Sermayenin içerme
stratejileri (2)
Sermayenin içerme stratejileri (2)
Açıklama Notu
Büyük Anadolu Yürüyüşü’nün
organizatörlerine ve sponsorlarına…
Bir yürüyüşün veya hareketin zaman içinde kimin
çıkarına hizmet edeceği o yürüyüşü
gerçekleştirenlerin kişisel niyetlerinden tamamen bağımsızdır,
çünkü bunu belirleyen yürüyüşü
örgütleyen, bireyleri kendi çıkarlarının doğrultusuna
çeken, yürüyenlerin sırtını dayadığı
“güçlerdir”. Bu nedenle Büyük Anadolu
Yürüyüşüne, bu hareketin başat unsurlarının suyu
metalaştıran güçler olduğunu bilmeden ve tertemiz
amaçlarla katılan hareket ve bireyleri tenzih ederiz. Ancak,
gerçekliğin bütün bilgisine sahip olduğu halde
yürüyüşe katılmakta hiçbir sakınca görmeyenler
istedikleri kadar reddetsin kapitalizmde çıkarları sürekli
olarak çatışan iki sınıf vardır ve bu toplumsal sınıfları biz
yaratmadık… Dolayısıyla siz ne kadar “biz doğa için
yürüyoruz” derseniz deyin sizlerin
yürüyüşünüz ile bizim
yürüyüşümüz arasındaki farklar açıktır:
biz emekçiler olarak sırtımızı birbirimize, bizim gibi olan
kitlelere ve emek için yaptığı mücadeleyi doğa için
yaptığı mücadeleden ayırt etmeyen örgütlerimize dayadık.
Aramızdaki bir diğer farkı da siz söylüyorsunuz zaten:
“DOĞA DERNEĞİ , gerek hizmetleri, gerekse
sağladığı başarı açısından ÖRNEK ALINACAK
BİR STK'dır” Çok haklısınız, Doğa
Derneği’nin bir “STK” olarak örnek alınacak
özelliklere sahip olduğundan hiç kuşku duymuyoruz. Ama bu durum
sizi rahatlattığı gibi bizi rahatlatmıyor, tam da tersi bizim hem Doğa
Derneği’ne hem de onun içinde bulunduğu yapılanmalara kuşku
duymamıza neden oluyor. Çünkü sınıflı toplumlarda bu
tarz “sivil” toplum kuruluşlarının hangi amaçlarla
kurulduğunu, sınıfsal gerçekliklerin üzerini nasıl
örttüklerini gayet iyi biliyoruz. Çünkü bizler
emekçileriz, emek örgütleriyiz, tarafız, tarafsız birer
STK değiliz. Aramızdaki üçüncü fark ise
karşıtlıklarımızı ifade ediş biçimimizde kendini ele veriyor.
Biz gerek bilgi notumuzda gerekse konuyla ilgili olarak kendi içimizde
yaptığımız yazışmalarda kişilerle uğraşmadık, kimseye hakarette
etmedik. Savlarımızın tamamı yürüyüşün geri
planında bütün gerçekliği ile duran STK’lar ve
sponsor şirketlerin kendi web sitelerinden alınan bilgilere dayanıyordu,
ilgili linkleri de verdik. Böyle bir çalışmayı
“saldırı” olarak nitelendirdiniz. Eğer saldırı olarak
görüyorsanız, bizim yaptığımızı yapın ve
söylediklerimizin doğru olmadığını ya da Doğa Derneği’nin
bu yürüyüşe katılmadığını veya TEMA ve Doğa
Derneği’nin arkasında yerli ve yabancı sermaye gruplarının,
doğayı metalaştıran yasal düzenekleri bir bir uygulamaya koyan
AB’nin, Çevre ve Orman Bakanlığının bulunmadığını
ispatlayın. Bunu yapmak yerine sizler, birbuçuk yıldır yapmaya
çabaladığımız bütün uyarılara kulak tıkayıp; bir
yandan şirketlerin doğa için ne hayırlı işler yaptığını
anlatıp bir yandan da “emperyalizm ve kapitalizmi hepimizin ortak
düşmanı” olarak tanımlamaya devam ettiniz. Aynı şeye aynı
anda hem kötü, hem iyi demenin; düşman ilan ettiğiniz
sistemin yapıcı unsurlarıyla birlikte hareket etmenin ne yaman bir
çelişki olduğunu görmezden geldiniz, bu çelişkiyi size
göstermeye çalışanlara hakaretler yağdırdınız.
Sizin “fakirden alıp zenginle savaşma” şeklinde
tahrif ettiğiniz şeye bizler “dayanışma” diyoruz ve evet,
sınıf ve doğa mücadelesi vermek için karşısında
mücadele ettiğimiz sermaye sınıfı tarafından fonlanmayı
hiçbir koşulda kabul etmiyoruz. Tıpkı, işçi sınıfının
da patronlarından alacağı fonlarla greve gitmeyeceği gibi… Bizim
gariban köylülerden yol parası alarak köylere gittiğimizi
iddia ediyorsunuz, bunu Karadeniz derelerinin yılmaz bekçilerine
sormalıydınız… Onlar defalarca Karadeniz köylerine gittiğimiz
halde bir tek kez bile otel ya da yol parası almadığımızı;
dostlarımızın evlerinde konakladığımızı; üstelik aramızda
organize ettiğimiz “dayanışma” üzerinden yol parasına
gücü yetmeyen diğer bölgelerde mücadele veren
dostlarımızı da bu sıcak buluşmalardan mahrum etmediğimizi, özetle
“dayanışmanın gücünü” size anlatırlardı.
Doğrudur, yol paramızın karşılandığı durumlar da oldu.
Çünkü aksi taktirde bu emeklerin maddi yükü
örneğin yereldeki 60-70 mücadele dostumuz arasında
bölünerek küçüleceği yerde tek kişinin
omuzlarına yüklenerek katlanması ve tekrarı mümkün olmayan
bir duruma yol açacaktı. Hem böyle yaparak bizler, Anadolu
kültürünün temel taşı olan dayanışmayı,
yardımlaşmayı, paylaşmayı yok eden sermaye desteklerine de meydan
okumuş, Anadolu insanına kendi kültürünü
unutturmamış, mahçup etmemiş olduk. Tıpkı 2008 yılında12
ülkeden 18 uluslar arası aktivistle birlikte düzenlediğimiz
“Kapitalizmin Kıskacında Su” başlıklı, uluslar arası
konferansımızın mali yükünün de Su Politik’i
oluşturan kişi, kurum ve örgütlerin aralarında yine dayanışma
ile paylaşıldığı gibi.
“ANADOLU YÜRÜYÜŞÜ'nün bir geliri de
yok. Destekçisi, sponsoru şusu busu yok. İçindekiler, kendi
işlerini kendi paraları ile hallediyor.”Diyorsunuz. İyi
güzel de, şirketlerin parasıyla iş yapmak iyimidir yoksa
kötümü burasını anlayamadık! Çünkü bir
üst paragrafta da “fakirden alıp zenginle savaşmayı”
eleştiriyor ve “bu zaferler, o hiç sevmediğiniz STK lar
tarafından, ve hiç sevmediğiniz kaynaklardan gelen paralarla
kazanılmaya devam ediyor. Sizin düşman ilan ettiğiniz sanayici ve
sermayedarların , (size göre firavun ya onlar) bazılarının da
içinde olduğu HES'lere karşı dava kazanıyorlar. Yani bir nevi,
adamların parasıyla adamlara savaş açıyorlar ve
kazanıyorlar.” diyorsunuz… Rotası belli olmamak ya
da omurgasız olmak ta tam böyle bir şeydir zaten. İnsan ne dediğini,
ne yaptığını şaşırıverir. Bir söylediği bir diğerini tutmaz.
Netliğini kaybeder, neyi savunduğu neye karşı olduğu belli değildir.
“Doğa anamızı koruyoruz” derken bunu doğa anasını
satışa çıkaran Birleşmiş Milletler’le; Avrupa Birliği ile,
Çevre ve Orman Bakanlığı ile; yerli ve yabancı şirketlerle
birlikte yapmaya başlar. Gelinen son noktada ise ortada ne uğruna
mücadele edilecek bir doğa, ne de “toplumsal muhalefet”
denilebilecek bir dinamik kalmamıştır. Çünkü egemenlerin
işi bittiğinde bu “garip ittifak” pek çok ülkeyi
kuşatan “turuncu devrimler” gibi, bir saman alevi misali
sönümlenip kaybolur.
Yeri gelmişken size, göklere çıkardığınız vakıflar ve
şirketlerle ilgili küçük bir bilgi daha aktarmak isteriz.
Dünya Sosyal Forumu fikri 1999 Seattle eylemlerinden hemen sonra Mart
2000’de Paris’te yapılan bir gizli toplantıda ve ilk kez
Brezilya işveren örgütlerince ortaya atılmıştır. Ve 2001
yılından bu yana DSF’lerde Ford Vakfı, Rockefeller Vakfı vd. gibi
sermaye örgütleri fonları da kullanılmaktadır. Dünya
Sermayesinin bir “sosyal forum” kurma isteğinin arkasında ise,
Seattle’da ve Davos’ta yaşanan özgün, demokratik halk
tepkilerinin susturulması, uluslar arası toplantıların protestolar
nedeniyle kesintiye uğramasının önüne geçilmesi hedefi
vardır. Gerçekten de Sosyal Forumlar sayesinde Davos eylemleri
zayıflatılmış, G7, G8 ve WTO protestoları da giderek
sembolikleşmiştir. Başka bir deyişle bir “toplum
mühendisliği” yapılmış ve sermaye sınıfı açısından
büyük ölçüde başarılı olmuştur. Bugün
tartıştığımız mesele de bu devasa toplum mühendisliği projesinin
bir parçasıdır. Bu konular hakkında birazcık merak etmiş ve okuma
yapmış olsaydınız kimlerle birlikte yol arkadaşlığı yaptığınızı
anlardınız. Bu yüzden eğer bir şeyler yazmak ve
suçüstü yakalanma psikolojisinden samimi olarak kurtulmak
istiyorsanız yapılanmanızın bütün bileşen ve
destekçilerini tekrar tekrar gözden geçirmelisiniz. Yoksa
şimdi yaptığınız gibi bu işin en kolay ve düşünen insana
yakışmayan yolunu seçmekten kurtulamazsınız. Öte yandan atı
alanlar da Üsküdar’ı çoktan geçmiş
olurlar.
SUPOLİTİK Çalışma Grubu
Kaynak: www.supolitik.org
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder