Yine, yeni, yeniden:
Yetkin mühendislik - TMMŞP
Türkiye bir kez daha
depremle sarsılırken faturanın yeni mezun mühendislere kesilmesi rutini
yine değişmedi. İlk elden hedef tahtasına çakılan mühendislerin
üzerine, sistemin tüm pisliği atılmış oldu. Başbakanın öğretim
üyelerine dönük “Bu inşaatı yapan sizin öğrencileriniz, fatura
kesecek birilerini aramanın anlamı yok, bunların hepsi mühendis, ben
ekonomist olarak yönetiyorum sadece” sözleriyle somutlanan linç
kampanyası, her depremde gündeme gelen yetkin mühendisliğin bir kez daha
gündeme taşınması, hatta uygulanması için gereken ortamı da
sağlamış oldu.
Çokça söylenen ve artık
tekrarlanmaktan eskiyen yetkin mühendislik “mehter adımı”
aşamasını tamamlayarak uygulamaya geçmektedir. Şu an sadece İTÜ
tarafından hayata geçirilen uygulamanın yakında tüm üniversitelere
yayılacağını söylemek kehanet olmayacaktır.
İTÜ yetkin
mühendis ünvanı vermeye başladı
Başbakanın
“siz yetiştirdiniz” sözüne sessiz kalma onursuzluğunu
boyunlarına asan öğretim üyelerinin sessizliğinin yarattığı vahametin
bir utanç tablosu olduğu gerçeğini şimdilik bir kenara koyarak devam
edelim. Bu tip söylemler ilk kez dillendirilmiyor. Hemen her deprem sonrası
aynı koro sahne alıp bu türküyü söylemeye başlıyor. Japonya’da
meydana gelen büyük depreme dair konuşurken lafı hızla teknik elemanlara
bağlayan dönemin Bayındırlık ve İskân Bakanı Mustafa Demir de henüz
mimarlık ve mühendislik meslek yasalarını çıkartamadıklarını dile
getirirken şöyle demişti: “Şu anda lisansını alan, odaya
kaydını yaptıranlar en devasa, en nitelikli, en kritik ve en özel
projelere imza atabiliyor meslektaşlarımız. 2011 yılı içerisinde
inşallah mimarlık ve mühendislik meslek yasalarını çıkartacağız.
Buna bir disiplin getireceğiz”.
En ufak yer
sarsıntısını, doğal afeti, başka diyarlarda olsa bile ranta tahvil etme
konusunda eşsiz bir yeteneğe sahip iktidarların lafı her seferinde teknik
elemanlara getirmesi bu konudaki ısrarı açıkça göstermektedir. Elbette
buradaki niyet mühendislik hizmetlerinin daha iyi hale getirilmesi değil.
Niyetin sömürü alanını genişletmek olduğunu hali hazırda iş bile
bulamayan yeni mezun teknik elemanların durumu ortaya koymaktadır.
iş bulacak diye bir kural yok” diyen başbakana düşmüştü. Sorunu
kestirmeden ortaya koyan başbakanın açıklamasını ve diğer tüm
söylenenleri tercüme edersek, hedefin güvencesiz çalışmayı
kurumsallaştırmak, nitelikli işgücü içinde işsizliği körükleyerek
rekabeti arttırmak, dolayısıyla ücretleri düşürmek, bu alandaki
sömürüyü büyütmek ve beyaz yakalıları “yaşam boyu
eğitim” adı altında sürekli bir gerilim içinde tutmak olduğunu
açıkça görmekteyiz. Böylece kodlanmış, koşulsuzca ve gönüllü
olarak kapitalizme kölelik edecek genç yığınlar yaratmak ve hayat
mücadelesinde bir adım öne geçme mücadelesinin yaratacağı
dinamizmle(!) eğitimin ticarileşmesi sürecini tamamlamak mümkün
olacaktır.
Tüm bunların biz emekçi teknik elemanlara
düşen kısmı artık tekrarlamaktan sıkıldığımız “yetkin
mühendislik” uygulaması olmaktadır. Hemen her gündeme geldiğinde
temel bir başlık olarak ele alınan ve büyük tartışmalara yol açan
uygulamanın geldiği süratle gündemden düşürülmesi, etrafında oluşan
muhalefet odaklarının bir şekilde sönümlenmesine yol açmıştı.
Böylece gelip giden uygulama geçtiğimiz aylarda neo-liberal uygulamaların
eğitim alanındaki laboratuarlarından biri olan İstanbul Teknik
Üniversitesi tarafından sessizce uygulamaya konuldu. İş “yetkin
mühendisliğin” uygulamasına kadar geldiğine göre İTÜ
uygulamasının ışığında uygulamanın arka planına dair bazı şeyleri
yinelemek gerekiyor.
İTÜ kendi sitesinden
“müjdeyi” verirken şöyle başlıyor: “İTÜ Yetkin
Mühendislik Sınavı’nın Türkiye’deki merkezi oldu. Dünya
çapında yapılan sınavla mühendislere, ‘Yetkin Mühendislik
Belgesi’’ veren Amerika’daki NCEES (Mühendisler İçin
Ulusal Sınav Merkezi), yaptığı denetim ve inceleme sonucunda sınava
girme hakkını Türkiye’de yalnızca İTÜ öğrenci ve mezunlarına
verdi.” Bu iş için çok çalıştıklarını vurgulayan akademik
tüccarlar depreme sarılmakta da bir sakınca görmüyorlar ve yeterince
açık konuşuyorlar. “İTÜ Rektörü Prof. Dr. Muhammed Şahin,
‘Amerika’daki Sınav Konseyi’nin incelemeleri sonucu, İTÜ
bu kuruluşun Türkiye’deki sınav merkezi oldu. Özellikle Van
depreminden sonra ilk atılması gereken adımın yetkin mühendislik
olduğunu bir kez daha gördük. Bu sınavla Türkiye’de mühendislik
uluslararası denetime açılmış olacak. Biz öğretim üyelerimize ve
öğrencilerimize güveniyor, bu riski alıyoruz. Mezunlarımız bu ünvanla
yurtdışında artık sadece taşeron olarak çalışmayacak, imza yetkili
mühendis olarak projeler alabilecek’ dedi. İTÜ Rektör Yardımcısı
Prof. Dr. Derin Ural, meydana gelen depremler sonrası yaşanan can ve mal
kayıplarının tüm ülkemizi üzdüğünü belirterek, Dinar’da,
Adana’da, Kocaeli’de, Van’da yapı stoğu nedeniyle çok
saygıda kayıp yaşanırken Japonya ve Kaliforniya’da yaşanan
depremler sonucunda daha az kayıplar yaşanmasında yapısal hasarların
çok büyük payı olduğuna dikkat çekti. Ural, ‘Türkiye’deki
ilk uygulama önümüzdeki Nisan ayında İTÜ’de ilk basamak sınavı
olarak gerçekleşecek.4 yıl sonra bu sınavı geçen adaylar Yetkin
Mühendislik sınavına girerek tüm dünyada imza yetkilerinin olacağı
yetkin mühendis ünvanı alacaklar’ dedi.” (Kaynak:
www.itu.edu.tr)
Alıntılar uzasa da İTÜ sitesinde
yüzsüzce yapılan itirafların sonu gelmiyor: “Türkiye Deprem
Vakfı Başkanı Prof. Dr. Hasan Boduroğlu da ‘İTÜ olarak yetkin
mühendislik için ilk kez 1996 yılında çalışma başlattık. Ancak bu
yıla kadar gerçekleştirilemedi. Bu konuda çok önemli bir başarı
yakaladık. Hükümetin 2012-2017 hedefleri arasında yer alan yetkin
veya profesyonel mühendis uygulamasının yaşama geçirilmesi ile
ilgili yasanın da bir an önce çıkarılması gerekmektedir.’dedi.
İTÜ Afet Yönetimi Uyg-Ar Merkezi Müdürü Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu da
mühendislik uygulamalarında kaliteyi yükseltmenin gereğine dikkat çekti.
Afetlerin sonuçları arasında mühendislerin yetkin olmamasından
kaynaklanan sonuçların olduğunu, Türkiye’nin yetkin mühendislik
konusunda yol alması gerektiğini söyledi. İTÜ Deprem Mühendisliği ve
Afet Yönetimi Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. M. Ertaç Ergüven de Enstitü
olarak Van depreminin ardından bölgede incelemelerde bulunduklarını
kaydetti. Ergüven, “Türkiye’de çürük bina karmaşası var.
Ülkenin geçmişinden gelen yapı stoğunu değiştiremeyiz. Mühendisler
ancak bu binaların iyileştirilmesi ve yenilerinin mühendislik hizmeti
alarak inşa edilmesi konusunda çalışabilir.” dedi.”
(vurgular bizim).
Yetkin mühendis olmanın ilk şartı
olarak da yine eski bir tanıdık olan ABET’tir. Yetkin olmak isteyen
mühendisin önce ABET’e akredite olmuş bir okuldan mezun olmak
zorunda olduğuna vurgu yapılıyor. Ayrıca yapılacak sınavdan
geçmek ve 4 yıllık iş tecrübesi de yetkinliğin şartları
arasında. Biz söylemiştik hatta TMMOB’nin liberal kanadı dışında
söylemeyen kalmamıştı diye tekrar etmek çok anlamlı olmasa da ne yazık
ki gerçek böyle. Araya bir parantez açarak staj süresini 4 yıl olarak
belirleyen ABET’in bile aynı işin 5 yıl olmasını öngören
İnşaat Mühendisleri Odası’ndan daha insaflı olduğunu söylemek
gerekiyor.
Yine, yeni, yeniden “Yetkin
Mühendislik”
Toplumsal muhalefetin yaklaşık on
yıldır maruz kaldıkları saldırıların meyvelerini verdiğine tanık
olmaktayız. Yıkım politikalarını uygulayabilmek için faşizan bir
hükümet, susturulmuş bir muhalefet, sindirilmiş ve ezilmiş bir basın,
yasalarla güvence altına alınmış kolluk kuvveti şiddeti ve
kamplaştırılmış kitleler F tiplerinden bugüne varılan nokta,
karşılanamayan saldırıların yarattığı atmosferle iyice
belirginleşmiş durumdadır. Eğitimin ticarileşmesi olgusu ve ondan
bağımsız olmayan yetkin mühendisliğin gümbür gümbür gelişi de
böyledir. Üniversitelerin 2000’li yılların başından itibaren
hücre saldırısıyla paralel olarak dozajı her geçen gün artan
saldırıların hedefi haline gelmesi işin siyasal alt yapısını
hazırlayarak kitleleri sindirmiştir. “Ülkenin her yanına
üniversite açıyoruz” diye olur olmadık yere tabeladan ibaret
öğretim üyesi bile olmayan üniversiteler açıp özel üniversitelere
teşvik, kredi, arazi hibesi vb. kolaylıklar sağlanması da ticari
eğitimin hem alt yapısını yaratmış hem de demagojik bir söylemle
örtülmesini sağlamıştır. Böylece deyim yerindeyse yüksek öğretim
değersizleştirilmiş ve sıradanlaştırılarak güdükleştirilmiştir. Bu
çok sistematik bir saldırı ve planlı bir düzenleme ile karşı karşıya
olduğumuzu göstermektedir.
ABD ve yurtdışındaki diğer yetkinlik
uygulamaları ve ABET
Yetkinlik meselesini en çok
sevenler ve onun peşinde koşanlar için sebep hep deprem olsa da temel
argüman “gelişmiş ülkelerdeki uygulamalar” olmaktadır. Ranta
talip akademik tetikçiler “daha iyi bir mühendislik, mimarlık ve
plancılık” derken en özel vurgularını buraya yapmaktadır. Elbet
kapitalizmin eşitsiz gelişimi farklı ülkelerde farklı iktisadi yapılar
oluşturacağı ve bunun da her ülkenin mühendisinin farklı gelişmesi ile
sonuçlanacağı/sonuçlandığı bu akademisyen cübbeli tetikçilerin
gündemi dahi değildir. Bu bilinçli çarpıtmaya rağmen süslü sözlerin
gerisinde güvencesiz çalışma ve işsizlik olduğunu yine genelde
“gelişmiş ülkelerde” özel olarak da ABET’in ev sahibi
ABD’de açıkça görmekteyiz.
Dünyada ABD,
İngiltere ve Japonya gibi gelişmiş ülkelerde yetkin mühendislik,
çeşitli adlar altında, uzun yıllardır uygulanmaktadır. Bunun dışında
Hindistan, Pakistan, Avustralya, Yeni Zelanda ve İrlanda gibi ülkelerde de
benzer uygulamalar bulunmaktadır.
Model ABD
class="news">Türkiye bu “atılımda” şimdilik somut olarakmodel kabul ettiği ABD’de yetkin mühendislik, “Professional
Engineer” (P.E.) adıyla uygulanmaktadır. ABD’nin farklı
eyaletlerinde uygulama bazı farklılıklar gösteriyor olsa da temel alınan
eksen aynıdır. Buna karşın her mühendis çalıştığı eyaletin
koşullarını yerine getirmek durumundadır. ABD’de P.E. ünvanının
başlangıcı 1950’li yıllara dayanmaktadır. Bu ünvanı da
“National Council of Examiners for Engineering and Surveying”
(Mühendislik ve Ölçüm Bilimleri için Ulusal Sınama Kurulu) kurumun
eyalet temsilcilikleri vermektedir. P.E ünvanı kamu projelerine imza
atabilmekte ön koşuldur, yetkin olmayan bir mühendis hiçbir koşul
altında kamu projelerinde imza yetkisine sahip değildir. class="news">ABD’de PE olabilmek için gereken ilk koşul ABET’e
akreditasyonunu sağlamış dört yıllık bir üniversite programından
mezun olmaktır. Ardından öğrencilerin genelde mezun olmaya yakın
girdikleri “Fundamentals of Engineering” (FE) adlı sınavda
başarılı olmasıdır. Böylece “Engineer in Training” (EIT)
(eğitim aşamasında mühendis), “Engineer
Intern” (EI) (stajyer mühendis) ünvanlarından
birini almaya hak kazanan yeni mezun mühendis P.E. olmak için önemli bir
adımı geçmiş olur. Bu sınavlardan aldığı not işe alımda belirleyici
bir etken olurken F.E. sınavından sonra gelen aşama 4 senelik çıraklık
aşaması olarak bilinir bazı eyaletlerde stajyerlik süreci bir P.E.
gözetimi altında yapılması şart koşulmaktadır. Bu sürenin ardından
yeni bir sınavla (Principles of Engineering) yetkinlik ünvanına
ulaşılır. ABD’de bu durumun mühendisler arasında kastlaşma
yarattığı bilinen bir gerçektir. P.E ünvanlı mühendisler daha yüksek
maaşlara ve daha iyi çalışma koşullarına sahipken
“sıradan” mühendislere göre çok daha kolay iş
bulabilmektedir.
İngiltere, Anglo-Sakson modeli
class="news">İngiltere’de yetkin mühendislik, “CharteredEngineer” (CEng.) adıyla uygulanmakta olup imtiyazlı
mühendis anlamına gelmektedir. İngiltere’de CEng. Ünvanı
“Engineering Council United Kingdom” (ECUK) -Birleşik Krallık
Mühendislik Konseyi- adlı düzenleyici otoritenin gözetimi altındaki
mühendislik kurumları tarafından verilmektedir. Bu kurumlar arasında
Institiution of Chemical Engineers, Institiution of Mechanical Engineers,
British Computer Society, Royal Aeronautical Engineers gibi kurumlar
bulunmaktadır. İnşaat mühendislerine CEng. ünvanı ise
“Institution of Civil Engineers” (ICE) kurumu tarafından
verilmektedir ( target="_blank">www.ice.org.uk/homepage/index.asp). Britanya
Krallığı’na dâhil olan İrlanda ve İskoçya’da da Chartered
Engineer uygulaması geçerlidir.
İngiltere’de
CEng. ünvanını alabilmek için 3 aşamadan geçmek gerekmektedir: eğitim,
tecrübe ve mesleki inceleme. Eğitim aşaması, ECUK tarafından kabul
edilmiş 4 senelik bir üniversiteden mezun olmaktır. İkinci aşama olan
iş tecrübesinin en az 4 yıl olması istenmektedir. İdeal olarak iş
tecrübesinin 2 yılının yeni mezun mühendis veya stajyer pozisyonunda
geçirilmesi beklenir. Geri kalan 2 yılda mühendis belli bir tecrübe
kazandığı için daha fazla sorumluluk alabileceği pozisyonlarda
CEng.’in gözetimi altında çalışmalıdır. Bunun ardından
mühendisler, ECUK’a bağlı olan ve meslek dallarında CEng. Ünvanı
veren kuruma başvurabilir. Yetkin mühendis adayı sözlü mülakata ve
yazılı sınava alınır. Aday, bu mesleki inceleme sonunda başarılı
olursa CEng. Ünvanı almaya hak kazanır. Ayrıca yetkin mühendislerin bu
ünvan için her yıl ücret ödemeleri gerekmektedir. Ayrıca bağlı
oldukları kurumun kurallarının ihlalinde de bu ünvan ellerinden
alınabilir. (ICE 3001)
Meslek içi kastlaşma ve 4
yıllık sömürü burada da geçerlidir. Ayrıca yıllık yatırılan ücret
ve tepenizde dönen “ihraç” kılıcı da (İngiltere ihraç
konusunda objektif kriterlere sahip olabilir ancak ülkemiz için ünvanın
elinden alınması gibi bir başlığın katmerli bir baskı aracına
dönüşeceği şüpheye yer bırakmayacak kadar açıktır) sömürünün ve
baskının boyutlarını arttırmaktadır.
Yetkin mühendislik
sömürünün maskesidir
Kapitalizmin
sıkıştığı ve bir dar boğaza girdiği bir dönemin içinden geçiyoruz.
Avrupa, Amerika gibi kapitalizmin merkez ülkelerinin ekonomik alt yapıları
neredeyse iflas ettiğini Almanya Başbakanı Merkel “İkinci Dünya
Savaşı’ndan beri böyle kötü durumda olmadık” beyanatıyla
özetlemişti. Dünya iktisadi sisteminin efendileri bu
sıkışmışlıklarını yeni alanlar açarak aşmak için işgal ve savaş
seçeneği de dâhil olmak tüm güçleriyle saldırıyor. Afganistan, Irak,
Libya’ya doğrudan saldırırken Mısır, Cezayir, Tunus gibi
ülkelerdeki halk hareketlerini devşirme yoluna giden efendiler İran ve
Suriye’yi de “portföylerine” çoktan almış
durumdalar.
Ancak saldırı tek başına bu biçimde
gelmiyor. Dünya ölçeğinde sosyal haklara dönük büyük bir tırpanlama
hareketi devam ediyor. Eğitimden, sağlığa kadar hemen her alan
“sektöre” dönüştürülüyor sermayeye açılıyor. Çalışma
koşulları ağırlaşıyor, taşeronlaştırma yaygınlaşıyor çalışma
yaşamına ait sosyal güvence, sigorta, tazminat gibi tüm haklar ya tamamen
yok ediliyor ya da büyük kısıntılara kurban ediliyor. Tüm bunlara
devletin hak ve özgürlüklere dönük saldırısı da eklenince sermayenin
19. yy yarattığı cehennemin ruhunun yeniden yükselişine tanık
oluyoruz.
Ancak günümüz dünyası 19. yy kapitalist
vandalizmle ortaklaşsa da oldukça temel ayrımlar söz konusu. Gerek
iktisadi gelişimi gerekse de nesnel koşullar ve bunun yarattığı siyasal
üstünlük açısından geçmişin çok ilerisinde dünyayı kuşatmış bir
sistemle karşı karşıyayız. Kapitalizmin vardığı son aşamada beyaz
yakalıları kesen büyük değişimler yaşandı. Bilginin kolay
erişilebilir ve işlenebilir hale gelmesiyle
“ayrıcalıklarını” büyük ölçüde kaybeden beyaz
yakalılar, üretim teknolojilerinde gelişimle ve hizmet sektörlerine
yığılan emekçi kitlelerinin artışıyla beraber kendilerini acımasız
rekabet koşullarının içinde buldular. Üretim ve tasarım süreçlerinin
de mekânsal olarak ayrışması yani teknoloji geliştirmenin ve kritik
üretim süreçlerinin merkez ekonomilerde toplanması geriye kalan her şey
içinse üçüncü dünyanın ucuz iş gücüne başvurulması da teknik
elemanların özellikleri açısından önemli değişimlere ve
kastlaşmalara yol açtı. Böylece kafa emekçileri kendilerini hiç
beklemedikleri hatta kabul edemedikleri bir çarkın içinde bulmuş oldu.
Artık beyaz yakalıların geçmiş “aristokrat işçisi”
kimliği aşınmış ve güvencesizlik gibi yeni bir kavramla tanışması
gibi yeni bir süreç başlamış oldu. İşten çıkartmalar, yoğun
çalışma koşulları, düşük ücretler, mobbing, acımasız rekabet ve
hak gaspları gibi beyaz yakalıların hiç düşünmediği bilmediği yeni
koşullar hayatlarına girdi.
İşte teknik elemanlar
açısından tüm bu süreçlerin kesişim noktasında “yetkin
mühendislik” kavramlaştırmasıyla akıllarda yer eden mesleki
yeterlilik uygulamaları durmaktadır. Sorun öylesine komplikedir ki tüm bu
koşullardan birini dahi göz ardı ederek tartışmak sorunu bambaşka
mecralara taşıyabilir. Bundan dolayıdır ki tartışmanın
“yetkinlik” cephesinden oldukça rasyonel cevaplar almak
mümkündür. Örneğin akademik camia “açılan tabela
üniversitelerden” dem vurarak eğitimdeki kalite düşüşüne vurgu
yapmakta ve buna dair bir çözüm olarak sunmaktadır.
“tecrübesiz ve eğitilmesi gerektiği” yolundadır ki bu onlar
açısından hiç de karlı değildir. Çünkü kendi adlarına aldıkları
her genç, yeni mezun mühendis, mimar ve plancı sonu belli olmayan bir
yatırımdır. Yaşını almış mühendisler “yeni yetmelerin”
kendileri ile aynı yetkilerle donatılmasından rahatsızdır. Başka bir
yerden ise yetersiz mühendislik hizmeti çözüm bekleyen bir sorundur.
TMMOB bürokrasi bloğu ise –kendince iyi niyetli olduğunu varsayarak-
tüm bu gerekçelerden bir parça alarak bu alanı düzenlemeye tek yetkili
kurum olan odaların bu işi “hakkıyla” yapacağını
söylemektedir. Tüm cevaplar ve gerekçeler tek tek belli bir iç mantığa
sahip olsa da sorunun bütünselliği tüm bunları yok etmektedir. class="news">Ancak sorun bu gerekçelerin hiçbirine ait değildir. İşin
gerisinde eğitimin ticarileşmesinden esnek ve güvencesiz çalışmaya
kadar yeni dönemin tüm sermaye politikaları durmaktadır. Yetkin
mühendisliğin gerisinde Türkiye’nin giremese de ekonomik
taleplerinin tümünü karşıladığı AB, GATS, küresel sermaye odakları,
siyasi ve kişisel rantlar ve oluşturulmak istenen büyük bir sektör
vardır. Ve sonuçları açısından güvencesiz ve esnek çalışma
biçimleri gibi sermayenin dört gözle beklediği uygulamaların
somutlaşması ete kemiğe bürünmesi sözkonusudur. Mevcut durumda dahi
oldukça zor koşullarda çalışan hatta iş bulamayan yeni mezun
mühendisler, yeni düzenleme ile birlikte tam bir yıkıma
uğrayacaklardır. Yaşanacak kastlaşma ile beraber teknik elemanlar
arasında oluşan uçurumlar bu alanının tamamını içine alacaktır.
Örneğin bir dizi sektörde 3 ay deneme/staj süresi adı altında
insanların hiçbir ücret almadan çalıştırılması yaygın olarak
görülürken benzer bir durumun mühendislik alanında da yaşanması
sürpriz olmayacaktır.
Ancak yetkinlik cephesinin
cephanelerinin neredeyse sonu yok gibi durmaktadır. Yine bu tartışmalar
içinde çokça duyduğumuz “staj süresinin bir sınırı var; birkaç
sene de dişinizi sıkın” şeklinde bir yaklaşım tam bir burjuva
arsızlığı içermektedir. İçindeki acımasızlığı bir kenara
koyarsak, kim kime “4 yıllığına köle statüsünde çalış”
deme hakkına sahiptir? Ayrıca 4 yılın sonunda herkes “yetkin”
olacaksa zaten hali hazırda hayatın gerçekleri bu yönde sonuçlar
üretirken buna gerek olmadığı açıktır ki bu sürenin 4 yıl ile
sınırlı kalıp kalmayacağı da tamamen bir muammadır. Kesintisiz 4 yıl
boyunca çalışmak lüks statüsünde bir olaydır ve ortada geçilmesi
gereken bir sınav olduğu ve onaylatılması gereken bir rapor olduğu
gerçeği de unutulmamalıdır. Yetkin mühendislik, tersanelerde,
şantiyelerde, madenlerde veya proje ofislerinde gününün 13-14 saatini
çalışmak 2-3 saatini işe gitmek için yolda harcayan hem de bunları
hiçbir iş güvencesi olmadan ve sosyal hakları ya tamamen ya da kısmen
gasp edilmiş olarak yaşam mücadelesi veren emekçi teknik elemanlara
köleliği vaat etmektedir.
Öncelikle şu anlaşılmak
zorundadır saldırı altında olan mesleğimiz değil geniş bir işçi
katmanıdır. İşçi sınıfının bir bölüğünün daha hakları
tırpanlanmak, yabancı sermayeye alan açılmak istenmektedir.
“Akreditasyon” gibi büyülü sözlerin arkasına saklananlar
“yurtdışında geçerli diploma” demagojisiyle yabancı
mühendislik şirketlerine bu alanı peşkeş çekmek istemektedirler. Zaten
daha şimdiden büyük projelerin altında yabancı proje firmalarının
imzalarını görmek mümkündür. Hatta bir dizi proje firması yabancı
firmaların temsilciliğini almak için şimdiden sıraya girmiş
durumdadır. Bunun sonuçları bellidir. Zira bugün Türkiye’nin
teknik eleman sayısı bellidir, bunlarının kaçının yetkin kaçının
köle olacağı da bellidir. Yetkin olan mutlu azınlık imza atmaktan
yorulurken burada oluşacak açık yabancı mühendislik tröstleri eliyle
kapatılacak kısa vadede akıl almaz bir talanının önü açılacaktır.
Yetkin mühendislik ile meslek içerisinde yaratılacak elitleştirme
harekâtının sonuçları daha fazla yıkılan bina olmazsa daha fazla HES,
kentsel dönüşüm, nükleer santral ve gökdelen olacaktır.
inşaat, mimarlık, planlama ve doğalgaz gibi projelerinin onaylanması
gereken alanlarda ortaya çıkmaktadır. Bunun cevabı ise basittir, yanlış
proje onaylanmaz olur biter. Sonra da inşaatları, uygulamaları doğru
denetlenir böyle bir karmaşa da ortaya çıkmaz. Ama niyet farklıdır,
yapılan şey tüm faturanın yeni mezunlara çıkartılmasından başka bir
şey değildir. Çöken tüm binaların baş sorumlusu bu devlet ve
koruyuculuğunu yaptığı sistemdir.
Ayrıca bir dizi
spesifik iş için zaten bir takım yeterlilik belgeleri zorunludur. Demek ki
mesele belge ile de çözülememektedir. Zira imza kiralama/satma işi herkes
bilir ki başlı başına bir sektördür. Öyle her canı çeken işporta
tezgâhı açar gibi diplomasını satışa çıkartamaz. İmza ve diploma
kiralama işi şimdiden büyük bir sektör olmuş durumdadır. Örneğin
açmak için diploma gereken anaokulu ve kreşler için diploma kiralama
yöntemi yaygınca kullanılmaktadır, sonuçları ortadadır. Yetkin
mühendisliğe kişisel sevda güdenlerin beklentisi de bu sektörden
paylarına düşecek kırıntılardır yoksa mühendislik uygulamalarının
akıbeti hiç umurlarında değildir.
Şunu bir kez daha hatırlatalım,
Konya’daki Zümrüt Apartmanı’ndan, raydan çıkan trene; maden
ocaklarındaki göz göre göre iş cinayetlerinden tersanelere; depremde un
gibi ufalanan binalardan her yağmurda Karadeniz’i sel götürmesine
yol açan ve bir doğa katliamı olan sahil yoluna; derelerin prangası
HES’lerden nükleer santrallere kadar tüm “ucube”
mühendislik uygulamalarının altında “yetkin” olan ve
düzenleme ile olacak mühendislerin imzası bulunmaktadır.
örgüte hâkim liberal algının “sol” maskesi altında binlerce
mühendis, mimar ve şehir plancıyı yedeğine alarak “yetkin
mühendisliğe” kucak açması yine çokça tartıştığımız durum.
Ancak tablo her geçen gün daha fazla vahim bir hal almaktadır. KHK
saldırısı altında bir TMMOB’yi savunmak için hiçbir şey
yapılmadığı, bir şeyler yapmak için çırpınan “sol güçlerin
de” oldukça kaba yöntemlerle saf dışı edildiği bir ortamda artık
sözün bittiği yerdeyiz. TMMOB bürokratları “yetkin
mühendislik”, sosyal hak gaspları ve KHK’lar arasındaki bağı
bile göremeyecek kadar körleşmiş durumdadır.
Körlük
derken gerçek bir körlükten bahsediyoruz şöyle ki: “Özellikle
tercihlerinizi akredite olmuş ya da buna başvurma cesaretini göstermiş
bölümlerden yana kullanınız. Akreditasyon kurumu bir üniversitenin ne
tür bir programla nasıl bir öğrenci yetiştireceğini kontrol etmekte,
asgari şartlarda bir eğitim-öğretim faaliyetinin temel ihtiyaçlarını
garanti altına almaktadır. Vakıf üniversiteleri tercihinizde de yine
akreditasyon önemli olmalıdır.” Başbakanın, cübbeli liberal
hocaların söylemleri gibi duran bu sözler yakın zamanda TMMOB yönetim
kurulu başkanı Mehmet Soğancı’nın sözleridir ve üniversite
adaylarına dönük olarak resmi bir basın açıklamasında söylenmiştir.
Dediğimiz, sözün bittiği yerdeyiz.
Hükümetin TMMOB
operasyonu salt talana karşı ayak bağı olan bir örgütün temizlenmesi
değil bu alanı düzenlemeye yetkili tek kurum konumundaki odaları kendi
lehine çevirme manevrasıdır. Yetkin mühendislik ile oluşacak rantın
büyüklüğü ortadayken hiç kimsenin rantın dolaşımı konusunu
paylaşıma açmayacağı açıktır. TMMOB’nin bu rantın merkezine
doğru yaptığı hamleler ve yetkin mühendisliğin odağı olma konusundaki
talebi en azından örgütün bugünkü haliyle abesle iştigaldir. TMMOB bu
işin dümenine geçmek için en azından muhalif kimliğinden, emekten yana
tutumundan soyunmak zorundadır. Bu oda beylerinin sandığının aksine
örgütün sağa kayması ile çözülecek bir sorun değildir. Çok köklü
değişimler gerekmektedir. Bu da örgütün yıllardır oluşmuş
geleneğinin temellerini dinamitlemek anlamına gelmektedir. Her ne kadar
gidişat bu yönde olsa da örgütle bağlantıları olan tabanından
yükselen ses bu gidişatın kolayından olmayacağını açıkça ortaya
koymaktadır.
Yapılması gereken bu neo-liberal
saldırıya topyekûn karşı koymaktır. Güvencesiz çalışmaya karşı
örgüt hızla emekçi tabanına doğru yol almalı örgüt içindeki tüm
ilerici özneleri kapsayacak bir politik hat oluşturulmalıdır. Ancak KHK
sürecinde bile örgüt içindeki sol unsurlara saldırılarını azaltmak
bir kenara arttıran bir anlayışın önümüzdeki dönemde alacağı tutum
özel bir çaba gerektirmeyecek kadar berraktır. Öğrenci hareketiyle bir
türlü kurulmayan bağ, felce uğratılmış örgüt içi demokrasi, önemli
bir güç biriktiren kadın çalışmasına duyarsız kalmak ve ücretli ve
işsiz üyeler konusunda atılmayan/attırılmayan adımlar vs. yeterince
fikir vermektedir.
TMMOB üzerine bugüne kadar yazılan
çizilenleri tekrar etmeye gerek yok. Yetkin mühendislik ABD, AB gibi
emperyalist odaklardan çıkmış bir sömürü çemberidir. TMMOB buna alet
edilmektedir. Sertifika programları, gözetim kriterleri, yetki belgeleri
eliyle örgüt bu çemberin ortasına çekilmiştir. Türkiye’de ilk
yetkin mühendislik yönetmeliğinin TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası
tarafından hazırlandığı düşünüldüğünde örgüt bürokrasisinin
yakın zamanda işçi üyelerinin yaşayacaklarından dolaysız olarak
sorumlu olduğunu söyleyebiliriz. İşte o zaman 25 tane soru yetmeyecektir.
(İMO Yetkin Mühendislik uygulaması tepki alınca “25 soruda yetkin
mühendislik” diye komik sayılabilecek bir metinle cepheden
yetkinliği savunmuştu)
Nasıl bir mühendislik
eğitimi?
“Nasıl bir mühendislik
eğitimi” sorusu “nasıl bir mühendislik” sorusuyla aynı
başlık altında cevaplanmak zorundadır. “Mesleklerimizin
tanımını, amaçlarını ve niteliğini belirleyen kapitalizmdir.
Mesleklerimizi en fazla bu sistem kadar “etik” ve ahlaki olarak
icra etme şansına sahibiz.” (Yankı yinelediği sesten
güzeldir-TMMŞP). Mühendislik eğitimi üzerine söylenecek sözler
kapitalizmi işte bu yüzden kesmek zorundadır. Mesele hiç de “4
yıllık bir eğitimle mühendis yetişir mi yetişmez mi?, eğitim sistemi
yeterli mi?” soruları kadar basit değildir. Zira bunlar oldukça
teknik ve çözülebilir sorunlardır. Oysaki ortadaki sorunun bir ucu
Türkiye’deki sınıf ilişkilerine bir ucu sanayi politikalarına ve
teknoloji üretimine daha doğrusu emperyalist-kapitalist sistemle kurulan
bağa kadar uzanmaktadır. Yani sorunun çözümü ancak bu sistemin
çözülmesi ile mümkün olacaktır. Politeknik eğitim, gerçek bir
sanayi-üniversite işbirliği –burada üniversitenin eğitim
dışındaki asıl işlerinden biri olan toplumun ihtiyacı olan bilgiyi
üretmesini kastediyoruz yoksa sermaye üniversite işbirliğini değil-
sorunun en köklü çözümleri olacaktır. Zira çıraklık ilişkisi
içinde ve zaten teknoloji üretmekten aciz bırakılmış bir ülkede
mühendisliğin tanımı ve standartları ve Ortadoğu’nun ucuz emek
pazarı olmaya namzet bir ülkenin çalışanları açısından durum
oldukça karmaşık ve içinden çıkılmaz bir durumdadır.
bunun üzerinden üretmek kolaycılık olacaktır. YÖK eliyle karartılan ve
neo-liberal saldırı fırtınasının önemli hedeflerinden biri olan
yükseköğretim gerçeğine karşı mücadele öncelikli şarttır. İşçi
mühendis, mimar ve şehir plancılarının örgütlenmesi sistemin
çarpıklığına karşı işçi sınıfı ile birleşik bir mücadele hattı
oluşturması gerekmektedir.
Mühendis yetiştirmek
akademik bir süreçtir. Bu usta-çırak ilişkisi ile tanımlanamaz. Mevcut
4 yıllık lisans eğitiminde öğrenilenlerin dahi iş hayatında
kullanılmadığını, standartlaşan işler için teknik kadronun tasarım
ve projelendirme işinden çok uygulamacı sıfatını aşamamış olması da
yapılacak sınavı gereksiz kılacaktır. Zaten böylesi bir sınavın TUS
örneğinden de yola çıkarak tam bir at yarışına döneceğini kısa bir
süre içinde bilginin denetlenmesinin değil sıralamanın belirleyici
olacağı bir biçim alacağı önden söylenebilir. Özetle mücadele
edilmesi gereken YÖK düzeni, onun yarattığı ezberci eğitim sistemi ve
buna uygun olarak yetişen “piyasa mühendisi”
profilidir.
Sonuç yerine
Bugün
için yeni mezun ve genç mühendisler oldukça ağır koşullarda, düşük
ücretlerle ve güvencesiz çalışmaktadır. Yeni mezunların omuzlarına
bindirilen yükün ağırlığı ve sömürünün boyutları gittikçe
artarken bunun boyutlandırılması çalışmaları “okumuşlar”
için zor günlerin habercisidir. Piyasa gerçekleri ortadayken, yeni
mezunları “çöken binalardan” sorumlu tutmak yüzsüzlüğü,
bu devletin gençlere verdiği değerin de en açık özetidir. Yalan
söylenmektedir, yeni mezun, genç mühendisler en azından
“ustalarından” daha fazla büyük projelere imza atmış
değildir. Birileri girdiğe işte tutunma mücadelesi veren, karın
tokluğuna, yarını belli olmadan uzun saatler boyunca çalışan ve
sigortası bile işveren tarafından gaspedilen işçi teknik elemanları
daha da köleleştirmek için linç kampanyası örgütlemektedir.
Başbakanından rektörüne, ensesi kalın mühendisten odaları mesken tutan
oda beylerine kadar herkes bu uğursuz koronun bir elemanı konumundadır.
Her ne kadar yetkin mühendislik oldukça eski bir gündem olsa da
İTÜ’nün attığı adımla beraber yeniden gündemimize girmiş
durumdadır.
Kıdem tazminatının gaspından fahiş
vergilere, mezarda emekliliğe kadar her şey bu saldırının parçasıdır.
Buna karşı susmak onurumuzu ayaklar altına almak yeni Vanlar
yaratılmasına yardım etmek demektir. Bizler yetkin mühendisliğe karşı
çıkarken bunu meslek adına yapmıyoruz. Zaten mesleği kurtarmanın
hijyenik, dünyanın tüm “kötülüklerinden” uzak insanlık
için mühendislik yapmanın bu düzende mümkün olmadığını da çok iyi
biliyoruz. Son söz olarak bir kez daha altını çiziyoruz:
ve onun kazanımlarına dönük bir saldırıdır, sömürüdür. class="news">- Yetkin mühendislik güvencesiz ve esnek çalışma
demektir.
- Yetkin mühendislik ticari eğitim
demektir.
- Yetkin mühendislik mühendisliğin
girdiği hayatın her alanında talan ve yıkım demektir.
kurumları ve beceriyle sisteme teslim olması demektir. align="right" class="news">Toplumcu Mühendis Mimar&Şehir
Plancıları class="news">Kaynak:kizilbayrak.net
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder