7 Eylül 2010 Salı

"Kemal Türkler Olsaydı Böyle Olmazdı"

"Kemal Türkler Olsaydı
Böyle Olmazdı"

+İvme Dergisi'nin Yaz Eğitim
Kampı'na gelmeden önce, burasıyla ilgili çeşitli
anlatımlara tanık olmuştuk. Kampın kuruluş yıllarında civar
köylerin sendikacılara ve kampa bakışları kuşku doluydu. Bir
anlatıma göre, Kemal Türkler bir gün tesislerin hemen
yakınındaki köye gitmiş. Köy kahvesine oturmuş, çayını
söylemiş. Köylülerle söyleşmeye başlamış. Bir
taraftan köylülerle konuşuyor, bir taraftan da köyü
inceliyormuş. Türkler DİSK Genel Başkanı ya, "kesin
komünisttir" diye bakıyorlarmış köylüler.
Türkler köylülere "Müslüman
geçiniyorsunuz, sizin gibi müslümandansa benim gibi
komünist iyidir. Bakın koca köyde bir caminiz yok. Ama merak
etmeyin. Sizin komünist diye baktığınız DİSK halledecek bu
işi" demiş.
Birkaç gün sonra DİSK'li işçiler ve Kemal
Türkler'in kendisi de dahil kolları sıvamışlar. Köye bir
cami yapılmış. Köyde herkes "Kemal Bey"e duacı.
Köyün okuluna da bir iki derslik ekleyince DİSK ve Kemal
Türkler köyde efsane olmuş.
Bu ve benzeri duyum ve söylentileri bizzat köylülerden
dinlemek için kampın üçüncü günü
Çifteçeşmeler  Köyü'ne ziyaret
programımızdaydı. Minibüs kiralanıp 24 Ağustos akşamı yola
çıktık. Köy meydanına indiğimizde, kahvenin önünde
duran köylüler bizi son derece sıcak bir şekilde karşıladı.
Kahvehane sahibi ve muhtar başta olmak üzere köylülerin
çoğu tek tek ellerimizi sıkarak kahvehanenin balkonuna davet
ettiler. Hemen sandalyeler çıkarılıp, masalar dizildi. Hiç
birimizi ayakta bırakmamak için büyük çaba
sarfettiler.
Hepimizin başında birkaç köylü; sorulu, yanıtlı,
seslerimizin birbirine karıştığı sohbetimiz çaylarımız
eşliğinde sürdürüldü.
İlk önce, köyün sahile çok yakın bir yerde
kurulduğunu, ancak sıtma nedeniyle sonraları bir miktar yamaça
doğru kaydığını öğrendik. Ahşaptan yapılan evlerin yanması
nedeniyle de sonraları köyün daha yukarılara taşındığını ve
şimdiki konumunu aldığını anlattılar.

Ahmet Zeki Öztürk: Köyde kalanlara "93
Muhaciri" derler. 1877 yıllarındaki Osmanlı-Rus Savaşında buraya
getirilmişiz. O zamanlar Osmanlı politikasıymış. Bu yöredeki
köylerin tamamı muhacir köyü sayılır. Yörük
köyleri de var.
Ağırlıkla tarımcılıkla uğraştıklarını, çok az miktarda
(kendilerine yetecek kadar) hayvancılığın da yapıldığını
söylediler. Çok olmamakla birlikte, balıkçılıkta
geçim kaynaklarından biri.

Rıfat Öztürk: Zeytincilikte yapıyoruz. Zeytinin
çoğunu Marmara Birlik'e veriyoruz. Birlik'in
almadıklarını da yağ yapıyoruz kendimize.
Eğitim kampı ile ilgili sorulara geldiğimizde dört bir yandan
çevremizdeki köylüler hep bir ağızdan anlatmaya
başladılar.
950 dönüm arazi üzerine 1967 yılında kurulmuş bu tesisler.
İnşaatında DİSK üyeleriyle birlikte çalışmışlar.
Harç karmışlar, tuğla taşımışlar, taş üstüne taş
koymuşlar.
Binlerce işçi eğitim gördüğü kampa
"İşçi Üniversitesi" adını koymuşlar. Tesis her
yıl yeni yapılarla büyümüş; küçük ve
büyükbaş hayvan ahırları, mandıralar, tavuk ve kaz
çiftlikleri eklenmiş.

Salih Öztürk: O dönemler sulanıyordu,
bakılıyordu oralar.  Kampta hayvancılık çok iyiydi. Koyun,
inek, kümes hayvanları… her şey vardı. Batı kesiminde iki
katlı binalar vardı. Oralarda beslenirdi hayvanlar. Ahırlar, tavukhaneler
o bölümdeydi. Kamp kendi et, süt, yumurta, meyve,
bütün ihtiyacını karşılardı. Ayrıca artanı da Sendikanın
İstanbul'daki merkezine taşınırdı. Mandıra bütün
köylerin sütlerini alır işlerdi. Sonra da İstanbul'a
götürülüp, fabrikalarda işçilere ucuz olarak
dağıtılırdı. Bugün ise sadece konaklama yapılıyor. Devam
etselerdi, daha da büyüyeceklerdi. Denizkent'e doğru yeni
binalar yapacaklardı.

Rıfat Öztürk: O zamanlar 30-40 kişi bizim
köyden işçi gidiyordu. Yetiyordu, başka yerlerden de
işçi gidiyordu. Yaz kış çalışırdık. Şimdi yapılan
işler bir ceviz kabuğunu bile doldurmaz. İki günde bir dana
kesilirdi. 10 taneye yakın koyun kesilirdi. Maden İş'in mağazaları
vardı. Oradan işçilere satış yapılırdı. Üyelerine
ücretsizdi. Yoğun talep vardı. Odalar şimdiki gibi, iki kişiye
değil, bir işçi ailesine veriliyordu. 650 kişi civarında insanın
kaldığı zamanlar oldu. Sürekli sirkülasyon vardı.

Oktay Niğdeli: Zaman geldi seminer salonunda bile
yatanlar oluyordu. Otobüsler dolu gider dolu gelirdi. Son akşamı da
eğlence yapılırdı; yazlık sineması da vardı. Otelin sol tarafında
deniz tarafında gösterirdik.

Sonra 12 Eylül Cuntası Kampa el koymuş
İşçilerin eğitim gördüğü, tatil yaptığı
tesislerde başkaları tatil yapar olmuş. Bir dönem (2 yıl kadar)
Bulgar göçmenlerine açılmış tesisler. Gericilerin
eğitim amacıyla da bu kampı kullandığı söylenmekte.
Gönen köylülerinin aklında o günlerden bir gazete
başlığı kalmış: "DİSK'in danalarını askerler
yedi".
Ahırlardaki hayvanları askerler alıp götürmüş. Her şey
yıllarca bakımsızlığa terkedilmiş. DİSK''n malvarlığının
geri alınması davası sürecinde çok yıpranmış tesisler. Dava
kazanılmış. Tesisler geri alınmış ama kaderi pek değişmemiş.
Köylüler Kampın yeni durumu ile ilgili oldukça
dertliydiler. Eski günleri mumla aradıklarını
söylüyorlardı.

Ahmet Zeki Öztürk: Sonuç itibariyle bu hale
geldi kamp… Eskiden meyvelikti orası. O meyveler kesildi.
Çünkü bakılmayınca kurudu orası. Doğu tarafı
meyvelikti. Şeftali ağaçları vardı. Toprak çok tuzlu
olduğu için, bakılmayınca da kurudular. Eskiden kampa gelen
işçilerin yiyecekleri bu kamptan sağlanırdı. Şimdi buraya
pirinç ekiyorlar. Bırakın yiyecek vermeyi, sinekten durulmuyor. Ben
kendim aşağıya inemiyorum. Yıllarca oralarda balıkçılık
yaptık, şimdi sinekten oralarda duramıyoruz. Sendika işçiyi tatil
yaptırmaktan vazgeçti, işi ticarete döktü.

Salih Öztürk: Çeltek tarlasını, sendika
bazen kendi adına bazen de icarla ortak oraları ektiriyor. Kemal
Türkler olsaydı, bunlar olmazdı. Onun zamanında her şey
düzgün ve disiplin içinde yapılırdı. Herkes işini bilir,
kimse suistimal yapmazdı. Kemal Türkleri söyle derler, böyle
derler, komünist derler ama bir numara milliyetçiydi rahmetli.
Bizim köydeki camiyi o yaptırdı.
Bu konuşmalardan sonra ne diyeceğimizi bilemedik. Oysa kampın şu andaki
durumu hakkında da, eskiden olduğu gibi iyi şeyler duymayı
bekliyorduk.


Erdek-Çanakkale Kıyı Şeridindeki Kötü
Gidişat!...

Köylülerle sohbetimiz sadece kampla sınırlı kalmamıştı.
Özellikle Erdek-Çanakkale arasındaki sahil şeridinde, daha
önce sanayi yatırımlarına kapalı olan bu alanın sanayileşmeye
açılmasıyla sanayi yatırımlarının hız kazandığını
söylediler. Kara Biga'da kurulan İzdaş Döküm Fabrikasının
yarattığı çevre sorunlarından köylülerin şikayetleri
olduğunu biliyorduk. Aynı şekilde köylüler, Tahirova Tarım
İşletmeciliği tarafından Sabancı Grubunun yeni bir termik santral yapmak
üzere 20 bin dönüm arazi satın aldığı bilgisini verdiler.

Yıllar önce Bandırma tarafında Bandırma Gübre Fabrikaları
A.Ş'nin (Bağfaş'ın)  yarattığı çevre sorunlarının
bir kaç katı Erdek, Gönen ve Biga sahillerinde yaşanacak gibi.
(Bagfaş'ın karaya ve doğaya günde 2 bin tondan fazla
kükürt artığı (cips – şlam), denize 250 tondan fazla
fluosilikat asit, havaya ise kontrolsüz baca gazları vasıtasıyla
amonyak bıraktığı TÜBİTAK tarafından 92 yılında tespit edilmiş
ve "bölgenin acilen hassas kirlenme bölgesi ilan
edilmesi, gerekli önlemlerin ilgililerce acilen alınması"
yönündeki raporu Balıkesir Valiliği'nce sümen
altı edilmişti.)
Kirlilik, çok yakında güney Marmara' nın tamamına ve Ege
Bölgesi içlerine doğru yayılma eğilimi gösterecek gibi
görünüyor. Bandırma-Çanakkale kara yolu daha önce
Türkiye' nin hiç bir yerinde görülmeyen bir
süratle duble-yol ( çift yönlü) yapılarak bitirilmeye
çalışılıyor. İş Adamları, fabrikalarını şimdiki yerlerinden
söküp  ( İzmit, Adapazarı  hattındaki)  Bandırma
Körfezi' nden Karabiga' ya kadar olan tüm Güney Marmara
sahillerine taşımayı planlıyorlar. Köylüler bütün
köylerin denize bakan taraflarındaki tüm arsa ve tarlaların,
beş-on misli bir fiyat verilerek satıldığından bahsediyorlar.
Gönen' in köylerine üç ayrı yere üç ayrı
çimento fabrikası kurmak için yoğun girişimler var. Bunun
nedeni yakın bir gelecekte buradaki yoğun yapılaşma için duyulacak
çimento ihtiyacı. Çok kısa bir sürede, poyraz
yüzünden Gönen ve Sarıköy ovaları tamamen
verimsizleşecek. Yörenin hakim rüzgarı olan poyraz, her
türlü endüstüriyel baca atığını Ege Bölgesi' nin
içlerine kadar taşıyacak.
Kapıdağ Yarımadası' na zaten daha şimdiden üç-beş adet
tersane kurulmuş vaziyette. Koskoca Bandırma Limanı bile yeterli
bulunmuyor olmalı ki, Erdek Körfezi' ne büyük bir liman
kurulması için girişimler söz konusuymuş.
Tarlalarının "değerlendiğini" düşünen
köylüleri,  hiç hesaba katmadıkları şeyler bekliyor
aslında.  Yalova-Truva Fayı yani namı diğer Mutasavver
Fay'ı…… İstanbul Depremi'nden kaçanlar doluya
tutulurken,  köylüler çevre felaketinin getirdiği
hastalıklarla boğuşacaklar.
Bir yandan tarlalarının  "değerlendiğine " inanan
köylüler, diğer yandan da, geleceklerini görüp,
şimdiden kaygılanan köylüler….

Kamptaki heykeller
Kampa ilk geldiğimiz gün otelin girişindeki duvarlarda metalden
yapılmış heykelcikler dikkatimizi çekmişti. Ancak hiç
birimiz dikkatli gözle bakmamış, ne anlatıldığını
sorgulamamıştık. Köydeki sohbetimize katılan, kampta uzun süre
çalışmış ve şu anda da balıkçılık yapan köylü
bu heykellerin hikayesini anlatmaya başladı. Heykelcikler bu alanda uluslar
arası üne sahip heykeltıraş Abdülahet Kuzgun Çetin Acar
tarafından yapılmış ve kampa yerleştirilmiş.
Abdülahet Kuzgun Çetin Acar, 1928'de İstanbul'da
dünyaya gelmiş. İstanbul Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel
Bölümü'nü bitiren Acar, eserleriyle Avrupa'da
kısa sürede tanındı. Acar'ın eserleri 1966'da Rodin
Müzesi'nde de sergilendi. 1975'de ise Mehmet Ulusoy'un
Paris'de sahnelediği Kafkas Tebeşir Dairesi adlı oyun için
masklar yaptı.
Acar, zaman zaman eserleriyle tartışıldı. Bazı eserleri
sökülüp depolara kaldırıldı. 1975 Heykel Sempozyumu
için yaptığı heykel de, kaldırılmasından uzun zaman sonra
Antalya'da yeniden gün yüzüne çıktı. Dev
boyuttaki el heykeli, şehrin girişine yerleştirildi. İstanbul
Manifaturacılar Çarşısı'ndaki Kuşlar ve Ankara Emekli
Sandığı Gökdeleni'nin cephesindeki tunçtan kabartması
da sanatçının en önemli çalışmalarındandır. Acar,
bir duvar rölyefi üzerinde çalışırken merdivenden
düştü ve beyin kanamasını nedeniyle 4 Şubat 1976'da
hayata veda etti.
"Yaptığım her yontuda mutlaka bir çığlık
vardır."
diyen Kuzgun Acar'ın sanat ve heykelle ilgili bir
yorumu şöyleydi: "Siz bir yere varmışsınızdır. O halk
sizi yontar zaten. Aslında bize heykeltıraş diyorlar. Tamam doğru, biz
yontuyoruz bazı şeyleri, ama aslında bizi yontan sokaktan geçen
adamdır. O hesabını sorar adamdan. Bu açık, bunu o kadar uzun
yıllardır, en azından bir 27 yıldır yaşadım. Ben bilmiyorum, ben mi
heykel yonttum, beni mi halk yonttu. Bunu bilemem."


Salih Öztürk:
Otelin girişinde, deniz tarafında metalden
yapılmış şekiller vardır. Onlar ünlü bir heykeltıraşındır.
80 de onları bile yok etmeye çalıştılar.


Oktay Niğdeli:
80 de bu heykeller sökülüp hurda
götüreceklerdi. Biz kendimiz söktük. O zamanlar ben
onların ünlü bir kişinin olduğunu biliyordum. Kuzgun
Acar'ındı O heykeller. Onları söktük, hurdaya gitmesin
diye, topladım ben onları. Merdiven altında bodruma sakladım. Zaman
geldi, sendika buraya geri alınca biz bunları çıkardık. Yine monte
edeceğiz, ama elimizde eski halinin resmi yok. Onun için yeri yerine
tam yerleştiremedik. Arkasındaki kazıklara göre yerlerine tutturmaya
çalıştık.
Aradan zaman geçti, Kuzgun Acar çok ünlü birisiymiş;
Fransa da yaşamış. Onu araştırmaya başladılar. Hollandalı bir kadın
geldi, Önce Ören'e gitmiş, orada bu heykelleri bulamayınca
buraya geldi. "Kuzgun Acar'ın heykelleri varmış"
dediler. Otelin girişinde görülüyor, ama sıralı değiller;
eksik onlar.
"Biz bunları galeri de sergilemek istiyoruz" dediler. O zamanki
müdürümüz de biraz gerildi; dedi ki, "ben bunları
sigorta ettirtmeden göndermem". Öğrendi ya, önemli bir
heykeltıraşın eserleri olduğunu. Yoksa hurdaya gidiyordu. Ankara dada
Kuzgun Acar'ın bir eseri varmış; resmi bir kurumdaymış. O zaman
onu da söküp hurdaya niyetine satmışlar. Sadece Türkiye de
birkaç eseri kalmış, diğerleri kaybolmuş. Onun için bizim
buradakiler bayağı kıymetli oluyor.
Hollandalı kadın çok uğraştı ve eserleri sigorta yaptırıp,
İstanbul'a götürdü. Aşağı yukarı İstanbul da
bir-iki ay sergilendiler. Geri getirirlerken, hepsini boyamışlar,
temizlemişlerdi.
O figürlere dikkatli bakılırsa, bir gencin fabrikaya girişi,
çalışması ve ayrıldıktan sonraki hallerini anlatıyor. Dişleri
dökülmüş bir figür var, işte o emekli olmuş
işçiyi anlatıyor. O figürlerin içinde kendi resmi de
var, kendi figürü de var. Saçları rulmanlardan yapılmış
figür kendini anlatıyor. Kendi saçları kıvırcık olduğu
için rulman kullanmış.
Sohbetimiz saatin geç olmasıyla birlikte sona ermişti. Bizleri
tekrardan beklediklerini, bu kadar süreli daveti kabul etmediklerini
söyleyerek aynı sıcaklıkla ellerimizi sıkıp, uğurladılar.
Sabahleyin ilk işimiz duvardaki heykelleri incelemek ve daha dikkatli bir
gözle bakmaktı.

İvme Dergisi
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder