20 Aralık 2011 Salı

19 Aralık Katliamı sürecinde aydınlar sınıfta kaldı - Zeynep Kuray / BirGün

<h1><a href=http://www.ivmedergisi.com/node/7932>19 Aralık Katliamı
sürecinde aydınlar sınıfta kaldı - Zeynep Kuray / BirGün</a></h1>F tipi
cezaevlerine karşı mücadele veren sanatçılarda biri olan Şair Ruhan
Mavruk, 1995 yılında bir panelde şiir okurken ilk defa F tipi
cezaevlerinde dramını duyunca bir an bile düşünmedi, ölüm orucu yapan
tutsakların sesini her alanda haykırdı. Yerlerde sürüklendi, darp
edildi, evi defalarca polislerce basıldı ama hiç vazgeçmedi. 19 Aralık
cezaevi katliamı öncesi defalarca ziyaret ettiği tutukluların yaklaşan
tehlikeye karşı cesaretlerine ve kararlıklarına hayran kalan Mavruk,
tutukluları " Ben onlar için üzülürken beni teselli ediyorlardı"
diye anlatıyor.
Gazetemiz BirGün'e konuşan Mavruk, seneler sonra katliamdan söz ederken,
kendisini en çok acı veren noktanın sanatçıların ve aydınların konu
hakkında ki duyarsızlığı olduğunu belirtiyor.

- F Tipi gerçeğiyle nasıl karşılaştınız ?
F tipi gerçekliyle 1995 yılında Tohum Kültür Merkezi tanıştım. Orda
" Türkü benizleri" şiirimi okurken, birden isyankar ve sabırsız bir
ses; "Devlet tecrit ve ölüm demek olan F tipleri hapishanelerin inşası
başlanmıştır. Ne yürek duracak orada, ne çok şiir yanacak. Türkü
benizli anneler yakımlar taşıyarak uzaklardan yüzünü bile göremediği
çocuklarına" diyerek sözümü kesti. İlk defa F tiplerini orada duydum.
O genç cebinden çıkarttığı kağıtla, Anderas Boyer'in yaşadığı
tecrit anılarını anlatarak, Tupac Amora'dan bu yana, tecridin
emperyalistlerin kendi düşünce karşıtlarına karşı uyguladıkları bir
yok etme imha yöntemi olduğunu söyledi. Ali isminde bir gençti
arkadaşları ona kızdı nasıl bir sanatçının sözünü kesebilirsin
diye ancak ben ona teşekkür borçluyum; F tipi gerçeğiyle beni
karşılaştırdığı için. Ondan sonra kağıdı katlayıp cebine koydu
madem Denizlerin şiirini yazdınız F tipi süreçlerinde onlarla beraber
olacak mısınız, diye sorduğunda içimde farkında olmadan bir şiir
başlattı. O günden sonra sokaklarda alanlarda, panellerde hep F tipine
karşı mücadele ettim.

BEN ÜZLÜYORDUM ONLAR BENİ TESELİ EDİYORDU

- Katliam öncesi aydın ve sanatçı heyetiyle birlikte Bayrampaşa
Cezaevine tutukluları ziyarete gittiniz. Operasyon olacağı hissediliyor
muydu?
Ziyaretlerine çoğunlukla yalnız gitmeyi tercih ettim. Aydın ve sanatçı
olarak değil de, daha çok onları ziyaret eden bir ablaları gibi. İlk
ziyaretlerinde gittiğim zamanı hiç unutmam. Karşımda üzülmüş,
yıpranmış insanlar göreceğimi sanırken, tam tersi onları pırıl
pırıl, bakımlı, esprili, öz güvenli görünce öğrencilerime
benzettim. Çok güzel insanlardı ve hiç korkmuyorlardı. Hemen hemen
operasyondan önce her hafta gidiyorduk. 2 ay öncesinde gazeteciler giderek
uzaklaştırılmıştı, operasyon olacağı hissediliyordu. Görüşlerde
konuşuyorduk da bunları. Çok cesaretliydiler. Onlara bir şey olacak diye
üzülürken, bana "Biz hazırız Ruhan abla ölmekten korkmuyoruz" diyip
beni teselli ediyorlardı.

- Avrupa'ya operasyon öncesinde girişimlerde bulundunuz mu?
Tabii her yere başvurduk. Fransa'ya, İngiltere, İtalya'da ki avukatlar
olsun, insan hakları savunucuları olsun, devrimciler olsun haber verdik
geldiler de ancak yine de bir şey çıkmadı çünkü esas tecridi savunan
emperyalist güçlerdi ve bu konuda engel olunamadı.

-Tutsaklarla son konuşmanız nasıl oldu?
Onlarla operasyondan 1 hafta önce oldu. Hepimiz kendimizi olacak
olanlara açık açık hazırlamıştık. Son konuşmalarında direnmekten
vazgeçmeyeceklerini, ölüm orucu süreci devam edeceğini, F tiplerine
geçiş yapılmaması için ölüm dahil her şeyi göze aldıklarını
söylediler. Bu son konuşmamız bu şekilde oldu. Ziyaret süreci bitmişti,
ayrılmam gerekiyordu ancak bir türlü onlardan ayrılamıyordum. El
sallarken, dönüp dönüp tekrar gözlerine bakıyordum.

YİĞİT, CANLI NİLÜFER ALCAN YASTIK KADAR KALMIŞTI

-Katliamdan nasıl haberdar oldunuz?
Tekrar görüşe gitmek için beklerken 19 Aralık 2000 tarihinde sabah saat
10.00'da annem beni yataktan uyandırarak, " Ruhan kalk arkadaşlarını
yakıyorlar" dedi. Televizyonlar Bayrampaşa'yı gösteriyordu duman
tütüyordu. Daha sonra acı ve isyan içinde olan ailelerle birlikte
Bayrampaşa hapishanesinin oraya gittik. Saatlerce bekledik. Bizi
yaklaştırmıyorlardı. Havada yoğun bir gaz kokusu vardı. Hatırlıyorum
da en son görüştüğümde saçları beline kadar uzun , enerjik, canlı,
yiğit, cesur bir kız olan Nilüfer Alcan'ın cesedini gösterdiklerinde o
güzelim kızdan geriye yastık kadar kül kalmıştı. Aile de " Bu benim
kızımız olamaz" diye isyan etmişti. O katliamı, o zulmü, kendileri
için değil başkalarının daha iyi koşullarda olmasını istedikleri
için yaşadı o genç insanlar. Ama işin en acı yanı bazı kişiler
hariç genelde sanatçılar, aydın adını verdiğimiz kesimler süreçte
çok az katkıda bulundular. Çok fazla rahatlarını bozmadılar, rant
kaynakları olabilecek sistemle fazla aralarını açılmaması için orada
ki direnen devrimcileri korumadılar.

SANATÇILAR VE AYDINLAR CESERETLİ DAVRANMADILAR

-Nasıl neler yaşandı ?
Bir çok kez TAYAD'lı ailelerle olan çalışmalarım sırasında
telefonlarla arayarak bir eyleme, bir panele davet ettiğim bir çok
sanatçı ve aydının yüzüme telefonu kapattıklarını bile biliyorum.
Onların ölüm orucu konusunda konuştuklarını, ikna olmadıklarını,
daha müdahale etmek istemediklerini söylüyorlardı, ya da beş dakika
sonra arayın deyip bir daha telefonlarını açmıyorlardı. Katliam olmadan
önce ve olduktan sonra da biz sanatçı ve aydınlara ulaşmakta çok
zorlandık. Eğer bize yeterince yardımcı olsalardı belki de bu
katliamı bile engelleyebilirdik. Katiller, katliam emri verenler hala
korunuyor, bunun önüne geçebilirdik. Mesela köşe yazarlarına tek teke
gittik, bir çoğu bu konuyu yazmak için çaba gösterirken, bir çoğu ise
yazmayı kabul etmedi. Eğer gerçekten aydınlar ve sanatçılar tecritte
karşı tek yumruk olabilselerdi veya katliama karşı bir sanatçı, aydın
meclisi kurup omuz omuza verselerdi bugün durumlar çok başka olabilirdi.
Bu açıdan sanatçılarda, aydınlarda sınıfta kaldılar. Sanatçı aydın
tanımı içersinde cesaret ve erdem kavramlarını barındırması lazım. O
noktada oturup yazmak yeterli değildi gerçekten sanatçılar ve aydınlar
kendilerini sokağa atmalıydı, Hasan Sabbah 'lar, Musa Anter'ler , Ali
El Naci'ler gibi olmalıydılar. Tamam bilgi var, yetenek var ama
cesaretli bulmadım onları. Hala da bulmuyorum. Bu kadar insan
tutuklanırken, F tipleri cezaevlerinde ölüme terk edilirken, insanlar
dillerini kimliklerini yaşayamazken bu kesimin sesi pek de cılız
çıkıyor. Sizce de öyle değil mi?

Kaynak: birgun.net

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder