekkillerim lehine bilgi verecek, beyanda bulunacak tanık
bulamıyoruz. Bölgedeki vatandaş tepki ve baskılardan korkarak
lehimize tanıklık etmiyor.” Vedat Gülşen, aynı zamanda, o
müvekkilleri aleyhinde tanıklık eden, onların arabasında silahları,
bombaları, krokileri, ölüm listelerini bulan halkın da yanına
bırakmamaya kararlıydı: “Ayrıca olayın meydana geldiği gün
astsubaylara saldıran, devlete ait araca zarar veren, (burada bir
arazözden değil, bomba ve silah yüklü suikast aracından
söz ediliyor) aracın üzerine çıkıp Kızılderili dansı
yapanlar hakkında delil topluyoruz ve bunlar hakkında dava
açılabilmesi için gerekli yerlere başvurumuzu
yapacağız.”
O gün orada had hudud bilmez Kızılderililer kendilerine ateş
açan, komşularının dükkânına bomba atan kovboyun
atının üstünde tepinirlermiş meğer.
Kısacası, AKP’nin sonunu Şemdinli’de
görmüştük. Şemdinli iddianamesini hazırlayan savcının
yalnızlık, itibarsızlık, işsizlik cehennemine postalanmasına, Şemdinli
davasının şimdi geldiği noktaya gelip örtbas edilmesine göz
yumduğunda, ikide bir ‘faili meçhul’ bombaların
hedefinde yaşayan halkın şahitliğini geçersiz ilan ettiğinde.
Şahitliği geçersiz olan halkın temsilcisinin sözü de
geçersizdir elbet. Orada burada erkeklik müsameresinde polis
tokatlayan AKP milletvekili delikanlılar hakkında çıt
çıkmazken Sebahat Tuncel’in tokadının bunca
gürültüye neden olmasının ardında yatan da budur. O vahşi
Kızılderili kabilesinden bir kadına tahammül edilemez.
Bu adamlar kapıcıları olmayan Kürtleri ancak dağda görmeye
tahammül edebiliyor. Karşılarında bir milletvekili olarak, hele de
kadın olarak gördüklerinde çıldırmaları bundan.
/>
Fotoğrafa dönersek
Biz bu fotoğrafın ne öncesini ne de sonrasını görebiliyoruz.
Basınımız göstermiyor. Ama olaylar sırasında Silopi’de
bulunan Dicle Haber Ajansı (DİHA) muhabiri Metin İnan, Sebahat
Tuncel’in bu kadar sinirlenmesine yol açan olayları
bianet’e anlatmış.
Metin İnan, saat 15.00 sularında Demokratik Çözüm ve
Barış Çadırı’na doğru yürüyüşe
geçildiğini anlatıyor. Herhangi bir taşkınlık veya provokasyonun
olmadığı yürüyüş sırasında kortejin Sanat
Sokağı’na girmesiyle birlikte polisin barikat kurduğunu
söyleyen İnan, olayların devamını şöyle aktarıyor:
“Yürüyüş sırasında çadırın bulunduğu Sanat
Sokağı’nın girişinde İlçe Emniyet
Müdürlüğü’ne bağlı çevik kuvvet polisleri
barikat kurmuştu. Sebahat Tuncel ile emniyet güvenlik şube amiri
arasında kısa süreli bir görüşme oldu. Bu
görüşme sırasında Tuncel, yürüyüş sırasında
herhangi bir provokasyona fırsat verilmeyeceğini söyledi.
Fakat güvenlik şube amiri bunun kabul edilemeyeceğini,
çünkü hafta içi olması nedeniyle yolun trafiğe
kapanma riski olduğunu ve kitlenin 10 binin üzerinde olması nedeniyle
BDP’li yetkililerin bu kitleye sahip olamayacağını ileri
sürdü. Bu görüşmelerden sonra Tuncel, ‘Siz izin
vermeseniz de biz yürüyüşümüzü
gerçekleştireceğiz, eğer müdahale ederseniz, bunun sorumlusu
siz olacaksınız’ dedi.”
Polisin yürüyüşe izin vermemesi nedeniyle Tuncel ile emniyet
amiri arasındaki görüşme sırasında kitlenin oturma eylemine
başladığını anlatan İnan, Tuncel’in kitleye
döndüğü anda kitleden iki veya üç taşın
çocuklar tarafından polise atıldığını ifade ediyor.
Taşların atılmasıyla, Tuncel “atmayın” bile diyemeden
polislerin kalabalığın üstüne tazyikli su sıkmaya ve gaz
bombası atmaya başladığını aktaran İnan, tazyikli suyun ilk olarak
kitleyle yürüyen BDP’li belediye başkanlarına
sıkıldığının altını çiziyor.
Olayların yaşandığı Sanat Sokağı’nın oldukça dar bir
sokak olması nedeniyle çok sayıda bayılan ve yaralanan olduğunu
ifade eden İnan, yüzlerce gaz bombası atıldığına dikkat
çekiyor. Kitlenin yüzde 70’inin kadın olduğunu, ayrıca
çok sayıda çocuk olduğunu ifade eden İnan, atılan
çok sayıda gaz bombası nedeniyle çekim yapmalarının da
olanaksız hale geldiğinden yakınıyor. Tuncel’in bu aşamada
yaralanan ve bayılan insanlar nedeniyle çok sinirlendiğini
söyleyen İnan, Tuncel ile emniyet amiri arasındaki münakaşanın
da bu nedenle yaşandığını belirtiyor.
Anaakım medyanın, ‘şiddetin her türüne karşı
olan’ okuruna vaveyla ile yansıttığı bu resim, her zaman olduğu
gibi hikâyenin sonunu gösteriyor.
Ertuğrul Kürkçü’nün ‘Atılamayan tokat ve
egemenin incinen gururu’ adlı yazısı üstüne koyacak
cümlem yok aslında. Onunla bitirmek isterim: “Onlar ki, polise
tenhada attıkları dayaklarla öğünür, ötekiler
yedikleri dayakları sineye çekerler ama bir kadının, bir
Kürdün, bir sosyalistin Tayyip Erdoğan’ın sultanlığının
koruyucularına meydan okuması yüreklerini dağlar, memleket sevgisini,
devlet aşkını ayaklandırır. Sebahat Tuncel’in at(a)madığı
tokadın, bütün maçoların, bütün zorbaların,
bütün fallus tapınıcılarının gururunu Mustafa Bayram’ın
bastığı karakolda silah zoruyla polise diz çöktürmesinden
daha da çok yaralaması işte bundan: Nasıl olur da hep ayaklar
altında kalması, milletvekili de olsa boyun eğmesi gereken bir egemenlik
nesnesi, bir kadın, bir Kürt, bir solcu, bir ezilen, dikilir
ayağa, fiyakasını bozar muktedirlerin ve bir başkaldırı öznesine
dönüşür...”
Kaynak: Radikal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder