<h1><a href=http://www.ivmedergisi.com/node/7937>"19 Aralık Katliamı
sürecinde aydınlar sınıfta kaldı" - Zeynep Kuray / BirGün</a></h1><p><a
alt="" href="http://www.birgun.net/actuels/1324381665.jpg"
rel="shadowbox[Vacation]" title=""><img hspace="10"
src="http://www.birgun.net/actuels/1324381665.jpg" style="border: 1px solid
rgb(0, 0, 0); float: right; margin: 5px 2px 2px 10px;" vspace="10"
width="200" /></a></p><div id="storyBody" style="font-size: 13px; margin: 5px
3px 5px 10px;"><div><strong>ZEYNEP KURAY/BİRGÜN</strong></div><div><br />F
tipi cezaevlerine karşı mücadele veren sanatçılarda biri olan
Şair Ruhan Mavruk, 1995 yılında bir panelde şiir okurken ilk defa F tipi
cezaevlerinde dramını duyunca bir an bile düşünmedi, ölüm orucu yapan
tutsakların sesini her alanda haykırdı. Yerlerde sürüklendi,
darp edildi, evi defalarca polislerce basıldı ama hiç vazgeçmedi. 19
Aralık cezaevi katliamı öncesi defalarca ziyaret ettiği
tutukluların yaklaşan tehlikeye karşı cesaretlerine ve kararlıklarına
hayran kalan Mavruk, tutukluları “ Ben onlar için üzülürken beni
teselli ediyorlardı” diye anlatıyor.<br />Gazetemiz BirGün’e
konuşan Mavruk, seneler sonra katliamdan söz ederken, kendisini en çok
acı veren noktanın sanatçıların ve aydınların konu hakkında ki
duyarsızlığı olduğunu belirtiyor.<br /><br /><strong>- F Tipi
gerçeğiyle nasıl karşılaştınız ?</strong><br />F tipi gerçekliyle
1995 yılında Tohum Kültür Merkezi tanıştım. Orda “ Türkü
benizleri” şiirimi okurken, birden isyankar ve sabırsız bir
ses; “Devlet tecrit ve ölüm demek olan F tipleri hapishanelerin
inşası başlanmıştır. Ne yürek duracak orada, ne çok şiir yanacak.
Türkü benizli anneler yakımlar taşıyarak uzaklardan yüzünü bile
göremediği çocuklarına” diyerek sözümü kesti. İlk defa F
tiplerini orada duydum. O genç cebinden çıkarttığı kağıtla, Anderas
Boyer’in yaşadığı tecrit anılarını anlatarak, Tupac
Amora’dan bu yana, tecridin emperyalistlerin kendi düşünce
karşıtlarına karşı uyguladıkları bir yok etme imha yöntemi olduğunu
söyledi. Ali isminde bir gençti arkadaşları ona kızdı nasıl bir
sanatçının sözünü kesebilirsin diye ancak ben ona teşekkür
borçluyum; F tipi gerçeğiyle beni karşılaştırdığı için. Ondan
sonra kağıdı katlayıp cebine koydu madem Denizlerin şiirini yazdınız F
tipi süreçlerinde onlarla beraber olacak mısınız, diye sorduğunda
içimde farkında olmadan bir şiir başlattı. O günden sonra sokaklarda
alanlarda, panellerde hep F tipine karşı mücadele ettim.</div><div><br
/><strong>BEN ÜZLÜYORDUM ONLAR BENİ TESELİ
EDİYORDU</strong></div><div><br /><strong>- Katliam öncesi aydın ve
sanatçı heyetiyle birlikte Bayrampaşa Cezaevine tutukluları ziyarete
gittiniz. Operasyon olacağı hissediliyor muydu?</strong><br />Ziyaretlerine
çoğunlukla yalnız gitmeyi tercih ettim. Aydın ve sanatçı olarak değil
de, daha çok onları ziyaret eden bir ablaları gibi. İlk ziyaretlerinde
gittiğim zamanı hiç unutmam. Karşımda üzülmüş, yıpranmış insanlar
göreceğimi sanırken, tam tersi onları pırıl pırıl, bakımlı,
esprili, öz güvenli görünce öğrencilerime benzettim. Çok güzel
insanlardı ve hiç korkmuyorlardı. Hemen hemen operasyondan önce her hafta
gidiyorduk. 2 ay öncesinde gazeteciler giderek uzaklaştırılmıştı,
operasyon olacağı hissediliyordu. Görüşlerde konuşuyorduk da bunları.
Çok cesaretliydiler. Onlara bir şey olacak diye üzülürken, bana
“Biz hazırız Ruhan abla ölmekten korkmuyoruz” diyip beni
teselli ediyorlardı.</div><div> </div><div><strong>- Avrupa’ya
operasyon öncesinde girişimlerde bulundunuz mu?</strong><br />Tabii her
yere başvurduk. Fransa’ya, İngiltere, İtalya’da ki avukatlar
olsun, insan hakları savunucuları olsun, devrimciler olsun haber verdik
geldiler de ancak yine de bir şey çıkmadı çünkü esas tecridi savunan
emperyalist güçlerdi ve bu konuda engel olunamadı.</div><div><br
/><strong>-Tutsaklarla son konuşmanız nasıl oldu?</strong><br
/>Onlarla operasyondan 1 hafta önce oldu. Hepimiz
kendimizi olacak olanlara açık açık hazırlamıştık. Son
konuşmalarında direnmekten vazgeçmeyeceklerini, ölüm orucu süreci devam
edeceğini, F tiplerine geçiş yapılmaması için ölüm dahil her şeyi
göze aldıklarını söylediler. Bu son konuşmamız bu şekilde oldu.
Ziyaret süreci bitmişti, ayrılmam gerekiyordu ancak bir türlü onlardan
ayrılamıyordum. El sallarken, dönüp dönüp tekrar gözlerine
bakıyordum.</div><div><br /><strong>YİĞİT, CANLI NİLÜFER ALCAN YASTIK
KADAR KALMIŞTI</strong></div><div><br /><strong>-Katliamdan nasıl haberdar
oldunuz?</strong><br />Tekrar görüşe gitmek için beklerken 19 Aralık
2000 tarihinde sabah saat 10.00’da annem beni yataktan uyandırarak,
“ Ruhan kalk arkadaşlarını yakıyorlar” dedi. Televizyonlar
Bayrampaşa’yı gösteriyordu duman tütüyordu. Daha sonra acı ve
isyan içinde olan ailelerle birlikte Bayrampaşa hapishanesinin oraya
gittik. Saatlerce bekledik. Bizi yaklaştırmıyorlardı. Havada yoğun bir
gaz kokusu vardı. Hatırlıyorum da en son görüştüğümde
saçları beline kadar uzun , enerjik, canlı, yiğit, cesur bir kız olan
Nilüfer Alcan’ın cesedini gösterdiklerinde o güzelim kızdan geriye
yastık kadar kül kalmıştı. Aile de “ Bu benim kızımız
olamaz” diye isyan etmişti. O katliamı, o zulmü, kendileri için
değil başkalarının daha iyi koşullarda olmasını istedikleri için
yaşadı o genç insanlar. Ama işin en acı yanı bazı kişiler hariç
genelde sanatçılar, aydın adını verdiğimiz kesimler süreçte çok az
katkıda bulundular. Çok fazla rahatlarını bozmadılar, rant kaynakları
olabilecek sistemle fazla aralarını açılmaması için orada ki direnen
devrimcileri korumadılar.</div><div><br /><strong>SANATÇILAR VE AYDINLAR
CESERETLİ DAVRANMADILAR</strong></div><div><br /><strong>-Nasıl neler
yaşandı ?</strong><br />Bir çok kez TAYAD’lı ailelerle olan
çalışmalarım sırasında telefonlarla arayarak bir eyleme, bir panele
davet ettiğim bir çok sanatçı ve aydının yüzüme telefonu
kapattıklarını bile biliyorum. Onların ölüm orucu konusunda
konuştuklarını, ikna olmadıklarını, daha müdahale etmek
istemediklerini söylüyorlardı, ya da beş dakika sonra arayın deyip bir
daha telefonlarını açmıyorlardı. Katliam olmadan önce ve olduktan sonra
da biz sanatçı ve aydınlara ulaşmakta çok zorlandık. Eğer bize
yeterince yardımcı olsalardı belki de bu katliamı bile
engelleyebilirdik. Katiller, katliam emri verenler hala korunuyor, bunun
önüne geçebilirdik. Mesela köşe yazarlarına tek teke gittik, bir çoğu
bu konuyu yazmak için çaba gösterirken, bir çoğu ise yazmayı kabul
etmedi. Eğer gerçekten aydınlar ve sanatçılar tecritte karşı tek
yumruk olabilselerdi veya katliama karşı bir sanatçı, aydın meclisi
kurup omuz omuza verselerdi bugün durumlar çok başka olabilirdi. Bu
açıdan sanatçılarda, aydınlarda sınıfta kaldılar. Sanatçı aydın
tanımı içersinde cesaret ve erdem kavramlarını barındırması lazım. O
noktada oturup yazmak yeterli değildi gerçekten sanatçılar ve aydınlar
kendilerini sokağa atmalıydı, Hasan Sabbah ‘lar, Musa
Anter’ler , Ali El Naci’ler gibi olmalıydılar. Tamam
bilgi var, yetenek var ama cesaretli bulmadım onları. Hala da bulmuyorum.
Bu kadar insan tutuklanırken, F tipleri cezaevlerinde ölüme terk
edilirken, insanlar dillerini kimliklerini yaşayamazken bu kesimin sesi pek
de cılız çıkıyor. Sizce de öyle değil
mi?</div></div><p>Kaynak: <strong>birgun.net</strong></p>
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder