28 Şubat 2011 Pazartesi

"Bir Avuç Cesur İnsan"dan Mücadeleye Devam

"Bir Avuç Cesur İnsan"dan
Mücadeleye Devam

 


Son Kumsal, Ordu'da Bir Argonot gibi belgesellerden
tanıdığımız Rüya Arzu
Köksal
'ın son çalışması:  style="padding-top: 0px; padding-right: 0px; padding-bottom: 0px;
padding-left: 0px; margin-top: 0px; margin-right: 0px; margin-bottom: 0px;
margin-left: 0px; ">" Bir Avuç Cesur
İnsan". Doğu Karadenizlilerin  yapılmak istenen
Hidro elektrik santrallere (HES) karşı verdiği mücadeleyi anlatan
belgesel dün ilk defa seyirciyle buluştu.


2007 yılından beri İkizdere, Senoz ve Fındıklı Vadi'lerinde
yapılan ve yapılması planlanan HES'lere karşı halk 3 yıldır
direnişte. Bu direnişi, ana akımda sesini duyuramayan Karadeniz halkının
kendi ağzından dinliyoruz. İlk yıkımlar Senoz ve İkizdere'de
 başlıyor. Başlarına neler geleceğini bilmeden toprağını
satanlar pişman ve öfkeli. İçlerinde az da olsa devlet
söylemi olan " Sular boşa akmasın, elektrik üretsin,
devletimiz kalkınsın" şiarını savunanlar da var. İki taraf
arasındaki mücadele de filme yansıyor. İkizdere ve Senoz'daki
yıkımı gören Çağlayan vadisi halkı ise daha ilk günden
çok kararlı bir mücadele veriyor. Çünkü onlar
eğer HES'leri kabul ederlerse doğalarının nasıl katledileceğini
gözleriyle görmüşler.


Kadınlar direnişin başını
çekiyor


Genci, yaşlısı, çoluğu çocuğu herkes direnişte,
özellikle kadınlar mücadeleyi örgütlemede kilit role
sahip.  İlk günden itibaren kahvehanelerden, sokaklardan erkekleri
direnişe çağırıyorlar.


Özellikle kahvede oyun oynayıp çay içen erkeklere
tahammülleri yok. Kadın erkek birlikte yüzdükleri, ninni diye
dinledikleri, balığını yedikleri, çay bahçelerini
suladıkları dereleri için "Vadime Dokunmayın",
 "Denizimizi Aldınız Deremizi Asla!" ,"Turizme evet,
HES'lere Hayır" diyorlar.


Yeni kanun herkesi tedirgin ediyor


Bu uzun soluklu, kararlı mücadeleleri şimdilik başarıya ulaşmış
durumda. Yapılması planlanan HES'lere iptal kararı çıktı.
Çağlayan ve İkizdere Vadisi sit alanı ilan edildi. Ancak 29 Aralık
2010'da çıkan yeni yasaya göre sit alanlarına HES yapabilme
hakkı veriliyor. Bu da halkı tedirgin ediyor, kısacası yöre halkı
herhangi bir karara karşı mücadele için tetikte bekliyor.
Belgesel de "devam edecek" diye bitiyor. Çünkü
direniş devam ediyor..


Sık sık yöre halkına destek alkışları, HES severlere
yuhalamalarla geçen filmin sonunda seyircilerden birinin sorusu:
"Peki biz ne yapabiliriz?" idi. Yönetmenin cevabı ise netti;
Bu direnişe destek vermelisiniz. Nisan ayında Anadolu'daki doğa
katliamına dur demek için "Büyük Anadolu
Yürüyüşü" yapılması planlanıyor. Gelişmeleri
www.anadoluyuvermeyecegiz.net sitesinden takip edebilirsiniz.


Filmi İstanbul 22 Şubat 2011, saat 15.30 AFM Fitaş Salon1


Ankara 2 Mart 2011 17:30 AFM CEPA Salon2'de ve 1-6 Mart arasında
gerçekleşek 6. Dağ Filmleri Festivali'nde izlemek
mümkün.


Rüya Arzu Köksal Kim ?


Rüya Arzu Köksal 1972'de Ankara'da doğdu. Hacettepe
Üniversitesi Dilbilim Bölümü'nden mezun oldu. Kısa
belgeseli Eski Foça'da Yeni
Hayat
 (2007), UNDP Sürdürülebilir Kalkınma
Projesi Yarışması Ödülü'nü kazandı. Bir
önceki belgeseli Son Kumsal (2008),
yurt içinde ve yurt dışında büyük beğeni topladı,
ödüller kazandı ve dikkatleri Karadeniz sahillerinde yaşanan
yıkıma çekti. !f 2010'da gösterilen  style="padding-top: 0px; padding-right: 0px; padding-bottom: 0px;
padding-left: 0px; margin-top: 0px; margin-right: 0px; margin-bottom: 0px;
margin-left: 0px; ">Ordu'da Bir Argonot filmiyle
yönetmen Altın Portakal Film Festivali'nde Jüri
Ödülü'nün sahibi oldu. (NV/EÖ)


 


Ayrıntılı bilgi için  style="padding-top: 0px; padding-right: 0px; padding-bottom: 0px;
padding-left: 0px; margin-top: 0px; margin-right: 0px; margin-bottom: 0px;
margin-left: 0px; text-decoration: none; color: rgb(26, 106, 177);
">www.ifistanbul.com


Filmin fragmanı için  href="http://2011.ifistanbul.com/tr/Movie/bir-avuc-cesur-insan-"
style="padding-top: 0px; padding-right: 0px; padding-bottom: 0px;
padding-left: 0px; margin-top: 0px; margin-right: 0px; margin-bottom: 0px;
margin-left: 0px; text-decoration: none; color: rgb(26, 106, 177);
">http://2011.ifistanbul.com/tr/Movie/bir-avuc-cesur-insan-


http://www.dagfilmfest.org/filmler.asp?y=2011


Kaynak: Bianet

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ

8 MART DÜNYA EMEKÇİ
KADINLAR GÜNÜ

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR
GÜNÜ 

İVME DERGİSİ ANKARA BÜROSU ETKİNLİKLERİ

4 Mart Cuma Saat:19.00 Mücadelede Kadın ve 8 Mart
Panel/Söyleşi

Konuşmacılar: 

  • "Mücadelede Kadın"

           Meryem ÖZSÖĞÜT
(SES-Sağlık Emekçileri Sendikası)

  • "Çalışan Kadın ve 8 Mart'ın Tarihi"

           +İvme Dergisi

6 Mart Pazar Saat: 13.00 8 Mart
Yürüyüşü 

Buluşma Yeri: Kurtuluş Parkı

6 Mart Pazar Saat: 16.00 Film Gösterimi

"Demir Çeneli Melekler"

Etkinlikler ivme Dergisi Ankara Bürosunda
Gerçekleştirilecektir.

 


Adres: Kocatepe Mah. İnkılap 2 sok. 24\ 14 Devrim
apt.


Kızılay- Çankaya \ ANKARA


E-Posta:  style="color: rgb(0, 90, 132); font-size: 13px; text-decoration: none;
">ivmeank@gmail.com


Tel: 0312 417 87 01

BASIN AÇIKLAMASINA DAVET

BASIN AÇIKLAMASINA
DAVET

 

BASIN AÇIKLAMASINA DAVET
 
İşsizliğin ve güvencesiz çalıştırmanın
yaygınlaştığı, yasa dışı
çalışma koşullarının dayatıldığı günümüzde,
tüm emekçiler gibi
mühendis, mimar ve şehir plancıları da kapitalizmin çağdaş
köleleri
haline getirilmiştir
 
Mühendislik, Mimarlık ve Planlamada +İVME Dergisi olarak;
düşük ücret
ve güvencesiz çalıştırma uygulamalarına, emekçileri
hak gasplarına uğratan yasalara ve örgütsüzlüğe
karşı, 2011 yılının sonuna kadar
sürecek olan bir kampanyayı 05/03/2011 tarihinde başlatıyoruz.
 
Kampanyamızı kamuoyuna duyurmak için 05/03/2011
tarihinde 
İSTANBUL'DA TAKSİM TRAMVAY DURAĞINDA SAAT: 13.30'da
ANKARA'DA YÜKSEL CAD. İNSAN HAKLARI ANITI ÖNÜNDE
SAAT:13.00'da 
İZMİR'DE ÇAĞDAŞ HUKUKÇULAR DERNEĞİ İZMİR
ŞUBESİ'NDE (854 sokak No:33  Konak)
Basın açıklaması yapacağız. 
Sizleri de aramızda görmekten onur duyarız.
 
Mühendislik, Mimarlık ve Planlamada +İVME Dergisi
www.ivmedergisi.com

27 Şubat 2011 Pazar

Dönüşümün sıkıntısı da büyük oldu / Deniz Ülkütekin

Dönüşümün sıkıntısı
da büyük oldu / Deniz Ülkütekin

Kentsel dönüşüm denilince akla direniş, çatışma,
evlerinden olan aileler ve dev inşaat yatırımları geliyor. Peki insani
açıdan çıkan sonuç ne?  Evlerinden olanlar ne
yaptı? Yıllarca gecekonduda yaşadıktan sonra apartman yaşamına
geçmek sosyal ve ekonomik olarak ne gibi sonuçlar doğurdu?
Yanıtları YTÜ Şehir ve Bölge Planlama
Bölümü’nden Doç. Dr. Asuman Türkün
veriyor.

İstanbul’daki kentsel dönüşüm haberlerini basından
takip edebiliyoruz. Peki kimi zaman direniş kimi zaman da mahkemelerle
durdurulmaya çalışılan bu “dönüşüm”,
“yıkım” ya da “soylulaştırma”, adına ne derseniz
deyin, ne gibi sonuçlara yol açtı? YTÜ Şehir ve
Bölge Planlama Bölümü’nden Doç. Dr. Asuman
Türkün bununla ilgili bir araştırmaya imza atmış.
Türkün’ün MSGSÜ Şehir Bölge Planlama
Bölümü’nden Yrd. Doç. Dr. Besime Şen, Yrd.
Doç. Dr. Binnur Öktem, Yrd. Doç. Dr. Şükrü
Aslan ve Mimarlar Odası’ndan Y. Mim. Mücella Yapıcı’nın
katkılarıyla hazırladığı ve TÜBİTAK tarafından desteklenen
“İstanbul’da Eski Kent Merkezleri ve Gecekondu Mahallelerinde
Kentsel Dönüşüm ve Sosyo-Mekânsal Değişim”
isimli projenin sonuçları evlerinden ayrılıp toplu konutlara
yerleşen ailelerin büyük sıkıntı yaşadığını
gösteriyor.

Hangi mahallelerde çalıştınız?

Altı mahallede çalıştık. Bunların üçü farklı
dinamiklerle gelişmiş gecekondu mahalleleri, Tozkoparan ve
Küçükçekmece’de TOKİ bloklarının yer
aldığı Bezirganbahçe dönüşüm uygulamalarının
sonuçlarını göstermesi açısından önemli;
Küçükçekmece’de yer alan Ayazma ve
Tepeüstü’ndeki gecekondu alanının yıkımından sonra ev
sahipleri burada yapılan TOKİ bloklarına 20 yıl borçlandırılarak
geçirildiler. Ayazma ve Tepeüstü 1990′larda gelişen
gecekondu mahalleleri; daha çok Doğu ve Güneydoğu
Anadolu’dan gelenlerin yerleştiği bir yer. 1980 sonrası aflardan
yararlanmamışlar; bu yüzden en kolay yıkım burada oldu. Ev sahibi
olanlar Bezirganbahçe’ye 20 yıl borçlanmalı
geçirildi. Diğer mahallelerin ortak noktası kentsel
dönüşüm ve dargelirli kesimlerin yaşam alanları olmaları.
Başıbüyük kentsel dönüşüm alanı ilan edildi ve
ilk uygulama olarak mahalledeki alana TOKİ blokları inşa edildi. Tuzla
Aydınlı’da TOKİ konutlarının yapıldığı kısımda yer alan
konutlar yıkıldı ve yine Bezirganbahçe’de olduğu gibi TOKİ
bloklarına yerleştiler. Derbent’te mahallenin büyük bir
bölümünde tapu tahsis belgeleri iptal edildi. Tarlabaşf nda
kısmen yıkımlar başladı ve kiracılar tahliye ediliyor. Burada
yüzde 64 oranında bir kiracı nüfus var. Ev sahipleri
açısındansa bir mülksüzleşme süreci başlayacak
gibi. Diğer mahalle Tozkoparan. Burası 60′ların sonunda gecekondu
önleme bölgesi ilan ediliyor ve 20 yıllık borçlanmayla
insanlar yerleşiyor. 1960′larda burada yaşayanların iş
olanaklarına sahip oldukları, gelirlerinin yüksek olduğu ve
ödemelerin yükünün giderek azaldığı biliniyor,
dolayısıyla çok sıkıntı çekmeden ödemelerini yapıp
tapularını almışlar. Bugünse aynı durum söz konusu değil.

Dönüşüm insanların hayatını nasıl etkilemiş?

Doksan sonrasında gecekondu yapımının sınırlarına ulaşılmıştı;
bu nedenle gelenlerin büyük çoğunluğu kiracı olarak kente
yerleşmiş. Ayazma ve Tepeüstü yıkıldıktan sonra evsahibi kabul
edilen aileler Bezirganbahçe’ye yerleşti ama ekonomik anlamda
ciddi sıkıntılar yaşadılar. Zaten ekonomik krizin olduğu bir
dönemde bu konutlara taşınanların yüzde 54′ü işini
kaybetti; yaptığımız anketlerde işsizliğin yüzde 30′a
ulaştığı görülüyor. Çalışanların yüzde
30′u da asgari ücret altında gelire sahip ve yarısından
fazlasının herhangi bir sosyal güvencesi yok.
Bezirganbahçe’ye yerleşenlerin yarısına yakını
borçlarını ödeyemeyerek geldikleri semtlere ya da kentin
çeperlerine kiracı olarak dönmek zorunda kaldı. Bir de şu var,
insanlar gecekondularda ellerine para geçtikçe evlere yatırım
yapmayı sürdürmüşlerdi. Çıkılan katların bir
kısmı kiralanarak ek gelir elde edildi. Bakkaldan veresiye alışveriş
gibi mahalledeki sosyal ağlar yoluyla zor zamanlar daha kolay atlatılır
oldu. Apartmana geçince bu tür gelirler ve ilişkiler de
kaybedildi. Aidat, doğalgaz gibi düzenli ödemeler de onlar
için fazladan külfet.

Yaşanan sosyal sıkıntılar nedir?

Sosyal alanların kaybolması komşuluk ilişkilerini zayıflatmış.
Gecekondu mahallelerinde sokak ya da ev önleri buluşma alanları olarak
kullanılırken TOKİ’nin yaptığı konutlarda bunlar hiç
düşünülmemiş. Bezirganbahçe’de birtakım yeşil
alanlar var ama bunlar da işlevsel olmaktan uzak. Buraya taşınanlar aynı
sitede oturan tanıdıklarıyla görüşüyor. Gecekondularda
yıllarla birlikte komşuluk da hemşerilik kadar önemli hale gelmiş.
Yeni konutlarda aileler bu açıdan da sıkıntı yaşıyor; apartmanda
tanımadıkları komşularla gerilimler yaşandığı söyleniyor.
Ayrıca TOKI konutlarının tümü 100 metrekarenin altında ve iki
odalı. Ancak evde yaşayan kişi sayısının ortalama 7 ile en fazla ve
ortalama yaşam süresinin en düşük olduğu mahalle de
burası.

Başıbüyük ve Derbent gibi fiziksel direniş yaşanan yerlerde
bir farklılık söz konusu mu?

Başıbüyük’te uzun süre direniş olmuştu ve
dönüşümün yönünü de önemli
ölçüde etkiledi. Mevcut uygulamalara ve mağduriyete dikkat
çekildi. Ayrıca, dönüşüm baskısının yaşandığı
ilçelerde, AKP’nin elinde olan belediyelerin yerel
seçimlerde el değiştirdiği dikkat çekiyor. Ancak
Derbent’teki sorun çözülemedi.

Kadınlar eve kapanıyor: Dönüşümün
kadınlar üstündeki etkisinden bahsedebilir misiniz?

Kentleşmeyle kadınların işgücünden çekildiği
anlaşılıyor. Bizim araştırma yaptığımız mahallelerde de bu durum
geçerli. Ancak merkezi nitelikte ve iş olanaklarının daha fazla
olduğu bölgelerde kadınların işgücüne katıldığı ve
sosyal sigorta dahi olabildiği gözleniyor. Tozkoparan ve
Derbent’te kadınların diğer mahallelere göre daha avantajlı
olduğu açık. Bu mahalleler ayrıca birinci nesil
göçmenlerin yaşadığı yerler ve iş olanaklarının daha fazla
olduğu dönemlerde işgücüne kâtılabilmişler. Ulaşım
olanakları da önemli bir rol oynuyor; Aydınlı’nın kentten
kopuk olması, toplu ulaşımın sınırlı olması kadınların
çalışmalarını da sınırlamış. Sosyal ilişkilerin kaybı
kadınların hayatını daha fazla etkileyen unsurlar. Bildiğiniz gibi
kadınların iş hayatına katılmasını kolaylaştıran kreş, bakımevi
gibi kurumlar yaygın değil ve pahalı. Sosyal ilişkileri yoluyla bu
sorunları çözerek çalışabiliyorlardı. Yıllardır
yaşadıkları sosyal ilişkilerden kopmak onları bire bir etkiliyor.
Bezirganbahçe’deki görüşmelerde kadınların izole
bir yaşam sürdükleri sonucu çıktı.

Tarlabaşı’nda yürütülen politikaları nasıl
değerlendiriyorsunuz?

İstanbul’da tarihi bölgede yer alan Cihangir, Galata gibi
bölgeler piyasa içinde dönüştü, soylulaştı.
Ancak benzer dönüşüm Tarlabaşı’nda kendiliğinde
olmadı; buradaki binaların büyük bir kısmı çok daha
mütevazı koşullara sahip ve ciddi bir rant artışına izin vermiyor.
Bu nedenle Tarlabaşı, tepeden verilen bir kararla dönüşüm
alanı ilan edildi. Hatta “piyasa içinde geri kalan alan
dönüşmezse buraları da benzer projelerle
dönüştürürüz” deniliyor.
Tarlabaşı’nda yaşayanların büyük bölümü
İstiklal Caddesi’nde çeşitli kayıt dışı işlerde
çalışıyor. Tarlabaşı’ndan merkeze uzak bir yere
taşındıklarında bu işlerin çoğunu bulamayacaklar.
Türkiye’de konut politikalarında hep mülkiyetten yana bir
tavır sergilendi; ucuz ve erişilebilir kiralık konut konusunda
çözüm geliştirilmedi. Ancak 5366 sayılı yasadaki
“acele kamulaştırma” yetkisi mülkiyeti de tartışmalı
hale getirdi; yani bazılarının mülkiyeti “daha az
kutsal”. TOKİ’nin dönüşüm bölgelerinde
mülk sahiplerine üç seçenek sunuluyor; ya
binalarını belirlenen fiyatlara satıp gidecekler, ya kendi mahallelerinde
yapılacak olan daha lüks konutların yüksek bedelini
borçlanma yoluyla ödeyecekler ya da kendi mahallelerinden farklı
bir yerde yapılan ye daha uygun fiyatlı TOKİ konutlarına yine
borçlanarak geçeceklerdir. Bu üç seçenek de
bu mahallelerde yaşayanlar için ciddi bir
çözümsüzlüğe yol açıyor.

Kaynak: Cumhuriyet Pazar, Deniz
Ülkütekin

Tepe Klima İşgali 3. Gününde

Tepe Klima İşgali 3.
Gününde

4 aylık maaşlarını alamadıkları için 39 gündür
direnişte olan Limter-İş üyesi Tepe Klima Denizcilik
işçilerinin fabrikayı işgali eylemi 3 gündür
sürüyor.

Kapıya barikatlar kuran ve kaynak cihazıyla kapatan işçiler,
attıkları "Ölmek var dönmek yok", "Direne direne
kazanacağız" sloganlarıyla kararlıklıklarını
sürdürüyor.

İşgalden önce işçilerin fabrika önünde
açtığı direniş çadırına, işçilerin aileleri,
komşuları, emek ve demokrasi güçleri ile siyasi partilerin
ziyaretleri sürüyor.

DİSK'e bağlı Limter-İş Sendikası Genel Sekreteri Hakkı Demiral,
eyleme ilişkin ETHA'ya açıklama yaptı.

Sendika olarak fabrika önündeki çadırlarda bekleyişlerini
sürdürdüklerini belirten Demiral, işçilerin haklı
mücadelesinde kararlı adımlarla ilerlediklerini ifade etti. Demiral,
işveren tarafından henüz bir görüşme
gerçekleşmediğini ve bu sorun çözülmedikçe
fabrika önünden ayrılmayacaklarının belirtti.

Demiral, "Mutlaka başaracağız. Bu baskıların, adaletsizliklerin
sona ermesi için birlikte mücadele etmemiz gerekir"
dedi. 

Kaynak: ETHA

İstanbul'da Avukatlar Toplu Mezarlar İçin Yürüdü

İstanbul'da Avukatlar Toplu
Mezarlar İçin Yürüdü

İstanbul Barosu'na kayıtlı çok sayıda avukat,
hükümetten toplu mezarlar konusunda adım atması isteğiyle
Beyoğlu'nda yürüdü.

İstanbul Barosu önünde toplanarak Galatasaray Meydanı'na
yürüyen avukatlar, basın açıklaması yaptı. Avukatlar
daha sonra okudukları basın metnini Galatasaray Postanesi'nden
Başbakan'a gönderdi.

İstanbul Barosuna'na kayıtlı  Çağdaş Avukatlar,
Katılımcı Avukatlar, Demokrasi için
Hukukçular, Toplumsal Hukukçular,  Dayanışmacı
Avukatlar, Özgürlükçü Hukukçular
Derneği, Çağdaş Hukukçular Derneği ve İnsan Hakları
Derneği üyesi yaklaşık 150 avukat, toplu mezarların
açılıp sorumluların yargılanması talebiyle İstiklal Caddesi
üzerinde bulunan İstanbul Barosu önünde toplandı. 'Toplu
mezarlar insanlık suçudur. Hakikatleri araştırma komisyonu
kurulsun. Gizli kayıtlar açıklansın. Sorumlular yargılansın.
Toplu Mezarlar Minnesota protokolüne uygun olarak açılsın'
yazılı büyük bir pankart açan avukatlar yağmur altında
yürüyüşe geçti. Avukatlar yürüyüş
boyunca, 'Kayıplar bulunsun hesap sorulsun' , 'Toplu mezarlar
insanlık suçudur' şeklinde sloganlar attı.

Galatasaray Meydanı'nda avukatlar adına Yıldız İmrek,
Başbakanlık'a yollayacakları mektubu okudu. İmrek, Anayasanın 2.
maddesinde yer alan demokratik hukuk devleti ilkesini hatırlatarak, toplu
mezarlara ilişkin taleplerini sıraladı. 12 Eylül darbesi ve
devamında OHAL sürecinde binlerce insanın kaybedildiğini öne
süren İmrek, son dönemde ortaya çıkan toplu mezarlarla
kayıpların topluca gömüldüğünün ortaya
çıktığını savunduGüney Afrika Cumhuriyet, Arjantin, Şili
gibi benzer örnekleri yaşamış ülkelerdeki uygulamaları
hatırlatan İrmek, mağdurların, insan hakları örgütlerinin ve
demokratik kurumların katılımıyla Hakikatleri Araştırma Komisyonları
kurulması gerektiğini söyledi.İrmek konuşmasına şöyle devam
etti:

"Toplu mezarların açılması sırasında bugüne kadar
uygulanan ve gerçeklerin karartılması tehlikesi içeren
yöntemlere son verilerek; Minnesota Protokolü'ne uygun
oluşturulacak hukukçu, adli tıp uzmanı, adli antropolog ve
arkeologlardan oluşacak uzman komisyon aracılığı ile mezarlar
açılmalı, cenazeler usulüne uygun olarak ailelere teslim
edilmelidir. Gizli ve izinsiz yapılan kazılara ilişkin derhal soruşturma
açılmalıdır." Basın açıklamasının ardından
Galatasaray Postanesi'ne giren bir grup avukat, okudukları mektubu
Başbakanlık'a gönderdi. 

Kaynak: Bianet

"Bologna Süreci ve Eğitimdeki Dönüşümler" Paneli Yapıldı

"Bologna Süreci ve
Eğitimdeki Dönüşümler" Paneli Yapıldı

 



class="Apple-style-span" style="border-collapse: collapse; ">Sermayenin
Üniversitelerine Karşı Avrupa'da Bir Hayelet
Dolaşıyor

class="Apple-style-span" style="border-collapse: collapse; "> class="Apple-style-span" style="font-family: arial, sans-serif; font-size:
13px; ">26 Şubat 2011 Cumartesi günü, içinde İvme Dergisi
yayın kurulu üyelerinin de bulunduğu mühendislik mimarlık ve
şehir planlama öğrencilerinin çağrısıyla
 “Bologna Süreci ve Eğitimdeki
Dönüşümler” başlıklı panel
düzenlendi. 

class="Apple-style-span" style="border-collapse: collapse; "> class="Apple-style-span" style="font-family: arial; font-size: small; "> class="Apple-style-span" style="border-collapse: collapse; font-family:
arial, sans-serif; font-size: 13px; ">Etkinliğe; iş cinayetiyle aramızdan
ayrılan harita mühendisi Gülseren Yurttaş şahsında devrim ve
demokrasi mücadelesinde yitirdiklerimiz anısına saygı duruşuyla
başlandı. Ardından “Ada” ve “İstihdam” isimli
kısa filmlerinin gösterimi yapıldı.

class="Apple-style-span" style="border-collapse: collapse; "> class="Apple-style-span" style="font-family: arial, sans-serif; font-size:
13px; ">Konuşmalara geçilmeden önce Bologna Süreci
karşıtı öğrencilerin biraraya geliş nedenine ve panel hazırlık
sürecine değinilirken Dokuz Eylül Üniversitesi'ndeki
ulaşım ve Ege Üniversitesi'ndeki formasyon eylemlerinden
bahsedildi. 


class="Apple-style-span" style="border-collapse: collapse; "> class="Apple-style-span" style="font-family: arial; font-size: small; "> class="Apple-style-span" style="border-collapse: collapse; font-family:
arial, sans-serif; font-size: 13px; ">İlk olarak Ümit Akıncı söz
aldı. Akıncı konuşmasında Bologna Süreci'nin nasıl
başladığını ve tarihsel olarak gelişim sürecini anlattı. Ayrıca
Bologna Süreci'nde sürekli vurgulanan hareketlilik,
uluslararası tanınırlık, yaşam boyu öğrenim, standartlaştırma
kavramlarının kendine sürekli kar edebilecek yeni alanlar
açmaya çalışan kapitalistler için öneminin
altını çizdi. 


class="Apple-style-span" style="border-collapse: collapse; "> class="Apple-style-span" style="font-family: arial; font-size: small; "> class="Apple-style-span" style="border-collapse: collapse; font-family:
arial, sans-serif; font-size: 13px; ">İkinci olarak söz alan Meltem
Yıldırım konuşmasında Bologna Süreci'nin mesleklere nasıl
yansıdığına, modüler insan, akreditasyon, GATS(Hizmet Ticareti Genel
Anlaşması) ve belgelendirme konularına değindi. Türkiye'deki
yansımalarını da anlatan Yıldırım, TÜSİAD'ın yüksek
öğretim raporu ve YÖK Strateji Raporu'ndan alıntılarla asıl
amacın nitelikli işgücünü en az maliyetle elde etmeye
çalışmak ve olabildiğince sömürmek olduğunu
belirtti.Yüksek öğretim konusunda sermayenin istediği
özerklik ile akademik özerkliğin birbirinden çok farklı
olduğunu vurgulayan Meltem Yıldırım konuşmasına Yetkin-Yetkili
Mühendislik vb. belgelendirme uygulamaları ile GATS'ın
amaçlarını anlatarak son
verdi. 


class="Apple-style-span" style="border-collapse: collapse; "> class="Apple-style-span" style="font-family: arial; font-size: small; "> class="Apple-style-span" style="border-collapse: collapse; font-family:
arial, sans-serif; font-size: 13px; ">Son konuşmacı Yusuf Ekici sermayenin
ihtiyaçlarına göre üniversite eğitiminin yaşadığı
dönüşümü anlattı. Bologna Süreci'nin
üniversiteleri ticarileştirmenin yeni bir boyutu olduğunu
söyleyen Yusuf Ekici Avrupa'daki öğrenci eylemliliklerine
değindi ve günümüz bireyci anlayışını eleştirerek
konuşmasını bitirdi.


class="Apple-style-span" style="border-collapse: collapse; "> class="Apple-style-span" style="font-family: arial; font-size: small; "> class="Apple-style-span" style="border-collapse: collapse; font-family:
arial, sans-serif; font-size: 13px; ">Konuşmacılarına ardından panele
sorular ve görüşlerle devam edildi. Bu bölümde
tekno-kentlerin kurulma nedenleri ve Erasmus Öğrenci Değişim
Programı gibi konulara değinildi.


class="Apple-style-span" style="border-collapse: collapse; "> class="Apple-style-span" style="font-family: arial; font-size: small; "> class="Apple-style-span" style="border-collapse: collapse; font-family:
arial, sans-serif; font-size: 13px; ">Panelde, bugüne kadar yapılan
çalışmaları bir adım daha öteye götürebilmek
için platform kurulma ihtiyacı dillendirildi. Panel katılımcılara
platform çağrısının yapılmasıyla son
buldu.


class="Apple-style-span" style="border-collapse: collapse; "> class="Apple-style-span" style="font-family: arial; font-size: small; "> class="Apple-style-span" style="border-collapse: collapse; font-family:
arial, sans-serif; font-size: 13px; ">Panelin ardından Konak
Belediyesi'nde  taşeronda çalışan işçilerin
direnişine destek ziyaretinde bulunuldu.

Yüksel'de Standlar Yeniden Açıldı

Yüksel'de Standlar Yeniden
Açıldı

 

25 Şubat’ta polisin Yüksel Caddesi’nde standlara
saldırarak kişiyi gözaltına alması protesto edildi,
 birçok devrimci demokrat  yapı ve dergi stand
açtı. Yüksel Caddesi’nin devrimci demokrat kurum ve
yapılara kapatılmak istendiği söylendi.

Aralarında Artı İvme Dergisi’nin de bulunduğu birçok kurum
ve dergi, polisin müdahalesinin ardından tekrar Yüksel
Caddesi’nde stand açtı.  Stand açma eyleminden
önce yapılan açıklamada, 25 Şubat’ta  Yüksel
Caddesi’nde açılan standlara polisin müdahale ettiği ve 7
kişiyi döverek, yerlerde sürükleyerek  gözaltına
aldığı anlatıldı. Açıklamada “Onlar bizi bu sokaktan
atmak, Yüksel’i siyasi faaliyetlere kapatmak istiyorlar. Ama buna
izin vermeyeceğiz. Bugüne kadar hep dik durduk, bundan sonrada dik
duracağız” denildi. Stand açmanın hakları olduğunun
söylendiği açıklamada bu haklarını sonuna kadar
koruyacakları  vurgulandı.

Kurumlar ve dergiler açtıkları masalarda gazete, dergi,
bildirilerini dağıttı. Gün boyu halay çeken grup sık sık
sloganlar atarak bu sokakların asıl sahiplerinin kendileri olduğunu
vurguladılar. Sık sık, “Yüksel faşizme mezar olacak”,
“Kahrolsun faşizm yaşasın mücadelemiz”, “Yaşasın
devrimci dayanışma” , ‘’Katil polis defol, bu sokaklar
bizim’ sloganları atıldı.

Saat 19.00’a kadar süren eylem sonrasında ortak bir basın
açıklaması yapıldı.  Kurumlar adına açıklama yapan
Selvihan Eroğlu, 25 Şubat’ta polisin Yüksel Caddesi’nde
TÖP, Gençlik Federasyonu ve BDP’nin açtığı
standlara müdahale ederek, 7 kişiyi gözaltına aldığını
hatırlattı. Polisin devrimcilere saldırdığını belirten Eroğlu
“Dün, top yekün saldırıya karşı cevabımız top
yekün direniş olacak demiştik. Bugün bunun karşılığı olarak
standlarımızı açtık. Devrimcilerin,demokratların ve
yurtseverlerin omuz omuza duruşu, dayanışması devlete geri adım
attırmıştır. Bedel ödeyerek kazandığımız sokakları terk
etmeyecek, kararlılıkla direneceğiz” dedi.

Açıklamanın ardından atılan sloganlarla eylem bitirildi.

 

+ İVME

25 Şubat 2011 Cuma

Casper İşçilerine Destek

Casper İşçilerine
Destek

(25.02.11) - Birleşik Metal-İş Sendikası, sendikalaştıkları
için işten atılan Casper işçilerine dayanışma ziyareti
gerçekleştirildi.

Ümraniye’de bulunan Casper bilgisayar fabrikasında, sendikalı
oldukları için işten atılan işçiler 21 Şubat tarihinden bu
yana kapı önünde direnişlerini sürdürüyorlar.
Bugün (25 Şubat Cuma) saat 13.00’te Casper önünde bir
dayanışma eylemi gerçekleştirildi. Kitlesel bir katılım ve
coşkulu bir atmosferde yapılan eylemde “Bundan böyle
sendikalıyız / Casper işçileri - Birleşik Metal-İş”
pankartı açıldı.

Fabrikada çalışan işçiler de fabrika bahçesinde
kitlesel biçimde yerlerini alırken, Birleşik Metal üyesi
işçiler eyleme, flamalarla ve “Yaşasın İşçilerin
Birliği”, “Taşeron sistemine hayır”, “Yasaksız,
baskısız sendikal yaşam”, “Güvenceli çalışmak
istiyoruz” dövizleri ile katıldılar. Eğitim Sen 2 Nolu
Şub
e eyleme dövizleriyle katılırken, TKP,
BDSP, EMEP ve ÖDP de
eyleme destek verdi.

 

Birleşik Metal İş Sendikası Genel Başkanı Adnan
Serdaroğlu
bir konuşma yaparak DİSK ve Birleşik Metal
İş’in mücadeleci tarihine değindi. Serdaroğlu, Casper’da
kararlılıkla mücadele edeceklerini, asla işçiyi yalnız
bırakmayacaklarını ifade ederken, aynı mücadeleci ve kararlı tutumu
grev kararı alan metal işçileriyle birlikte de sergileyeceklerini
söyledi. Serdaroğlu, Casper patronlarına hitaben de şunları
söyledi: “Kısa sürede ilerlediniz, uluslararası bir
şirket oldunuz. Teknoloji üretiyorsunuz, sendika düşmanı,
çağdışı bir tutum size yakışmıyor. Bu tutumunuzda inat
ederseniz Casper’i başınıza yıkarız, Türkiye’yi size
dar ederiz”

Ardından DİSK Örgütlenme Daire Başkanı Ali Rıza
Küçükosmanoğlu
söz alarak direnişi
selamladı. Küçükosmanoğlu yaptığı konuşmada, Casper
patronunun işten atma saldırısıyla birlikte DSC direnişine dün
gerçekleşen polis saldırısını da kınadı. İşçileri
birleşip örgütlenerek, sermayeye karşı mücadele etmeye
çağırdı.

Yapılan konuşmaların ardından, çalışan işçiler
sloganlarla fabrikaya uğurlandı. Direnişçi işçiler,
pankartlarını astıkları direniş alanında direniş ateşini yakarak
ziyaretçilerle sohbetler gerçekleştirdiler.

Çevik ve sivil polis ablukası dikkat çekerken eylemde
"Yaşasın sınıf dayanışması!”, “Casper işçisi
yalnız değildir!”, “İşçilerin birliği sermayeyi
yenecek!”, “Casper işçisi boyun eğmeyecek!”,
“Zafer direnen emekçinin olacak!”, “Sermayeye
köle olmayacağız!”, “Baskılar bizi yıldıramaz!”
sloganlarını atıldı.   

Kaynak: kizilbayrak.net

Huawei’de Mühendislere Mobbing Yapılıyor!

Huawei'de Mühendislere
Mobbing Yapılıyor!

 

Üniversiteye girişte sınav, Huawei’de bir başka
sınav!

Yıllardır mühendislerin maruz kaldığı psikolojik baskıları
zaten biliyoruz, bunlar daha çok performans değerlendirmesi, ortama
adaptasyon vs. üzeriden yapılırdı. Artık mühendis işe alıp,
çıkarmayı bir strateji hatta gençleşme-dinamikleştirme adı
altında gelenek haline getiren sektör,  kendine mühendisinin
bilgi ve yeteneklerini adeta bir lise öğrencisi gibi sınav yaparak
ölçmeyi, hatta bunu bir tehdit öğesi haline getirmeye de
başladı.

İşe alım sürecinde bazı kurumsal yada orta ölçekli
kuruluşların yazılı sınav yaparak, yazılım bilgisini kendince
ölçtüğüne zaten şahit oluyorduk. Şimdilerde de buna
,  Huawei’de  oldugu gibi,  mevcut deneyimli
çalışanlarına uyguladığı ve mühendislerini  işleriyle
tehdit ettiği  bir uygulama eklendi.Bu uygulamayla şirket 
çalısanlarına lise öğrencisi formatında sınav yapıp,
sonuçlarını kendi aralarında sıralamamaya tabii tutup,
başarısız gördüklerini işten atmakla tehdit ediyor.

Bir de bu çıktı: Çalışanlara eğitim vermeden
sınav, o sınavlardan kalanları işten atma!

Olay şurdan başlıyor, Huawei devam etmekte olan bir projenin iptal
edilmesi sonucu, bu projedeki elemanları başka departmanlarda kullanmak
yerine, proje gider, bu insanlarla da  işim biter mantığıyla,
öncelikle bir  yıllık  sözleşme imzalattığı ve
sözleşme yenilenme  zamanı  gelmiş  mühendisleri
işten çıkarıyor. İkinci raundda  ise şirkette  her an
adeta bir muhbir gibi kullandığı  Çin’li
mühendislerle arası iyi olmayan, açıkçası
Çinlilerin bu psikolojik şiddetine tepki veren mühendislerin
işine son veriyor. Zaten bu tasviyelerle büyük
ölçüde  gözdağı verdiği hala
çıkarılmamış mühendislere de, “Bak  işte
böyle de yoluna uydurur çıkarırım istersem” 
dercesine, teknik sınav yapacaklarını ,Oracle ve Java sınavlarına tabi
tutulacaklarını ,sonucu diğer arkadaşlarına göre
düşük  olanları ise  çıkaracaklarını
söylüyorlar.

Eziyetleri burada da  bitmiyor. Her hafta o haftanın başında ya da
sonunda sınav yapacaklarını söyleyip, o gün geldiğindeyse 
haftaya yaparız artık diyip, çalışanlarını  bir 
yandan gündüz  işlerini yaparken, bir yandan da akşamları
sınava çalışmaya mecbur ederek sürekli baskı 
altında  tutuyorlar. Ve bu eziyet süresi  her hafta
öbür haftaya yaparız artık diyerek 2-3 aya kadar uzatılıyor.
Böylece mühendislerin bilgisini ölçme bahanesiyle,
insanların akşam kendilerine ayırdığı  vakti çalarak ve
sınav baskısı altında kendilerinin  işlerine yarayacak teknik
bilgiyi edinmelerini sağlıyor.

Kaldı ki başka başka pozisyonlar için işe aldığı 
insanları, ayrımsız yazılım bilgisini sınamak  adı 
altında, ders çalıştırıyor  böylece şirketin kendi
vermesi gereken eğitim yükünden de kurtulmuş oluyor. Bir de
herbirini diğerlerinin notuyla karşılaştırmaya tabi tutarak,
çalışanlar  arasında da bir  rekabet oluşturarak,
şirket olarak devreye girmeden bir kontrol mekanizmasi oluşturmuş da
oluyor.

Çin’li mühendisler Çin’de uygulanan
iş yeri politikalarını burada da uygulamaya
çalışıyorlar.

Bir de olayın şu boyutu var ; şirkette ağır bir Çin baskısı
hissediliyor: Huawei’de  Çin’li mühendislerde
devamli beğenmeyen ve yarattıkları bu  olumsuzluk üzerinden
çalışanları  motive etmeyi amaçlayan bir mantık hakim.
Son aylarda bazı arkadaşlarımızın  işten apar topar
çıkarılmalarından sonra, çalışanlar arasında
Çinlilerle ne olursa olsun ilişkileri daha iyi tutmayı baskılayan
bir hava oluşturuldu.

Huawei, Türkiye’deki telekom pazarına biraz geç 
girdi. Hırslarını çalışanlarına  hayatı cehenneme
çevirerek tatmin ediyorlar. Çin’de uygulanan iş yeri
politikalarını burada da uygulamaya çalışıyorlar.

Tüm bu yaşananlar üzerine soracak olursak  Huawei
‘de çalışanlara uygulanan mobbing degildir de nedir?

Mobbingin yeni durağı Huawei,
üstelik Sınav  hediyeli! 

 

Kaynak: bilisimcalisanlari.net

PTT Direnişi 50. Gününde

PTT Direnişi 50.
Gününde

Sirkeci Tramvay Durağı'nda toplanan PTT
işçileri
ve destekçiler buradan Sirkeci Postanesi'ne
kadar yürüdüler. "Haklarımıza ve geleceğimize sahip
çıkıyoruz! İşimizi geri istiyoruz / Direnişçi PTT taşeron
işçileri
" pankartı arkasında kortej oluşturan kitle,
yürüyüş boyunca sık sık "Taşeron işçisi
köle değildir! " , "Kahrolsun ücretli kölelik
düzeni! " , "Kurutuluş yok tek başına, ya hep beraber ya
hiçbirimiz!", "Direne direne kazanacağız!
"
sloganlarını attı.

Sirkeci Postanesi önünde "İşimizi geri istiyoruz/
yaşasın onurlu direnişimiz!
" pankartıyla bekleyen Ontex
işçileri gelenleri, "Yaşasın sınıf dayanışması!"
sloganıyla karşıladı. Burada ilk olarak PTT direnişçisi Rıza
Soylu
kısa bir konuşma yaptı. Soylu, direniş süresince
yaptıkları eylem, etkinlikler ve direniş sürecine ilişkin
bilgilendirmede bulundu. Ardından basın açıklamasına
geçildi. Basın açıklamasını Cafer Kala okudu.

Kala yaptığı açıklamada; "Hiçbir hakkımız
olmadan geleceksiz, güvencesiz çalışma dayatmasına ve işten
atmalara karşı başlattığımız direnişimizin 50. günündeyiz.
Sermaye sınıfının işçi ve emekçilere dayattığı
kölelik koşullarına boyun eğmeyeceğiz.

Sermaye hükümeti taşeronluk adı altında 2 milyondan fazla
insana kölece koşulları dayatıyor. Torba yasalarıyla bu
köleliği derinleştirme hesabı yapıyorlar. Sermayenin işçi ve
emekçilere yönelik gerçekleştirdiği bu saldırılara ve
bizlere dayattığı onursuzluğa boyun eğmeyeceğiz. İşten atılmadan
önce başlattığımız ve atıldıktan sonra güçlenerek
devam ettirdiğimiz mücadelemizi farklı araç ve yöntemlerle
sürdürüyoruz. Yaklaşık iki haftadır
sürdürdüğümüz imza kampanyamızı
sonlandırıyoruz.
Şunu da açıkça söyleyelim ki, meclise
gönderdiğimiz imzalardan hiçbir beklentimiz yok. Bizler
kazanımların ancak ve ancak mücadeleyle elde edileceğini biliyoruz.
Bizim ve diğer sınıf kardeşlerimizin kurdukları çadırlarda bunu
göstergesidir" dedi.

Açıklamada Ortadoğu ve Avrupa'daki gelişmelere
değinen Kala; "Son bir aydaki gelişmeler dahi en temel insani
haklarımızı kazanmak için izlememiz gereken yolu
gösteriyor
” diyerek basın açıklamasını bitirdi. />

Basın açıklamasının ardından Ontex işçileri
adına bir konuşma yapıldı. Konuşmada 8. gününde olan
direnişlerinin patrona karşı değil aynı zamanda sendikal
bürokrasiyede karşı yürütüldüğü belirtildi.
Ontex'in ürettiği CanBebe, CanPad ve Helen
Harper
markalarını boykot etme çağrısında bulunan
işçiler direnişlerini kazanana kadar sürdüreceklerini
söyleyerek sözlerini tamamladı.

Emeğe Ezgi'nin kısa müzik dinletisinden sonra toplanan
imzalar TBMM'ne gönderildi. Eylem atılan sloganlarla
sonlandırıldı.
Eyleme, Alınteri, ESP, DİK ve SODAP, Haber-Sen ve
Eğitim Sen 6 Nolu Şube'nin de içinde bulunduğu devrimci
demokratik kurumlar katılarak destek verdiler.

 Kaynak:
alinteri.org

TÜM DEVRİMCİ ve DEMOKRATLARA ÇAĞRIMIZDIR

TÜM DEVRİMCİ ve
DEMOKRATLARA ÇAĞRIMIZDIR

 

TÜM DEVRİMCİ ve DEMOKRATLARA ÇAĞRIMIZDIR

25 Şubat Cuma günü Ankara Yüksel caddesinde açılan
stantlara karşı yapılan faşist müdahaleyi protesto etmek ve
yıllardır mücadeleyle kazanılmış olan masa açma hakkımızı
savunmak için 26 Şubat Cumartesi günü toplu olarak stant
açıyoruz.

Tüm devrimci, demokrat ve duyarlı halkımızı bu eyleme
çağırıyoruz.

Tarih: 26 Şubat Cumartesi

Buluşma saati: 13.00

Yer: Yüksel Caddesi insan hakları anıtı önü
Kızılay

Yüksel Caddesinde Standlara Polis Müdahalesi

Yüksel Caddesinde Standlara
Polis Müdahalesi

25 Şubat'ta Ankara'da Yüksel Caddesi'nde stand açan
devrimci demokratlara polis müdahale etti.Aralarında İvme Dergisi
yayın kurulu üyesininde bulunduğu 7 kişi  gözaltına
alındı.

Saat 16.00 sularında Yüksel Caddesi'nde masa açan devrimci,
demokratlara standları kaldırmalarını, Valilik kararı olduğunu ve izin
almadan stant açılamayacağını bildirdi. Çevik kuvvet
polisleri masaların kaldırılması, aksi takdirde müdahale olacağı
uyarısını yaptı. Masa açmanın demokratik hakları olduğunu
söyleyen insanlar masaları kaldırmayacaklarını söyledi.

10 dakika sonra masalara müdahale etmeye başladı. Kol kola girerek
direnen grupa polis cop ve gaz bombalarıyla saldırdı. Bunun üzerine
biraraya gelen bir grup Yüksel Caddesi'nde toplanarak slogan atmaya
başladı. Bu arada polisle grup arasında ufak çaplı bir
çatışma çıktı. Bu arada polis, ulaşabildiğimiz bilgilere
göre, masalarda bulunan ve polisin saldırısına tepki gösteren,
aralarında TÖP, ESP, Gençlik Federasyonu ve + İvme yayın
kurulu üyesi 7 kişiyi göz altına aldı.

Saldırının ardından Yükselden ayrılmayan devrimci ve demokatlar
saat 17.30 da bir basın açıklaması yapacaklarını duyurarak
beklemeye devam ettiler.

Saat 17.30'da açıklama yapan devrimci demokratlar saldırıları
kınayarak, gözaltıların derhal serbest bırakılmasını istediler.
Gözalrılar serbest bırakılana kadar alandan ayrılmayarak oturma
eylemi yapacaklarını açıklayan grup, slogan ve halaylarla beklemeye
devam ediyor.

Polis, Yüksel Caddesi'ne çıkan tüm yolları tüm
yolları kapattı. Belirli aralıklarla anonslar yaparak alanın derhal terk
edilmesi uyarısı yapıyor.

Gelişemeleri aktarnaya devam edeceğiz...

 

+İVME

Orhan İyiler Hayatını Kaybetti

Orhan İyiler Hayatını
Kaybetti

Uzun bir süredir kanser hastalığı ile mücadele eden sosyalist
araştırmacı, yazar Orhan İyiler’i bugün sabah saat
07.55'de kaybettik.

Yazdıkları ile, araştırmaları ile her zaman sosyalizmi savunan, halkı
için üreten, hasta yatağında bile inançları, değerleri
için üretmeye, anlatmaya devam eden, ölüm karşısında
da dimdik durmasını bilen sosyalist yazarımız Orhan İyiler'i
unutmayacağız. Bizlere bıraktığı eserleri ile sanatımızda,
kavgamızda yaşatacağız. Anısında önünde saygıyla eğiliyor ,
ailesine, yakınlarına, dostlarına ve tüm devrimcilere başsağlığı
dileklerimizi iletiyoruz. K

İDİL KÜLTÜR MERKEZİ

GRUP YORUM

TAVIR DERGİSİ

FOSEM

İDİL TİYATRO ATÖLYESİ

 

Kaynak: halkinsesi.tv

Karadenizlinin HES İsyanı Ve Ekolojik Duyarlılık / Sadık Varer

Karadenizlinin HES İsyanı
Ve Ekolojik Duyarlılık / Sadık Varer

Hidroelektrik Santraller (HES’ler), insanlığın
bugününü ve geleceğini ciddi olarak tehdit eden fosil
yakıtlar ve nükleer santrallerle karşılaştırıldığında tercih
edilebilir enerji kaynakları olarak görülebilir.

Meseleyi böyle ‘saf haliyle’ ele alırsanız HES
karşıtlığınızın kabul edilebilir mantıklı açıklamasını
yapmakta zorluk çekebilirsiniz; suyun potansiyel enerjisini mekanik
enerjiye, mekanik enerjinin de elektrik enerjisine
dönüştürülmesini sağlayan temiz enerji kaynağı
HES’e karşı çıkmak, anlamsız bulunabilir. HES
‘işine’ girmiş şirket sahipleri ile iktidar
sözcüleri de halkı ‘ikna etmek’ ve HES’lere
kaşı çıkanları etkisizleştirmek için meseleyi bu minval
üzere ele alıyor!

Elbette, akarsulardan elde edilecek olan enerji ile ilgili projeler,
çevre ve insan hayatını tahrip etmeyecek şekilde hazırlanmışsa,
buna kimse karşı çıkmaz. Ve fakat sorunun kaynağı tam da budur;
Karadeniz’de kurulan ve kurulacak olan HES projeleri,
‘yeryüzünün cenneti’ sayılan Karadeniz’i
‘cehenneme’ çevirecek ve Karadeniz insanını toprağın
‘nimetlerinden’ mahrum bırakacak şekilde
hazırlanmıştır…

HES’lerin yapısı ve işleyişi şöyledir: Önce derenin
suyu yatağından alınıp bir yerde biriktirilir. Suyun olabilecek en
yüksek hızla yokuş aşağı akışını sağlamak için
tüneller açılır ya da devasa borular döşenir. Uygun bir
yerde türbin ve türbine bağlı santral ve enerji iletişim sistemi
kurulur. Biriktirilen su tünellerden veya borulardan hızla aşağı
iner, suyun basıncı ile türbin dönmeye başlar ve böylece
elektrik enerjisi elde edilir. Bu işlemler gerçekleştirilirken dere
yatağı büsbütün susuz kalmasın diye adına ‘can
suyu’ denilen bir parça su bırakılır.

Şimdi; bu HES’lerden biri veya bir kaçı ekosistemi
bozmayabilir belki, ama kırk kilometrelik bir dereye kırk adet HES
kurarsanız, olmaz!

Ne var ki ticarileştirilmiş sudan büyük kâr beklentisi
içinde olan kapitalist asalaklar olmazı oldurmaya
çalışıyor. Derelerimizin suyuna el konulmuş ve neredeyse bir
kilometreye bir HES kurmaya karar verilmiştir. Karadeniz’de, bilinen
HES projesi sayısı yedi yüz ellidir. Bunun anlamı açık:
Planlanan HES’ler kurulursa dere yatakları susuz kalacak,
kaçınılmaz olarak da ekosistem bozulacak, Karadeniz halkı ekmekten
ve sudan mahrum bırakılacaktır. Bilim insanlarının yaptığı bir
araştırmaya göre, HES’ler yüzünden Karadeniz halkı on
ila yirmi yıl içerisinde çaya bile veda etmek zorunda
kalacaktır.

İşin en düşündürücü yanlarından biri de şudur:
Şayet söz konusu HES’ler kurulur ve elektrik üretimi
gerçekleşirse, bütün bu santrallerin üreteceği
elektrikle Türkiye’nin elektrik ihtiyacının ancak yüzde
ikilik bir bölümü karşılanmış olacaktır. Yani
Türkiye’nin elektrik ihtiyacının yüzde ikilik bir
bölümü karşılanacak diye Karadenizli ‘cehenneme’
mahkûm edilmektedir.

İşte, “hamsinin ve mısır ekmeğinin zaferi” için
mücadele etmeyi vazife sayan, duyarlı ve gözü pek
Karadenizlinin HES isyanı bundandır.

Fakat bazı Karadenizliler bu isyancıların “terörist” ve
dahi “vatan haini” olduğunu düşünüyorlar!

Bu Karadenizlilerden biri de Başvekil Erdoğan’dır. HES’lere
karşı mücadele edenleri vatan hainliği ve yalancılıkla
suçlayan Başvekil şöyle demişti: “Bu çevreci
tipler yalan söylüyor, dereler kurumuyor.”

Başvekil Erdoğan böyle diyor, ama memleketi Güneysu’da
herkes Gürgen Deresi’nin kurumaya yüz tuttuğunu çok
iyi biliyordu. Ölçüsüz ve insafsızca inşa edilen
HES’lerin dereleri kuruttuğuna ve doğayı tahrip ettiğine tanıklık
eden ve vadilerine yirmiden fazla HES’in kurulacağını öğrenen
AKP’li İkizdere Belediye Başkanı durumu şöyle
özetlemişti: “Bu bir cinayettir.”

Evet, bu bir cinayettir ve cinayetin asli faili insanlığa karşı
sayısız ekolojik suç işleyen ve işlemeyi sürdüren
açgözlü kapitalizmdir. Kapitalizmin defteri
dürülmeden de HES belasından kurtulmak mümkün
değildir.

Bu noktada ‘sol ve ekolojik duyarlılık’ meselesine dair bir
çift söz etmek gerekiyor. Ama önce bir saptama yapmalıyım:
Türkiye solunun bir kesimindeki ekolojik duyarsızlığa rağmen artan
oranlarda taraftar bulmaya başlayan HES karşıtı mücadele, genel
olarak solun ilgisini çekmeye başlamıştır ve bu umut vaat eden bir
gelişme olarak kayıt altına alınmalıdır…

Devrimcilerin mücadeledeki önceliği, emek – sermaye
çelişkisinin çözümüne ayarlı devrim fikrine
bağlıdır. Kuşkusuz bu yaklaşım doğrudur. Ancak buradan hareketle
ekolojik sorunların çözümü için mücadeleyi
hafifsemek vahim bir hata sayılmalıdır. İnsanlığın
bütününü doğrudan ilgilendiren ekolojik sorunları,
kapsayıcı bir sosyalist mücadele ve gelecek perspektifiyle ele almak
gerekiyor.

Kanımca, asırlık teorik ezberlerle düşünme alışkanlığını
terk etmeyi başaran devrimciler, şimdilerde kapitalizm karşıtlığıyla
ilişkilendirilerek sürdürülecek olan ekolojik
mücadelenin devrime ve devrim sonrasına taşınabilir kazanımlarını
görebilirler.

Devrim öncesi süreçlerdeki ekolojik mücadeleyle
sağlanacak ekolojik duyarlılık sayesinde devrimden sonra da ihtiyaç
duyulabilecek olan ekolojik mücadelenin maddi güçleri
hazırlanmış olacaktır.

“Devrim sonrasında, sosyalizm koşullarında ekolojik mücadeleye
gerek kalmayacaktır” diyen dostlarımız olabilir. Onlara tarihimize
yeniden göz atmalarını öneririm. Ekolojik duyarlılık bahsinde
‘sosyalist’ tarihimizin ciddi bir sicil problemi var. Artık
aklı eren herkes nükleer santrallerin insanlığı tehdit eden
büyük bir bela olduğunu teslim eder ve nükleer karşıtı
mücadeleyi yaşamsal bir insanlık mücadelesi olarak
görür ya, ne yazık ki insanlığın başına bu belayı musallat
eden yalnızca kapitalist haydutlar değildir; dünyanın ilk
nükleer santrali 27 Haziran 1954 tarihinde Sovyetler Birliği’nde
açılmıştır. Ve Çernobil faciasının ağır
‘faturası’ hala ortada durmaktadır. Çin ve ekolojik
duyarlılık meselesine ise hiç girmeyelim!...

Sadık Varer

24 Şubat 2011 Perşembe

DHF: Saldırılar Sonuçsuz Kalacaktır

DHF: Saldırılar Sonuçsuz
Kalacaktır

İSTANBUL (24.02.2011)- DHF İstanbul’da üyelerine
dönük gözaltı terörünü yaptığı eylemle
protesto etti. Eyleme PARTİZAN, ESP, BDSP, ÖDP, EHP, HALK CEPHESİ,
SDP, UZUN YÜRÜYÜŞ, KÖZ, DEVRİMCİ HAREKET,
KALDIRAÇ, GENÇ-SEN, TKP, SODAP, ALINTERİ, HALKEVLERİ destek
verdi.

Galatasaray lisesi önünde toplanan DHF ve devrimci demokratik
kitle örgütü üyeleri 7 İlde yapılan ev ve kurum
baskınları ile gözaltına alınan Halkın Günlüğü
Gazetesi çalışanları ve DHF’liler için destek eylemi
yaptı.

Eylemde “Sömürü ve zulüm saltanatına karşı
halkın haklı mücadelesini sahiplenelim! Gözaltı ve tutuklama
terörüne son” pankartı açılırken, gözaltı ve
baskınları teşhir eden dövizler ile Halkın Günlüğü
gazetesi taşındı.

DHF adına açıklamayı yapan Hıdır Sabur, gözaltı ve
tutuklama terörünün devrmici mücadeleyi baskı altına
alamayacağını belirtti.

Ekonomik, sosyal, siyasal “paketleri”, “demokratikleşme
yasaları” bir bir hayat buldukça, ezilen milyonlara ve onların
örgütlü kuvvetlerine dönük saldırılar da
yoğunlaştığını ifade eden Sabur, “Geçtiğimiz haftalarda
gerici 'Torba Yasa'ya  karşı Ankara sokaklarını dolduran
işçi ve emekçileri hedef alan polis terörü;
HES'lere karşı çıkan köylülere yönelen jandarma
şiddeti; Dolmabahçe'de, ODTÜ'de, Çanakkale'de
ve daha dün Mersin'de demokratik haklarına sahip çıkan
üniversite öğrencilerine yönelen azgınca saldırılar ve
diğer ezilen kesimlere fabrikada, tarlada, okulda, sokakta uygulanan
baskılar AKP hükümeti eliyle hayata geçirilen
uygulamaların gerçek yüzünü göstermektedir.
” dedi.

Sabur yaşamın her alanında yaşanan bu baskı ve sindirme operasyonları
nın, “demokratikleşiyoruz”, “özgürlükleri
adım adım geliştiriyoruz”, “Kürtlerin sorunlarını
çözüyoruz”, “Alevilerin haklarını
veriyoruz”, “Üniversitelileri söz sahibi
yapıyoruz”... söylemlerinin büyük bir aldatmacadan
ibaret olduğunu gösterdiğini söyledi.

 

Düzen; ağa, patronların düzenidir

Yaşanan saldırılar ile bu düzenin, ağaların ve patronların
sömürü düzeni olduğunu dile getiren Sabur sözlerini
şöyle sürdürdü:

“Bu düzenin sahipleri, ABD'nin, AB'nin ve diğer
emperyalistlerin uşaklarıdır. Emperyalistlere uşaklıkta sınır
tanımayan ülkemiz hâkim sınıfları, efendilerinin
Büyük Ortadoğu Projelerine, Füze Kalkanı Projelerine,
Ilımlı İslam modellerine ve onlarca ekonomik, siyasi, askeri projelerine
layık olmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Bu nedenledir ki
sömürü ve zulüm düzeni, onlarca yıl boyunca AKP,
CHP, MHP, DYP, Adalet Partisi ve benzeri düzen partileriyle, Ordusuyla,
parlamentosuyla, mahkemeleriyle, ezilen milyonların hayatına
“karabasan” gibi çökmüştür.

Bu yıkım politikalarına karşı mücadele eden, direnen,
örgütlenen bütün kesimler ise hakim sınıfların
saldırılarından nasibini almaktadır. Sadece son aylarda devreye sokulan
saldırılarla ve bu saldırılar vesilesiyle tekrar tekrar hayata
geçirilen “düzmece terör örgütleri”
operasyonlarıyla Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP), Toplumsal
Özgürlük Platformu (TÖP), Bilim ve Gelecek Dergisi,
Barış ve Demokrasi Partisi (BDP), Halk Cephesi ve en son olarak Demokratik
Haklar Federasyonu (DHF) ve Halkın Günlüğü Gazetesi
üyeleri ve çalışanları gözaltı ve tutuklama
terörüne maruz kalmışlardır.

 

'Ölüm tehditlerine işkencelere maruz kaldık'

Yapılan operasyonlarda yüzlerce kişi gözaltına alınmış,
onlarcası tutuklanmıştır. Demokratik Haklar Federasyonu'na
Dönük Saldırılar Hız kesmeden Devam Ediyor Demokratik Haklar
Federasyonu sadece son üç yılda Ankara, İstanbul, Konya,
Malatya, Adana, Mersin ve Sivas yerellerinde “terör
örgütü operasyonları”nın hedefi oldu. Bu
operasyonlarda onlarca faaliyetçimiz gözaltına alınıp
tutuklandı.

Ayrıca İstanbul'dan Amed'e dek ülke genelinde onlarca
faaliyetçimiz açık ölüm tehditlerine, fiili
saldırılara, gayrı resmi gözaltılara, kaçırılmalara ve
işkencelere maruz kaldı.

DHF'ye yönelik kapsamlı saldırılara 23 Şubat 2011
günü yeni bir halka daha eklendi. Adana, Mersin, Hatay, Amed,
Zonguldak ve İstanbul'da eş zamanlı olarak yapılan ev ve kurum
baskınlarında 30'a yakın üye ve taraftarımız gözaltına
alınmıştır. Ayrıca aynı saldırı kapsamında Halkın
Günlüğü Gazetesi yazı işleri Müdürü Hıdır
Gürz ve Halkın Günlüğü Mersin büro
çalışanı Deniz Kısmetli de gözaltına alınmışlardır.

Federasyonumuz, geçtiğimiz haftalarda başta Dersim, Adana, Mersin
ve İstanbul yerelleri olmak üzere birçok ilde üye ve
taraftarlarına dönük yeni saldırıların hayata geçirilmek
istendiğini kaydetmiştir, yaptığı açıklamalarda buna işaret
etmiştir.

Saldırılar sonuçsuz kalacaktır: Örgütlü halkı
hiçbir kuvvet yenemez

DHF, gelişmekte olan demokratik haklar için mücadelenin yeni
saldırılarla boğulmaya çalışılacağını bilmektedir. Fakat bu
saldırılar dün olduğu gibi bugün de sonuçsuz kalacaktır.
Ezilen milyonların demokratik hakları ve özgürlükleri
için sürdürdüğümüz mücadeleyi
saldırılar altında savunmaya devam edeceğiz. Bilinçle, cesaretle
ve cüretle yeni demokrasi bayrağını yükseltmeye devam edeceğiz.
DHF, bütün faaliyet alanlarında, devrimci, demokratik, ilerici
güçlerle birlikte bu iradeyi temsil etmekte bir an olsun geri
durmayacaktır. Çünkü bizler biliyoruz ki; emeği ve
geleceği için örgütlenmiş bir halkı hiçbir kuvvet
yenemez!

Eylemde, “Gözaltılar, baskılar bizi yıldıramaz”,
“Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez”,
“Kahrolsun faşizim yaşasın mücadelemiz”, “Yaşasın
devrimci dayanışma”, “Önderimiz İbrahim
Kaypakkaya”, “Yaşasın demokratik haklar mücadelemiz”
sloganları atıldı. 

Kaynak:halkingunlugu.net

Ontex İşçileri Eminönü'nde Basın Açıklaması Gerçekleştirdi

Ontex İşçileri
Eminönü'nde Basın Açıklaması Gerçekleştirdi

(24.02.11) - Selüloz-İş üyesi Ontex işçileri bugün
Eminönü'nde gerçekleştirdiği eylemle mücadele
kararlılıklarını yinelediler. Direnişçi PTT taşeron
işçilerinin eylemine katılarak sınıf dayanışmasını
yükselten Ontex işçileri, ardından Eminönü
Meydanı'nda gerçekleştirdikleri basın açıklamasıyla
Ontex Grubu'na boykot çağrısı yaptılar.

Direnişçi PTT işçilerinin Sirkeci'deki PTT
Başmüdürlüğü önünde yapılan eyleme destek
veren Ontex işçileri ardından kendi eylemlerini
gerçekleştirdiler. Buradan Emiönü Meydanı'nda basın
açıklaması yapmak üzere yürüyüş başlatan
içilere, PTT ve BEDAŞ direnişçileri ile ilerici ve devrimci
kurumlar destek verdiler.

Ontex işçileri “İşimizi geri istiyoruz! Yaşasın onurlu
direnişimiz!” pankartını açarken, PTT direnişçileri
de pankart açarak yürüyüşe katıldı.
Çevredekilerin eyleme oldukça ilgili olması dikkat
çekti. Bazı emekçiler alkışlarla yürüyüşe
destek verdi. Bununla beraber PTT eylemi için PTT
Başmüdürlüğü önünde yığınak yapan polis,
kortejin arkasından yürüyerek eylemi takip etti.

Eminönü Meydanı'na gelindiğinde işçiler
gerçekleştirdikleri konuşmalarla mücadelelerini aktardılar.
Toplu sözleşme sürecinde taban örgütlülükleri
sayesinde sürece müdahale etmeye çalıştıklarını
belirttiler. Fakat işçilerin bu mücadelesinin patron ve sendika
işbirliği ile engellendiğini vurgulayarak, sendikalarından hesap
sorduklarında ise işten atma saldırısına maruz kaldıklarını
belirttiler. Mücadelelerinin işten atma saldırısının yanı sıra
sendikal ihanete karşı da olduğunun altını çizdiler. Bu konuşma
“Kahrolsun sendika ağaları!” sloganıyla karşılandı.

Konuşmanın devamında direnişlerinin 7 gününde olduklarını
söyleyen Ontex işçileri mücadelelerini büyüterek
sürdüreceklerini dile getirdiler. Ontex grubunda yer alan Canbebe,
Canped ve Helen Harper'e boykot çağrısı yaptılar.

Eylem boyunca “Yaşasın onurlu direnişimiz!”, “Kurtuluş
yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz!”, “Ontex
PTT elele mücadeleye!” sloganları atıldı.  

 

Kaynak: kizilbayrak.net

Dokunmatik 'zehir'e isyan

Dokunmatik 'zehir'e
isyan

Cep telefonları için dokunmatik ekran yaparken sağlığı bozulan
Çinli işçiler, Apple'a şikayet mektubu yazdı. Wintek,
üretimi hızlandırdığı için kimyasal kullanmayı tercih
ettiklerini söyledi.

BBC'nin haberine göre, aralarında iPhone'un da olduğu
telefonların yapımında çalışan 137 işçi, n-heksan adlı
kimyasala maruz kaldıkları için sağlık sorunu yaşadıklarını
söyledi. Tayvanlı fabrika sahibinin kendilerine yeterince tazminat
ödemediğini söyleyen işçiler, Apple'dan yardım
istedi. Apple, mektup hakkında yorum yapmayı reddetti.

Beş işçi tarafından Apple'ın İcra Kurulu Başkanı Steve
Jobs'a yazılan mektupta, fabrika sahibinin sağlık sorunu yaşayan
işçilere yeterli tazminat vermediği, tazminat alan işçilere
işlerini bırakma baskısı yapıldığı ve sağlık sorunu yaşayan
işçilerin sağlık ücretlerinin ödeneceği garantisinin
verilmediği söylendi.

YENİDEN ALKOL KULLANILACAK

Fabrikanın sahibi olan Wintek isimli şirket, alkol yerine heksan
kullanmayı tercih ettiğini çünkü kimyasalın daha
çabuk buharlaştığını ve dokunmatik ekran üretimini
hızlandırdığını söyledi. Firma, ekranları temizlemek için
alkol kullanmaya geri döneceğini açıkladı. Uzmanlar, n-heksan
kimyasalına her gün maruz kalmanın uzun süreli zarara yol
açabileceğini açıklıyor. Kimyasala maruz kalan
işçilerin yorgunluk, el ve ayaklarında terleme, his kaybı ve
şişme hissettiği belirtildi. İşçilerin bazıları yan etkileri
hissetmeye devam ettiklerini söylüyor. Apple ise geçen hafta
yayınlanan yıllık raporunda vakayı kabul etti.

Raporda, "Wintek'ten n-heksan kullanmayı bırakmasını ve
kimyasalı üretim sürecinden çıkardıklarına dair kanıt
sunmalarını istedik" deniyor. Apple ayrıca firmadan fabrikada yeterli
havalandırma sağlamasını istediklerini de söylüyor. Bu
Apple'ın Çin'deki fabrikalarıyla yaşadığı ilk sorun
değil. Şirketin Çin'deki ana tedarikçisi Foxconn
fabrikasında 12'yi aşkın işçi intihar etmişti. Apple
raporunda Foxconn'daki koşulları düzeltmeye yönelik
"intihar önleme uzmanları"nın işe alındığını da
yazdı. (BBC)

Kaynak: radikal.com.tr

Bilgiye Dayalı Emek ve “Güvencesizlik” / Franco Berardi

Bilgiye Dayalı Emek ve
"Güvencesizlik" / Franco Berardi

“Geleceğimiz yok çünkü bugünümüz
son derece geçici. Yalnızca risk yönetimi, anın fırıldak gibi
dönen senaryosu söz konusu.” –William Gibson, Pattern
Recogniton
 

Şubat 2003’de Amerikalı gazeteci Bob Herbert, Chicago’daki
yüzlerce işsiz genç hakkındaki anketin
sonuçlarını New York Times’da yayınladı:
Mülakat yapılanların hiçbiri gelecek birkaç yıl
içerisinde iş bulacaklarını ummuyordu, hiçbiri
başkaldırmayı ya da geniş çapta kolektif bir değişimi
başlatmayı düşünmüyordu. Mülakatların genel eğilimi,
derin bir acizlik duygusuydu. Düşüş duygusu siyasetten ziyade
daha derin bir mevzuya, her türlü alternatifi inşa etme
olasılığını boşa çıkaran sosyal ve psikolojik bir alt üst
oluş senaryosuna odaklıydı.

Şimdiki zamanın parçalanmışlığı geleceğin yıkımına
dönüşmektedir.

Richard Sennett, Karakter Aşınması: Yeni Kapitalizmde İşin
Kişilik Üzerindeki Etkileri
(1988) adlı kitabında
güvencesizlik ve parçalanmışlığa ilişkin bu varoluşsal
duruma, yaşamın görece istikrarlı sosyal rollerle yapılandığı ve
kimlikleri yorumlamak için yeterince çizgisel tutarlılık
zamanının olduğu geçmiş dönemin nostaljisiyle tepki
gösterir.

Zaman oku parçalanıyor: Kısa vadeye ve nefret rutinlerine
dayalı sürekli yeniden yapılanmaya tabi bir ekonomide kesin
yörüngeler artık var olmaz. İnsanlar güvenilir insan
ilişkilerini ve uzun vadeli hedefleri özlüyor
(1988). 

Fakat bu nostaljinin şimdiki zamanın gerçekliğinde hiçbir
hükmü yoktur ve topluluğu yeniden canlandırma çabaları
yapay ve verimsiz kalır.

Angela Mitropoulos (2005) “Precari-us?”  [Biz
güvencesiz miyiz?] adlı makalesinde, güvencesizliğin riskli bir
fikir olduğunu gözlemler. Bunun nedeni güvencesizliğin, kendi
amacını muğlak bir tutumla tanımlamasının yanı sıra bu fikirden
paradoksal, kendiyle çelişkili, bir başka deyişle istikrarsız
stratejiler türetmesidir. Eğer eleştirel ilgimizi işin
güvencesiz niteliğine yoğunlaştıracaksak, önerdiğimiz
amaç ne olacaktır? İstikrarlı bir iş, garantili bir yaşam mı?
Elbette hayır; bu, işin rolünü kesinlikle destekleyen
kültürel bir gerileme olacaktır. Bazıları iş performansından
bağımsız ücret biçimlerini kast eden “güvenceli
esneklik”ten bahsetmeye başladı. Ancak kendimizi sınırsız
sömürüden kurtaracak emek hareketinin toplumsal yeniden
bileşim stratejisinden halen uzağız. Eğer ortaya çıkacak yeniden
bileşim sürecinin muhtemel yollarını ayırt etmek istiyorsak,
toplumsal bileşim ve ayrışma analizinin yolunu takip etmemiz gerekir.

style="background-image: initial; background-attachment: initial;
background-origin: initial; background-clip: initial; background-color:
rgb(241, 241, 241); border-top-width: 0px; border-right-width: 0px;
border-bottom-width: 0px; border-left-width: 0px; border-style: initial;
border-color: initial; margin-top: 0px; margin-right: 0px; margin-bottom:
20px; margin-left: 0px; padding-top: 4px; padding-right: 4px; padding-bottom:
4px; padding-left: 4px; vertical-align: baseline; line-height: 18px;
max-width: 632px !important; text-align: center; width: 260px;
background-position: initial initial; background-repeat: initial initial; ">
Çalışma Hakkı Mı? Kalsın. İşi Yok Edin! src="http://onbirincitez.files.wordpress.com/2011/02/abolish_work.jpg?w=250&h=359"
style="background-image: initial; background-attachment: initial;
background-origin: initial; background-clip: initial; background-color:
transparent; border-top-width: 0px; border-right-width: 0px;
border-bottom-width: 0px; border-left-width: 0px; border-style: initial;
border-color: initial; margin-top: 5px; margin-bottom: 0px; padding-top: 0px;
padding-right: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; vertical-align:
baseline; max-width: 100%; margin-left: 5px; margin-right: 5px; float: left;
width: 250px; height: 359px; " title="abolish_work" />


Çalışma Hakkı Mı? Kalsın. İşi Feshedin!

1970’lerde, enerji krizi neticesindeki ekonomik gerileme ve son olarak
işin yerini sayısal makinelerin alması çok sayıda insanın
güvencesiz olmasıyla neticelendi. O zamandan beri güvencesizlik
sorunu toplumsal analizde ve aynı zamanda hareketin tutkularında odak
noktası oldu. Genç nüfusun büyük bir kısmının
hiçbir garantili istihdam umudunun olmaması gerçeğiyle
yüzleşmek için, işle bağlantısı kesilen garantili gelir
biçimleri için mücadele etmeyi ileri sürerek
başladık. O zamandan beri durum değişti çünkü marjinal
ve geçici bir durum gibi görünen şey, şimdi emek
ilişkilerinin geçerli biçimi oldu. Güvencesizlik artık
marjinal ve geçici bir özellikten ziyade ağ biçiminde ve
yeniden birleştirici, üretken, dijitalleştirilmiş alandaki emek
ilişkisinin genel biçimidir.

“Prekarya” kelimesi genellikle emek ilişkisi, maaş ve iş
gününün uzunluğuyla ilgili sabit kurallarla artık
tanımlanamayan iş alanını temsil eder. Ne var ki eğer geçmişi
analiz edersek bu kuralların emek ve sermaye arasındaki ilişkilerin
tarihinde sınırlı bir dönem için işlediğini
görürüz. Yirminci yüzyılın tam ortasında, kısa bir
süre için, sendikaların ve işçilerin politik baskısı
altında, tam istihdam koşullarında ve devletin ekonomideki az ya da
çok güçlü düzenleyici rolü sayesinde,
kapitalist dinamiklerin doğal şiddetine karşı bazı sınırlamalar yasal
olarak resmileştirilebiliyordu. Belirli dönemlerde toplumu sermayenin
şiddetinden koruyan yasal yükümlülükler, her zaman
politik ve maddi bir güç ilişkisi türünün
varlığı (sermayenin şiddetine karşı işçilerin şiddeti)
üzerine kuruluydu. Politik güç sayesinde haklar ileri
sürmek, yasaları oluşturmak ve onları kişisel haklar olarak korumak
mümkün oldu. İşçi hareketindeki politik gücün
gerilemesiyle birlikte, kapitalizmdeki emek ilişkilerinin doğal
güvencesizliği, onun acımasızlığı yeniden ortaya
çıktı.

Yeni fenomen, iş piyasasının güvencesiz niteliğinden ziyade bilgiye
dayalı emeğin güvencesiz hale getirildiği teknik ve
kültürel koşullardan ibarettir. Teknik koşullar ağlardaki
bilgiye dayalı emeğin dijital yeniden bileşimidir. Kültürel
koşullar kitlelerin eğitimi ve yirminci yüzyılın sonundan miras
alınan ve bütün pazarlama ve medya iletişim aygıtıyla
aralıksız olarak beslenen tüketim beklentileridir.

Eğer ilk safhayı, yani üretken döngünün
dijitalleşmesiyle başlatılan teknik dönüşümleri analiz
edersek asıl noktanın emek ilişkisinin güvencesizleşmesinden ziyade
(ki her zaman güvencesiz olmuştur) emek gücü olarak, aktif
üretken fail olarak bireyin çözülmesi olduğunu
görürüz. İnsansızlaştırılmış insan zamanın
(depersonalized human time) muazzam yaygınlaşması olarak
küresel üretimin siber uzamına bakmalıyız.   

Bilgiye dayalı emek, bilgiye dayalı topluluk kesimlerinin yeniden
bileşimi ve olgunlaşması için zaman sağlama, Marx’ın
emek-sermaye ilişkisine atfedilen bir eğilim olarak analiz ettiği, somut
faaliyetlerden soyutlama sürecinin ortaya çıktığı son
noktadır.

Emeğin soyutlaşması süreci emek zamanı giderek bütün
somut ve bireysel özelliklerden arındırmıştır. Marx’ın
bahsettiği zaman tözü, üretken emeğin minimal birimidir.
Fakat endüstriyel üretimde soyut emek zaman, tescilli ve siyasal
bir kimlikle işçinin eti ve kemiğinde cisimleşmiş, fiziksel ve
hukuki bir engelle temsil ediliyordu. Doğal olarak sermaye şahsi bir
kontrol sağlamasa da, işçilerin hamili oldukları zamanı satın
aldı. Ancak şayet sermaye kendi değerlenmesi için gerekli zamanı
kullanmak isteseydi, bir insanı kiralamak, onun tüm vaktini satın
almak ve dolayısıyla da insanların hamili oldukları maddi
ihtiyaçlar, sendika ve politik taleplerle karşı karşıya kalmak
zorunda olurdu.

Bilgiye dayalı emek alanına geldiğimizde, bir insanı günde sekiz
saat için satın almaya artık gerek yoktur. Sermaye artık insanları
işe almak yerine insanların birbiriyle değiştirilebilir ve geçici
hamillerinden ayrılmış zaman dilimini satın almaktadır.

İnsansızlaştırılmış zaman, değerlenme sürecinin gerçek
faili olmuştur ve insansızlaştırılmış zamanın hiçbir hakkı ve
talebi olamaz. Yalnızca erişilebilir ya da erişilemez olabilir, ancak
alternatif yalnızca teoriktir çünkü yasal olarak tanınan
bir kişi olmamasına rağmen fiziksel beden halen gıda almak ve kira
ödemek zorundadır.

Semiyotik maddi yeniden bileşimin enformatik prosedürünün,
bilgiye dayalı topluluğu üretmek için gerekli nesnel zamanı
tasfiye etmede etkisi vardır. Genişlemeyi bekleyen bir beyin gibi titreşen
ve kullanılmaya hazır insan makinesi hemen oracıktadır. Zamanın
genişlemesi özenle harekete geçirilir: üretken zamanın
hücreleri tam zamanında, geçici ve parçalanmış
biçimlerde harekete geçirilebilir. Bu parçaların
yeniden bileşimi ağ içerisinde kendiliğinden
gerçekleştirilir. Cep telefonu, semiyotik sermayenin
ihtiyaçları ile siber uzamın canlı emek hareketliliği arasındaki
bağlantıyı mümkün kılan araçtır. Cep telefonunun sesi,
işçilerin soyut zamanlarını ağ biçimindeki akışa yeniden
bağlamaları çağrısıdır.

Liberalizm, post-insanın dijital köleliğe geçişinde
geçerli ideolojiyle eş tutuğumuz tuhaf bir kelimedir.
Özgürlük onun temel mitidir. Peki ama kimin
özgürlüğü? Elbette sermayenin
özgürlüğü. Sermaye, en sefil ücretle
sömürülmeye müsait parçalı insan zamanı bulmak
için dünyanın her köşesine yayılmakta kesinlikle
özgür olmalıdır. Ancak liberalizm kişinin
özgürlüğünü de ifade eder. Tüzel kişi,
kendisini ifade etmekte, temsilcilerini seçmekte, siyaset ve ekonomi
düzeyinde girişimci olmakta özgürdür.

Çok ilginç. Ancak birey ortadan kalkmıştır. Geriye kalan
atıl, ilgisiz ve faydasız bir nesne gibidir. Birey elbette
özgürdür. Ancak zamanı köleleştirilmiştir. Onun
özgürlüğü, gündelik hayatta hiçbir şeye
tekabül etmeyen tüzel bir kurgudur. Eğer aslında zamanımızda
insanlığın, proletaryanın ve bilgi–işçisinin
(cognitariat) çoğunluğunun iş koşullarını
düşünürsek, eğer şu anda, halihazırda
gerçekleştirilen eski emek haklarının lağvedilmesini
düşünürsek, hiç retorik bir abartı olmadan bir
kölelik rejiminde yaşadığımızı söyleyebiliriz. Küresel
düzeydeki ortalama ücret, zamanı sermayenin hizmetinde olan bir
kişinin sadece hayatta kalması için zorunlu araçları satın
almasına bile güçbela yeter. Bu zaman aslında kendilerine ait
değildir, zira yeniden birleştirici siber-üretken
döngüyü kullanılmaya hazır hale getiren insanların
toplumsal varlığından ayrılmıştır. İş zamanı parçalıdır,
yani, tekrar kurulabilen minimal parçalara indirgenir ve
parçalılık, sermayenin sürekli olarak minimum ücret
koşullarını bulmasını mümkün kılar.

İşçi sınıfının kırımına ve onun sistematik bir şekilde
insansızlaştırılmasına, güvencesiz ve insansızlaştırılmış
işin komuta tarzı olarak olumlanan köleliğe nasıl karşı
koyabiliriz? Bu halen insan onuru duygusuna sahip olan herkesin ısrarla
sorduğu bir sorudur. Yine de yanıt çıkmaz çünkü
görünen o ki yirminci yüzyılda etkili olan direniş ve
mücadele biçimleri artık yayılma ve kendilerini
güçlendirme kapasitesine sahip değiller. Son yıllarda
işçi mücadelelerinden çıkan bir deneyim, güvencesiz
işçilerin mücadelesinin bir halka yaratmadığıdır.
Parçalı iş de tam zamanında isyan edebilir, ancak bu da herhangi
bir mücadele dalgasını harekete geçirmez. Bunun nedenini
anlamak basittir. Mücadelelerin bir halka oluşturması için,
emek topluluklarının uzamsal bir çevresi ve var olan zamansal bir
sürekliliği olmalıdır. Bu çevre ve süreklilik olmadan,
hücreleştirilmiş bedenlerin topluluk olma koşullarından mahrum
oluruz. Hiçbir dalga yaratılamaz, çünkü
işçiler varlıklarını belirli bir zaman içerisinde
paylaşmaz ve tutumlar ancak, bilgiye dayalı emeğin artık imkan
tanımadığı zamanda sürekli bir çevre olduğunda bir dalga
halini alır.

İng. Çev.: Akın Sarı


[1] Franco Berardi’nin, Precarious
Rhapsody
 kitabındaki 31-35 sayfalarından Haduki Szukiz’in,
Minor Compositions grubu adına, özel izniyle
çevrilmiştir. 

Kaynak: http://onbirincitez.wordpress.com

Schneider'da Eylem Kararları Alındı

Schneider'da Eylem
Kararları Alındı

 

BİRLEŞİK Metal-İş İzmir Şubesi’nin örgütlenerek yetki
aldığı Schneider Elektrik’te, yetkiye itiraz eden patronun
baskıları sürüyor.

Geçtiğimiz günlerde Sendikanın İzmir Şubesi’nin
çağrısıyla sendika binasında toplantı yapan Schneider
işçileri, sendikanın örgütlenme sorumlusunun da
katıldığı toplantıda fabrikada gelinen son durumu
değerlendirdi. 

100’ün üzerinde işçinin katıldığı toplantıda,
işyerinde sendikalaşmaktan dolayı uygulanan baskılar ve
çözüm yolları tartışıldı. Toplantı sonucunda
çeşitli kararlar alındı. İlk olarak iki aydır uygulanan mesaiye
kalmama eyleminin devam ettirilmesine karar verildi. Toplantıda ikinci
olarak bir bölümünü Schneider grubunun satın aldığı
İstanbul’daki Areva fabrikasının, MESS grup toplusözleşmeleri
kapsamında greve çıkacağı belirtildi ve bu grevin desteklenmesi
kararı alındı. Üçüncü olarak da fabrikaya denetime
gelecek olan Fransız yöneticilerin fabrikadaki son durumdan haberdar
olması için üç dilde kokart takma eylemi yapılması
kararı alındı. 

İŞÇİLER KOKART TAKTI

Bu karar geçtiğimiz pazartesi günü hayata
geçirildi. Schneider Elektrik’in Fransız Yetkilileri
Çiğli Organize Sanayi Bölgesi’nde bulunan fabrikaya
denetim için geldiler. 
Sendika üyesi bütün işçiler, Fransız İşveren
Temsilcilerinin karşısına yakalarına taktıkları İngilizce, Fransızca
ve Türkçe, “Toplusözleşme hakkımız
engellenemez” yazılı kokartlarla çıktılar.

(İzmir/EVRENSEL)

Kaynak: evrensel.net