<h1><a href=http://www.ivmedergisi.com/node/7148>Türkiye'de
Kapitalistleşme Sürecinde Kentsel Mekânda Yaşanan Değişimler
(1950-1970) - Yusuf Ekici</a></h1><p> <strong>Söze
başlarken…</strong></p>
<div>
Yazı dizisinin temel amacı kapitalist bir sistemde kentsel mekân
nasıl değişimlere uğramaktadır? Sorusunun cevabını aramaya
çalışcağız. Günümüz Türkiye’sinde konut
sorunu özelinde kentleşme olgusunu tartışabilmek için biraz
tarih okuması yapılması gerektiği inancındayız. Günümüz
yaşam tarzını anlayabilmek için geçmişin genel bir
muhasebesini yapmak zorundayız. 2008 yılında tüm dünyada
kapitalist sistemin içine girdiği krizlerden kurtulabilmek
için yeni yol arayışlarına girmiştir. Kuşkusuz
kaçınılmaz olarak kentsel mekân payına düşeni
fazlasıyla alacaktır. Yapılan son genel seçimler öncesi
ülkenin dört bir tarafına “çılgın projeler”
yapacağını söyleyen siyasi aktör büyük bir
güçle yeniden iktidarı devraldı. Örneğin bu projelerden 2
tanesi özellikle dikkatimizi çekmeli, İstanbul Kanal projesi ve
Çandarlı Limanı kapitalist sistemin içine girdiği
bunalımlardan sıyrılma çabasından başka bir şey değildir.</div>
<div>
1950 yılından itibaren günümüze Türkiye’de
kapitalistleşme sürecinde kentleşme olgusunun nasıl
gerçekleştiği, buradan çıkarılacak derslerle
günümüz kentleşme olgusu yorumlanmaya
çalışılacaktır. 2000’li yıllardan sonra yerel
yönetimlerin ve günümüz itibariyle artık devletin kentte
müdahale aracı olarak açıktan kendisine slogan haline
getirdiği “kentsel dönüşüm” olgusunun
kentleşme olgusunun neresine oturduğu yorumlanmaya
çalışılacaktır.</div>
<div>
<strong> Türkiye’de Kapitalistleşme
Sürecinde</strong></div>
<div>
<strong> Kentsel Mekânda Yaşanan Değişimler
(1950-1970)</strong></div>
<div>
</div>
<table border="0" cellpadding="0">
<tbody>
<tr>
<td>
<div>
<em>"Bu dünyada bir dev var.</em></div>
<div>
<em>Bu devin öyle kolları var ki hiç
güçlük çekmeden bir lokomotifi
kaldırabilir.</em></div>
<div>
<em>Öyle ayakları var ki günde binlerce kilometre
koşabilir.</em></div>
<div>
<em>Bu devin öyle kanatları var ki bulutlar üzerinde,
kuşların çıkamadığı yükseklerde uçabilir.</em></div>
<div>
<em>Öyle yüzgeçleri var ki su altında balıklardan
daha iyi yüzebilir.</em></div>
<div>
<em>Bu devin öyle gözleri ve kulakları var ki
görülmeyenleri görür, başka bir kıtada konuşulanları
işitir.</em></div>
<div>
<em>Bu dev o kadar güçlüdür ki dağları delip
geçer ve dolu dizgin akıp giden suları durdurur.<br />
Bu dev, yeryüzünü istediği gibi değiştirir;
ormanlar diker, denizleri birleştirir, çölleri sular.</em></div>
<div>
<em>Kimdir bu dev? Bu dev insandır."</em></div>
<div>
<em>M. İlin/ E. Segal[1]</em></div>
</td>
</tr>
</tbody>
</table>
<div>
</div>
<div>
Türkiye’de kentsel gelişimin hız kazandığı dönemler
aynı zamanda ülkede kapitalist gelişimin hızlı gelişim
gösterdiği döneme denk düşmektedir. 1940’lı
yılların sonlarına doğru, ülkeye yapılan büyük Marshall
yatırımları, kentsel mekânın çok hızlı bir şekilde
kapitalistleşme süreci içerisine girdiğini göstermiştir.
Yapılan her büyük yatırım, toplumsal değişim ve
dönüşümü hızlandırarak üretim ilişkilerinde
köklü değişikliklere yol açmıştır. Büyük
sermaye yatırımları, üretim araçları üzerinde
burjuvazinin egemenliğini güçlendirmiştir. Kır ile kent
ayrımı daha fazla keskinleşen bir hal almaya başlamıştır.
Kapitalistleşme sürecinde üretim araçları üzerindeki
mülkiyet hakkı, üretim araçlarının belli bir kesimin
egemenliği altına geçmesine neden olmuştur. 1950'li yıllarda
Türkiye'deki üretim biçimine bakıldığında tarımsal
üretimin ağırlıkta olduğu görülür. Aynı dönemde
tarımsal üretimde köklü değişimler ortaya
çıkmıştır. Çok partili hayata geçiş ile beraber
Türkiye'deki siyasal anlayış değişmiş, liberal bir anlayış
olan demokrat parti ezici bir çoğunlukla iktidarı devralmıştır.
Bu dönem itibariyle ülkede çok yönlü liberal
politikaların hız kazandığı görülecektir. Yabancı sermaye
yatırımları artmış, sanayi odaklı gelişimin önünü
açacak uygulamalara başvurulmuştur. Tarımda makineleşmenin
çok hızlı bir şekilde faaliyete geçtiği dönem
olmuştur. Fakat bu süreçte yapılan tüm uygulamalar
planlama anlayışından son derece uzak bir h<em>â</em>l almıştır.
Bundan kaynaklıdır ki, hızlı gelişim sonrası yaşanan bunalımlar
nedeniyle “planlı bir ekonomi modeli” oluşturulmaya
çalışılmıştır. El emeği yerine makinenin geçmesi sonucu
kırsal alanda yaşayan insanlar büyük kentlere, “taşı
toprağı altın” olan diyarlara göç etmek zorunda
kalmıştır. Kapitalist sistemin gelişmesini hızlandırdığı bu
dönemde, bu insanlar kapitalist sistemin ilk büyük tokadını
yemiştir. “<em>Kendi mülklerinden edilen insanlar hiç
bilmedikleri yeni mekânlara(kentlere) koşarken, farkında olsun ya da
olmasın yeni bir yaşama yeni bir umudun peşinden koşuyorlardı. Sahip
oldukları tek şey ise kendi enerjileri(emek-gücü) idi. Nesneleri
dönüştüren, onlara biçim veren
enerji(emek-gücü) aynı zamanda işçileşmelerinin temel
nedeni haline gelmişti. Çünkü
birilerinin(kapitalistlerin) bu enerjiye ihtiyacı
vardı.”[2]</em></div>
<div>
Her gün kendi emek gücünü inşa eden işçi
sınıfı hem emeğini yeniden üretiyor hem de dünyayı yeniden
kuruyordu. Birbirinin uzlaşmaz düşmanı olan burjuvazi ve işçi
sınıfı arasındaki çelişki daha da güçlenmekteydi.
Sevgili Karl Marx bu durumu şöyle dile getirmişti:
“ <em>Sermaye ölü emektir, vampir gibi sadece canlı
emeğin enerjisini çekip aldığında yaşıyor, ne kadar çok
canlı emeğin enerjisini o kadar güçleniyor ve daha fazla
yaşıyor.” [3]</em></div>
<div>
Anlatılmaya çalışılan bu dönem, kapitalist
çılgınlığın ülkeyi sardığı bir dönemdir. Kapitalist
sistemin büyük temellerinin atıldığı, büyük
bunalımının acısının çıkarılmaya çalışıldığı
dönemdir. 1929 bunalımı sonrası tüm dünya ülkelerinin
kriz içinde debelendiği, bunalım sonrası gelen 2. Paylaşım
Savaşı ile beraber dünyada egemen güç olan
Almanya’nın güç kaybettiği ve sahneye yeni bir
gücün çıktığı bir dönemdir. Bu dönemde faşist
ve otoriter yönetimler güçlenmiştir. Toplumsal yaşamda ise
çalışma hayatı mutlaklaştırılmıştır. Yaşanan bu
çılgınlığı anlatmak için Lafargue tembellik hakkı adlı
eserinde durumu şu sözlerle anlatmaktaydı: <em>“Kapitalist
uygarlığın egemen olduğu ulusların işçi sınıflarını garip
bir çılgınlık sarıp sarmaladı”. “… iki
yüzyıldan beri, acılı insanlığın inim inim inleten bireysel ve
toplumsal yoksunluklara yol açmaktadır. Bu çılgınlık,
çalışma aşkı; bireyin, onunla birlikte çoluk
çocuğunun yaşam gücünü tüketecek denli
aşırıya kaçma tutkusudur.”[4]</em></div>
<div>
Kapitalist yatırımların ülkede hız kazanması ile beraber hakim
anlayış “<em>Çalışalım, ulusal</em> <em>zenginliği
artırmak için çalışalım!”</em> sloganı haline
getirilerek toplumun belleğine kazınmaya çalışılmıştır.
Kapitalist toplumda emekçiler hiçbir zaman emeklerinin
karşılığını tam alamazlar, beli bir kesim ise emekçilerin
alınteri üzerinden her zaman zenginleşir. Kapitalist toplumda
emekçiler ise her türlü yozlaşma ile karşı karşıyadır.
Kapitalist sistemde bireye, kapitalist sistemin kendisine çizdiği
sınırlar içerisinde yaşamak gibi bir zorunluluk dayatılır ve
çizilen sınırlar dışına çıkanlar büyük
baskılara maruz kalırlar.</div>
<div>
1950’li yıllarda kırdan kente göçün büyük
bir hız kazandığı çarpık kentleşmenin ayyuka çıktığı
görülecektir. Sermaye sahipleri ise k<em>â</em>rlarına
k<em>â</em>r katmak uğruna yatırımlarını her geçen gün
arttırmaya çalışmıştır.”Aynı dönemde sanayi
sektöründe yabancı sermaye yatırımlarının artması sonucu
emperyalist sömürünün ilerlemesinde yeni adımları ifade
etmekteydi. <em>Üretim araçları üzerinde yaşanan bu
doğrudan doğruya sahiplik, giderek emeğin doğrudan doğruya
sömürülmesi olgusu, yani kapitalist sistemin artı değeri
kendi yararına artırma imkânını veren bu olgu, emperyalist
ülkelerde olduğu kadar emperyalizmin egemenliği altında bulunan
ülkelerdeki sosyo-ekonomik yapılarında evrimlerinin
sonucudur</em>.”[5]</div>
<div>
Peki, artan sanayi yatırımlarıyla beraber yoğun bir göç
hareketinin başladığı kentlerde kentsel mekân nasıl bir hal
almıştır? Türkiye’de kentsel mekânın durumunu
anlayabilmek için dönüp geçmişi iyi okumak ve
gereken dersleri çıkarmak gerekir. Bu temel derslerin ışığında
günümüzü anlamak, geleceği bilimsel verilere dayanarak
öngörmek gerekmektedir. Ancak bu şekilde soruna bilimsel
yaklaşılabilir. Bu tarif yapılmadan ne günümüz ne de
yarınımız hakkında tek bir cümle konuşmanın bilimsel bir tarafı
olmayacaktır. Kentsel mekânın yaşadığı köklü değişim
toplumsal değişimin de önünü açmıştır. Üretim
biçimlerinde yaşanan her köklü değişim, kendisiyle
beraber her şeyi değiştirecektir. Kapitalist sistemin temel amacı ise, bu
değişim ve dönüşümleri kendi ihtiyacına göre
şekillendirmektir. Kapitalist sistemde temel amaç sermaye birikim
süreçlerini hızlandırmak, üretim araçları
üzerinde bulunan egemenliği daha fazla artırmak, sınırlı zamanda
sınırsız üretimi gündemine almaktır. Böyle bir
anlayışın planlı olmasını beklemek bir anlamda rüyalar aleminde
yaşamaktır. Çünkü sermaye Marx’ın da ifade ettiği
gibi vampir gibi canlı enerjisini çeker ve ne kadar fazla
çekip alırsa o kadar daha fazla gelişir. Sermaye birikiminin
artmasının temel dayanağı canlı emeğini sömürmektir. Bu
yazıda derdimiz kapitalist sistemin planlı olup olamayacağını anlatmak
değildir. Kapitalist sistem üretim alanlarını oluştururken, yaşam
alanlarını da kendi ihtiyacını karşılayacak şekilde kurgular.
Kapitalist sistem yatırımlarını kâr odaklı yaptığı için
yaşamın kendisine bütünlüklü bakamaz, eğer böyle
bir anlayışı olsaydı bugün kentsel mekân
ölçeğinde yaşanan tartışmalar bugün gündemde
olmazdı. Diğer bir taraftan kapitalist sistemin olaylara
bütünlüklü bakması doğasına aykırıdır. 1950-1970
yılları arasına baktığımızda kentsel mekânın hızlı
dönüşümü son derece
ürkütücüdür. Emekçilerin yaşam alanlarını,
kendilerinin bulduğu bir yöntem ile çözmesine sermaye
sahipleri tarafından göz yumulmuştur. Çünkü
günün koşulları gereği emekçilerin yaşam alanları kent
merkezi dışında bulunan alanlardı. Ve bu alanlar o an sermaye için
iştah kabartan alanlar olmamıştır. Emekçilerin yaşam alanları
son derece sağlıksız alanlardır. Bu alanlar, kentsel bir alanda
bulunması gereken tüm donatılardan yoksundur. Kapitalist sistemin,
hiçbir zaman bu ihtiyaçları karşılamak gibi bir derdi de
olmamıştır. Fakat bazen bu ihtiyaçları karşılamak zorunda
kalmıştır. Oy deposu olarak görülen emekçiler
seçim zamanlarında “hizmet”
görmüşlerdir.</div>
<div>
Kentsel mek<a
href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=3923617987086618355"
name="__DdeLink__159_1994780276"></a><a
href="http://www.blogger.com/post-create.g?blogID=3923617987086618355">â</a>nın
hızlı gelişmesinin sonucu emekçilerin yaşam alanları kent ile
iç içe geçmiştir. Sağlıksız alanlarda yaşayan
emekçilerin yaşadığı salgın hastalıklar burjuva kesimi
etkilemeye başlayınca sevgili burjuvalarımız bu sorunlara
çözüm aramaya başlamış ve bunu emekçiler
için yaptıklarını iddia etmekten de geri durmamışlardır. Engels
Konut Sorunu adlı eserinde bu durumu şöyle dile
getirmekteydi: <em>“ Kapitalist yönetim, cezasını
çekemeyeceği, işçi sınıfı arasında salgın hastalık
yaratma zevkini tadamaz; sonuçlar onu da etkilemekte ve ölüm
meleği onun saflarında da işçi sınıfının saflarında olduğu
kadar acımasız hükmünü sürdürmektedir. Bu
gerçek bilimsel olarak saptanır saptanmaz, yardımsever burjuva
işçi sağlığı için kaygılarında soylu bir rekabet ruhuyla
yanıp tutuşmaya başlamıştır. Sürekli yinelenen salgınların
kaynaklarını kurutmak için dernekler kurulmuş, kitaplar
yazılmış, öneriler hazırlanmış, yasalar tartışılmış ve
kabul edilmiştir. İşçilerin konut koşulları incelenmiş ve en
çarpıcı kötülüklerin iyileştirilmesi için
girişimlerde bulunulmuştur.”[5] </em>Engels'in belirttiği
üzere kapitalist sistemin emekçiler için reva
gördüğü yaşam açlık, yoksulluk ve sefaletten başka
bir şey olmamıştır.</div>
<div>
1950’li yılların başlangıcı ile binlerce emekçi kendi emek
güçlerini satmak üzere büyük kentlere doğru yola
koyulmuşlardı. Dönemin verilerine bakıldığında kırdan kente
göçün çok aktif bir şekilde yaşandığı
görülecektir.</div>
<div>
</div>
<div>
<a
href="http://2.bp.blogspot.com/-Z46faMF2P1I/Ti3W-hK4g5I/AAAAAAAAABw/9g4A8oO4uOo/s1600/tablo2.bmp"
style="clear:right;"><img border="0"
src="http://2.bp.blogspot.com/-Z46faMF2P1I/Ti3W-hK4g5I/AAAAAAAAABw/9g4A8oO4uOo/s1600/tablo2.bmp"
style="border-top-style:none;border-right-style:none;border-bottom-style:none;border-left-style:none;border-width:initial;border-color:initial;"
/></a></div>
<div>
Devletin bu dönemde kamu yatırımlarına yaptığı yatırımlar
ile özel sektörün bu dönemde yatırımlara bakılacak
olursa piyasa ekonomisinin son derece hızlı bir şekilde yol aldığı
söylenebilir. Kapitalist sistem için “taze kan”
konumunda olan işçi sınıfının barınma sorunu ise kendi
çözümünü gündeme getirmiştir</div>
<div>
<a
href="http://2.bp.blogspot.com/-Z46faMF2P1I/Ti3W-hK4g5I/AAAAAAAAABw/9g4A8oO4uOo/s1600/tablo2.bmp"><img
border="0"
src="http://2.bp.blogspot.com/-Z46faMF2P1I/Ti3W-hK4g5I/AAAAAAAAABw/9g4A8oO4uOo/s1600/tablo2.bmp"
style="border-top-style:none;border-right-style:none;border-bottom-style:none;border-left-style:none;border-width:initial;border-color:initial;"
/></a></div>
<div>
</div>
<div>
Kapitalist yatırımların hat safhaya ulaştığı bir dönemde
toplumun konut ihtiyacı piyasanın vicdanına terk edilmiştir.
1960’lı yıllara gelindiğinde kapitalist sistemin
Türkiye’de üretim araçları üzerinde
büyük bir egemenliği söz konusu olmuştur. Genel olarak
Türkiye’de konut olgusunu bir hizmet olarak saymak bir hayli
güçtür. Hükümetlerin bu alanda
güttüğü siyasetin niteliği ise “hiçbir siyaset
gütmeme” şeklindedir. DPT’nin yaptığı araştırmalara
bakılırsa durum çok net bir şekilde açığa
çıkmaktadır. Yukarıda verilen tabloları değerlendirdiğimizde,
1960’lı yıllarda özel yatırımların kamu yatırımlarını
ezici bir şekilde geçtiği görülmektedir. Bu veriler
devletin ne kadar sosyal bir devlet olduğunu da gün yüzüne
çıkarmaktadır. Geçen yıllar itibariyle kamu
yatırımlarının azaldığı özel yatırımların ise arttığı
görülmektedir.1965 yılında inşaat sektöründe yapılan
köklü adımlar birçok sektöründe bu sektörle
canlanmasını sağlamıştır.</div>
<div>
</div>
<div>
Kaynaklar:</div>
<div>
1-M. İlin/ E. Segal,(2009).İnsan Nasıl İnsan Oldu.,( Çeviren:
Ahmet Zekerya). Say Yayınları</div>
<div>
2-Akkaya, Y.(2009). Kapitalizmin Hapishanelerinde Ödünç
Hayatlar,(“Mesele,umut etmeyi öğrenmektir” Ercan,F.), Eksen
Yayıncılık.</div>
<div>
3-Marx,K.,(2004), Kapital 1.cilt, (Çeviren: Alaatin Bilgi), Sol
Yayınları, Ankara.</div>
<div>
4-Lafargue,P.(2009), Tembellik Hakkı., (Çeviren: Hasan İlhan),Alter
Yayıncılık, Ankara.</div>
<div>
5-Yerasimos, S.(1977), Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye.,(
Çeviren: Babür Kuzucu)., Gözlem Yayınları.</div>
<div>
6.Engels,F.(1992), Konut Sorunu.,(Çeviren: Güneş
Özdural)., Sol Yayınları, Ankara.</div>
<div>
7- Makale içinde kullanılan tablolar DPT’nin yaptığı 2.
Kalkınma planından alınmıştır.</div>
<div>
</div>
<div>
Kaynak : <a
href="http://yasanabilirkent.blogspot.com/">http://yasanabilirkent.blogspot.com</a></div>
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder