24 Şubat 2011 Perşembe

Bilgiye Dayalı Emek ve “Güvencesizlik” / Franco Berardi

Bilgiye Dayalı Emek ve
"Güvencesizlik" / Franco Berardi

“Geleceğimiz yok çünkü bugünümüz
son derece geçici. Yalnızca risk yönetimi, anın fırıldak gibi
dönen senaryosu söz konusu.” –William Gibson, Pattern
Recogniton
 

Şubat 2003’de Amerikalı gazeteci Bob Herbert, Chicago’daki
yüzlerce işsiz genç hakkındaki anketin
sonuçlarını New York Times’da yayınladı:
Mülakat yapılanların hiçbiri gelecek birkaç yıl
içerisinde iş bulacaklarını ummuyordu, hiçbiri
başkaldırmayı ya da geniş çapta kolektif bir değişimi
başlatmayı düşünmüyordu. Mülakatların genel eğilimi,
derin bir acizlik duygusuydu. Düşüş duygusu siyasetten ziyade
daha derin bir mevzuya, her türlü alternatifi inşa etme
olasılığını boşa çıkaran sosyal ve psikolojik bir alt üst
oluş senaryosuna odaklıydı.

Şimdiki zamanın parçalanmışlığı geleceğin yıkımına
dönüşmektedir.

Richard Sennett, Karakter Aşınması: Yeni Kapitalizmde İşin
Kişilik Üzerindeki Etkileri
(1988) adlı kitabında
güvencesizlik ve parçalanmışlığa ilişkin bu varoluşsal
duruma, yaşamın görece istikrarlı sosyal rollerle yapılandığı ve
kimlikleri yorumlamak için yeterince çizgisel tutarlılık
zamanının olduğu geçmiş dönemin nostaljisiyle tepki
gösterir.

Zaman oku parçalanıyor: Kısa vadeye ve nefret rutinlerine
dayalı sürekli yeniden yapılanmaya tabi bir ekonomide kesin
yörüngeler artık var olmaz. İnsanlar güvenilir insan
ilişkilerini ve uzun vadeli hedefleri özlüyor
(1988). 

Fakat bu nostaljinin şimdiki zamanın gerçekliğinde hiçbir
hükmü yoktur ve topluluğu yeniden canlandırma çabaları
yapay ve verimsiz kalır.

Angela Mitropoulos (2005) “Precari-us?”  [Biz
güvencesiz miyiz?] adlı makalesinde, güvencesizliğin riskli bir
fikir olduğunu gözlemler. Bunun nedeni güvencesizliğin, kendi
amacını muğlak bir tutumla tanımlamasının yanı sıra bu fikirden
paradoksal, kendiyle çelişkili, bir başka deyişle istikrarsız
stratejiler türetmesidir. Eğer eleştirel ilgimizi işin
güvencesiz niteliğine yoğunlaştıracaksak, önerdiğimiz
amaç ne olacaktır? İstikrarlı bir iş, garantili bir yaşam mı?
Elbette hayır; bu, işin rolünü kesinlikle destekleyen
kültürel bir gerileme olacaktır. Bazıları iş performansından
bağımsız ücret biçimlerini kast eden “güvenceli
esneklik”ten bahsetmeye başladı. Ancak kendimizi sınırsız
sömürüden kurtaracak emek hareketinin toplumsal yeniden
bileşim stratejisinden halen uzağız. Eğer ortaya çıkacak yeniden
bileşim sürecinin muhtemel yollarını ayırt etmek istiyorsak,
toplumsal bileşim ve ayrışma analizinin yolunu takip etmemiz gerekir.

style="background-image: initial; background-attachment: initial;
background-origin: initial; background-clip: initial; background-color:
rgb(241, 241, 241); border-top-width: 0px; border-right-width: 0px;
border-bottom-width: 0px; border-left-width: 0px; border-style: initial;
border-color: initial; margin-top: 0px; margin-right: 0px; margin-bottom:
20px; margin-left: 0px; padding-top: 4px; padding-right: 4px; padding-bottom:
4px; padding-left: 4px; vertical-align: baseline; line-height: 18px;
max-width: 632px !important; text-align: center; width: 260px;
background-position: initial initial; background-repeat: initial initial; ">
Çalışma Hakkı Mı? Kalsın. İşi Yok Edin! src="http://onbirincitez.files.wordpress.com/2011/02/abolish_work.jpg?w=250&h=359"
style="background-image: initial; background-attachment: initial;
background-origin: initial; background-clip: initial; background-color:
transparent; border-top-width: 0px; border-right-width: 0px;
border-bottom-width: 0px; border-left-width: 0px; border-style: initial;
border-color: initial; margin-top: 5px; margin-bottom: 0px; padding-top: 0px;
padding-right: 0px; padding-bottom: 0px; padding-left: 0px; vertical-align:
baseline; max-width: 100%; margin-left: 5px; margin-right: 5px; float: left;
width: 250px; height: 359px; " title="abolish_work" />


Çalışma Hakkı Mı? Kalsın. İşi Feshedin!

1970’lerde, enerji krizi neticesindeki ekonomik gerileme ve son olarak
işin yerini sayısal makinelerin alması çok sayıda insanın
güvencesiz olmasıyla neticelendi. O zamandan beri güvencesizlik
sorunu toplumsal analizde ve aynı zamanda hareketin tutkularında odak
noktası oldu. Genç nüfusun büyük bir kısmının
hiçbir garantili istihdam umudunun olmaması gerçeğiyle
yüzleşmek için, işle bağlantısı kesilen garantili gelir
biçimleri için mücadele etmeyi ileri sürerek
başladık. O zamandan beri durum değişti çünkü marjinal
ve geçici bir durum gibi görünen şey, şimdi emek
ilişkilerinin geçerli biçimi oldu. Güvencesizlik artık
marjinal ve geçici bir özellikten ziyade ağ biçiminde ve
yeniden birleştirici, üretken, dijitalleştirilmiş alandaki emek
ilişkisinin genel biçimidir.

“Prekarya” kelimesi genellikle emek ilişkisi, maaş ve iş
gününün uzunluğuyla ilgili sabit kurallarla artık
tanımlanamayan iş alanını temsil eder. Ne var ki eğer geçmişi
analiz edersek bu kuralların emek ve sermaye arasındaki ilişkilerin
tarihinde sınırlı bir dönem için işlediğini
görürüz. Yirminci yüzyılın tam ortasında, kısa bir
süre için, sendikaların ve işçilerin politik baskısı
altında, tam istihdam koşullarında ve devletin ekonomideki az ya da
çok güçlü düzenleyici rolü sayesinde,
kapitalist dinamiklerin doğal şiddetine karşı bazı sınırlamalar yasal
olarak resmileştirilebiliyordu. Belirli dönemlerde toplumu sermayenin
şiddetinden koruyan yasal yükümlülükler, her zaman
politik ve maddi bir güç ilişkisi türünün
varlığı (sermayenin şiddetine karşı işçilerin şiddeti)
üzerine kuruluydu. Politik güç sayesinde haklar ileri
sürmek, yasaları oluşturmak ve onları kişisel haklar olarak korumak
mümkün oldu. İşçi hareketindeki politik gücün
gerilemesiyle birlikte, kapitalizmdeki emek ilişkilerinin doğal
güvencesizliği, onun acımasızlığı yeniden ortaya
çıktı.

Yeni fenomen, iş piyasasının güvencesiz niteliğinden ziyade bilgiye
dayalı emeğin güvencesiz hale getirildiği teknik ve
kültürel koşullardan ibarettir. Teknik koşullar ağlardaki
bilgiye dayalı emeğin dijital yeniden bileşimidir. Kültürel
koşullar kitlelerin eğitimi ve yirminci yüzyılın sonundan miras
alınan ve bütün pazarlama ve medya iletişim aygıtıyla
aralıksız olarak beslenen tüketim beklentileridir.

Eğer ilk safhayı, yani üretken döngünün
dijitalleşmesiyle başlatılan teknik dönüşümleri analiz
edersek asıl noktanın emek ilişkisinin güvencesizleşmesinden ziyade
(ki her zaman güvencesiz olmuştur) emek gücü olarak, aktif
üretken fail olarak bireyin çözülmesi olduğunu
görürüz. İnsansızlaştırılmış insan zamanın
(depersonalized human time) muazzam yaygınlaşması olarak
küresel üretimin siber uzamına bakmalıyız.   

Bilgiye dayalı emek, bilgiye dayalı topluluk kesimlerinin yeniden
bileşimi ve olgunlaşması için zaman sağlama, Marx’ın
emek-sermaye ilişkisine atfedilen bir eğilim olarak analiz ettiği, somut
faaliyetlerden soyutlama sürecinin ortaya çıktığı son
noktadır.

Emeğin soyutlaşması süreci emek zamanı giderek bütün
somut ve bireysel özelliklerden arındırmıştır. Marx’ın
bahsettiği zaman tözü, üretken emeğin minimal birimidir.
Fakat endüstriyel üretimde soyut emek zaman, tescilli ve siyasal
bir kimlikle işçinin eti ve kemiğinde cisimleşmiş, fiziksel ve
hukuki bir engelle temsil ediliyordu. Doğal olarak sermaye şahsi bir
kontrol sağlamasa da, işçilerin hamili oldukları zamanı satın
aldı. Ancak şayet sermaye kendi değerlenmesi için gerekli zamanı
kullanmak isteseydi, bir insanı kiralamak, onun tüm vaktini satın
almak ve dolayısıyla da insanların hamili oldukları maddi
ihtiyaçlar, sendika ve politik taleplerle karşı karşıya kalmak
zorunda olurdu.

Bilgiye dayalı emek alanına geldiğimizde, bir insanı günde sekiz
saat için satın almaya artık gerek yoktur. Sermaye artık insanları
işe almak yerine insanların birbiriyle değiştirilebilir ve geçici
hamillerinden ayrılmış zaman dilimini satın almaktadır.

İnsansızlaştırılmış zaman, değerlenme sürecinin gerçek
faili olmuştur ve insansızlaştırılmış zamanın hiçbir hakkı ve
talebi olamaz. Yalnızca erişilebilir ya da erişilemez olabilir, ancak
alternatif yalnızca teoriktir çünkü yasal olarak tanınan
bir kişi olmamasına rağmen fiziksel beden halen gıda almak ve kira
ödemek zorundadır.

Semiyotik maddi yeniden bileşimin enformatik prosedürünün,
bilgiye dayalı topluluğu üretmek için gerekli nesnel zamanı
tasfiye etmede etkisi vardır. Genişlemeyi bekleyen bir beyin gibi titreşen
ve kullanılmaya hazır insan makinesi hemen oracıktadır. Zamanın
genişlemesi özenle harekete geçirilir: üretken zamanın
hücreleri tam zamanında, geçici ve parçalanmış
biçimlerde harekete geçirilebilir. Bu parçaların
yeniden bileşimi ağ içerisinde kendiliğinden
gerçekleştirilir. Cep telefonu, semiyotik sermayenin
ihtiyaçları ile siber uzamın canlı emek hareketliliği arasındaki
bağlantıyı mümkün kılan araçtır. Cep telefonunun sesi,
işçilerin soyut zamanlarını ağ biçimindeki akışa yeniden
bağlamaları çağrısıdır.

Liberalizm, post-insanın dijital köleliğe geçişinde
geçerli ideolojiyle eş tutuğumuz tuhaf bir kelimedir.
Özgürlük onun temel mitidir. Peki ama kimin
özgürlüğü? Elbette sermayenin
özgürlüğü. Sermaye, en sefil ücretle
sömürülmeye müsait parçalı insan zamanı bulmak
için dünyanın her köşesine yayılmakta kesinlikle
özgür olmalıdır. Ancak liberalizm kişinin
özgürlüğünü de ifade eder. Tüzel kişi,
kendisini ifade etmekte, temsilcilerini seçmekte, siyaset ve ekonomi
düzeyinde girişimci olmakta özgürdür.

Çok ilginç. Ancak birey ortadan kalkmıştır. Geriye kalan
atıl, ilgisiz ve faydasız bir nesne gibidir. Birey elbette
özgürdür. Ancak zamanı köleleştirilmiştir. Onun
özgürlüğü, gündelik hayatta hiçbir şeye
tekabül etmeyen tüzel bir kurgudur. Eğer aslında zamanımızda
insanlığın, proletaryanın ve bilgi–işçisinin
(cognitariat) çoğunluğunun iş koşullarını
düşünürsek, eğer şu anda, halihazırda
gerçekleştirilen eski emek haklarının lağvedilmesini
düşünürsek, hiç retorik bir abartı olmadan bir
kölelik rejiminde yaşadığımızı söyleyebiliriz. Küresel
düzeydeki ortalama ücret, zamanı sermayenin hizmetinde olan bir
kişinin sadece hayatta kalması için zorunlu araçları satın
almasına bile güçbela yeter. Bu zaman aslında kendilerine ait
değildir, zira yeniden birleştirici siber-üretken
döngüyü kullanılmaya hazır hale getiren insanların
toplumsal varlığından ayrılmıştır. İş zamanı parçalıdır,
yani, tekrar kurulabilen minimal parçalara indirgenir ve
parçalılık, sermayenin sürekli olarak minimum ücret
koşullarını bulmasını mümkün kılar.

İşçi sınıfının kırımına ve onun sistematik bir şekilde
insansızlaştırılmasına, güvencesiz ve insansızlaştırılmış
işin komuta tarzı olarak olumlanan köleliğe nasıl karşı
koyabiliriz? Bu halen insan onuru duygusuna sahip olan herkesin ısrarla
sorduğu bir sorudur. Yine de yanıt çıkmaz çünkü
görünen o ki yirminci yüzyılda etkili olan direniş ve
mücadele biçimleri artık yayılma ve kendilerini
güçlendirme kapasitesine sahip değiller. Son yıllarda
işçi mücadelelerinden çıkan bir deneyim, güvencesiz
işçilerin mücadelesinin bir halka yaratmadığıdır.
Parçalı iş de tam zamanında isyan edebilir, ancak bu da herhangi
bir mücadele dalgasını harekete geçirmez. Bunun nedenini
anlamak basittir. Mücadelelerin bir halka oluşturması için,
emek topluluklarının uzamsal bir çevresi ve var olan zamansal bir
sürekliliği olmalıdır. Bu çevre ve süreklilik olmadan,
hücreleştirilmiş bedenlerin topluluk olma koşullarından mahrum
oluruz. Hiçbir dalga yaratılamaz, çünkü
işçiler varlıklarını belirli bir zaman içerisinde
paylaşmaz ve tutumlar ancak, bilgiye dayalı emeğin artık imkan
tanımadığı zamanda sürekli bir çevre olduğunda bir dalga
halini alır.

İng. Çev.: Akın Sarı


[1] Franco Berardi’nin, Precarious
Rhapsody
 kitabındaki 31-35 sayfalarından Haduki Szukiz’in,
Minor Compositions grubu adına, özel izniyle
çevrilmiştir. 

Kaynak: http://onbirincitez.wordpress.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder