TEKNOLOJİ FAKÜLTELERİ
ÜZERİNE TMMOB GÖRÜŞÜ
TMMOB Teknoloji Fakülteleri Çalışma Grubu tarafından
hazırlanan TMMOB görüşü ekte bilgilerinize
sunulmaktadır.
TEKNOLOJİ FAKÜLTELERİ ÜZERİNE TMMOB
GÖRÜŞÜ
GİRİŞ
Türkiye, 1980‘li yıllardan itibaren uluslararası sermayenin
istemlerine uygun olarak enerjiden haberleşmeye, eğitimden sağlığa,
tarımdan sosyal güvenliğe kadar hemen tüm alanlarda yapısal bir
değişim programına tabi tutulmaktadır. Ülkemizde giderek artan bir
ivmeyle sanayi yatırımı azalmakta, üretim ve çalışma
ilişkileri esnekleştirilmekte, kentsel mekanlar
dönüştürülmekte, mekanlar
dönüştürüldükçe enformel işgücü
işsizlik oranı ile doğru orantılı büyümekte ve bunlara makro
ve mikro düzeydeki ekonomik kriz etkileri de eklenince çıkan
krizlerin sık ve dayanılmaz boyutları yoksullaşma sürecini kronik
hale getirmektedir. Bu çerçevede istihdam daralmakta, işsizlik
artmakta, ücretler ve örgütlenme düzeyi
gerilemektedir.
Neoliberal ekonomi politikalarının yönlendirdiği esnekleşme,
işyerinin parçalanması ve fabrikanın yok olması ya da işin
parçalanması süreçlerinde, mühendislik, çoğu
zaman bu politikaların bir aracı olarak kullanılmaktadır. Tüm
mesleklerde olduğu gibi mühendislik ve mimarlık mesleği de hak
ettiği saygınlığı kaybetmektedir. Basit iş akdiyle istihdam ilişkisine
dönüştürülen lisans diplomalı meslekler, meslek lisesi
diplomalarıyla ikame edilebilmektedir.
Ülkemizde mühendislik meslek alanlarını da ilgilendiren,
üretim süreçlerine yönelik düzenlemelere ve sanayi
politikalarına bakıldığında; toplumsal fayda anlayışından uzak,
kalkınma, refah ve istihdamı göz ardı eden, plansız ve kuralsız bir
yaklaşım egemendir. Bu genel yaklaşıma uygun biçimde
mühendislik eğitimi, kamu ve toplum yararı yerine, yalnızca sermaye
güçlerinin çıkarlarına hizmet eden bir anlayışla ve
eğitim sürecine dahil unsurların yeterli olanaklarla ve bilimsel bir
anlayışla desteklenmediği koşullarda gerçekleştirilmektedir.
Küresel kapitalist dünyaya entegrasyon çalışmalarının
hızla yürütüldüğü günümüzde,
ülkemize biçilen roller irdelendiğinde görülmektedir
ki; IMF ve DB‘nin koyduğu şartlar doğrultusunda eğitim ve
öğretim hizmetleri piyasa ve sermayenin hizmetine sunulmakta, eğitim
metalaştırılmaktadır. Üniversite yapısındaki değişim,
"şirket" ve "müşteri odaklı" bir tarza
yönelmekte ve "müfredat" buna uygun biçimde
yeniden yapılandırılmaktadır.
Bu politikaların doruk uygulamalarını gerçekleştiren AKP
iktidarı döneminde, eğitim alanında görülen temel
yönelim, üniversite sayısındaki hızlı artış ve nitelikli
işgücünü bir "maliyet" unsuru olarak
görüp ucuz emek sömürüsüne dahil etmekte
somutlanmaktadır
Üniversitelerimizde bilimsel araştırmalara gerekli kaynaklar
ayrılmayarak, bilimsel gelişmelerin önüne geçilmekte,
sanayi ile ilişkiler toplumun ihtiyaçlarına göre değil, sadece
sermayenin ihtiyaçlarına göre yapılanmakta, bilim, piyasa
ekonomisinin belirlediği amaca yönelik kullanılmaktadır.
Meslek disiplinlerimiz açısından mühendislik-mimarlık
fakültelerinin eğitimini kaliteli hale getirmek, fakültelerin alt
yapı, donanım ve öğretim elemanı alanındaki eksikliklerini gidermek
için çalışma yapılması gerekirken, "her il‘e bir
üniversite" anlayışı ile bu gereklilikler dışlanmış; her
düzeyde yetersizlik ve deformasyon egemen olmuştur. Bu durum mevcut
sanayi politikalarıyla birlikte işsizlik olgusunu da besleyen bir
faktörü oluşturmaktadır.
Mühendislik alanındaki eğitimde gerek açılan okullar gerek
artırılan kontenjanlar açısından planlama anlayışının
olmaması özellikle belirli bölümlerden mezun
mühendislerin istihdam sorununu artırdığı gibi bu kitlenin mesleki
kimliklerinde erozyon yaratmaktadır. Üretim süreçlerinde
ortaya çıkan değişim, mühendisleri yeniden
biçimlendirmekte, mesleki formasyonlarını değiştirmekte,
istihdamı daraltmaktadır. İşsizliğin artması ücret
politikalarını olumsuz yönde etkilemekte ve mühendislerin emeği
ile orantılı ücret almalarını engellemektedir.
Eğitim, istihdam ve üretim ilişkilerinin planlı bir şekilde ele
alınmamasından dolayı lisans eğitiminde edinilen bilgilerin önemli
bir bölümü çalışma hayatında pratik
karşılığını bulamamaktadır. Bu durum mesleğe karşı
yabancılaşmanın yanı sıra mesleki körelmeye de neden
olmaktadır.
Ülkemizde yürütülen neo liberal politikalar
doğrultusunda mühendislik alanlarıyla ilgili birçok konuda
olduğu gibi eğitimde de bilimsel gerçeklerden uzak ve kaos yaratacak
düzenlemelere imza atılmaktadır. Son olarak 13.11.2009 tarih ve 27405
sayılı Resmi Gazete‘de yayımlanan 2009/15546 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararı ile kurulan teknoloji fakülteleri bu durumun en somut
örneklerinden biridir.
TEKNİK ÖĞRETMEN OKULUNDAN TEKNOLOJİ FAKÜLTESİNE
Sanayi ve teknoloji alanında, eğitilmiş teknik personel
açığını kapatmak amacıyla 1930‘lu yıllarda sanat
enstitüleri, endüstri meslek liseleri, teknisyen okulları, teknik
liseler ve kız meslek liseleri eğitim ve öğretime başlamıştır.
Mesleki ve teknik okulların atölye ve meslek dersleri
öğretmenlerini yetiştirmek üzere 1937 yılında ilk erkek teknik
öğretmen okulu Ankara‘da açılmıştır. Daha sonraki
yıllarda sayıları artan ve Milli Eğitim Bakanlığı‘na bağlı
dört yıllık eğitim ve öğretim veren erkek teknik öğretmen
okulu, erkek teknik yüksek öğretmen okulu, yüksek teknik
öğretmen okulu, kız teknik yüksek öğretmen okulu olarak
adlandırılan yüksek teknik öğretmen okulları; 18.06.1987
tarihinde 2809 sayılı Yasa ile değiştirilerek kabul edilen 28.03.1983
tarihinde çıkarılmış 41 sayılı KHK ile teknik eğitim
fakültelerine dönüştürülmüş ve
üniversitelere bağlanmıştır.
12.05.192 tarihinde yayımlanan 3795 sayılı Kanun,
bütünüyle mühendis ve mimarlar dışındaki teknik
elemanların unvan, yetki ve sorumluluklarını düzenlemektedir. Bu
Yasa‘nın 3. maddesinin (d) bendi, lise üstü dört yıl
süreli yüksek teknik öğretim gören erkek teknik
öğretmen okulu, erkek teknik yüksek öğretmen okulu,
yüksek teknik öğretmen okulu ve teknik eğitim fakültesi
mezunları ile kız teknik öğretmen okulu, kız teknik yüksek
öğretmen okulunun ve mesleki eğitim fakültesinin teknik eğitim
veren bölümlerinden mezun olanlara "teknik
öğretmen" unvanı verilmesini
öngörmüştür.
3795 sayılı Kanun‘un 3. maddesinin (e) bendi teknik öğretmen
unvanını kazananlara, belli bir programı başarıyla tamamlamaları
koşuluyla kendi dallarında mühendis unvanı verilmesini
düzenlemektedir. Teknik eğitim fakülteleri ile mühendislik
fakülteleri arasındaki formasyon farkını kapatmaya yönelik
olarak yapılan yasal düzenlemeye ek olarak, Yükseköğretim
Kurulu (YÖK) tarafından 07.08.1992 tarihinde "Teknik
Öğretmenler İçin Düzenlenecek Mühendislik
Programlarının Uygulama Esas ve Usulleri Yönetmeliği "
çıkarılmıştır.
13.11.2009 tarih ve 27405 sayılı Resmi Gazete‘de yayımlanan
2009/15546 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile bazı
yükseköğretim kurumları bünyesinde bulunan teknik eğitim
fakülteleri, mesleki eğitim fakülteleri, mesleki ve teknik eğitim
fakülteleri, ticaret ve turizm eğitim fakülteleri ile
Endüstriyel Sanatlar Eğitim Fakültesinin kapatılmasına ve aynı
yükseköğretim kurumlarına bağlı olarak yeni fakülteler
kurulmasına karar verilmiştir. Bu kararname ile 21 teknik eğitim
fakültesi kapatılarak yerine teknoloji fakültesi kurulmuştur.
TEKNOLOJİ FAKÜLTELERİNİN KURULUŞ SÜRECİNDE
TMMOB‘NİN YAKLAŞIMI
Teknoloji fakültelerinin kuruluş süreci, YÖK ve ilgili
üniversiteler eliyle adeta gizli bir şekilde
yürütülmüştür. Eğitim fakültelerinin
kapatılarak teknoloji fakültelerinin açılmasının
gerekçesi, teknoloji fakültelerinin hangi alanda ne gibi bir
eğitim ve unvan vereceği, hangi bölümlerin kurulacağı vb.
konularda kamuoyu ve konunun doğrudan tarafı olan TMMOB bilgilendirilmemiş
ve görüş alışverişinde bulunulmamıştır.
13.11.2009 tarihinde yayımlanan Bakanlar Kurulu kararının hemen
arkasından TMMOB ve bağlı odalar, konuyla ilgili görüşlerini
kamuoyu ile paylaşmış ve söz konusu Bakanlar Kurulu Kararı ile
YÖK kararını yargıya taşımıştır.
Genel olarak bakıldığında TMMOB ve bağlı odaların teknoloji
fakültelerinin kurulmasına ilişkin kararın arkasından oluşacak
duruma ilişkin görüşleri, öngörüleri ve
uyarıları şu çerçevede özetlenebilir:
• Meslektaşlarımızın %25‘inin işsiz ya da meslek dışı
işlerde çalıştığı ve yılda ortalama 25.000 yeni mühendisin
mezun olduğu gerçeği göz önüne alınırsa bu kararın
bir keyfilik ve plansızlık içerdiği ortadadır.
• Bilimsel, teknik ve akademik veriler, mesleki ve teknik eğitim
fakültelerinde uygulanan programın mühendislik unvanı elde
edilmesi için yeterli olmadığını ortaya koymaktadır. Teknik
öğretmen yetiştirmek üzere programlanmış fakültelerin
adlarının değiştirilerek mühendis yetiştirmesi sağlanamayacağı
gibi teknik öğretmenlerin unvanlarının değiştirilmesiyle
mühendis olamayacakları da açıktır.
• Mevcut durumda tekniker ve teknisyenlerin görevini, uygulama
mühendisi veya teknoloji mühendisi adı altında yeni bir kavrama
yükleyerek, yetki ve sorumluluk açısından
"mühendisleştiren" ya da mühendisi sadece teknoloji
uygulayan bir niteliğe indirgeyerek "teknisyenleştiren" bir
anlayış kabul edilemez.
• ABD‘de ve Avrupa‘da birçok ülkedeki
"mühendislik teknolojisti/teknoloğu" yerine
Türkçe çevirileri ters sözcük sırasında
yapılarak "teknoloji mühendisi" veya "uygulama
mühendisi" adı kullanılmaktadır. Böylece, teknoloji
fakültelerinden mezun olacakların, mühendislerin yetki ve
sorumluluk alanlarına sokulmak istendiği sonucu ortaya
çıkmaktadır. Bunun da ötesine gidilerek ülkemizde kurulan
teknoloji fakültelerinde mühendislik bölümleri
açılmıştır.
• Meslek liseleri mezunlarının üniversite sınav girişlerine
ilişkin katsayı karmaşası yaratılırken, meslek liselerine
öğretmen yetiştiren eğitim fakültelerinin kapatılması
iç tutarlılık açısından da ayrıca ele alınmalıdır.
Ülkemizde iş dünyası sürekli olarak nitelikli ara eleman
ihtiyacına vurgu yaparken; teknoloji fakülteleri kurulumuyla birlikte,
ara eleman yetiştirecek eğitmen kadrolarının bir yıllık formasyon
eğitimiyle yetiştirilmesinden de söz edilmektedir.
• İş dünyasının ihtiyacı olan nitelikli ara eleman ve
tekniker yetiştirilmek isteniyorsa, meslek yüksekokullarının eğitim
kalitesinin arttırılması zorunludur. Eğer teknik ve mesleki eğitim
fakülteleri için ihtiyaç fazlası olduklarına
yönelik belirleme yapılmışsa, bu kaynağın nitelikli ara eleman
yetiştirmek için meslek yüksekokullarıyla ilişkilendirilerek
kullanılması daha yerinde bir seçenek olacaktır.
• Yükseköğretim Yasası‘nda açık bir şekilde
"bir fakülte ya da yüksekokulda, aynı veya benzer nitelikte
eğitim-öğretim yapan birden fazla bölüm bulunamaz"
denilmektedir. Yasa‘nın bu amir hükmü, farklı ad altında
fakülte kurulmak suretiyle bertaraf edilemez. Bir fakülte
bünyesinde aynı veya benzer nitelikte eğitim-öğretim yapan
birden fazla bölüm bulunmasının yaratacağı sakıncalar, farklı
fakülte bünyesinde kurulacak aynı ad altındaki bölümler
için de geçerli olacaktır.
• YÖK‘ün isimleri değiştirilen teknik eğitim
fakültelerinin kadro ve fiziksel olanaklarıyla teknoloji fakültesi
mühendislik bölümlerinin kurulmasını tanıması, teknik
eğitim fakülteleri ile mühendislik fakültesi arasındaki
formasyon farkını kapatmaya yönelik olarak yapılan 3795 sayılı
Yasa‘yla ve daha önce çıkarmış olduğu yönetmelikle
çelişmektedir. Buna göre; mühendislik unvan ve formasyonuna
sahip olmayan öğretim üyelerinin bulunduğu teknik eğitim
fakültelerinde (Teknoloji fakültesi) mühendislik eğitimi
verilmesi açıklanamaz.
HUKUKSAL SÜREÇ
TMMOB ve EMO, 2010 yılı Temmuz ayında teknoloji fakültelerinin
bünyesinde mühendislik bölümlerinin açılmasına
dair YÖK Yürütme Kurulu Kararı ile kararın dayanağı olan
2009/15546 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı‘nın iptali ve
yürütmenin durdurulması istemi ile dava açmışlardır.
Açılan davalarda Danıştay 8. Dairesi, TMMOB ve EMO‘nun
yürütmenin durdurulması istemini reddetmiş olup yargılama halen
devam etmektedir.
YÖK‘ün davaya verdiği cevaplardan aslında teknik eğitim
fakültelerinin neden kapatılıp aynı üniversitelerde teknoloji
fakülteleri olarak yeniden açıldıklarına ilişkin
gerekçeler aşağıda açıklanmaktadır. Burada en önemli
dayanak olarak "Teknik eğitim mezunlarının, %5‘e kadar olan
sayıda teknik öğretmen olarak atanabilmesi"
gösterilmektedir. Mühendislerin %25 kadarı işsiz veya meslek
dışı işlerde çalışıyorken, bu işsiz ordusuna, plansız bir
şekilde yeni oluşturulan unvanlarla daha fazla üniversite mezunu
eklemek, aslında primitif bir "günü kurtarma"
çabasından ibarettir.
"1981 yılında, Ankara ve İstanbul‘da olmak üzere,
teknik ortaöğretime öğretmen yetiştiren 2 "Yüksek
Teknik Öğretmen Okulu" bulunmaktaydı. Bu iki yüksekokul,
1982 yılında üniversite bünyesine alındı ve adları,
"Teknik Eğitim Fakültesi" olarak değiştirildi ve aynı yıl
Fırat Üniversitesi bünyesinde de bir Teknik Eğitim Fakültesi
(TEF) kuruldu. Böylece Teknik Eğitim Fakültesi sayısı 3 oldu.
Ancak, 2008 yılına gelindiğinde, TEF‘in sayısı 19 olmuştu. Bu
fakülteler 2008‘de yılında toplam olarak, yaklaşık beş bin
mezun verdiler. Ancak, bu fakültelerin mezunlarından ancak %5‘e
kadar olan sayıda, Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) tarafından Mesleki ve
Teknik Ortaöğretime "Teknik Öğretmen" olarak
atanabiliyordu. Örneğin "KPSS 2005‘de elektrik
öğretmenliğine başvuran 1669 adaydan 2006 yılında ancak 19‘u
atanmıştı (Türkiye‘nin Yükseköğretim Stratejisi
(TYS), YÖK, 2007, Sayfa:112).
Teknik Eğitim Fakülteleri mezunları, MEB tarafından istihdam
edilemediği için ilgili sektörlerde çalışmak zorunda
kaldıklarında, "teknisyen", "tekniker" ve
"mühendis" hiyerarşik zincirinin neresinde
konumlandırılabileceğine dair herhangi bir yasal düzenleme
bulunmamaktadır. Endüstride, "Teknik Öğretmenlerin"
unvan ve statülerinin belirsizliğinin yol açtığı çok
büyük zorluklar yaşanmaktadır. Bu durum mesleki ve teknik
öğretime olan ilgiyi azaltmakta, öğrencilerde moral
çöküntüsüne ve motivasyon kaybına ve gelecekten
ümitsizliğe yol açmaktaydı. Mezunlarda ise hayal
kırıklıklarına ve sosyal problemlere dönüşmekteydi.
Teknik Eğitim Fakülteleri mezunları bir süredir sorunlar
yaşamaktaydı. Şöyle ki, son yıllarda, bu fakülte mezunları,
%5‘e kadar olan sayıda "Teknik Öğretmen" olarak
atanabilmekteydi. Sektörde, endüstride çalışmak
istediklerinde, aldıkları eğitim düzeyine tekabül eden bir yetki
ve unvanları yoktu."
YÖK, teknik eğitim fakültelerinin kapatıldığına ve şu anda
öğrenim gören öğrencilerinin mezun olmasından sonra
2015‘e kadar tamamen ortadan kalkacağına vurgu yapmaktadır. Teknik
eğitim fakültesinden mezun olacakların ve olmuş olanların
mühendis unvanını alabilmeleri için 3795 sayılı yasaya tabi
olduklarının altını çizen YÖK, teknoloji fakültelerinin
de teknik eğitim fakültelerinin devamı olarak değil yeni
açılan fakülteler olarak hizmet vereceğini bildirmektedir.
"Kapatılan fakültelerdeki mevcut öğrenciler hangi
şartlarda alınmışlarsa o şartlar çerçevesinde
eğitim-öğretimlerini tamamlayacaklardır ve mezun olmaları durumunda
"teknik öğretmen" unvanı alacaklardır.
"Mühendis" unvanını almaları için 3795 sayılı
yasadaki hükümlere tabidirler. Ayrıca, daha önceki yıllarda
Teknik Eğitim Fakültelerinden mezun olmuş teknik öğretmenler de
"mühendis" unvanını almak istemeleri durumunda yine 3795
sayılı yasadaki hükümlere tabidirler. Diğer taraftan, yukarda
verilen "...teknik öğretmen yetiştiren program sonrasında
mühendis unvanı verilecek olması da yasaya ve hukuka
aykırıdır" ifadesi ile kastedilen Teknik Eğitim Fakülteleri,
isim değiştirilerek Teknoloji Fakültesine
dönüştürülmüştür. Dolayısıyla Teknik
Öğretmen yetiştiren fakülteden mühendis yetişmeyeceği
kastediliyorsa, bu ifade, yapılan düzenlemenin doğru
anlaşılmadığı anlamına gelmektedir."
......
"Teknik Eğitim Fakülteleri kapatılmıştır ve
öğrencileri mezun olduğunda, en geç 2015-2016
eğitim-öğretim yılında, Bakanlar Kurulu Kararıyla kapatılmış
olacaktır. Kapatılan fakültelerin bulunduğu üniversitelerin
bünyesinde "Teknoloji Fakülteleri" kurulmuştur. Yani
Teknoloji Fakülteleri Teknik Eğitim Fakültesinin yerine kurulmuş
ya da Teknik Eğitim Fakülteleri Teknoloji Fakültelerine
dönüştürülmüş değildir. Teknoloji
Fakültelerinin bölümleri; müfredat, öğretim kadrosu
ve öğrenci kabulü yönlerinden mühendislik
bölümleri ölçütlerini uygulayacaklardır.
Bilindiği gibi yükseköğretim üniversitelerimiz
bünyesinde yapılmakta, dereceler üniversiteler tarafından
verilmektedir. Teknoloji Fakülteleri ilk defa kurulduğundan,
sağlıklı bir yapıda kurulabilmesi için öneriler oluşturmak
üzere, YÖK bünyesinde ilgili fakültelerin dekanları,
üniversite rektörleri ve çalışma grupları ile Teknoloji
Fakültelerinin yapılandırılması konusunda üniversitelere
tavsiye niteliğinde bilgiler üretilmiştir. Üniversiteler, mevcut
mühendislik bölümlerinde nasıl eğitim-öğretim
yapıyorlarsa, Teknoloji Fakültesi bünyesindeki Mühendislik
bölümlerinde de öyle eğitim-öğretim
vereceklerdir."
YÖK, 2010-2011 eğitim-öğretim yılında, öncelikli olarak
mühendislik fakülteleri bulunan ve ağırlıklı olarak
mühendis formasyonuna sahip öğretim elemanlarının yoğun olduğu
üniversitelerin, teknoloji fakültelerine öğrenci alımını
gerçekleştirmiştir. Bu durum yeni kurulan teknoloji
fakültelerinde, mühendislik eğitimi verileceğini
göstermektedir.
"Teknoloji Fakülteleri, en yaygın olarak ABD‘de olmak
üzere dünyanın birçok ülkesinde mevcuttur. Teknoloji
Fakültesi bünyesinde Mühendislik (Engineering) ve
Mühendislik Teknolojisi (Engineering Technology) bölümleri
vardır. Örneğin Mechanical Engineering (Makina Mühendisliği) ve
Mechanical Engineering Technology (Makina Mühendisliği Teknolojisi)
gibi.
Mühendislik bölümü mezunlarının unvanı
"mühendis", Mühendislik Teknolojisi bölümü
mezunlarının unvanı "teknolojist" veya "teknolog"
olmaktadır. Mühendislik Teknolojisi programlarında daha az matematik
ve teori verilmektedir. Mühendislik Teknolojisi programı, 4 yıl
süren ve lisans derecesi veren, uygulamaya ve imalata yönelik bir
eğitimdir. Mühendislik programı daha teorik, araştırma ve
tasarımın ağırlıklı olduğu ve daha çok matematik okutulan
programdır.
Genel olarak, Mühendislik programı mezunu "tasarım
yapan", Mühendislik Teknolojisi mezunu ise "tasarımı
uygulayan" olarak görülmektedir. "Teknolojistin"
unvan, yetki ve sorumluluğu bizim mevzuatımızda henüz mevcut
değildir. Hukuki altyapı hazırlandığında Teknoloji Fakülteleri
bünyesinde Mühendislik Teknolojisi (Engineering Technology)
programları da açılabilir. Teknolojist veya benzeri unvanların
yasal çerçevesi henüz oluşmamış olduğu için
Türkiye‘de Teknoloji Fakültesi bünyesinde önce
Mühendislik (Engineering) bölümleri kurulmuştur. Yasal
düzenlemeler yapıldıktan sonra mühendislik teknolojileri
bölümleri de açılabilecektir."
Gelinen süreçte izlenildiği kadarıyla öğrenci alan
bölümlerin müfredat, donanım ve öğretim elemanı
kadrosu ile birlikte mühendislik eğitimi vermesi
öngörülmektedir. Ancak söz konusu fakültelerin
mevcut öğretim elemanı kadrosunun büyük
ölçüde mühendis kökenli olmaması, bu
fakültelerin vermeyi planladıkları mühendislik eğitimi yolunda
çok büyük bir engel oluşturmaktadır.
Somut örnek vermek gerekirse, Gazi Üniversitesi Teknoloji
Fakültesi Otomotiv Mühendisliği Bölümü‘nde
görev yapan 14 öğretim üyesinin neredeyse hiçbiri
mühendis kökenli değildir. Mühendislik eğitimi almamış ve
mühendislik nosyonuna sahip olmayan öğretim üyelerince
verilen bir mühendislik eğitimin nasıl mümkün olabileceği
ayrı bir merak konusudur. Aynı Fakültenin İnşaat Mühendisliği
Bölümü‘nde ise 13 öğretim üyesinin sadece
4‘ü mühendis kökenlidir. Aynı üniversitenin
Mühendislik Fakültesi‘nin aynı ismi (İnşaat
Mühendisliği Bölümü) taşıyan bölümü
olduğu da dikkate alındığında, kurulan Teknoloji Fakültesi ile bu
eğitim alanında hangi boşluğun doldurulmaya çalışıldığı
hiç anlaşılamamaktadır.
Sonuç olarak 2009 yılında 152 farklı fakülteden mühendis
mezun olurken, bu fakültelere 2010‘da 7 tane daha yeni
mühendislik fakültesi eklenmiştir.
MÜHENDİSLİK VE EĞİTİMİ
Bilim çevrelerince mühendislik kısaca "Bilim yoluyla elde
edilmiş tüm bilgilerden; akıl ve deneyim yoluyla somut sentezlere
vararak, insana ya da daha genel kapsamıyla canlıya yararlı oluşumları
yaratma gücü ve çabası" olarak tanımlanmaktadır.
ABD‘deki mühendislik programlarını akredite eden kuruluş ABET
(Accreditation Board of Engineering and Technology) ise mühendisliği;
"Mühendislik; eğitim, deneyim ve uygulama ile edinilen matematik
ve doğa bilimleri bilgisinin, doğal güç ve kaynakların
insanlık yararına ve sürdürülebilirlik ilkeleri dikkate
alınarak ve mühendislik etiği gözetilerek kullanılması
için yöntemler geliştirme uğraşıdır" şeklinde
tanımlamıştır.
Mühendisliğin başkaca tanımları ise kısaca şöyledir;
"Mühendislik, doğadaki ve sosyal hayattaki kaynakları, olayları
insanlığa daha fazla fayda sağlamak amacıyla matematiğin ve temel
bilimlerin ilkeleri ve yöntemleri ile yöntem, sistem,
süreçler ve teknolojiler araştıran, planlayan, projelendiren,
üreten bir meslek, uygulamalı bir bilim dalı olarak tanımlanır.
Mühendislik, belirtilen etkinlikleri güvenli, ekonomik,
çevreye uygun ve estetik olarak gerçekleştiren bir meslek
dalı ve aynı zamanda sanat dalıdır. Mühendislik bilimleri, buna
göre matematik, fizik, mekanik, istatistik bilimleri yanı sıra sosyal
ve ekonomi bilimlerini, çevre bilimleri ve güzel sanatlar
yaklaşımlarını içerir."
"Matematik, doğa ve güncel mühendislik bilimleri bilgilerine
dayanan bir eğitime ek olarak deneyim ve uygulama ile kazanılan formasyonu
kullanarak vardığı somut sentezlerle evrensel ve insanlık yararına
problemleri ve gereksinimleri belirleyerek ve bunlara yanıt vermek
üzere ekonomiklik, doğal kaynaklarla ilgili
sürdürülebilirlik ilkelerini dikkate alarak ve
mühendislik etiğini gözeterek; teknik ağırlıklı
ekipmanların, ürünlerin, proseslerin, sistemlerin,
yöntemlerin ya da hizmetlerin tasarımı, doğrulanması, hayata
geçirilmesi, işletilmesi, bakımı, dağıtımı, teknik satışı ya
da danışmanlık ve denetiminin yapılması ve bu amaçlarla
araştırma-teknoloji geliştirme ve inovasyon (ATGİ) faaliyetlerinde
bulunulması işlevine mühendislik denir."
Bu değişik tanımlamalardan yola çıkarak ve mühendisliğin
temel niteliklerini dikkate alarak, kapsamlı bir mühendislik
tanımlamasında esas alınan bilgi, formasyon ve tasarım olarak belirtilen
unsurlar mühendis kimliği için kritik görülen temel
nitelikler olarak değerlendirilmektedir.
"Eğitim" terimi ise meslek eğitimini veya kültürel ya
da sosyo-kültürel bir hareket olarak kabul edilen öğrenme
etkinliklerinin niteliğini belirtir. Dolayısıyla üniversitelerde
verilecek eğitimin belirli bir amaca hizmet etmesi ve kişiye, hem kendisine
hem de topluma yararlı olmasını sağlayacak donanımı kazandırması
beklenir. Anayasa ve yasalarda yükseköğrenime dair
öngörülen amaç da budur. Yükseköğretimin bu
amacı sağlayacak şekilde, ülkenin ihtiyaçları doğrultusunda
planlanması gereklidir.
Ancak ülkemizdeki duruma bakılacak olursa; toplumun ihtiyaç ve
beklentileri ile üniversitelerimizde verilen eğitimin uyumlu olduğunu
söylemek mümkün değildir. Ülkemizdeki
yükseköğrenim sistemi incelendiğinde, gerek kurum gerek disiplin
sayısı açısından bir planlamanın bulunmadığı ve bilimsel
ölçütlerin göz önüne alınmadığı
görülmektedir.
Ülkemizde halen farklı adlar altında 152 fakültede
mühendislik eğitimi verilmektedir. Her yıl mühendislik
fakültelerine 60 binin üzerinde yeni öğrenci kaydolmaktadır.
Alınan öğrenci kadar mezun verildiğini varsayarsak, yılda ortalama
60.000 yeni mühendis iş hayatına atılıyor demektir. Oysa, meslek
alanında var olan işsizlik çok yüksek boyutlardadır. Hal
böyle iken bilimsel gereklere ve ülke gerçeklerine göre
değil sadece sübjektif nedenlerle fakülteler açılması,
sonuçları itibariyle kolay çözülemeyecek sorunlar ve
tahribatlar yaratmaktadır.
Mühendislik mesleği insan odaklı bir meslektir. Mesleğin öznesi
insandır. Meslek toplumun güvenliği ve sağlığı ile yakından
ilgilidir. Bu nedenle, mühendislik fakültesi kurulurken eğitimin
kaliteli ve fakültenin alt yapı donanımının tam olması
zorunludur.
Eğitimin kalitesini doğrudan etkileyecek en önemli unsurlardan birisi
de öğretim elemanı sayısı ve niteliğidir. Mühendislik
fakültelerinde, bazı büyük şehirlerdeki üniversiteler
de dahil olmak üzere, öğretim üyesi başına düşen
öğrenci sayısının 100-150, hatta daha da yukarılara
çıktığı görülmektedir. Halen birçok yeni
üniversitede yeter sayıda ve nitelikli öğretim elemanı bulmada
güçlük çekilmekte, bu nedenle yasal olarak kuruluşu
gerçekleşmiş öğretim kurumları faaliyete
geçirilememektedir.
2009/2010 öğretim döneminde ülkemizdeki 141
üniversitede 132 ayrı mühendislik ve mimarlık programında
öğretim yapılmıştır. Bu bölümlerin birçoğunda,
güncel müfredat, yeterli sayıda öğretim üyesi ve
çağdaş laboratuar imkanlarıyla eğitim yapıldığını
söylemek mümkün değildir. Türkiye‘de
mühendislik eğitiminin yapıldığı bu bölümlerin pek
çoğunda çağdışı kalmış ders programları; laboratuar,
derslik, kütüphane, öğretim üyesi ve görevlisi
yetersizliği söz konusudur. Kısaca çağdaş standartlardan uzak
bir eğitimle mühendis yetiştirilmektedir.
Yeterli fiziki alt yapı ve öğretim elemanına sahip olmadan
açılan mühendislik-mimarlık fakülteleri ve ülkenin
ihtiyaçları dikkate alınmadan mühendis ve mimar yetiştirmeye
yönelik olarak uygulanan eğitim politikaları, mesleki eğitim
alanındaki en önemli alt yapı sorunlarının başında gelmiştir.
Mühendislik ve mimarlık alanında arz fazlası bulunması sebebiyle
mevcut mimar ve mühendislerin %25‘i işsiz veya meslekleri
dışında alanlarda çalışmak zorunda kalmaktadır.
28 Ekim 2010 tarihinde, YÖK‘ün "Dünyada ve
ülkemizde gelişmelere paralel olarak açılması uygun
görülen ön lisans ve lisans diploma programları,
öğrenci sayılarının azaltılmasının/artırılmasının uygun
olduğu düşünülen mevcut programlar ile birinci ve ikinci
öğretim türlerinin yaygınlaştırılması konularında"
TMMOB‘den görüş istediği ilgili yazıya gönderilen
cevap mühendislik, mimarlık ve şehir plancılığı eğitiminde
gelinen noktaya dair TMMOB‘nin en güncel tespitidir .
SONUÇ
Sermayenin sınırsız hareketliliğini ifade eden kapitalist
küreselleşme çağında sermaye, yaşamın bütün
alanlarına egemen olmaktadır. Bu süreçte ülkemiz,
uluslararası sermayenin küresel istemlerine uygun olarak tüm
alanlarda yapısal bir dönüşüm programına tabi
tutulmaktadır. Uluslararası sermaye çevrelerinin çıkarları
doğrultusunda ve ayrıca AB ile uyum adı altında sunulan bu
dönüşümden; tüm yaşamımızın yanı sıra
mühendislik uygulamaları, mühendislerin sosyal konum ve
koşulları da doğrudan olumsuz biçimde etkilenmektedir.
Bu durumun somut göstergeleri; insan yaşamının her aşamasından
sorumlu olan mühendislik, mimarlık ve şehir plancılığının hızla
işlevsizleştirilmesidir. Bilim, akıl ve mesleki birikim dışlanarak
yaşam çevrelerinin, alanlarının ve kaynaklarının tahrip
edilmesidir. İşlevsizleştirilen meslek insanlarının hızla
işsizleşmesi, ücretli mühendislerin toplum içindeki
konumunu yitirmesi, kimliksizleşmesi ve yoksullukla baş başa
bırakılmasıdır.
Hal böyleyken plansız ve programsız bir biçimde her il‘e
bir üniversite açılmasının, mesleki ve teknik eğitim
fakültelerinin kapatılarak teknoloji fakültelerine
dönüştürülmesinin mühendislik ve mimarlık
alanlarına yeni sorunlar ekleyeceği açıktır. Son 3 yılda mimar,
mühendis, şehir plancılığı eğitimine yeni kayıtlarda %81 artışa
işaret eden aşağıdaki tablo durumu daha net olarak
göstermektedir.
src="http://www.tmmob.org.tr/resimler/bizden/orj/1135_11_09_53.jpg"
style="width: 500px; height: 267px;" title="1135_11_09_53" width="500" />
Mühendislik-mimarlık mesleği özel bir eğitimi gerektirir.
Mesleğin uygulama alanlarının geniş olması itibarıyla eğitimin
niteliği; doğa ve kültürel çevrenin tahribi, birey ve
toplum sağlığının riske girmesi gibi kamusal alana zarar verebilecek pek
çok uygulamaya neden olabilmektedir. Mühendislik-mimarlık
mesleği altyapı sorunları çözülmüş, çağdaş
ve bilimsel niteliklere sahip kaliteli bir eğitimi zorunlu
kılmaktadır.
Ülkemizde var olan mühendislik-mimarlık fakültelerinin
eğitimini kaliteli hale getirmek, fakültelerin alt yapı, donanım ve
öğretim elemanı alanındaki eksikliklerini gidermek için
çalışma yapılması gerekirken, siyasi konjonktüre dayalı
olarak alınan bu ve benzeri kararların kamu yararına uygun olduğunu
söylemek mümkün değildir.
Yükseköğretime ilişkin alınan "çok sayıda
niteliksiz mühendis-mimar yetiştirmek ve yine çok sayıda
donanımsız üniversite, fakülte açma" kararları
yerine, var olan fakültelerin ihtiyaçlarının karşılanarak,
sorunların giderilmesine yönelik kararlar alınması
gerekmektedir.
Sonuç olarak; yeni kurulan teknoloji fakültelerindeki
mühendislik bölümleri önümüzdeki
süreçte mühendislik mesleğimizi, yetki ve sorumluluk
alanlarımızı tam bir karmaşaya sürükleyecek ve meslek
alanımızdaki istihdam sorununu artıracaktır. Bu nedenle konu daha da
içinden çıkılmaz bir aşamaya gelmeden, meslek odaları
başta olmak üzere ilgili taraflarını da kapsayacak biçimde
yeniden gözden geçirilmelidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder