30 Eylül 2010 Perşembe

İşe Geri Alınıncaya Kadar Çadırdayım

İşe Geri Alınıncaya
Kadar Çadırdayım

 29 Eylül Çarşamba günü, tam 80
gündür Paşabahçe Devlet Hastanesi önünde
dirnişte olan Türkan Albayrak için toplanan imzalar yapılan
yürüyüş ve eylemle başhekimliğe bırakıldı. Devrimci
İşçi Hareketi ve çeşitli sendika temsilcileri ve
sanatçılar da yürüyüşe destek verdi. İstanbul Tabib
Odası, Kristal İş sendikası, Tüm Bel Sen 1-3 No'lu şube
yönetim kurulu üyeleri, Haber Sen Genel Merkezi, Emekli Sen 1
No'lu şube, EDP Paşabahçe ilçe başkanı, Halkevi
Beykoz şubesi ve TAYAD'lı Ailelerin destek verdiği eylem direniş
çadırının olduğu hastane bahçesinde başladı.
 
"İşi ve Onuru İçin Direnen Türkan
Albayrak'ın Yanındayız" pankartının açıldığı ve
toplanan imzaların birbirine eklenerek insan zincirinin oluşturulduğu
eyleme sanatçı Pınar Sağ ve profesör Mehmet Bekaroğlu da
destek verdi. "Türkan Albayrak Yalnız Değildir",
"Taşeron İşçisi Köle Değildir",
"Türkan Albayrak İşe Geri Alınsın",
"İşçiyiz Haklıyız Kazanacağız" sloganlarını atan
kitle başhekimliğin olduğu Tepeüstü Ek Hizmet Birimi'ne
kadar yarım saat boyunca yürüdü. Uzun bir insan zincirinin
olduğu eyleme halkın ilgisi iyiydi.
 
Başhekimliğe gelindiğinde Devrimci İşçi Hareketi adına
konuşan Yeter Gönül, Türkan Albayrak'ın sendikalı
olduğu için işten atıldığını, ama sendikaların,
Paşabahçe halkının onu yalnız bırakmadığını söyledi.
Sonra sırasıyla Tabip Odası, Tüm Bel Sen, Haber Sen temsilcileri
konuştular. Hastanelerin sağlık hizmeti sunan yerler olmasını,
çalışanların onurluca, huzurla hizmet verdiği yerler olmasını
isteyen örgüt temsilcileri işyerlerinde iş cinayetlerinin
sürdüğünü, esnek çalışmayla,
sigortasızlaşmayla işçilerin baskı altına alındığını,
Türkan Albayrak'ın direndiğini, dayanışmayı,
örgütlü mücadeleyi sürdürmek gerektiğini
söylediler. Sanatçı Pınar Sağ da "İnsanların emek
gücünün yanında olmalıyız. Bugün hepimizin,
aydınların, işçi sınıfının emeğinin yok sayılmasına karşı
Türkan ablaya can olalım, yoldaş olalım" diye konuştu.
Türkan Albayrak da herkese teşekkür ederek, "Bugüne
geldik, imzaları topladık. Aman işten atılmayalım diye her şeyi kabul
ediyoruz. Arkadaşlarım ben sizin için buardayım" dedi. DİH
adına konuşan Yeter Gönül de tekrar sözü alrak 6
Ekim'de Üsküdar Aoliyesi'nde Türkan
Albayrak'ın duruşmasının olduğunu söyleyerek, "hepinizi
bekliyoruz" dedi. Ardından imzaları vermek üzere Tüm Bel
Sen 3 No'lu şube, Kristal İş temsilcileri, Pınar Sağ ve
Türkan Albayrak'ın eşi Mustafa Albayrak'tan oluşan heyet
içeri girdi. Bir süre sonra dışarı çıkan heyet
başhekimle görüşemeden döndü. Çünkü
kapısına güvenliklerden etten duvar oluşturan başhekim
görüşmekten kaçtı. Türkan Albayrak da bunun
üzerine "Başhekim benimle görüşmekten, heyeti kabul
etmekten kaçmıştır. İşe geri alınıncaya kadar
çadırdayım" dedi ve öfkeli sloganlar
haykırıldı."Türkan Albayrak Yalnız Değildir",
"İşçiyiz Haklıyız Kazanacağız" sloganlarını atan
kitle adına konuşan Yeter Gönül "Buraya 3000'in
üzerinde imzayı bırakıyoruz. Bunun on katıyla, halkın desteğiyle
geleceğimiz bilinsin. Birlikte aşacağız, birlikte işe geri
aldıracağız" dedi.
 
Toplanan imzalar Ek Hizmet Birimi'nin bahçesine
bırakılırken sloganlar eşliğinde hastane bahçesine
dönüldü. Dönüşte Grup Yorum, şair Ruhan Mavruk ve
tiyatrocu Mehmet Esatoğlu da yer alarak destek verdiler.
 

Kaynak: Halkinsesi.tv

TAYAD'lı Aileler Abdi İpekçi Parkı'nda Açıklama Yaptı

TAYAD'lı Aileler Abdi
İpekçi Parkı'nda Açıklama Yaptı

 Dün Ankara Abdi
İpekçi Parkına sadece 300 metre kala Ankara polisinin saldırarak
gözaltına aldığı TAYAD'lı Aileler Ankara Adliyesine savcılığa
çıkarılmak  için daha getirilmediler.

 
TAYAD'lı Aileler 12 gün boyunca İstanbul'dan Ankara'ya adım
adım yürüyerek geldiler. Önce sivil faşist güruhun
saldırısına uğradılar ve ardından gözaltına alındılar.
TAYAD'lılar Hapishanelerde Tecritin Kaldırılması; Sohbet Hakkının
Uygulanması; Tutsak TAYAD'lıların Serbest Bırakılması;
Hapishanelerde İşkencenin Son Bulması ve Hasta Tutsaklara
Özgürlük talepleri ile yürüdükleri Ankara'da
bugün saat 13.00'de Abdi İpekçi Parkı'nda bugün saat
13.00'da basın açıklaması düzenlediler. Basın
açıklamasında İstanbul'dan Ankara'ya yürüyüş
boyunca uğradıkları prokatif faşist saldırıları ve 33 TAYAD'lının
nasıl gözaltına alındığını anlattılar. "Baskılar,
gözaltılar bizi yıldıramaz" ,  "Sohbet Hakkı
Uygulansın" , "Hasta Tutsaklar Serbest Bırakılsın" ,
"Tutuklu TAYAD'lılar Serbest Bırakılsın" , "Adalet
İstiyoruz" , "Yaşasın Devrimci Dayanışma"
sloganlarının atıldığı eylemde açıklamanın ardından söz
alan çeşitli demokratik kitle örgütü temsilcileri,
sendika temsilcileri ve aydınlar oldu.
 
DİSK/GENEL-İŞ sendikası adına söz alan Kani Beko;
İstanbul'dan Ankara'ya yola çıkarken ne istediklerini ve ne
yapacaklarını açıklamalarına rağmen faşist güçler
propaganda yaparak saldırmış ve yürüyüşü proveke
etmişlerdir. TAYAD'lı Aileler'in istekleri çok açıktır
hapishanelerde ki arkadaşlarımızın tecrit koşullarının
kaldırılmasını, hasta tutsakların serbest bırakılmasını
istemektedirler ve bu isteklerinde haklılar. Gözaltılar hukuksuzdur ve
gözaltıların Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu olarak
talep ettiğini söyledi.
 
DHF temsilcisi Nurten Karataş; hapishanelerde binlerce tutsağın tek
kişilik hücrelerde hergün işkence gördüğünü,
bu baskıların dışarıda ezilen halkı korkutma amaçlı
yapıldığını, TAYAD'lı Ailelere yapılan bu faşist saldırıyı
Demokratik Haklar Federasyonu olarak kınadıklarını söyledi.
 
SES Genel Başkanı Bedriye Yorgun; hükümetin
çıkarttığı kendi genelgesinde yer alan, sohbet hakkına, hasta
tutsakların serbest bırakılarak tedavi edlmesine uyulmadığını,
Türkiye'de demokrasi,barış,onurlu bir yaşam,özgür ve
bağımsız bir ülkede yaşamak isteyenlerin TAYAD'lıların yanında
olması gerektiğini, saldırıları kınadıklarını söyledi.
 
BES Osman Biçer; Adalet Bakanlığı'nın yayınladığı
genelgeye rağmen sohbet hakkının uygulanmadığını, hapishanelerde
ölümün kıyısında olan fakat serbest bırakılmayan
yüzlerce tutsak olduğunu, TAYAD'ın daha önceden de linç
saldırılarına uğradığını, Türkiye'de adalet sisteminin
çöktüğünü,bu ülkenin hapishanelerinde hala
işkence olduğunu söyledi.500 km'lik yolu yürüyerek gelen
insanların hedeflerine 300 metre kala neden göaltına alındığını
Ankara Emniyeti'ne buradan sorduğunu, TAYAD'ın mücadelesinde haklı
olduğunu ve kazanacaklarını söyledi.
 
Aydın Temel Demirer; Emniyete sordu : "Bolu'da faşistler mehter
marşı ile TAYAD'lı ailelere saldırırken siz neredeydiniz? İkinci defa
saldırırkensiz neredeydiniz? Onlar orada yürüyüş yasasını
ihlal etmediler mi? Ama siz görmezsiniz, görmemek zorundasınız,
TAYAD'lı Aileler F tipi zindanlarda insanlar katladilmesin, ceza
içinde eze çekmesin diye TAYAD'lı aileler
yürüdü." dedi ve F tipi hapishanelerde ki
hukuksuzluklardan bahsetti. "And olsun şart olsun bize diz
çöktüremeyeceksiniz son insan ayakta kalsa bile diz
çökmeyeceğiz, hak, hukuk, eşitliği savunacağız, bununesizin
emniyetiniz ne adalat bakahlığınızın engellemeye gücü yetmez.
Birimizi hapsedersiniz binimiz geliriz, birimizi katledersiniz binimiz
geliriz. Bunu Kızıldere'den beri size ispatladık" dedi. Ve bunun son
ispatının TAYAD'lı Aileler olduğunu ve daha sonra geleceklerinde bunu
ispatlayacağını söyledi. "başı kasklı eli coplu biber gazlı
polislerinizden korkmuyoruz,kanunlarınızdan, F tiplerinizden korkmuyoruz.
Biz halkız"dedi.
 
Yapılan konuşmaların ardından TAYAD'lılar gözaltındaki
arkadaşları bırakılınca yine bir basın açıklamasında
bulunacaklarını duyurdu ve eylemi bitirdiler. Ardından da Ankara Adliyesi
önüne gözaltındaki arkadaşlarını beklemek için
geçtiler.
 
Basın açıklamasının tam metni:
 
 

LİNÇ SALDIRILARI, PROVOKASYONLAR ALTINDA TECRİTE KARŞI
YÜRÜYÜŞÜMÜZÜ BİTİRDİK.

SON SALDIRIYI YAPAN İSE ANKARA POLİSİ OLDU.

33 ARKADAŞIMIZ GÖZALTINDA.
 
 
18 Eylül 2010 Cumartesi günü İstanbul'dan tecrite
karşı yürüyüşümüze başladık. E-5'den
sürecek yolculuğumuz Ankara Abdi İpekçi Parkında sona
erecekti. Burada 3 gün çeşitli Demokratik Kitle
Örgütleri ile görüşüp tecriti anlattıktan sonra
İstanbul'a dönecektik. Programımız buydu. Bu programı da
İstanbul'dan yola çıkarten ilan etmiştik. Hapishanelerde tecrit
sürüyordu, sohbet hakkı uygulanmıyordu, işkenceler devam
ediyordu. Bizi yola düşüren bu gerçekti. Ve basına
yönelik sansür ve otosansür bu gerçeğin üzerini
örtmeye çalışıyordu. Bir sorunumuz vardı, bunu anlatmak
istedik. Ama anlaşılan o ki birilerini fena rahaksız etmişiz, arı
kovanına çomak sokmuşuz. Düzce'den itibaren
örgütlenmiş provokasyon ve linç saldırıları ile
karşılaştık. Düzce Kaynaşlı arasında 3 kez saldırıya uğradık.
Bu saldırılar önceden planlanmıştı. Bizden önce hareket eden
bir sivil araç yolumuz üzerindeki herkesi bize karşı
kışkırtmaya çalışıyordu. İşletme sahipleri tuvaletlerini bile
bizlere kullandırmaya korkar hale geldiler. Önümüzden gelen
sivil ekip onlara PKK'lilerin yürüyüş yaptıklarını,
yürüyerek cenaze taşıdıklarını, teröristlerin şehri
basmaya geldiklerini söylemiş.
 
Korkuya bakın. 60-70 yaşındaki analar-babalar en büyük
korkuları oldu. Nitekim Bolu girişindeki bir cami imamı ile sohbet
ettiğimizde polisin kendisine "PKK'lilerin yürüyerek cenaze
getirdiğini söylediğini, kendisinin bu durumu anlamadını, bunun
dinen caiz olmadığını, bu nedenle şaşırdığını," söyledi
ve ardından "ben karşıdaki kahveye gidip bu gerçeği
anlatayım, orada toplananlar size saldırmak için hazır
bekliyorlar" dedi ve kahveye giderek bizleri anlattı. Nitekim burada
hiçbir saldırı ile karşılaşmadık.
 
Yol boyunca karşılaştığımız tüm saldırılar
örgütlenmiş, provokasyon saldırıları idi.
Çünkü konuştuğumuz tüm insanlar bize sempati ile
yaklaştılar, yürüyüşümüzün nedenini
anlattığımızda kolaylıklar dilediler. Düzce Kaynaşlı'da 3 kez
saldırıya uğradık. Sonuncu saldırı en şiddetli olanı idi. İlk iki
saldırıda yanımızda bulunan polis ya da jandarma çevik kuvvetleri
saldırganlarla bizim aramızda barikat olacaklarına onların arkasında
durarak bize doğru sürüyorlardı. 3. saldırı ise Kaynaşlı
girişinde oldu. Kaynaşlı girişinde bulunan bir dinlenme tesisinde
toplanan faşistler havanın kararması ile üzerimize saldırtıldı.
Çeşitli illerden, özellikle Düzce'den toplanan
yüzlerce faşist adeta dizginleri salınarak üzerimize
saldırtıldı. Bu saldırı altında polis otobüsüne bindirilerek
Bolu dağına çıkartıldık. Gece burada çadır kurduk ve
kaldık. Biz burada kalirken sivil faşistler gelerek polislerle sohbet
ettiler, içlerinden bir kaç  tanesi bize 5 metre kadar
yaklaştı ve küfürler etti. Biz bu faşistlere saldırınca o ana
kadar gaz kullanmayan polis bize karşı gaz ve cop kullandı ve 3
arkadaşımız gazla yaralandı. Düzce / Kaynaşlı'daki 3 saldırıda
da polis ve jandarmanın faşistleri dağıtmak için hiçbir
şey yapmadığının tanığıyız.
 
Ertesi gün Bolu'ya giriş yaptık. Burada bizi "bebek
katilleri, şehitler ölmez vatan bölünmez" diye
sloganlar atanlar karşıladı. Bolu'ya 10 kilometre kala
karşılaştığımız bir kadın sürücü kent merkezinde bizi
beklediklerini söyledi. Bolu'ya girdiğimiz andan itibaren de
saldırılar başladı. Polis bizim yanımızda bulunsa da esas olarak bizi
korur gibi bir tavırları yoktu. Aksine faşistlere isimleri ile
sesleniyorlardı; Cemal bizi çok yordunuz artık yeter, taş atmayın
bize geliyor diye saldırganlarla sohbet ediyorlar ama asla onları
uzaklaştırmak ya da dağıtmak için bir şey yapmıyorlardı.
 
Yürüyüş kolundaki bir kaç ailemiz sivil
polislerin faşistlere para ve bayrak dağıttıklarına tanık oldu. Bolu'ya
ilk girdiğimizde toplanan kitle sayısı 15-20 iken yani rahatlıkla
dağıtılabilecekken bu grup dağıtılmayarak çoğalması
sağlandı. Bolu içindeki yürüyüşümüz
boyunca da saldırılar sürekli polisin yönlendirmesi ile devam
etti.
 
Saldırı devam ederken faşistlere saldıran, onları dağıtmaya
çalışan bazı polisler de geri görevlere alındı.
Örneğin faşistlere gaz sıkan bir polis otobüse alındı.
Kafasına taş geldikten sonra faşistlere doğru koşan bir polis de
durduruldu ve polis aracına alındı.
 
Polis faşistlerin önünü keserek onları
durdurabilecekken bunu yapmadığı gibi, üstelik ana yolun iki
kenarına kurduğu polis barikatlarını yanımıza kadar çekerek
faşistlerin de yanımıza gelmesini sağladı. Bolu çıkışında
faşitler önümüze geçerek ana yolu kapattığında
polis ve jandarma güçleri yolu açamadı. Yolu kapatan
faşistleri dağıtamadı bile. Bunun yerine yürüyen TAYAD'lılara
saldırdılar. Faşistlere karşı kullanmadıkları cop ve gazı
TAYAD'lılara karşı kullandılar. Bu saldırı ile TAYAD'lı aileler
dövülerek, gaz sıkılarak gözaltına alındılar ve zorla
polis aracına bindirilerek Ankara il sınırına
götürüldüler.
 
TAYAD'lılar polis aracında bulunmalarına ve yanlarında eskort polis
araçları bulunmasına rağmen faşistler araçları ile
polislerin arasından geçerek TAYAD'lıların bulunduğu polis
aracına saldırmaya çalıştılar. Ve polisler onları engellemek
için hiç bir şey yapmadı. Saldırı Yeniçağa ve
Gerede ilçelerinde de sürdü. Burada da çeşitli sivil
araçlar saldırıya katıldılar.
 
Burada sormak gerekli; bu araçlar kime ait? Niçin orada
hazır bekliyorlar. Gerede'den geçerken bir sivil polisin aracından
inerek kenarda bekleyen insanlara slogan attırdığına tanık oldum. Eğer
bu kişi polis değilse o zaman polis konvoyunun içinde nasıl
rahatlıkla yol alıyor ve istediği zaman girip çıkabiliyor?
 
Yine Gerede'de faşistler eski kasa, plakasız bir mercedes ile
saldırıya katıldılar. Herkes bilirki plakasız araçlarla
karayoluna çıkmak mümkün değildir. Peki bu nasıl
olmaktadır? O kadar polisin önünde bu plakasız araç nasıl
saldırıyla katılmıştır? Linç ve provokasyon saldırısı Bolu'da
bitmedi. Kızılcahamam'da, Kazan'da devam etti. Senaryo aynı idi. Bize
karşı çeşitli yalanlarla kışkırtmaya çalıştıkları
halkı saldırıya katmaya çalıştılar ama başaramadılar.
Buralarda da bize saldıranlar bölgenin faşistleri ve Düzce'den
itibaren bize saldırmaya çalışan faşistler idi. Bazılarının
plakalarını aldık. Biliyor ve tanıyoruz. 420 kilometre
yürüdükten sonra Ankara'ya girdiğimizde de saldırılar devam
etti.
 
Ankara'da Gazi Mahallesinde toplanan faşistler bize saldırmaya
çalıştı. Polis yine 15-20 kişilik grubu dağıtamadı. Hatta
TAYAD'lı ailelere araçla götürme teklifi yaptı.
TAYAD'LILAR bu teklifi kabul etmedikten 15 dakika sonra yol
açılabildi ve yürüyüş devma etti. Abdi İpekçi
Parkına, yani yürüyüşün bitmesine 300 metre kala bu
sefer polis saldırdı. Gazi Mahallesinde 15-20 kişiyi dağıtamayan polis
burada 33 kişiyi gaz sıkarak, döverek gözaltına aldı ve
emniyete götürdü.
 
Soruyoruz;
 
Kimi ürküttük?
 
Kim bu yürüyüşten korktu? Rahatsız oldu?
 
Bu linç ve provokasyon saldırıları niye
örgütlendi?
 
İktidar tecriti kaldırmayıp linç saldırıları ile bizi
susturamaz.
 
TAYAD'lı  Aileler olarak evlatlarımızı sahiplenmeye devam
edeceğiz.
 
Tecritin kaldırılması  sohbet hakı genelgesinin
uyğulanması,
 
Hasta tutsakların serbest bırakılması,
 
Tutuklu TAYAD'lılara özgürlük,
 
Hapishanelerde baskı ve işkencenini son bulması için
hiç bir güç bizi yolumuzdan alıkoyamayacak, buradan
dostada düşmana da ilan ediyoruz.
 
TECRİTİ KALDIRIN  SOHBET HAKKI UYGULANSIN.
 
HASTA TUTSAKLAR SERBEST BIRAKILSIN.
 
TUTUKLU TAYAD'LILAR SERBEST BIRAKILSIN.
 
YAŞASIN DEVRİMCİ DAYANIŞMA
 
 
 
TAYAD'LI AİLELER
 
 
 
Kaynak: halkinsesi.tv

Pankart Davasına Polis Müdahalesi

Pankart Davasına Polis
Müdahalesi

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın katılımıyla
gerçekleştirilen Roman Buluşması'nda izinsiz 'Parasız
eğitim pankartı' açtığı gerekçesi ile 3 kişi hakkındaki
açılan davanın ilk duruşması yapıldı. Başbakan'a
seslerini duyurmak istediklerini belirten tutuklu Berna Yılmaz ve Ferhat
Tüzer tahliye edilmedi. Destek için gelen Gençlik
Federasyonu üyeleri ise adliye önünde polisin coplu ve biber
gazlı müdahalesine uğradı
 
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmaya tutuklu
sanıklar Ferhat Tüzer ve Berna Yılmaz getirildi. Sanık Ferhat
Tüzer, katıldığı eylemlerin demokratik eylemler olduğunu
söyledi. Öğrenci haklarını ilgilendirdiği için eylemlere
gittiğini belirten Tüzer, "Meşru taleplerimizi iletmek istedim.
Suçsuzum. Beraatimi ve tahliyemi istiyorum." dedi.
 
'BAŞBAKAN'A SESİMİZİ DUYURMAK
İSTEDİM' 
 Ankara Üniversitesi Antropoloji Bölümü 4.
sınıf öğrencisi olduğunu ifade eden tutuklu sanık Berna Yılmaz da
eğitimin paralı olmasının kendisini zorladığını kaydetti. Babasının
mali durumunun iyi olmadığını anlatan Yılmaz, "Harç
paralarımı ödemekte zorluk çekiyordum. Ben en son Abdi
İpekçi Salonu'nda Başbakan'ın da bulunduğu yerde
pankart açtım. Talebimi yerine getirdim. Gözaltına alındım.
Yetkili konumundaki Başbakan'a kendi sesimi duyurmak istedim. Ben
üniversite öğrencisi olarak Anayasa'da teminat altına
alınmış olan parasız eğitim hakkımı talep ettim." diye konuştu.
Suç örgütü ile ilgisi olmadığını söyleyen
Yılmaz da beraatini ve tahliyesini talep etti.
Duruşmaya katılmayan tutuksuz sanık Utku Aykar'ın zorla
getirilmesine karar veren mahkeme sanıklar Ferhat Tüzer ve Berna
Yılmaz'ın tutukluluk halinin devamına hükmetti.
 
POLİSTEN COPLU MÜDAHALE
Duruşmanın ardından Berna Yılmaz cezaevi aracına alındı.
Bakırköy Cezaevi'nde tutuklu olan Berna Yılmaz'ın
içinde bulunduğu aracın adliyeden ayrılması sırasında,
sanıklara destek için gelen Gençlik Federasyonu üyeleri
aracın çıkışı sırasında slogan atarak ve zafer işaretleri ile
arkadaşlarını uğurlamak istemesi üzerine çevik kuvvet
polisleri gruba müdahale etti. Polisin biber gazı ve copla
müdahale ettiği gruptan bazıları ufak sıyrıklarla yaralandı.
Emniyet yetkilileri ve gruptan bazılarının araya girmesiyle olay sona
erdi. Müdahalenin ardından adliye önüne gelen grup bir
açıklama yaparak, ''İşte AKP'nin demokrasi anlayışını burada
bir kez daha gördük'' diyerek sloganlarla müdahaleyi protesto
etti. 
 
Kaynak: Birgün

 

 

TAYAD'lılara Saldırı ve Gözaltı

TAYAD'lılara Saldırı ve
Gözaltı

 Cezeavlerinde uygulanan tecridin kaldırılması
için İstanbul'dan 18 Eylül'de yürüyüş başlatan
TAYAD üyesi 36 kişi Ankara'da gözaltına alındı.

Bolu'da saldırıya uğramalarını ardından Ankara'ya polis
kontrolünde giriş yapan 36 TAYAD üyesine bu defa Gazi
Üniversitesi yerleşkesi önünden geçerken
ülkücüler saldırdı.

Arbedenin ardından TAYAD üyeleri Abdi İpekçi Parkı'na
gitmek için Celal Bayar Bulvarı'ndan yola çıktı.

Kaynak: ETHA

 

Brüksel'de Krize Kıtasal Yanıt

Brüksel'de Krize Kıtasal
Yanıt

 Avrupa İşçi Sendikaları Konfederasyonu
ETUC'un çağrısını yaptığı Avrupa Eylem Günü'nde
onbinlerce emekçi sokaklara çıktı. Brüksel'deki eyleme
30 ülkeden 100 bin emekçi katıldı.

Avrupalı hükümetlerin ekonomik krizi gerekçe
göstererek emekçileri yoksulluğa ve kölece
çalışmaya iten kemer sıkma politikaları Belçika'nın
başkenti Brüksel'de kıtanın dört bir yanından gelen
işçilerin ortak eylemiyle protesto edildi.

30 ülkeden 100 bini aşkın emekçinin katıldığı eylem
"Kesintilere hayır, işlere ve büyümeye öncelik"
sloganı altında gerçekleştirildi.

Yürüyüş kolunun uzunluğu 5 km'ye vardı. Dilleri faklı
olsa da emekçilerin eylemde ortaklaştırdıkları talep "Krizin
bedelini ödemeyeceğiz" oldu. Yürüyüşe
Belçika'dan FGTB ve CSC sendikalarının yoğun katıldığı
gözlendi.

Sendika yetkilileri Lizbon'dan Helsinki'ye 15 merkezde
yürüyüşlerin ve grevlerin gerçekleştirildiğini
bildirdiler. Almanya'nın kömür işçileri, Romanya gaz
işçileri, Polonyalı tersane işçileri yanyana
yürüdüler.

Ülkedeki havalimanında hava kontrolörleri tarafından
gerçekleştirilen grev nedeniyle Barcelona, Madrid, Londra, Dublin
gibi birçok merkezden Brüksel'e uçuşlar iptal edildi.

Yürüyüşe katılmak isteyen No Border Kampın'dan gelen
anarşistler ise polis saldırısına uğradı. Polis, eylemden önce 148
kişinin "tedbir amaçlı" gözaltına alındığını
açıkladı.

ETUC genel sekreteri John Monks "Bu Avrupa için önemli
bir gün. Hükümetlerimiz kamu harcamalarında ciddi kesintilere
gidiyorlar. Ve bunu ekonominin resesyona çok yakın olduğu bir
zamanda yapıyorlar. Bu bütçe kesintilerinin etkileri
görülmeye başlandığında ekonominin yeniden resesyona girdiğini
göreceksiniz" dedi.

Aynı gün Avrupa Ekonomi Bakanlarını da ağırlayan
Brüksel'deki eyleme katılan Fransa'nın en büyük
sendikalarından CGT sendikası Başkanı Bernard Thibault
"Hükümetler veya Avrupa kurumları tarafından
yürürlüğe konulan ve sayıları gittikçe artan
tasarruf planlarına hayır demek için buradayız" dedi.

İşçi ve emekçilerin bedel ödeyerek kazanmış
oldukları birçok sosyal, ekonomik ve siyasal hak Avrupa devletlerinin
tehdidi altında. Avrupa sermayesi küresel ekonomik krizi gerekçe
göstererek emekçilerin haklarını bir, bir geri almak istiyor,
emekçilere önlerine uzatılan acı reçeteyi kabul
etmelerini dayatıyor.

 

KITANIN 15 ÜLKESİNDE EYLEM

Brüksel'de farklı ülkelerden onbinlerce emekçinin ortak
eyleminin gerçekleştirildiği saatlerde Avrupa'nın 15 farklı
ülkesinde eylemler düzenlendi. Yunanistan, Fransa, Almanya,
Litvanya, Polonya, Romanya, İtalya gibi Avrupa ülkelerinde sokaklara
çıkan emekçiler "krizin bedelini ödemeyeceğiz"
dediler.

Yunanistan'da Avrupa eylem günü nedeniyle birçok grev ve
eylem gerçekleştirildi. Ulaşım işkolunda gerçekleştirilen
grev nedeniyle otobüsler metrolar ve trenler çalışmadı. Devlet
hastaneleri de yoksulluk politikalarını protesto için 24 saatlik iş
bırakma eylemi yaptılar.

Günlerdir zaten grevde olan nakliye emekçileri de
hükümetin tehditlerine rağmen Avrupa Eylem Gününde de
greve devam ettiler.

Yunanistan'daki sendikalar ise akşam saatlerinde parlamento
önüne yürüyerek, IMF ve AB eliyle dayatılan
uygulamaları protesto ettiler.

Slovenya'da maaşların dondurulmasına karşı 3 gündür grevde
olan kamu emekçileri Avrupa Eylem Gününde de direnişlerine
devam ettiler.

 

DUBLİN'DE ZEHİRLİ BANKA PROTESTO EDİLDİ

Dublin'de ise bir tır şoförü aracını İrlanda
Parlamentosunun girişine park ederek hükümetin bankalara destek
vermesini protesto etti. Slogan atan eylemci gözaltına alındı.

Öğle saatlerinde de yüzlerce gösterici hükümetin
bankalara geniş çaplı desteğini protesto etmek için
toplandı.

İrlanda'da hükümetin ekonomi politikalarını protesto eden bir
eylemci, üzerinde "Zehirli Banka Anglo" yazan bir
çimento kamyonuyla Meclis'in ana kapısını zorladı.

Polis, zor durumdaki Anglo Irish Bank'a aktarılan devlet yardımını
protesto ettiği anlaşılan 41 yaşındaki göstericinin gözaltına
alındığını ve sorgusunun sürdüğünü bildirdi.

 

AB KOMİSYONU: KÖLECE ÇALIŞMAYA DEVAM

Kıtanın dört bir yanında protesto gösterileri
düzenlenirken, Avrupa Komisyonu yöneticileri kıtadaki kemer sıkma
politikalarını protesto ettiler.

AB Komisyonu yetkilisi Frits Bolkestein "Parti bitti. Hepimiz daha
uzun saatler boyunca ve daha sıkı çalışacağız. Haftada daha
fazla saat, yılda daha fazla hafta işbaşında olacağız. 67 yaşından
önce devlet emekliliği de yok" diye konuştu.

 

Kaynak: ETHA

 

Tepki Gösterene İşten Atma Tehdidi

Tepki Gösterene İşten
Atma Tehdidi

 Kocaeli'ye bağlı Derince Eğitim ve
Araştırma Hastenesi'nde 4 Ekim'de yapılacak ihale öncesi basın
açıklaması yapmak isteyen işçiler işten atılmakla tehdit
edildi.

DİSK'e bağlı Dev Sağlık-İş, Kocaeli'ye bağlı Derince Eğitim ve
Araştırma Hastenesi'de 4 Ekim'de yapılması planlanan ihale öncesi
üyelerine yönelik baskıyı protesto etti.

Dev Sağlık-İş Kocaeli Temsilcisi Talat Tunç, sağlık
hizmetlerindeki taşeronlaşmanın her geçen gün yeni sorunlar
üretmeye devam ettiğini kaydetti.

Geçmişte açılan ihalelerde Derince Eğitim ve Araştırma
Hastanesi'nde yolsuzluk skandalının ortaya kaydeden Tunç,
ihalelerin temiz ve şeffaf yapılmasının en önemli koşulunun
çalışanların örgütlü olarak şartname hazırlama
sürecine katılması gerektiğini dile getirdi.

Sendikanın genel sekreteri Tufan Sertlek, kamu kaynaklarının doğru ve
yerinde kullanılmasının sağlanarak halka daha iyi sağlık hizmeti
verilmesini talep ettiklerini dile getirdi. Sertlek, taşeronu sağlıktan
süpürene kadar ihale koşullarının çalışanların da
katıldığı süreçlerle belirlenmesi için mücadeleye
devam edeceklerini söyledikten sonra basın açıklaması
için günlerdir üyelerimize yönelik yapılan baskı ve
tehditlere değindi.

Kaynak: ETHA

 

Emekçi Mühendisler, Güvencesizlik, Esnek Çalışma ve Taşeronlaştırma 'yı Tartıştı

Emekçi Mühendisler,
Güvencesizlik, Esnek Çalışma ve Taşeronlaştırma 'yı
Tartıştı

Emekçi Mühendisler grupları ile
Ücretli Çalışan ve İşsiz Mimar Çalışma
Grubu'nun Gülseren YURTTAŞ'a adadıkları ''Güvencesizlik,
Esnek Çalışma ve Taşeronlaştırma '' konulu etkinlik 29 Eylül
2010 Çarşamba günü Elektrik Mühendisleri Odası
İstanbul Şubesi'nde yapıldı.

Etkinliğin moderatörlüğünü yapan İvme Dergisi
Yayın Kurulu üyesi Sinan SERİN açılış konuşmasında,
Gülseren Yurttaş'ın, iş ve işçi güvenliğine dair
alınması gereken önlemlerde belirleyici olamamasından dolayı
yaşadığı iş cinayeti sonucu, yaşamını yitirdiği vurguladı.

Açılış konuşmasının ardından son dönemde,
güvencesizlik, esnek çalışma veya taşeronlaştırma sebebiyle
işten atılan yada sürgün edilen katılımcılara söz
verildi. İlk sözü Tuzla tersane bölgesinde taşeron şirkette
çalışırken yürüttüğü mücadele nedeniyle
işine son verilen Zeynel KIZILASLAN aldı. TİB-DER(Tersane
İşçileri Birliği Derneği) üyesi olan Kızılaslan;
tersanelerde yaşanılan iş cinayetlerine dikkat çekerek
özellikle bu iş kolundaki güvencesizliğinin altını
çizdi. Tersanelerde çalışan mühendislerin de
patronlardan yana tutum aldığını belirten Kızılaslan, sözlerini
mücadelenin önemine vurgu yaparak bitirdi. height="300" align="left" alt=""
src="http://www.ivmedergisi.com/files/resim/guvencesizlik_soylesi03.jpg"
/>

Daha sonra Özlem AYDIN Beyoğlu Belediyesi'nde yaşadığı
süreci anlattı. Aydın, belediyede sözleşmesiz, sigortasız
çalışmaya başladığını, 1 yıl bu şekilde çalıştıktan
sonra, kendisine taşeron firmada sözleşme imzalattırıldığını,
2,5 yıl da bu çekilde çalıştıktan sonra etnik kimliğine
dönük bir hakarete karşı sessiz kalmayışı bahane
gösterilerek işine son verildiğini anlattı. Özlem Aydın,
yaşadığı sürecin sebebinin etnik kimliğinden kaynaklanmadığını
belirterek sebebin işverenin işçiye-mühendise bakışı
olduğunu belirtti.

Özlem Aydın'dan sonra sözü alan Ali ERDOĞAN, Avcılar
Belediyesi'nde yaşadığı sürgün sürecini anlattı.
İşyerinde sendika temsilcisi olan Ali Erdoğan, toplu sözleşmenin
uygulanması için mücadele etmesinden dolayı belediye başkanı
tarafından sürgüne gönderildiğini dile getirdi. Erdoğan, bu
süreçte sendikanın son derece pasif bir tavır sergilediğini
odanın ise şu ana dek sessiz kaldığını belirtti.

Ali Erdoğan'dan sonra kürsüye davet edilen Gülseren
Yruttaş'ın kardeşi Hatice YURTTAŞ, kardeşinin yaşamını yitirmesine
neden olan süreci özetledi. Kardeşinin, yaşamını yitirdiği
DETEK-KUTAY firmalarına ait olan şantiyenin son derece tehlikeli olduğunu
bilmesine rağmen güvencesizlik nedeniyle bu koşullarda
çalışmak zorunda kaldığını belirtti. Gülseren Yurttaş'ın
çalışmış olduğu şantiye hakkında bilgi veren Hatice Yurttaş,
çalışan diğer mühendislerin de şantiyenin tehlikeli olduğu
noktasında görüşlerini kendisine iletirken, mahkemede aynı
kişilerin Gülseren Yurttaş'ın ihmali nedeniyle
öldüğüne dair tanıklık verdiklerini anlattı. Yurttaş,
yapılan etkinliği anlamlı bulduğunu belirterek ücretli
çalışanların örgütlenmesi gerektiğini söyleyerek
sözlerine son verdi.

Son konuşmacı olarak Bengü YILDIZ oda yöneticisi bir
işverenin firmasında çalışırken yaşadıklarını anlattı.
Kendisinin işine sudan bir sebeple son verildiğini anlatan Bengü
Yıldız, hukuki haklarını ararken oda yöneticisi patron tarafından
tehdit edildiğini ve daha sonra yeni başladığı işten de eski işverenin
etkisiyle atıldığını belirtti. Yıldız temel meselenin emek sermaye
çelişkisi olduğunu belirtirken yaşanılan olay özelinde oda
yönetim profilinde bunun somutlandığını belirtti. Ücretli
çalışanların birlikte mücadelesinin önemine değinen
Yıldız, gerçekleştirilen etkinliğin anlamlı olduğunu
belirtti.

Etkinlikte gerek katılımcılara yaşadıkları süreçlerle
ilgili sorular sorularak gerekse de yaşanılanlar özelinde
görüş bildirip katkı konularak geniş katılımlı bir
söyleşi gerçekleştirildi. Bu katkılardan başlıca öne
çıkanı oda yönetim profillerinin ücretli
çalışanları temsiliyet anlamında son derece geri olması oldu. Bu
tablonun değişmesi için ücretli çalışanların bir
araya gelerek mücadelelerini sürdürmeleri gerektiği
belirtildi.

Etkinliği izleyenler arasında yer alan bir basın emekçisinin
söz alarak TARAFtarlığı ile ünlü bir gazetede yaşadığı
hak gaspını ve işine son verilmesini anlatması sorunun bir sistem sorunu
olduğunu net bir şekilde gözler önüne serdi. 40 kişinin
katılmış olduğu etkinlik, özellikle katılımcıların
yaşadıklarını arda arda anlatımları; güvencesizliğin, gerek
işçi güvenliği gerek sendika çalışması gerekse genel
olarak hak mücadelesi anlamında başat bir engel olduğunun altını
çizmiş oldu.

Ege Üniversitesi'nde formasyon eylemi

Ege Üniversitesi'nde
formasyon eylemi

YÖK'ün getirdiği
son değişiklikle formasyon hakları tamamen gasbedilen Ege
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi ve Konservatuar
bölümümnde okuyan 4. sınıf öğrencileri, bir hafta
sürecek oturma eylemine 27 Eylül Pazartesi günü
başladılar. Eylemin ilk iki gününde Edebiyat Fakültesi
önünde öğle arası bir saat oturma eylemi yapan
öğrenciler, davul zurna eşliğinde çektikleri halaylarla
YÖK'e ve kararın altına imza atan üniversite
yönetimine seslendiler.

29 Eylül Çarşamba günü ise Fen
Fakültesi'nden başlayan bir yürüyüş
gerçekleştirildi. Kampüsün dolaşıldığı
yürüyüş Eğitim Fakültesi önünde son buldu.
Burada da bir saatlik oturma eylemi gerçekleştirildi. Bu esnada
öğrencilerden bir kısmı Eğitim Fakültesi Dekanı'yla
görüştü. Görüşme sırasında, kararın
YÖK'le ilgili olduğunu ifade eden dekan sorumululuğu
üzerinden attı. MEB'in kararı gereği öğretim
görevlisi başına düşen öğrenci sayısında kısıtlama
yapıldığını, bu nedenle kontenjanda sınırlamaya gidildiği belirtti.
Ancak YÖK kararının altına atılan 9 kişilik kurulun imzaları,
dekanlığın öğrencileri oyalamak istediğini gösterdi.

Eylem boyunca "Formasyon hakkımız
gasbedilemez!", "Formasyon hakkımız söke söke
alırız!", "YÖK-eğitim el ele formasyon nerede!",
"Harçlarla hoca tut, formasyonumu ver!" sloganları
atılırken "Eylem-cemize hoş geldiniz", "Var mısın,
YÖK müsün?" "Formasyon hakkımız
gasbedilemez!" dövizleri taşındı.

Ege'li formasyon mağdurları, eylemlerini duyurabilmek
ve diğer formasyon mağdurlarıyla iletişime geçebilmek için
"facebook/ege üniversitesi formasyon mağdurları" adlı
grubu kurdular.

Öğrencilerin hakları nasıl
gasbedildi?

Geçen sene Ege Üniversitesi'nde formasyon
almak isteyen öğrencilerin hakları için 2.5 not ortalaması
koşulu ve kontenjan sınırlamasıyla gasbedilmişti. Son olarak
öğrenciler, tezsiz yüksek lisansın kaldırılması ve 4.
sınıfta da alınabilen pedagojik formasyon eğitiminin, kontenjan
kısıtlaması gerekçesiyle sadece 3. sınıfla sınırlı tutulması
yüzünden bu haklarını tamamen yitirdiler. Formasyon alabilmek
için 4. sınıfı bekleyen öğrencilere, formasyon alabilecekleri
söylenerek bir kâğıt imzalatıldı. Daha sonra bu eğitimin bir
yılda verilmesinin imkânsız olduğu, sağlıklı bir eğitim
olabilmesi için iki yıl gerektiği söylenerek öğrenciler
mağdur edildi.

Kaynak : www.kizilbayrak.net

29 Eylül 2010 Çarşamba

Kot kumlamada emsal dava

Kot kumlamada emsal
dava

ZONGULDAK (29.09.2010)- Kot kumlama işçisi Yılmaz
Dımır, yakalandığı silikozis hastalığı sonrası verdiği hukuk
mücadelesini kazandı. Dımır'a SGK tarafından iş göremezlik
maaşı bağlandı. Av. Ali Osman Odabaş, "Dava emsal teşkil
edecek" dedi.

Zonguldak'ın Çaycuma ilçesinden 1995'de gittiği
İstanbul'da 17 yaşından itibaren kot taşlama (kumlama) işinde
çalışan Yılmaz Dımır, kot taşlamada kullanılan silisyum
tozlarını uzun süre soluması sonucunda silikozis hastalağına
yakalandı.

Silikozis hastası olduğu belirlenen Dımır, işinden ayrılarak
memleketine döndü. Hiçbir sosyal güvencesi
olmadığından tedavisini sürdüremeyen Dımbır,
tanıdıklarının yönlendirmesiyle sosyal güvencesiz
çalıştığı yılların sigortalı sayılması için Avukat
Ali Osman Odabaş aracılığıyla Bakırköy 2. İş Mahkemesi'ne
2005'te dava açtı.

Mahkeme heyeti, Dımır'ın sosyal güvencesiz çalıştığı
yılların sigorta kapsamına alınmasına karar verdi.

Dava emsal teşkil edecek

Dımır'ın avukatı Ali Osman Odabaş, ETHA'ya yaptığı
açıklamada, dava sonucunda hastanelerin sağlık kurulu
raporlarıyla SGK'ya müracaatta bulunduklarını, kurumun 20 Ağustos
2010'da Dımır'ın kot taşlama işinde çalışırken yakalandığı
meslek hastalığı nedeniyle çalışma gücünün
yüzde 59'nu kaybettiği gerekçesiyle 565 lira sürekli iş
göremezlik geliri bağlanmasına karar verdiğini belirtti.

Av. Odabaş, şöyle dedi: "Yılmaz Dımır'ın sigortalı
olduğunu tespit ettirdik, meslek hastalığını tespit ettirdik.
Çalışma gücünde azalma olduğunu tespit ettirdik. Dava
sonucunda, SGK tarafından sürekli iş göremezlik maaşını
bağlanan Dımır, genç yaşta yakalandığı hastalık nedeniyle
verdiği hukuk mücadelesini kazanmıştır. Dava emsal teşkil
edecektir."

 

Kaynak : www.atilim.org

Çin'de Termik Santraller Tehlike Saçıyor

Çin'de Termik Santraller
Tehlike Saçıyor

Çin'de son sekiz yıldır neredeyse her
hafta yeni bir termik santral açılıyor. Yerleşim yerlerine yakın
mesafedeki santrallerin atıkları doğal hayata büyük zarar
veriyor.
 
Dünyanın hiç bir ülkesinde, Çin Halk Cumhuriyeti'nde
olduğu kadar kömür kullanılmıyor. Çin hala enerjisinin
yüzde 70'ini kömürden elde ediyor. Uluslararası kamuoyu,
sayısız termik santralin atmosfere saldığı karbondiyoksit emisyonu ile
ilgilenirken, Çin'de halk kömürün zararlı etkilerine
maruz kalıyor.


Rüzgarın savurdukları

Çin'in kuzeyindeki Chifeng köyü, termik santrallerin yol
açtığı tehlikelere maruz kalan yerleşim yerlerinden sadece bir
tanesi. Burada rüzgar ve fırtına her seferinde yeni bir toz
kütlesini beraberinde getiriyor. Chifeng köyünde toz
kümeleri, beyaz-gri bir kütle halinde evlerin, kırların,
hayvanların ve bitkilerin üzerini bir tabaka gibi kaplıyor.

Köyün sakinlerinden Han Shuhong adlı kadın, rüzgar
estiğinde her şeyin korkunç olduğunu belirtiyor. Rüzgar
çıktığında dışarıda durmanın mümkün olmadığını,
her şeyin tozla kaplandığını ifade ediyor.

Peki tozlar ve kömür külleri nereden geliyor? Tozlar,
köyün yakınındaki kömür külü tepelerinden
geliyor. Oraya da hemen yakındaki termik santralden ulaşıyor. Çin,
enerji ihtiyacını kömürle karşıladığı için,
kömür külleri sanayi atıkları listesinde en başta
geliyor.

Greenpeace takipte

Greenpeace'ın yaptığı bir araştırma sonucunda, Çin'de
geçtiğimiz sekiz yıl içinde her hafta yeni bir termik santral
kurulduğu ortaya çıktı. Greenpeace Çin'den Yang Ailun,
Çin'in her yıl yaklaşık 370 milyon ton kömür
ürettiğini belirterek, sözlerine şöyle
sürdürdü: "Bu miktar, Çin'in ürettiği ev
çöplerinden iki kat daha fazla, ya da her iki dakikada bir havuzu
doldurabilecek kadar, veya Pekin Olimpiyat yüzme havuzunu bir günde
doldurabilecek kadar."

Çin'in kuzeyinde kömür külleri, zaten verimini
kaybetmiş bölgeye ve sınırlı su kaynaklarına fazlasıyla zarar
veriyor. Kömür külleri zehirli olup, kurşun, kadmiyum ve
arsenik gibi ağır metaller içeriyor. Bu ağır metaller toprağa ve
içme suyuna karışarak, oradan da gıda maddelerine bulaşıyor.
/>

Geri dönüşüm yetersiz

Greenpeace Çin'de buna benzer 14 termik santralinde araştırma
yaptı. Ancak hiçbirinde küllerin, profesyonelce depolandığına
ya da imha edildiğine rastlanılmadı. Buna ek olarak bir de küllerin
toplandığı tepeler yerleşim yerlerine son derece yakın konumda. Oysa
Çin'de kömür küllerinin yaklaşık yüzde 60'ının
geri dönüştürülüp, tuğla ve asfalt olarak
değerlendirilebileceğine dikkat çekiliyor. Greenpeace Çin'den
Yang Ailun: "Geri dönüşüm oranları abartılıyor"
diyerek, devletin iddia ettiği gibi yüzde 60 oranında geri
dönüşüm yapılmadığını kaydetti.

Chifeng köyündeki Huan Yulan, zehirli küller nedeniyle hayvan
ölümleri yaşanıyor. Ve son zamanlarda birçok insan,
köylerinin bir geleceği olup olmadığını sormaya başladı.

 

Kaynak: Deutsche Welle
Türkçe

Avrupalılar Sokaklara Döküldü

Avrupalılar Sokaklara
Döküldü

AB ülkelerinden binlerce kişi, Brüksel'de
hükümetlerin kemer sıkma politikalarına karşı protesto
düzenliyor.

Avrupa'da bugün binlerce kişi hükümetlerin kemer sıkma
politikalarını protesto ediyor.

Belçika'nın başkenti Brüksel'deki yürüyüşe
Avrupa Birliği ülkelerinden 100 bin kişinin katılması bekleniyor.
/>

Avrupa Sendikalar Konfederasyonu, Brüksel'deki
yürüyüşün son yıllardaki en büyük protesto
gösterisi olacağını söylüyor.

İspanya'da sosyalist hükümetin hazırladığı ve parlamentodan
geçen iş reformunu protesto için 24 saatlik genel grev var.
Malların sevkiyatı ve ulaşımda aksamalar yaşanıyor.

Borç kriziyle mücadele eden Yunanistan'da da sağlık,
ulaştırma ve telekomünikasyon çalışanları iş bırakma
eylemine gitti.

Diğer Avrupa başkentlerinde de gösteriler düzenlenmesi
bekleniyor.

Küresel kriz nedeniyle Avrupa'da milyonlarca kişi işsiz
kalmıştı.

Hükümetlerin kemer sıkma politikaları sonucu, milyonlarca
kişinin daha işsizler ordusuna katılacağı
öngörülüyor.


Kaynak: Ntvmsnbc

Aslında Bu 4. Köprü

Aslında Bu 4.
Köprü

1/100.000 ölçekli İstanbul Çevre
Düzeni Planı'nda 3. köprü projesinin yapımına olanak
sağlamak için yapılan plan notları değişikliği ile 3.
köprünün çevre ve bağlantı yollarını
düzenleyen 1/25.000 ölçekli Kuzey Marmara Otoyolu planı
için itiraz süresi 1 Ekim Cuma günü doluyor. Meslek
odaları önümüzdeki günlerde planlara ayrı ayrı itiraz
edecekler, itirazların kabul edilmemesi halinde odalar toplu olarak 3.
köprü projesinin yürütmesinin durdurulması ve iptali
istemi ile idare mahkemesine başvuracaklar. 1 Eylül günü
askıya çıkan planlara İstanbullular da bireysel olarak itirazda
bulunabilecek.

Bireysel itirazlar için

Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi yöneticileri, bireysel
itirazlar için 3 adet örnek dilekçe hazırladı. 3.
köprüyü istemeyen yurttaşlar seçtikleri
dilekçeyi bireysel olarak 1 Ekim'e dek
Saraçhane'deki İstanbul Büyüksehir
Belediyesi'nin Yazı İşleri Müdürlüğü'ne
verebilirler. İtiraz dilekçeleri odanın www.spo.org.tr adresinden
bulunabilir.

Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi, önümüzdeki
sürecin en sıcak gündem maddelerinden biri olacak 3.
köprü ile ilgili bir değerlendirme raporu da hazırladı. Raporda,
hiçbir temel soruna çözüm üretmeyen 3.
köprünün aslında İstanbul'u derinden etkileyecek
birden çok yeni köprü senaryolarının bir parçası
olduğu vurgulandı.

3. köprü için daha önce açıklanan ve sonra
vazgeçilen Tarabya-Beykoz güzergâhı ile yapımına karar
verilen Garipçe-Poyrazköy güzergâhlarının birbirini
tamamlayacak ardıl köprü projeleri olduğunun savunulduğu
anımsatıldı. Garipçe-Poyrazköy güzergâhının
açıklanmasıyla birlikte Tarabya-Beykoz arasındaki 4.
köprünün ilk adımının da atıldığı belirtildi. 

Eylem cumartesi

3. köprünün yapılması halinde kesilecek 2 milyon ağacı
kurtarmak, projeyi durdurmak için Yeşiller Partisi tarafından
örgütlenen insan zinciri eylemi de 2 Ekim Cumartesi günü
saat 20.00'de gerçekleştirilecek. Bir saat boyunca
Boğaziçi'nde mumlarla gerçekleştirilecek eyleme
aydınların ve sanatçıların da destek vermesi bekleniyor.

 

Kaynak: Cumhuriyet

Buradan İyi Otel Olur

Buradan İyi Otel
Olur

AKP Hükümetinin
özelleştirmeyi nasıl alışkanlık hale getirdiğinin en güzel
örneği okulların satılması.


AKP Hükümetinin özelleştirmeyi nasıl alışkanlık hale
getirdiğinin en güzel örneği okulların satılması. Geçen
yıl gündeme gelmesinin ardından sıkça tartışılan
okulların satılması düşüncesinden hâlâ
vazgeçilmedi.
Şimdi ise hedefte Taksim Ticaret Meslek Lisesi var. Okul bu yıl 700
başvuruya rağmen hiç öğrenci almadı. Her yıl yaklaşık 400
öğrenci alan lisenin kademeli olarak kapatılmasına karar verildi.
Daha önce bir kapatma kararı müfettişin verdiği rapor
doğrultusunda geri püskürtülmüştü. Beyoğlu
Kaymakamı, Beyoğlu Belediye Başkanı, Beyoğlu İlçe Milli Eğitim
Müdürü, Taksim Ticaret Meslek Lisesi Müdürü,
Milli Eğitim Müfettişleri'nin aldığı karar doğrultusunda bu
yıl okula öğrenci alınmadı.
OKUL TARİHİ YARIMADA'YI GÖRÜYOR
Taksim Ticaret Meslek Lisesi 15 yıldır eğitim veriyor. Kapatılmasındaki
asıl amacın ne olduğu şu cümlelerde gizli: "Taksim Ticaret
Meslek Lisesi Taksim Meydanı'na 200 metre mesafede, Tarihi
Yarımada'yı gören, Haliç manzaralı bir mevkide yer
almakta. Osmanlı İmparatorluğu döneminde av köşkü olarak
hizmet veren yapının kat yüksekliği yaklaşık 6 metre,
bütün idare odalarında şömine mevcut. Ödenek
yetersizliği nedeniyle bakımsız fakat bu bakımsız haliyle bile göz
alıcı bir ihtişama sahip. Yapıya herhangi bir nedenle yolu düşen
kişilerin en sık söylediği cümle 'Buradan ne güzel
otel olur."
Böylesi muhteşem bir yapının okul olarak kullanılmasını herkes
içine sindiremiyor tabii ki. İşte bu yüzden okulun
kapatılması için çeşitli bahaneler üretiyorlar.
İÇİ BOŞ İDDİALAR
Okulun kapatılmasını isteyenler Beyoğlu'nun Taksim Ticaret Meslek
Lisesine ihtiyacı olmadığını, barların arasında okul olamayacağını,
ilköğretim okuluna ihtiyacın daha çok olduğunu, ilçe
dışından öğrencilerin geldiğini iddia ediyorlar.
Bu iddialara yanıtı ise okulu ve bölgeyi iyi bilen bir öğretmen
şu sözlerle yanıtlıyor: "1300 öğrencinin varlığı
ihtiyaç olduğunu göstermektedir. Sn Pusen Lisesi, Ermeni
Lisesi, Atatürk Anadolu Lisesi, Taksim İÖO, TÖMER,
Galatasaray Lisesi ile zilleri birbirine karışmaktadır, belli ki aynı
sokaktadır. Onlar oluyor da Taksim Ticaret Meslek Lisesi olmuyor.
Firuzağa İÖO gibi çok yakın bir okul, öğrenci
bulamamaktadır. İyi bir planlama ile Taksim İÖO'daki
öğrenci yoğunluğu azaltılıp sorun ortadan kaldırılabilir. Kaldı
ki bu sorunun çözümü için Taksim Ticaret Meslek
Lisesi kapatılarak ikinci bir sorun ortaya çıkarılması akıllı
bir yol değildir. Bu görüş doğru değildir.
Çünkü öğrencilerin yüzde 80'i ilçe
içinden özellikle Tarlabaşı'ndadır. Kaldı ki öyle
bile olsa bu durum Taksim Ticaret Meslek Lisesinin kapatılması için
yeterli değildir."
Şimdi Taksim Ticaret Meslek Lisesinin kapatılmaması için söz
veli ve öğrencilerde. Yarın okulun önünde Okuluma Dokunma
İnisiyatifi saat 13.30'da eylem yapacak. Seslerini duyurabilirlerse
okullarının kapanmasını engelleyecekler. (İstanbul/EVRENSEL)
ÇOCUKLAR SOKAĞA YÖNELECEK

TAKSİM Ticaret Meslek Lisesi, göç mağduru ailelerin,
boşanmış anne babaların, düzenli bir gelirden, sosyal
güvenceden, insanca yaşamak için gerekli olan asgari
koşullardan mahrum çocukların okuduğu bir okul.
Taksim Ticaret Meslek Lisesine giren öğrencilerin büyük
çoğunluğu başka okullara girecek diploma notunu tutturamayan
öğrenciler.
Ayrıca bu öğrenciler ikili eğitimin yapılmasının avantajı ile
yarım günlerini de Taksim'deki işyerlerinde (Garson, Kurye,
Barmen ,Tezgahtar…) çalışıp aile geçimine katkı
sağlıyor.
Taksim Ticaret Meslek Lisesi kapatılacak. Bürokrasi böyle
emrediyor. Sokağa zaten yabancı olmayan, küçük yaşlardan
itibaren çalışarak para kazanan bu çocuklar, en riskli yaş
döneminde, ergenliklerinde, tekrar sokağa itilecekler.
Önümüzdeki yıllarda Beyoğlu çevresinde yaşanacak
adli vakalarda ciddi bir artış olması kimseyi şaşırtmamalı. Bu
çocuklar ona zorlanıyorlar.

 Kaynak : www.evrensel.net

Göbek attıran `açılım` unutuldu

Göbek attıran `açılım`
unutuldu

Selendi'de linç girişimiyle karşılaşıp
Salihli'ye sürülen 21 Roman aile paramparça... Kira
yardımı kesildi. Babalara iş, çocuklara okul sözü
unutuldu. Çocuklar kışa çadırda giriyor. Sürgün
sonrası Selendi'deki dostlarına Radikal aracılığıyla selam yollayan
Süleyman Koca üzüntüden felç oldu

"Okullar açıldı mı? Açıldığını senden
öğrendim. İki kızımı da gönderemeyeceğim. Antalya'ya
sera işine gidiyorum. 'Seracılıkta iş var' dediler.
Üç çocuğum ve eşimle gideceğim, nerede kalırım,
nerede yaşarım bilmiyorum. Gidip göreceğiz. Burada kalıp ne
yapalım?" Bir zamanlar Manisa Selendi'de huzur içinde
yaşayan Roman vatandaşlardan Yaşar Koca, sürgün sonrası
geldikleri durumu bu cümlelerle özetliyor.
Sürüldükleri Salihli'de devlet kira yardımını
bırakınca ortada kalakaldılar. Kimi çadıra çıktı, kimi
bir akrabasına sığındı. Selendi'den sürülen 21 Roman
aile darmadağın oldu.

Selendi'de bir yılbaşı gecesi başlayan ve kısa süre sonra
linç girişimine dönüşen Romanların sürgün
hikâyesi, dram halini aldı. Sürülen 21 aile önce
Gördes'e sığındı. Ardından valiliğin olaya el atmasıyla
Salihli'ye yerleştirildi. Ailelere yardım ve prefabrik evler vaat
edildi. Ancak şu anda dağılmış olan ailelerin çoğu sokakta
kalıyor.

Beş kişilik bir ailenin reisi Burhan Uçkun, olayların
merkezindeydi. Selendi'deki ilk tartışma Burhan ile kahvehanedekiler
arasında başlamıştı. Burhan, kendisine Roman olduğu için
çay verilmediğini iddia ediyor, kahvehane işletmecisi ise yasak
olmasına rağmen Burhan'ın sigara içtiğini
söylüyordu. Bu olay, linç girişimine kadar uzanmıştı.
/>

Uçkun, Salihli'deki bu çadıra uzanan hikâyesini
şöyle anlatıyor:
"Bir yıl kira sözü verdiler, altı ayda verilmez oldu. Kira
200 TL. Paramız olsa çıkmazdık. Kula'da asfaltın yan
tarafına çadır kurduk. Nevresim takılarından çadır
yaptık. Üç küçük çocuğum var.
Üşüyoruz ama başka çare yok. Hurda işi yapıyorum.
Kilosunu 30 kuruştan veriyorum."

'Tütün kırdık, üzüm kestik...'

Tuncay Koca ise Salihli'deki evini 14 Temmuz'da boşaltmak
zorunda kalmış:

"Ev sahibi 'Oturmak isterseniz kiranızı kendiniz
ödeyeceksiniz' dedi. Topluca valiliğe ve kaymakamlığa
dilekçe verdik. Kabul etmediler. Salihli'ye gittiğimizde
prefabrik ev yapılacağını söylemişlerdi. Sonra kiralık ev
buldular. 'Bir yıl kiralar ödenecek, elektrik, su paraları
verilecek' denilmişti. İki -üç aileyi bir eve koydular.
TOKİ'den ev yapacaklarını da söylemişlerdi. Manisa'nın
Selimşahlar kasabasında yapılacağını söylediler. 'Oraya
gitmek ister misiniz?' diye sorup bir de kâğıt imzalattılar.
Ondan da ses çıkmadı."

Kiralarının 300 TL olduğunu belirten Koca, "Bunu
ödeyemezdik. 11 kişi bir evde yaşıyorduk. Üç aile hep
birlikte Uşak Eşme'de tütün kırdık.
Günlüğüne 15 TL verdiler. Çadır kurduk.
Tütünden sonra Alaşehir'e üzüm kesmeye gittik.
Babam felç olunca geldik. Nevresimlerden yaptığımız
çadırda yaşıyoruz. Naylon örtüyoruz ama yine de su
geçiriyor. Her çadırda dört-beş kişi var"
diyor.

Tuncay Koca'nın babası Süleyman Koca, Selendi'ye
yerleşen en eski Romanlardandı. 35 yıl Selendililerle barış
içinde yaşamıştı. Radikal'in daha önce duyurduğu
haberlerde, Selendi'deki arkadaşı Tamirci Kemal'e selam
gönderen Süleyman Koca'nın durumu ayrı bir dram.
Sürgünden sonra geldikleri Salihli'de üzüm kesmeye
gidememişti. Çünkü üzüm işine götüren
kâhyalar yaşlı olduğundan seçmiyordu. Eskiden
Selendi'de minibüsünde zücaciye işi yapıyordu.
Olaylar sırasında minibüsü yakılmıştı. Artık
çalışamadığı için çok üzülüyordu.
Ramazan Bayramı'nda felç geçirdi. Bir bacağı ve bir
kolu tutmuyor.

Nevrigül arkadaşlarını özlüyor

Çadır ahalisinden Nevrigül'ün aklı ise
Selendi'de bıraktığı okulunda:

"Karnemin hepsi beş. Gizem, Asya, Sinem, Beyza vardı. Hepsini
çok özlüyorum. Öğretmenim 'Senin gibi
üç öğrencim olsa yeter' diyordu. Okula gitmek
istiyorum. "

Yaşar Koca'nın en küçük oğlu Hakan.
Selendi'den ilk Gördes'e sürüldüklerinde
Hakan geride kalan güvercinini özlediğini söylemişti. Hakan
şimdi okul çağına geldi ancak onun da okul hayali şimdilik sadece
hayal.

Sepetçi ailesi için kiralanan ev ise Salihli'de
meydana gelen selden etkilenmişti. Sepetçi ailesinin kira
süresi üç ay uzatıldı. Ancak verilen süre de 10
gün sonra dolacak. Seyfettin Sepetçi kara kara
düşünüyor:

"Yazın mevsimlik işçi olarak iyi kötü
çalıştık. Karnımızı doyurduk. Gidecek yerimiz yok. Paramız
yok. Evden çık dediler."

Göbek attıran açılım unutuldu

Selendi'deki olayların ardından sürülen 21 aileye
çok sözler verilmişti.

Manisa Valisi Celalettin Güvenç, "Romanlara 20 adet
prefabrik ev kurulacak. Kendilerine iş, çocuklarına okul
imkânı sağlanacak. Kızılay Romanlar için 12'şer
metrekarelik PVC evlerden kuracak. İçlerinde portatif masa,
sandalyelerle çatal, bıçak, yatak, battaniye olacak"
demişti.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer,
geçen yıl Manisa'ya gönderilen 10 milyon TL'lik
ödeneğin bu yıl biraz arttırılacağını söylemişti:

"Hükümet olarak insanlarımızı mağdur etmeyeceğimizi
defalarca söyledik. Sosyal huzuru korumak için elimizden geleni
yapıyoruz. Romanlar'la ilgili sorunların da diyalog içinde
çözüldüğünü biliyorum. İşse iş, aşsa
aş vermeye hazırız."

Başbakan Recep Tayip Erdoğan da İstanbul'da Romanların
göbek attığı sevinç gösterileri arasında
gerçekleştirilen Roman Açılımı'nda TOKİ'den
toplu konut projesi sözü vermişti:

"Ben artık Roman kardeşimi çadırlarda, derme çatma
binalarda görmek istemiyorum. Konutları ayda 100 lira taksitle 20 yıl
vadeyle vereceğiz."

 

Kaynak : www.radikal.om.tr

KESK TAYAD'a saldırıyı kınadı

KESK TAYAD'a saldırıyı
kınadı

KESK Genel Sekreteri Emirali Şimşek'in TAYAD
üyelerine yönelik Bolu'da yapılan linç girişimine ilişkin
basın açıklaması: Örgütlenmiş ve
yönlendirilmiş bazı kesimler ne zaman toplumsal sorunlar ve
çözümlerine ilişkin bir tartışma ortamı oluşsa bunu
bozmaya yönelik saldırı girişimlerinde bulunmaktalar. Bu kesimler
harekete geçirdikleri maşalar aracılığıyla toplumsal gerilimi
yeniden tırmandırarak milliyetçi ve şövenist havayı
süreklileştirmek istiyorlar.
Şundan da eminiz ki, linç girişimleri en büyük cesareti
güvenlik güçlerinin seyreden, hatta kimi zaman birlikte
hareket eden yaklaşımından almaktadırlar. Polis adeta saldırganları
devleti koruyan milis güçler olarak görmektedir. Öyle
ki, saldırganları yakalayıp adalet önüne çıkartmak
yerine başlarını okşayarak "tepkinizi gösterdiniz, bu kadar
yeter" diyerek evlerine göndermeyi politika haline getirmiştir.
Tüm linç saldırılarının ortak özelliği saldırıya
uğrayanların bir de polis yönelimiyle karşılaşmasıdır. Nitekim
son yıllarda yaşanan bu tür saldırılarda ya saldırganların
yakalanmaması ya da yakalananların yargılanmalarında bir ceza almamış
olmaları linç zemininin sürekli canlı kalmasına neden
olmaktadır.
TAYAD üyelerinin cezaevlerinde yaşanan sorunları dile getirmek
amacıyla başlattıkları Ankara yürüyüşüne 25
Eylül Cumartesi Bolu'da yapılan saldırıyı şiddetle kınıyor,
protesto ediyoruz. İfade ve gösteri özgürlüğü
önünki yasal engellerle birlikte fiili engelleri de kaldırmak
devletin görevidir. Hükümet gerekli önlemleri almadığı
takdirde ortaya çıkan tablonun sorumlusu olacaktır.
 

Kaynak: kesk.org.tr

28 Eylül 2010 Salı

"Devrimci Karargah İle İlgili Tek Soru Sorulmadı"

"Devrimci Karargah İle
İlgili Tek Soru Sorulmadı"

SDP Genel Başkanı Rıdvan Turan'ın
da aralarında bulunduğu 17 kişinin gözaltına alındığı
günlerde henüz ifadeler dahi alınmamışken bazı medya
organlarında, "Emniyette şok görüntüler",
"Devrimci karargâh'ın bağlantıları
çözüldü'' gibi iddialar yer aldı. Turan'la birlikte 13
kişi aynı iddia ile tutuklanırken, soruşturmada "illegal
faaliyet" diye yöneltilen soruların tamamının SDP'nin eylem ve
etkinlikleri olduğu, söz konusu 'Devrimci karargâh
örgüt' ile ilgili tek bir soru yönetilmediği ortaya
çıktı.

21 Eylül'de İstanbul Emniyet Müdürlüğü
Terörle Mücadele Şube polisleri tarafından SDP Genel Başkanı
Rıdvan Turan ve TÖP Sözcüsü Oğuzhan Kayserilioğlu'nun
evlerinin de aralarında bulunduğu İstanbul, Ankara ve Bursa'da
birçok adrese yapılan eş zamanlı baskınlarla 17 kişi
gözaltına alınmıştı. Gözaltıların başladığı ilk
saatlerden itibaren özellikle AKP'ye yakınlığı ile bilinen medya
organlarında ''Devrimci Karargâh operasyonu'' olarak belirtildi ve
çeşitli iddialara yer verildi. Henüz ifadelerin daha alınmaya
başlamadığı saatlerde özellikle Samanyolu tv ve Zaman Gazetesi,
"Emniyet'ten şok görüntüler" ve " soruşturma
derinleştirildiğinde örgütün illegal faaliyetlerini legal
platformda maskelemek için SDP çatısı altında faaliyet
yürüttüğü tespit edildi" başlıklı haberlerle
gözaltına alınanların AKP il binasına düzenlenen bombalı
saldırıyla ilişkilendirmekten geri durmadı. Bir başka iddia ise
gözaltında bulunan Necdet Kılıç'ın eski Eskişehir Emniyet
Müdürü Hanifi Avcı ile ilişkide olduğu yönündeki
iddialardı.

DOSYA YANDAŞ MEDYADA
'Gizlilik' kararı alınarak mahkemeye sevk edilen Turan ve
Kayserilioğlu'nun da bulunduğu 13 kişi "Örgüt
üyesi" olduğu iddiasıyla tutuklandı. Son dönemlerde bazı
basın yayın organlarının yargıdan daha fazla bilgiye sahip olduğunu ve
dosyayı avukatlar görmeden televizyonların yayınladığı kaydeden
SDP Genel Başkanı Rıdvan Turan'ın avukatı Gülizer Tuncer yapılan
haberlerin gerçekten tamamen uzak ve kirli bir propaganda
amaçlı yapıldığını ifade etti. KCK adı altında Kürt
siyasetçilere yönelik başlatılan hukuka aykırı
operasyonların ardından SDP ve TÖP'e yönelik yapılan operasyonun
da yasal zeminde faaliyet gösteren siyasi parti, platform sendika
yöneticilerini sindirmeye yönelik olduğunu kaydeden Tuncer, bazı
basın kuruluşlarının misyonunun bu olduğu görüşünde.
Tuncer, soruşturma dosyasında gizlilik kararı bulunmasına rağmen
basının bu tür haberleri nasıl servis ettiğinin ise
düşündürücü olduğunu belirtti.

Tuncer; "Bu güne kadar hiçbir evrak elimize geçmedi.
Hatta hazır bulunduğumuz emniyet ifadelerinin tutanakları dahi bize
verilmedi. Gizlilik kararı bize verilmedi. Yani tarih ve karar numarasını
bilemediğimiz bir gizlilik kararına itiraz etmek durumunda kaldık. Fakat
daha operasyon başlar başlamaz basına bu gerçek dışı bilgiler
niye verildi ona bakmak lazım" diye konuştu. ''Devrimci
karargâh' ilişkisini temellendirecek hiçbir somut delilinin
bulunmadığını kaydeden Tuncer, yapılan operasyonun ve ardından yapılan
haberlerin Kürt hareketi ve sosyalistlerin birlikteliğini engellemeye
çalışmak olduğunu söyledi. Toplumsal muhalefeti
"terör örgütü'' ilan etme amacı da taşıyan bu
tür haberlerin bir diğer hedefinin ise toplumda kendisini devrimci,
sosyalist olarak tanımlayanların 'güvenilmez' ve 'derin devlet'le
ilişkili gibi göstermek olduğunu belirten Tuncer, "Hedeflenen
hiçbir aleyhe somut delil olmaksızın bütün bu toplumsal
muhalefeti tek bir örgüt çatısı altında toparlayıp
hepsine " terör örgütü" diye suçlamayı
amaçlayan bir yaklaşımdır" dedi.

DEVRİMCİ KARARGAH SORULMAMIŞ
Yapılan operasyon ve ardından basında çıkan 'Devrimci Karargah
bağlantıları' ilişkin ise müvekkillerine hiçbir soru
yöneltilmediğini açıklayan Tuncer; "Yasadışı
örgüt dosyalarında hazırlık aşamasında şüphelilere en
azından yasadışı bir örgüte üye oldukları iddia edilirse
bu örgüte ne zaman katıldıkları, kimlerle ilişkide oldukları
gibi sorular sorulur.Bura da böylesi bir ilişkilendirme söz konusu
olsa da hiçbir müvekkilime böylesi bir soru
yöneltilmedi, yöneltilemezde zaten. Yasal parti
çalışanlarının, açık alanda faaliyet
yürütenlerin sürekli olarak idari ve yargısal denetime tabi
bir partinin temsilcilerinin zaten silahlı bir örgütle ilişkisi
olamaz. Bu illegali tenin kurallarına da aykırıdır. Dolayısıyla
müvekkillerimizin hiçbirisine hiçbir şekilde 'Devrimci
Karargâh örgütüne ne zaman girdiniz?' 'Kimlerle ilişki
içerisindesiniz?' 'Hangi tür faaliyetlere katıldınız?'
şeklinde bir soru yöneltilmemiştir" dedi. Tuncer, bu konuda
müvekkillerine yöneltilen tek orunun Bostancı'daki olayın
ardından polis operasyonuna ilişkin gerçekleştirilen basın
açıklamasına neden katıldıkları yönünde olduğunu
aktardı. Sorguda bunun dışında oldukça komik sorularla karşı
karşıya kaldıklarını kaydeden Tuncer, "Müvekkilim Turan bir
parti başkanı partili arkadaşlarıyla neden yemeğe çıktığı
gibi absürt sorular sorulmuştur" diye kaydetti.

KILIÇ VE AVCI

Basına yansıyan ve eski Eskişehir Emniyet Müdürü Hanifi
Avcı ile tutuklanan Necdet Kılıç arasında ilişki olduğuna dair
iddialara ilişkin ise Tuncer, "Kılıç SDP üyesi değil,
yıllar önce Kurtuluş davasında tutuklanmış ve tutuklayan kişi
Avcı'nın kendisidir. 1997 yılında Aktüel dergisi, 12 Eylül'de
sol örgüt davalarından yargılanan ve aralarında Necdet
Kılıç'ın da bulunduğu altı kişiyi darbe günlerinde
işkencelerine katılan Hanefi Avcı'yla bir araya getirmiş. Mersin'de
yapılan buluşmada Hanefi Avcı, altı kişiden, yaptığı işkenceler
nedeniyle özür dilemişti. SDP ile doğrudan bir ilişki burada
söz konusu değil. Kılıç ve Avcı'nın bu tanışıklığı
üzerinden senaryoyu hazırlayan basın Kılıç'ın Devrimci
Karargâh üyesi olduğu ve Avcı ile tanışıklığından
hareketle derin devletle ilişkide bulunduğu ve bunun üzerinden de
SDP'ninde benzer ilişkilerin içinde olduğu izlenimi yaratmaktadır.
Ancak bunlar maddi temeli olmayan kara propaganda" diye konuştu.

Tuncer son olarak, ilk günden itibaren hayali senaryolarla yayın yapan
kuruluşlar hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını
söyledi.

Kaynak: birgun.net

Modern Kölelik Örneği: Ortadoğu’da Ev Hizmetlileri

Modern Kölelik Örneği:
Ortadoğu'da Ev Hizmetlileri

Suudi Arabistan ve Ortadoğu
özellikle Türkiye'nin Hatay, Adana gibi güney şehirlerinden
emekçilerin göçüne uğruyor. Gurbetteki bu
emekçilerin yaşamı Avrupa'dakilerden biraz daha zor
çünkü Avrupa'dakilerin yaşadığı zorluklara ek olarak, bu
bölgelere gidenleri "kefil" adı verilen modern kölelik
gerçeği ve feodal, dini toplumun getirdiği zorluklar ve baskılar
karşılıyor. Bölgede en ağır çalışma ve yaşam
koşullarına sahip olanlar ise, daha doğudaki ülkelerden gelerek ev
hizmetlisi olarak çalışan kesimler.

Örneğin Suudi Arabistan'da
ev hizmetlisi olan Lahanda Purage Ariyawathie'nin Suudi patronu ve karısı
tarafından vücudunun en az 24 yerinden çivi ve iğne ile
şişlenmesi olağandışı bir acımasızlık örneği olsa da
Ortadoğu'da ev hizmetlilerinin suistimali çok sıradan bir durum. Son
İnsan Hakları İzleme Raporu'na göre, Asya ve Ortadoğu'daki
milyonlarca ev hizmetlisi suistimale, şiddete ve insanlık dışı
çalışma koşullarına maruz kalıyor. Bu hizmetlilerin
çoğunluğu Asya ve Afrika ülkeleri, Filipinler, Nepal,
Endonezya, Sri Lanka ve Etiyopya'dan getirilip; Suudi Arabistan,
Ürdün, Kuveyt, Lübnan, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri,
Malezya ve Singapur'a götürülüyor.
 
Ev hizmetlisi olarak
çalışmak üzere göç edenlerin yaklaşık 1.5 milyonu
Suudi Arabistan'da, 660 bini Kuveyt'te ve 200 bini Lübnan'da
çalıştırılıyor. Çalışma saatleri oldukça uzun,
getirisi ise az miktarda yiyecekten ibaret, mola yok ve ücret –
eğer verilirse tabii, genellikle verilmiyor – ülkedeki en
düşük maaşın çok daha azı oluyor. New York merkezli
İnsan Hakları İzleme Grubu'nun (HRW) belirttiğine göre, Ocak
2007-Ağustos 2008 tarihleri arasında, Lübnan'da haftada en az bir ev
hizmetlisi hayatını kaybetti. Bu ölümlerin yarısı intihar
şeklindeyken, intihar kapsamında sayılan bazı ölümler
patronlarından kaçmaya çalışırken yüksek binalardan
düşme sonucu gerçekleşti. Kötü muamele çok
yaygın... Filipinler, Etiyopya ve Nepal; vatandaşlarına Lübnan'a ev
hizmetlisi olarak çalışmaya gitmeyi yasakladı, ne var ki bu gibi
yasakların yoksulluk karşısında pek etkisi olmuyor.
 
Bir milyondan fazla Sri Lankalı -
kabaca her 19 Sri Lanka vatandaşından 1'i - şu an yurtdışında
çalışıyor ve yaklaşık olarak 600 bini ev hizmetlisi...
Çoğunluğun ortak istikameti olan Suudi Arabistan'da, Sri Lanka'ya
"hizmetçiler ülkesi" deniyor. 
color="#000000">Her yıl körfezden dönüş yapan 100 bin Sri
Lankalı kadının %15 ila %20'si, maaşlarının ödenmemesi,
yasadışı insan kaçakçılığı ya da fuhuş gibi
suistimallerle karşılaşıyor. Yüzlercesi tecavüzler sonucu
hamile kalarak çocuk doğuruyor; yakın zamanda değişikliğe
uğrayan Sri Lanka Anayasası'na göre, tecavüz sonucu doğan
çocuklar babaları yabancı olduğu için vatansız
sayılıyorlar. Her yıl 100'den fazla kadının ülkesine cansız bedeni
dönüyor. Sri Lankalı kadınlar yerel
aracılar tarafından zenginlik vaadiyle ülke dışındaki işler
için denizaşırı çalışmak üzere işe alınıyorlar.
Yerel aracıya bir ücret - 500$'a kadar, burası için
oldukça yüksek bir miktar - ödenmesi gerekiyor. Bazıları,
patronları maaşlarını ödemediği takdirde, gelecekte ülkelerine
dönmelerine engel olacak borçlar altına giriyorlar.

 
İşçi
göçü zincirinin diğer tarafında düzensiz - ve
yüksek kazançlı - bir endüstriyi oluşturan Lübnanlı
aracı şirketler bulunuyor. Lübnanlı aileler, aylık maaşı 100$ ila
150$ arasında değişen Sri Lankalı ev hizmetlilerini 1500$ ila 3000$
maliyetle "satın" alabiliyorlar. Aracı şirket, hizmetlinin
patronunun yanında iki veya üç yıl çalışacağını
taahhüt eden bir sözleşme hazırlıyor. Sözleşme ve
görüşme Arapça yapıldığından Sri Lankalı kadınlar
hangi koşullarda çalışmayı taahhüt ettiklerini çok az
anlayabiliyorlar. Aracı şirket tarafından sözleşme ile garanti
edilen sorumluluklar üç ay sonra ortadan kalkıyor. Sorunları
işveren ve çalışan halletmek zorunda kalıyor. Memnuniyetsiz bir
işveren çalışanını aracı şirkete geri getirirse,
çalışan çoğunlukla "itaatkârlığı"
öğrenmesi için dövülüyor.
 
Başlangıçtaki
üç aylık dönem sonrasında işveren, köleden
tamamıyla sorumlu duruma geliyor. Eğer kadın işi bırakırsa, işveren
bunu yatırım kaybı olarak algılıyor. Bu nedenden dolayı, bazı
işverenler Sri Lankalı hizmetlilerini eve kilitleyebiliyor, pasaportlarına
el koyarak seyahat etme özgürlüklerini kontrol altına
alabiliyorlar. Avukat Mirealla Abdel Sater "Birini kilitli tutmak onu
hapsetmektir" diyerek bu durumu protesto ediyor. "İnsanların
pasaportlarına el koyarak kendi iradeleri dışında çalışmaya
zorlamak yasal değildir. Bir ev hizmetlisi işi bırakmakta
özgürdür. Eğer ortada bir sözleşme ihlali varsa,
görüşmelere girişilebilir. Fakat işverenin kesinlikle
çalışanın iradesi dışında kendisini alıkoymaya hakkı
yoktur" diyor.
 
Polis Sri Lankalı kadınlara
kötü niyetli işverenlerden kaçma konusunda yardımcı
olmuyor. Bazı polis memurları kendilerinden yardım isteyen yabancı bir
kadını koruma konusunda, bariz bir şekilde ırkçılık
gösteriyorlar. "Patronunun tecavüz ettiği Sri Lankalı bir
kadının davasına bakmıştım" diyor Abdel Sater. "Onu hemen
polise yolladım. Oraya vardığında, patronunun hırsızlık
suçlaması nedeniyle polislerin kendisini tutuklamak için emir
aldığını öğrendi. Sözüm ona suçlama kendisi
karakola varmadan saatlerce önce yapılmıştı. Patronunun
suçlama için bu kadar çabuk başvurması ise aslında
imkânsız. Kendi başvurusunu önce yapılmış gibi göstermek
amacıyla raporun saatini değiştirmesi için polise rüşvet
verdiğinden şüpheleniyorum."
 
Abdel Sater polisin
ihmalkârlığı ile ilgili de bazı davalara baktığını belirtti:
"Örselenmiş ve dövülmüş olan kadınlar genellikle
patronlarına geri yollanıyorlar. Müvekkilim olan bir ev hizmetlisi
kanamalı bir halde kaçarak polise sığınmıştı. Kendisini geri
götürüp, patronuna hizmetlisini dövmeyi bırakmasını
söylemişler. Polis gider gitmez patron, kadının kafasını defalarca
duvardan duvara vurdu. Müvekkilim çaresizlik içinde
kendini balkondan aşağı attı, fakat hayatta kaldı. Komşular onu
buldular ve bana haber verdiler. Şu an kafatası çatlamış durumda
ve hafıza kaybı yaşıyor. Polisin onu geri yollamaya hakkı yok –
onu korumak polislerin göreviydi!"
 
27 yaşındaki Siriani P. ailesini
yoksulluğa karşı korumak için umutsuz bir girişimle Beyrut'a
gelmişti. Sadece 10 ay sonra, bulabildiği ilk fırsatta patronlarından
kaçtı. Bir taksiye atladı, çıldırmış bir halde yardım
arıyordu. Bildiği birkaç İngilizce kelimeyi kullanarak
"Elçilik, Sri Lanka elçiliği" dedi taksiciye.
Sonuçsuz bir şekilde elçiliği aradıktan sonra, Siriani
gözyaşları içinde Hamra sokaklarında dolanmayı bırakarak eve
geri döndü. "Hanımının" kendisini
saçlarından tutarak duvardan duvara vurmasıyla oluşan şişliklere,
boynunda bıraktığı kırmızı lekelere dokunuyordu. Paralanmış
elbiselerini toparlamaya çalışırken, hıçkırarak
hanımının kendisini iç çamaşırlarına kadar soyarak,
cılız bedenine vuruşunu hatırladı. Siriani'nin elleri bağlıydı ve
kendini koruyamıyordu. Yere fırlatılıp defalarca ayaklar altında
çiğnendiğinde acı katlanılmaz bir hal almaya başlamıştı.
"Kendimi 9. kattan atmayı istedim! Bu şekilde devam etmesindense
ölmeyi tercih ederim."
 
Siriani'nin kilosu Lübnan'a
geldikten bu yana feci şekilde azaldı. Sabah 4:00'te kalkıyor ve 17:00'den
önce yemek yemesine izin verilmiyordu. Aile şişelenmiş su
içerken, kendisinin yetersiz besinlerin yanında, sadece
arıtılmamış musluk suyu içmesine izin veriliyordu. Bütün
gün içeride kilitli tutuluyor ve yardım araması engelleniyordu.
 
27 yaşındaki Malika K.
bütün boş zamanını kardeşini arayarak geçiriyor.
Damica'yı Lübnan'a getiren aracı şirket onu nereye bıraktığını
söylemeyi reddediyor. Damica, Beyrut'a vardıktan sonraki 11 ay
içinde perişan annesine sadece bir mektup yazabildi. Onda da
dayaktan, açlıktan ve hapsedilmekten söz etti. Malika'nın
korkuları nedensiz değil, çünkü haber alınamayan kardeşi
ölmüş olabilir.
 
Yukarıda yazılanlar buz
dağının sadece görünen yüzünü oluşturuyor.
Modern zamanlarda köleliğin farklı farklı örnekleriyle
karşılaşmak, yaşadığımız sistemin içerisinde bizi artık
şaşırtmıyor. Dünyanın her yerinde kölece yaşam koşullarına,
patronların gözünde değersiz bir yaşama sahip milyonlar
yaşıyor. Şeytan ayrıntıda gizlidir. Biz de şeytanı ve taşeronlarını
iyi tanıyoruz.
 
İvme Çeviri
Grubu
 
Kaynaklar:
 
href="http://womensrights.change.org/blog/view/maids_in_middle_east_and_asia_face_inhumane_working_conditions">http://womensrights.change.org/blog/view/maids_in_middle_east_and_asia_face_inhumane_working_conditions color="#000000">
href="http://www.sepiamutiny.com/sepia/archives/001508.html">http://www.sepiamutiny.com/sepia/archives/001508.html color="#000000">
href="http://www.merip.org/mer/mer211/211_haddad.html">http://www.merip.org/mer/mer211/211_haddad.html color="#000000">
href="http://theopinionator.typepad.com/my_weblog/2009/05/whist-browsing-the-web-yesterday-i-viewedthe-arab-times-online-site-and-came-across-several-news-articles-about-the-rape-an.html">http://theopinionator.typepad.com/my_weblog/2009/05/whist-browsing-the-web-yesterday-i-viewedthe-arab-times-online-site-and-came-across-several-news-articles-about-the-rape-an.html color="#000000">
href="http://news.bbc.co.uk/2/hi/africa/467949.stm">http://news.bbc.co.uk/2/hi/africa/467949.stm




href="http://www.economist.com/node/16953469?story_id=16953469&fsrc=scn/tw/te/rss/pe">http://www.economist.com/node/16953469?story_id=16953469&fsrc=scn/tw/te/rss/pe color="#000000">

Patronu tarafından
çivilenmiş ev hizmetlisiyle ile ilgili bir görüntü
için : 
href="http://english.aljazeera.net/news/middleeast/2010/08/2010827104119606205.html">http://english.aljazeera.net/news/middleeast/2010/08/2010827104119606205.html
 

Ölümünün 3. Yılında Gülseren Yurttaş Anıldı

Ölümünün 3. Yılında
Gülseren Yurttaş Anıldı

 

27 Eylül 2007 tarihinde Gülseren Yurttaş iş cinayeti sonucu
hayatını kaybetmişti. TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu iş
cinayetinin yıldönümünde style="font-family: verdana,geneva;">Yurttaş'ı hayatını kaybettiği
Sarayburnu Gülhane Parkı'nın girişinde

bir basın
açıklaması düzenledi. Artı İvme Dergisi'nin de destek
verdiği eyleme 30 kişi katıldı. Susma Sustukça Sıra Sana Gelecek,
Gülseren Yurttaş Aramızda, Kaza Değil İş cinayeti sloganlarının
atıldığı açıklamayı İstanbul İKK adına HKMO İstanbul Şubesi
Yönetim Kurulu Başkanı Tevfik Özlüdemir okudu.

3. Ölüm Yıldönümünde Gülseren Yurttaş ve İş
Cinayetleri hk. Basın Açıklaması

BASINA VE KAMUOYUNA

" KAMU VİCDANI RAHAT MI?"

Ülkemizde son yıllarda özellikle çalışma yaşamının
esnekleştirilmesi, güvencesizliğin, taşeronlaşmanın ve
kuralsızlığın yaygınlık kazanması, işçi sağlığının ve iş
güvenliğinin sağlanmasından sorumlu kamusal denetim
mekanizmalarının her geçen gün daha da işlevsizleştirilerek
piyasalaştırılması giderek boyutlanmaktadır. Bu olumsuzluklar nedeniyle
çok sayıda insanımız, yaralanma ve ölüm riski
barındıran koşullarda çalışmaktadır. Ülkemizde yaşanan
ölüm ve yaralanmayla sonuçlanan olayların birçoğu
resmi kayıtlara geçmiyor. Bütün bu yaşananlara karşın
yetkililerin insan yaşamı yerine karı ön planda tutan bir anlayışla
uygun hareket etmeleri nedeniyle işçi sağlığı ve iş
güvenliği alanında alınması gereken tedbirler alınmıyor. Aksine
iş kazası olarak nitelendirilen bu olayların birer iş cinayetine
dönüşmesine adeta seyirci kalındığına tanıklık ediyoruz.
Öyle ki bu süreçte işçi sağlığı ve iş
güvenliği alanındaki kamusal denetimin eksiksiz olarak yerine
getirilmesine yönelik akılcı ve bilimsel temelli tüm
çabalarımızın ve önerilerimizin yetkili merciler tarafından
dikkate alınmaması ve bu sürecin vahim sonucu olarak meydana gelen
tüm ölüm ve yaralanma olaylarının kaderci bir yaklaşımla
değerlendirilmesi, hükümetin bu alandaki tercihinin ne yönde
olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Sermayenin istemlerini
ve taleplerini karşılama konusunda gösterdiği gayreti
çalışma yaşamında sağlıksız koşularda güvencesiz olarak
yaşamını sürdüren milyonlarca emekçiye göstermekten
kaçınan AKP Hükümetinin işçi sağlığı ve iş
güvenliği alanında yaptığı son düzenlemeler bu tespitimizi
doğrular niteliktedir. Tüm bu nedenlerle günümüzde
adına "iş kazası" denilerek üstü örtülen bu
kasıtlı ihmal ve piyasalaştırma zincirinin sonucundaki tüm
ölümlerin aslında birer "iş cinayeti" olarak ele
alınması gerektiği düşüncesindeyiz.

Çeşitli basın-yayın organlarında her gün haberlerini
okuduğumuz bu iş cinayetlerinden birisi de yine belirttiğimiz kasıtlı
ihmaller zincirine ve denetimsizliğe bağlı olarak 2007 yılının
Eylül ayında şu anda bulunduğumuz yerde bulunan şantiyede
gerçekleşmiştir. İSKİ Melen Çayı Boğaz Geçiş
Projesi Sarayburnu Şantiyesindeki Müteahhit firma Kutay İnşaat
Taahhüt Tic. Ltd. Şti. firmasının taşeronu olan DETEK (Deniz
Teknolojisi Ltd. Şti) adlı firmada çalışan değerli
meslektaşımız ve yoldaşımız Gülseren Yurttaş, 27 Eylül 2007
tarihinde, boru taşıyan vinç bomunun kopması sonucunda meydana
gelen bir "iş cinayeti"  sonucunda aramızdan ayrıldı.
Yaşadığımız bu acı olayın üzerinden tam olarak 3 yıl
geçmesine karşın, çalışma yaşamındaki ihmaller sonucunda
binlerce insanımızın da benzer iş cinayetlerine kurban gitmesi, bu
ihmaller zincirinin arkasındaki asıl sorumluların ortaya
çıkarılmaması, sorumluların yasaların
öngördüğü en üst sınırdan caydırıcı cezalarla
cezalandırılmaması, kamusal denetim mekanizmalarının daha etkin bir
şekilde işletilmemesi, mevcut yasal düzenlemelerin uygulanmaması, iş
güvenliği konusundaki tüm yasal ve yönetsel
çerçevenin insan yaşamı gözetilerek şekillenmemesi ve
taşeronlaşmanın giderek yaygınlaşması gibi nedenlerin sonucu olarak iş
cinayetleri ülke genelinde hız kesmedi. Aksine bütün bu
yaşananlar acımızı her geçen gün daha da derinleştirdi.
/>

Her şeye rağmen bu süreçte, ülkemizde adaletin tecelli
edebileceğine olan inancımız bizlerin acısını bir nebze de olsa
hafifletmişti.  Ancak değerli meslektaşımız Gülseren
Yurttaş'ın bu süreçte uzunca bir zaman süren kamu
davasında adaletin tecelli ettiğini söylemek pek de olanaklı olmadı.
Nitekim davanın 12. duruşmasında tali kusurlu bulunduğuna hükmedilen
sanıklardan vinç operatörü 1 yıl 8 ay hapis cezasına,
asli kusurlu olduklarına hükmedilen sanıklardan Detek Deniz Ltd.
Şirketi sorumlu teknik müdürü ve Kutay İnşaat Şantiye
Şefi ise 2 yıl 6'şar ay hapis cezasına çarptırıldı ve
ilgili cezalar daha sonra para cezasına çevrildi. Mahkeme ayrıca
sanıkların 6 ay süre ile meslek icralarının yasaklanmasına karar
verdi.

Gerçekte mesele olayın sorumluluğunun birkaç
çalışana yüklenmesinden ibaret değildir. Sermaye tarafından
işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunun adeta yok
sayılması ve bu konudaki mevzuatın kağıt üzerinde kalması, ayrıca
devletin bu alanı kontrolsüz ve denetimsiz bırakması sorunun asıl
nedenidir. Biliyoruz ki, bizler sessiz kaldığımız sürece
ölümler devam edecektir. Geçtiğimiz hafta
Çanakkale'nin Biga ilçesi yakınlarındaki bir enerji
üretim tesisinde vinç halatının kopması sonucu meydana gelen
ve aynı zamanda Gülseren Yurttaş'ın görev yaptığı
firmada çalışan kaptan Hasan Akkuş'un ölümüyle
sonuçlanan kaza yaşanan son olaydır ve ölümlerden ders
çıkarılmadığının açık bir göstergesidir.

Bizce, değeri hiçbir şeyle ölçülemeyecek kadar
önemli olan insan yaşamı hiçe sayılarak, kullanılan vincin
periyodik bakımının yaptırılmaması başta olmak üzere işyerinde
gerekli tedbirlerin alınmaması sonucunda kaza görünümlü
bir cinayet gerçekleşmiş ve değerli meslektaşımız Gülseren
Yurttaş'ı aramızdan almıştır. Bu olayın gerçekleşmesinde
payı olan sorumlulara verilen cezaların caydırıcı olmadıkları
açıktır. Dahası bu iş cinayetine zemin hazırlayan koşullara
göz yuman ve çalışma yaşamında kuralsızlığı kendine ilke
edinerek işçi sağlığı ve iş güvenliği alanını piyasanın
insafına terk eden yetkililerin bu alandaki sorumluluklarını yerine
getirmediği, aksine böyle bir kaygılarının olmadığı da
açıkça görülmektedir.

İş kazası ve meslek hastalıklarına ilişkin sayısal veriler
göstermektedir ki, AKP Hükümetinin uyguladığı politikalara
bağlı olarak İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği alanındaki
personel ve altyapı eksikliklerinin giderilmemesi nedeniyle Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ilgili yasa ile kendisine verilen
görevleri bile yerine getirememektedir. Nitekim; Türkiye
Cumhuriyeti Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Politika Belgesi
(2009-2013) başlıklı Raporda "Bir ülkede meslek
hastalıklarının görülme sıklığı çalışan
nüfusun binde 4-12'si arasında değişmektedir. Buna göre
Türkiye'de 30,000-100,000 arasında meslek hastalığı
beklenmektedir. Ancak SGK istatistiklerine göre 2007 yılında 1208
meslek hastalığı vakası tespit edilebilmiştir" saptaması
yapılarak istatistiklere girmeyen, dolayısıyla özlük hakları
çerçevesinde uygun tedavi uygulanmayan on binlerce
işçinin varlığı itiraf edilmiştir.

Öte yandan, yine kayıt dışı istihdam ve eksik verilerle
oluşturulmuş SGK istatistiklerine göre, 2008 yılında toplam 72.963
iş kazası ve 539 meslek hastalığı sonucu 866 kişi yaşamını
yitirmiş, 1.694 kişi ise sakat kalmıştır. Ülkemizde SGK
istatistiklerine göre günde ortalama 2,4 işçi yaşamını
yitirmekte, beş işçi sürekli iş göremez duruma
gelmektedir. İş kazası ve meslek hastalıklarının gerçek
boyutlarının ise SGK istatistiklerine yansıyandan çok daha
büyük olduğu biraz önce de aktarıldığı gibi herkesin
bildiği bir olgudur. Bütün bu tablonun değiştirilebilmesi,
işçi sağlığının korunup, iş güvenliğinin sağlanması
için bu alanda gerekli önlemlerin alınması; bu kapsamda
nitelikli işyeri hekimliği ve iş güvenliği mühendisliği
hizmetlerinin işyerlerinde bulunmasının sağlanması ve kamusal denetimin
sağlanması amacıyla sayıca yetersiz kalan iş müfettişlerinin
yeterli düzeyde istihdamının sağlanması gerekmektedir. Bu durum
ancak ilgili alanlardaki mevcut tercihlerin sermayenin beklentilerini değil
yaşam hakkını temel alarak emekten yana yapılması yoluyla
mümkün olabilecektir.

Oysa bugün söz konusu kurumsal yapıların zayıflatılması ve bu
hizmetlerin kağıt üzerinde bırakılmasına yönelik bir
girişimle karşı karşıya olduğumuz açıktır. Bu nedenle
ülkemizde herkese sağlıklı ve güvenli bir gelecek bırakmak
adına, işçi sağlığı ve iş güvenliği alanındaki insan
odaklı, bilimsel temelli ve akılcı çözüm
önerilerimizin dikkate alınması ve kağıt üzerinde kalmaması
adına gerekli gördüğümüz tüm girişimleri bundan
sonraki süreçte de sürdüreceğiz.

Bizler, öncelikle tüm yetkilileri kamusal denetim ve kontrol
mekanizmalarını etkin bir şekilde işletecek bir iradeyle "önce
insan yaşamı" düşüncesini somut olarak uygulamaya
geçirmeye davet ediyor ve iş cinayetlerinin arkasındaki asıl
sorumluların yasaların öngördüğü en üst
sınırdan caydırıcı cezalarla cezalandırılmasını talep ediyoruz.
/>

Karın ön planda tutulduğu, insan yaşamının değersizleştirilerek
taşeronlaşmaya ve denetimsizliğe kurban edildiği şantiyelerdeki,
tersanelerdeki, fabrikalardaki, madenlerdeki ve yaşamın tüm
alanlarındaki "iş cinayetlerini" lanetliyoruz ve bu sürece
seyirci kalan tüm yetkilileri bir kez daha sorumluluklarını yerine
getirmeye ve sesimize kulak vermeye davet ediyoruz.

Basına ve kamuoyuna saygıyla duyururuz.

 

TMMOB

Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası

İstanbul Şubesi

21. Dönem Şube Yönetim Kurulu
 

TAYAD'lılar 11. günde Yürümeye Devam Ediyor

TAYAD'lılar 11. günde
Yürümeye Devam Ediyor

Yürüyüşlerinin 11.
gününde Ankara'ya doğru yürümeye taleplerini
haykırmaya devam ediyor TAYAD'lı Aileler. 27 Eylül gecesini
 Kızılcahamam'dan çıktıktan yaklaşık 10 km
sonrasında bulunan Kargasekmez tepesinde geçirdi.

Burada dinlenirken ateşler yakıp türküler söylediler.
Ankara'dan kendilerini ziyarete gelen TAYAD'lı Ailelerin ve Kamu
emekçileri Cephesinin getirdiği yemeklerle ateş başında hep
beraber sohbet ettiler.  Gece dönüşümlü 2 saatlik
nöbet tutarak dinlenen TAYAD'lılar, sabah saat 9.30'da yine
yürümeye başladı. Ankara'ya 70 km mesafede bulunan aileler
Çarşamba 29 Eylül akşam saatlerinde Abdi İpekçi
parkına ulaşmayı planlıyor.

 

TAYAD'lı Aileler, Hapishanelerde Tecritin
Kaldırılması;  Sohbet Hakkının Uygulanması;  Tutsak
TAYAD'lıların Serbest Bırakılması;  Hapishanelerde
İşkencenin Son Bulması ve Hasta Tutsaklara Özgürlük! 
için  Ankara'ya yürüyor.

Kaynak: halkinsesi.tv

MKM 20. Yılını Kutladı

MKM 20. Yılını
Kutladı

Mezopotamya Kültür Merkezi
(MKM), 1991 yılında kurulduğu Taksim, İstiklal Caddesi'ndeki mekanda tam
20 yıldır sanatsal çalışmalarını yürütüyor.
Mezopotamya Kültür Merkezi'nin 20. yılı MKM'li çok sayıda
müzisyenin sahne aldığı Beyoğlu'ndaki MKM'de kutlandı.
Dengbêjlerin dinletisi ile başlayan kutlama gecesinde, sanatçı
Genim, bir açılış konuşması yaptı. Genim, Küt halkı
üzerindeki asimilasyon politikalarının doruğa çıktığı bir
noktada MKM'nin Kürt kimliği ve kültürü üzerindeki
baskıları sonlandırmak ve kültüre katkıda bulunmak için
kurulduğunu söyleyerek, 'MKM'nin kuruluşunda ve sonrasında çok
sayıda arkadaşımızı kaybettik. Arkadaşlarımız, gözaltına
alındılar, tutuklandılar, işkence gördüler. Bugün MKM
onların sayesinde var' diye konuştu.

'APÊ MUSA'YA MİNNETTARIZ'

Konuşmasında, Musa Anter, İsmail Beşikçi ve Ergin Çelik'i
de hatırlatan Genim, 'Onlara çok şey borçluyuz. 1991
yılında Türkiye'nin siyasi koşullarında o dönem
Türkçe dışında bir dilde şarkı söylemek, yayın yapmak
yasaktı. Örneğin Kürtlerin kültür-sanat
çalışmaları yapabilecekleri herhangi bir kurum bünyesinde
çalışma yürütme gibi bir durumu söz konusu değildi.
Ancak ilerleyen süreçte Kürt ulusal bilincinin gelişmesinin
ardından Kürtlerin farklı bir halk olduğu, kendi kültürel
haklarının olduğu ve buna sahip çıkma mücadelesiyle gelişen
bir süreç oluşmuştu. Bunun ardından 1991'de Turgut Özal
döneminde Türkçe dışında mahalli dillerde de yayın
yapılabileceği, şarkı söylenebileceği yasal düzenleme
yapıldı. Bu yasal değişimle birlikte Kürt aydınları bir araya
gelerek ağırlıklı olarak Kürt kültürüne
dönük ama özelde tüm Mezopotamya kültürlerinin
böyle bir çalışma yürütmesi gerektiği noktasında
birleşip MKM'yi kurdu' dedi.

GENÇLERİN İLGİSİ YOĞUN

MKM bünyesindeki bölümlerden de söz eden sanatçı
Genim, 'MKM, 4 temel alanda çalışma yürütüyor.
Sinema, tiyatro, müzik ve dans. Bunun yanı sıra gençlere
dönük müzik eğitim faaliyetlerimiz var. Müzik eğitimi
almak isteyen, tiyatro eğitimi almak isteyen gençlere dönük
çalışmalarımız var. Çocuklara dönük
çalışmalarımız var. Özellikle Tarlabaşı'ndaki
çocukları sokaklardan çekmek, kendi kültürel
değerleriyle buluşmasını sağlamak amacıyla bir çocuk birimimiz
var. O çocuk birimi çalışmaları yürütüyor'
dedi.

Gece, MKM'li sanatçıların söylediği şarkılarla sona erdi.
İSTANBUL - DİHA

Kaynak:
gunlukgazetesi.net

27 Eylül 2010 Pazartesi

'Devrimci Gençlik Köprüsü' Açılıyor

'Devrimci Gençlik
Köprüsü' Açılıyor

style="font-size: 13px;">Boğaz Köprüsü'ne karşı direnen
dönemin devrimci üniversite öğrencileri tarafından inşa
edilen, ancak geçtiğimiz yıllarda bombalanan Zap Suyu
üzerindeki 'Devrimci Gençlik Köprüsü' yeniden
inşa edildi. Köprünün açılışı
sanatçıların katılımıyla 1 Ekim'de yapılacak.

Devrimci Gençlik Köprüsü Barış
Köprüsü olacak

Hakkari'de Zap Suyu üzerine 1969'da dönemin devrimci
üniversite öğrencileri tarafından inşa edilen ve
geçtiğimiz yıllarda bombalanarak yıkılan Devrimci Gençlik
Köprüsü yeniden inşa edildi. Rojda, Yasemin Göksu gibi
çok sayıda sanatçının da katılımıyla köprü 1
Ekim'de görkemli bir açılışa sahne olacak.
'Köprüyü barış için yapalım' diyerek onlarca insanı
bu organizasyon için bir araya getiren yazar Cezmi Ersöz,
köprünün önce Kürt halkına, sonra da doğacak
kızı Helin'e bir armağan olduğunu ifade etti. Ersöz,
'Köprü benim için öncelikle barışı temsil ediyor.
Ulusal medyada halklar arasındaki nefreti körüklüyor.
Batıdaki insanlar Kürt halkını düşman gibi görüyor.
Batı'ya Kürt halkının haklı taleplerini iyi anlatmak gerekiyor. Bu
köprü projesi biraz da buna hizmet etti; aydınlar, üniversite
öğrencileri Hakkari'yi yakından tanıma fırsatı buldu' diye
konuştu.

'İYİ ÇOCUKLAR' BOMBALADI

Köprüyü 1997'de gördüğünü, ancak 1999'da
köprünün bombalanması üzerine çok
üzüldüğünü ifade eden Ersöz, 'Bir Genelkurmay
Başkanı, 'bizim iyi çocuklar' demişti. İşte o
köprüyü de iyi çocukların bombalandığına
inanıyorum' dedi. 'Boğaza değil, Zap'a Köprü: Barışa
köprü ol!' sloganı ile bir araya gelen organizasyon ekibi,
bugün Toplumsal Araştırmalar ve Eğitim Merkezi'nde (TAREM) bir basın
toplantısı düzenleyecek.

Kaynak: gunlukgazetesi.net

Ototomi, Darbecileri Yargılamak Vesaire... / Sadık Varer

Ototomi, Darbecileri
Yargılamak Vesaire... / Sadık Varer

Kertenkelenin enteresan bir
savunma mekanizması var; tehlike anında kendi kendine kuyruğunu koparıp
düşmanını meşgul eden kertenkele, bu yöntemle hayatta kalmayı
başarır. Ve birkaç hafta içinde, yeni tehditleri bertaraf
etmek için kopan kuyruğunu yeniden üretir.

 
Kertenkelenin gerekli hallerde kendi uzvunu koparma
'eylemine' ototomi deniyor…
 
Ototomi, bütün devletlerin uyguladığı bir savunma
yöntemidir. Yakın geçmişte Avrupa'da pek çok
devlet bu yöntemi uyguladı. Kapitalizmi tehdit eden devrimci
hareketleri etkisizleştirmek ve toplumsal muhalefeti bastırmak için
kullanılan Gladio'nun bir bölümü,
'görülen lüzum üzerine' tasfiye edildi.
Yunanistan'da devlet, darbe yapıp demokrasiye zarar vermek
suçlamasıyla kendi askerini cezalandırdı!.. Böylece kitleler,
o devletlerin birer 'uzvu' olan Gladio'nun ya da darbeci
askerlerin tasfiyesi edilmesi gibi 'demokratik etkinlikler'le
meşgul edilirken, bütün suçların asli faili
durumundaki devletlerin ömrü biraz daha uzatılmış
oldu.
 
Ototomi, özellikle de Küba devriminden sonra emperyalizmin
sıklıkla uyguladığı bir yöntemdir. Emperyalizmin akıl
yapıcıları Küba devriminden şöyle bir ders çıkardılar;
"Diktatörlüğe karşı demokrasi talebiyle
örgütlenen ve kendini hızla çoğaltan muhalif
güçleri etkisizleştirmek için diktatör
Batista'yı bu güçlerden önce bizim tasfiye etmemiz
gerekiyordu. Batista diktatörlüğü yerine vasat bir demokratik
düzen kursaydık, diktatörlük karşıtı güçleri
silahsızlandırabilirdik; onları parlamentoya taşıyıp demokrasi ile
etkisizleştirebilirdik..." Gerçekten de emperyalist
haydutlar Küba'daki 'hatayı' bir daha
tekrarlamadılar. Filipinler'de ve bazı Latin Amerika
ülkelerindeki gibi, diktatörlük karşıtı devrimci
güçlerin basıncını hissettiklerinde, ana gövdeyi korumak
amacıyla 'uzuvlarını' koparıp attılar; bu ülkelerde
örgütledikleri diktatörlükleri halktan önce
kendileri yıktılar ya da emperyalist efendilerin isteklerini yerine getiren
eski generallerin, demokrasi karşıtı darbeciler suçlamasıyla
yargılanmalarını sağlayıp söz konusu ülkelerde demokrasinin
'yıldızını parlattılar' ve böylece sermayenin
ömrünü uzatmayı başardılar.
 
Türkiye'nin egemenleri de şu sıralar bir 'ototomi
eylemi' gerçekleştirme hazırlığındalar. İhtimal odur ki,
12 Eylül'ün darbeci generalleri 'feda'
edilecek!.. 
 
Türkiye, otuz yıl önce gerçekleştirilen askeri
darbenin ürünü olan '82 Anayasası ile yönetiliyor.
Ama artık bu anayasa egemenlerin ihtiyaçlarına bile cevap veremiyor.
Bu nedenle 'darbe anayasasını değiştirme'
çalışmaları yapılıyor. Yeni anayasa çalışmalarının
merkezinde ise bildik demokrasi palavrası var; değişiklik isteyenler, bunu
'demokrasi aşkı' ile yaptıklarını vaaz ediyor, toplum
bilincini bu yönde şekillendiriyorlar. Bunu yaparken de, kendilerini
yasal düzeyde dokunulmaz kılan darbeci generallere
'dokunmak' zorunda kalıyorlar.
 
Ve memleketin sol - demokrat camiasından bir kesim, iktidarın bu
'demokratik' tavrını olumlayan fikirleri ve de zikirleri ile
'demokrasicilik oyununa' dahil oluyor; egemen sermayenin
yarattığı 'darbe karşıtı' ortamı değerlendirmek isteyen
demokratlar, devletin savcılarına dilekçe verip darbecilerin
yargılanmasını talep ediyorlar.
 
Kuşkusuz, devlet, darbeci askerlerini yargılayabilir ve bu, tipik bir
'ototomi eylemi' olur!...
 
Bildik bir şeydir ya tekrarda yarar var; emekle sermayenin
'barış içinde' birlikte yaşamasına uygun bir ortam
hazırlamak amacıyla devletin 'terbiye edilmesini' isteyen
demokratlar açısından 12 Eylül generallerinin yargılanıp
'cezalandırılması' yeterli olabilir, fakat sermaye
egemenliğine son verip emeğin ve insanlığın özgür geleceğini
kurmak isteyen devrimcilerin bununla yetinmeleri mümkün
değildir.
 
Açıktır ki, devletin darbeci generallerini tasfiye etmesi,
esasa ilişkin bir değişime neden olmaz; devrimci hareketin gelişmeye
başladığı dönemlerde kendini tehlikede hisseden sermaye, siyasal
zorun her biçimini uygulamak üzere vazifelendireceği yeni
generalleri ve başkaca faşist pratisyenleri bulmakta hiç
zorlanmayacaktır.
 
12 Eylül operasyonunun mimarı sermayedir; iktisadi ve siyasi
ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla uluslararası ve
'ulusal' sermayenin örgütlediği faşist darbenin
pratisyenleri ise askerlerdir. Hal böyle olunca, darbeci askeri, askere
darbe yaptıran sermayeden 'ayrıştırmak' imkansızdır.
 
Velhasıl, 12 Eylül darbesinin pratisyenleri konumundaki Kenan
Evren benzeri eli kanlı generallerin yargılanmasını istemek, anlamsız
bir davranış sayılmaz. Ama 12 Eylül'ün pratisyenleri ile
birlikte, bu faşist operasyonun mimarı konumundaki sermayenin
'yargılanması'nı istemek çok daha anlamlıdır. Her
durumda öne çıkarılması gereken de budur…
 
Sadık Varer href="http://www.enternasyonalle.com/">www.enternasyonalle.com