13 Şubat 2011 Pazar

19-22 Aralık 2000'in Anımsatıp Öğrettikleri / Sibel Özbudun - Temel Demirer

19-22 Aralık 2000'in
Anımsatıp Öğrettikleri / Sibel Özbudun - Temel Demirer

 

“Olmadık yok,

duyulmadık 
çok.”[1]

       size="3">“Hayata Dönüş” denilen toplu kıyım
harekâtı hakkında söz etmek zor bir iştir.

       size="3">“Zor”dur çünkü -10 yıl sonra-
egemenlerden meseleye ilişkin alacağımız tahsil edilememişken, 19-22
Aralık’da yakılan Hacer Arıkan “Bir yılda sekiz ameliyat
geçirdim” vurgusuyla soruyor hâlâ: “Adalet
istiyorum, hakkım değil mi?”

       size="3">Soru(n) ortada ve yanıtını arıyor hâlâ ve
hâlâ…

       size="3">Hayır meseleyi ne “mağduriyet” ne de “Corruptio
optimi pessima/  “Aldatıcı, iğva edici iyimserlik,
gerçek kötümserlik” düzleminde ele alıp,
irdeleyenlerden değiliz ve olmadık!

      10
yıl sonra da, Seneca’nın “Ateş altını, felaket cesur
insanları dener,” uyarısını “es” geçmediğimizin
altını çizerek, bu iki hataya düşmüyoruz!

       size="3">Mesele ne “To die or not to die!/ “Ölmek ya da
ölmemek!” ne de W. Shakespeare’in, “Vicdan,
korkakların kullandığı bir sözcük. Zaten
güçlüyü korkutmak için icat edilmiş,”
diye özetlediği bir saltçı vicdan
sorunsalıdır…

       size="3">Mesele egemen şiddetin “te’dip”,
“disiplin”, “tanzim”, “imha” uygulaması
veya burjuva iktidarının terör aygıtı devletiyle nelere kadir
olduğunun kanıtlanması, ortaya konulmasıdır…

       size="3">Bunun ne demek olduğunu da Søren Kierkegaard’ın,
“… ‘Hayır’ diyeni sevmeyiz. ‘Tamam
efendim’ demenin ne kadar tehlikeli olduğunu kutsal kitaplardan
öğrenmeye çalışırız,” sözleri yeterince net
biçimde açıklar…

       size="3">Kaldı  ki mesele sadece “Hayata
Dönüş” değil; ondan önceki Metris, Mamak ya da
Adnan Yücel’in, “Özlenen ateş yakılmıştı sonunda/
Elden ele bütün dünyaya taşınmıştı/ Kıvılcım
dansıydı gözlerdeki sevinç/ Kavga dağlarda bilinci
kuşanmış/ Zindanlarda dirence sarılmıştı/ Ve haykıran dudaklar/ Her
ihanet vakti çöl çöl
yarılmıştı,”
size="2">[2] size="3"> dizeleriyle anımsanan Diyarbakır zindanı; onlardan da
önceki Sansaryan Hanı hücreleri, Sinop ve Yedikule
zindanlarıdır… Yani (c)ezaevlerinin kesintisiz egemen şiddetin
sahneleri oluşudur…

       size="3">Soru-1: Bir cezalandırma yöntemi olması  dışında
tecrit ve izolasyon toplumsal düzlemde bir kontrol ve baskı 
aracı olarak kullanılmakta mıdır?

       size="3">Zindan uygulaması bir ekonomi-politiğin
sürdürülmesidir; egemen zorun bir parçasıdır yani bir
sömürü ve birikimin aletidir; bunlardan (ve ötesinden)
ötürü de devlet meselesidir.

       size="3">“Hayata Dönüş”ü,
“cezalandırma”yı konuşmak devletten, yani bir toplumsal
örgütlenmeden söz etmektir.

       size="3">Yanıt sorunuzun içindedir; “Hayata
Dönüş” bir cezalandırma (tecrit) olması yanında
toplumsal düzlemde kapitalist egemenliğin bekası  için
devreye sokulmuş bir kontrol ile baskıdır.

      Bu
noktada Michel Foucault’nun, “Dışarıda bırakılmak,
içeri kapatılmakla aynı şeydir,” sözünün
altını özenle çizmek gerek.

       size="3">Hatırlatarak devam edelim: “Aradan 10 yıl geçti,
operasyon sırasında cezaevinde olanlar bugün
hâlâ hayata tutunmaya çabalıyorlar. Çoğunun
psikolojisi bozuk, kâbuslar görüyorlar, yitirdiklerini ve
yaşadıklarını unutamıyorlar. Nasıl unutsunlar ki?” diyor Alper
Turgut ve ekliyor: “Tam 32 can almıştı Hayata Dönüş...
Yüzlerce de yaralı. Ölüm orucu sona ermediği gibi katılım
artmıştı. F tipi cezaevlerine yaşanan sevklerin ardından Hayata
Dönüş’ün ‘baskın’ bölümü
bitmiş, bu kez daha da çok can alacak ‘tecrit’
bölümü başlamıştı.

       size="3">Evet, Hayata Dönüş’ün ardından 90 can daha
gitti, ölüm orucunda ve diğer eylemlerde… Kanımca, Hayata
Dönüş, ölüm orucunun sonlandığı 2007’de sona
erdi ve gerçek bilânço: 122 ölüm, yüzlerce
yaralıydı. Ayrıca beş yüzden fazla insan da
Wernicke-Korsakoff’a yakalandı, hafızalarını
yitirdi…”
size="2">[3]

       size="3">Özetle 19-22 Aralık Katliamı’nın üzerinden tam 10
yıl geçse de toplu kıyım harekâtı nihayete
ermedi!

       size="3">Devrimci tutsaklar şahsında tüm topluma teslimiyeti
dayatmak için 20 hapishanede eş zamanlı yapılan katliam;
yüzlerce devrimci tutsağın yaralanması; 32 devrimci tutsağın
vahşice katledilmesi; 6 kadının diri diri yakılmasıyla bitmedi
zulüm…

       size="3">Katliamın ardından açılan F Tipi hapishanelerde 10
yıldır uygulanan tecrit ve zulüm daha da katmerlenirken,
toplumsal düzleme taşırıldı!

       size="3">Bu noktada Adalet(sizlik) Bakanı  Hikmet Sami
Türk’ün toplu kıyım  harekâtı ve 19
Aralık’ta Bülent Ecevit’in “Teröristleri kendi
terörlerinden kurtarmaya çalışıyoruz” sözü ile
Kemal Derviş’in IMF programı/ uygulamasının çakışması
göz ardı edilebilir mi?

       size="3">Soru-2: Devrimcilerin veya toplumsal muhalefetin devlet şiddeti
algısını ne şekilde etkilemiştir ve /veya mevcut düzenin
değiştirilmesinde şiddetin rolü  devrimciler sathındaki
algılamalarda nasıl konumlandırılmaya başlanmıştır? Örneğin
terörist imajı kurşun atandan yumurta atana gerilemiştir. Bir de
medyanın rolü?

       size="3">Devrimciler için 19-22 Aralık önemli bir tarihtir;
devrimci irade ve direngenliğin ne demek olduğunun bir kez daha
kanıtlanmasıdır…

       size="3">Bunlar hep olumlu olarak anmamız, yaşatmamız,
büyütmemiz gereken değerlerdir.

       size="3">Ancak madalyonun öteki yüzü de var.

       size="3">Özellikle dışarıda güçlü bir dayanışma
hareketinin devrimci eksende örgütlenememesi negatif
sonuçların devreye girmesinde başat bir rol
oynamıştır.

       size="3">Burada soru(n)lardan birisi, devrimci dayanışmanın bağımsız
rolünün, liberal aydınların aracılığına devredilmesiyle
oluşan olumsuzluktur.

       size="3">Diğeri ise, içerideki gerçeğin dışarıya
başarıyla taşınamaması; yani içerideki direnişin dışarıda
toplumsallaştırılamayıp, emekçilerin muhalefetine mal
edilememesidir.

       size="3">Örneğin “O dönemde gazeteler, TV’ler
ölüm orucu yapan (ve daha sonra yakılan, hedef gösterilen)
insanların aleyhine akılalmaz yayınlar yaptı,” diyen Oral
Çalışlar ekler: “O dönemde cezaevlerine yapılan
saldırıyı ‘az bile yaptınız’ diyerek destekleyen bir başka
gazete yöneticisinin bugün ‘Kim bunun sorumlusu?’
diyerek haklı bir soru sormuş olmasını dikkat çekici
buluyorum.”

       size="3">Gerçekten de “Ahmet Kaya konusunda günah
çıkaran medyanın ‘Hayata Dönüş’ konusundaki
tavrı da pek farklı değildi. Ertuğrul Özkök gibi
‘zamanın ruhu’ deyip geçecek değiliz…

       size="3">Aslında medyanın ‘Hayata Dönüş’
Operasyonu ile ilgili tavrını en iyi özetleyen başlık bu. Onca
tutuklunun öldürüldüğü bir operasyona insanın
kanını donduracak bir şekilde ‘Sahte oruç, kanlı
iftar’ başlığını atan gazete ise Milliyet. O dönem
Milliyet’in Genel Yayın Yönetmeni kimdi diye sorarsanız,
bugün Hürriyet’teki köşesinde sık sık demokrasiden
bahis açan ve medya üzerindeki baskılardan yakınan Mehmet Y.
Yılmaz derim.

      O
dönem iktidarda DSP-MHP var diye, bugün ‘yandaş
medya’ diye tabir edilen medyanın masum olduğunu sanmayın. Zira
Zaman gazetesi de farklı bir tutum takınmadı. Zaman gazetesi, operasyonu
ölüm oruçlarıyla dalga geçer şekilde ‘Sahur
Operasyonu’ başlığıyla sundu. Bugün birilerinin telaşa
kapılarak suçu 39 erin üzerine yıkmaya çalışmasına
rağmen, Zaman gazetesi mahkûmların kendi kendini yaktığından
emindi. Operasyon da neydi? Gazetenin yazarlarından Tamer Korkmaz ve İlnur
Çevik, operasyonu destekliyor ve geciktiğini kaydediyorlardı. Yine
Zaman yazarı Ahmet Turan Alkan ise öldüren değil,
öldürülene dair analize girişiyor, Marksist eylem
literatüründe ölümü yüceltmekten filan söz
ediyordu.

       size="3">Dönemin Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul
Özkök, operasyonda devletin bütün insancıl yolları
denediğini ve çok önemli bir psikolojik adım attığını
belirtiyordu. Oysa devletin attığı bu psikolojik adımda 28 onlarca
tutuklu öldürülmüştü.

       size="3">Hürriyet yazarı Cüneyt Ülsever operasyonda
gösterilen ‘fedakârlık, sevk ve idare becerisi,
dirayet’ gibi sebeplerle İçişleri ve Adalet
Bakanlığı’nı kutluyor, devletin varlığını hatırlattıkları
için teşekkür ediyordu. Sabah’ın
görüşünü dillendiren Güngör Mengi ise;
operasyonu ‘Hayat kurtarma operasyonu’ olarak adlandırmakta beis
görmüyor hatta devleti gecikmeden sorumlu tutuyordu.
Ecevit’in kararlılığına övgüler düzüp,
operasyonu Kıbrıs Barış Harekâtı’na benzeten ve her şeyin
insanî ölçütler göz önünde tutularak
yapıldığını ifade eden ise Güneri Civaoğlu’ydu.

       size="3">Hürriyet’ten gidişi iktidara kafa tutan kahraman
piyesine dönüştürülen ve halkın yazarı diye
yüceltilen dönemin Hürriyet yazarı Emin
Çölaşan’ın hedefindeyse başkaları vardı.
Çölaşan, tutuklu ve hükümlülerin hayatını
kurtarmak için çırpınan aydınları ‘insan hakları
soytarıları’ ilan ediyor ve onları vatan millet düşmanları
ilan ederek hedef gösteriyordu. Ortada bir operasyon yokmuş gibi,
mahkûmları örgütün yaktığından ise adı gibi
emindi.

       size="3">Gördüğünüz  üzere medyamız da devlet
kadar kararlıydı o dönem. Oysa devlet operasyonun tüm
sorumluluğunu 39 sıradan erin üzerine atıp sıyrılmaya
çalışıyor şimdi. Oysa o dönem medyanın tebriklerini 39 erden
ziyade İçişleri ve Adalet Bakanlıkları almış
gördüğünüz gibi. Sizce sırf bu yüzden bile
medyanın kendisini sorgulaması gerekmiyor mu? Kaldı ki, 28 kişinin
öldürüldüğü operasyonu bu kadar coşkulu bir
şekilde desteklemenin sorumluluğu da var.”
[4]

       size="3">Bunları, bunların müsebbiblerini nasıl olurda unut ve
unutturabiliriz?

       size="3">Tabii bunlara bir de olanların devrimciler (ve hareket)
şahsındaki sonuçlarını eklemek gerek…

       size="3">Evet, bu bir özgüven yıkımını devreye soktu;
toplumsal muhalefetin devlet şiddetiyle sağcılaşmasını ve risksiz
alanlara yönelinmesini devreye soktu…

       size="3">Yani özgürlüğün; çok kere ısıtıp,
aydınlatan; ancak bazen de yakıp, yıkan bir ateş olduğu gerçeği
“es” geçilirken; yaşamda bir kez daha
Mevlânâ’nın, “Min mirovan dîtin, bê
cilûberg. Min çi cilan dît, lê bêmirov/
İnsanlar gördüm, üzerinde elbise yok. Elbiseler
gördüm, içinde insan yok,” diye betimlediği
“gibi”lik devreye girdi…

       size="3">Evet, “Hayata Dönüş”ün ardından (Tek-el
ve Taksim’in yolunu açan 2007-8-9-10’un 1 Mayısları
hariç) muhalefet açısından “gerçeğin yerine
gibi”nin ikame edildiği bir sıkıntı devreye girmiş; bundan
ötürü de bir geri çekilme/ marjinalleşme ve bunlarla
doğrudan bağıntılı olarak liberalizmin genleşmesi devreye
girmiştir…

       size="3">Durum da, çözüm de Bertolt Brecht’in
dizelerindeki üzeredir artık:

       size="3">“Diyorsun ki,

       size="3">davamıza hayrı yok bu gidişin.

       size="3">Karanlık gitgide, diyorsun, derinleşiyor.

       size="3">Güçler azalıyor, diyorsun, gitgide.

       size="3">Bunca yıl, diyorsun, çalış çabala,

       size="3">sonunda ilk günden daha güç bir duruma
düş.

       size="3">Oysa işte düşman her zamankinden daha kuvvetli.

       size="3">Yenilmez gibi de görünür.

       size="3">Biz de hatalar yaptık, bu inkâr edilmez.

       size="3">Sayımız yavaş yavaş azalmada.

       size="3">Sloganlarımız orda burda dağınık.

       size="3">Düşman sözcüklerimizin bir kesimini
çarpıttı. 

       size="3">Bugüne dek söylediklerimizden hangisi
yanlış şimdi?

       size="3">Bir kısmı mı, yoksa hepsi mi?

       size="3">Güveneceğimiz kim var artık?

       size="3">Arta kalanlar mıyız bizler

       size="3">yaşayan bir ırmaktan fırlatılmış?

       size="3">Geride mi kalacağız

       size="3">kimseyi anlamadan ve hiç anlaşılmadan?

       size="3">Yoksa şans mı gerek bize?

       size="3">İşte senin sordukların bunlar.

       size="3">Ama kimseden bir yanıt bekleme,

       size="3">yanıtını  da kendin ver.” 

       size="3">Soru-3: F tipi cezaevi uygulamasına geçiş 
süreci itibariyle bugün gelinen noktada bu uygulamanın
Türkiye sosyalist hareketinde ne tür etkileri olmuştur? Ayrıca
ortada egemenler adına işlenmiş bir “suç” yok
mu?

       size="3">Olayın sosyalist harekete etkilerinden söz ettik; ancak bu
konuda bir şey daha eklenebilir ki, o da İvan Bunin’in,
“Gün gelir yürekte hüzün de söner artık;/ Ne
mutluluğun, ne acıların olduğu bir yerde/ Düşler de anımsayışlar
da silinir gitgide/ Kalır sadece, her şeyi bağışlatan bir
uzaklık...” dizelerinde betimlediği hâl(sizlik) yani
duyarsızlıktır!

       size="3">Terry Eagleton’un, “Sosyalizmin insanın son
ahlâki direniş noktası olduğu” uyarısının unutulup/
unutturulduğu bugünde “yeni bir sol siyasetin inşası
için uzun vadede hayırlı bir yıkım”dan
face="Times New Roman" size="2">[5] yarar uman liberaller vardır artık!

       size="3">Örneğin bunlardan birisi olan Ahmet İnsel’e göre,
11. tezdeki “Aslolan dünyayı değiştirmektir” vurgusunun
sürekli tekrarlanması, aslında tüm pratiklerden
çıkarılabilecek hayati dersleri bir sis perdesinin ardına gizler.
Oysa Marx somut gerçekliği içinde insanın toplumsal
ilişkilerin bütünü olduğundan (6. tez), tüm toplumsal
yaşamın özünde pratik eylemin bulunduğundan (8. tez) ve en
önemlisi de “toplumsal insanlık”tan (10. tez) bahseder. 11.
tez bütün bunlara içkin, zaten var olan ve olması gereken
bir ilkedir. Diğerlerini belirleyen değil, tamamlayan bir
süreçtir.
size="2">[6]

      O
hâlde mi? Ver elini Ömer Laçiner vari liberal
lafazanlık!

       size="3">Bakın ne der Laçiner: “Türkiye siyaseti, 12
Eylül referandumu ile fiilen sona eren Cumhuriyetin kuruluş
döneminin ‘paradigması’nı da geride bırakmış olarak,
yeni koordinatlar bazında şekillenme sürecine girmiş
bulunuyor… O nedenle sosyalizmin yeniden tanımlanması, bu
çaresizliğe başkaldırmak demektir.”
[7]

       size="3">Her parlayan altın değildir; tenekelerde parlar!

       size="3">Lafa değil; dünyayı değiştirecek örgüt,
irade ve zihniyete muhtacız…

       size="3">Güç olmadan; güç olmak ve hesap sormak
için örgütlenmeden ne yaparsanız yapın, neden söz
ederseniz edin boş konuşuyorsunuzdur!

       size="3">“Tanımlama” dediğiniz şey bir toplumsal praksise
bağlanmışsa anlamlıdır; karşılığı olabilir… 

      Bu
saptamalardan “Hayata Dönüş”e geçersek; mesele
nihai kertede bir “hukuk” sorunsalı değildir!

       size="3">Yani AİHM’in, “Hayata Dönüş”te ağır
yaralanan İsmail Altun’un “yaşam hakkının ihlâl
edildiğine” hükmetmesi; BDP Milletvekili Sebahat Tuncel’in,
harekâta ilişkin olarak 10 sorudan oluşan soru önergesini
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yanıtlaması istemiyle Meclis
Başkanlığı’na iletip, “Hayata Dönüş”ün
soruşturmasının 10 yıl sürdüğünü hatırlatarak,
“Operasyonun ağır sonuçlarını ciddiye almamanın,
yaşamını yitirenlerin ailelerinin acılarını görmezden gelmek
anlamını taşıdığını düşünüyor musunuz?” diye
sorması iyi güzel…

       size="3">Diğer bir deyişle K. Marx’ın “6., 8., 10.
tezleri”yle bağıntılı; ancak “11. tez”siz
sonuçlandırılmaktan çok uzak…

       size="3">Yani “Her katil öldürürken ölümlerin
en fecisini göze alır, onu öldürenler ise terfiden başka
hiçbir şeyi göze almaz,” sözlerindeki gibi Albert
Camus’nün…

       size="3">“11. Tez”in önceliği olmadan olmaz,
olamaz…

       size="3">Şöyle bir hatırlayın: “Hayata
Dönüş”te Bayrampaşa’da 12 tutuklu ve
hükümlünün öldürülmesiyle ilgili davanın
ilk duruşması on yıl sonra 23 Kasım 2010’da
görülürken, 39 sanığın hepsi emirleri uygulayan
erlerdi…

       size="3">“… ‘Hayata Dönüş’te sorumlular
yargılansın” çığlığı boşlukta
yankılanıyordu…

       size="3">Katliam esnasında Bayrampaşa Hapishanesi C-1 Koğuşu’nda
kalan ve atılan bombalarla vücudu yanan Hacer Arıkan’ın da yer
aldığı duruşmada, davaya müdahil olmak isteyen kurumlar, operasyonun
planlı bir şekilde, 20 ayrı hapishaneye eş zamanlı olarak
düzenlendiğine dikkat çekerek, asıl sorumluların yargı
önüne çıkarılmasını istediler.

       size="3">ÇHD İstanbul Şubesi’nden Güray Dağ, “Şu
an karşımızda sadece sıradan erler var. Asıl sorumlular aklanmak
istiyor. Dönemin Adalet Bakanı, Başbakanı, Cezaevleri
Müdürü, tüm sorumlular yargılanmalıdır. Kamuoyunun
vicdanı yaralıyken operasyonlardan sorumlu olanlar
ödüllendirildi” dedi demesine ama…

      6
kadının yakılarak öldürüldüğü C-1 No’lu
koğuşta tutuklu bulunan Hacer Arıkan, “Operasyona katılan tüm
görevlilerden şikâyetçiyim. Elbiselerimizi yakmadan,
derilerimizi eriten gazın ne olduğunun açıklanmasını
istiyorum” dedi ve ekledi:

       size="3">“19 Aralık’ta sabaha karşı operasyon sesi ile
uyandım. Silah sesleri geliyordu. Askerlerin koğuşun önünde
olduğunu gördük. Yatakhanemizin tavanı delinmeye
başladı…

       size="3">Yatakhaneye defalarca bomba atıldı, boğulmak üzereydik.
Nefes alamaz duruma geldik. Bilincimizi kaybetme noktasındaydık... Delinen
yerden içeri hortum bırakıldı. Oradan atılan alev topu gibi bir
madde ile yataklar tutuştu. Sonra bir gaz bırakıldı ve içerisi
simsiyah dumanla doldu. Arkadaşlarımın derilerinin eridiğini
gördüm. Biz ilk önce baş kısmımızdan yanmaya başladık. O
hâlde havalandırmada tazyikli suya, gaz bombalarına maruz
kaldık…

       size="3">Operasyona ‘Hayata
Dönüş’ adı verildiğini gazetelerden çok
sonra öğrendim… Benim hayatım 19 Aralık
günü bitti. O gün biz isyanda değildik. Rehine
olayı ya da herhangi bir olağanüstü durum yoktu.
Bedenlerimizden başka silahımız da yoktu…”

       size="3">“Tavanda delikler açıldı. Bu deliklerden hortumla bir
gaz salındı. Koğuşa bir alev topu atıldı ve yataklar yanmaya başladı.
Kaçışırken yumuşak bir şeye bastım. Gülseren ve
Şennur’un derileri dökülüyordu. Onları
söndürmek için bir şey ararken kalçama bir madde
geldi ve düştüm. Bir daha kalkamadım…

       size="3">Beni yakan maddenin ne olduğunu bilmek istiyorum. Kıyafetlerimiz
yanmadı. Sadece vücudumuz yandı. Bir yılda 8 ameliyat
geçirdim. Bir yıl  önceye kadar burnum yoktu. Omzumdan
alınan parçalarla burun yapıldı. Operasyona kim katıldıysa
herkesten şikayetçiyim...”

       size="3">Bedenlerini eriten gazın ne olduğunun
açıklanmasını isteyen Arıkan, peruğunu çıkarıp
kafasındaki yanığı heyete gösterdi. Kafatasının
bacaklarından alınan deri ile kapatıldığını söyleyerek
“Gözlerim yanma nedeniyle 2 ay açılmadı. İki ay sonra
görebildim. Buna rağmen bu iddianamede mağdur olarak bile yer
almadım” diye konuştu.

       size="3">Davanın  öğleden sonraki bölümünde
sanıkların savunmaları alındı. Müdahil vekillerinin
sorularının çoğuna “hatırlamıyorum”,
“bilmiyorum” karşılığı veren sanıklar, savcılıkta
verdikleri ifadeleri de kabul etmediler…

       size="3">Sonra, sonra da… İfade değiştiren, susma hakkını
kullanan sanıkların duruşmaya gelme zorunlulukları da
kaldırıldı… Bayrampaşa Cezaevi’nde 12 kişinin
ölümüyle sonuçlanan “Hayata
Dönüş” operasyonu davasının, iki gün süren
oturumunda tutuksuz 28 sanık ifade verdi. Müdahil avukatları,
ifadelerdeki çelişkiler nedeniyle sanıkların tutuklanmasını
isterken mahkeme, sanıkların, daha sonraki oturumlara katılma
zorunluluklarını kaldırdı…

       size="3">Evet, evet yeniden “11. Tez”in
önceliği anımsamalıyız yeniden ve bir kez daha; “Hayata
Dönüş” bizlere bunu anımsatır 10 yıl
sonra…
       

       size="3">Soru-4: Ali Suat Ertosun’nun 19 Aralık Operasyonlarına
ilişkin yaptığı açıklamasını (“Siz ne maliyetinden
bahsediyorsunuz, biz burada bir fikri yok etmeye
çalışıyoruz,” açıklaması) nasıl
değerlendiriyorsunuz? Bu noktada devlet başarıya (istediği noktaya)
ulaşmış mıdır?

       size="3">“Siz ne maliyetinden bahsediyorsunuz, biz burada bir fikri
yok etmeye çalışıyoruz,” diyen Ali Suat Ertosun’nun
açıklaması yapılanın egemenler açısından net bir
özetidir; onlar bunu böyle demesine diyorlar da; biz anlayıp,
anlamlandırabiliyor muyuz acaba? Mesele burada…

       size="3">“Gerçek”, en “ama”sız,
“fakat”sızından şu…

       size="3">“Devlet, kendi cezaevine saldırdı; onlarca tutuklu vahşice
öldürüldü.

       size="3">Bürokrasi, bu felaketin sorumlularını mahkeme
önüne çıkarmamak için tam 10 yıl direndi.
Sorumlular gizlendi. Yargılama izni geciktirildi.

       size="3">Sonunda 10 yıl sonra bu hafta 39 jandarma, sanık sandalyesine
oturtulabildi. Ancak herkes biliyor ki yargılananlar arasında asıl
sorumlular yok. Onların bir kısmı hâlâ şiddeti
meşrulaştıran açıklamalar yapıyorlar,” dediği gibi Can
Dündar’ın…

       size="3">“Cezaevinde isyan var diye, insanlar diri diri
yakıldılar,” dediği gibi Derya Sazak’ın…

       size="3">Veya 10 yıldır “hayata
dönmeye” çalışan Hacer Arıkan
gibi…

      Ya
da daha daha neler?!

       size="3">Soru-5: F Tipi cezaevleri hangi ihtiyaçlar doğrultusunda
hayata geçirilmiştir? Egemenler nezdinde amaçlanan neydi?
Nedir?

       size="3">Egemenlerin Türk(iye) devleti kendisine muhalif olan,
başkaldıran her şeyi yok etmek ister… F Tipi bunun bir
örneğidir…

       size="3">Tıpkı  Almanya’da Baader-Meinhof’a yani
RAF’lılara, İrlanda’da Bobby Sands ve yoldaşlarına
yapılanlar ya da Saygon zindanlarındaki Kaplan Kafesleri’nde tanık
olduğumuz üzere…

       size="3">Sınıflı 
sömürücü yapıları sürdüren her
devlet gibi kapitalist Türk(iye) devleti de bir terör ve zulüm
aygıtıdır… Bu, 19-22 Aralık’a münhasır ya da
geçmişte kalmış değildir…

       size="3">Karin Karakaşlı’nın, “İnsanın
biricikliği çoktan unutulmuş  bir
ayrıntı çünkü sistem zaten tornadan
çıkmışlıkta ısrarcı,” diye betimlediği Türk(iye)
devletine ilişkin bu gerçeği kim inkâr edebilir?

       size="3">Aysel Kılıç ile Şule Yıldırım’ın ifade ettikleri
üzere, “Devlet, insan hakları önünde
engel”… 

       size="3">Örneğin Başbakanlık İnsan Hakları
Başkanlığı’nın 2010 yılı üçüncü
çeyrek raporuna göre 2010’un ilk dokuz ayında yapılan hak
ihlâli başvuru sayısı bir önceki yılı katladı. 2009’da
Başkanlığa toplam 1.941 başvuru yapılırken, 2010’un sadece dokuz
aylık kısmında yüzde 110 artış ile 4.081 başvuru
kaydedildi…

       size="3">Örneğin BM İşkenceyi Önleme Komitesi’nin
Türkiye karnesi kırık dolu: Çok sayıda işkence iddiası var.
Polis işkencesini yine polisler soruşturuyor…

       size="3">Örneğin İHD’ye göre Türkiye’nin insan
hakları karnesi zayıf…

       size="3">“İnancın Sınandığı Zor Mekânlar: Hücre”
kitabını yazdığı için (1983-1991 ve 1995-2007 kesitlerindeki
toplam 21 yıllık mahpusluk ardından) Nevin Bektaş tekrar
zindanda…

       size="3">Örneğin Katliamdan 10 yıl sonra 2 No’lu F-Tipi
Hapishanesinden yazan Erdal Öğüt, o günden bugüne bir
şeyin değişmediğinin altını  çiziyor…

       size="3">Vd’leri, vb’leri…

      Bu
devlet demokratikleşemeyeceği gibi, bu devletten de “11
Tez”  dışında hesap sorulamaz…

       size="3">Soru-5: Eklemek istediğiniz son bir şeyler var
mı?

       size="3">Elbette var…

       size="3">Yeni bir yılın eşiğindeyiz… 2011’de Leonard
Cohen’in, “Everybody Knows”da,

       size="3">“Herkes biliyor zarların civalı olduğunu.

       size="3">Atarken parmaklarını birleştiriyor herkes,

       size="3">Savaş  bitti, herkes biliyor bunu.

       size="3">İyi oğlanlar yenildi, herkes biliyor bunu.

       size="3">Herkes biliyor, zaten dövüş hileliydi.

       size="3">Fakirler fakir kalır, zenginler daha da semirir.

       size="3">İşler böyle gider, herkes biliyor,” diye betimlediği
“olağan”ın nihayete ermesi için elimizden geleni
yapmalıyız…

       size="3">Yani Albert Camus’nün, “İnsan var olmak
için başkaldırmak zorundadır…

       size="3">“Politik özgürlük kavramı; insanda, insan
kavramının gelişmesini sağlar…

       size="3">“Kutsal, dinsel yapı başkaldıran insanın önüne
bir engel olarak çıkmıştır…

       size="3">“Başkaldıran insan, kutsalın öncesinde ya da
sonrasında yer alan, bütün yanıtların insansal, yani akla uygun
olarak belirlenmiş olduğu bir düzen isteyen
insandır…

       size="3">“İnsanların birbirine bağlılığı başkaldırı edimine
dayanır…

       size="3">“Başkaldırı haklarının bilincine varmış kişinin
işidir…

       size="3">“Hiçbir şey yok edilemez, bir kalıntı mutlaka
kalır…

       size="3">“Başkaldırıyoruz, öyleyse varız,”
sözlerindeki umudun tekrar kapımızı çalması için
“11 Tez”in iradesiyle hayal kurmalıyız…

       size="3">Unutulmasın A. Einstein’ın, “Dünyayı hayal
gücü döndürür”; Pascal’ın, “Hayal
gücü, güzelliği, adaleti ve mutluluğu yaratır”; B.
Russell’ın, “En büyük işler, büyük hayaller
kurma özelliği olan insanlarca başarılmıştır”;
Humed’in, “Hiçbir şey, insanın hayal gücü
kadar özgür değildir,” diye haykırmaları boşuna ve
karşılıksız değildir…

      22
Aralık 2010 10:26:31, Ankara.

       size="3">N O T L A R

       size="2">[*] Devrimci Yolda Özgürlük, No:2,
Şubat 2011…

       size="2">[1] Atasözü.

       size="2">[2] Adnan Yücel, “Dörtlerin
Gecesi”, Ateşin ve Güneşin Çocukları.

       size="2">[3] Alper Turgut, “Hayata
Dönüş’ün Gerçek Bilânçosu; 122
Ölümdür”, Bianet, 20 Aralık 2010.

       size="2">[4] Ümit Alan, “… ‘Hayata
Dönüş’ Operasyonunda Medya”, Birgün, 24 Kasım
2010, s.2.

       size="2">[5] Bahadır Özgür,
“11’inci Tezden Önce 10’uncu Gelir”, Radikal
Kitap, Yıl:9, No:507, 4 Aralık 2010, s.12.

       size="2">[6] Ahmet İnsel, Sosyalizm - Esasa, Ufka ve
Bugüne Dair, Birikim Yay., 2010.

       size="2">[7] Ömer Laçiner, “Yeni
Dönem Mevzilenmeleri Başlamışken”, Birikim, No:260, Aralık
2010, s3-6.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder