Tunus'tan Mısır'a
İsyanın Öğrettiği / Temel Demirer
“yürümek iyiye,
haklıya, doğruya
size="2">dövüşmek yolunda iyinin, haklının, doğrunun
size="2">zapt etmek iyiyi, haklıyı, doğruyu.(...)
size="2">tekrardaki mucize gülüm,
size="2">tekrarın tekrarsızlığı!”[1]
size="3">Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya uzanan ve Tunuslu şair
Ebul Kasım El Şabbi’nin, “İnsanlar hayatı seçtiğinde/
Kader bunu duyacak/ Karanlık dağılacak/ Zincirler kırılacak,”
dizeleriyle betimlenmesi mümkün olan müthiş bir alt üst
oluşla yüz yüzeyiz.
size="3">Faik Bulut’un, “… ‘Tarih bitti,
devrimler çağı kapandı’ diye dayatılan küresel
ideolojinin ‘Üçüncü dünya halklarından bir
şey çıkmaz!’ oryantalist bakış açısı boşa
çıktı,” şeklinde yorumladığı yaşananlar, nasıl
sonuçlanacak olursa olsun, bundan sonrasını köktenci
biçimde etkileyip, biçimlendirecek.
size="3">KUZEY AFRİKA’DAN ORTADOĞU’YA
size="3">Yarıçapı genişleyen, daha da genişlemesi muhtemel
tarihsel pratik, bir “dip sarsıntısı” ya da “ciddi bir
deprem” olarak yorumlanmalıdır.
size="3">Robert Fisk’in, “Ortadoğu’da Amerika’nın
dostlarının düşüşünü görmeyi
bekliyoruz… Gelecek günler neye gebe, bilmiyoruz. Muhtemelen
bu soruya sadece tarih cevap verebilir,”[2] size="3"> dediği karmaşıklıktaki güzergâhta Kuzey
Afrika’dan Ortadoğu’ya yayılan isyanların, nereye gideceği,
nasıl biçimleneceği kestirilemese de, farklı bir yere gidildiği
şüphe götürmez.
size="3">Emperyalizmin beslemesi halksız iktidarların, yani
diktatörlüklerin; Saad Muhyu’nun ifadesiyle, “Obama,
hemen hemen her konuda George W. Bush yönetiminin politikalarına
dönmeye başladı,” size="2">[3]
dediği koordinatlarda sarsılması, Batı için bir
kâbustur…
size="3">Evet, bugün Ortadoğu ve Mağrip’te, cumhuriyet veya
monarşi kılıfı altında hüküm süren
diktatörlüklerin önemli bir bölümünün
toplumsal meşruiyet tabanı çatırdıyor.
DİKTATÖRLÜK ÇİZELGESİ | ||||
ÜLKE | YÖNETİM BİÇİMİ | YÖNETİCİ | YAŞI | İKTİDARI |
FAS | KRAL | VI. MUHAMMED | 47 | 1999 |
CEZAYİR | BAŞKAN | ABDÜLAZİZ BUTEFLİKA | 73 | 1999 |
TUNUS | BAŞKAN | Z. ABİDİN BİN ALİ | 74 | 1987 |
LİBYA | ALBAY | MUAMMER KADDAFİ | 68 | 1969 |
MISIR | BAŞKAN | HÜSNÜ MÜBAREK | 82 | 1981 |
ÜRDÜN | KRAL | II. ABDULLAH | 48 | 1999 |
SURİYE | BAŞKAN | BEŞAR ESAD | 45 | 2000 |
SUUDİ ARABİSTAN | KRAL | ABDULLAH | 86 | 2005 |
YEMEN | BAŞKAN | A. ABDULLAH SALİH | 64 | 1990 |
size="3">Tunus’un “domino etkisi” yaratıp, sıradaki
“taşları”, Ürdün, Sudan, Yemen, Cezayir ve Suriye ile
Mısır’ı -farklı biçim ve görüntülerde-
etkilemesi, hatta egemen senaryolar için “kontrol-dışı”
durumları devreye sokması da “olasılıklar”dan
birisidir.
size="3">Nasıl olursa olsun, isyan(lar)ın “diktatörlerin
alaşağı edilebileceği” fikrini besleyerek; Ortadoğu’yu
değiştirmesinin kesin olduğunun altı özenle
çizilmelidir.
size="3">Ancak Hazım Sağiye’nin, “Tunus, Mısır, Cezayir veya
Yemen; her ülke farklı biçimlerde değişimin girdabına
girdi,” size="2">[4]
dediği tablo konusunda; Özgür Mumcu’nun, “Şematik
analizlerin ve kestirme tespitlerin zamanı değil. Dünyanın kadim
merkezi Ortadoğu silkeleniyor,” genellemesinin analitik bir değeri
olmadığını unutmamalıyız…
size="3">Görülmeli ve kavranılmalıdır ki, ‘Foreign
Policy’nin, “Arap bölgesinde isyanlar, 1989’da Doğu
Avrupa’da olduğu gibi, halkın tabanı ve gelişmişlik
seviyelerine göre her ülkede
farklı sonuçlanır”; size="2">[5] David
Ignatius’un, “İsyan iyi hoş da peki ya sonra? Bir otokrat
gitti, yenisi geldi mi olacak,” size="2">[6]
uyarıları yanıtını aramaktadır.
O
hâlde Robert Fisk’in, “Arap dünyası o kadar
arızalı, sosyal ve siyasi ilerleme için o kadar mecalsiz ki, kaostan
demokrasiye geçme ihtimali yüzde sıfıra
yakın,” size="2">[7]
uyarısının altını çizerek ekleyelim: Karşımızdaki
gerçeğin “pusulasız isyanlar” kapsamında irdelenmesi
mümkün bir “toplumsal patlama” olduğu; bunun ardında
ise sürdürülemez kapitalist vahşetin yattığı
unutulmamalıdır.
size="3">TUNUS İSYANI
size="3">İsrail parlamentosundan kovulan Filistinli Azmi Bişara’nın,
“Tunus toplumu uzun zamandan beri devrime hazırdı; ateşlenmesi
için bir gerekçe, fırsat veya bahane yeterliydi.
Çünkü mevcut halk devriminin hedefi Tunuslu gencin kendini
yakmasını protesto etmek değildi; tersine, isyan, politik taleplerle
ortaya çıktı,” size="2">[8]
dediği Tunus isyanına kadınların katılımı yüzde 40’lara
vardı.
size="3">Bunun çok önemli bir gösterge
olması yanında, Tunus’taki başkaldırının nasıl da
özgürleştirici olduğunun somut verisidir…
Bu
bağlamda “Tunus’tan Mısır’a patlak veren toplumsal
‘olay’lar, halkın, hem siyasi iktidar, hem de kendi
gücü hakkındaki algısında köklü bir değişiklik
yarattı. Halkın devleti ve iktidarı yıkarak bir yenisini kurmasıyla
sonuçlanabilecek bir süreç başladı. Bu
‘olay’ oluşum hâlindeki bir devrimdir ama yarıda
kesilerek söndürülebilir.
size="3">Bir devrimin ‘oluşum’ sürecini tamamlayabilmesi,
toplumsal yapının, ekonomik, siyasi ilişkilerini, hatta egemen
öznelliklerini, karşı çıktığı siyasi iktidarın yeniden
üretilmesini engelleyecek biçimde
dönüştürebilmesine bağlıdır.
Bu
yüzden Tunus ve Mısır devrimleri benzer risklerle karşı karşıya.
Her iki ülkenin egemen sınıfları, onların
uluslararası ilişkileri, Hegel’in ünlü
sözünü anımsatır bir biçimde ‘her şeyin aynı
kalması için, her şeyi değiştirmeyi’ denemekle meşguller:
‘Değişim’ şart! Amaç, siyasi iktidarın
günlük yaşamda, ekranlarda görünen biçimlerini,
halkın öfkesini yatıştıracak biçimde değiştirerek, ekonomik
ve kurumsal temellerini korumak. Bu yüzden Tunus ve Mısır
devrimlerinin, oluşum sürecinde kesintiye uğrama olasılığı
yüksek…” size="2">[9]
size="3">BİRİNCİ TETİKLEYİCİ: EKONOMİK DURUM
size="3">Ortadoğu ülkelerindeki isyanın arkasında
baskıcı rejimlerin yanı sıra işsizlik ve yoksulluk var.
Potansiyeli yüksek ülkelerde gelir
dağılımı adaletsiz.
size="3">Arap ülkelerinde fakirlik sınırının altında yaşayan
nüfus, toplam nüfusun yüzde 25-30’una ulaşmış
durumda. Gençler arasındaki işsizlik oranı ise yüzde
40’lara varıyor.
ÜLKE | NÜFUS (milyon) | İDARE | İŞSİZLİK (yüzde) | YOKSUL NÜFUS (yüzde) | GSYH (milyar dolar) |
TUNUS | 12 | Abidin Bin Ali 23 yıldır iktidarda | 14 | 6 | 40 |
MISIR | 82 | 34 yıldır olağanüstü hâl var | 9.4 | 35 | 187 |
CEZAYİR | 35 | 19 yıldır olağanüstü hâl | 9.9 | 25 | 255 |
LÜBNAN | 4.5 | 19 yıldır Hariri ailesi yönetiyor | 9.2 | 30 | 56 |
size="3">Tunus’un içine düştüğü durumun
sebeplerinden biri de uzun süredir uygulanan IMF programlarıdır.
Uygulanan programların da etkisiyle resmî işsizlik oranı yüzde
14’e çıktı. Gençlik arasında ise bu oran yüzde
31’e ulaşmıştı.
size="3">İktidarın mevcut kaynakları kendi yandaşlarına aktarması, yeni
zengin bir zümrenin oluşması tansiyonun yükselmesinde önemli
bir diğer faktördür. Rejim, emperyalizmle ilişkilerini
geliştirdikçe daha fazla yozlaşmış ve baskıcı karakteri
belirginleşmişti.
size="3">Örneğin 11 milyon nüfusunun 600 bini işsizlik nedeniyle
Fransa’da göçmen olarak yaşayan Tunus’ta işsizlik
yüzde 14. Bunun üçte ikisi; 15-29 yaş grubu
gençlerden oluşuyordu...
size="3">Yine 30 bin kişilik ordunun bulunduğu Tunus’un
yaş ortalamasının 29.1’ken; ülkede toplam nüfus 10.4
milyondu.
size="3">Kişi başına düşen ulusal gelir 4.160 dolar. Enflasyon
yüzde 4.5. Resmî rakamlara göre 350 bin işsizin 140 bini
üniversite mezunudur!
size="3">Nihayet ayaklananlar, işsiz gençler ve orta sınıf...
Gençler “işsizlikten”, orta
sınıf “küresel bunalımın olumsuz etkilerinden”,
Başkan Zeynel Abidin Bin Ali ve ailesinin “yolsuzluklarından”
ayaklandılar. Ayaklanmanın kıvılcımını VikiLeaks’ın, Bin Ali
ailesinin yolsuzluklarına ilişkin bir ABD gizli belgesi
çaktı!
size="3">İKİNCİ TETİKLEYİCİ: YOLSUZLUK
size="3">Fehmi Hüveydi’nin, “Tunus’ta
‘devrim’ yaşanmasaydı, Arap dünyasında
yöneticilerin yolsuzlukları hiçbir zaman su
yüzüne çıkarılamazdı,”[10] size="3"> diye betimlediği tabloda Bin Ali ailesinin “mafyavari”
tavırlarının isyanın en büyük sebeplerinden biri olduğu
konuşuluyor.
size="3">Devlet başkanı ile eşinin mafya tarzı yolsuzluk ağı
kurarak ülkenin tüm kaynaklarını ailece yağmaladıkları ve
büyük bir servete sahip olduklarına dikkat çekiliyor.
Evlenmeden önce kuaförlük yapan “First Lady” Leyla
Trabelsi’nin düşük gelir ve eğitim seviyesine sahip bir
aileden geldiği, evlendikten sonra ise ailesi ve akrabalarının
türlü yolsuzluklarla Tunus’un en önemli şirketlerinde
büyük hisse sahibi oldukları belirtiliyor.
size="3">Konuya ilişkin olarak Wikileaks’in
sızdırdığı ABD’nin Tunus Büyükelçisi
tarafından merkeze geçilen, “Tunus’ta Yolsuzluk: Senin
Olan Benimdir” başlıklı gizli belgede de şöyle
denilmekteydi:
size="3">“Tunuslular Leyla Trabelsi ve ailesinden nefret ediyor. Leyla
Trabelsi, 1992’de Zeynelabidin bin Ali ile evlenmeden önce eğitim
seviyesi düşük bir aileden gelen bir kuafördü. Fakat
First Lady olduktan sonra ailesiyle birlikte Tunus’un en önemli
şirketlerinde hisse sahibi oldu. Tunus iş dünyası evlilik yoluyla
mutlaka bin Ali bağlantısına sahip. Bin Ali ve ailesi Tunus halkının
öfkesini çekiyor.”
size="3">Özetle “Tunus’un devrik devlet başkanı tam da
İran şahının kaçış yıldönümünde ülkesini
terk etti. Tunus ve Bin Ali’nin kaçışıyla ilgili yayımlanan
haberler arasında ‘Le Monde’ ilginç bir konuyu
gündeme getirdi. Bin Ali ailesi, yanlarında 1.5 ton külçe
altınla ülkeden kaçmış. Bin Ali’nin eşi Leyla Trabelsi,
değeri 45 milyon Avro olan bu altınları bankadan alıp ülkeden
çıkarmıştı…” size="2">[11]
size="3">Ortadoğu’da önemli bir finans haber sitesi olan
www.nuqudy.com da, çeşitli finans kaynaklarına dayanarak Bin
Ali’nin yurtdışındaki özel bankalarda bilinen nakit 1.5 milyar
dolarlık bir servetinin bulunduğunu açıkladı.
size="3">Nihayet “Ali Baba kaçtı... Ya Kırk
Haramiler?” vurgusuyla Hüseyin Baş’ın eklediği
üzere: “Tüm özgürlüklerin rafa
kaldırıldığı Tunus’ta insanların 23 yıldan bu yana ülkenin
canına okuyan Bin Ali’nin dikta, polis, soygun ve talan rejimine
artık yeter diyerek canları pahasına sokaklara dökülmesiyle
göz açıp kapayana kadar bu rejim yerle bir
oldu.”
size="3">Özetle Tunus’taki “Ayaklanmayı patlatan asıl
nokta, toplumsal öfkenin birikmesiydi. Buradaki öfke, sadece ekmek
kavgasından kaynaklanmıyor. Sokaklara inenler ve güvenlik
güçlerinin kurşunuyla ölenler aç değillerdi. Fakir
ve orta sınıfların bir karışımıydı. Hatta evlatları adalet ve
özgürlüğe inanan iyi durumdaki sınıflardan insanlar da
vardı.” size="2">[12]
size="3">Yani isyan ezilenler için ekmek, herkes için
özgürlük ekseninde biçimlendi ve yoğun yolsuzluklara
itirazı örgütledi.
Bu
elbette küçümsenmeyecek bir durum; ancak Tunus’taki
rejimi ayakta tutan iç ve dış mutabakatlar sarsılsa da,
yıkıldığını söylemek için çok
erkendir.
size="3">Evet, halk ayaklanmasının diktatörü
sürgüne yollamasına karşın eski rejimi ve kadroları tasfiye
edemediği “sır” değildir.
size="3">Yani yaşanan, en azından şu aşamada otokrasiden,
totalitarizmden kurtuluş anlamı taşımıyor.
size="3">Çünkü “Şu anda Tunus’ta her
şey yerli yerinde! Bir tek Ali eksik... Otoriterliğin esas banisi, hamisi,
muhafızı ortada: Sömürge devleti,” diyen Koray
Çalışkan’ın uyarısı haklıdır…
size="3">Buna eklenmesi gereken bir şey daha var ki, o da
şudur…
size="3">17 Ocak 2011 tarihli ‘El Pais’te yer alan bir haberin
başlığı şöyle: “Ordu, Bin Ali’nin düşmesine
müsaade etti!”
size="3">Haber şöyle devam ediyordu: “Genelkurmay Başkanı,
Bin Ali’ye ‘Sen bittin!’ dedi...”
size="3">Evet Bin Ali bitti; ama sistemi ayakta tutan ordu?
size="3">“OLAN” NE?
size="3">Zeynelabidin Bin Ali döneminde, yaklaşık 30 bin kişinin
siyasi tutuklu ve mahkûm olarak cezaevlerine
kapatıldığı Tunus’ta “olan”; her şeyden önce
ekonomik nedenlerin tetiklediği bir isyandır. Özellikle yoksul ve
öfkeli gençlerin “ekmek kavgası”dır.
size="3">Kuşkusuz sokaklarda sergilenen tepkiler ekonomik ve sosyal
sıkıntılardan kaynaklanıyordu, ama önemli bir neden de, bin
Ali’nin baskıcı rejimiydi. Talep edilen şey, “ekmek”le
beraber “özgürlük”tü.
size="3">Ama…
size="3">“Ama” konusunda Sami Kohen, “Bin Ali rejiminin
devrilmesiyle devrimin ilk etabı gerçekleşmiş oldu. Şimdi beklenen
şey, insan hak ve özgürlüklerine saygılı, demokratik bir
yönetimin kurulması ve aynı zamanda yeni rejimin ekonomik
sıkıntıları ve sosyal dengesizlikleri giderecek politikalar
uygulamasıdır.
size="3">Son yıllarda Doğu Avrupa’da halk hareketiyle devrilen
rejimlerin yerini alan yeni yönetimlerin her zaman beklentileri yerine
getiremediği görülmüştür.
size="3">Otoriter rejimlerin devrilmesi kuşkusuz tarihi bir dönüm
noktasıdır. Ancak “devrim” sadece bir yönetimin
alaşağı edilmesinden ibaret değildir. Sistemde beklentileri karşılayan
siyasal, ekonomik ve sosyal değişimin hayata geçirilmesidir. Bu ise
uzun ve çetin bir yoldur.
size="3">Tunus şu anda bu yolun henüz
başındadır...” kaydını
edemiyor…
size="3">Aynı konuda Tunus Büyükelçiliği görev
süresi 1 Kasım 2010’da bitip, emekli olan Naci
Akıncı, “Tunus’ta ordu, halk hareketine engel olmayarak ve
halka karşı ateş açmayı reddederek dolaylı destek vermiştir.
İsyanın demokrasiye açılacak bir devrime dönüşebilmesi
ise zaman alacak,” sözleriyle bir diğer kayd-ı ihtiyatın
altını çizerken; durumu en iyi özetleyen Ergin
Yıldızoğlu’nun şu tespitleridir:
size="3">“Tunus devriminin ilk raundu bitiyor. Devrimin, yeni bir hamle
ile ikinci raundu başlatabilmesinin koşulları ise giderek tükeniyor,
zaman Tunus devriminden yana işlemiyor…
size="3">Tunus’ta, vurgu devrimden, istikrar ve kaosu önleme
söylemine kaymış gibi görünüyordu.
size="3">Kavramsal düzeyde de bu devrimin, liberal demokrasinin
sınırları içinde kalmasına özellikle dikkat edildiğini,
‘Yasemin’ nitelemesiyle, malum renkli devrimlerle aynı
kategoriye konularak ufkunun kapatılmaya çalışıldığı da
görülüyordu. Hâlbuki karşımızdakinin, şimdiye
kadar ölenlerin sayısının 200’e ulaştığına bakarak,
‘kansız bir devrim’ olduğunu söylemek olanaklı değil.
İkincisi, özellikle Bin Ali’nin ailesinin mallarına, devlet
dairelerine yönelik yağma ve yakma olayları, devrimin alt
sınıfların mülkiyet, servet nefretini de içerdiğini
gösteriyordu. Şimdi gözlerden saklanmaya çalışılan,
bir proleter kalkışması ‘olayı’yla karşı karşıya
olduğumuzdur.
size="3">Eğer kendimizi liberalizmin fantezi dünyasından kurtarabilir
ve bu gerçeği görebilirsek, şu iki
sonuç kaçınılmaz olur. Birincisi Tunus egemen
sınıfının, güç ilişkilerinin ayakta kalabilmek için
ürettiği siyasi yapılanmanın, bu ilişkiler yerinde durduğu
müddetçe değişmesi olasılığı yoktur. Bu siyasi
yapılanmanın günlük yaşamdaki belirtileri kimi yeni
özellikler kazanabilir, ‘ilahlara kimi kurbanlar’
verilebilir ama özü değişmeden kalacaktır. Burada, niyetleri
aşan bir ‘yapısal belirlenme’ ilişkisi söz
konusu.
size="3">İkincisi, bu isyanın bugünkü hâliyle, bu
güç ilişkilerini parçalama şansı yoktur. Devrimler
olurlar, ama eğer kendi siyasi öznelerini ve programlarını
üretemezlerse, enerjileri tükenir, geri çekilirler. Devrimi,
bazen yavaş ilerleyen, hatta yıllarca sürebilen, bazen de halkın
üzerine bir giyotin bıçağı gibi inen bir karşı devrim
izler. Tunus devriminin kendi öznesini ve programını henüz
yaratamadığını görüyoruz. Bu yüzden birinci raunt
kapanırken kötümser olmak için oldukça neden var.
Ama güç ilişkilerinin temsilcilerinin, bu durumun
rahatlığıyla birbirleriyle didişirken, devrimin bu açığını
kapama olasılığı da yok değil.” size="2">[13]
size="3">“DEVRİM Mİ?”
size="3">“Tunus Devrimlerden Devrim Beğenmek” başlıklı
yazısında Foti Benlisoy, “Tunus’ta yaşananlar bir
‘devrim’ sayılabilir mi? Bu soruya ‘hayır’
cevabını verenlerin sayısı bir hayli fazla bugünlerde. Elde mezura,
Tunus ayaklanmasının kafalardaki ‘ideal’ devrim ya da isyan
modellerine uyup uymadığı ölçülüyor sanki.
Devrimlerden devrim beğenemiyoruz bir türlü. Tunus’ta
yaşananlar, kimilerine göre müesses nizam temsilcilerinden birinin
yerini bir diğerine bırakmasından başka bir sonucu olmayan bir
‘sosyal patlama’, hatta ‘galeyan’dan
ibaret…” derken kavramların alt üst edilmesine göz
yummayan bir netlikle şimdi çekinmeden “Tunus devrim mi
oldu?” sorusunu yanıtlamamız gerekiyor…
size="3">Tunus’taki ayaklanma, “sosyal patlama”, hatta
“galeyan” ne derseniz deyin; kim tarafından
gerçekleştirilmiş olursa olsun, çok önemlidir;
yığınları hareketlendirmesiyle de eskisinde daha
hayırlıdır…
Yıldırım Türker’in,
“Tunus halkı, yörenin bütün baskı altındaki
halklarına derin bir nefes
aldırdı diktatörü kaçırarak,”
dediği gibi, radikal sosyalistlerin da buna hiçbir itirazı yoktur;
olamaz da…
size="3">Ancak itiraz ettiğimiz -ayaklanma, “sosyal patlama”,
hatta “galeyan” ne derseniz deyin-; yaşananın bir
“devrim” olarak ambalajlanmaya
kalkışılmasıdır…
size="3">Hayır; her isyan devrim değildir; olamaz da…
size="3">Marksistler için devrimin ne olup olmadığına dair bir
tartışmaya gerek var mı?
size="3">Hem de ana akım medyadan Erdal Güven, “Rejimin karakteri
değil, sadece figürleri değişiyorsa, hani nerede
kaldı ‘devrim’ o zaman? Her isyandan
‘devrim’ çıkmaz,” derken…
size="3">Evet, evet Tunus’ta olan, bir devrim değil
başkaldırıdır; oluşum hâlindeki bir devrim sürecidir…
size="3">“İsyanların nedeni, gerçekten de
diktatörlüklerden, yolsuzluklardan bir cendere gibi halkı sıkan
baskılardan duyulan hoşnutsuzluklardır.
size="3">İç ve dış güçlerin derdi isyana hâkim
olabilmektir.
size="3">İsyanlar kendiliğinden olur. İsyanların nedenleri
hoşnutsuzluklardır. Devrimler ise bu kendiliğinden hareketlerin,
isyanların bilinçli bir önderlikle yeni bir düzene doğru
yönlendirilmesidir.
size="3">Tunus’ta, Mısır’da böyle bir devrim ufukta
görünüyor mu?
size="3">En azından şimdilik hayır.
size="3">Görünen, iktidardaki siyaset erbabının, sınıf ve
tabakaların durumlarını korumak için safra atmaya
başladıkları, dış güçlerin de isyanı kendi
statükolarını bozmayacak bir yönetime kavuşturmaya
çalıştıklarıdır.
size="3">Kısacası ufukta bir devrim
görünmüyor.” size="2">[14]
Yaşanan, olsa olsa, oluşum hâlindeki bir devrim
sürecidir
size="3">Tam da bu noktada İbrahim Varlı’ya itirazında; face="Times New Roman" size="2">[15] “Biraz heyecan duyun yahu! İslâm korkusunu
bir kenara bırakıp içinizdeki devrim heyecanını özgür
bırakın. Kaldıysa eğer böyle bir heyecanınız!” diye
‘Taraf’ sayfalarından haykıran Roni Margulies’e bir
zamanlar ihtiram duruşunda bulunduğu Tony Cliff’in dediklerini
anımsatalım yeter…
size="3">“YALAN”A SARILANLAR VE
GERÇEK(LER)
size="3">Tunus’ta “olanlar”a ilişkin olarak,
“Yasemin Devrimi’nde Tunus’ta olmak vardı,”
vurgusuyla, “Bir devrim nostaljisi nedeniyle değil, laboratuarda bir
deneyi izlemenin heyecanıyla derin gözlemler için orada
olmak,” diye ekleyen Nabi Yağcı’ya sormadan geçmeyelim:
Nepal’de olmak ister miydiniz? Nepal Devrimi sizi heyecanlandırıyor
mu? “Hayır”sa neden?!
size="3">Siz, “sizi heyecanlandıran
şeyin”, “demokrasi”yi mi getireceğini
zannediyorsunuz?
size="3">Bu konuda çok uzun bir zamana ihtiyacınız
olmayacak?!
size="3">Sonra “Arap dünyasında tek adamlı, tek partili otoriter
modernleşme modellerinin iflası açıkça
görülüyor,” diyen Oral Çalışlar; veya
“Tunus Arap dünyasındaki tek ‘Jakoben cumhuriyet’
modelidir… Diktatörler çağının sonu geldi,” diye
ekleyen Taha Akyol’a gelince…
size="3">“Otoriter modernleşme” veya “Jakoben
cumhuriyet” modeli dediğiniz şey ne “modernleşme”dir ne
de “Jakobenizm”… Bu bal gibi emperyalizm
işbirlikçiliğidir…
size="3">Karaya oturan emperyalist beslemeleridir…
size="3">Asıl vurgulanıp, öne çıkarılması gereken
de budur; burasıdır!
size="3">Hatırlayın!
size="3">18 Aralık 2010 günü IMF’nin
“sosyalist” Başkanı Dominique Strauss-Kahn, Tunus’a
ziyareti sırasında Bin Ali’yi ekonomi politikalarından
ötürü kutlayarak, burada kabul edilen ekonomi politikasının
gelişmekte olan çok sayıda ülke için en iyi model
olduğunu savunmuştu. Oysa küresel ekonomik krizin de etkisiyle bu
“model” çoktan çökmüştü. Bu rejimin
destekçileri arasında ABD ve AB de vardı!
size="3">AB’yi, ABD’yi savunanlar bu konuda diyeceğiniz bir şey
yok mu?
size="3">Devam ediyorum…
size="3">“Paris, Tunus’ta halkın yükselen öfke ve
acı çığlıklarını duymak yerine diktatörü
desteklemeyi tercih etti,” vurgusuyla ekliyor Patrick Baudouin:
“İnsan haklarının savunucusu olmakla övünen Fransa, bir
süredir küçülmekte olan itibarına ender olarak bu
kadar ters düşmüştür. Fransa yirmi yıl boyunca,
Tunus’ta günden güne daha baskıcı ve yozlaşmış bir
hâle gelen diktatörlüğün yaptıklarına gözlerini
kapatmayı tercih etti. Tunuslu muhaliflerin, gazetecilerin,
sendikacıların, avukatların, insan hakları savunucularının yardım
çağrılarına kulaklarını tıkadı. Daha da kötüsü,
en ufak bir kınamadan kaçınmakla kalmayarak, otokrat Zeynel Abidin
Bin Ali’ye demokrasi madalyaları takmaktan da geri
kalmadı.” size="2">[16]
size="3">Devam edelim…
size="3">Bunlar yetmezmiş gibi “Eski sömürge
gücü Fransa, hazırlıksız yakalanmanın da ötesinde;
‘isyancıları bastırmak için’ Bin
Ali’ye yardım(!) niyetine -kolonyalizm
şablonlarını çağrıştıran bir aymazlıkla- ‘Fransız
güvenlik güçlerini’ Tunus’a
çıkartmayı önerdi.
size="3">Avrupa’nın ezber bozan bu ayaklanmaya verdiği tepki genel
bir, ‘Bu da nerden çıktı?’ şeklindeydi.
size="3">‘Yasemin Devrimi’, Avrupa’nın Müslüman
dünyası nezdindeki ‘çifte standartlarını’
sergilemek açısından dört dörtlük bir turnusol testi
oldu.” size="2">[17]
size="3">Yani “Tunus’un eski sömürge gücü
Fransa ile birlikte AB diplomasisi; ‘Yasemin Devrimi’ne
hazırlıksız yakalandı…” size="2">[18]
size="3">Ayrıca BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun, Tunus’taki gelişmeleri
üzüntü ile izlediğini söylerken; eklenmesi gereken
başka artılar da var:
size="3">‘El Cezire’den Marwan Bişara’ya göre, Bin
Ali, kelimenin tam anlamıyla bir baskıcıydı; diktatörün
yönetimindeki Tunus ABD ve Avrupa ile stratejik konularda işbirliği
yaptığı için “eleştiri oklarından”
kurtulmuştu…
size="3">Yine ‘El Cezire’den El Şabi de, Tunus’ta 200
kişinin sadece sosyal hak talep ettikleri için yargılandığı
2004’te Devlet Başkanı Bin Ali ile görüşen ABD Başkanı
George Bush’un Tunus’un terörle mücadelede
gösterdiği işbirliğinin, basın özgürlüğü
reformlarının ve hür ve adil seçimlerden övgüyle
söz ettiğinin unutulmaması gerektiğini ifade ederken; yine benzer
sıcak bir mesajı Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin de
2008’de verdiğini, ülkede çok ağır insan hakları
ihlâlleri yaşandığı sırada, Fransız liderin
özgürlükler alanında atılan adımlardan övgüyle
söz ettiğinin altını çizdi.
size="3">Nihayet “Başta ABD olmak üzere
Batılı ülkeler diğer Araplara, ‘İşte model Arap
ülkesi’ diyerek Tunus’u gösteriyordu. Kadınların
göstermelik de olsa sosyal hayata katılımı, terörle
mücadelede işbirliği ve laiklik konusunda öve öve
bitirilemeyen Tunus’ta ne medyaya baskılar, ne işsizlik, ne de
yolsuzlukların sözü ediliyordu,” diyen Ayşe
Karabat’a, AB ve ABD şakşakçısı liberallerin,
muhafazakârların verebileceği bir yanıt var mı?
size="3">“GELECEK” (Mİ?)!
size="3">Tunus’ta devlet başkanı Zeynelabidin Bin Ali’nin
devrilmesine yol açan halk isyanının ardından ordu
“devrimi” koruma sözü verirken ABD’den de
demokratik reform sürecine destek vermeye hazırız mesajları gelmeye
devam ediyor.
size="3">Devrik devlet başkanı Bin Ali’ye destek vermeyen Tunus
ordusu “devrimi” koruma sözü verdi. Tunus Kara
Kuvvetleri Komutanı Raşid Ammar 24 Ocak 2011’de, başbakanlık
önünde toplanan kalabalığa açıklamasında, ülkede
siyasi bir boşluğun diktatörlüğü geri getireceğini
belirterek devrimi koruma yemini edip, “Bizim devrimimiz, sizin
devriminiz. Gençliğin devrimi, boşluk çağrısı yapanlar
tarafından istismar edilebilir ve yitebilir. Ordu, devrimi
koruyacaktır,” dedi.
size="3">Denilebilir ki emperyalizm, Tunus laboratuarında “yeni
yönelimleri”ni test etmeyi deneyecektir.
size="3">Yani ABD, “özgürlük-demokrasi” kisvesi
altında bölgedeki figüranları yenileriyle değiştirme
operasyonlarını devreye sokacaktır.
size="3">Evet, Tunus’taki ayaklanmayı ABD
çıkarmadı ancak bu fırsattan istifade ederek hem
Afrika’da hâlâ güçlü ilişkileri olan
Fransa’yı devre dışı bıraktı hem de iyi ilişkiler içinde
olduğu ordu aracılığıyla muhalefet eden kesimleri küçük
lokmalar hâlinde sisteme yeniden dahil etmeyi başardı. Ayrıca Tunus
üzerinden Kuzey Afrika’ya daha derinlemesine nüfuz etme
imkân ve olanaklarını elde etmiş oldu.
size="3">Örneğin halk isyanının yansımalarına ilişkin
tartışmalar sürerken ABD Dışişleri Bakanlığı
Sözcüsü Philip Crowley ülkesinin Tunus’taki
değişimin genişlemesini ve derinleşmesini görmeyi ümit ettiği
ifade ederken; yine Tunus’un ABD Büyükelçisi Gordon
Gray ise ‘El Cezire’ye ülkede yaşananları şöyle
değerlendirdi: “Demokratik ifade süreci işliyor. Bu yeni bir
olgu ve insanlar fazla bir deneyimleri olmadan bunu yapıyor…”
size="3">Tabii bu işin bir boyutu; ötekine gelince; Tunus’ta
1997-2001 yılları arasında büyükelçilik
görevinde bulunan Prof. Dr. Hüseyin Pazarcı, Tunus Cumhurbaşkanı
Zeynel Abidin bin Ali’nin ülkeyi terk etmesi ile sonuçlanan
olaylar sonucunda, Müslüman Kardeşler ve El-Kaide gibi radikal
dinci grupların güçlenebileceğini ve laik yaşam
anlayışından uzaklaşılabileceğini belirtirken; Bahadır Selim Dilek de
şunları ekliyor:
size="3">“Tunus’ta 23 yıldan bu yana devlet başkanlığı
koltuğunda oturan Bin Ali’nin ülkeyi terk etmek zorunda
kalmasının açtığı yeni dönemin hangi yöne evrileceği
merakla izlenirken; ülkenin İslâmcı bir yönetimin eline
geçmesi de bir olasılık.
size="3">Çünkü Tunus’ta özellikle Mısır ve
Sudan ile ilişkili güçlü İslâmcı yapılar
bulunuyor.
size="3">XX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, Mısır
kaynaklı Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin)
örgütünün etkisinin hissedilmeye başlandığı
Tunus’ta, 1980’li yıllardan itibaren Arap dünyasında
‘neo-İhvancı’ olarak adlandırılan gruplardan İslâmi
Yöneliş Hareketi (Nahda), siyasal sistemde güç kazanmaya
başladı. Nahda lideri Raşid Gannuşi o günlerden bu yana
Tunus’taki yönetimlerin öncelikli hedefi konumunda kaldı,
ancak tabandaki gücünü korudu…”
size="3">Tam da bu noktada İslâmcı lider Raşid Gannuşi,
kendisine “yeni
Humeyni” yakıştırması
“Ben” yanıtını veriyor, “bir Humeyni
değilim. Bizde molla/din adamları sınıfı yok. Tunus bir İran
değil. Humeyni’nin düşüncelerini de paylaşmıyorum. Benim
düşüncelerime en yakın siyasi parti, Türkiye’de
iktidarda bulunan AKP!”
size="3">Böylesine çok bilinmeyenli bir denklemin ortasında Emin
Alper’in, “Yönetici elit, güçten eşit derecede
pay aldığı sürece eski rejime sıkı sıkıya bağlıdır ve
onun çözülmemesi için elinden geleni
yapar,” size="2">[19]
saptamasının altını özenle çizerek aktaralım:
size="3">i) “Mevcut tabloda herhangi bir muhalif liderin kitleleri
sürüklemesi zor. Sonuç olarak ‘gerçek
muhalefet’ ittifak kurup değişim sürecini zorlamazsa
‘devrim’ bir seraba dönüşebilir.
Sömürgeciliği bitiren süreçteki gibi tüm
bölgede siyasi kurtuluş için arzulanan ikinci intifada da hayal
olur.” size="2">[20]
size="3">ii) “Bin Ali’nin devrilmesi üzerine
ortalığı saran ‘Arap dünyasında devrim
rüzgârı’ yorumları gerçeği yansıtmıyor.
Ufukta pırıl pırıl demokrasiler görünmüyor. Her devriliş
bir devrim değildir. Geleceğin Tunus’a gerçekten bir sosyal ve
ekonomik dönüşüm, ileriye doğru bir atılım getirip
getirmeyeceği hiç belli değildir.”[21] size="3">
size="3">YAYILAN TUNUS’UN ETKİLERİ
size="3">Tunus’taki “Yasemin Devrimi” henüz
tamamlanmadı; ama Devlet Başkanı bin Ali’nin devrilmesine yol
açan “halk hareketi” daha şimdiden birçok
Arap ülkesinde insanların kendi hükümetleri aleyhinde
sokaklara dökülmesini tetikliyor.
size="3">Cezayir’den Ürdün’e, Mısır’dan
Yemen’e kadar birçok ülkede göstericiler,
Tunus’ta olup bitenleri örnek olarak gösteriyor ve
dünyaya “şimdi sıra bizde” mesajını vermeye
çalışıyor.
size="3">Bunun böyle olmasında şaşırtıcı bir şey yoktur.
Çünkü Tunus domino etkisi yapmasa da Mağrip’ten
Maşrık’a diktatörlere koltukların gidici olduğunu hissettirdi.
size="3">Tunus’ta Zeynel Abidin Bin Ali’yi deviren isyanın
ardından gözler sıradaki diktatörü ararken devrim
özleminin sokağa yansıdığı 5 ülke öne
çıktı: Mısır, ardından Yemen, Cezayir, Ürdün ve Suriye.
Bunların çoğunda dış payanda olmadan zorbalık ve
sıkıyönetimlerle perçinlenmiş koltukların ebediyen yaşama
şansı yok.
size="3">Kolay mı? Sadece bu 5 ülke değil mağrip ve maşrıkta
sömürgecilerin aileler veya askerler üzerinden dizayn ettiği
iktidarlar artık halkların sırtında çekilmez yük. Tunus en
azından herkese bu yükler atıldığında kızılca kıyametin
kopmadığını gösterdi.
size="3">Domino etkisi olmasa da zorbaların birlik ve düzeni koruyup
İslâmcıları engelledikleri bahanesi ellerinden alındı. Bir
kere koltuklar gıcırdadı ve diktatörlerin keyfi kaçtı.
Tunus’un bakiyesi de bu.
size="3">Kaldı ki ‘Düstur’un başyazısında,
“Tunuslaşma olgusu, gün geçtikçe Arap
dünyasını sarıyor. Fakat kendi vatanında henüz sonlarına
gelmeyen bu olgu, diğer ülkelerde de yakın vadede zaferle sonlanmaya
aday görünmüyor. Bu ülkeler, işsizliği, fakirliği,
yolsuzluğu ve despotluğu protesto edenlerle kaynıyor”; face="Times New Roman" size="2">[22] Diyab Ebu Jahjah’ın da, “Umman ve Birleşik
Arap Emirlikleri gibi yerlerde dahi Arap rejimleri titriyor ve Arap halkı
kabına sığmayan bir hareketlilik içinde. Bu devrimci canlanma
bütün Arap dünyasında geçerli,” face="Times New Roman" size="2">[23] saptamasını yaptığı koordinatlarda Devlet Başkanı
Zeynelabidin bin Ali’nin ülkeden kaçmasıyla
sonuçlanan süreci tetikleyen olayın benzerleri Cezayir ve
Mısır’da da yaşandı.
size="3">Tunus’ta bir genç, son geçim umudu olan
tezgâhı da elinden alınınca kendini yakarak intihar etmeye
çalışmıştı. Sebze satıcısı Muhammed Buazizi kendisini yakmaya
çalıştıktan birkaç hafta sonra hayatını kaybetmişti.
Cezayir’de 5 gün içinde 4 kişi kendini yakmaya
kalkıştı.
size="3">Mısır’da da benzer bir eylem 17 Ocak 2011’de
gerçekleşti. Söz konusu olayda bir genç, parlamento
binası önünde kendisini yakmaya çalıştı.
size="3">Yine Tunus’ta 8 Ocak 2010 günü meydana gelen
işsizliği protesto gösterilerinde çıkan çatışmalarda
4 kişi hayatını kaybetti, 6 kişi de ağır yaralandı. Muhalefet
kaynakları, 20 kişinin kurşunla öldüğünü duyurdular.
Cezayir’de de hükümetin şeker ve yemeklik yağı yüzde
41 oranında ucuzlatacağını açıklaması protestoları dindirmeye
yetmedi. Cezayir İçişleri Bakanı olaylarda 3 kişinin
öldüğünü, 800’den fazla kişinin yaralandığını
ve bin kadar kişinin de gözaltına alındığını duyurdu.
size="3">Örneğin Cezayir’in Bukhadra şehrinde, belediye
binasının önünde kendini ateşe veren bir kişi öldü.
El Haber gazetesine göre, Muhsin Buterfif, iş ve konut istediği
belediye başkanıyla görüştükten sonra üzerine benzin
dökerek kendisini ateşe verdi.
size="3">Yemen’de ise, öğrencilerin hükümeti protesto
gösterilerine öncülük eden kadın eylemci Tavakul
Karman’ın gözaltına alınması üzerine gazeteciler
eylem yaptı. Tunus’ta devlet başkanını iktidardan indiren
gösterilerden ilham aldığı belirtilen gazeteci Tavakul
Karman’ın, Sanaa Üniversitesi’nde 2 protesto
gösterisine öncülük ettiği, ardından eşiyle birlikte
gece evine dönerken gözaltına alındığı
öğrenildi.
size="3">Nihayet Mısır’da da, 18 Ocak 2011 tarihinde kötü
yaşam koşullarını protesto etmek isteyen iki kişinin daha kendini
yakması sonucu ülkede kendini yakarak öldürme girişiminde
bulunanların sayısı 3’e çıktı.
size="3">NİHAYET MISIR
size="3">Olayların çok öncesinde “Mısır’daki
sözde demokrasi, ancak halkın süreci sahiplenmesiyle gerçek
demokrasiye dönüşür. Ülkede basın ve muhalefet
partileri bile rejimle anlaşma peşinde koşarken, seçimler
diktatörlüğü gizlemeye hizmet ediyor,” face="Times New Roman" size="2">[24] diye haykıran Nevval El Saadavi’nin ifade ettiği
“oyuna” ilişkin olarak Fehmi Hüveydi de şunlara dikkat
çekiyordu:
size="3">“Kahire-Washington ilişkilerinde kural şu: ABD planlıyor,
Mısır uyguluyor. Mısırlı yetkililer, Amerikan politikasında
‘eksen rol’ oynadıklarını ve Mavi Marmara olayından
yararlandıklarını itiraf etmekten çekinmiyor.” face="Times New Roman" size="2">[25]
size="3">Gerçekten de Arup Muharci’nin, “30 yıllık
olağanüstü hâlin korkutucu bir polis
kültürü doğurduğu Mısır’da, Mübarek
diktatörlüğü ABD’den hâlâ destek
alıyor,” size="2">[26]
dediği tabloyu “Mübarek’in ABD destekli kukla
hükümeti” size="2">[27]
yaratıyordu…
size="3">Sonra, Tunus’un sarsıntılarıyla bir “korku
duvarı” düştü… Yaşananlar bu bakımdan tarihi bir
“an”dı...
size="3">Mısır’ı o ana getiren emperyalizmin işbirlikçisi
despotik iktidar ve yarattığı devasa yoksulluk ile
umutsuzluktu…
size="3">Nüfusun yarısının günde 3 liraya talim ettiği 73
milyon nüfusu bulunan Mısır’da 2010 yılında, yani sadece 12 ay
içinde, kaç kişi hayatına kast etmiş olabilir? 300? 5 bin?
10 bin?
size="3">Sıkı durun: En az 104 bin kişi... Üstelik de
resmî verilere göre... ‘Kayıtdışı’lar,
ölüm nedeni anlaşılamayanlar, kayıplar dahil değil bu rakama.
Mısır Enformasyon Merkezi’nin açıkladığı verilerden bir de
ayrıntı: İntihara kalkışanların yüzde 67’si 15 ila 25
yaşında!
size="3">Yaklaşık 1 milyon km2
yüzölçümü, 84 milyon nüfusu olan
Mısır’da nüfus artışı yüzde 1.7’dir. Nüfusun
yüzde 90’ı Sünni Müslümanlardan oluşmaktadır.
Gerisi Hıristiyan.
size="3">2004 yılından beri Mısır, ABD ve İsrail arasında Nitelikli
Sanayi Bölgesi kurulmuştur. Bu bölgede üretilen
ürün maliyetlerinde yerli girdi oranı yüzde 35 ve
İsrail’den ithal edilen girdilerin yüzde 10.5 oranında olması
hâlinde bu ürünlerin ABD’ye ihracında gümrük
vergisi uygulanmamaktadır.
size="3">2008 tarihi itibarıyla 106 milyar dolar GSYİH’si olan
Mısır’da kişi başına milli gelir 1.500 dolar civarındadır.
İşsizlik oranı yüzde 9.1’dir…
size="3">Bu tabloda Fehim Taştekin’in işaret ettiği üzere,
“Ekmek, iş ve özgürlük gibi objektif etkenlerle
mobilize olan gençlik, risk alamayan klasik muhalefetin
üzerindeki ölü toprağını attı. Devrim olur ya da olmaz,
Mübarek’in bileti kesildi. ABD de Mübarek’le yolun
sonuna geldiğinin farkında. Ama ABD bir süredir Mübarek
sonrasına hazırlansa da isyana hazırlıksızdı. Tabi isyan sırasında
Genelkurmay Başkanı Sami Enam’ın Washington’da olmasını da
not etmeli.”
size="3">Çünkü Cengiz Çandar’ın, “Son
günlerde Mısır’ı sarsan, adeta ‘halk ayaklanması’
niteliğindeki büyük kitle gösterileri, hem
Mübarek’in koltuğunu sallıyor hem de Amerika’nın
Mısır’daki ‘prestiji’ni” uyarısını ve
İsrail’in “itirazı”nı dile getirdiği koordinatlarda
Mısır-ABD ilişkisine, çok ama pek çok dikkat
edilmelidir…
size="3">Arap Reform Girişimi Direktörü Basma Kodmani,
“Mübarek sonrası dönemi ordu
şekillendirecek,” size="2">[28]
derken kolay mı?
size="3">Mısır ordusu 480 bin askere sahip ve ABD’den her yıl 1
milyar 300 milyon dolar yardım alıyor...
size="3">Aralık 2007 tarihinde Kahire’deki
büyükelçilikten Washington’a gönderilen belge,
‘ABD Uluslararası Gelişim Ajansı’nın (USAID)
Mısır’daki demokrasi yanlısı gruplara 2008’de 66.5 milyon,
2009’da ise 75 milyon dolar yardım yapmayı planladığını
gösteriyor…
size="3">Elçin Poyrazlar’ın, “ABD kazanan ata
oynayacak”; Koray Çalışkan’ın da, “Obama
Mısır’ı kaybeden başkan olarak tarihe geçmek üzere. AKP
gibi mülayim ve ABD yanlısı bir siyasi İslâm geleceğini bilse,
dünden razı. Ama güvenemiyor,” notunu
düştüğü ABD emperyalizmi, Mübarek’ten
vazgeçse de, Mısır’dan (ordusu üzerinden) asla
vazgeçmeyecektir!
size="3">Verili durumda Mısır geleceğine ilişkin olarak Yüksel
Taşkın’ın, “Demokratik bir anayasanın eşliğinde çok
partili hayata geçilmesi, Mısır’da dünyaya ayak uydurmak
isteyen gençlerin de önünü açacaktır”;
Oral Çalışlar’ın, “Mısır’ın demokrasiyle
imtihanı, bütün İslâm dünyasının kaderini
etkileyecek kadar önemli bir imtihan olacak,” karşılıksız
lberal beklentilerinin “dilek” ve “temenni” olmanın
ötesine geçmeyeceği görülmektedir… Neo-liberal
“demokrasi”lerin halklarına ne ekmek ne de
özgürlük sağlamadığını hem Doğu Avrupa, hem de Latin
Amerika deneyimleri yeterince gösterdi…
size="3">Geleceği çatışmalar biçimlendirecektir;
Baradey’ler veya denenmişi deneyen beklentiler
değil…
size="3">Unutmayın Mısır halkı, beş firavunu devirdi, Napolyon
istilasına (1798-1802) direndi; 1800 başlarında Arabistan kaynaklı
Vahhabi gericiliğine karşı çıktı. İngiliz işgaline (1882, 1906
ve 1946 yılları) isyan etti. Ulusalcı Hür Subaylar, krallığa son
verdi (1952). 1977’de ekmek isyanı çıkarttı. 2007’de
756, bir yıl sonra ise aynı sayıda protesto hareketine imza
attı…
size="3">“SONUÇ YERİNE”
size="3">Mısır ve Tunus olaylarını değerlendiren kimi uzmanlar;
“Demokrasi Amerikan hibesi değildir; tersine, olaylar
aynı zamanda yerli despotlar ile onları destekleyen
Batılı yönetimlere karşı başkaldırıdır,”
diyorlar… Buna katılıyorum!
size="3">Reşad Ebu Şawar, Enis Fevzi Kasım, Azmi Bişara’nın
yazılarına göre, Tunus’un öğrettiği, ceberut devlet ne
denli zalim ve zorba olursa olsun, halkın iradesi bunları yerle bir
etmeye yeter. Demokrasi ithal edilmez; Batı hibesi değildir; bizzat
halkın mücadelesinin eseridir…[29] size="3"> Bunlara da katılıyorum!
size="3">Batı emperyalizminin sömürgesi olan, dünyanın
en yoksulları arasında 1.4 milyarlık yani yerkürenin beşte
birine denk İslâm dünyası tarihi bir
dönemeçtedir…
size="3">Arap dünyasında ilk kez, diktatörlüklere karşı bir
halk hareketi, isyanı gerçekleşiyor!
size="3">Bu kadarla bile sınırlı kalsa bu müthiş bir
şeydir…
size="3">Olan Lenin’in ifadesiyle, “Onlarca yıl geçer,
bir toplumda kıpırdanma olmaz; ama öyle zaman gelir ki,
birkaç hafta içinde yaşananlar onlarca yıllık
gelişmeye bedel olabilir,” dediği bir ufuktur…
size="3">“Yeni Dünya Düzen(sizliğ)i”yle
(“YDD”) devreye giren III. Büyük Bunalım ile söz
konusu ufuk daha da derinleşecektir.
size="3">Gelecek, eğer onu devrimci tarzda örgütleyebilirsek,
“sivil itaatsizlik”le sınırlanmadan, onu da aşan devrimlere
kapı açan daha büyük ayaklanmalara gebedir… Soru(n)
tam da burada düğümleniyor: Geleceği “devrimci
tarzda” örgütleyebilmek!
size="3">Tunus’tan Mısır’a uzanan tarihsel praksisten
böylesine bir perspektifte öğrenmeli ve “Indignez-Vous!/
Öfkelenin!/ Hiddetlenin!/ Başkaldırın!” diye haykıran
Stéphane Hessel’in şu sözlerini
unutmamalıyız:
size="3">“Kayıtsız kaldığınızda, insanı insan yapan
özelliklerin başında gelen hiddetlenme ve başkaldırı yetiniz yok
olur”
size="3">“Etrafınıza bakın bir. Hiddetinizi meşrulaştıracak
konular hemen yanıbaşınızda: yasal ve kaçak
göçmenlere, ya da Romanlara yapılan muamele gibi sizleri
harekete geçirecek etkenler her yerde. Arayın,
bulacaksınız!”.
size="3">“Yaratmak direnmektir. Direnmek, yaratmaktır. Bizlerden
bayrağı devralın ve hiddetlenin!”
3
Şubat 2011 15:58:39, Ankara.
size="3">N O T L A R
size="2">[*] 6 Şubat 2011 tarihinde Kadıköy
AKA-DER’in düzenlediği “Ortadoğu’da Neler
Oluyor?” başlıklı panelde yapılan konuşma… Newroz, Yıl:4,
No:162, 9 Şubat 2011…
size="2">[1] Nâzım Hikmet.
size="2">[2] Robert Fisk, “Arap Dünyasına Yeni Bir
Hakikât Doğuyor”, The Independent, 26 Ocak 2011.
size="2">[3] Saad Muhyu, “Bush Ortadoğu’ya Geri
Döndü”, Haliç, 1 Ağustos 2010.
size="2">[4] Hazım Sağiye, El Hayat, 29 Ocak 2011.
size="2">[5] “Yeni Bir Arap Dünyası”, Foreign
Policy, 28 Ocak 2011.
size="2">[6] David Ignatius, “İsyan İyi Hoş da Peki Ya
Sonra?”, The Daily Star, 29 Ocak 2011.
size="2">[7] Robert Fisk, “… ‘Arap
Diktatörler Çağı’ Tam Gaz Devam Ediyor”, The
Independent, 17 Ocak 2011.
size="2">[8] Azmi Bişara, El Cezire sitesi, 24 Ocak
2011.
size="2">[9] Ergin Yıldızoğlu, “Mısır Devriminde
Dönüm Noktası”, Cumhuriyet, 2 Şubat 2011, s.4.
size="2">[10] Fehmi Hüveydi, “Yolsuzluk Despotluğun
Yoldaşıdır”, Şark, 24 Ocak 2011.
size="2">[11] “Pehlevi ile Bin Ali’nin Benzer
Kaderi”, Siasatrooz, 17 Ocak 2011.
size="2">[12] Yaser El Zeatire, “Filmin Adı: Muhammed
Buazizi”, Düstur, 15 Ocak 2011.
size="2">[13] Ergin Yıldızoğlu, “Tunus: Geçici
Bir Değerlendirme”, Cumhuriyet, 19 Ocak 2011, s.4.
size="2">[14] Güray Öz, “Ortadoğu’da
Tarih Sıkışırken”, Cumhuriyet, 2 Şubat 2011, s.6.
size="2">[15] “Evet, bir başkaldırı ve isyan var.
Evet, sokaklarda insanlar otoriter sisteme karşı çatıştı. Evet,
düzeni temsil eden semboller ateşe verildi, taşa tutuldu. Hatta
iktidar bile alaşağı edildi. Fakat buna devrim denebilir mi?”
(İbrahim Varlı, “Devrimsiz Devrim!”, Birgün, 18 Ocak 2011,
s.11.)
size="2">[16] Patrick Baudouin, “Tunus: Fransa’nın
Değerlerini Kaybetmesinin Simgesi”, Le Monde, 25 Ocak 2011.
size="2">[17] Nilgün Cerrahoğlu, “…
‘Yasemin Devrimi’ ve Demokrasi!”, Cumhuriyet, 20 Ocak 2011,
s.11.
size="2">[18] Nilgün Cerrahoğlu, “…
‘Yasemin Devrimi’ ve ABD”, Cumhuriyet, 22 Ocak 2011,
s.11.
size="2">[19] Emin Alper, “Tunus ve Devrim
Tartışması”, Radikal, 29 Ocak 2011, s.34.
size="2">[20] Fehim Taştekin, “Devrimden Seraba:
Tunus’ta Ne Değişti?”, Radikal, 18 Ocak 2011, s.31.
size="2">[21] Murat Yetkin, “Tunus’ta Yaşanan Bir
Devrim mi?”, Radikal, 19 Ocak 2011, s.12.
size="2">[22] “Tunuslaşma Gölgesinde
Araplar”, Düstur, 27 Ocak 2011.
size="2">[23] Diyab Ebu Jahjah, “Tunus: Gerçek Bir
Devrim”, MrZine, 16 Ocak 2011.
size="2">[24] Nevval El Saadavi, “Mısır Artık
‘Demokratik Bir Diktatörlük’…”, Hayat, 8
Ekim 2010.
size="2">[25] Fehmi Hüveydi, “ABD,
Türkiye’yi Kaybedince İtaatkâr Mısır’a
Sarıldı”, El Şark, 5 Eylül 2010.
size="2">[26] Arup Muharci, “Mübarek, ABD’yi
Kandırıyor”, Foreign Policy, 4 Eylül 2010.
size="2">[27] Koray Çalışkan, “Mısır’da
Ortadoğu Zembereği Boşaldı”, Radikal, 30 Ocak 2011,
s.23.
size="2">[28] Basma Kodmani, “Mübarek Sonrası
Dönemi Ordu Şekillendirecek”, Financial Times, 30 Ocak
2011.
size="2">[29] Reşad Ebu Şawar, El Quds el Arabi, 28 Ocak
2011; Enis Fevzi Kasım; Azmi Bişara, El Cezire.net, 24 Ocak
2011.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder