11 Ağustos 2011 Perşembe

Hüsnü Yıldız’ın Zaferi/Eren Buğlalılar

<h1><a href=http://www.ivmedergisi.com/node/7279>Hüsnü Yıldız'ın
Zaferi/Eren Buğlalılar</a></h1><p style="text-align: left;"
align="center"><span style="font-size: small;">Gözleri oyulmuş, kolsuz
cesetler. Başsız, bel kısmı dağılmış, bacakları kopmuş cesetler.
Bunlar Türkiye koşullarında "şanslı" sayılabilecek cesetler.
Çünkü <strong>Kontrgerilla üyelerinin itiraflarına bakılacak olursa,
onlarca insan geriye bir kemik parçası bile bırakamadan yok oldu
Türkiye'de. Çünkü asit kuyularında eritildiler.</strong></span></p><p
style="text-align: left;"><span style="font-size: small;"><strong>Gerilla
kulaklarından, burunlarından kolye yapmak; yanan tutuklu kadınların
üzerine benzinli battaniye atmak; cezaevlerindeki direnişçilerin
kafasını hızarla kesmek ve bunun karşılığında zarf içinde yüklü
paralar almak.</strong> Bunların da hepsi Türkiye'de gerçekleşti. Hem
de öyle çok uzak bir geçmişte değil, kimisi on, kimisi on beş sene
önce.</span></p><p><span style="font-size: small;">Bu suçların failleri
şimdi çocuklarını seviyor olabilirler, orduya ya da polise danışmanlık
yapıyor olabilirler, iyi paralar kazanıyor olabilirler, hatta mezarda bile
olabilirler. Ama hapiste değiller, orası kesin. Çünkü devletin hukuku
onların hukuku, kontrgerilla adaleti onlara her zaman ihtiyaç
duyuyor.</span></p><p><span style="font-size: small;"><strong>Sonra bir adam
çıktı Dersim'den. </strong>Uzun kır saçları ve top sakalıyla, o
alıştığımız Çayan bıyıklı devrimcileri andırmıyordu pek.
Adı<strong> Hüsnü Yıldız'dı. Kardeşi Ali Yıldız'ı istiyordu.
Ama devlet öldürüp bir toplu mezara gömdüğü Ali Yıldız'ın
kemiklerini bile geri vermek istemiyordu ağabeyine. Demek ki Ali
Yıldız'dan hala korkuluyordu. Demek ki Ali toprak altında bile
savaşmaya devam ediyordu, bir sürü canlı cesede ibret
diye.</strong></span></p><p><span style="font-size: small;">Hüsnü Yıldız
ve avukatlarının yaptıkları bütün başvurular çeşitli yargı
paslaşmalarıyla görmezden gelindi. Yıldız'ın isteği kardeşinin
gömüldüğü toplu mezarın açılması ve Ali'nin kemiklerinin ailesine
iade edilmesiydi. Olmaz dediler. Bunun üzerine Hüsnü Yıldız 10 Haziran
2011 tarihinde açlık grevine başladı. Toplu mezarın açılmasına
yönelik taleplerine yanıt alamayınca, 26 Temmuz günü süresiz açlık
grevini ölüm orucu eylemine dönüştürdü.</span></p><p><span
style="font-size: small;">İşte Türkiye böyle bir ülke.
<strong>İktidardaki partinin demokrat olduğuna bizi inandırmak için
basın palyaçolarının atmadığı takla kalmamışken, halk evlatlarının
kemiklerinin toplu mezardan çıkarılması gibi basit, temel bir demokratik
hak için açlık grevine yatmak zorunda.</strong> Bugün Türkiye'de
<strong>114 mezarda 1469 cesedin olduğu belirtiliyor.</strong> Ülke bir
katliam üssü gibi. 1500 kişiyi toplu mezarlara gömenlerin
cezalandırılması bir yana, mezarların açılması bile engelleniyor.
<strong>Açılan mezarlar ise iş makineleriyle, kanıtlar yok edilerek
"açılıyor".</strong></span></p><p><span style="font-size:
small;">Hüsnü Yıldız'ın avukatları savcılığın harekete geçmemesi
halinde 20 Ağustos tarihinde bilim insanları ve gözlemcilerden oluşan bir
ekiple birlikte Ali Yıldız'ın gömülü olduğu toplu mezarda kazı
faaliyetlerine kendilerinin başlayacağını belirtmişti. Hazırlıklar da
buna göre yapılıyordu. Nihayet 10 Ağustos'ta, Hüsnü Yıldız'ın
ölüm orucunun 62. gününde savcılıktan haber geldi, 12 Ağustos Cuma
günü Çemişgezek toplu mezarı DNA örneklerinin toplanması için
kazılacaktı.</span></p><p><span style="font-size: small;">Hüsnü Yıldız
1984'ten 2007'ye uzanan ölüm orucu zaferleri geleneğine bir halka daha
eklemişti.</span></p><p><span style="font-size: small;">Bu zafer devletin 20
yıllık toplu katliam ve toplu mezar geleneğinin teşhirine yönelik
önemli bir adımdır. <strong>Hüsnü Yıldız'ın yaz sıcağında,
Somali'de açlıktan ölen çocuklara yoldaş olarak tuttuğu bu oruç,
onun şahsında bize devrimci değerleri, devrimci iradeyi ve inadı
gösterdi tekrar.</strong> Onun zaferi "kendi çıkarlarından başka bir
şey düşünme" diyen burjuva ideolojisine, "bu devirde hiçbir şey
için ölmeye değmez" diyen karşı-devrimciliğe yanıt olduğu kadar,
"direnmek boşuna, kazanmak imkansız" diyen yılgınlığa da bir yanıt
oldu.</span></p><p><span style="font-size: small;">Herkes kendini
sorgulamalı: Siz 14 sene önce ölmüş kardeşinizin kemikleri için
ölümü göze alacak kadar cesur bir ağabey, abla, ana, baba olabilir
miydiniz? Kendi içinizdeki düşmanı Hüsnü Yıldız gibi tutup yere
çalabilir miydiniz?</span></p><p><span style="font-size: small;">Besbelli ki
Hüsnü Yıldız artık 62 gün önceki insan değil. "Şimdi ben
şerefimle ölmenin doruğundayım" diyordu Kahraman Altun'un bir dizesi.
<strong>Hüsnü Yıldız</strong> da şerefiyle yaşamanın bir örneğini
gösteriyor bize, mezar açılacak haberine rağmen, <strong>"kardeşimin
kemikleri çıkartılana kadar ölüm orucuna devam edeceğim"</strong>
diyor.</span></p><p><span style="font-size: small;">Buradan Hüsnü
Yıldız'ın direnişini ve zaferini selamlıyorum: Var olmak için toplu
mezarlara ihtiyaç duyan düzeni değiştirmek için nice ve daha büyük
zaferlere.</span></p><p><span style="font-size: small;"><br
/></span></p><p><span style="font-size: small;">kaynak:haberfabrikasi.org<br
/></span></p><p>&nbsp;</p>

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder