<h1><a href=http://www.ivmedergisi.com/node/7179>Toplumsal Şiddet ve Linç
Kültürü / Ahmet Yapar</a></h1><p>"(...) Şiddet toplumsal değişimlere
yol açmaz,<br />toplumsal değişimler şiddetten yararlanır.<br
/>Şiddetin yöntemleri ise ekonomik gelişme düzeyine<br />göre
farklılıklar gösterir."<br />(Marks)<br />"(...) Siyasal şiddet,
tarihin ateşleyicisi değil,<br />yaratıcısıdır. Her türlü siyaset
şiddet<br />her şeyden önce ekonomik koşullara bağlıdır."<br
/>(Engels)<br /><br />Şiddet, bir amaç uğruna gidilen yolda öne
çıkılan tüm engelleri ortadan kaldırmak için kullanılan bir
yöntemdir. Sert bir yöntemdir... Kanlı bir yöntemdir...<br /><br
/>Şiddeti, en genel anlamıyla farklı sınıfların bakış açısına
göre çeşitli şekillerde değerlendirmek mümkün ancak bunu bu yazı da
yapmayacak ve yaşanan son olayların ışığında sadece şiddetin
kör/amaçsız ve egemenlerin halkı birbirine kırdırmanın bir yolu olarak
kullanmasını ele alacağız...<br /><br />Şiddet bugün, hem iktidarın
hem de onun borazanı medyanın ağzı ve düzenin "hatırı sayılır"
bilim adamları(!) ve sosyologlarının(!), bilimsel(!) düşünceleriyle
"toplumumuzun yok sayılamaz bir gerçeği" olmuş durumda.<br /><br
/>Ortada "yok say›lamaz" bir durum oldu¤u muhakkak... Ancak bu
gerçekliğin, yukarıda adlarını saydığımız şüreka tarafından
nedenlerinin ortaya konuluşunda bir sakatlığın olduğu da...<br /><br
/>Şiddetin her yerde yapılabilecek tanımıyla başlayalım... "Kişi ya
da kişilerin, kurum ya da kuruluşların birbirlerine ya da yaşanılan
doğa, hayvanlar ve diğer<br />yaşam koşullarına karşı uyguladıkları,
bilinçli olarak yapılan çeşitli amaçlar adına çıkar elde etmek,
onlara karşı üstünlük ya da hakimiyet kurmak, istenilen<br />hal ve
hareketlerin elde edilmesini sağlamak, imtiyaz ya da ayrıcalık sağlamak,
saygınlık ya da sevgi kazanmak, kısacası maddi ve manevi çıkar ve
menfaatlerin<br />elde edilmesini sağlamak amacını güden fiziksel,
psikolojik, sözlü davranışların tümü..."<br /><br />Bu tanım, ya da
muadili tanımlar, kavramı en genel anlamda açıklıyor gözükse de,
sınıfsal temellerinden soyutlanmış olduğundan eksik ve yanıltıcıdır.
Ve çok önemli bir nokta da, şiddeti maddi temelleriyle değil de,
idealistçe açıklayan bu tanımların insanı yanıltan ve burjuvazinin
dezenformasyonuna zemin hazırlamasıdır. Anlı şanlı sosyologların,
bilim adamlarının, profesörlerin, toplum psikolojisi üzerine ahkam kesen
psikologların ve bilcümle entelektüelin TV ekranlarına arz-ı endam
ederek döktürdüğü her şey bu nedenle bilimsel değildir, idealist
bakış açılarının veya art niyetlerinin ürünüdürler.<br /><br
/>Konumuzu oluşturan kör şiddeti bir eylem biçimi olarak bireyin
dünyasında var eden nedenlerin başında ilgisizlik, yalnızlaşma,
belirsizlik, korku, endişe ve güvensizlik gösterilmektedir. Günümüz
insanını bu karanlık atmosfere iten nedenlerin temelinde kuşkusuz
kapitalizm ve onun getirdikleri yer almaktadır. Sistem tarafından bir
üretim aracı olarak betimlenen birey, bastırılan duygularını açığa
vurarak, kendini ifade edecek alan buldu¤u anda, o ana kadar karıncayı
bile incitmemiş olmasına rağmen, şiddeti bir "ifade biçimi" olarak
görebilmekte, daha doğrusu buna itilebilmektedir.<br /><br />Tüm bunların
yanında hızlı nüfus artışı, çarpık kentleşme, göç, etnik ve dini
ayrımcılık, çarpık toplumsal ve ekonomik ilişkiler, medya,
milliyetçilik, ilkel töreler, yoksulluk ve daha ilkokul kitaplarında
ayrımcılığı beyinlere kazıyan devlet de, şiddete ve suça neden olan
unsurların arasında yer almaktadır.<br /><br />Bu durumu
toplumsallaştırdığımız zaman şöyle bir gerçeklik çıkıyor
karşımıza; şiddet, yaratma gücünün karşısında
"devletleştirildiğinde" somutlaşır, ete kemiğe bürünür ve
milliyetçilik refleksi ile belli bir renk kazanır. Bunun adı da bellidir,
kitlesel kör şiddet ya da kısaca linç.<br /><br />Ülkemizde refleks
olarak kabul gören tepkinin şiddete dönüştürülmesi, linçlere,
katliamlara yol açması devletin geleneğinde olan bir durumdur. Bu ülkenin
kaderinde var olmayan, sürekli yaratılan ve "milletin haklı tepkisi…
milletin tepkisini kontrol edemeyiz…" gibi söylemlerle
meşrulaştırılan bir kurgudur.<br /><br />Birileri bir şeyler yazar ve
arkasında başka işler çevirir. Devlet, kendi ideolojisini savunmak için
yarattığı küçük devleti bu kurgularla,<br />kıyımlarla besler.
Yıllardır bu meşruluğu bir devlet politikası haline getiren,
dönüştürenin adı hep aynıdır: Oligarşi.<br /><br />Oligarşinin
yarattığı olay aslında birbirinden bağımsız ve kopuk hikâyeler
değildir. Cumhuriyet tarihiyle hemen hemen aynı yaflta olan bu olaylar
yıllardır sistematik olarak linç kültürünü geliştirmeye
çalışıyor. Linç olgusu satırla, bıçakla, silahla, sopayla yalım
yalım soluyan, ağzından salyalar akarak pusuda<br />bekleyenler için
kaçınılmaz fırsattır. Çünkü bu savaş hali onlar için rahatlama,
kahramanlaşma, övünç kaynağı haline dönüşecektir. İçlerinden bir
kaçı da bu işten ciddi paralar kazanacaktır.<br /><br />Vatan millet
edebiyatıyla göğsü şişen fakat dolup taşamayanlar, kendi
topraklarında yaşamalarına tahammül etmedikleri, edemedikleri kimliklere
ve sınıflara karşı ciddi bir boşalım ve haz duygusu içinde olacaklar
ve ileride çocuklarına armağan edecekleri kıyım hikâyeleri
biriktireceklerdir! Kimileri de kendilerini<br />ifade etme, kendilerini
kanıtlama aracı olarak oligarşik kurgunun içinde kendini bulacaktır.<br
/><br />Şiddetin en aza indirildiği bir toplumun inşa edilmesi; eğitim,
kültür ve gereken sosyal koşulların yaratılmasıyla mümkün
görünmektedir. Yalnız kapitalizmin hakim olduğu bizim gibi ülkelerde bu
hiçbir zaman mümkün olamayacaktır. Bu en başta sınıfsal olarak
mümkün değildir, eşyanın tabiatına aykırıdır.<br /><br />Öte yandan
şiddet, linç ve suç olguları gerici-faşist iktidarların işine
gelmektedir. Devlet böylelikle halk üzerinde kendi hegemonyasını, kendi
gücünü göstermekte, halkı susturmakta, halkı korkutarak belli bir
baskı oluşturmaktadır. Böylelikle o istediği zaman, düğmeye bastığı
zaman kitlesel bir karmaşa ve kaos oluşacaktır ve aynı coğrafya
üzerinde yaşayan halkları birbirine kırdıracaktır. İnsanlar beraber
yaşadığı müddetçe, kapitalist üretim ilişkilerinin ortaya
çıkardığı çeşitli sosyal çelişkiler, uyumsuzluklar bulundukça suç
ve şiddet de her zaman var olacaktır. Suçu oluşturan fiiller zaman ve
ortama göre değişiklik gösterse de ortaya çıkan fotoğraf hiç
değişmeyecektir. Örneğin bugün suç sayılan pek çok davranış
geçmişte vatanseverlik göstergesi<br />olarak tanımlanmaktadır. Keza
bugün suç sayılmayan bazı fiiller de geçmişte en ahlâk dışı
hareketler olarak sayılmaktaydı.<br /><br />Bugünün iktidarı tarafından
çerçevesi çizilen suç kavramının kapsamına giren bir şiddet eylemi,
yarın başka bir iktidarın rötuşuyla kahramanlık sayılabilir. Ya da
şiddeti uygulayan tarafın iktidar olması halinde bu eylem devletin meşru
yaptırımı haline dönebilir. Yine bu noktada her devlet kendi bekasını
korumak<br />için şiddete başvurabilir, kendine yönelik şiddet
eylemlerini suç sayabilir. Bugün demokrasi mücadelesi verenlere terörist,
eylemlerine de terörizm denildiği gibi...<br /><br />* * *<br /><br />Bu
durumu örneklemek için son dönemlerde yaşanan linç hareketlerinden sonra
devlet yetkilileri tarafından yapılan açıklamalara ve basında çıkan
haberlere kısaca bakalım;<br />"İstanbul'daki 30 Ağustos (2009) Zafer
Bayramı kutlamalarında Lübnan'a asker gönderilmesini protesto eden
öğrencilerin açtığı pankart, linç girişimine neden oldu. Bu olayın
hemen ardından İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah'ın,
'Gerekli ve güzel bir tepki' sözleri tartışma yarattı."<br /><br
/>"Edirne'de, arkadafllarının tutuklanmasını ve ABD'nin İncirlik
Üssü'nü protesto eden gençlerin linç girişimine maruz kalmasıyla
ilgili açılan davada ilginç gelişmeler yaşanıyor. Mağdurlarından
ikisi, 'Yaşasın Dev-Genç' diye slogan attıkları için 'terör
örgütü propagandasından' tutuklanırken, linç girişiminde bulunan
sanıklar tutuksuz yargılanıyor. Savcının yeterli önlem almadıkları
iddia edilen polisler hakkındaki soruşturma talebiyse önce Edirne
Valiliği'nden, ardından idare Mahkemesi'nden döndü."<br /><br
/>"Edirne'de Trakya Üniversitesi öğrencisi ve Edirne Gençlik Derneği
(EGD) üyesi üç genç, 'terör örgütü propagandası'ndan 17 Aralık
2009'da tutuklandı. Tutuklamaları protesto için 27 Aralık'ta
Saraçlar Caddesi'nde toplanan EGD'liler 'İncirlik kapatılsın',
'Amerika defol demek suç değildir' diye slogan atarak imza topladı. O
sırada toplanan bir grup göstericilere 'Apo' nun piçleri yıldıramaz
bizleri' diye bağırarak saldırdı. Polisin linç girişimine karflı
yeterli önlem almadığı ileri sürülürken, 'korunmak için'
gözaltına alındıkları söylenen üç eylemci daha sonra tutuklandı.
Tutuklu mağdur sayısı beşe çıkarken linç girişiminde bulunanların
tümü de serbest kaldı."<br /><br />"Trabzon'da yaşanan linç
girişimi sonrası Başbakan Erdoğan olayı bayrak ve İstiklal Marşı
hassasiyetine bağladı ve, 'Halkımızın hassasiyetleri vardır. Birşey
yapıldığında, bu hassasiyetleri dikkate alarak yapmak gerekir.'
dedi."<br />"Rize'de TAYAD'l›lara yönelik linç girifliminde, ilin
valisi Enver Salihoğlu: 'Vatandaş tahrik oldu.' Milletvekili
Abdülkadir Kart: 'Devlete ve millete bağlı Karadeniz insanı gerekli
dersi vermiş.'<br />Belediye Başkanı Halil Bakırcı: 'Minibüsçü
tartışması sandım.<br />TAYAD'lılar olduğunu bilsem, inip ben de
vururdum.' MHP<br />Genel Baflkan Yardımcısı Mehmet Fiandır:
'Demokratik tepki.'<br />dedi."<br />"Bir dönem bu coğrafyada
başbakanlık yapmış birisinin "Kurşun atan da kurşun yiyen de
kahramandır." demesi; yine bir dönem başbakanlık, daha sonra
cumhurbaşkanlığı yapan birisinin "Tespih çekenle tetik çekeni bir
tutamazsınız ve bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz."
demesi; son olarak,<br />mevcut iktidarın başbakanı ve her konuşmasında
demokratikleşmeden, birlikte yaşamaktan dem vuran Tayyip Erdoğan'ın
'Vatandaşlarıma sabır tavsiye ederim, ama tabii sabır nereye kadar.'
demesi…"<br /><br />Bu haberler sadece son birkaç yıl içinde öne
çıkanlardır…<br />* * *<br />Son 5 yılda yaşanan linç girişimlerine
baktığımızda;<br />- 6 Nisan 2005: Trabzon'da bildiri dağıtan
TAYAD'lı gençler linç edilmek istendi.<br />- 10 Nisan 2005: 4
TAYAD'lı gencin tutuklanması üzerine Trabzon'da basın açıklaması
yapmak isteyen TAYAD'lılar yine linç edilmek istendi.<br />- 12 Nisan
2005: Sakarya'da, TAYAD'lılara yapılan saldırıları protesto etmek
için bildiri dağıtan 5 genç yüzlerce kişi tarafından linç edilmek
istendi.<br />- 21 Ağustos 2005: İzmir Seferihisar'da 5 Kürt genci
PKK'li diye linç edilmek istendi.<br />- 6 Eylül 2005: Gemlik'te
yapılması planlanan ve izin verilmeyen mitinge katılmak için yola çıkan
otobüsler Bozüyük'te ülkücülerin saldırısına uğradı.
Otobüslerdekilerin diri diri yakılmak istendiği olaylarda yüzlerce kişi
yaralandı.<br />- 31 Aralık 2005: Artvin'de bildiri dağıtan iki
TAYAD'lı genç dövüldü.<br />- 31 Mart 2006: Sakarya
Üniversitesi'nden dokuz öğrenci, Çark Caddesi'nde duvarlara Mahir
Çayan ile ilgili afiş asmaya çalışırken 2 bin kişinin saldırısına
uğradı.<br />- 8 Nisan 2006: Isparta'da bildiri dağıtan gençlere
PKK'li oldukları iddiasıyla linç girişiminde bulunuldu.<br />- 12
Mayıs 2006: Mersin'de bildiri dağıtan TAYAD'lılar ülkücülerin
saldırısına uğradı.<br />- 29 Ağustos 2006: Konya'nın Bozk›r
ilçesinde Kürt inşaat işçilerine yönelik linç girişimi başlatıldı.
Bir işçi linç girişiminden son anda kurtarıldı. 25 kişi ilçe
dışına çıkarıldı.<br />- 30 Ağustos 2006: İstanbul'da 30 Ağustos
kutlama törenle rinde 4 genç 'İsrail Askeri Olmayacağız!'
pankartını açtı. Polis bunları 'vatan haini' diyerek hedef
gösterdi. Bunun üzerine 4 genç linç girişimine maruz kaldı.<br />- 7
Eylül 2006: Sakarya Akyazı'da bir çay bahçesinde MHP'liler fındık
işçilerine "Sizler PKK'lisiniz", "Terörist Kürtler" diyerek
saldırdı. 4 Kürt işçi gözaltına alındı.<br />- 5 Haziran 2007: Ahmet
Kaya tişörtü giydikleri ve Özgür Gündem Gazetesi okudukları için
Diyarbakırlı iki işçi, 500 MHP'li tarafından linç edilmek istendi.<br
/>- 30 Aralık 2007: Polisin Sakarya'da PKK sempatizanı olduğu
iddiasıyla gözaltına aldığı 20 kişi muayene için götürüldükleri
Erenler Sağlık Ocağı önünde linç edilmek istendi.<br />- 27 Nisan
2008: 'Barış ve Kardeşlik şöleni' düzenleyen DTP'lilere
ülkücüler saldırdı, 65 yaşındaki Ebubekir Kalkan kalp krizi geçirerek
yaşamını yitirdi.<br />- 3 Eylül 2008: Mersin Tepeköy Beldesi'nde
şeftali toplamaya giden çoğu kadın 150 Kürt işçi, belde sakinlerinin
saldırısına maruz kaldı.<br />- 15 Haziran 2008: Kocaeli'nin Gebze
ilçesinde 12 Kürt işçi 13 Haziran akşamı bir kadına sözlü tacizde
bulundukları iddiasıyla linç girişimine maruz kaldı.<br />- Ekim 2008:
Balıkesir'in Ayvalık ilçesinin Altınova beldesinde gençlerin sözlü
sataşmasıyla bafllayan ve 2 kişinin ölümüyle sonuçlanan kavganın
ardından yaşanan olaylarda, beldede yaşayan Kürt yurttaşların evleri
taşlandı, işyerleri talan edildi, arabaları yakıldı. Linç edilmek
istenen Kürtler, ülkücü grupların provokasyonuyla olayların
büyüdüğünü belirttiler.<br />- 19 Mayıs 2009: Son dört yılda 6 kez
Kürtlere yönelik linç girişimine sahne olan Sakarya'nın Akyazı
ilçesinde günlerce devam eden gerginliğin ardından, Kürt fındık
işçilerine yönelik saldırı oldu. 1 işçi öldürülürken, 2 işçi de
yaralandı. Kürt işçilerin ilçeyi terk etmesine yönelik baskıların
olduğu belirtilirken,<br />Sakarya Valisi Hüseyin Atak ise saldırıların
kendilerini de üzdüğünü söyledi.<br />- 20 Ağustos 2009: Sivas
Cumhuriyet Üniversitesi'nde okuyan Gençlik Federasyonu üyesi 28
öğrencinin yargılandığı Erzurum'da,<br />basın açıklaması yapmak
isteyen TAYAD üyelerine<br />ülkücüler ve polisler birlikte saldırdı.
Ülkücülerin kendilerine sıradan vatandaş görüntüsü vermeye
çalışması dikkat çekti.<br />- 6 Ekim 2009: Taksim Meydanı'nda
yapılan IMF ve Dünya Bankası protestosuna polisin müdahalesi sert
olurken, bazı 'hassas vatandaşlar' durumdan vazife çıkardı ve
yakaladıkları göstericileri sopalarla dövdü. Göstericiler, olay yerine
gelen polisten de dayak yediler.<br />- 25 Ekim 2009: Konya'da DTP il
binasına taşlı saldırıda bulunan ülkücü grup, binanın cam ve
kapılarını kırdı. Sloganlar atan yaklaşık 150 kişilik grup, DTP il
binasını akşam saatlerine kadar ablukaya aldı.<br />- 13 Kasım 2009:
Tekirdağ'ın Hayrabolu ilçesinde Kürtçe konuştukları gerekçesiyle
linç giriflimine maruz kalan işçilerden 2'si ağır olmak üzere 6'sı
yaralandı.<br />- 17 Kasım 2009: Afyon Kocatepe Ünversitesi'nde bir grup
ülkücü, Fen-Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü öğrencisi Ali
Canan'ı "Hakkarili" olduğu gerekçesiyle dövdü.<br />- 22 Kasım
2009: İzmir'de DTP Genel Başkanı Ahmet Türk'ü karşılayan konvoya
ülkücülerin saldırması üzerine gelişen olaylarda, aralarında kadın
ve çocukların da bulunduğu 20'yi aşkın kişi yaralandı, yüzlerce araç
hasar gördü.<br />- 26 Kasım 2009: Çanakkale'nin Bayramiç ilçesinde
yaklaşık 2 bin 500 kişi Kürtlere linç girişiminde bulundu. Kürtlerin
yaşadığı Harmanlık Mahallesi önünde toplanan binlerce kişi Kürtlerin
ilçeyi terk etmesini istedi. İhlâs Haber'in olayları "Polise
saldıran 4 kişi halk tarafından linç edilmek istendi." başlığıyla
duyurması dikkat çekti.<br />- 13 Aralık 2009: DTP'nin kapatılması
kararını protesto için düzenlenen basın açıklaması ve yürüyüş
sırasında, ellerinde demir sopalar, döner bıçakları ve ateşli silahlar
olan bir grup, protestoculara saldırdı. Saldırgan ülkücüler, iki
kişinin yaralanmasına neden oldular.<br />- 15 Aralık 2009: Muş
Bulanık'ta DTP gösterileri sırasında göstericilere otomatik tüfekle
ateş eden Turan Bilgen, 2 kişinin ölümüne, 7 kişinin yaralanmasına yol
açtı. Bilgen'in Jitem ile bağlantılı ve korucu olduğu iddia
edilirken, babasının da MHP Bulanık ilçe örgütü kurucularından
olduğu belirtiliyor.<br />- 27 Aralık 2009: Edirne'de, Trakya
Üniversitesi'nde okuyan Edirne Gençlik Derneği üyelerinin
"yasadışı örgüt propagandası "yaptıkları gerekçesiyle
tutuklanmalarını protesto edenlere yönelik linç girişiminde
bulunuldu.<br />- 3 Ocak 2010: Edirne'de tutuklamalara ve linç girişimine
karşı açıklama yapmak için İstanbul'dan giden Halklar ve
Özgürlükler Cephesi üyelerine karşı linç girişimi yaşandı.<br />- 3
Ocak 2010: Erzincan'da Edirne'de yaşananları protesto etmek isteyen
üniversite öğrencileri, linç girişimine maruz kaldı.<br />- 5 Ocak
2010: İki liseli gencin kavgası, Mersin'in Akdeniz ilçesine bağlı
Kazanlı Mahallesi'nde Arap-Kürt kavgasına dönüştü. Altı kişi
yaralandı.<br />- 6 Ocak 2010: Manisa'nın Selendi ilçesinde 35 yıldır
yaşayan Romanlara, bir kahvehanede sigara içilmesi yüzünden çıkan
tartışmayı bahane eden binlerce kişi saldırdı. Evlerini ve
araçlarını ateşe verdi. Romanlar ilçeyi terk etmek zorunda kaldı.<br
/>- Temmuz 2010: Hatay ve Bursa'da yaşanan son olaylar; İnegöl'de
önceki gece borç meselesiyle başlayan olaylar, provokatörlerin
kışkırtmasıyla Kürt-Türk kavgasına çevrilmeye çalışıldı. 15
aracın tahrip edilip yakıldığı olaylarda 39 kişi gözaltına
alınırken 20 polis yaralandı. Hatay'ın Dörtyol ilçesinde polis<br
/>aracına yapılan saldırıda 4 polis öldürüldü ve ardından
Kürt'lere yönelik linç girişimleri başladı.<br /><br />... Bu
haberler çeşitli haber sitelerinden derlenmiştir.<br />* * *<br />Tanıl
BORA Türkiye'nin Linç Rejimi adlı kitabında şöyle diyor:
"Tarihimizde pek çok örneği bulunan, bugün de gayet olağan bir
şekilde sürüp giden linçler silsilesi, Türkiye'de sürekli bir linç
rejiminin varolduğunu düşündürüyor. Hepsinin bahanesi ya da hedef
aldığı kesimler, isimler birbirine benziyor.<br />Bunlar eskiden
azınlıklar, daha yakın zamanda Aleviler, komünistler olurdu. Şimdilerde
linç, PKK'yı bahane ederek Kürtlere yöneliyor. Linçleri besleyen tarih
anlatısı, 'milli' eğitimden itibaren resmi ağızlarca
yaygınlaştırılan düşmanca, ırkçı-etnisist söylemler
barındırıyor. Yaşanan linç girişimlerine bunların izdüşümleri
olarak da bakılmalı." Günümüzde egemen sınıfın dışında sayılan
her sınıf, kimlik, mezhep... herkesten ve her şeyden soyutlanarak birer
suçlu<br />haline dönüştürülüyor. Doğduğu günden öleceği ya da
öldürüleceği ana kadar ayk›r› bir hale büründürülüyor, medya
tarafından da öyle gösteriliyor. Devlet kendi baskısını, gücünü
güçlendirmek için sömüreceği, kullanacağı kimliği, sınıfı,
mezhebi belirlemiş oluyor. Bu ister bir Rum, ister Alevi, ister Ermeni,<br
/>ister Kürt olsun fark etmez. Milliyetçilik kisvesi dışında kalan her
ırk, sınıf, kimlik devletin, oligarşinin bir gün katledeceği potansiyel
suç makineleridir!<br />Örneğin, 6 – 7 Eylül olaylarıyla
popülerleşen linç kültürü, 12 Eylül 1980'de artan terör
eylemleriyle devam etti. Devletin otoritesinin sarsıldığı öne
sürülerek girişilen şiddeti şiddetle bastırma politikasının suçu
önlediği ve toplumu özlenen huzur ortamına kavuşturduğu savunulurken
devletin hanesine yüzlerce resmi cinayeti işlemekten başka işe yaramadı.
Etnik kimlik ayrımcılığı tavan yaptı. O dönem idam cezası verilen 517
kişiden 49'u infaz<br />edildi, 171 kişinin işkenceden öldüğü
belgelendi. Onlarca kişi cezaevlerindeki uygulamaları protesto etmek için
yapılan açlık grevlerinde yaşamını yitirdi. "Kaçarken"
vurulanların, "çatışmada" ölü ele geçirilenlerin, "intihar"
edenlerin sayısı yüzlerle ifade ediliyordu. Tüm bunların yanında
dönemin yarattığı korku ve baskı ortamı geniş vadede pek çok insanı
suça ve şiddete yöneltti. Yani devlet, özlenen huzur ortamını şikâyet
edilen ortamdan çok daha kanlı ve şiddetli bir tabloyu arkasında
bırakarak sağlamaya çalıştı. Şiddetin kurumsallaşması ve
gelenekselleşmesi onun en tehlikeli boyutudur. Çünkü bu kılışlar
altında şiddet, şiddet olarak değerlendirilmez. Geleneklerin ve
törelerin sorgulanamaz olmaları şiddeti yaygınlaştırırken bir taraftan
da meşrulaştırmaktadır. Engizisyonlar, töreler, milliyetçilik,
ırkçılık, hamasi kahramanlık duygusu, intikam türü ilkel duygular bu
meşrulaştırma araçlarının başında gelmektedir. Kitlesel şiddet de
bireysel şiddet de benzer meşru zeminleri kullanır. Örneğin
özgürlüğümüze ya da malımıza yönelen bir tehdit durumunda bireysel;
sınırların, iktidarın bekasının tehlikeye düştüğü durumlarda
kitlesel şiddet bir anda meşrulaşabilir ve hatta aksini düşünenler
kınanabilirler. Oligarşi bireylerin ya da kitlelerin değer yargılarına
balans ayarı yapar; kitleler, bireyler kendilerini kanıtlama, vatanı için
yapabileceklerini gösterme ve kendilerini ifade etme aracı yaratırlar.
Yukarıda da belirttiğim gibi bu durumu "devletleştirdiğimiz" zaman
milliyetçilik refleksi ile renk katmış oluruz.<br /><br />Bu
meşrulaştırılan zemin kaygandır, tarih bu kaygan zeminlerin yarattığı
yıkımlarla, kıyımlarla doludur. Korku, baskı, zulüm, işkence… vs.
Yaratamayıp, yok etmek isteyen, yaratık rolünün üstüne geçen adamlar
örneği var, yakın tarihimizde linç kültürünün yarattığı iç savaş
örnekleri var. Liberya, Ruwanda, Irak...<br /><br />Eğri oturup doğru
konuşmanın zamanıdır. Bu kaygan zeminden şimdilik tökezleyerek
gidiyoruz, tarih daha nelere gebe acaba?<br /><br />Ahmet Yapar<br /><br
/>Kaynak: Tavır Dergisi, (Ağustos,2010)</p>
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder