<h1><a href=http://www.ivmedergisi.com/node/7151>Temmuz'da, Yine
Seninleyiz...</a></h1><p>
<style type="text/css">
<!--{cke_protected}{C}%3C!%2D%2D%0A%09%09%40page%20%7B%20margin%3A%202cm%20%7D%0A%09%09P%20%7B%20margin-bottom%3A%200.21cm%20%7D%0A%09%2D%2D%3E--> </style>
</p>
<p><strong><strong><a
href="http://www.ozgurluk.org/sehitlerimiz/Sehitlerimiz9-13/AyceIdilErkmen.jpg"
target="_blank"><img align="left" height="217" hspace="12"
src="http://www.ozgurluk.org/sehitlerimiz/Sehitlerimiz-kucukfoto/AyceIdilErkmen.jpg"
width="150" /></a></strong></strong></p>
<p style="margin-bottom:
0cm"> <em>
</em></p>
<p style="margin-bottom: 0cm;"> </p>
<p style="margin-bottom: 0cm;"> </p>
<p style="margin-bottom: 0cm;"> </p>
<p style="margin-bottom: 0cm;"> </p>
<p style="margin-bottom:
0cm;"><em>
İdilimize...</em><br />
</p>
<p style="margin-bottom: 0cm;">Sevgili İdil,<br />
Tam bir yıl oldu yanına gelip, bir taraftan gölgende soluklanırken,
karşılıklı kana kana su içip, bir taraftan da candan bir sohbet
etmeyeli... Bir oof çekip, parmaklarımızı yüzünde,
saçlarında dolaştırmayalı... Yalnız sen değilmişsin bizi
bekleyen, silivrikapıda su satarak kazandıkları üç-beş
kuruşla evlerini geçindiren, tırnaklarının arasında
çamurun, kıvrık paçalarında ıslaklığın hiç eksik
olmadığı kara çocuklar da bekliyormuş yolumuzu. Bizim
olmadığımız zamanlarda onlarla konuşuyormuşsun, onlar da sana
anlatıyorlarmış dertlerini; okuyunca nasıl bir insan olacaklarını,
gelecekteki hayallerini... Aralarında sanatçı olmak isteyenler de
varmış duyduğumuza göre, ama senin gibi bir sanatçı olmayı,
halkını seven ve gerektiğinde yüzünü bile görmediği
milyonlarca insan için ölmesini de bilen bir
sanatçı...<br />
<br />
Canımız İdil, Ayçe İdil Erkmen'in yoldaşları olma gururunu
ve onurunu, yüzündeki o tarifsiz gülümsemeyle bizlere
bırakıp gittiğin o günün ardından da tam on bir yıl
geçti. Biz yine yakıp kavuran bir temmuz dayız; sendeyiz, sizdeyiz,
seninleyiz, sizinleyiz. Zaman nasıl da hızla geçiyor değil mi? Hani
haylaz bir çocuk olsa şu zaman denilen şey, kolundan tutup
durdururduk, soluklansın diye. Ama değil işte. Bizden alıp
götürdükleri, sadece bir rakam olmadığının
mührü. Zaman her geçişinde içimizden bir
parça koparıp, canımızdan bir can yolup götürüyor.
götürmesine götürüyor ama hani uğruna feda
edemeyeceğimiz tek bir şey olmayan sevdamız, umudumuz var ya! Sosyalizm!
Her geçen gün biraz daha yaklaşıyor, her geçen gün
biraz daha önümüzü aydınlatıyor, her geçen
gün bahçemizdeki bağımızı, soframızdaki aşımızı,
yuvamızdaki sıcaklığı, çocuklarımızın elma rengindeki
yanaklarını sadece masallarda duyduğumuz o can kırmızısı renge
büründürüyor.<br />
<br />
İdil, yanına gelemediğimiz zamanlarda içimizde, beynimizin bir
köşesinde zulamızda saklı tuttuğumuz, anlatmak için
sabırsızlandığımız bir şeyler var hep; kimi zaman sevinçli,
kimi zaman hüzünlü, kimi zaman acı... Hani mendiline elinde
avucunda ne varsa sarıp, sevdiklerine götürenler var ya, işte biz
de mendilimizin içine sardık saklımızdakileri sana getirmek
için. Mendilimizde ne varsa dökeceğiz ortaya bir bir,
dökeceğiz önümüzde duran kağıdın ak yüzüne.
Hayat işte, her zaman acı ve tatlı anlarla dolu. biz anlatırken sen de
her zamanki mütevazılığınla gözlerini bizden ayırmadan
dinlersin; huyundur biliriz. biri söze başladı mı, ta ki sonunu
getirene kadar sen sabırla beklersin.<br />
<br />
Yozlaşma... Acısını damarlarımızı çatlatırcasına, kanımız
çekilircesine hissettiğimiz çürümüşlük
yani. Bir kültür olarak giriyor yaşamımıza, karabasan gibi
çöküyor gecelerimize, bir katil gibi giriyor kanımıza
gençlerimiz her geçen gün kirleniyor İdil, gelecekleri
ellerinden alınıyo. Kimisi uyuşturucu batağına saplanmış, kimisi
fuhuş tuzağına düşmüş, kimisi başkalarının pis hesapları
için beline silahı kuşanmış kapitalizm beyinlerini çalmış
insanların, bunun için bütün bu rezilliğin içinde
çırpınışları. Bir anne ;evine ekmek götürmek
için etini satmayı haklı görüyor, çaresizliğine
yanıyor. Bir baba çocuklarını okutmak için göz
gözü görmeyen izbe mekanlarda, kumar masalarında sabahlıyor.
Oynadığı kumar değil aslında, çocuklarının, ailesinin
geleceği<br />
<br />
Hatırlarsın, sen ve yaşıtların şimdiki çocukların
çağında iken harçlığınızı biriktirip kitap almaya
uğraşırdınız, ama şimdi paralarını uyuşturucu için
biriktiriyor çocuklarımız. Modaya uygun giyiniyor, modaya uygun
şarkılar dinliyor, modaya uygun seviyor hatta yiyip-içmenin,
gezmenin bile modası var şimdi. Hayallerdeki yaşama kavuşmak için
de her şeyi mübah görüyor insanlarımız.<br />
<br />
Bir taraftan “haklarım var!” diyenler okullarından
atılırken, bir taraftan amfilerde uyuşturucu partileri yapanları da
görüyoruz. Onlara bu fırsatı tanıyanları ve göz yumanları
da yani anlayacağın bu sistemin adalet denen tartısında onursuzluk,
ahlaksızlık, çürümüşlük her zamankinden daha
ağır basıyor. Yakında zincirleri kopacak o tartının, tüm pislikler
saçılacak her bir yana...<br />
<br />
Ya bir anne nasıl, çocuğunun ölümünden sorumlu
olanların vereceği üç kuruşa satar onurunu, o vakit
çocuğunu öldüren kendisi olmaz mı? Belediyenin
açtığı kanalizasyon çukuruna düşen dilaranın
annesinden söz ediyoruz. Kulaklarımızı sağır edercesine uğuldatan,
yaşıtlarını her gördüğümüzde utancı canımızı
acıtan bir olaydı bu. yozlaşma denilen şeyin kültürleşmesi,
iliklerimize kadar sokulması.<br />
<br />
Bir babanın kendi canından/kanından kızını pazara sunması, hem de
adına çaresizlik diyerek... Kalemimizden utanarak akıtıyoruz
mürekkebi bu sayfalara, o da yazamaz oluyor, ikinci kez geçiyoruz
üstünden yazdıklarımızın; sadece kâğıttan değil,
belleklerimizden de silinmesin diye. Bütün bunlar yaşanılanların
belki de çeyreği değil ama konusu gerçek ve sansüre
uğramamış olan bir filmin bir iki karesi, fragmanı belki de. genelde
izlememeyi tercih ediyoruz bu filmi ama gelip kapımızda bekliyor işte,
açtığımızda üstümüze saldıracak kuduz bir
köpek gibi bulaştırıyor mikrobunu.<br />
<br />
Sadece bunlar değil anlatacaklarımız, her zehirin bir panzehiri vardır
ya, işte bu çürümüşlüğün panzehiri de
sosyalizm... Bir düş değil, uzak ama gidilmesi imkânsız olmayan
bir şehirde kavuşmayı bekleyen bir can, bir eş, bir dost, bir yar gibi
.<br />
<br />
Bir tarafta tüm bunlar dururken, o gidilen yolun daha da
yakınlaşması için önümüze çıkacak engelleri
kaldıranlar da var, tıpkı “yaşamış sayılmaz zaten yurdu
için ölmesini bilmeyen” diyen senin, sizin gibi. Hem kendi
iki çocuğunun geleceği, hem de başka çocukların
geleceğinin karartılmasına izin vermemek için mücadele edip,
bu uğurda canını ortaya koyan babaları da anlatmak istiyoruz sana, birol
ağabey o, bu kâğıttan örülü düzenin verecekleri
karşısında sus-pus olmadı, yüzünü gördüğü
gerçeklere dönmedi, aksine daha bir yakından baktı
gördüklerine, ateşi onu da yaktı döşünü
parçalayan kurşunlar gibi, onun ateşi de bizi yakıyor şimdi temmuz
gibi;.<br />
<br />
Şöyle bir düşünüyoruz da, sanki bu çirkefliğe
sürüklenen insanlar iki kişi arasında kalmışlar, bir
kollarında kapitalizm, bir kollarında biz; tutup çekiyoruz, kim
kazanırsa demiyoruz ama biz galip geleceğiz, kesip atacağız o
kangrenleşmiş, çürümüş kolu, buna inancımız
sonsuz. bu inancın bedelini de canımızla, mahpuslukla, gözaltılarla
komplolarla ödüyoruz. dışarıda bir saat bile nefes almamıza
tahammül edemiyorlar. Uyuşturucu, fuhuş ve yozlaşmaya karşı
mücadele edenleri bütün bu pislikleri biz
sıçratıyoruz insanların üstüne. Pisliğin asıl kaynağı
biziz dercesine tutukluyor ve yargılamaya çalışıyorlar, hatta
yargılamaktan bile korkuyorlar. Çünkü biliyorlar ki
yargılanacak birileri varsa o da bu sistemi yaratan kendileri, pisliği
yayan varsa bu sistemin kendisi. onun için bir yıl sonrasına
erteliyorlar duruşmaları. Yıl, ay, gün, hatta saat hesabı
yapıyorlar. ama biz belki de çocuklarımıza, ya da onların
çocuklarına armağan edeceğimiz bir yaşamın sevdasını
taşıyoruz içimizde gün, ay, yıl hesabı yapmadan, sadakatle ve
sabırla.<br />
<br />
Bu arada tavır da haylazlık yapmaya devam ediyor; iki kez para cezası
aldık geçen bu sürede. Okmeydanı'na gelişimizin
üzerinden bir yıl geçti bile. Çalışmalarımız her
zamanki gibi devam ediyor, sinema, tiyatro, müzik, sergi; adını
duymayan kalmadı herhalde. etrafımızdaki İdil bebeklerin sayısı da
giderek artıyor bu arada.<br />
<br />
Ya sen? Başımızı kaldırdığımız, gözümüzü
gezdirdiğimiz her yerdesin. Bizlesin. Biz aynı mayayla yoğrulmuşuz,
ondandır yüreklerimizi yangınlara atışımız, ondandır
başkalarının acısını acımız, sevincini sevincimiz bilişimiz.
ustalarımız ne de güzel yazmış yaşadıklarımıza ve
yaşayacaklarımıza dair. sen hepsini ezbere bilirsin şimdi bütün
şiirlerini, Nazım'ın, Ahmed Arif'in, Enver
Gökçe'nin, Hasan Hüseyin'in. Ne de güzel
okursun, etinde hissederek, hissettirerek.<br />
Unutma idil, biz hep seninleyiz, sizdeyiz...</p>
<p style="margin-bottom: 0cm"><br />
<strong>Senin Tavır...</strong></p>
<p style="margin-bottom: 0cm;"> </p>
<p style="margin-bottom: 0cm;"><em><strong>Kaynak: Tavır Dergisi
</strong></em></p>
<p style="margin-bottom: 0cm"> </p>
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder