<h1><a href=http://www.ivmedergisi.com/node/7538>44 yıldır 'Gül'le Diken
Arasında' yürüyorum / Gülşen İŞLERİ</a></h1><p><br /><br /><br
/>Ömrünün yarıdan fazlasını müziğe adamış, Türkiye'de
efsaneleşmiş bir müzisyen Suavi… Hala onun şarkılarını bıkıp
usanmadan dinliyoruz. Gül'le Diken Arasında geçen 44 yılı kâh
şarkılarıyla, kâh sokağa çıkıp eylemliğiyle, devrimci duruşu ve
sosyalistliğiyle dile getirdi. Uzun zamandır albüm çıkartmamış
olmasına rağmen sanki yokluğu hiç hissedilmedi, çünkü dün gibi
dinleniyordu. Ama şimdi raflarda 15 seçkiden oluşan şarkıları albüm
olarak yer alıyor. Beş yıllık hukuk mücadelesinin ardından bu
seçkileri dinleyicisiyle buluşturan Suavi hem kırgın hem de sitemli.
"Müzik hafızamı kaybetmiştim, şimdi yenden kazanıyorum" diyor.
Çocuğum dediği şarkılarını bu seçkide toplayan Suavi, 'Gül'le
Diken Arasında' neler yaşadığını belki de ilk kez bizimle paylaştı.
Tükenme, Bilmelisin, Yalı Çapkını gibi yüzlerce şarkıya hayat veren,
umutsuzluk yok diyen Suavi'yle bir araya geldik… Kaybettiği
hafızasını nasıl geri aldığını, 30 yıllık savaşta yarım kalan
hayatları konuştuk.<br /><br /><strong>-Çok uzun yıllar sonra özlenen
şarkılarınızı dinleyicilerinizle buluşturdunuz. Bu buluşturmayı da
beş yıllık hukuk mücadelesinin ardından gerçekleştirdiniz. Bu
süreçten söz edebilir misiniz?</strong><br />Müzik hayatımın vitrinine
baktığım zaman geriye dönük, müzik hafızasını kaybetmiş biri
konumundayım. Ülke adına bir utanç, benim adıma büyük bir yoksunluk.
Çünkü albüm için sözleşme yaptığım firmalar sırra kadem bastılar,
ülkenin müzik yapımcılığı şirketinden vazgeçip bilmediğim
nedenlerle, bilmediğim tarihlerde, bilmediğim biçimde ticari işlerini
sonlandırıp gittiler. Ama vahim bir şekilde giderken, devlete borç
takmış olmalılar ki, devlette yemiyor, içmiyor bu kapanan firmaların
borçlarını üçüncü şahısların mal varlıklarına el koyarak
gösteriyor. Siz de takdir edersiniz ki üçüncü şahısların mal
varlığı sadece bünyesindeki sanatçılar ve o sanatçıların
repertuarından ibaret. Ve müthiş bir rastlantıdır, benim bütün
repertuarım, geriye dönük bu biçimde icra iflas kanunu üzerinden haciz
edildi. Devlet bunları satışa çıkardı. Adliye koridorlarında
anonslarla eserlerim, hiç bilmediğim, aramızda sözlü yazılı hiçbir
akit olmayan kimi insanlara ulu orta bir taban fiyat belirlenerek
satıldılar.<br /><br /><strong>-Siz de bu insanları tanımıyorsunuz
tabii…</strong><br />Bu insanlar bu albümleri ne amaçla aldılar, kimdi
bunlar, hangi amaçla bu piyasaya bu ürünleri çoğalttılar bütün
bunları bilmediğim gibi adresleri, kim oldukların da bilmiyorum. Avukat
bir grubumla icra dairelerinde iz sürerek nihayet satıldıklarına
tanıklık eder konuma geldim. Üzüldüm, çocuklarım satıldı, müzik
belleğim satıldı. Geriye dönük 45 yıllım satıldı. Ayrıca yasa benim
lehime olmasına karşın, anti ana yasal bir şekilde özel mülkiyet
hakkıma müdahale edildi. Bugün demokrasi havariliği yapan bu hükümet
yaptı bir anlamda. 5846 yasa üzerinden bakarsak haklar benim, özel
mülkiyettir.<br /><br /><strong>-Onca yıl şarkılarınızı geri almak
için uğraş verdiniz. Kaybolan 44 yılın peşinde yalnız
mıydınız?</strong><br />Biz köleci bir toplum gibi satıldık. Ben
gerçekten yaşıyor muydun yaşamıyor muydum? Geriye dönük ürünlerim
var mıydı? Sanat adına bir şeyler yapmış mıydım? Bu hafızam
çalınmıştı benden, hiçbir müzik mecrasında bir tek Suavi CD'si
yoktu. Çünkü firma ortada yok. Dolayısıyla benim hafızamı çaldılar.
Gözümün içine baka baka yaptılar bunu… Bu toplumun gözün içine baka
baka yaptılar.<br /><br />Bu konudaki duyarsızlığı, umursamazlığı
zaman zaman çığlıklar atmama rağmen duymazlığı bu noktada anlamak da
çok zorlanıyorum. 5 yıllık hukuk mücadelesi sonucunda sizinle böyle bir
görüşme yapıyorum. Türkiye'de bunun örneği yoktur, 9. Hukuk
dairesinde sıra gelecek insanlar çığlığımı duyacak ya da AİHM'e
gideceğim. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin kararını bekliyorum… Maddi
manevi hasar altınaydım.<br /><br /><strong>-Tüm bu çabanın sonucunda da
44 yıllık sanat hayatınızın içinden geçen şarkılar bir CD'de,
Gül'le Diken Arasında…</strong><br />Belki benim ölümümü bekleyen,
benim olumsuz bir evre yaşamamı bekleyen, bu yamyam ordusunun oyununu
bozmak için ellerindeki değer varsaydıkları şeyi değersizleştirmek
için, onlardan seçkiler yapıp yok olan hafızamı yavaş yavaş yeniden
vitrine koymak çabam…<br /><br /><strong>-Bu albümde yeni şarkılar yok,
bu süre zarfında yeni şarkılara da imza attınız mı?</strong><br
/>Elbette şarkı yazdım ama elimden çalınan çocuklarımı kurtarma
telaşım onların da önüne geçmişti, o yüzden onları kurtarmak
çabam… 60 küsur yaşına gelmiş bir insanım ben, bir tanede olsa Suavi
albümünü var edebilmekti… Hafıza tazelemekti. En kısa zamanda da
elimdeki sıfır şarkılarla albüm yapacağım, hemen ardından da başka
bir Suavi çocuğu ölümlerden ve terk edilmişlikten güneş ışığına
çıkartılacaklar. Yani ben 60 yaşında telefon rehberini yeni
bulmuş biriyim, aldılar her şeyimi benden.<br /><br /><strong>- Ömrünün
yarısını sanata adamış biri olarak sitem ve yalnızlıkla geçen onca
yılı nasıl yorumluyorsunuz?</strong><br />Bu toplumun bütününü
suçlayarak bir yere varamayacağımı bilmiyorum ama şunu söyleyebilirim;
ses taşıyıcı dediğimiz müzik kolundaki kasetlerden CD'ye geçildi ama
CD'lerinde fiziki satış ortamının da azaldığını görüyoruz.
İnternet dediğimiz yeni bir süreç başladı ve tam da bu noktada
olumsuzlukları yaşar hale geldim. Bu süreçte insanlar kendi dertlerine
yöneldiler diyebilirim… Ama yine bunlar hafifletici nedenler olsa dahi, bu
toplumun sadece benim konumum üzerinden bu meseleyle de değil, pek çok
meseleyle de ilgilenmediğini, duyarsızlığın yavaş yavaş meyvesini
verir hale geldiğini hepimiz somut olarak görüyoruz. O nedenle de ben bu
yalnızlığı anlaşılır buluyorum…<br /><br /><strong>-Albüme
dönersek Gül'le Diken Arasında 45 yıl… Dile kolay. Peki, siz bu
gülle diken arsında neredesiniz?</strong><br />Çok canım yanıyor evet,
onun için bu seçkinin adı Gül'le Diken Arasında. Ben gül
kokularının arasından da geçtim bu coğrafyada, bu topraklarda filizlenen
gencecik, goncacık armonilerin arasından da geçtim. Kültürel
zenginliklerin, dillerin, merhabaların, ağıtların, ölümün, derdin,
tasanın içinden de geçtim. Geçerken kendi dikenimin bana battığı da
oldu, dost bildiğim dikenlerde battı çoğu kez, hem battı hem de bir
yandan kendimizi tedavi ettik, onarmaya çalıştık, böyle bir
yürüyüştür benim ki… O yüzden sitemim düşmana değil, dostadır.
Çünkü düşman nettir, benim için bu emperyalizmdir, benim için bu
oligarşidir, benim için bu iğrenç ve doymak bilmeyen kapitalizmdir ve bu
tablo nettir, ancak dost bildiğimiz yerde düşman ortaktır, dostluk
kaçınılmazdır, ben bu slogana tutunmayı ilke sellik belledim, bu
yaşlara da bu bedeni böyle taşıdım.<br /><br /><strong>-Sanıyorum sizin
kırgınlığınız onca yıllık sadece sanatınızla da değil, duruşunuz
ve kimliğinizle de sorumluluk taşıyıp, o çevrelerce de yok
sayılmanız…</strong><br />Sadece müzisyen kimliğimle de ilgili değildi
evet… Onlarca sivil toplum örgütlerine aidatı olan, sorumluluk
taşıyan, cumartesi anneleriyle de ilgilenen, kayıp anneleriyle de
ilgilenen, insan hakları ihlalleriyle de boğuşan, demokrasi, devrim ve
özgürlükle de derdi olan biriyim. Toplumun her kesimi ile yan yana geldim
ama hiçbiri ile özdeşlemediğim içindir ki hepsi beni aynı oranda yakın
bulduğu gibi uzak da buldular. Mesele birazda bu, "benden değilsen
değerlerimiz aynı da olsa ötekisin" denildi. Ya Kürt kimliği ile yola
çıkmalıydın, ya Alevi kimliğiyle… Ya da siyasi kimliğini çok net
ortaya koymalıydın. Bense daha geniş kapsamlı bakmaya çalıştım, ben
bir devrimciydim, sol şemsiyesi altında veriyordum bu mücadeleyi ve
en evrensel dediğim noktada, müzik denilen şeyin içindeydim ve en
evrensel dediğim insan hakları ile koşturan bir insandım. Hep oradan
bakmaya devam edeceğim. Ben bir sosyalistim; komünizme, Lenin'e,
Marksizm'e nereden bakacağımı biliyorum. Ama kimi yapılar bununla
yetinmez olabildiler. Dolaysıyla bu kopukluk, Türkiye solunun dramatik
adıdır, tanımıdır…<br /><br /><strong>-44 yılda çok şeye tanıklık
ettiniz, hem sanatınızla hem de sokakta ve alanlarda… O günden bugüne
yaralar devam mı ediyor?</strong><br />Ben hala kanamaya devam ediyorum,
ülke kanıyor. Kan ve barut içinde bir dönem yaşıyoruz. Her ne kadar
ülke güllük gülistanlık sayılsa da kimi sançtılar iktidarın
kuyruğuna takılmayı ve oradan nemalanmayı tercih ediyor olsa da,
ben biliyorum, hala Harbiye Açık Hava tiyatrosunda ana dilinde şarkı
söyleyen bir müzisyenin şarkısı yarı da kesilebiliyor. Ya da hala sil
baştan Kürt meselesinde kanamaya, Ortadoğu meselesinde bir provokasyona
gelinip büyük bedeller ödemeye aşama aşama gelindiğini görüyorum. Bir
sanatçı olarak tabii ki etkileniyorum. 44 yıldır 'Gül'le Diken
Arasında' yürüyorum…<br /><br /><strong>-Bir sanatçı olarak bunu
dönüştürmenin mümkünü nedir?</strong><br />Türkiye'de onlarca
denemesi yapıldı. BDP'nin yaptığı blok inisiyatifi üzerinden denen
bence kabulde gördü. İşte bu yüzden bu örnekten yola çıkarsak, bunu
geliştirmek, dönüştürmek mümkün. 35 yıldır bedel ödeniyor, daha ne
ödesin ki! Bunların yarattığı olgunluktan, deneyimlerden yararlanıp bir
şey yapılmalı. 1 Mayıs'ta çoğalmak önemli değil, 1Mayıs'ta 500
bin olsanız ne olur, bakın hayatımızdan ne tür yasalar geçiyor… Tüm
bunları geri püskürtmek için alanlarda olmak, hatta yaşama müdahale
etmek, iktidarı ele almak biçiminde bir yere doğru başımızı çevirmek
yerine, 3-5 etkinlikte yan yana gelmenin belki de yeterli olduğunun tatmini
içindeyiz… Mesela 'Duvar' filmini bugünün tecrübeli
Türkiye'sinde seyrediyorsak, onun keyfiyle yeterli bulacaksak, yanmışız
biz! İkinci bir 'Duvar'ı neden çekemiyoruz? İkinci bir Yılmaz
Güney'imiz neden yok? Kuşkusuz zor ama zengin bir ülkeyiz, yetişiyor.
Bu noktadan kendimize neden sorular sormuyoruz? Düşman netken ve hala
bedeli biz ödüyorken, emekçiler tarumar edilmişken, bu kokuşmuş
düzende neden yan yana gelemiyoruz? Neyi bekliyoruz? Rahatsızlık
içindeyim.<br /><br /><strong>-Peki, Türkiye bir kırılma noktasından
geçiyor diyebilir miyiz? Bu kadar vahim mi durum?</strong><br />Bir ülkede
sanatın yeşerebilmesi için mutlaka sanatçının bir biçimiyle
kollanması, uygun zeminde yeşermesine olanak sunulması gerekir. Oysa biz
kendi sanatçısını asan, kesen, muhalif olduğu için ondan nefret eden
bir toplumu yarattığımızı içindir ki bugün müzik sektörünün
geldiği nokta hem kapitalizmin pompaladığı gibi tüketim ekseni üzerinde
durmaktadır… Hal böyle olunca, Pir Sultan'dan Şeyh Bedreddin'e,
Nazım Hikmet'ten Yılmaz Güney'e kadar kocaman başka alanlarda ki
uğraşlar destek bulmadığı, zemin bulmadığı, o zeminde yeşerenlerinde
kolunun kanadının kırıldığı ceberut düzen de doğal olarak
gelişemeyecektir. Ama şunu ısrarla savunuyorum; sosyalizmin bir ideası
vardır, genç olan yaşamaya adaydır. Bu ülke genç bir ülkedir,
fikirlerimiz gençtir. Bizimde fikirlerimiz yaşayacaktır, bu bir umut
cümlesidir. Ütopik gelse de bir gün bütün ütopyalar yaşanacaktır.<br
/><br />Evet, bir kırılma noktasındayız büyük bedeller ödeyerek
geldik… Bu ülkenin sanatçılarının parmakları kesildi, Ruhi
Su'nun pasaportu onaylanmadı. Kimi sanatçılarımız devlet destekli
estetik için yurt dışına giderken, Ruhi Su doğal bakımını yapmak
için pasaportunu alamadı. Bir anlamda ölüme terk edildi. Düne kadar Grup
Yorum'un üyeleri içeride değil miydi? Ferhat Tunç tutuklu değil miydi?
Onlarca arkadaşımız özgürlük şarkısı söylediği için bedeller
ödemediler mi? Ama bunlar iktidara göre sanatçı değil, solcuydu. Oysa
sanat ve sosyalizm kol kola yürüyen kavramlardır. Sanat zaten yaşamın
savunucusudur. En son çıktığımız Newroz'da Susurluk çetesinin
elebaşı, devlet adına cinayetler işlemiş 'tip' bugün
işbirlikçilik üzerinden arkadaşlarını ihbar etmeye başladı. Ama aynı
zamanda da Newroz'da gelip çocukların arasında zafer işreti yaptı.
Yürüyen bir bombaydı benim için. Fakat tövbekâr olduğunu
söylüyordu… Ben de diyorum ki, bir gün herkes sosyalizme yüzüne
çevirecek. Çünkü emeğin, sanatın yanındaysa, bunu bize ne dinler
sunacaktır ne de liberal hayatlar… Bunu bize mutlaka sol ve sosyalist
değerler sunacaktır.<br /><br /><strong>TÜRKİYE'DE HALKLAR ŞARKI
SÖYLEYEMEZ HALE GELMİŞTİR</strong><br /><br /><strong>-Dediğiniz gibi bu
ülkede ağır bedeller ödendi. Bir yanıyla da iyileşmeler görmeye
başladık, konuşulmayanlar konuşuldu, pek çoğu müzik diliyle ifade
edilebiliyor artık. Aynur yıllardır kendi dilinde şarkılar söylüyor,
ama bugün hassas bir döneme denk geldiğinde söyletilemeyebiliyor, demek
ki değişmemiş bir takım şeyler, ne dersiniz?</strong><br />Bu ülkede
anadili için yerlerde sürüklenen hiçbir insanın yanında yer almadı
Aynur, görüntü vermedi. Ben niye Aynur Doğan'ı bir gün
cumartesi annelerinin yanında, bir gün 1 Mayıs'ta, bir gün yargısız
infaz ya da toplu mezarların açıldığı yerde görmedim. Ben burada Aynur
Doğan şahsında kişiselleştirmek istemiyorum meseleyi, bu ülkede
anadilini kullandığı için ne bedeller ödeyen insanlar var. Böyle
bakıldığında Aynur Doğan'ın şarkı söyleyememesi bir lükstür. Ama
benim derdim şudur: Aynur Doğan'da dâhil herkes istediğini istediği
platformda yapabilmelidir. Eğer başkaları haksızlıklara uğruyor ise
onun yanında yer alıp çoğalabilmelidir. Bu bir örgütlenme meselesidir.
Ben Aynur'u hiç alanda görmedim. Burada tabii derdim Aynur'u
eleştirmek değil; ben yine Aynur'un yanında, bu söylediğim
evrensellik içinde varım ama Aynur olduğu için değil, bir insan
ana dilinde şarkı söyleyemediği için. Benim Aynur'a özel bir saygı
duymam için Aynur'un alanlarda, başka haksızlıklara uğramış
insanların yanında omuz verip çoğalması, şöhreti, şanı, sesi
gereğinde onlarla paylaşmayı, bölüşmeyi bilmesi gerekir.<br /><br
/><strong>-30 yıldır süren bir savaştan söz ediyoruz. 30 yılda da
binlerce yarım kalmış hayatlar var… Buradan da bakarsak popüler
kültürün içine girmiş bir dilden de söz ediyoruz aslında… Kabul
görmüş bir dil.</strong><br />Düne kadar Ajda Pekkan değil miydi Aynur
için, seninle birlikte düet yapalım diyen, ama bugün aynı Ajda Pekkan
Egemen Bağış'ın önünde eğilip sizin yolunuzda ölmeye hazırım
diyor. Dolayısıyla bu çifte standartlar üç beş aylık hafızalarla
anılabilirler. Benim derdim Aynur Doğan'ın yarım kalmış şarkıları
üzerinden gidip meydanları doldurmak değil, bu halkın yarım kalmış
şarkıları için meydanları doldurulması gerektiğinden yanayım. Aynur
şarkı söyleyemeyebilir, ben söyleyemeyebilirim. Sezen Aksu destek
verebilir, Kardeş Türküler'le etkinliğe çıkabilir, önemlidir ama bu
halkın şarkısı yarım kalmıştır. Türkiye'de halklar şarkı
söyleyemez duruma gelmiştir. Doğal olarak ben ana diliyle, ana sütünden
emdiği diliyle şarkı söylenmesini, mahkemeden de konuşmasını savunan
biri olduğum için orada görmediğim arkadaşlarımın bugün çuvaldız
değil, iğnenin ucunun kendilerine battığında nasıl feryat etiklerinin
ikilemi içindeyim.<br /><br /><strong>'eee Aynur, sadece senin şarkıların
yarım kalmadı bu ülkede'</strong><br />Yoksa ben ucube denilen heykel
içinde Mehmet arkadaşımın yanındaydım, sanata saldırı anlamında,
doğal ve kuşkusuz ki hiçbir ön yargı olmadan Aynur'un da yanındayım.
Ama Aynur'un şunu bilmesi gerek: " eee Aynur, sadece senin
şarkıların yarım kalmadı bu ülkede, bugün yanında insanların
çoğalmasını istiyorsan, yarım kalan insanların yanında sen de boy
vermelisin. Mesele budur. Yoksa bir elitler korosu yaratırız ki sistemin
işine yarar diye düşünüyorum.<br /><br /><br
/><strong>Kaynak:Birgün</strong></p>
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder