Latin Amerika'dan Özerklik
Deneyimleri (I) / Sibel Özbudun
LATİN AMERİKA’DAN
ÖZERKLİK DENEYİMLERİ (I) size="2">[*]
size="3">SİBEL ÖZBUDUN
size="2">“Soyuttan somuta ilerlemeden önce, zorunlu
size="2">olarak somuttan soyuta bir ilerleme
mevcuttur.”[1]
size="3">XX. yüzyılın son onyılı, Latin Amerika ülkelerinin
büyük çoğunluğunda, ya anayasa değişikliği yoluyla, ya
da “demokratikleşme” süreçleri dahilinde ulusun
çok-etnili ve çoğul kültürlü karakterini
tanıyan yeni Anayasaların benimsenmesine sahne oldu.
Türkiye’deki güncel bir tartışmayla bağlantıları
açısından, bu süreci biraz daha yakından izlemekte fayda
olduğu kanısındayım.
size="3">Latin Amerika ülkelerinin neredeyse tamamı,
günümüzde Anayasalarına ülkelerinin çok-etnili ve
çoğul kültürlü karakterini tanıyan maddeler
geçirmiş durumdadırlar. Anlamlı bir yerli nüfusuna
sahip olup da bu duruma istisna oluşturan iki ülke vardır: Guatemala
ve Şili. Guatemala’da URNG ile imzalanan anlaşma sonrasında
referanduma sokulan Anayasa değişikliği önerisi reddedilirken (1999),
Şili, Anayasası’nı değiştirmemekle birlikte ILO’nun 169
sayılı Konvansiyonu’nu 2008 yılında onaylayarak bu yolda
önemli bir adım attı. Şili, daha önce ise, topraklarında
yaşayan Mapuche, Rapa nui ve Aymaralar için geniş kolektif haklar
tanıyan bir yerli yasasını kabul etmişti (1993).
size="3">Meksika Anayasası’nın 1992’de değiştirilen 4.
maddesi, “Meksika ulusunun, yerli halklara dayanan
çoğul-kültürlü bileşimini tanımakta ve dilleri,
kültürleri, örfleri, adetleri, kaynakları ve özgül
toplumsal örgütlenme biçimlerini koruma altına
almaktadır.” Başkan Vicente Fox döneminde
gerçekleştirilen Anayasa reformu çerçevesinde
değiştirilen 2. maddeyle ise, yerli cemaatlerin hukuksal özerkliği
kabul edilecektir. Böylelikle Meksika’nın yerli cemaatleri, a)
Birlikte yaşama ve örgütlenmenin iç biçimleri
üzerine karar alma; b) Anayasal ilkeler ve İnsan Haklarıyla
çelişmemek kaydıyla iç çelişkilerini kendi normatif
sistemleri doğrultusunda çözüme kavuşturmak; c) Cemaat
kültür ve dillerini muhafaza etmek ve zenginleştirmek; d)
“Stratejik alanlar” dışında kendi hukuk sistemleri altındaki
doğal kaynaklardan tercihli olarak yararlanmak; maddeleriyle ifadelendirilen
bir özerkliğe kavuşmuşlardı. Anayasa bunun yanı sıra, yerli
cemaatlere örf ve adetleri (“usos y costumbres”)
doğrultusunda iç otoritelerini ve belediyeler nezdindeki
temsilcilerini seçme yetkisini tanımaktaydı. (de la Peña,
2006: 286-287).
size="3">Benzer bir süreci diğer Latin Amerika ülkelerinin pek
çoğunda izlemek, mümkündür. Çarpıcı bir
örnek, Kolombiya’dır. size="2">[2]
Kolombiya’da, yerli örgütlerinin de temsiliyle oluşturulan
Ulusal Kurucu Meclis, ilk kez yerli halkların ve cemaatlerin toprak,
siyaset, ekonomik gelişme, idare ve toplumsal-kültürel haklarını
tanıyan yeni bir anayasanın hazırlanışını üstlendi. 1991 tarihli
yeni Kolombiya Anayasası, “Kolombiya ulusunun etnik ve
kültürel çeşitliliğini tanıyıp koruma altına almakta
(md. 7); İspanyolca’yı Kolombiya’nın resmî dili olarak
tanımakla birlikte etnik grupların dil ve lehçelerini kendi
bölgelerinde resmî dil kabul etmekte ve geleneksel dilleri
konuşan cemaatlerin iki-dilli hâle gelme umudunu ifade etmekte (md.
10); tüm inançların yasa önünde eşit
ölçüde özgür olduğunu tesis temekte (m. 19);
etnik grupların ortaklaşa toprakları ve resguardo topraklarının
satış ve devrini yasaklamakta (md. 63); etnik grupların üyelerinin
kültürel kimliklerini örgütleme ve geliştirme hakkını
tesis etmekte (md. 68); yerli halkların otoritelerinin kendi
bölgelerinde hukuksal yetkelerini -Anayasa ve Cumhuriyet yasalarıyla
çelişmemek kaydıyla- kendi norm ve işlemleri doğrultusunda
uygulama haklarını tanımakta (md. 246); yerli teritoryalarının
cemaatlerin örf ve adetleri (usos y costumbres) doğrultusunda
yönetilmesini kabullenmektedir. (Avirama ve Marquéz, 1995:
102-105)
size="3">Gros’un (2000: 64) deyişiyle Kolombiya’da “yerli
olmak, tarihi ve kökeni bakımından Kolombiya yasası nezdinde bir
teritorya üzerinde uygulanan kolektif hakka saygı ya da tanınması
iddiasındaki bir cemaatin üyesi olmak demektir. Bu, toprak hakkının
yanı sıra bir dizi hakkı da varsaymaktadır: özyönetim
(cabildo’lar ya da diğer cemaat yetkelerinin resmen
tanınması) ve yerli statüsüyle bağlantılı bir dizi hak:
hastanelerde ücretsiz bakım, iki-dilli, iki-kültürlü
öğrenim hakkı, üniversiteye ücretsiz kayıt, askerlik ve
toprak vergilerinden bağışıklık, cemaat içerisinde kendi
örflerine göre yargılanma hakkı, ve 1991 Anayasası’ndan bu
yana bunlara eklenen ulusal kaynaklardan transfer, çevrenin korunması
ve özel seçim çevreleri aracılığıyla senatoda temsil
hakkı.”
size="3">Böylelikle Kolombiya’da nüfusları ancak 600
000 kadar olan yerli cemaat mensupları, yaklaşık 10 milyon kadar hektar
toprak üzerinde özyönetim hakkını ele almıştır. Bu Latin
Amerika için dahi “olağanüstü” sayılabilecek
durumun, neo-liberal politikaların gereksinimlerinin yanı sıra, bu
ülke özgülünde, yerli cemaatlerin büyük
bölümünün aynı zamanda isyancı gerilla
örgütü FARC’ın denetimi altındaki bölgelerde
yaşıyor olması nedeniyle, örgütü etkisizleştirmeye
yönelik bir siyasetle bağlantılı olduğu vurgulanmalıdır. (Le Bot
2009: 66)
size="3">Aynı dönemde Ekvator’da da hükümetler
yerli hakları konusunda bir dizi inisyatif gerçekleştireceklerdir:
1996’da kabul edilen Anayasa’nın 1. maddesinde Ekvator’u
“çoğul-kültürlü ve çok-etnili”
olarak tanımlayan değişiklik yapılacak ve yerli halkların
çoğunlukta olduğu bölgelerde yerel yöneticilerini
seçme hakkı tanınacaktır.
size="3">Ekvator’un 1996 tarihli Anayasa’sında yerli halkların
talep ettiği çoğul ulusluluğa dair bir hüküm yer almasa
da,[3] face="Times New Roman" size="3"> bir dizi norm (kimileri ikircimli olmakla
birlikte) çeşitlilik-yerellik yönünde adımlar
oluşturmaktaydı: Devletin çoğul-kültürlü olarak
tanımlanması ve atasal dillerin kendi bölgelerinde resmi kabul
edilmesi; her türlü sömürgeciliğin mahkûm
edilmesi, kolektif haklarla ilgili uluslararası sözleşmelere uymayı
taahhüt, cemaat topraklarının devredilmezliğinin kabulü; yerli
ve siyahi halkların topraklarının yenilenebilir kaynaklarının kullanım,
yönetim ve korunmasına katılımının kabulü; geleneksel ve
alternatif ilaçların geliştirilmesi gereği ve ülkenin
çeşitliliğine uygun eğitim programlarının kabulü ve
iki-dilli kültürlerarası eğitimin güvence altına
alınması; yönetimin adem-i merkezileştirilmesi…
*
* *
Bu
örneklerde görüldüğü üzere, Latin Amerika
ülkelerinin yerli nüfusa sahip olanların tamamı, yerli dillerin
korunmasını ve kendine özgü eğitim
haklarını güvence altına alan ILO Konvansiyon 169’u
onaylamak suretiyle ve/veya Anayasalarında gerçekleştirdikleri
değişikliklerle, homojen ulus, monolitik ulus-devlet kavrayışını terk
ederek şu ya da bu ölçüde çok-dilli,
çokkültürcü uygulamalara kapıyı
aralamıştır.
size="3">Hiç kuşku yok ki, yasalarda değişiklik yapmak,
hayatı değiştirmek anlamına gelmez. Latin Amerika’nın
yerlileri, hâlen yaşadıkları ülkelerin en yoksul ve
dezavantajlı kesimleri olmayı sürdürmekte, işsizlik,
düşük eğitim düzeyi, yetersiz beslenme, temiz suya,
elektrifikasyona, sağlık hizmetlerine erişimsizlik, cezaevlerindeki
yüksek nüfus oranı, uyuşturucu kullanımı, gündelik
yaşamda ırkçılığa maruz kalma gibi olumsuzluklarla
tanımlanmaktadır
Bu
durum, bizi XX. yüzyılın son onyılında Latin Amerika
ülkelerinde gerçekleşen yapısal değişimlerin doğası
üzerinde biraz kafa yormaya sevk etmelidir.
size="3">Yerli varlığı ve özgül haklarının devletlerce
tanınmasına yol açan iç ve kimi dış dinamikleri şöyle
sıralayabiliriz: Yerli mücadele gelenekleri, başta BMÖ ve ILO
olmak üzere kimi uluslararası organlardaki, yerli haklarını yeni bir
kavrayışla ele alan yönelim değişiklikleri, yerli sorun ve
haklarını gündeme getiren STÖ’lerin etkinlikleri, 1968
yükselişinin Batı dünyasında farklılıkları (kadınlar,
siyahîler, yerliler) dikkate almaya sevk eden yeni bir kavrayışa yol
açması, vb…
size="3">Ancak Latin Amerika ülkelerinin birbiri peşisıra
yöneldikleri bu paradigmatik değişikliği salt bu etkenlerle
açıklamak mümkün değildir. Kıtanın 1980’lerde
içine düştüğü dış borç krizi ve
1990’lı yıllardan itibaren Dünya Bankası ve IMF gibi
uluslararası finans kuruluşları eliyle dayatılan yapısal uyum
programları, yerli kimlik ve haklarının çeşitli düzlemlerde
tanınmasını sağlayan altyapıyı oluşturacaktı. Bir başka deyişle,
Latin Amerika devletlerini yerli haklarına çeşitli düzlemlerde
tikel haklar tanımaya razı eden, neo-liberal politikalar
olmuştur…
size="3">Şöyle ki, 1970’li yıllarda, hızla yükselen petrol
fiyatları, artan faiz oranları, büyümenin yavaşlaması
özellikle Latin Amerika’da pek çok yoksul ülkeyi daha
yüksek bir borç yükü altına sokmaktaydı. Borç
krizi, 1980 ve 90’lı yıllarda Dünya Bankası ve IMF’yi
“yapısal uyum” olarak bilinen reform dizilerini formüle
ederek yoksul ülkelere dayatmaya yöneltecekti: ekonomik yaşamda
devletin rolünün azaltılması, devletlerin sosyal harcamalarının
(özellikle sağlık ve eğitim) daraltılması, bu hizmetlerin paralı
hâle getirilmesi, ticaretin serbestleştirilmesi, kur
devalüasyonları, devlet işletmelerinin satışı, mali ve istihdam
piyasalarının deregülarizasyonu…
size="3">Böylelikle 30 yıl içerisinde, dünya kalkınma
çabalarının resmi hedefleri dramatik bir düşüş
göstermişti. Sanayileşmiş ülkelerin tüketim düzeyini
yakalamaktan söz eden 1960’ların nosyonundan, 1970’lerin
sonlarında yoksulların temel gereksinimlerinin karşılanması programına,
1980’lerde ise Yapısal Uyum Programlarının yoksullara dayattığı,
temel gereksinimlerin karşılanmasından dahi vazgeçen “kemer
sıkma” beklentilerine gelinmişti. Gelinen nokta, “resmen
onaylanan tek kalkınma siyasasının, bir kalkınma siyasasının
olmayışı, kaynakların dağıtımının devlete değil, piyasaya
bırakılması gereği” anlayışıydı. (Edelman ve Haugerud 2005:
7-8)
size="3">Yeni (neo-liberal) paradigma, borç krizindeki Latin Amerika
devletlerini popülist/paternalist “sosyal devlet”
uygulamalarından vazgeçmeye yöneltecekti. Yaşadıkları
ülkelerde nüfusun en yoksul ve dezavantajlı kesimlerini oluşturan
yerli topluluklara yönelik “refah uygulamaları”nın
(altyapı, eğitim ve sağlık hizmetleri) yüksek maliyetiyle bu
kalemlerin önde gelenini oluşturuyordu. Buna karşılık cemaat
özerkliklerinin tanınmasını içeren
çokkültürcü reformlar, yerli toplulukların
masraflarını bizatihî yerli cemaatlere, ya da onları destekleyen
ulusal/uluslararası STÖ’lere yıkmayı hedeflemekteydi -
“modern, birleşik, mestizo bir ulus” tahayyülünden
vazgeçmeyi ve farklı ölçülerde adem-i
merkezîleşmeyi, merkezî yetkilerin (cemaatlere, yerel
yönetimlere, sivil topluma, şirketlere) devrini gerektirse de.
size="3">Yerli özerklik tasarımları, neo-liberal sahnenin
önde gelen aktörlerinden uluslararası finans kurumları (IMF,
Dünya Bankası, Inter-Amerikan Bankası…) ve Çokuluslu
Şirketlerce de hararetle desteklenmiş olmasının nedeni, olasılıkla
budur: bir yandan devletlerin “sosyal” bütçelerini
hafifleterek borç ödemeye öncelik vermelerini sağlaması,
“kamu” retoriğini zaafa uğratarak sosyal maliyetleri sivil
topluma yükleyen bir zihniyet değişimini
simgelemesi…
size="3">Ama aynı zamanda, özerklik uygulamalarının
ulus-devletlerin teritoryal yetkelerini sınırlandırmakla,
ÇUŞ’ların yerli toprakları üzerindeki doğal
kaynaklara yönelik tasarruflarında yozlaşmış, rüşvetçi
bürokrasileri bypass ederek doğrudan cemaat önderleriyle muhatap
olma olanağını sunması da etkili olmuşa benzemektedir. Pek çok
Latin Amerika ülkesinde yerli cemaatlerin bugüne değin pek az
işletmeye açılmış kaynakların (doğalgaz, petrol, kereste,
akarsular…) bulunduğu marjinal bölgelerde (tropikal ormanlar,
yarı-çöl topraklar, dağlık bölgeler) bulunduğu
bölgelerde yoğunlaştığı akıldan çıkartılmamalıdır.
*
* *
size="3">Şu hâlde, bir yandan “modern” yerli
örgütlerinin mücadeleleri, bir yandan değişen uluslararası
hukuksal çerçevenin yarattığı elverişli zeminde,
1990’lı yıllardan itibaren kıta ölçeğinde
yürürlüğe sokulan neo-liberal siyasalardan beslenen ortamda
Latin Amerika devletlerinin hemen tümü, uluslarını
çok-kültürlü, çok-dilli” olarak yeniden
tanımlama sürecine girmişlerdir. Bu süreç, yerli
cemaatlerine teritoryal özerklik, kendi toprakları üzerinde kendi
organları eliyle, kendi örf ve adetlerini uygulama hakkı (bu hak
genellikle İnsan Hakları ve ülke yasalarıyla çelişmeme
koşuluna bağlanmıştır) ve çok-dilli öğrenim olarak
tezahür etmektedir. Yerli örgütlerinin (birkaç istisna
dışında hiçbiri) sınırları içerisinde yaşadığı
devletten ayrılma talebini dile getirmemektedir.
size="3">Peki, bu düzenlemeler, Latin Amerika’da “Yerli
sorunu”nu çözümlemiş midir? Ya da Latin Amerika
yerlileri, neo-liberalizmin bu “şeker kaplı zehrini” yutmuş
mudurlar?
size="3">Elbette hayır; dilerseniz, bu sorunun geniş bir yanıtını
önümüzdeki sayıda arayalım…
size="2">N O T L A R
size="2">[*] Yeni Harman, No:150, Şubat 2011.
size="2">[1] Ernest Mandel, “Geç
Kapitalizm”.
size="2">[2] Kolombiya örneği çarpıcıdır,
çünkü “narko-militarist” olarak nitelendirilmesi
mümkün olan Kolombiya devleti, 1990’ların Anayasal
dönemecine dek, (sayıca oldukça az olan) yerli toplumlarına
acımasız muamelesiyle kötü bir şöhret sahibiydi.
Örneğin 1960’lı yıllarda yerlileri işkenceyle
öldüren bir beyazın “yerli öldürmenin suç
olduğunu bilmediği” gerekçesiyle, yargılandığı mahkemede
beraat ettirilmesi mümkün iken, ya da kahve topraklarının
büyük bölümünün bulunduğu (aynı zamanda
FARC’ın da etkili olduğu) Cauca bölgesinde yerlilerin
1971’de kurduğu CRIC (Consejo Regional Indígena del Cauca)
hükümetlerin ağır baskılarıyla karşılaşmış, onlarca
yöneticisi “faili meçhul” cinayetlere kurban
giderken, onlarcası da cezaevine konulmuştu. (Ramos 2002: 261)
size="2">[3] Neo-liberal vurgulu bu Anayasa, 1995-2005
yılları arasında, Ekvator halkının bir dizi ayaklanmayla birbiri
peşisıra yedi devlet başkanını devirdiği bir altüstlük
sürecinin sonunda devlet başkanı olan solcu/halkçı lider
Rafael Correa iktidarında kabul edilen 2008 Anayasası tarafından
yürürlükten kaldırılacaktır. Devletin stratejik kaynaklar
üzerindeki denetiminin güçlendirilmesi, latifundia sistemine
son verilmesi, genetik olarak değiştirilmiş tohumların yasaklanması vb.
hükümleri içeren yeni Anayasa, ülkeyi
“çokuluslu” ve “kültürlerarası”
üniter bir devlet olarak tanımlamaktadır.
size="2">YARARLANILAN KAYNAKLAR
size="2">Avirama J. ve R. Marquéz (1995). “The Indigenous
Movements in Colombia”, D. L. Van Cott (der.), ” Indigenous
Peoples And Democracy In Latin America, (55-81), New York: St.
Martin’s Press.
size="2">Le Bot, Y. (2009). La grande révolte indienne.
Paris: Harmattan.
size="2">Edelman M. ve A. Haugerud (2005). “Introduction:
The Anthropology of Development and Globalization” (1-73). M.
Edelman ve A. Haugerud (der.). The Anthropology of Development and
Globalization. From Classical Political Economy to Contemporary
Neo-liberalism. Blackwell Publishing.
size="2">Gros, C. (2000). Políticas de la Etnicidad:
Identitad, Estado y Modernidad. Instituto Colombiano de
Antropología e Historia, Bogotá.
size="2">de la Peña, G. (2006). “Derechos
indígenas, ciudadania étnica y cambios constitucionales en
México”, C. Gros ve M.-C. Strigler (der.) Etre indien dans
les Amériques, l’Institut des Amériques.
size="2"> Ramos, A. R. (2002). “Cutting through State and
Class: Sources and Strategies of Self-Representation in Latin America”,
Warren K.B. ve J. E. Jackson, Indigenous Movements, Self-Representation
and the State in Latin America, Austin: University of Texas
Pres.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder