28 Mart 2011 Pazartesi

Hrant'ı Yaşatmak İçin Ondan Öğrenmek / Temel Demirer

Hrant'ı Yaşatmak İçin
Ondan Öğrenmek / Temel Demirer

“Yaşama karşı
sorumluluğumuz

       size="2">daha yücesini yaratmaktır.

       size="2">Daha
alçağını değil.”[2]

       size="3">“Ya ben tehlikeyi çok sevdim, ya tehlike beni. Ama
inanılmaz derecede de masumdum,” der ve eklerdi Hrant
Dink:

       size="3">“Ne yapayım ki benim başka bir silahım yok. Biraz aklım
var belki ama çokça da duygularım. Ben ne siyasetçiyim
ne politikacı. Hayatım boyunca o an nasıl davranacağımı hiçbir
zaman önceden hesap etmedim. O an ne hissettiysem öyle davrandım,
öyle konuştum.”

       size="3">Evet, böyle biriydi Ahbarik Hrant…

      Bu
özelliğiyle O, “… ‘Adaletli bir dünya ve
Türkiye’  istedi, bunun için de sorumluluk
aldı,” diyen E. Fuat Keyman’ın ötesinde ve daha da
fazla bir şeyi temsil ediyordu; yani gerçeği…  Ermeni
soykırımı gerçeğinin dillendirilmesini…

       size="3">Hayır; Hrant’ı sadece bir “demokrat” 
olarak sunamazsınız…

       size="3">Hrant; Ermenidir; sosyalisttir… Aslında
aslî  özellikleri de bunlardır; n’olur Hrant’tan
söz ederken; Ermeni sosyalisti Hrant’ı Hrant olmaktan
çıkarmayın…

       size="3">DİYORDU Kİ…

      24
Şubat 2005’te ‘Biraz Dertleşsek mi?’ diye başlık
attığı yazısında şöyle demişti:

       size="3">“Dört bin yıllık geçmişi olan üretken bir
halktan, bugün 50-60 bin kişilik cemaate
indirilmiş ‘Türkiye Ermeni toplumu’nun bir
ferdiyim…

       size="3">Muhtemelen içinizde beni Ermeni milliyetçisi olarak
görenler de vardır.

       size="3">Ama ne olur lütfen hâlden anlayın..”

       size="3">Yine 1 Kasım 2004 tarihli yazısının başlığını da
‘Ruh Hâlimdir’  de ise şunlara dikkat
çekmişti:

       size="3">“Türkiyeliyim... Ermeniyim... İliklerime kadar da
Anadoluluyum. (…)

       size="3">Benim tek isteğim, canım Türkiyeli arkadaşlarımla, ortak
geçmişimi alabildiğine ve etraflıca ve de o tarihten hiç de
husumet çıkarmamacasına özgürce
konuşabilmek…

       size="3">Yukarıdaki satırlar.. bendenizin ruh hâlidir. Arz
ederim.”

       size="3">Nihayet 12 Ocak 2007’ tarihli ‘Agos’ta
‘Niçin Hedef Seçildim?’ başlıklı yazısıyla da
sonucu biz(ler)e haber verir gibiydi:

       size="3">“Ama ayrımcılığa uğramanın tecrübeleriyle pişmiş
biri olarak ussal refleksimin şu soruyu sormaktan da hiç geri
durmadığını itiraf etmeliyim: ‘Benim Ermeni olmamın bu
sonuçta bir rolü oldu mu?’

      Bu
soruya karşılık, bildiklerimi ve sezdiklerimi yan yana getirdiğimde
verebileceğim bir cevap var elbet. Özeti de şu: Birileri karar verdi
ve ‘Bu Hrant Dink artık çok olmaya başladı... Ona haddini
bildirmek gerek’ diyerek harekete geçti. Kabul ediyorum, kendimi
ve Ermeni kimliğimi çok merkeze alan bir iddia bu. Abarttığım
öne sürülebilir. Ne var ki benim ruhsal algılamam bu...

       size="3">Elimdeki veriler ve yaşadıklarım bana bu iddiam dışında bir
seçenek bırakmıyor. İyisi mi şimdi bana düşen tüm
yaşadıklarımı ve sezgilerimi sizlere aktarmak. Sonrası sizin
bileceğiniz…”
size="2">[3]

       size="3">Nihayet “Reuters ajansına verdiği bir röportajda,
gazeteci ‘soykırım mı değil mi’ biçiminde kendisini
sıkıştırdığı için ‘evet soykırımdır’,
demişti.
size="2">[4] Bu
nedenle hakkında dava açıldı. Açılacak davada nasıl bir
savunma yapacaktı? Ocak 4 ve 5’inde bu konuyu birkaç sefer
kendisi açtı. Savunması konusunda konuştu. ‘Ben davayı tam
bir tarih kürsüsüne çevirmek istiyorum. Taner,
lütfen hazırlan ve beraber hazırlanalım.
Düşündüğüm, şu: ‘evet, soykırımdır’
diyeceğim ve madde madde dizerek savunma yapacağım. Soykırımdır,
çünkü, soykırımdır çünkü.... öyle
bir savunma yapacağım ki burada tarihi yargıladıklarını kendilerine
göstereceğim.’

       size="3">Eğer öldürülmeseydi, ‘Evet, 1915 bir
soykırımdır ve bunu söylemek de bir suç teşkil etmez’,
diyecekti. O, bu savunmasını yapamadı. Hrant’ı yargılayamayanlar,
Arat Dink ve Sarkis Seropyan’ı yargıladılar ve soykırım kelimesini
kullanmaktan dolayı mahkûm ettiler…”
face="Times New Roman" size="2">[5]

       size="3">Burada durup, altını çizerek belirtmem gerek,
Hrant’a sahip çıkanlar, uğrunda ölümü 
kucakladığı Ermeni soykırımı gerçeğine sırt dönemezler,
dönmemeliler…

       size="3">SOYKIRIMA, RESMİ İDEOLOJİYE ONAY MI RED Mİ?

      O
hâlde açık açık belirtelim; eğer Türker Alkan
gibi, “1915 olayları çok tartışıldı ve tartışılmalı da.
Fakat bu tartışma nedeniyle Türk mahkemeleri tarafından mahkûm
edilmiş bir kimse anımsamıyorum. Ama ‘soykırım olmadı’
dediği için İsviçre mahkemelerinde yargılanan ve
mahkûm olan Türkler oldu!”
[6] size="3"> diyorsanız; kendinize hangi sıfatı layık görürseniz
görün; egemen ırkçığın bir parçasısınız
demektir!

       size="3">Bilmiyor olamazsınız;
“es” geçemezsiniz!

       size="3">Hrant’ı yargılayamayanlar, Arat Dink ve Sarkis
Seropyan’ı yargıladılar ve soykırım kelimesini kullanmaktan
dolayı mahkûm ettiler. Arat Dink ve Sarkis Seropyan ve
avukatları, verilen cezanın aslında Hrant’a verildiğini
düşünüyorlar…

       size="3">Haksız da değiller!

       size="3">Kimse inkâra kalkışmasın!

       size="3">“Resmî ideoloji Türk halkı tarafından
içselleştirilmiş, ırkçılık ve milliyetçilik
sıradanlaşmış.

       size="3">Kendilerini entelektüel olarak tanımlayanlar dahi korku
sarmalından kurtulamamışlar.

       size="3">Edward Said diyor ki; ‘entelektüel kolay kolay
hükümetlerin veya büyük şirketlerin adamı yapılamayan,
devamlı unutulan ya da sümenaltı edilen insanları ve meseleleri
temsil etmek için varolandır.’

       size="3">Evet, Türkiye’de elbirliği ile Ermeni ulusuna
yönelik soykırım  ‘sümenaltı’
edilmiştir.

       size="3">Bunda herkesin payı vardır. Ve herkes
suçludur.

       size="3">Açıkça soykırım demeyenlere, hâlâ
ikilem içinde kalanlara, susanlara, korkanlara, İttihat ve Terakki
Partisi’nin 1915 başlarında düzenlenen gizli oturumunda parti
üyesi Doktor Nâzım’ın sözlerini hatırlatmak
istiyorum:

       size="3">‘Ermeniler ölümcül bir yaraya benzer. Bu yara
önceden zararsız zannedilir. Fakat zamanında bir doktor muamelesi
görmezse muhakkak öldürür. Hemen harekete geçmek
gerekir. Eğer 1909’daki gibi yaparsak yarardan çok zarar
görürüz. Bizim temizlemeye karar verdiğimiz diğer kesimleri,
Arapları ve Kürtleri uyandırır ve tehlike bir yerine üçe
katlanır… …Eğer bu temizlik harekâtı ve genel ve nihai
olmazsa, yarardan çok zararı dokunur. Ermeni halkını
topraklarımızdan kökten temizlemeliyiz. Bir kişi bile kurtulmamalı
ve Ermeni ismi unutulmalıdır… Bu defaki işlem, kökten
temizleme işlemi olacaktır. Ve Ermenilerden bir kişi bile sağ
kurtulmaması koşuluyla soykırım mutlaka gereklidir...’
face="Times New Roman" size="2">[7]

       size="3">Evet, Doktor Nâzım’ın söyledikleri
uygulanmıştır.

       size="3">Peki bugün bu anlayış değişmiş midir? Ne yazık ki bu
soruya verilecek cevap koskoca bir hayır’dır.

       size="3">Hrant Dink’in katledilmesinin ardından kamuoyunda ‘Ozan
Arif’  diye bilenen Arif Şirin ve
Türkücü İsmail Türüt, ırkçı
duygularını kâğıda dökerek Hrant’ın katili Ogun
Samast’a övgüler düzen bir şarkı yaptılar. İnsan
Hakları Derneği’nin yaptığı suç duyurusu üzerine bu
iki faşist hakkında dava açıldı. Ancak, Dink’in
katledilmesini kınayanlara ceza veren hâkimler, onlar hakkında beraat
kararı verdiler. Ve katliamı savunan şarkıda suç unsuru
görmediler...

       size="3">Şimdi sormak gerekiyor. Hrant Dink’in katili
kim?”
size="2">[8]

       size="3">KATİL  “KİM” Mİ? BİLMİYOR
OLAMAZSINIZ!

       size="3">Hepimiz, herkes anımsıyor, biliyor…

       size="3">Hrant Dink’in katil zanlısı Ogün Samast’ın 3.5
saatlik sorgu kaydı TRT Haber’deki Büyük Takip
Programı’nda yayımlandı. “Ermeni soykırımı” ile
ilgili sorular sorulan Samast’ın konudan habersiz olduğunu iddia
etmesi dikkat çekerken, sorgu sırasında Samast’ın bir gazete
alarak okuduğu ve haberlere güldüğü
görülüyor.

       size="3">Tepe kamerası ile yapılan sorguda Samast’ın
sürekli avukatına baktığı, çay molası, sigara molası ve
yemek molası verdiği ve sorgu sırasında zaman zaman gülüşmeler
olduğu görülüyor...

       size="3">Samast, yakalanacağını bildiği ve teslim olacağı
için silahı  herhangi bir yere atmadığını da
söylüyor. “Jandarmalar hepsi zaten tanıyor beni. Çok
severler beni, zaten teslim olacaktım” ifadelerini kullanan Samast,
“Neden seni seviyorlar” sorusuna ise “Mahalleye
geliyorlardı. Oturuyorduk muhabbet ediyorduk” karşılığını
veriyor…

       size="3">“Devletini seven falan o anlamda mı” sorusuna da
“Evet” diyen Samast, yanında sürekli olarak Türk
bayrağı olduğunu da savunuyor…

       size="3">Tüm bunlar “Katil kim”in yanıtları değil
mi?

       size="3">Ayrıca “Katil kim?”konusunda İsmet Berkan,
“Aradan geçen bunca zamana rağmen
davası hâlâ bitmedi. Hrant Dink’i kimin
öldürdüğünü biliyoruz.

      O
katilin eline silahı kimin verdiğini biliyoruz. Ele silah vereni kimin
azmettirdiğini biliyoruz.

       size="3">Zaten mahkemede de onlar yargılanıyor. Peki daha
sonrası,”
size="2">[9]
sorularının altını çizerken; ÖDP lideri Alper Taş da,
“Dink bir devlet politikası olarak
öldürüldü,” diyor!

       size="3">SORUMLU DEVLETTİR!

       size="3">Sorumlu -dolaylı falan değil!- doğrudan,
düpedüz devlettir…

       size="3">Örneğin, “Hrant için devlete karşı devlet
gerek” vurgusuyla ekliyor Cengiz Çandar, “Bugüne dek
ortaya dökülüp saçılan bütün bulgular,
Hrant’ın çok ‘derindeki devlet’ falan değil,
devletin kendisi tarafından, adeta bilinçli bir ‘ihmal’
yoluyla, devletin güvenlik kurumlarının içinden üreyen bir
mekanizma sonucu şimdi sanık konumundaki tetikçiler aracılığıyla
öldürüldüğünü ortaya koyuyor. Sanık,
‘derin devlet’ten ziyade, hayli ‘yüzeydeki’
devlettir.”

       size="3">Kanıt mı? Çok, hem de gereğinden
fazla…

       size="3">Skandallarla gündeme gelen Hrant Dink cinayeti
soruşturmasında “Bu kadarına pes” dedirten bir olay da, Hrant
Dink cinayetinde ihmalleri oldukları Başbakanlık Teftiş Kurulu raporunda
açıkça belirtilmesine rağmen yargı önüne
çıkartılamayan polislerden bazılarının, haklarında “Dink
cinayetinde sorumlulukları var” şeklinde rapor düzenleyen
Mülkiye müfettişinden şikâyetçi
olunmasıdır!

       size="3">Suç  duyurusu üzerine müfettiş hakkında
İçişleri Bakanlığı tarafından ön inceleme yapıldığı ve
müfettişin yargılanmaktan bir Danıştay kararı sayesinde kurtulduğu
öğrenildi…

       size="3">Ne alâ değil mi?!

      Bu
kadar değil!

       size="3">İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Dink’in
katledilmesinde Milli İstihbarat Teşkilâtı mensuplarının ihmali
olup olmadığını soruşturmak için istediği izin talebine Recep
Tayyip Erdoğan olumsuz yanıt verdi. Başbakanlık’tan Savcılığa
gönderilen cevap yazısında, en düşüğü Operasyon
Başkanı seviyesinde olan MİT mensuplarının soruşturulmasına izin
verilmedi…

       size="3">Vb’leri, vd’leri…

       size="3">YANITSIZ SORU(N)LAR

       size="3">Ahbarik Dink’in katli konusunda sorulan tüm soru(n)lar
yanıtsızdır!

       size="3">Hilal Köse’nin ifadesiyle, “Hrant’ın
arkadaşları sorular sordular ancak devletten tek bir cevap bile
alamadılar,” yani devlet Hrant’a sağır, dilsiz ve
kördür; üç maymunu oynamaktadır!

       size="3">Örneğin Hrant Dink’in öldürülmesiyle
ilgili ‘Bilgi Edinme Kanunu’nu kullanarak cinayetle ilgili
Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Dışişleri, İçişleri ve
Adalet bakanlıklarına “sorular” gönderen
‘Hrant’ın Arkadaşları’ istedikleri yanıtı
alamadı!

       size="3"> Durum tamı tamına bu ve böyleyken; bunların da bir
artısı  var!

       size="3">“Hrant Dink’in arkadaşları” tarafından
sorulan sorulara verdikleri yanıtlar çerçevesinde tavırları
gündeme getirilerek eleştirilen Cumhurbaşkanlığı ve
Başbakanlık’la birlikte Adalet Bakanlığı’nın Teftiş Kurulu
raporunda da “Hrant Dink suçsuzdur”
açıklamasının suç sayıldığı ortaya
çıktı…

       size="3">Adalet Bakanlığı müfettişleri, Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı  Ömer Faruk Eminağaoğlu’nun, Dink’in
sözlerini, “düşünce
özgürlüğü” olarak gören ve yargılanmasına
karşı çıkan açıklamalarını, “Toplumda yargıya
güveni sarsacak nitelikte beyan” olarak
değerlendirdi!

       size="3">YAPILAN ŞEY: PERDELEME/ KARARTMA!

       size="3">Emniyet Genel Müdür Yardımcısı iken son yılların
en büyük uyuşturucu operasyonu kapsamında tutuklanan Emin Arslan,
Hrant Dink cinayetini aydınlatmaya çalıştığı için
bunların başına geldiğini öne sürerken; Yıldırım Türker
haykırıyor:

       size="3">“Hrant’ın katli, basit bir cinayet olarak tarihe
yazılsın, tarihin üçüncü sayfasına atılsın diyedir
bütün gayretleri.

       size="3">Hrant’ın katilleri hâlâ aramızda.

       size="3">Evet, onlara hâlâ dokunulamıyor. Devlet,
hâlâ  onların devleti…”

       size="3">Aynı  şekilde Dink’in avukatı Fethiye
Çetin, üçüncü yılındaki
davayı, “Bugüne kadar izlenen yöntemle bu cinayet
aydınlatılamaz. Bu cinayet üç beş gencin işi değil.
Cinayetin gerçek faillerinin ortaya çıkarılması
yönünde kayda değer bir gelişme olmadı. Başladığımız
yerdeyiz” diye değerlendirdiği raporda (Deniz Tuna ile) şunların
altını çiziyorlar:

       size="3">“Gelişmeler ışığında; açıkça ve net
olarak varılan sonuç şudur: Bugüne kadar izlenen yöntemle
bu cinayet aydınlatılamaz.”

       size="3">Evet ortada devletin perdeleme/ karartma operasyonu
vardır…

       size="3">AİHM MESELESİ…

       size="3">Bunun böyle olduğuna ilişkin önemli bir veri de Hasan
Cemal’e, “Dışişleri Bakanlığı’ndan devlet adına bir
savunma gidiyor AİHM’e. Utanç verici bir savunma. Rezalet!
Devlet, bunca yaşanandan sonra daha hâlâ Hrant Dink’i
suçlayabildiği için öyle... Ne acı, ne
yazık,”
size="2">[10]
dedirten AİHM’deki T.“C”
tavrıdır!

       size="3">T.C Dışişleri AİHM’deki “Hrant Dink Davası
Savunması”nda, “Hrant Dink
öldürüldüğüne göre 301’den aldığı
cezanın mağduru olmamıştır. Yani, mağdur olmadığına göre bizim
suçlanmamız gerekmez,”
size="2">[11]
derken; AİHM’deki dava dosyasına giren T.“C”
hükümetinin savunması -özetle- şöyledir:

       size="3">“Hrant Dink hakkında Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun da
onayladığı 301. madde mahkûmiyetine ilişkin dava,
öldürüldüğü için düştü, cezan
kesinleşmedi. Bu yüzden Dink’in başvuru hakkı yok. Dink Ailesi
de 301. madde mahkûmiyetinden doğrudan zarar görmediği,
‘mağdur’ sayılamaz. AİHM, daha önce Almanya’da bir
Nazi örgütü liderine nasyonal sosyalizmi savunan yazısı
için verilen cezayı yerinde buldu. Demokratik bir toplumda bu
tür yazılar (Dink’in mahkûmiyetine neden olan yazısı)
halkı tahrik etmek suçunu oluşturacak ve kamu düzenini
bozacaktır. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin ‘nefret
söyleminin engellenmesine’ ilişkin tavsiye kararı
bulunmaktadır. Dink’in yazısı da ‘nefret
söylemi’dir. Davanın Dink Ailesi’nin kökeniyle
hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.”

       size="3">İstanbul Büyükşehir Belediyesi’in 8 Şubat 2010
tarihli oturumunda AKP’li üyelerinin oylarıyla Hrant
Dink’in adının, Şişli’deki Ergenekon Caddesi’ne
verilmesiyle ilgili gündem önerisinin red ettiren zihniyetin yani
AKP’nin de Hrant’ın hesabı sormayacağı, soramayacağı
herkesin bilgisi dahilindedir!

       size="3">Kaldı  ki, kullanılan “tetikçi’den bile
hesap sormanın şaibeli olduğu bir “sır” değilken; Rakel Dink
haykırıyor: “Adalete prangalar vurulmuş. Hâkimler
uyguluyor”!

       size="3">Evet tablo bu!

       size="3">HRANT’I YAŞATMAK!

       size="3">Bu tabloda Hrant’ı yaşatmak, egemenlere bir kez daha
katlettirmemek gerekiyor; bu “olmazsa olmaz”ımız
olmalıdır!

       size="3">Herkes, Hrant’a “Çutağım/ Kemanım” diye
seslenen Rakel Dink’in, “Kanını gördüm kaldırımın
üstünde. Sonra hep üzüldüm, niye uzanıp oraya,
yanına yatmadım diye. Sonra hep üzüldüm... Çıkarken
Agos’tan, baktım orayı sabunla suyla yıkıyorlar. Temizlemeye
çalışıyorlar. Sanki temizlenirmiş gibi. Suyla sabunla temizlenir
mi dökülmüş kan?” sorusunu belleklerine
nakşetmelidir!

       size="3">Herkes, “Biz bu ülkede yüzde 20’ydik,
bugün binde bir bile değiliz. 100 yıl önce avdık, şimdi yem
olmuşuz…” “[Devlet] bizimle dalga
geçiliyor…” diye haykıran Hrant’ın oğlu Arat
Dink’in çığlığını duymalıdır!

       size="3">Hrant’la, insanlığımızla, vicdanımız ve adaletle yani
bizi insan kılan her şeyimizle, hepimizle alay ediyor
egemenler...

       size="3">Egemenler tarafından hedefe konan, katledilen; cinayet öncesi
ve sonrasında da resmî savunmayla suçlu ilan edilen Hrant:
“Suçlu” bulunan bir maktuldür…

       size="3">Buna izin vermemeliz!

       size="3">Bunu nasıl yapabileceğimizi yine ve bir kez daha Ahbarik
Hrant’tan öğrenebiliriz…

       size="3">Kolay mı? “Düşünen ve yapan bir insan”dı
Hrant…

       size="3">Onu anlatırken “Hrant insanı severdi. Derin bakardı insana.
Anlamak üzere bakmaktı bu,” derdi Hülya
Demir…

       size="3">“… ‘Khent’, Hrant’a çok uygun
bir isim. O doludizgin yaşanan yaşam mücadelesi içinde,
yoksulluk ve yoksunlukta geçen çocukluğundan itibaren,
ortaokul yıllarından itibaren ekmek parası peşinde koşan bir insan. Ve o
doludizginlik içinde delifişek bir delikanlı çıkmış
ortaya. Zaten Hrant isminden de anlaşılacağı gibi coşkulu bir ateş o.
‘Deli’, ‘delioğlan’, ‘delifişek’
anlamında bir sözcük Khent,”
[12] size="3"> vurgusuyla “Bana onu anlat deseler” diyerek ekliyordu
Tûba Çandar da: “Arkadaşımın adı Hrant’tı. Bana
onu anlat, deseler; has adamdı, derim. Asil ruhtu, sıkı dosttu. Cesur
yürekti, deli fişekti. Koruyandı, kollayandı. Candı... Tarifi
çoktu onun, kimselere benzemezdi, derim. Canına kıydılar
arkadaşımın. Gazetesinin önünde vurdular onu. Arkadan vurdular
hem de, üç kurşunla... O gün ben de vuruldum. Yaşarken
değdiği, koca kollarıyla sarıp sarmaladığı, dokunup
şifalandırdığı herkes vuruldu. Hepimiz vurulduk. Ama Hrant
öldü; biz kaldık. Ve gördük. Kaldırımda
yüzükoyun yatan Hrant’ı gördük. Üzerini
örtmeye çalıştıkları beyaz kağıdı da, altı delik
ayakkabılarını da... Hepsini gördük…”
face="Times New Roman" size="2">[13]

       size="3">Hrant’a dair bir tanımlama da oğlu Arat’tan ve
şöyle: “Babamın bir deli yönü vardı. Öfke,
cesaret ya da coşku. Herkeste olan duyguların aşırısı vardı onda.
Ancak bir delinin yapacağı şeyleri yapardı bazen. Babam haksızlığa
gelemez, susmayı sindiremezdi. Öfkesini bastırmaz, haklı olduğuna
inanırsa taviz vermezdi. Evde olduğu gibi dışarıda da böyleydi bu.
Zaten böyle bir ayrım yapmayacak kadar da doğaldı. Çabuk
parlar, çabuk sönerdi. Ama o parladığı an, bunun sonucunu
düşünmeden hareket edebilirdi. En büyük zaafı bu
tür delilikleriydi (…) Hani insanlık tarihi
düşünenler ve yapanlar olmak üzere iki tür insanın
tarihidir ya, babamda beni şaşırtan şey, bu ikisini aynı bünyede
barıştırabilmesiydi. İnsanın eylemesine engel olan bir farkındalığa
sahip olabilmesine rağmen eylem
üretebilmesiydi…”
size="2">[14]

       size="3">Evet Ali Bulunmaz’ın, “Paylaşımcılık duygusu
Hrant’ı kaçınılmaz biçimde sol ve sosyalizmle
tanıştırıyor. TİKKO günleri, aynı zamana rastlayan
aşk,”
size="2">[15]
vurgusuyla betimlenmesi mümkün olan “Khent”
Hrant’ın, “Ağıt toplumuyuz biz, acıyı kazanç
bellemişiz. Siz ölüm ilanımı veredurun, bu da benim
yaşadığımın ilanıdır,” haykırışı kulaklara küpe
edilmelidir…

      Bu
haykırış; “Ji jîyanê netirsin. Jiyîn wisa xweş e
ku dema we bi xwe karekî baş u rast kiribe,”
face="Times New Roman" size="2">[16] dercesine aşk, hayat ve kardeşlik için bir
mücadele çağrısıdır!

      O
hâlde şimdi umut ve ısrarla Paul Eluard’ın dizelerini
terenüm edelim; (Gabriel) Peri isminin yanına Hrant Dink’i
ekleyerek:

       size="3">“İnsanı yaşatan kelimeler vardır/ Hani yunmuş arınmış
sözler/ Sıcaklık diyelim güven diyelim/ Mesela aşk adalet
hürriyet kelimesi/ Çocuk kelimesi insanlık kelimesi gibi/ Ve
bazı çiçeklerin ülkelerin ismi/ Mesela yiğit kardeşlik
arkadaşlık/ Çalışma kelimesi gibi/ Sonra bazı kadınların
dostların ismi/ Bizim Peri [ve de Hrant Dink-b.n.]de onların
arasında…”

       size="3">Özetle John A. Simone’un, “Kötü bir
durumdaysanız, merak etmeyin geçer. İyi bir durumdaysanız, merak
etmeyin geçer,” sözünü anımsayarak;
ütopyaları yeniden gün yüzüne çıkarmanın,
onları gerçekleşebilir hayaller olarak çizmenin tam zamanı.
Gittikçe kararan ve kendi ellerimizle berbat ettiğimiz dünyayı
ışıkla, güneşle, aşkla, harfle, kelimeyle, cümleyle yeniden
kurmanın tam zamanıdır…

       size="3">Nihayet karanlıkların şiddeti üstümüze
üstümüze gelse de, isyan ve direnişten
vazgeçilmemişse; F. Engels’in, “Mücadeleciliğin ve
devrimciliğin kalbi çeliktendir; Acıyabilir ama asla
affetmez!” uyarısı unutulmamışsa umut
tükenmez…

       size="3">Ahbarik Hrant bunun kanıtıdır!

      8
Ocak 2011 15:25:30, Ankara.

       size="3">N O T L A R

       size="2">[1] 15 Ocak 2011 tarihinde SBF-DER’in
Ankara’da düzenlediği “Hrant Dink Anması”nda
yapılan konuşma… Esmer, No:70, Nisan 2011…

       size="2">[2] Friedrich Nietzsche.

       size="2">[3] Hrant Dink, Bu Köşedeki Adam, Uluslararası
Hrant Dink Vakfı Yay., Eylül 2009.

       size="2">[4] “Siz buna soykırım deyin…”
gibi bir derdim asla yok! Aslında bu tip dayatmaların Türk toplumunda
çok yanlış olduğuna inanıyorum. Bu toplum idrak etmeli,
tartışmalı ve öğrenmeli.” (2 Ekim 2006’da Akşam
gazetesi ile yaptığı söyleşi:
http://www.aksam.com.tr/haber.asp?a=65239,12)

       size="2">[5] Taner Akçam, “Hrant’la En Son
Konuştuklarımız”, Gelawej, 17 Ocak 2010.

       size="2">[6] Türker Alkan, “İşe Yaramayan Bir
Özür”, Radikal, 10 Nisan 2010, s.19.

       size="2">[7] Recep Maraşlı, 1915 Soykırımı.

       size="2">[8] Eren Keskin, “24 Nisan 1915’ten, 19
Ocak 2007’ye...”, Günlük, 19 Ocak 2010,
s.10.

       size="2">[9] İsmet Berkan, “Hrant’ın Katlinden
Ders Çıkaramamak”, Radikal, 19 Ocak 2010, s.3.

       size="2">[10] Hasan Cemal, “Hrant Dink Ailesine
Özür Borcu!”, Milliyet, 22 Ağustos 2010, s.19.

       size="2">[11] Aktaran: “AİHM Dink
Dâvâsı’nda Savunma Yerine Saldırı”, Kızılcık,
No:39, Yaz 2010, s.30.

       size="2">[12] Kaya Genç, “Hrant: Hepimize Dokunan
O Gizemli Adam”, Radikal Kitap, Yıl:9, No:496, 17 Eylül 2010,
s.20-22.

       size="2">[13] Karin Karakaşlı, “Hrant’a Hayat
Armağanı”, Radikal İki, 19 Eylül 2010, s.9.

       size="2">[14] Tûba Çandar, Hrant, Everest Yay.,
2010.

       size="2">[15] Ali Bulunmaz, “…
‘Suçlu’ Bulunan Maktul”, Cumhuriyet Kitap, No:1077,
7 Ekim 2010, s.4-5.

       size="2">[16] “Yaşamdan korkmayın. İyi ve doğru bir
şey yaptığınız zaman yaşam öyle güzel ki.” (F.
Dostoyevski.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder