25 Eylül 2010 Cumartesi

"Güneşli Günler Göreceğiz Çocuklar"

"Güneşli Günler
Göreceğiz Çocuklar"

TEMEL DEMİRER
 
"Arkanda duran değil,
arkasında durduğun
sana yiğitlik
öğretir."
[1]
 
Genç bir yoldaşımın sorularını yanıtlamak,
heyecan verici…
Ayrıca itiraf etmeliyim ki, heyecan verici olmaktan
öte bir sorumluluk…
Heyecan ile sorumluluk arasında şeyler olacak
diyeceklerim; "Yaşamdan korkmayın çocuklar. İyi, doğru bir
şey yaptığınız zaman yaşam öyle güzel ki…" diye
haykıran Dostoyevski'nin içtenliğiyle…
Veya Eduardo Galeano'nun 'Aynalar'
kitabında sonsöz yerine yazdığı "Kaybolan Şeyler"
bölümündeki bölümdeki iyimserlikle…
"Barış ve adalet haykırarak doğan yirminci
yüzyıl, kanın içinde boğularak öldü ve bulduğundan
çok daha adaletsiz bir dünya bıraktı arkasında. Yine barış
ve adalet haykırarak doğan yirmi birinci yüzyıl da, önceki
yüzyılın izinden gitmekte. Ben çocukken, dünyada kaybolan
her şeyin Ay'a gittiğine inanıyordum.
Ne var ki, Ay'a giden astronotlar orada ne
tehlikeli rüyaları, ne tutulmayan vaatleri ne de kırık umutları
buldular. Eğer bunlar Ay'da değilseler, neredeler o zaman?
Yoksa dünyada kaybolmadılar mı?
Yoksa dünyada saklanıyorlar mı?"
Evet, iyi-güzel-doğru-isyancı şeyler sadece
"geçmişte" kalmadı; "kaybolmadı";
"yok olmadı"; onlar hâlâ dünyada; yerli
yerinde; tekrar kendileriyle buluşulmasını bekliyorlar…
Onun için "Güneşli günler
göreceğiz çocuklar" diyor ve ekliyorum: "Motorları
maviliklere süreceğiz"…
 
Soru: İlk olarak, sizi tanımayan arkadaşlarımız
için, kendinizi biraz tanıtır mısınız?
 
Çok "zor" bir soru; nasıl
"zor" olmasın; "kendinden söz et" deniyor;
"insanın kendinden söz etmesi", hem "zor", hem
de "tatsız" bir iş…
Her neyse…
"Özgeçmişim" hakkında 11 Ocak
2004 tarihinde şunları yazmışım; tekrarlasam yeter değil mi?
"Özgeçmiş'im istendiğinde
önce şaşırdım...
Ardından da başladım kara kara düşünmeye:
'Ne diyebilirim?' diye…
Kendimden söz etmenin pek anlamlı ve
'şık' olmadığına inanan biri olarak çok
düşündüm...
Ne yazacağımı kestiremedim...
Ve nihayet şunları diyebilmenin en doğrusu olduğuna
karar kıldım...
'İnsana ait hiçbir şey bana yabancı
değil,' diyen(lerden);
dünyaya aşağıdan bakan(lardan);
kendi kuşağımla müthiş bir serüveni
yaşayan(lardan);
yaşadıklarımdan asla pişman olmayan(lardan);
ve hatta yaşadıklarımı yaşamış olmayı bir onur
ve şans addeden(lerden);
John Maxwell'in, 'İnsanlar, onları ne
kadar umursadığımızı bilmedikçe, ne kadar bildiğimizi
umursamazlar...'; Bertolt Brecht'in, 'Yenilgilerimiz,
rezalete karşı savaşa katılanlarımızın yeterince kalabalık
olmadığından başka bir anlama gelmez'; V. İ. Lenin'in,
'Silah kullanmasını öğrenmeyen, silah elde etmeye
çalışmayan bir ezilen sınıf, ancak köle muamelesi
görmeye layıktır,' sözlerine müthiş değer
veren(lerden);
sevdasız kavga, kavgasız sevda olmaz
diyen(lerden);
bir afet-i devrana aşık olan(lardan);
hâlâ 'tek yol devrim'
gerçeğine bağlı olan(lardan);
ve nihayet 'Yeryüzü Aşkın
Yüzü Oluncaya Dek!' diyen(lerin) safındaki sıradan,
vasıfsız, herhangi biriyim...
54 tevellütlüyüm... Kemal'den olma
Necla'dan doğmayım... Çorum ili Kale Mahallesi nüfusuna
kayıtlıyım...
Okur yazarım...
Ve nihayet hâlen 'sakıncalı'
dedikleri(nden) ve GBT'lerindeyse sabıkalıyım..."
Bir şey daha: Bir sürü kitabım; bir
sürü davam var; kitap yazmaya devam ediyorum; yargılanmalarım da
-kesinleşmesini beklediğim davalarımla- sürüp
gidiyor…
 
Soru: Sosyalizm sizin için ne ifade
ediyor?
 
F. Nietzsche'nin, "Uygarlık tarafından
yokedilme tehlikesiyle karşı karşıya olan bir uygarlık çağını
yaşıyoruz," sözüyle betimlenen bir kesitten geçerken
sosyalizm, bencileyin, bir çocuğun gülüşüdür;
Sibel'in sıcaklığı; Tek-el işçilerinin direngen
kararlılığı; bir 6 Mayıs sabahında Deniz Gezmiş'in darağacına
emin adımlarla yürüyen azmi; Kızıldere'de Mahir
Çayan'ın "Biz buraya dönmeye değil, ölmeye
geldik" diye haykıran baş eğmeyişi; "ser verip sır
vermeyen" İbrahim Kaypakkaya'nın teslim alınamaması;
Nâzım Hikmet'in "Sevdalınız komünisttir" diye
haykıran bağlanmış hassasiyeti; Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın
örgütlü mücadelesi; İsmail Beşikçi'nin
vakur duruşu; FARC'ın Kolombiya Dağlarındaki ısrarı;
Nepal'in Katmandu kapılarındaki gerillalar ile ve hâlâ
Marx, Lenin, Luxemburg ya da son nefesini Bolivya'nın
Vallagrande'sinde son nefesini verirken bile "Fidel'e
söyleyin bu devrimin sonu değildir" diyen
Che'dir…
Bunların hepsi ne mi anlatır; "sosyalizm"
dediğiniz şey; barbarlık, sömürü, köleleştirme,
yabancılaşma ve bilumum beşeri "pislik ve yıkım"
karşısında (ki bu bugün kapitalizmdir!) insan(lık)ın hülyalı
ve aşık eşitlikçi/ özgürleşme isyanıdır…
"Neden sosyalistsin?" diye sormuşlardı bir
kez sorguda gözlerim bağlıyken; ben de onlara "Aşık ve insan
olduğum, bu özelliklerimle de gözlerim bağlı olsa da,
düşmanlarımı ve geleceği gördüğüm için"
yanıtını vermiştim…
Sosyalizm, insan(lık)ın, isyancı bir bilinçle/
aşk, yeniden insan olma hâlidir!
Bu çerçevede -geçenlerde
yitirdiğimiz- Danilel Ben Saïd'in ifadesiyle,
"Komünizm bir saf düşünce ya da doktriner bir toplum
modeli değildir. Bir devlet düzeninin ya da yeni bir üretim
tarzının adı da değildir. Komünizm, daha çok, sürekli
olarak kurulu düzenin ötesine geçen ve ondan kopan hareketin
adıdır. Ama o, aynı zamanda, bu hareketten doğan, ona kılavuzluk eden ve
bizi neyin ona yaklaştırıp neyin ondan uzaklaştırdığını
görmemizi sağlayan hedeftir.
Komünizm siyasetsiz siyasete, amaçsız
eyleme ve günübirlik doğaçlamalara karşı bir kalkandır.
Komünizm komünizm olarak kendi araç ve amaçları olan
bir bilimsel bilgi için değil daha çok düzenleyici bir
stratejik hipotezdir.
Bununla eş zamanlı ve kopmazcasına bağlı olarak bir
başka adalet, eşitlik ve dayanışma dünyası hayalini; kapitalizm
çağında kurulu düzeni yıkma peşindeki sürekli hareketi
ve bu hareketi mülkiyet ve iktidar ilişkilerinde -gerçekte
bütün dünyaların en kötüsüne giden en kestirme
yol olan daha az kötüye razı olmaktan tamamen farklı-
köklü bir değişikliğe yönelten hipotezi kurar." size="2">[2]
 
Soru: Günümüzde sosyalist
mücadelede liselerin rolü ve önemi nedir?
 
Sosyalist mücadelede liselerin rolü/
önemini en iyi Platon'un, "Herşeyin en önemli
noktası, başlangıcıdır"; William Shakespeare'in, "Koca
ateş yakmak isteyenler, cılız samanları tutuşturmakla işe
başlarlar"; Lao Tse'nin, "En uzun yolculuklara bile ufak
bir adımla başlanır," sözleri betimler…
İlk gençliğimi hatırlıyorum;
Ankara'nın Cumhuriyet lisesindeydim; o günlerde "devrimci
sosyalist" oldum; hep o günlerde öğrendiğim gibi olmaya ve
kalmaya gayret ettim; gençliğime, gençliğimde verdiğim
sözlere ihanet etmemeye gayret ettim; bunu başardıysam; ilerleyen
yaşımda ilk gençliğimiz hayallerine ihanet etmediysem; ne mutlu
bana…
Ben de, "Gençliğe, yaşlılıktan daha
çok hürmet etmeliyiz," diyen Victor Hugo gibi
düşünenlerdenim…
Elbette her yaşın, yaşamın her çağının
kendine uygun gelişimi ve uygunluğu vardır. Ancak yaşlılıkta
gençliğin iyi yanlarını unutmamaya, yaşlılıkta gençliğin
iyi yanlarını korumaya gayret ederken, durmadan George Mc Donald'ın,
"Gençliği anlamadığımız an, dünyadaki işimiz bitmiş
demektir," uyarısını terennüm eden birisi olarak
gençliğini, çocukluğunu yitirmeyen bir sosyalizmden
yanayım…
Laf aramızda, "İhtiyarlık talihsizlik
çağıdır, gençlik de hülya çağı," diyen
Eugene Scribe ile Arthur Schopenhauer'in, "Yaşamın ilk kırk
yılı bir derstir; sonra gelen otuz yılda o ders irdelenir,"
saptaması haksız değildir hani…
Özetin özeti: Liseli gençlerin
mücadelesi, geleceğimiz için belirleyici
önemdedir…
Onların bu mücadelede; "Bardaganutyunı; mez
hed gelle aravodun, yev mez hed gerta hankçil kişerı, Isdverın e
aniga vor; gı hedevi mez, amen ur yertank yev ayn aden mıayn gı toğu
ızmez, yerp menk toğunk gyanki luysı," size="2">[3] diyen Ermeni Atasözündeki
üzere kazandıkları; yolumuzu açarken sosyalist geleceği
kazanmakta başat bir rol oynayacaktır…
 
Soru: Çoğu liselinin, en basitinden, en
önemli hakkı olan parasız eğitim hakkını bile koruyabilmek
için bir şeyler yapmadığı açıkça ortada.
70'li yıllardan günümüze, gençliğin ülke
sorunlarına ilgisinin azalmasını neye bağlıyorsunuz?
 
Gerçekten de soru(n) ne ve nerede?
"Yeni nesil gerçekten kayıp
mı?"Veya "Gençlerin yozlaş(tırıl)ması"nın
ulaştığı boyut ne?
Bugün gençlik "insansı
robotları" ya da "robotlaşan insan"ları yaratan
kapitalist yabancılaşmadan ve "İnsanlık Krizi"nden soyut ele
alınamaz…
Kapitalist toplumda gençliğin durumu; aynı
zamanda, dünyada her yıl 1 milyon kişi intihar ediyorken insanlık
sorunu ile iç içe geçmiştir; bundan
ötürü de kapitalizme karşı mücadelenin bir
parçasıdır…
Kolay mı? Her 100 kişiden 13'ünün
sosyal fobi hastası olduğu yerkürede kapitalizmin
"yaratıyorum" yaygaralarıyla yok ettiği toplumsal dizayn
unutanlar(ın) ve unutturanlar(ın) bataklığıdır…
Bu tabloda gençlik umutsuz ve
geleceksizdir.
Umutsuzluğun temel nedeni, gençliğini
yitirmesidir.
Gençliğe, yeniden genç olduğunun
isyancı umudu götürülmelidir.
Evet, evet "üç maymunu oynamak"
virüsünden kurtulmalıyız!
Bu da güçlüyü "haklı
yapan" sisteme; haklıyı haksız kılan bozuk yapıya
"Hayır" demek gerekliliğini ortaya
çıkarır…
O hâlde gençliğe umutsuzluk ve
geleceksizlik dışında bir şey sunmayan kapitalizm koşullarında soru(n)
kapitalizme ilişkin bilgisiz/ bilinçsizliktedir!
Burada durup bir parantez açalım: Bilinç
nedir acaba? Önce "bilgi" değildir. Bilgiyi herkes bir
biçimde edinir.
Bilinç neyin neden olduğunu merak etmek, anlamak
için çaba harcamaktır.
Bilinç, sürü olmamaktır.
Bilinç, doğruyla yanlışı
ayırabilmektir.
Bilinç, düşünebilmektir.
Bilinç, öğrenebilmektir.
Yani soru(n), gençliğin (vefaya
yabancılaştırılmış) bilinçsizliğindedir!
Toparlarsak; bir "sosyal-liberal"in, Heiner
Geissler'in deyişiyle "Bu [kapitalist-y.n] sistem hasta, kirli,
ahlâksız ve ekonomik olarak da yanlıştır…"
Bu orta yerdeki, ayan beyan bir gerçektir!
Bu yıkıcı gerçeğe sırt dönüp, onu
görmezden gelemeyiz…
Bilinçsiz çoğunluk bizim gibi
düşünmüyor olabilir… Ancak Giordano Bruno'nun
deyişiyle, "İnsanın sırf çoğunluk, çoğunlukta
olduğu için, kitlelerle ya da çoğunlukla aynı şekilde
düşünmek istemesi aşağılık ve düşük bir kafa
olduğunun kanıtıdır. Halkın çoğunluğu ona inansın inanmasın,
hakikât değişmez…"
Bu durumda biz, Montesquieu'nun, "Bir tek
kimseye yapılan adaletsizlik, bütün topluma yapılmış bir
tehdittir," sözünü unutmadan doğru bildiğimiz yolda
yürüyeceğiz; ileriye yönelik attığımız adımların
inandırıcılığı, gücü bizi yeniden çoğaltacak ve
yığınlarla buluşturacaktır…
Gerçekten de sağlam bir sosyalist inancın
kaynağı sınıf ile yığınlara bağlanmak, onlarla
bütünleşmektir…
Söz konusu bütünleşme çabaları,
kısa sürede büyük sonuçlar vermez.
Mücadeleye sıkı sıkıya bağlı kalmak, kesin ve
kararlı olmak, yılgınlık/ vazgeçiş karşısında boyun eğmemek,
çaresizliğe prim vermemek, vb'leri… İşte bize
düşen budur!
Tam da bu noktada unutulmaması gereken
Voltaire'in, "Kendisini başkalarının kurtarmasını bekleyen
kişiler sadece kölelerdir";
Konfüçyüs'ün, "Elde edilecek bir
çıkarı olduğu hâlde adaleti düşünen, tehlike
karşısında hayatını hiçe sayan ve eski taahhütlerini
unutmayan insan, mükemmel bir insandır"; Walter Bagehot'un,
"Hayatta en büyük eğlence, başkalarının
'yapamazsın' dediğini yapmaktır"; Bir Ermeni
Atasözünün, "Kiç khosk yev pazum pari kordz, aha
ağegutyun ınelu miçots"; size="2">[4] J. Joubert'un,
"Çocukların nasihatten çok iyi örneğe
ihtiyaçları vardır," sözlerini kavrayıp, hayata
geçirmektir…
 
Soru: Yurtsever Cepheli Liseliler, Genç Umut,
Dev-Lis gibi örgütlenmeler hakkında ne
düşünüyorsunuz?
 
Yurtsever Cepheli Liseliler, Genç Umut, Dev-Lis,
Özgür Lise vd'leri… Hepsi,
"farklılıkları" olan, olması da meşru olan gençlik
örgütlenmeleri…
Söz konusu yapılar, alanlarında
yürüttükleri mücadeleyi pratik açıdan
birleştirirken; teorik açıdan da tartışmalarını
sürdürmeli; birbirlerini mücadele arkadaşları olarak
görmeleri gereken yapılardır…
Antonio Gramsci'nin belirttiği gibi,
"Birlik, insanla madde (doğa-maddi üretim güçleri)
arasındaki çelişkilerin diyalektik gelişmesinden
doğar"ken;[5] devrimciler
için birleşmek başlangıçtır, birliği sürdürmek
gelişmedir; birlikte çalışmak başarıdır.
Yani devrimci yapılar eylemli bir dayanışmayı; ortak
düşmana karşı birlikte örebilirler ve örmelidirler
de…
"Hayır" teorik farklılıkları ve politik
pozisyonlar arasındaki açı farklılığını "es"
geçiyor falan değilim…
Ancak "teorik" farklılıkların
düşmana karşı mücadelenin ortak pratiğinde aşılabileceğine
inanan birisi olarak tüm gençlerin Miguel de Cervantes'in,
"Hayat bozuk para gibidir. İstediğiniz kadar harcayabilirsiniz. Ama
sadece bir kez"; Ivan Pavlov'un, "Herşeyi bildiğini
sanma! Gerçekte çok bilgili olsan da kendine cahilim
diyebilecek cesaretin olmalı"; Joseph Joubert'in, "Hayal
gücü derin olup da bilgisi olmayan kimsenin kanatları var, fakat
ayakları yok demektir"; Sokrates'in, "Bütün
bildiğim, bir şey bilmediğimdir"; Firdevsî'nin,
"Bilgili olan güçlü olur"; Novalis'in,
"Hayat bize verilen değil, bizim tarafımızdan yaratılan bir eser
olmalıdır"; Erich Fromm'un, "Düşünmek
günah işlemeye benzer, insan onun zevkini bir kez tattı mı artık
ondan bir daha vazgeçemez"; Hacı Bektaş-ı Veli'nin,
"Düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu,"
uyarılarına ciddi biçimde kafa yorması gerekiyor
kanısındayım…
 
Soru: Eğitim sistemimizi nasıl buluyorsunuz? Milli
eğitimin dağıttığı kitaplarda 1960 ve 80 ihtilallerinin olması,
Nâzım Hikmet şiirlerinin yer alması hakkında
düşünceleriniz nelerdir?
 
Önce soruya ilişkin iki "tashih": 1)
"Eğitim sistemimiz" değil; onların "Onların yani
ezenlerin eğitim sistemi"… 2) "1960 ve 80
ihtilalleri" değil; askeri darbeleri…
Eğitim ile başlayalım; ezenlerin eğitim(sizliğ)i,
ezilenler için bir tutsaklıktan başka bir şey değildir;
olmamıştır da; tam da bunun için "okul
düşkırımdır,"[6] der Veroc
Serenas…
Bunun bir çok örneği olsa da biriyle
yetinelim; Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu tarafından
hazırlanan ve ortaöğretim öğrencilerine 2010-2011
eğitim-öğretim yılından itibaren okutulacak olan Felsefe
Öğretim Programı'nda dini vurguların yanı sıra pek çok
felsefi hata da yer alırken; Felsefeciler Derneği ile Eğitim-Sen'in
raporunda, Felsefe Öğretim Programı'nda felsefeye "sorun
odaklı" değil, "yaklaşım odaklı" bakıldığının
altını çizip, "Bu programla felsefe eğitimi yapmak neredeyse
olanaksızdır," dedi!
Gerçekten de Ernst Bloch, "The Principle of
Hope/ Umudun İlkesi"nde işaret ettiği gibi, "Felsefe ya
geleceğin bilincinde olacak, geleceğe kendini adayacak, umudun bilgisini
öğrenecek ya da bir bilgi olmaktan çıkacak"ken; ezilenler
için bir tutsaklıktan başka bir şey olmayan ezenlerin
eğitim(sizliğ)i, öğrenciye eleştiri, sorgulama ve reddetme hakkı
tanınmayan, öğrenciyi bireysel muhakeme ve temyiz hakkından mahrum
bırakan, bilincini ezene havale ederek, tutsak kılan bir baskı ve iğfal
mekanizmasıdır…
"Resmi ideoloji"nin biçimlendirdiği
bu mekanizmanın olumlanabilir hiçbir yanı yoktur; olamaz
da…
Pek iyi bu böyleyken; Nâzım Hikmet'in
ders kitaplarında işi ne mi?
"Kalkın Nâzım Hikmet'i analım.
Analım ama öyle kolayına kaçmadan. Yani yalap şalap, hakkında
doğru olarak bildiğimiz ne varsa ulu orta sıralayıvererek değil,"
diyen Emin Karaca ekliyor: "Nâzım Hikmet'i
'Nâzımcılar'dan, 'Nâzımistler'den
kurtarmak gerek!.. Çünkü artık iyice pervasızlaştılar.
Kendi gerçeğinden uzaklaştırarak tabulaştırmaya,
efsaneleştirmeye ve hatta putlaştırmaya başladılar."
Şimdi sorayım; ders kitaplarında Nâzım
Hikmet'in;
"Sevdalınız komünisttir/ On yıldan beri
hapistir/ Yatar Bursa kalesinde./
Hapis amma zincirini kırmış yatar/ En ala Mert beye
ermiş yatar/ Yatar Bursa kalesinde./
Memleket toprağındadır kökü/ Bedreddin gibi
taşır yükü/ Yatar Bursa kalesinde./
Yüreği delirtip batmadan/ Şarkısı tükenip
bitmeden/ Cennetini kaybetmeden/ Yatar Bursa kalesinde…"
dizeleri ve gerçeği var mıdır? Olabilir mi?
Oysa Nâzım Türkçenin en
büyük yazarlarından biridir ve enternasyonalisttir, dünya
halklarının eşitliği ile kardeşliğini savunur.
Egemenler Nâzım Hikmet'in bu asli
gerçeğini "görmezden" gelip, "es"
geçerler"; tıpkı Onun, "Piraye İçin Yazılmış
Saat 21-22 Şiirleri"nde;
"Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim/
Akarsuyun/ Meyve çağında ağacın/ Serpilen gelişen hayatın
düşmanı/
Çünkü ölüm vurdu damgasını
alınlarına/ -çürüyen diş, dökülen et-/ bir daha
dönmemek üzere yıkılıp gidecekler/
ve elbette sevgilim, elbet/ dolaşacaktır elini kolunu
sallaya sallaya/ dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle; işçi
tulumuyla/ bu güzelim memlekette hürriyet..."
Ya da;
"Bursa'da havlucu Recebe,/ Karabük
fabrikasında tesviyeci Hasan'a düşman,/ fakir-köylü
Hatçe kadına,/ ırgat Süleyman'a düşman,/ sana
düşman, bana düşman,/ düşünen insana düşman,/
vatan ki bu insanların evidir,/ sevgilim, onlar vatana
düşman..."
Veya;
"Bizi esir ettiler,/ bizi hapse attılar:/ beni
duvarların içinde,/ seni duvarların dışında./ Ufak iş
bizimkisi./
Asıl en kötüsü:/ bilerek, bilmeyerek/
hapisaneyi insanın kendi içinde taşıması…" diye
haykırdıklarını!
Nihayet Hıfzı Topuz'un belirttiği üzere,
"Düşüncelerinden hiç ödün vermedi.
Marksizmden hiç ödün vermedi. Yani kendisini komünist
tanıdı, ölümüne kadar da komünist kaldı,"
komünizm için dövüştü Nâzım
Hikmet…
Ezenlerin ders kitapları bunlardan söz etmedikleri
gibi, Nâzım Hikmet'i "zararsız" bir şair olarak
sunup, devrimci içeriğini boşaltmaya gayret ederler…
 
Soru: Geçenlerde Ulaş
Bardakçı'nın yıldönümüydü. Bu konuda
söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?
 
Woodrow Wilson'un, "İyi bir karar, bin tane
nasihate bedeldir," sözüne denk düşen yaşam
hikâyesiyle Ulaş Bardakçı, insanların büyük
çoğunluğunun yaşamak yerine edilgence var olduğu dünyada;
zorluklara teslim olmayıp, onları zorlayan bir devrimciydi…
Ulaş Bardakçı, insan(lar)a kapitalizmin enjekte
ettiği umutsuzluk ve tekbenciliği aşan devrimci eylem umudunun insanı,
örneğiydi…
Devlet iktidarı karşısında diz çökmeyen,
baş eğmeyen, teslim alınamayan O; önde dövüşen bir
önderdi; özel biriydi…
Hayatın emek ve özgürlükten yana
serpilip gelişmesi ve yüceltilmesine ilişkin temel ahlâkı
ilkelerin eylemcisi olan O, "Çok bilgi anlamayı
öğretmez,"[7] diyenlerden
birisi olarak, söylemi eylemden, düşünceyi davranıştan
soyutlamayan bir radikal sosyalistti…
Hayatı mucizeymiş gibi ve devrimci olmanın
sorumluluğuyla hakkını vererek yaşadı; tıpkı, "Nefsini yenen,
bütün âlemi hükmü altına alır," diyen
Nizami'nin uyarısındaki üzere…
Devrimci ahlâka, duruşa dair bir örnek olan
O; Les Brown'un, "Aya yükselmeyi hedefle, ulaşamazsan bile
yıldızların altına düşersin"; Benjamin Franklin'in,
"Küçük darbeler küçük
ağaçları devirebilir," sözleriyle altını
çizdiği azmin; devrimciler açısından ne anlam
taşıdığının da somut, tarihi örneğiydi…
Özetin özeti: "Adalılar türkü
söyler, susar faşist namlular" gerçeğini yaşayarak,
yaşatan Ulaş Bardakçı, bir yanıyla da F. Nietzsche'nin,
"İnsan ölümü nasıl karşılayacağına karar vermek
zorundadır!" saptamasının ikircimsiz, olması gereken
kanıtıdır…
Ulaş Bardakçı'yı ve yaşayarak,
yaşattıklarını en iyi Frantz Fanon'un,
'Yeryüzünün Lanetlileri'ndeki şu satırlarını
biçimlendiren anlayış betimler:
* "Sömürgecilik
sömürgeleştirdiği insanı kişiliksizleştirmekle kalmaz,
toplumun tüm yapısı da kolektif bir düzeyde
kişiliksizlikleştirilir. Böylece sömürgeleşmiş halk,
varlığını sömürgecinin varlığına borçlu olan bir
bireyler topluluğuna indirgenir."
* "İnsandan söz etmeyi asla bırakmayın,
tek kaygısının insan olduğunu iddia etmekten hiç bıkmayan bu
Avrupa'nın her bir ruhsal zaferi için insanlığın ne acılar
çektiğini biliyoruz."
* "Yalnızca silahlı mücadele, aramızdaki
en bilinçlilere boyun eğdiren ve kelimenin tam anlamıyla sakatlayan,
insan hakkındaki yalanları söküp atabilir."
* "Sömürgeciliğe silahlı
mücadeleyle meydan okunmadığında; zarar görenlerin toplamı
belirli bir eşiği aştığında sömürge insanının savunma
mekanizması çöker ve çoğu psikiyatrik kurumlara
düşer. Bu muzaffer sömürgecilik döneminin sakin
ortamındaki sürekli ve hatırı sayılır zihinsel semptomlar,
baskının dolaysız sonuçlarıdır."
* "Yalnızca şiddet, halkın şiddeti, liderlerin
örgütlediği ve yönlendirdiği şiddeti kitlelerin toplumsal
gerçekliği kavramasının anahtarını verir."
* "Şiddet bireysel düzeyde temizleyici bir
güçtür. Sömürge insanını aşağılık
kompleksinden, umutsuzluk ve pasiflikten kurtarır, ona cesaretini ve
özgüvenini yeniden kazandırır. (...) Şiddet halkı lider
düzeyine çıkarır."
* "Sömürgecilik ne düşünen
bir makine, ne de muhakeme yeteneği olan bir bedendir.
Sömürgecilik, çıplak şiddettir ve ancak daha
büyük bir şiddetle karşılaştığında boyun eğer…
"Şiddet daha dün başlamış bir şey
olsaydı, belki de sergilediğiniz şiddetsizlik çatışmayı
yatıştırabilirdi. Ama tüm rejim, hatta sizin şiddet karşıtı
görüşleriniz bile bin yıllık bir ezme ilişkisiyle
yönetiliyorsa, pasifliğiniz sizi ezenlerin safına koymaktan başka bir
amaca hizmet etmez."
* "Sömürge insanına
sömürgeciliğin asla bir şey almadan vermeyeceğini göstermek
gerekir."
* "Oraya buraya çürüme tohumları
ekiyor, bunları acımazsızca topraklarımızdan ve zihinlerimizden
söküp atmalıyız."
* "Şiddetin aydınlattığı halk bilinci, her
türlü pasifikasyona isyan eder. Artık demagogların,
oportünistlerin işi zordur." size="2">[8]
 
Soru: Son olarak, eklemek istediğiniz bir şey var
mı?
 
Elbet var… Nasıl Olmasın?
İnsan varsa aklıyla, davasıyla, iradesiyle,
eylemiyle, aşkıyla vardır; ötesi, damarlarla sarmalanmış et kemik
yığınından başka bir şey değildir…
Akıl ahlâkın, erdemin, yargılamanın; insanı
insan kılan her şeyin belirleyicisidir. Aydınlanma, aklın ışığıyla,
aşkla, tutkuyla biçimlenmiştir…
Bir an Sokrat'ın niye baldıran zehri
içtiğini; Bruno'nun yakıldığını, Galilei'nin
yıllarca engizisyon mahkemelerinde
süründürüldüğünü, Thomas More'un
idam kütüklerinde can verdiğini düşünüp,
yanıtını arayın!
İnsan olmanın ahlâkını, ahlâksızlığa
eşitlemek isteyen sınıflı-sömürücü vahşet hep,
Kant'ın, "Aklını kendin kullanmak cesaretini
göster," diyerek uyardığı yürekli, kararlı,
bilinçli, korkusuz ve aşık olan insan(lık)ından çekindi;
çünkü bu özellikleri taşıyanlar
Spartaküs'ün, Şeyh Bedreddin'in takipçisi olan
isyancılar, başkaldıranlardı…
Başkaldıran isyancılar, kendi tarihlerini yaratan
kara sevdalılardır…
Bilmem duydunuz mu? Kadın gazeteci "devrimin
sahip olduğu en önemli özellik nedir? diye sorar; Che de
yanıtlar: "Aşk! Bir devrimci, müthiş bir aşk ile yönetir
kendini. İnsanlık aşkı, doğruluk ve adalet aşkı..."
Çünkü "Aşk gereklidir, daha da
insan olabilmek için, sonsuz sevinçlerle sonsuz acıları bir
arada yaşayıp bilgeleşebilmek için aşk
gereklidir…"[9]
Kolay mı? "Her türlü sevgide ateş
vardır. Puros (ateş) bir insanı öte insana götürür.
Purotik bir iletişim, eylemdir aşk. Sevgi. Sevgi ile aşkı ayırmıyorum.
Ayıranlara karşıyım. Aşk, dizginlenemez, azgın tutkulardan ibaret
değildir... Her aşık bir Prometheus'dur. Ateş
taşır…"
"Aşk bir ustalıktır, yaratıdır. Her yaratı
gibi ateş ister, yetenek ve emek... Aşk bir eylem. Bir etkinlik. Bir
iletişim. Tek kişilik değil…" "Ötekine yapılan
yolculuktur... Birbirini yutmaz... ayrı ayrı durur, iki bağımsız.
Birbirimize kendimiz olma gücünü aşılarız..."
"Aşk insan olma olanağıdır... Ve aşk ruhu
hamarat, ruhu çalışkan insanların harcıdır... Aşk bir isyandır.
Emek, beceri, duyarlılık, bilgi, heyecan bekler bizden... Aşk
yanlışlarından, eksikliklerinden çekinmeyen insanın bir
arayışıdır..."[10]
Tam da bunun için Goethe'nin, "Aşk,
imkânsız birçok şeyi mümkün kılar";
Ovidius'un, "Aşk, bir çeşit savaştır"; Yunus
Emre'nin, "Aşık olmayan insan benzer yemişsiz ağaca";
Stendhal'ın, "Aşk, çok renkli bir
çiçektir, fakat yetiştiği yer müthiş
uçurumların kenarıdır"; Voltaire'in, "Aşk bir
tablodur, onu doğa çizmiş ve hayal süslemiştir"; Karoly
Kisfaludy'nin "Aşk güneş gibidir, kör bile
hisseder"; Cervantes'in, "Aşk herkesi eşit kılar";
Veroc Serenas'ın, "Aşk zamana sonsuzluğu giydirmektir,"
sözlerini unutmadan sevdalanın, aşık olun; aşkla ve sevdayla isyan
edin çocuklar…
Aşkla, isyanla çoğalın, dünyayı
değiştirerek, güneşli günler görüp, motorları
maviliklere sürün çocuklar…
 
5 Mart 2010 16:08:21, Ankara.
 
N O T L A R
[*]
Newroz, Yıl:4, No:146, 22 Eylül 2010…
[1]
Çerkez Atasözü.
[2]
Daniel Ben Saïd, "Komünizmin Güçleri", Yeni
Yol, No:36, Kış 2010, s.69.
[3]
"Görev; sabah bizimle kalkar ve akşam bizimle dinlenmeye gider,
Onun gölgesidir ki; bizi takip eder her nereye gidersek, sadece biz
hayat ışığını terk ettiğimizde bizi terk eder."
[4]
"Az laf ve çok iyi iş; işte iyilik yapmanın
imkânı."
[5]
Antonio Gramsci, Hapishane Defterleri, çev: Adnan Cemgil, Belge Yay.,
2007, s.108.
[6]
Veroc Serenas, "Aforizmalar", Felsefe Yazın, Yıl:5, No:15,
Kasım/ Aralık 2009, s.83.
[7]
Nil Göksel, "Prolog: Derida'yla Konuşma", Bibliotech,
No:10, Ocak/ Şubat 2010, s.16.
[8]
Frantz Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri, Versus Kitap, s.
287-244-245-147-98-33-34-143-243-98.
[9]
Afşar Timuçin, Aşkın Diyalektiği, Bulut Yay., 2002,
s.174.
[10]
Ahmet İnam, Aşk Üstüne Denemeler, Aşina Kitaplar, 2007,
s.15-12-24-21.
 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder