24 Şubat 2011 Perşembe

Kübist, Sürrealist ve Komünist: Picasso - Hüseyin Yılmaz

Kübist, Sürrealist ve
Komünist: Picasso - Hüseyin Yılmaz

Sadece imgelem aracılığıyla özgürlüğüme
kavuşabiliyorum.
Bu özgürlük o denli sonsuzdur ki, beni her zaman
korkutur.

André
Breton

Susma sanatı olarak da bilinen resim,
aynı zamanda bir çığlık atma, haykırma sanatıdır da. Bir
şairin dizeleriyle, müzisyenin notalarıyla, yazarın
sözcükleriyle metinlere aktardığı duygu ve
düşünceleri; ressamlar, fırçalarıyla, boyalarıyla
tuvaller üzerinde hayata geçirirler. Doğadaki
görünürleri; aklın duymakla anlamak arasında olduğu gibi,
bakmakla görmek arasında da var olan şuur köprüsünden
adeta emer gibi geçirerek/kaydederek yaratılan bu tablolar
ustalarının gözünden yaşadıkları çağa da şahitlik
ederler.
Güzel sanatların en az ve zor anlaşılan dalı olan resim konusunda
bundan duyduğu sıkıntıyı şöyle dile getirir Picasso: “Halk
modern sanatı hala anlamıyor, insanlar okuma-yazma, şarkı söyleme
konusunda eğitiliyorlar. Ne var ki, bir resme nasıl bakılacağına
ilişkin kimse onları eğitmiyor. Öğrenmeleri gereken şey, şiirsel
bir imge ya da müziksel bir uyumdan daha fazla bir şey
değil…”
Endülüslü soylu bir aileden gelen; resim, heykel, baskı ve
seramik üzerine çalışmış, Kübizm sanat akımını
-Braque ile birlikte- kuran; sanat eğitimini Madrid Sanat
Akademisi’nde resim öğretmeni olan babasından alan ve 20.
yüzyılın en önemli sanat adamlarından biri olan Pablo Picasso;
nam-ı diğer aşk adamıdır ressamımız. Renkli bir yaşamı olan ve
sanatsal yaratısını kadınlarla canlı tutan ressamın, dansçı
Olga, ressam Françoise, ressam Marie-Therese, fotoğraf
sanatçısı Dora, Eva ve Jacqueline’le aşk ve evlilik
ilişkileri olmuştur.
—Aramıyorum, buluyorum,
—Sanatta iffet yoktur, olsa zaten sanat olmazdı,
—Özgürlük aslında sanatçının kendi
sınırlarını çizmesidir.
şeklinde ifade ettiği sanatsal ilkelerini; “Sanat, güzellik
kurallarının uygulanması değildir; tersine,
içgüdünün ve beynin, herhangi bir kuralın
ötesinde kavrayabileceği şeydir.” “Resmin üstlendiği
rol ne hareketi temsil etmek, ne de gerçeği harekete
geçirmektir. Bana göre resme düşen şey daha ziyade bu
hareketi durdurmaktır.” düşünceleriyle destekleyecektir. />
Sanatının ilk yıllarında yoksul bir hayat süren Picasso’nun,
1901 ve 1904 yılları arasındaki ilk eserlerinde; sıradan insanların
hüzünlü yaşantılarını, fakirlik ve ölüm
temalarını resmettiği ve en yakın arkadaşı olan Carlos
Casagemas’ın aşk acısı yüzünden intiharının da
etkisiyle egemen olarak mavi rengi kullanmasından dolayı bu dönem
“mavi dönem” olarak adlandırılır. Bu yıllar
atölyesinde ısınmak için kömür ve aydınlatmak
için gaz alacak parasının olmadığı yıllardır. Mum ışığında
çizmeye devam eder.
Fransız etkisinde olan ve mavi dönemdeki soğuk renklerin tersine;
pembe ve portakal tonlardaki renkleri, gönül ilişkisi olduğu
Fernande Olivier’in tesirinde kalarak kullandığı 1904–1907
yılları arasındaki döneme ise “pembe dönem”
denmiştir.
1907 yılında genelevdeki beş hayat kadınını gösteren ve akımın
en önemli örneklerinden biri sayılan Avignon’lu Kızlar
tablosundaki Kübist tarz, Rönesans’tan bu yana gelen
bütün kuralları alt-üst edecek ve en yakın dostu Braque
tarafından; “bu bize üstüpü yedirmek ya da gazyağı
içirmek istemen gibi bir şey!” şeklinde hayretle
karşılanacaktır. 809 taslağını çizdiği bu tablo,
Barselona’daki meydanda bulunan genelevde, kendilerini izleyen
erkekleri göstermez aslında. Onlar, sömürgen erkek cinsini
izlerler. Resimde hiç erkek figürü kullanmamasının nedeni
de budur. Çünkü onlar için utanılacak bir şey
kalmamıştır.
Yüzyılın başında temsile dayalı sanat anlayışından ayrılan ve
devrim yapmış Fransa’nın sanat akımı olan Kübizm, ileride
Sürrealizme de yol gösterecek ve modern sanatın doğuşunu
simgeleyecektir. Dönemin etkili sanat anlayışı olan ve görme
duyusunun egemen olduğu empresyonizm yerine, aklın kaynaklığına
dayandırılan ve Paul Cezanne’ın öncülüğünde
doğan akıma, Apollinaire ‘taklit değil, tasarım sanatı’
diyecektir. “Kübizm” tanımı, Braque’ın bir
tablosunu gören Matisse’in bu tablo için
“küçük küpler”
sözcüğünü kullanmasıyla ortaya çıkacaktır.
Genel olarak resmedilen nesneler geometrik formlara
dönüşmüştür. 1907–1914 yıllarını kapsayan bu
dönemde her iki ressamda hacimlerin iç içe geçtiği
portreler, manzaralar çizmişlerdir. Resim sanatının genel sorunu
olan en-boy bağlamının dışında ancak perspektif aracılığıyla
verilebilen derinlik izlenimini yaratmaya çalışmışlardır.
Her ikisinin de temel fikri ‘gerçekliği
gördüğümüz gibi değil, olduğu gibi’
göstermektir. Resimde gerçekliğin her birimizde oluşturduğu
anlam, farklı şeyler çağrıştırdığından içinden
çıkılmaz bir duruma düşülmesine izin vermemişlerdir.
Bulunduğumuz yerden bakıldığında nesnelerin sadece bir
bölümü görülebiliyordur. Onlar ise nesnelerin
etrafında dolaşıyormuş gibi, önden, yandan, üstten ve alttan
bakarak aynı imge üzerinde göstermek istiyorlardır resmedilen her
şeyi. En, boy, derinlik ve içinde bulunulan zaman dilimi: işte
Picasso’nun resimde durdurmak istediği dünya budur.
Tablo onlara göre dümdüz bir yüzeydir. O dönemde
resim sanatına yabancı olan kâğıt, gazete ve kibrit
çöplerini yapıştırıp, boyalarına kum karıştırarak
görülmemiş deneylerde bulunmuşlardır. Resimde ayrıcalıklı
madde tanımayan, resmin kompozisyonunun tamlığı şartıyla
gerçekle ilişkilerini koparmayan bir anlayışa sahiptirler.
Özünde, ayrı ayrı yerlerde geçen şeylerin birlikte ve
aynı zamanda cereyan ettiğini tasavvur ve tasvir etmek düşüncesi
ile karışıklıktan hoşlanma zevkini birleştirilerek ifade edilmesi
ilkesine dayanır. Eşyanın uzaklık ve yer içinde kapladığı hacim
kanunu temel hareket noktasıdır. Onlar için önemli olan
değişmeyendir. Nesnelerin görünmeyen yönünü de
göstermektir. Doğadaki her şeyin yeni bir bakış açısıyla
ele alınmasıdır.
Sürrealistler, yaşamdaki gerçeklerin istenildiği düzey ve
ölçüde olmadığı zamanlarda düşleri kendilerine
rehber olarak ilan ederler. Politik tavırları dünyayı ve yaşamı
değiştirip, dönüştürme yönündedir. Toplumdaki
ahlaki tabular yüzünden ve tehlikesinden dolayı anlatılamayan
olgu ve durumlar resmedilerek ifade edilmiştir. Picasso bunu şöyle
anlatacaktır: “Her düşündüğümü
söyleyemiyorum, ama resmedebiliyorum.”
1930’lu yılların İspanya’sı, toplumsal kargaşanın ve
siyasal çatışmaların hâkim olduğu bir dönemdir. 1931
yılında diktatörlük sona ermiş ve Cumhuriyet ilan edilmiştir.
İktidardaki ılımlı sosyalist ve cumhuriyetçi hükümet
1934 yılındaki ilk seçimde yönetimi monarşistler ve sağcı
cumhuriyetçilerden oluşan koalisyona teslim etmek zorunda
kalmıştır. Yeni hükümet bütün reformlara son vererek
büyük madenci grevini tetiklemiştir. Grev, General Franko
komutasındaki ordu tarafından, Faşist İtalya’nın da yardımıyla
kanlı bir şekilde bastırılmıştır. 1936 yılında uluslar arası
faşist hareketin İspanya kanadı olan Falanjistlerin, Nazi
Almanya’sı ve İtalya’nın desteğiyle Franko liderliğindeki
ordu isyana kalkışmış; 1939 yılına kadar sürecek olan ve yarım
milyon insanın hayatına mal olacak olan iç savaşı
başlatmıştır.
Bütün bu toplumsal çalkantılar devam ederken 1936
yılında iktidarı monarşistlerin elinden alan Halk Cephesi tarafından
İspanya’nın en önemli sanat galerisi olan Prado’nun
direktörlüğüne atanan Picasso, 1937 yılında tarihsel
açıdan bir kültür kasabası olan ve hiçbir askeri
önemi bulunmayan kutsal Bask kasabası Guernica’nın, Almanların
yönetimindeki Falanjist güçler; İtalyan, İspanyol ve Alman
birlikleri tarafından birkaç saat içinde yerle bir edilmesi
üzerine, savaşın felaketini ve protestosunu resmettiği ünlü
tablosu Guernica’yı yapmıştır. Tabloda resmedilen boğa ve at
figürleri İspanya’nın karşılığıdır. Kişneyen at,
çaresizlikten çığlık atan, acı çeken ve
Franko’nun korkunç dehşeti ile zulüm görerek
katledilen İspanyol halkını temsil eder. Can çekişen insan
figürleri yenilginin sembolüdür. Franko ve yandaşlarının bu
insanlık dışı, acımasız ve anlamsız saldırısıyla kurban edilen
halkı anlatan bu tablo bütün dünyada savaş
karşıtlığının ve faşizmin mide bulandırıcılığının sembolü
haline gelmiştir.
Faşist diktatörün zaferiyle sonuçlanan İspanya İç
Savaşı sırasında atölyesinde arama yapan bir Nazi komutanıyla
aralarında geçen bir fıkra vardır:
Tabloya küçümseyici bir edayla bakarak “bunu siz mi
yaptınız?” diye soran komutana “hayır efendim, siz
yaptınız” cevabını vermiştir.
Kadın bedenini ve iki cins arasındaki erotik ilişki figürlerini bir
yönetmen edasıyla, içinden zamanın aktığı kameranın bir
karesi gibi donduran ressamın; Siyah Çoraplı Çıplak
(1899–1900), Uskumru (1902–1903), İki Figür ve Bir Kedi
(1902–1903), İşeyici Kadın (1965) ve Kucaklaşma (1970) gibi
mürekkep ve suluboya resimleri bilinçaltının dışa vurulduğu
örnekler olarak görülebilir.
İki dünya savaşı arasındaki dönemde Sürrealizm’den
etkilenmiştir. “Resimlerdeki şeylerin ne anlama geldiği değil, ne
olduğu ilgimi çeker. Herkes bu resimlerde yer alan belli şeylerden
belli aramalar çıkarabilir; hatta doğru da olabilir bu; ama o
anlamı aktarma gibi bir kaygım hiçbir zaman olmamıştır…
Resmi resim için yaparım, tıpkı şeyleri şeyler için
resmettiğim gibi. Anlam bilinçaltımdadır. Guernica’yı bir
yana bıraktığımızda, bilinçli olarak propaganda amacıyla
yaptığım tek resim yoktur.” “Bize gerçeklik hissini
aktaran her türlü biçim, retinanın gerçekliğinden
en uzak olan biçimdir; sanatçının gözleri
üstün bir gerçekliğe açılır; yapıtları
çağrışımlardır.” Bu biçimler “Nesnelerin bana
telkin ettikleri fikirleri çağrıştırır, içime
düşürdükleri gölgeleri birbirine bağlar, kaynaştırır
ve renklendirir, içten aydınlatır. Sanatçı böylece
gerçekten daha gerçek, daha derin bir benzerlik yaratıp
gerçeküstüne ulaşır.”
Aşağı yukarı bütün sanatçılarda akımlar arası
geçişler görülmüştür. Picasso’da da buna
rastlanır. Bir tablosunda izlenimci olarak görülürken, bir
başka tablosunda klasik resim yapabilmiştir. Coşkunluğun üst
sınırlarında dışavurumcudur. Ancak temel kaygısı nesnelerin
görünen şekillerini belirsizleştirerek izleyiciye hayal
gücü derinliği katmak suretiyle gerçeğin izlencelerini
farklılaştırmak olmuştur.
Picasso’nun Fransız Komünist Partisi’ne katılmasında
Eluard ve Aragon’un etkileri olmuştur. Neden komünist oldunuz?
Diye soranlara “Ülkem İspanya’da ve Fransa’da cesurca
savaşanlar, kendilerini insanlık adına feda edenler hep komünistler
olmuştur. Kendimi hiç bu kadar özgür hissetmemiştim,
dünyanın en önemli sanatçıları,
düşünürleri ile bir aradayım.” diyerek duyduğu
kıvanca ve övünce dikkat çekmiştir.
1975 yılında Franco’nun ölümünden sonra 1978’de
referandumla kabul edilen Anayasa ile serbest seçimlerin ardından
1980’li yılların başında demokrasiye geçen
İspanya’nın ilk sosyal-demokrat hükümeti Marksizm’i
reddedecektir.
Resimde modern sanatın öncülerinden sayılan Picasso,
ülkesinin demokrasiye geçişini göremeden aramızdan
ayrılacaktır. Sanat dünyası onu Kübist, Sürrealist ve
Komünist olarak anacaktır. Çünkü gerçekliğe
değişik bir bakış açısı getirerek Rönesans’ın tek
biçimli gerçeklik fikrini aşacaktır. Yaptıkları ile
yıktıklarını daha iyiye ve güzele taşımayı başarabilmiştir.
Kadınlara ve aşka düşkünlüğü onu hayata bağlayan en
kaçınılmaz dürtüleri olmuştur.

 

Kaynak:  href="http://www.insanokur.org">www.insanokur.org

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder