<h1><a href=http://www.ivmedergisi.com/node/7185>Bir Hapishane, Kışla ve
Klinik Olarak Fabrika: Ter Atölyeleri / Kutlu Tunca</a></h1><p
style="padding-left: 30px;"><em>Terleme atölyeleri (sweatshop'lar) tipik
piyasa diktatörlüğü kurumları aslında. Hem post-fordist üretim
çeşitliliği ve esneklik stratejileri, hem de küreselleşmenin ürettiği
'fazla', ' imha edilebilir' ya da 'olmasa da olur' nüfuslar,
(sözde bütün 'yasadışı'lıklarına rağmen) onlara
'meşruluk' kazandırıyor. Kendi mantığı ve işleyiş düzeni içinde
'hapishane'yi, 'kışla'yı ve 'klinik'i kes-yapıştır
teknikleriyle birleştiren bir tür rekombinant bir fabrika modeli. İçinde
ilişki kurmanın, dil'in, örgütlenmenin ve bütün yaşam
izlerinin mutlak anlamda silinerek, yerini makinelerin zamanla yarışan
uğultusuna bıraktığı, aynı anda siyasal ve ruhsal baskının,
angaryanın, disiplinin, kontrolün, ileri teknolojinin iç içe geçtiği
saf bir üretim-hane. Yalnızca emeğin değil, insan bedeni, zihni ve
kişiliğinin güncellenmiş bir toplama mantığı içinde imha edilerek
sermayeye dönüştüğü bir faşizm: Yaratıcı yıkım!</em></p><p>Bir
mekân tasviri:</p><p><em>"(Burada) tüfekli muhafızlar devriye
geziyor, duvarların üstünde dikenli teller…yabancıların içeri
girmesine izin yok. Her yer gözetleme kameralarıyla
izleniyor…"</em></p><p>Bu cümlede tanımlanan mekân (ilk
bakışta akla gelebileceği gibi) bir 'hapishane' ya da toplama kampı
değil; tanımlanan yer, El Salvador 'serbest [ticaret]
bölgesi!' IGLHR yönetici müdürü Charles Kernaghan, çoğu kadın
1500 işçinin, <em>"silahlı muhafızlarla gözlenen ve dikenli
tellerle çevrilmiş bir serbest bölgede kilitli"</em> olduğunu
belirtiyor. Bu 1500 işçi burada, Amerika ve dünya pazarı
için tişört üretiyor.</p><p>Bir başka yasaklı
mevki:</p><p><em>"(Burada) konuşmak yasak, müzik dinlemek yasak,
başlarını kaldırmaları yasak, ellerini ceplerine sokmaları
yasak…"</em></p><p>Burada tanımlanan yasaklı bölge ise [ilk bakışta
akla gelebileceği gibi] bir askerî kışla değil, Çin'de HP bilgisayar
klavyelerinin üretildiği bir başka fabrika.</p><p>Ve bir
başkası:</p><p><em>"(Burada) ölümle mücadele ediyoruz. Bu
yaptığımız çalışmak değil. Burası bir ölüm ve cezalandırma
yeri." </em>(Bangladeşli bir işçi çalıştığı atölyeyi tasvir
ediyor).</p><p>Ve yine bir başkası daha. Ama bu "başka"nın tasviri
yok, çünkü burada<img
src="http://solkure.files.wordpress.com/2011/07/c3a7inli-ic59fc3a7i.jpg?w=300&h=199"
alt="Çinli İşçi" align="left" width="300" height="199" /> "söz",
zorunlu olarak bitiyor. Aşağıdaki görsel, Çin'deki bir atölyede,
neredeyse ücretsiz ve öldürücü koşullarda istihdam edilen zihinsel
özürlü bir hastayı gösteriyor.</p><p>Geçtiğimiz ay-şimdi
<em>Küresel Emek ve İnsan Hakları Enstitüsü</em> (IGLHR) denen
Amerika'daki <em>Ulusal Emek Komitesi</em>'nin Salvadorlu kadın
hakları örgütü <em>Mujeres Transformando </em>(Dönüştüren
Kadınlar) ile birlikte hazırladığı(1), ya da yine aynı kurumun
daha kapsamlı ve uluslararası örnekleri de kapsayan 2009 tarihli
raporunda (2) anlatılan 'ter atölyeleri'nin koşulları hep
aynı: gözetim kameraları, sürekli baskı ve gözdağı, uzun
çalışma saatleri, akıl almaz ölçüde düşük ücretler, bazı
bölgelerde (örneğin Ürdün) işçileri hapsetmeler, sürekli tehdit,
hakaret ve şantaja tabi olan işçiler, kirli fabrika suları,
bakımsız işçi koğuşları, sendika , örgütlenme ve hatta işçiler
arasında dostluk kurma yasağı vb.</p><p>Ter atölyeleri 90'lı
yıllardan beri gündemde. Gerek Amerika'da gerek uluslararası
platformlarda insan hakları ve emek örgütlerinin tüm muhalif
girişimlerine rağmen varlıklarını sürdürmeye devam ediyorlar. Aslında
sürdürmek bir yana, küresel krizin derinleştirdiği işsizlik, ucuz emek
talebi ve rekabet/kur savaşları gibi koşullar altında giderek
yaygınlaşıyorlar da. 'Ter atölyesi' deyince, akla çoğunlukla
Çin, ya da Bangladeş ve Hindistan gibi ülkeler gelse de, ABD
Çalışma Bakanlığı'nın rakamlarına göre ülkedeki 22 bin giysi
fabrikasının yarısından fazlası ter atölyesi.</p><p>Üstelik
bu atölyelerin namlı-şanlı savunucuları da var. Örneğin,
Nobel ödüllü iktisatçı ve şu aralar <em>New York Times</em>'daki
yazılarıyla <em>"liberal vicdan" </em>üreten Paul Krugman,
Pulitzer ödüllü ve yine bir başka New York Times yazarı olan
Nicholas Kristofter ter atölyelerinin savunucularından sadece ikisi. Neden
mi savunuyorlar? Tabii ki piyasa 'optimal'leri adına. Çünkü bu
adamlara göre, Amerika'daki bu atölyelerde çalışan göçmen
işçilerin çalışma koşulları "dehşetli" olmakla birlikte, bu
işçiler için "alternatif" [yani "Üçünü dünya ülkelerindeki
çalışma koşulları"] çok daha kötü. Krugman'ın deyişiyle,
sweatshop'lar sayesinde dünyada <em>"yüz milyonlarca insan,
alçaltıcı sefalet koşullarından, hâlâ berbat ama yine de anlamlı
ölçüde daha iyi koşullara hareket ediyor."</em></p><p>Bu, tam da
"real politik" denen şeyin iktisat söylemindeki bir karşılığı. Bu
"real politik"i emperyal bir diplomasi içinden savunarak, sınır
tanımaz bir meşruiyet alanı üretebilirsiniz. Örneğin, aynı
<em>New York Times</em>, aynı "real politik" ile ABD hükümeti için
<em>"suikast yapma"</em> hakkına da meşruluk kazandırabiliyor. Ya da
örneğin, Obama yönetimi bu "real politik" uyarınca yoksul Afrika
ülkelerindeki <em>"çocukların asker yapılması"</em>na politik
destek sağlayabiliyor. Gayet 'akılcı': Bu çocukların açlıktan
ölmesindense, ellerine silah alıp ölmeleri ya da öldürmeleri daha
iyi!</p><p>Terleme atölyeleri tipik piyasa diktatörlüğü kurumları
aslında. Hem post-fordist üretim çeşitliliği ve esneklik
stratejileri, hem de küreselleşmenin ürettiği 'fazla', ' imha
edilebilir' ya da 'olmasa da olur' nüfuslar onlara (sözde bütün
'yasadışı'lıklarına rağmen) 'meşruluk' kazandırıyor.
Kendi mantığı ve işleyiş düzeni içinde 'hapishane'yi,
'kışla'yı ve 'klinik'i kes-yapıştır teknikleriyle birleştiren
bir tür rekombinant bir fabrika modeli. İçinde ilişki kurmanın,
dil'in, örgütlenmenin ve bütün yaşam izlerinin mutlak anlamda
silinerek, yerini makinelerin zamanla yarışan uğultusuna
bıraktığı, <em> aynı anda siyasal ve ruhsal baskının,
angaryanın, disiplinin, kontrolün, ileri teknolojinin iç içe geçtiği
</em> saf bir üretim-hane. Yalnızca emeğin değil, insan bedeni, zihni ve
kişiliğinin güncellenmiş bir toplama mantığı içinde imha edilerek
sermayeye dönüştüğü bir faşizm: Yaratıcı yıkım!</p><p>Peki ama ter
atölyeleri bir istisna mı? İlk bakışta öyle gibi görünüyor. O
halde başka türlü soralım: Küresel kapitalist düzende istisna
olmayan bir şey kaldı mı ki?</p><p>1) S. Lendman, <em>El Salvador's
Sweatshop Economy</em>,
http://www.indybay.org/newsitems/2011/02/05/18671203.php (Yukarıdaki tasvir
ve veriler Lendman'ın yazısında aktardığı bu rapordan
alınmıştır).</p><p>2) S. Lendman, <em>Global Sweatshop Wage Slavery</em>,
http://sjlendman.blogspot.com/2010/02/global-sweatshop-wage-slavery.html</p><p><strong>Kaynak: solkure.wordpress.com</strong></p>
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder