Dışarıya hakim olmak
için içeride katliam
Urfa E Tipi
Cezaevi'nde 13 tutuklunun yaşamını yitirdiği katliam, Türkiye
cezaevleri açısından ilk değil. Buca'dan Ümraniye'ye,
Diyarbakır'dan Ulucanlar'a, Burdur'dan 19 Aralık'a cezaevi
katliamlarında onlarca tutuklu öldürüldü. Urfa, adli tutuklulara
yönelik katliamlar bakımından ilk olsa da, devletin cezaevleri politikası
değişmiyor.
src="http://media.etha.com.tr/images/2010/05/13/cache/etha-20100513-19-aralik_ext.jpg"
/>
Urfa E Tipi Cezaevi'nde 16 Haziran günü 13 tutuklu ve
hükümlünün yaşamını yitirdiği bir katliam yaşandı. 6 kişilik
koğuşlarda 12 kişi kalan tutuklu ve hükümlüler, 40 derece hava
sıcaklığında vantilatörler de sökülünce isyan etti. Adli
tutukluların bulunduğu C15 koğuşunda yatakların ateşe verilmesi ile
başlayan yangına uzun süre müdahale edilmedi. Cezaevi idaresi, tutuklular
diri diri yanarken seyretti.
Bu katliam, adli tutuklulara yönelik bir
ilk. Ancak cezaevleri için her zaman "özel" politikalar üreten
devletin ilk cezaevi katliamı değil. 12 Eylül darbesinden bu yana çok
sayıda operasyon yapılan cezaevlerinde, hedef hep siyasi tutuklular oldu.
Devletin politik tutuklulara yönelik politikasını özetleyen ise bugün
kendisi otel konforunda bir cezaevinde olan Mehmet Ağar'dı:
"Cezaevlerini hizaya getireceğiz." Amaç ise her zaman, 19 Aralık
katliamında başbakan olan Bülent Ecevit'in de dediği gibi;
"Sokağa hakim olmak için cezaevlerine hakim olmalıyız"
anlayışı oldu.
İşte 12 Eylül'den bu yana yaşanan cezaevi
katliamları...
12 EYLÜL
12 Eylül askeri darbesinden sonra
yoğun işkencenin yaşandığı cezaevlerinde, 1981-1995 yılları arasında
50'den fazla insan öldürüldü. Bu sayıya ölüm oruçları nedeniyle
meydana gelen kayıplar dahil değil. 1981-1984 yılları arasında açlık
grevlerinde 12 kişi hayatını kaybetti. 1989 yılında Eskişehir özel tip
cezaevinde baskı ve işkenceleri protesto etmek için açlık grevi yapan
tutuklular, Aydın cezaevine sürgüne gönderildi. Sevkte iki tutuklu, ring
aracında öldürüldü.
BUCA CEZAEVİ KATLİAMI
Buca
Cezaevi'ne 21 Eylül 1995 tarihinde yapılan katliam, tıpkı
Urfa'daki gibi tutukluların daha iyi koşullarda yaşama istemine bir
yanıt olarak gerçekleştirildi.
İnsanca yaşam koşulları isteyen
tutuklu ve hükümlüler, sorunların çözümü için muhatap bulamayınca,
18 Eylül 1995 tarihinde sayım vermemeye başladı. Eylemin 4. gününde,
çok sayıda özel hareket timi, asker ve gardiyan koğuşlara saldırdı.
Saldırı, sonrasında pek çok cezaevi katliamında uygulanan bir yöntem
olarak tavan delinerek içeri çeşitli gazlar atılmasıyla başlatıldı.
Yüz metreyi bulmayan 6. koğuşun tavanından içeriye, 50'den fazla
sis, göz yaşartıcı ve bayıltıcı bombalar atıldı. Operasyon iki saat
sürdü. Sonrası koğuşa giren özel harekat polisleri ve askerler, baygın
haldeki tutuklulara demir sopalar ve zincirlerle saldırdı. Katliamda 3
tutuklu yaşamını yitirdi, 47 kişi yaralandı. Saldırı sırasında
cezaevi avlusunda bulunan askerler, "En büyük Türkiye" sloganı
ile bozkurt işaretleriyle gösteri yaptı.
ÜMRANİYE CEZAEVİ
KATLİAMI
Buca Cezaevi katliamından 3 ay sonra, Ümraniye
Cezaevi'ne saldırı düzenlendi. Görüş haklarının gasp edilmesini
protesto eden siyasi tutuklular, direniş başlattı. Devlet, direnişi
kırmak için 13 Aralık akşamı polis ve jandarmalar eşliğinde operasyon
düzenledi. Operasyonda, 4'ü ağır 70'in üzerinde tutuklu
yaralandı. Saldırıda özellikle tutuklu temsilcileri hedef
seçildi.
Bu saldırının üzerinden bir ay geçmeden, Ümraniye
Cezaevi'nde daha büyük bir katliam gerçekleştirildi. Cezaevinin
tabutluk haline getirilmek istenmesi nedeniyle siyasi tutuklularla idare
arasında gerginlik 13 Aralık saldırısından beri devam ediyordu. 4 Ocak
1996 sabahı yüzlerce asker, arama bahanesiyle beysbol sopaları, kask ve
kalkanlarla koğuşlara girdi. Askerlerin ellerinde fotoğraflar vardı. O
fotoğraflardaki kişileri koğuşun tuvaletine götüren askerler, dört
tutuklunun kafatasını sopalarla parçalayarak katletti. Diğer askerler de,
arkadaşlarının tezahüratları eşliğinde tutuklulara saldırmaya devam
etti. 4 tutuklu yaşamını yitirirken, 40 tutuklu
yaralandı.
Ümraniye katliamında ölen tutukluların İstanbul
Alibeyköy'de yapılmak istenen cenaze töreni ise bir başka katliama
sahne oldu. Cenazeye saldıran polis 2 bin kişiyi gözaltına alarak Eyüp
Kapalı Spor Salonuna götürdü. Gözaltına alınanlar arasında bulunan
Evrensel Gazetesi muhabiri Metin Göktepe, polisler tarafından dövülerek
öldürüldü.
Katliam nedeniyle 20 gardiyan açığa alınırken,
görevliler hakkında başlatılan soruşturma takipsizlikle sonuçlandı.
Katliama yönelik tepkiler karşısında, dönemin Ceza ve Tevkif Evleri
Genel Müdürü Zeki Güngör, "askerler aşırıya kaçtı"
açıklaması yaptı.
1996 ÖLÜM ORUÇLARI
Katliamlar, siyasi
tutukluların iradesini kıramayınca, devlet bunu tecrit ile yapmaya
çalıştı. Bunun için ilk adım 1996 yılı Mayıs ayında atıldı.
Adalet Bakanı, 6 Mayıs'ta bir genelge yayımladı. "Mayıs
genelgesi"nin altında imzası olan isim, bugün kendisi için özel
hazırlanan otel konforundaki Yenipazar Cezaevi'nde tutulan Mehmet
Ağar'dı. Bugünkü F tipi cezaevlerinin temeli atılan genelgenin
ardından hücre tipi olarak düzenlenen Eskişehir Cezaevi açıldı ve
Marmara Bölgesi'ndeki hapishanelerde kalan tutuklu ve hükümlülerin
buraya sevk edilmesine karar verildi.
"Tabutluk" olarak
tanımladıkları hücre tipi cezaevini kabul etmeyen tutuklular, 26 Mayıs
1996'da açlık grevine başladı. 50 civarında cezaevinde 2 bin 174
tutuklu ve hükümlünün katıldığı eylem, genelge geri çekilmeyince
ölüm orucuna dönüştürüldü. Bu sırada, iktidara Refahyol hükümeti
geldi, Şevket Kazan Adalet Bakanı oldu. Ancak cezaevleri politikası
değişmedi. Bakan Kazan, "Bunlar daha önce kantinden yiyecek alıp
stok yapmışlar gizli gizli yiyorlar" açıklamasında bulunurken, peş
peşe ölümler geldi. Genelge, ancak 12 siyasi tutuklunun yaşamını
yitirmesinden sonra geri çekildi.
DİYARBAKIR CEZAEVİ
KATLİAMI
"Mayıs Genelgesi" geri çekildi, ancak Adalet
Bakanı Şevket Kazan, görevi devraldığı Mehmet Ağar'ın
"cezaevlerini hizaya getirme" politikalarını sürdürmeye devam
etti. Sürekli gerginlikler yaşanan cezaevlerinde, katliamın adresi bu kez
Diyarbakır E Tipi Cezaevi oldu. Cezaevi 2. müdürünün zaman zaman
koğuşların önüne gelerek "Sizlere silah sıkacağım"
tehditleri, 24 Eylül 1996'da gerçek oldu. Görüş sırasında
tutukluların diğer koğuştan yemek için kap istemeleri, "örgüt
bireyleri arasında ilişki olmaz" denilerek engellendi. Ortam birden
gerginleşti. Birkaç saat sonra da yüzlerce asker, özel tim ve gardiyan
cop, kalas ve ucu beton çivili sopalar, demir çubuklarla PKK'li
tutuklulara saldırmaya başladı. Çivilerle etleri parçalanan tutuklulara,
saldırı sırasında itirafçılık dayatılıyordu. Kimse yanıt vermeyince
yüz üstü yatırılan tutukluların sırtına çıkan askerler,
"Yaşasın Türkeş, kahrolsun Apo sloganı atın" bağırışları
arasında kalaslarla tutukluların kafalarına vuruyordu. Saldırıda 10
tutuklu yaşamını yitirdi, 24 tutuklu da yaralandı. Ölümlerin işkence
sonucu olduğu otopsi raporlarıyla kanıtlandı. Tutuklulardan Kadri
Demir'in öldükten sonra bile dövüldüğü otopside ortaya
çıktı.
Olaylar nedeniyle 72 kişi yargılandı. Bunlardan
62'sine 5'er yıl hapis cezası verildi. Hiçbir sanık
tutuklanmazken, karar temyiz edildi. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı,
"saldırının vahşi bir eğilim sergileyerek ve canavarca bir hisle
meydana geldiğini" belirterek, kararın bozulmasını istedi. Bu
talebin kabul edilmesini isteyen üye hakim meslekten ihraç edilirken,
katliam cezasız kaldı.
ULUCANLAR CEZAEVİ KATLİAMI
Cezaevi
katliamlarının en dehşet verici olanların birisi Ulucanlar
Cezaevi'nde, bugün Urfa Cezaevi'nde de isyana neden olan kapasite
fazlalığı üzerine başladı. 80-90 kişilik koğuşların nüfusu
120'ye çıkınca, tutuklular kendi çözümlerini üretti ve duvarı
kırdı. Bunun üzerine başlayan gerginlik sonucu tutuklular koğuşu işgal
etti. İşgalin 7. gününde anlaşma sağlanması üzerine eylem
sonlandırılırken, saatler sonra operasyon başlatıldı.
1999'da
25 Eylül'ü 26 Eylül'e bağlayan gece saat 04.00'de 6. ve 7.
koğuşun çatıları delinerek yoğun gaz bombası atılması ile başlayan
operasyon, tutukluların yerlerde sürüklenerek hamama götürülmesi ile
devam etti. Bu hamam, tam bir vahşete sahne oldu. Tutuklular
çırılçıplak soyulup üst üste yığıldılar ve öldüresiye
dövüldüler. Hızarla kesildiler, vücutları kasaturalarla parçalandı,
uzun namlulu kurşun yaralarına demir mıhlar çakıldı. Kurşunlar,
kasaturalarla çıkarıldı. Göğüslerine, karınlarına ateş edildi. 10
saatlik operasyon sonunda ortaya çıkan tablo tam bir vahşetti. 10 devrimci
tutuklu yaşamını yitirmiş, onlarcası yaralanmıştı. 6. ve 7. koğuşta
parçalanmayan duvar, kurşun girmemiş nokta
kalmamıştı.
Operasyonun amacı; "isyanı bastırmak"
olarak açıklandı. Ancak, asıl amaç bir yıl sonra, dönemin Başbakanı
Bülent Ecevit'in, 19 Aralık katliamı için söylediği "IMF
politikalarını hayata geçirirken sokağa, sokağa hakim olmak için ise
cezaevlerine hakim olmalıyız" sözleri ile anlaşıldı. Ulucanlar
katliamı, 19 Aralık'ın bir provasıydı.
Katliamı yöneten,
sonrasında Hrant Dink katliamının örgütleyicilerinden olan Ankara İl
Jandarma Komutanı Yarbay Ali Öz ile birlikte 160 kişi katliam nedeniyle
yargılandı. Ancak hepsi beraat etti. Dosya hala
Yargıtay'da.
BURDUR CEZAEVİ KATLİAMI
Ulucanlar
katliamından sonra cezaevlerinde baskılar artmıştı. Bu baskıları
protesto eden siyasi tutuklular, mahkemelere gitmiyordu. Devletin bahanesi bu
kez "mahkemelere gidilmemesi" oldu. 5 Temmuz 2000'de tanklarla,
dozerlerle operasyon başlatıldı. Koğuşlara yine gaz bombaları atıldı.
Buldozer duvarı kırarken, Veli Saçılık adlı tutuklunun kolu koptu.
Saçılık'ın kolu bir köpeğin ağzında bulundu. Katliamda çok
sayıda tutuklu da yaralandı. Burdur Cezaevi katliamının sorumluları
hakkında, yine takipsizlik kararı verildi. Tek yargılanan,
Saçılık'ın kolunun kopmasına sebep olan iş makinesi operatörü
oldu. O da beraat etti.
Burdur Cezaevi katliamının sebebi 6 ay sonra,
20 cezaevine birden yapılan operasyonla anlaşıldı. Burdur da bir
provaydı.
19 ARALIK KATLİAMI
19 Aralık'ın gerekçesi,
tutukluların F tipi cezaevleri saldırısını durdurmak için
başlattıkları açlık grevleri ve ölüm oruçları oldu. Ölüm orucunu
bitirmek için 19 Aralık 2000'de, 20 cezaevine birden operasyon
düzenleyen devlet, 30 kişiyi katletti. Adına "Hayata Dönüş"
denilen operasyondan sonra, tutuklu ve hükümlüler F tipi cezaevlerine sevk
edildi. Ölüm oruçlarıyla birlikte 122 kişi hayatını kaybetti,
yüzlercesinde kalıcı hasar oluştu.
Dönemin Adalet Bakanı Hikmet
Sami Türk, ölümleri "askerle çatışmaya girdiler", "kendi
aralarındaki çatışma" gibi nedenlerle açıklamaya çalıştı.
Ancak toplam 12 kişinin hayatını kaybettiği Bayrampaşa Cezaevi'nde 5
kadın, yanarak ölmüştü. Üstelik giysileri parçalanmadan, sadece eti
yakan ve ne olduğu hala açıklanmayan bir kimyasal bomba ile. Ayrıca
bilirkişi raporlarında silahlı bir direniş olmadığı, koğuşlarda
silaha rastlanmadığı ve atışların tümünün dışarıdan içeriye
doğru yapıldığı belirtiliyordu. 3 gün süren ve çeşitli kimyasal
gazlarla, sayısız bomba ve mühimmatla, dozerlerle, iş makineleriyle,
bazı yerlerde hava desteği ile yapılan operasyona ilişkin davaların bir
kısmı zaman aşımından düşerken, bazıları halen devam
ediyor.
RİNG ARACINDA KATLİAM
12 Eylül döneminde ring
aracında yaşanan katliamın benzeri, 31 yıl sonra tekrarlandı. 16 Eylül
2011 tarihinde Van'dan İstanbul'a nakledilen beş tutuklu ve
hükümlünün içinde olduğu ring aracında yangın çıktı. Askerler,
"kaçarlar" diye aracın kapısını açmadı ve tutuklular diri
diri yanarak can verdi.
Kaynak: ETHA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder